Bir Haydut Kuş

Bir Haydut Kuş
Memduh Şevket Esendal
"Bir Haydut Kuş"ta yer alan on bir hikâyenin ortak özelliği, çocukluk çağına dair temalar içermesi ve çoğunlukla da çocukların dilinden aktarılması… Hayvan sevgisi, aile bağları, merhamet gibi evrensel kavramları içeren; ülkemizde Çehov tarzı hikâye yazmanın öncüsü ve tartışmasız üstadı olan Memduh Şevket Esendal tarafından yazılan hikâyeleri büyük küçük herkesin hevesle okuyacağına inanıyoruz. "Çantayı kaptığım gibi kaçtım. Kim bilir arkamdan ne kadar söylenmiştir! Bereket versin ki öfkesi tez geçer. Bir suç işlesem, babamın sessizliğinden korkar, beni kızdırsa da anamın yürekte üzüntü bırakmayan söylenişlerini arar ve sanırım anamı daha çok severdim."

Memduh Şevket Esendal
Bir Haydut Kuş

Memduh Şevket Esendal, 28 Mart 1884’te Tekirdağ, Çorlu’da dünyaya gelmiştir. Rumeli göçmeni olan ailesi çiftçilikle uğraşan Esendal’ın çocukluğu burada geçmiştir. Mülkiye Mektebinin ikinci sınıfına kadar okumuş olmasına rağmen düzenli ve sürekli bir öğrenim hayatı olmamıştır. Kendi deyimiyle “alaylı”dır. Maddi sıkıntılarla birlikte, babası Mehmet Şevket Bey’in vefat etmesi eğitim hayatının yarım kalmasının başlıca sebeplerindendir. Ancak kendisini hayat içinde ve okuma disipliniyle yetiştirmiş; kendi çabasıyla Fransızca, Rusça ve Farsça öğrenmiştir. Esendal, babasının ölümü üzerine ailesinin sorumluluğunu üstlenmiş ve uzun süre çiftçilik yapmıştır. İlk resmî memuriyeti Reji (Tekel) İdaresindedir. Balkan Harbi çıktığında ailesi ile birlikte İstanbul’a göç etmek zorunda kalmıştır. Aile, harpten sonra Çorlu’ya dönmüşse de bu sefer de I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla temelli İstanbul’a yerleşmiştir. Esendal’ın bu dönemde yaşadığı zorluklar, daha sonra kimi hikâyelerinde ve Miras romanında konu edilmiştir.
1906’da İttihat ve Terakki üyeliği ile başladığı siyasi hayatı uzun yıllar devam etmiştir. Esendal, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra cemiyetin İstanbul Merkez Heyeti’ne üye seçilmiş, ardından Esnaf Odaları Mümessilliği’ne getirilmiştir. Uzun süre İttihat ve Terakki’nin Anadolu Vilayetleri Müfettişliği görevini yürüten Esendal, müfettiş olarak Anadolu ve Trakya’yı gezip dolaşmıştır. Bu görevi ona mesleki tecrübe kazandırmasının yanında, Anadolu insanını yakından tanıma ve onun sıkıntılarını görme imkânını da sunmuştur. Yazdığı yüzlerce hikâyede, romanlarında bu tecrübenin izleri açıkça görülmektedir.
I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkılması üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti de itibarını kaybetmiş, İttihatçıların önde gelenleri yurt dışına kaçmak zorunda kalmışlardır. Bunlardan biri de Esendal’dır. İtalya’ya giden yazar, burada birkaç yıl kadar yaşamıştır. İtalya dönüşü, uzun yıllar sürecek elçilik görevinin ilk adımı olarak Mustafa Kemal’den bir mektup almış; yüz yüze görüşmeleri üzerine Azerbaycan Bakü Temsilciliği görevine getirilmiştir. Burada Anton Çehov’la tanışan yazar, kendisinden edebî anlamda derinden etkilenmiştir. Türkiye’ye dönüşünde Meslek adında bir gazete çıkarmış, Miras romanı ve çeşitli hikâyelerini bu gazetede yayımlamıştır. İzmir Suikastı’na karıştığı gerekçesiyle suçlansa da suçsuz olduğu anlaşılınca Tahran Büyükelçiliği’ne atanmıştır. Burada kendi gayretiyle Farsça öğrenmiş, Fars edebiyatını yakından tanıma fırsatı bulmuştur. İran’dan sonra Kâbil Büyükelçiliği’ne gönderilen Esendal için bu, son elçilik görevi olmuştur.
Yurda döndüğünde siyasi hayatına Bilecik Milletvekili olarak devam eden Esendal, 1942’de CHP Genel Sekreterliği görevine getirilmiştir. 1950 seçimleriyle de politik hayatına nokta koymuştur.
Esendal, 16 Mayıs 1952’de Ankara’da hayata veda etmiştir.
Türk hikâyeciliğinde çığır açan Memduh Şevket Esendal; Türk edebiyatına getirdiği yeni hikâye anlayışıyla büyük beğeni kazanmıştır. Eserlerini sade, anlaşılır, süsten uzak bir dille yazması ve diyaloglara yoğun olarak yer vermesi en belirgin özelliği olmuştur. Hikâyelerinde sıradan insanların en basit hareketlerini ve davranışlarını anlatmış, siyasi veya ideolojik unsurlara yer vermemiştir.
Romanları: Miras, Ayaşlı ile Kiracıları, Vassaf Bey.
Hikâyeleri: Otlakçı, Mendil Altında, Temiz Sevgiler, Hikâyeler, Ev Ona Yakıştı, Sahan Külbastısı, Veysel Çavuş, Bir Kucak Çiçek, İhtiyar Çilingir, Hava Parası, Bizim Nesibe, Kelepir, Gödeli Mehmet, Güllüce Bağları Yolunda, Gönül Kaçanı Kovalar, Mutlu Bir Son.
Anı: Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar.

BİR HAYDUT KUŞ
Çocuktum, her ne için ise kırda, kardeşimi bekliyordum.
Bir aralık başımın üstünde şahine, doğana benzer, kartaldan küçük, atmacadan büyük yırtıcı kuşlardan birinin döndüğünü, havada daireler çizdiğini gördüm.
Kuş ne iyi! İstediği kadar havada gezer, onun mektebi her gün azat. Yarın gene gezecek. Bizim evdeki köpekler de, inekler de böyle ama inekler her sabah sığırla kıra gidip gelmeye borçlu, onlar benden daha iyi ise de ineklere bakarak köpekler daha iyi. Bu kuş hepsinden daha rahat.
Bunlar benim o zamanki düşüncelerimdir.
Arkası üstü yattım, kuşu seyretmeye başladım. Nasıl da kanatlarını oynatmadan havada dönüyor, dönüyor!.. Bizi, kırları seyrediyor. Ben bu kuşun yerinde olsam, hiç bu boş kırlarda dolaşmaz, bütün memleketleri gezerdim. Her gün başka bir ülke seyrederdim. Bu boş kırlarda görecek ne var! Halil Kâhya’nın koyunları görünüyor. Sığırlar şehre dönüyor. Daha uzaklarda başka bir şey yok! Ama belki yüksekten başka şeyler de görünür.
O dakikada kuş için daha neler düşündüğüm hatırımda değil. Ne kadar zaman ona baktığımı da bilmiyorum. Ancak bir zaman olup da kuşun, kanatlarını kısarak bir taş parçası gibi yere süzüldüğü gözümün önündedir.
Kuşa ne oldu? Yerde ne gördü?
Ben, sanki biraz şaşırmış gibi, başımı kaldırıp kuş nereye indi diye baktım. Benden epey uzakta bir yere inmiş. Güzel görüyorum. Yere konmuyor. Konacak gibi oluyor, tekrar havalanıyor. Gene dönüp yere saldırıyor.
Bu kuş neye saldırıyor ki!..
Kalktım, o tarafa doğru koştum. Yaklaştıkça gördüm ki bu kuş bir yılanla pençeleşiyor. Korktum. Yılan, kuşu bırakır da bana saldırırsa… Olduğum yere sindim. Onlar birbirleriyle o kadar meşgul ki benim on beş adım ötede yere uzandığıma hiç aldırmadılar, belki görmediler bile…
Akşam güneşi vurdukça, sırtı parlayan bir kara yılan! Hemen yarı gövdesini yerden kaldırıyor, kuşa saldırmak istiyor. Kuş, nasıl oluyor da bu yılandan korkmuyor? Hiç düşünmüyordum ki asıl saldıran kuştur. İstese bir kanat vuruşta uçar, gider. Yılan ona ne yapacak! Yılan beni o kadar korkutmuş ki, bakarken kuşun hesabına ondan ben korkuyorum. Kuşa, “Ne yapacaksın şu pisi! Sen uçmaya, keyfine bak!” demek istiyorum. Ama kuş inatçı, gözü kararmış, hiçbir şey görmüyor. Konup kalkıp saldırıyor.
Birbirlerine vuruyorlar mı? Bilmem, ben görmüyorum. Yalnız öyle sanıyorum ki kuş, kanadıyla çarpıyordu. Böyle bir kavgada kimin vurduğunu görmek pek güç. Ancak çok güzel görünen bir şey var ki, o da iki tarafın da meydanı bırakıp kaçmamalarıdır. Eğer yılan kendini korumakta görünüyorsa, bu atlayıp kuşu tutmaya yaradılışının elverişli olmamasından. Kuşun kanatları var, istediği gibi inip kalkıyor. Yılan öyle mi? Yere yapışık.
İlkin kuş için yılandan korkarken, biraz onların kavgalarını gördükten sonra, yılanın kuşu tutamayacağına inandım.
Yılanda kuşu yakalayacak kadar çeviklik yok. O halde!.. Ne olacak? Kuş mu onu kaçıracak? Eh… Aşk olsun kuşa!.. Eve gidip hepsini anlatacağım. Kuş… Yaman kuş, yılanı kaçıracak!
Ben bunları düşünürken, dediğim olmaya başladı. Yılanın havada duran başı düştü, gene kendini topladı ama fena yerinden gagayı yedi sanırım. Tekrar başı düştü ve sanki kaçmak istedi. Bunu açıkça gördüm. Ama kaçacak yer yok. Oldukları yer otsuz, çalısız, kızıl renkli bir toprak. Kuş tepesinde. Bırakmıyor ki yılan kendine kaçacak bir yer bulsun.
Kavganın sonu belli oldu. Kuş artık havalanmıyor. Yalnız kanatlarını açmış, ileri geri atılıyor, yılanı öldürmeye çalışıyordu.
Çocukluk… Ben bu kuşun bu yılanı öldüreceğini hiç tahmin etmemiştim! Öyle ise bu kavga ne için? Onu da güzelce bilmiyorum.
Bir zaman oldu ki, ben kuşun pençeleri arasında yerde kalan yılanı görmez oldum. Kuş, sanki öfkesini alamamış gibi, gagasıyla yılanı didikliyordu. Biraz iyi bakınca gördüm ki, kuş, yılanı parçalayıp yiyor. Çok güzel hatırımdadır ki, bu yemek beni şaşırttı. Havada güzel güzel dönen bu kuşun, açlıkla bu yılana saldıracağını hiç düşünmemiştim. Leyleklerin yılan yediklerini söylerlerdi. Yiyor mu acaba? Ben mi yanlış görüyorum! Olduğum yerde doğrulup bakmak istedim, kuş beni duydu, başını çevirdi, göz göze geldik. Korkunç gözleri vardı. O kadar ki yılanın gözlerinden daha çirkin, daha korkunç diyebilirim.
Kuş, beni görünce korktu, pençesinde yılanla havalandı. Gülünecek şey! Yılandan korkmuyor da benden korkuyor!
Yılan pençesinde, havada sallandı. Epeyce büyük bir yılanmış. Bilmem kuş onu taşıyamadığından mı, yoksa tez yemek istediğinden mi, çok uzak gitmedi, tepenin bir yerine kondu. Ben uzaktan bakıyorum.
Tepenin ötesinde koyunlar varmış, çoban çocukları kuşun ayağında yılanla geldiğini görmüş olacaklar ki kovaladılar. Köpekleri de saldılar. Kuş, yılanı bıraktığı gibi uçup gitti.
Kuşun uçtuğunu, biraz sonra çocuklarla köpeklerin geldiğini görünce yanlarına gittim. Köpekler, yılanın parçalarını kokluyor, yemek istemiyorlardı. Çocuklar, yılanın karnındaki, yarısı erimiş ufak bir kuş bulup bana gösterdiler. Ben buna hiç şaşmadım. Bir yılan elbette zavallı kuşları bulunca yutar. Ben asıl bu kuşun yılanı avlayıp yediğine şaştım.
Kuş, gene havada süzülüp daireler çiziyor. Ama şimdi bu haydudu biliyorum. Yılan arıyor! Onun güzel güzel süzüldüğüne bakmayın! Ne hayduttur o! Onu bir yılana saldırırken görünüz…
Eve dönerken kardeşime anlattım.
“İyi ya!” dedi. “Bizim tavukları kapacağına kırdan yılan toplasın.”
Onun bu sözü beni büsbütün kuştan soğuttu. Gözleri aklıma geldi. Yılandan kalır yanı yok! Sonra tavukların bunun pençesine düştüklerini düşündüm. Tavuklara acıdım.
Akşama babama anlattım.
“Aç kurt, yılana da salar, taşa da!” dedi.
Tavuklara acıma bahsine gelince de;
“Sen tavuklara acıma, bize acı.” dedi. “Biz de onları yemek için besliyoruz. O kaparsa bize kalmaz!..”

    1928

EŞEK
Topal Durmuş’un oğlu Mustafa tuza gidiyordu, istasyon yanında mola verdi. Eşeğini ağaçların altına bıraktı. Kendi, parmaklığın iç yanına geçti, belini ağaca dayadı, kuşağından ekmeğini çıkardı, sanki burası bir çayırlık, bu demiryolu da bir akarsuymuş gibi bakıp yemeye başladı.
Üçüncü yolda bir yük treni duruyor. Vagonlar kapalı, makine boş. Demiryolu durağında sanki kimseler yok.
“Bu demiryolu, bu yana gidersen derenin boyunu alır, iner Kara Hasan toluna. Oradan Eğrikaya’dan Keçiyurdu önünden, dereyi aykırılar, Söğütuşağı yayla evlerinin böğründen yazı boyunu alır, varır o yanki istasyona. Oradan da çıkarsan Beğyeri’nden Ağaların Çiftliği altından, Sazlık Yurdu’ndan, Çömlekçi’den gider Ortahisar’a! Bunun bir ucunu çekmişler Ankara’ya, öbür ucu kimbilir nereye gider! Belki nereye gittiğini de kimse bilmez. Kime sorsan bir doğru karşılık alamazsın. Biri der o yana, biri der bu yana, kulak asma! Bunun doğrusunu yapan bile bilmemiş…
Bu kara dananın da böyle yavaş durduğuna bakma, bir aldı asıldı mı ardına evleri bağlasan sürükler, götürür. Sonra kendi güdücüsü de istese durduramaz. Onun da kendine göre bir huyu var!”
Mustafa bunları düşünüp ekmeğini yerken biri geçti, vagonlara doğru gitti. Bir başkası da elinde bir teneke ile vagonların arkasından çıkıp istasyona girdi. Aradan biraz daha geçince makinenin bacasından bir hışıltı duyuldu ve içinde bir adam göründü.
Biraz daha sonra bir çan çalındı, bir-iki adam tren boyuna gittiler, makine bağırdı, kollarını gerip uzandı, yük vagonları baştan başa sarsılıp gitmeye başladı. Vagonlar titreşerek Mustafa’nın önünden geçti geçti, en son vagon da geçti gitti. Tren makastan çıkıp uzaklaştı, bir uğultusu kaldı. Biraz sonra o da duyulmaz oldu. Demiryolu durağı da yeniden sessizliğe daldı.
“Bu vagonlardan birini, kaç eşek sürükler.” diye düşünürken, Mustafa kendi eşeğine bakmak istedi. Başını çevirdi, eşek yok! Bir-iki adım yürüdü, oralara bakındı. Sıkıldı. İstasyon arkasına dolaştı, bulamadı. Sıkıldı. Oralarda kimse görünmüyor. Bir avuç yerde eşeğe ne olur! Kimden sormalı? Biri alıp saklamıştır, para ister!
Şehirde olsa ünletirsin, “Görene beş kuruş, bulana on kuruş.” Kim saklamışsa getirir. Burada ünletecek de kimse yok. İstasyonun dört yanını döndü dolandı, arkadaki sırta çıkıp o yanlara baktı, yok!
İnandı ki eşeğini alıp sakladılar. Para isteyecekler! Bilet odasına gitti. Açık bir kapının önünde durdu. Epeyce dikildikten sonra içerden başı açık, ceketsiz, gözlüklü bir adam çıktı. Çenesi oynuyordu. Belli ki yemekten kalkmış. Elindeki gazete kâğıdının içine topladığı ekmek ufaklarını silkip Mustafa’ya sordu:
“Ne istiyorsun?”
“Kölüğü yitirdim…”
“Ne kölüğü?”
“Eşek hani… Eşeği yitirdim de…”
“Ee?”
“…”
“Burada eşek meşek yok, hadi git işine!”
Çekildi. “Eşek gitti. Üstünde yeni kebe[1 - Kısa kepenek.] de vardı, o da gitti. Eşek gençti. Borcu da yeni ödenmişti.”
Uzakta, su deposunun yanında bir adam gördü, yaklaştı. Bu adam, bir demir parçası üstünde çivi düzeltiyordu. Mustafa’dan sordu:
“Ne istedin?”
“Kölüğü yitirdim.”
“Neredeydi?”
“Aha, dee o taşın böğründe!” diye kuyuyu gösterdi.
“Git ara, burada yok!”
“Bunlar eşeğin büsbütün üstüne mi yatmak istiyorlar?” diye düşündü. Yerinden de kımıldamadı.
“Ne dikiliyon, gidip eşeğini arasana!”
“Nerede arayım?”
“Bana mı soruyon?”
“Aradım, yok!”
“Yoksa, sana eşek bulacak değilim ya!”
Yalvardı:
“Eşek buradaydı. Alıp sakladılar.” dedi. “Beş kuruşum var, vereyim.”
Adam, Mustafa’nın yüzüne baktı.
“Hadi.” dedi. “Boş yere eğleşme. Git eşeğini ara. Burada kimse eşeğini kapamaz!”
Bu adamın suratı doğruya benzer ama adam oğluna da inanmak olur mu!
Baktı ki, bir çıkar yolu yok. Ama istasyonu da hemen bırakıp gidemedi. Orada bir yere oturup bekledi. Ne umdu da bekledi? Hiç!..
Gözlerini eşeğini bıraktığı yerden ayıramıyordu. Kimseler yok. Burada ev de yok ki gidip sorsun. Adam da yok. Birine danışmak istesen kime danışırsın?
Kalktı, gitmeye başladı. Ayakları onu köye doğru çekiyordu.
“Tuz alacaktık kaldı, üste eşek de, yeni kepenek de gitti. Yeryüzü karanlık, yaşamak da acı!”
Ona sorsalar, eşeği istasyonda kalmıştı. Her adımında eşeğinden uzaklaşıyordu. Dönüp gene eşeği bıraktığı yere gitmek isteyerek yürür dururken, yolun yüksek bir yerine çıkınca, uzaktan köy yolu üstünde bir karaltı gördü. Yüreği oynadı. Dikildi baktı, eşeğine benziyordu. Seyirtti.
“Tanrı, köylüyü sevindirmek isterse, eşeğini kaybettirir, sonra gene buldurur.” diye yazılmıştır. Bu söz yerine geldi.
Yetişti, eşeğine bindi, gene tuz yoluna döndü, bir de türkü tutturdu:
“İğdenin dalına bastım da kırılıverdi…”
Gitti.

    1922

O YILLARDA
Yedi-sekiz yaşlarındayım; köysü bir vilayette oturuyoruz. Babam orada hem eczacılık ediyor hem de hayvan alışverişi yapıyor.
Bir gün ablam sokakta sıska bir kedi yavrusu görüp acımış, alıp eve getirmiş. Avuç içine sığacak kadar ufacık bir kedi. Rengi düz beyaz, yalnız kuyruğunun gövdesine kavuştuğu yerde sarı bir yaması var.
Biraz ekmek doğradık. Yavru, kendisinden umulmayan bir çeviklikle, aç kurdun kuzuya salması gibi kuru ekmeğe atıldı. Açlık hayvanın iliklerine işlemiş. Karnı şişip gerilinceye kadar yedi. Sonra da duvar kıyısına büzülüp oturdu, gözlerini de yumdu. Uzun suratlı, çirkin bir kedi. Beğenmedik. Ablam da beğendiğinden değil, acıdığından alıp getirmiş.
Aradan birkaç hafta geçti, kedi ortalığı sessiz buldukça aşağı taşlıkta, eline bir bez parçası yahut eski bir süpürge geçirip oynamaya başladı. Bir ayak sesi olunca, Sıdıka Bacı’nın yattığı odaya kaçıp ambarın arkasına gizleniyor. Korkak, biraz yırtıcı bir kedi.
Evimizde büyüdü. Yavruluktan çıkıp genç bir kedi olunca da oyunculuğu bırakıp avcılığa başladı.
Bir gün ablam, bir kuş tutup dama kaçırdığını görmüş. Arkasından bağırmış, çırpınmış ama damda kedi tutulur mu! Öfkelenmiş, eline geçirirse döveceğine ant içmiş; ancak evde ondan başka kimse, kedinin kuş tutup yediğine aldırmadı.
Aradan bir-iki hafta daha geçti, komşularımız haber yollamışlar, bizim kedi onların güvercin palazlarına dadanmış, çalıp yiyormuş. “Vuracağız, hatırları kalmasın!” demişler.
Kedi, benim dilimden anlasa yakalayıp, “Seni vuracaklar.” diyeceğim. Ben kedi dili bilmem, kedi de Türkçe anlamıyor!
Kediyi seviyorum denilemez ama vurulmasını da istemiyorum. Bir gün tüfek patlayacak, bizim kedi kanlar içinde yere yuvarlanacak! Acıklı bir iş! Yalnız iş bununla da kalmadı. Kedi, bizim piliçlerden birini de kapmış. Sıdıka Bacı da görmüş. Yanımızdaki evin samanlık penceresine kaçırmış!
Ablam, “Vursunlar domuzu, bahçede kuş bırakmadı, beni boyumca günaha soktu!” dedi.
Kardeşim de duyunca,”Alacağı olsun, onu da Hasbioğulları’nın sarı kedisinin yanına yollarım!” diye çıkıştı.
Hasbioğulları’nın kedisini bir çuvala koyup ağaca vura vura öldürmüştü. Bu kedinin bir kan pıhtısına dönmüş leşini, aylarca aklımdan çıkaramadım.
Ben, bu gibi acıklı şeylerden hoşlanmam. Kardeşim de benim gibidir; ama o yıllarda on beş, on altı yaşlarındaydı, kendisi gibi yeni yetişme arkadaşlarından da vuruculuk, kırıcılık öğreniyordu. Evdekilerden gizli bıçak taşıyor, cıgara içmeye yelteniyor, bu arada kedi öldürmeyi de bir iş, bir yiğitlik sayıyordu.
O yıllarda, bizim oralarda yeni yetişen çocuklar arasında böyle bir görenek türemişti. Ben, beline bıçak taktığı için bir arkadaşını yaralayanları gördüm! Bunlardan çoğu sonradan akıllı uslu adamlar oldular. Biri de kardeşim.
O çocukluk yaşları geçince kendini huysuzluktan, soysuzluktan kurtardı.
Kardeşimin, kediyi öldüreceğini söylediği günlerde korktum. Bir akşam, babamın yolunu bekleyip, “Ağabeyim, kediyi öldürecek!” dedim.
Babam, “Hangi kediyi, niçin öldürüyormuş?” diye sordu.
“Bizim kediyi.” dedim. “Piliçleri kapmış!”
Babam kayıtsızca, “Bana ne söylüyorsun, kediye söyle!” dedi.
“Kedi ile konuşamam ki!”
“E, ben konuşabilir miyim?”
“Konuşamazsınız ama kardeşime söylersiniz, kediyi öldürmez!”
Babam güldü. “Bizim yiyeceğimiz piliçleri kedi yer.”
Doğru söylüyordu. Biz de kedinin yaptığını yapacaktık. Piliçleri biz yiyecektik. “Biz yiyeceğimize varsın kedi yesin!” de diyemiyorum. “Biz de yemeyelim, kedi de!” demek içimden geliyor; ancak babama söylesem gülecek, benimle eğlenecek. Sustum. Kimbilir daha neler düşünmüşümdür!

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/memduh-shevket-esendal/bir-haydut-kus-69429445/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Kısa kepenek.
Bir Haydut Kuş Мемдух Шевкет Эсендал

Мемдух Шевкет Эсендал

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: "Bir Haydut Kuş"ta yer alan on bir hikâyenin ortak özelliği, çocukluk çağına dair temalar içermesi ve çoğunlukla da çocukların dilinden aktarılması… Hayvan sevgisi, aile bağları, merhamet gibi evrensel kavramları içeren; ülkemizde Çehov tarzı hikâye yazmanın öncüsü ve tartışmasız üstadı olan Memduh Şevket Esendal tarafından yazılan hikâyeleri büyük küçük herkesin hevesle okuyacağına inanıyoruz. "Çantayı kaptığım gibi kaçtım. Kim bilir arkamdan ne kadar söylenmiştir! Bereket versin ki öfkesi tez geçer. Bir suç işlesem, babamın sessizliğinden korkar, beni kızdırsa da anamın yürekte üzüntü bırakmayan söylenişlerini arar ve sanırım anamı daha çok severdim."

  • Добавить отзыв