Mahcupluk İmtihanı

Mahcupluk İmtihanı
Ömer Seyfettin
Ömer Seyfettin, yaşadığı dönemin geleneksel dil ve edebiyat anlayışına bağlı kalmayan yenilikçi kişiliği ile düz yazımızın gelişme aşamasında büyük dönüşümler yarattı. "Tabii lisan, konuşulan lisandır." ilkesi üzerinde inatla durarak yalın bir anlatım kurdu. Öykünün akışında sağladığı hızlılık, olay – kişi – çevre bağlantılarındaki doğallık ve en önemlisi ustalıkla yarattığı yergi havasıyla bugün de canlılığını koruyan eserler verdi. Döneminin eski dil beğenisine saplanıp kalan yazarlarını okunmaz duruma düşüren "zaman" onu haklı çıkardı.

Ömer Seyfettin
Mahcupluk Imtihanı

BİRİNCİ MECLİS
Hayranzade, sonra Müstemend Efendi
(Hayranzade sağdaki yazıhanenin üzerindeki çiçekleri karıştırır.)
Hayranzade: (Kendi kendine) Bu ne? Leylak mı, yasemin mi? Menekşe mi, lale mi? Gülden başka bir çiçek tanımam ki… (Koklar) Oh… (Derin derin nefes alır) Tıpkı kendisi gibi kokuyor. Yanıma yaklaşıp üzerime doğru eğildi mi yüreğim başlıyor küt küt atmaya. Birden, aptallaşıp ağzımı açmasam tıkanacağım vallahi… (Çiçekleri bırakır kâğıtları, defterleri koklamaya başlar) Bunlar da mı çiçekli? Hayır. Amma işte hepsi kokuyor. Acaba üzerine lavanta mı sürüyor? (Tekrar koklar) Hayır, tabii çiçek kokusu. Yani tıpkı kendi kokusu. (Müstemend’in içeri girdiğini duymaz) İlk gördüğüm gün az daha: “İn misin, cin misin be mübarek?” diye soracaktım.
Müstemend: (Gülerek, ona işittirmeden.) Soraydın.
Hayranzade: (Kendi kendine) Fakat soramadım. Yüreğim ağzıma gelmişti.
Müstemend: (Kendi kendine) İn değil cin! Halis cinin daniskası.
Hayranzade: Hayır hiç şüphe yok bu kız bir çiçek!
Müstemend: (Kendi kendine) Koklayanın burnu. (Derken Hayranzade duyar.)
Hayranzade: Ulan Müstemend! Ne vakit geldin?
Müstemend: Şimdi!
Hayranzade: Saatine bakayım.
Müstemend: Saatim yok!
Hayranzade: (Bileğindeki saate bakar) On buçuğa geliyor… Patron olduğum hâlde saat sekizde geliyorum. Hâlbuki sen “garson dö büro”sun benden iki saat sonra teşrif buyuruyorsun.
Müstemend: Allah aşkına Şemi Bey, bana garson deme!
Hayranzade: Ne var? Memuriyetinin ismi, gücüne mi gidiyor?
Müstemend: Hayır estağfurullah. Kaba Türkçe ben senin uşağınım. Tali bu! Dört sene evvel kalemde ben mümeyyizdim. Sen kâtip. Hiç sana gücüne gidecek bir şey söyledim mi idi?
Hayranzade: Hayır.
Müstemend: O vakit bana: “Müstemend Beyefendi” diye iki kat olurdun, yerden selam verirdin.
Hayranzade: Tabi.
Müstemend: Şimdi bari o günlerin hatırı için bana “garson” deme!
Hayranzade: Ayol sen uşak değilsin ki… Uşak bizim Ali… İdarehaneyi bir vapur farz et. Ben kaptan! Çarkçı Peride! Ali tayfa…
Müstemend: Ey ben?
Hayranzade: Sen de miço…
Müstemend: Miço ne?
Hayranzade: Gemi oğlanı be, yanaşma…
Müstemend: (Sakalını tutarak) Bu yaşta gemi oğlanı, yanaşma ha…
Hayranzade: Benim kabahatim ne? Kendin geldin. “Maaşımla geçinemiyorum, Allah aşkına Şemi Bey bana bir iş ver!” dedin. Ben de düşündüm taşındım. Münhal miçoluktu. Zaten başka şey de elinden gelmez. Seni reddetmedim.
Müstemend: Doğru.
Hayranzade: Garson dö bürolar on liradan fazla maaş alamaz. Hâlbuki ben sana elli lira veriyorum.
Müstemend: Teşekkür ederim.
Hayranzade: Kaleminde yüz sene çalışsaydın, yine bu paranın üçte ikisini alamazdın ya.
Müstemend: Bu da doğru.
Hayranzade: O hâlde neden şikâyet ediyorsun?
Müstemend: Bari beni çağırırken “Ulan Müstemend!” deme.
Hayranzade: (Gülerek) Ulan dediğim hoşuna gitmiyor mu? Bu kelime madunların resmi lakabıdır. Sana merhametimden böyle hitap ediyorum.
Müstemend: İstemem.
Hayranzade: Pekâlâ. Şimdiden sonra yalnız “Müstemend” derim.
Müstemend: Teşekkür ederim.
Hayranzade: Beni kendine hakaret edecek kadar vicdansız mı sanıyorsun?
Müstemend: Estağfurullah.
Hayranzade: Hayır, hayır, öyle zannediyorsun. Hâlbuki seni eski kalem arkadaşım gibi görürüm. Bak işte senli benli konuşuyoruz. Ben zengin oldum. Sen fakir kaldın. Bunun ne ehemmiyeti var?
Müstemend: Onu bana sor.
Hayranzade: Hayır, hiç ehemmiyeti yok. Gel şuraya, otur yanıma (Kolundan çeker. Kanepeye otururlar) Tıpkı eskisi gibi konuşalım. Dertleşelim.
Müstemend: Senin derdin var mı?
Hayranzade: Yok mu sanıyorsun?
Müstemend: Elbette. Beş milyon lira. Köşkler, yalılar, apartmanlar, çatanalar, otomobiller, motorlar. Dünyanın cennetindesin.
Hayranzade: Hepsinin içine. Hepsinin içine.
Müstemend: (Hayretle) Niçin?
Hayranzade: Ben kaç yaşındayım biliyor musun?
Müstemend: Hayır.
Hayranzade: Sen kaç yaşındasın?
Müstemend: Elliyi boyluyorum.
Hayranzade: Yalan, elliyi geçiyorsun.
Müstemend: Öyle olsun.
Hayranzade: Kalemde benden yaşlı var mıydı? Ben senden büyüğüm.
Müstemend: Doğru.
Hayranzade: Bize bütün bu zenginliği veren muharebe, ne olurdu hiç olmazsa yirmi sene evvel olaydı. Evet biliyorsun ya, gençliğimin, güzelliğimin en parlak çağında bana hepiniz “Kokoz Şemi” derdiniz. Doksan yedi buçuk kuruş aylığım vardı. O kadar hasret çektiğim hâlde bıyıklarıma pomata bile alamazdım.
Müstemend: Doğru.
Hayranzade: Böyle talihin Allah belasını versin! Saç sakal ağardıktan sonra milyoner ol. Bari insanın vücudu ihtiyarlarken gönlü de ihtiyarlasa. Hayır, bilakis, o gittikçe gençleşiyor.
Müstemend: Öyledir hınzır.
Hayranzade: İhtiyar olsam da gönlüm tazedir.
Müstemend: Herkes gibi.
Hayranzade: Ulan Müstemend (Birdenbire kendini toplayarak) pardon ağzımdan kaçırdım. Müstemend’ciğim, senin gençliğinde sesin çok güzeldi. Bu şarkıyı biliyor musun?
Müstemend: Biliyorum.
Hayranzade: Haydi beraber söyleyelim.
Müstemend: Rakısız olur mu ya?
Hayranzade: Kuşlukta seni Perapalas’a götürürüm yemekte alabildiğine şampanya iç.
Müstemend: Pekâlâ haydi söyleyelim.
(İkisi bir ağızdan başlarlar. Ellerini dümtek usulü ile dizlerine vururlar. Oturdukları kanepe koridordan gelen kapının önündedir.)
Yâr elinden çektiğim hamyazedir (A canım).
İhtiyar olsam da gönlüm tazedir.
İnfialim çarhı bî endazedir.
Nakarat
İhtiyar olsam da gönlüm tazedir (A canım).

İKİNCİ MECLİS
Evvelkiler, Peride
(Peride içeri girince patronla garson dö büro’nun yan yana oturmuş, ellerini vurarak, başlarını sallayarak avazları çıktığı kadar şarkı söylediklerini görür.)
“Aa, aaa… Ne oluyoruz? Aaa a…”
(Peridenin girdiğini sesinden anlarlar, birdenbire susarlar. Şemi Bey yavaşça kalkar, hususi odasına geçer. Sanki kâtibenin girdiğini görmemiştir. Müstemend olduğu yerde öylece kalır.)

ÜÇÜNCÜ MECLİS
Müstemend, Peride
Peride: (Elindeki portföyü yazıhanenin üzerine atar. Hızla Müstemend Efendinin karşısına geçer. Ellerini kalçalarına koyar) Yüzüme bak Müstemend Ağa.
Müstemend: (Bozularak) Ben ağa değilim.
Peride: (Gülerek) Öyle ise Müstemend Paşa.
Müstemend: Paşa da değilim.
Peride: Müstemend Bey.
Müstemend: Bey de değilim!
Peride: Müstemend Çelebi.
Müstemend: Çelebi de değilim!
Peride: Ya, nesin?
Müstemend: Okur yazar bir efendiyim.
Peride: Ne olursan ol. Şimdi sen burada “garson dö büro”sun. Ne hakla benim odamda oturuyorsun?
Müstemend: Şey…
Peride: Ayağa kalk diyorum. Haydi çabuk.
Müstemend: (Kalkarak) Affedersiniz.
Peride: Affedersem şüphesiz kabahatini tekrarlarsın. Maaşından bir lira keseceğim.
Müstemend: Vay.
Peride: Evet, yalnız bu kadar değil!
Müstemend: Daha ne var?
Peride: Girdiğim vakit gördüm. Arsız arsız şarkı söylüyordun. Burası meyhane mi?
Müstemend: Beyle beraber söylüyorduk.
Peride: Ben Beye karışmam. Sen madunumsun. Sana karışırım. İki lira da bu terbiyesizliğin için kıstelyevm kaydedeceğim.
Müstemend: Aman Peride Hanımcığım.
Peride: Yılışıklık istemez. Bana “Peride Hanımcığım” demek senin haddin değil.
Müstemend: Fakat.
Peride: Hayır, hayır, hayır, tasgir edatları muhabbetle merhamet ifade eder. Sen bana ne muhabbet gösterebilirsin ne de merhamet! Sen bir garson dö bürosun…
Müstemend: Fakat.
Peride: Şu kabahatine bak. Dilenci gibi. Pantolonun ütüsüz. Yaka bir tarafta, paça bir tarafta… Fesle yazıhanede dolaşmanın yasak olduğunu bilmiyor musun?
Müstemend: Yeni geldim, daha çıkaramadım.
Peride: Yeni mi geldin? (Saatine bakarak) Saat on buçuk… Yeni geldin ha! (Çiçeklerin durduğu billur vazolara bakarak) daha bunların sularını bile değiştirmemişsin. Haydi çabuk. Seni bir gün mutlaka kovacağım. Buraya terbiyeli, genç, mükemmel bir garson alacağım. Evet, sen yapamayacaksın… Sende ne terbiye, ne nezaket, ne de gayret var! Haydi çabuk ben odamda giysilerimi değiştirinceye kadar su değişmeli… Anladın mı? Haydi arş…
(Peride çarşafını çıkarmak, başına başörtüsünü koymak üzere hususi odasına girer.)

DÖRDÜNCÜ MECLİS
Müstemend, Hayranzade
Hayranzade: (Yavaşça aralık kapıdan girer) Geçmiş olsun ulan Müstemend.
Müstemend: Yine mi ulan?
Hayranzade: Pardon.
Müstemend: Senin sebebine aylığımdan yine üç lira gitti.
Hayranzade: (Cebinden çantasını çıkararak, bir kâğıt uzatır) Al onun yerine yirmi beş lira.
Müstemend: Teşekkür ederim.
Hayranzade: Fakat bir şey yapacaksın!
Müstemend: Ne?
Hayranzade: Peride’ye diyeceksin ki beraber şarkı, söylediğimiz adam Şemi Bey değildi.
Müstemend: Gördü ayol.
Hayranzade: Görsün.
Müstemend: Sen olduğunu söyledim.
Hayranzade: Söyle, zararı yok. Şimdi inkâr edersin.
Müstemend: Nasıl olur bu?
Hayranzade: Haysiyetimi kurtarmak lazım. Kim bilir ne kadar ayıpladı!
Müstemend: Pekâlâ…
(Peride girerken Hayranzade çıkar.)

BEŞİNCİ MECLİS
Müstemend, Peride
Peride: (Doğru vazolara gider) Ne o, daha bunları değiştirmedin mi?
Müstemend: Değiştiremedim.
Peride: Niçin?
Müstemend: Vicdanımın azabından!
Peride: Ne demek?
Müstemend: Size demin bir yalan söylemiştim de.
Peride: Nasıl yalan?
Müstemend: Bir yalan! Tüylerim hâlâ ürpermiş duruyor… Âdeta bir cinayet, bir vicdansızlık, bir iftira, kuru bir iftira…
Peride: Ne, söyle bakayım.
Müstemend: Siz içeriye girdiğiniz vakit ben şarkı söylemiyor muydum?
Peride: Evet…
Müstemend: Yanımda birisi vardı.
Peride: Evet, gördüm bizim Beydi.
Müstemend: Hayır işte, yanlış görmüşsünüz.
Peride: (Bir kahkaha atarak) Ya kimdi?
Müstemend: Bey değildi.
Peride: Kimdi?
Müstemend: Söylemem.
Peride: O hâlde şimdi hesabınızı kesiyorum. (Yazıhaneye oturur) Bugün ayın kaçı? (Biraz düşünür) On dördü. Hem yabancı bir sarhoşu, bir yankesiciyi, bir karmanyolacıyı kasanın yanına almak, onunla rakı içmek… Resmi bir yerde şarkı söylemek… Sonra büro müdiresi gelirken katili kaçırmak, daha sonra da kaçan katil için patronun kendisi diye yalan söylemek! Evet, evet böyle adamları bir dakika bile tutmak caiz, değil. Şemi Bey beni buraya alırken geniş bir salahiyet verdi. Yazıhanesinin adamlarını istediklerimden tayin edebilirim.
Müstemend: (Şaşırarak) Fakat, Peride Hanımcığım, yalan söylüyorum. Aslı yok dediklerimin.
Peride: İste onun için kovuluyorsun ya Müstemend. (Defteri açar, rakamlar yazmaya başlar) Ah bu kâtipsizlik. Kasaya da ben bakıyorum.
Müstemend: (Kendi kendine) Doğrusunu söylerim, o idi, evet niçin kovulayım… (Peride’ye hitaben) Peride Hanım, lütfen… Derken kapıdan hızla Hayranzade girer.

ALTINCI MECLİS
Evvelkiler, Hayranzade
Hayranzade: (Girer girmez Müstemend’e susması için gizli bir işaret eder. Yazıhaneye yaklaşır.) Bonjur Peride Hanım…
Peride: (Kalkarak, tatlı tatlı) Bonjur mon patron!
Hayranzade: Nasılsınız?
Peride: Çok iyi.
Hayranzade: Oh… (Gözlerini süzer) Teşekkür ederim.
Peride: Estağfurullah efendim.
Hayranzade: Ne yapıyorsunuz?
Peride: (Şiddetle) Müstemend’in hesabını kesiyorum.
Hayranzade: Niçin? Bir kabahati mi var?
Peride: Kabahat değil, cinayet! Bu herif (Parmağı Müstemend’i gösterir) korkunç bir katil.
Müstemend: (Şaşkın) Hayırdır inşallah.
Peride: Evet, hıyanetini gözümle gördüm. Elimle yakalayamadım amma.
Hayranzade: Aman Yarabbi ne yaptı?
Peride: Siz de yeni geldiniz değil mi?
Hayranzade: Evet.
Peride: İçeriye girince bu katil herifi zilzurna sarhoş başka bir katille gördüm.
Müstemend: (Kendi kendine) Vay anasını.
Peride: Kasanın dibine oturmuşlar! Nasıl kıralım, nasıl anahtar uyduralım diye müzakere ediyorlardı.
Müstemend: Aman Yarabbi!
Hayranzade: (Gözlerini açar. Müstemend’e tuhaf tuhaf bakar) E sonra?
Peride: Hatta yapacakları cinayet için o kadar bir neşeleri vardı ki gayet adi gayet rezil bir şarkıyı da avazları çıktığı kadar haykırıyorlardı.
Müstemend: Efendim… Yalnız.
Peride: Sus, ulan! Lafa karışma. (Hayranzade’ye dönerek) Beni görünce şeriki olan cani elinde bir hançer sizin odanıza daldı. Allah’tan orada bulunmadınız, yoksa mutlaka sizi öldürecekti. Demek koridora çıktı asansöre atladı, sır oldu.
Hayranzade: Evet, evet, mutlaka öyle olmalı.
Peride: Artık onu tutamayız. Fakat bu hırsızın hesabını kesip kanunun pençesine teslim etmeliyiz. Şimdi Ali’yi çağırayım. Karakoldan bir polis getirteyim. (Elektrik düğmesine dokunmaya kalkarken)
Hayranzade: (Müstemend’e dönerek) Tuh! Senin suratına!
Müstemend: Allah’tan kork.
Peride: Bakınız. Ne terbiyesiz! Utanmadan kendisine “ağa” dediğime razı olmuyor. Sözde okuryazar bir efendiymiş.
Hayranzade: Allah belasını versin! Peride’ciğim. Bu sefer affediniz. Ben sabahleyin Ali’yi eve gönderdim, daha gelmemiştir. Evet şu rezili affediniz.
Peride: Mümkün değil.
Hayranzade: Affediniz. Çünkü ben bu hainin elinde büyüdüm. Bu herif bana baba yadigârıdır.
Peride: Ne? Elinde mi büyüdünüz?
Hayranzade: Evet…
Peride: Hâlbuki ondan yaşlı görünüyorsunuz!
Hayranzade: İhtiyarlamamak için sağlam mide ile fena bir vicdan lazımdır, derler ne doğru! Bu herif bildim bileli vicdansızdır. Çocukluğumdan beri her sene iki defa hariçten ortak hırsız bulup evimizi soymaya kalkar. Hatta bir kere babamı da öldürmek kastıyla yaralamıştı. Zavallı dört ay yataktan kalkamadı. Fakat onu yine affetti.
Peride: Ah ne vicdan, ne altın kalp!
Hayranzade: Tıpkı benim gibi… Hâlbuki (Müstemend’i göstererek) şunun suratına bak. Hiç nur var mı? Fakat ne yapayım, kovmaya vicdanım razı olmuyor. Benden elli yaş büyüktür. Gözlerimi onun kucağında açtım. Yine böyle saçlı sakallı kocaman bir herifti. (Müstemend’e dönerek) değil mi?
Müstemend: (Başını sallayarak) Doğru!
Hayranzade: Haydi dışarı defol. (Peride’ye dönerek) Ne yapalım, bu bizim köpeğimiz. Ne yapsa acırız. İhtiyar bir köpek.
Müstemend: (Vurarak, kırarak) İhtiyar köpek. İhtiyar köpek sensin ihtiyar köpek, budala köpek. (Dışarıya çıkar)

YEDİNCİ MECLİS
Peride, Hayranzade
Hayranzade: Sizin kâtip meselesini ne yaptınız?
Peride: Dün, bütün akşam gazetelerine ilan verdim. Bugün müracaatlar başlar. İçlerinden münasip birisini seçeriz. Ne gibi evsaf aramak niyetindesiniz?
Hayranzade: Ben hep sizi düşünüyorum. Çünkü müdire sizsiniz. O adam sizin maiyetinizde bulunacak. Her hâlde gayet namuslu olması icap eder.
Peride: Elbet.
Hayranzade: Kibar, terbiyeli, son derece mahcup olmalı. Evet son derece mahcup olmalı. Bir kız oğlan kız kadar mahcup. Serbestçe birisi olursa sizin canınızı sıkar.
Peride: Doğru.
Hayranzade: Fakat böyle bir adam bulmak ne müşkül! Altı ayda dört kâtip değiştirdik. Hiçbirisi size rahat vermedi.
Peride: Bu sefer imtihan ederiz.
Hayranzade: Niçin?
Peride: Mahcup, sıkılgan, utangaç olup olmadığını anlamak için…
Hayranzade: Buna imkân var mı?
Peride: (Gülerek) Ben bulurum…
Hayranzade: Nasıl?
Peride: (Biraz düşünerek) Mesela açık bir roman buluruz. Eğer namuslu ise kızarır (Kanepeye otururlar) üzerine fenalık gelir. O kadar ki hatta o parçaya devam etmek imkânsızlaşır.
Hayranzade: Sahi. Fakat öyle bir romanı nereden bulmalı?
Peride: Ben buldum.
Hayranzade: Nereden?
Peride: Geçen gün intizar odasında Müstemend’i bir şey okurken yakaladım. Elindeki kitabı aldım. Bir de ne göreyim, Maazallah Hüseyin Rahmi’nin “Şıp Sevdi” romanı değil mi? Fena hâlde çıkıştım. Ellerime değmesin diye bir gazeteye sardım. Alıp eve giderken, vapurda denize atacaktım. Hâlâ kasanın üstünde duruyor. Unutmuşum. Bu kitabın herhangi bir sahifesini Müstemend’e okuturuz. Eğer dinleyen kızarmazsa bizim işimize gelmez.
Hayranzade: Hakikaten çok iyi bir imtihan.
Peride: Dahası var. Ben kalkar, adayın yüzüne dik dik bakarım. Namuslu ise yine kızarır, yere bakar. Yok güler, yılışırsa namussuz olduğunu anlarız.
Hayranzade: Pekâlâ, pekâlâ Peride’ciğim. Erkeklerin içinde vallahi sizin gibi akıllı, âlim, mütefekkir yoktur. Ah bu erkekler, kendim de dahil olduğum hâlde söylerim, hepsi eşektir. Ben feministim!
Peride: Feminist mi?
Hayranzade: Şüphesiz feministim. Kadınlara erkeklerden ziyade hürriyet verilmesi taraftarıyım! Mesela işte görüyorsunuz ya! Yazıhanemin en büyük memuru sizsiniz. Hatta kâtipleri de sizin gibi kadın intihap etmek istiyorum. Siz istemiyorsunuz!
Peride: Ben feminist değilim! Doğru, kadınlarla çalışmak hiç işimize gelmez. Ne üstümde, ne altımda bir kadın bulunmasına tahammül edemem. Mafevkim de erkek olmalı, madunum da… Mademki ben kâtiplerimin amiriyim, hepsinin erkek olmasını isterim.
Hayranzade: Öyle ise bu noktai nazara göre ben de feminist değilim!
(Müstemend girer)

SEKİZİNCİ MECLİS
Evvelkiler, Müstemend
Müstemend: (Hayranzade’ye) Biri gelmiş sizi görmek istiyor.
Peride: (Hiddetle ayağa kalkarak) Ne demek bu? Nasıl olur bu?
Müstemend: (Yılışık) Ne, nasıl olur?
Peride: Ben görmeden birisi patronu nasıl görür?
Müstemend: Bayağı!
Peride: Halt etmişsin. Kaba, katil herif! Şemi Beyin babasını bile öldürmek istiyormuşsun! Yine seni affetmişler. İşte öğren! Ben burada müdireyim. Patronu görmek isteyen evvela beni görür. Eğer münasipse ben onunla görüştürürüm.
Hayranzade: Doğru
Müstemend: O hâlde?
Peride: Müracaat edenleri evvela bana göstereceksin!
Müstemend: Pekâlâ efendim.
Peride: (Hayranzade’ye dönerek) Siz odanıza teşrif ediniz. Ben de işimle meşgul olayım.
Hayranzade: Başüstüne! (Kalkar odasına gider.)
Peride: (Müstemend’e) Haydi çabuk! Müracaat edeni buraya getir! (Müstemend çıkar; genç, güzel bir delikanlıyı içeriye sokar)

DOKUZUNCU MECLİS
Peride, Sermet, (Müstemend keyifli)
Peride: (Müstemend’e) Haydi sen dışarıya, arş! (Müstemend başını sallayarak çıkar) İlanları okudun mu Sermet’çiğim?
Sermet: Okudum cicim. İşte hemen koştum.
Peride: Daha başkaları gelmedi ama gelirler. Gel bakayım seni bir öpeyim! (Sarmaş dolaş, intizar odasının önündeki kanepeye otururlar) Ha şöyle. Artık hep burada sevişiriz, kimse bizi görmez. (Yavaşça intizar odasının kapısı açılır. Müstemend’in kafası görülür) Patronun adını biliyor musun?
Sermet: Hayvanzade mi ne imiş?
Peride: (Bir kahkaha atarak) Tamam, hayvanzade. Bir Hayvanzade oğlu Hayvanzade… Sakın beni ondan kıskanma. Budala ihtiyarın biri. Ben habire alay ederim.
Müstemend: Aşk olsun Müstemend… (İşitmezler)
Sermet: Bakalım beni kâtipliğe kabul edecek mi?
Peride: İmtihanla kuzum bu…
Sermet: Aman Peride’ciğim, imtihan filan deme. Ben imladan bile imtihan olamam. Sıfır alırım.
Peride: Hayır canım öyle imtihan değil.
Sermet: Ya nasıl?
Peride: Yani mahcup musun değil misin, yani hayalı mı hayasız mı? Onu bir deneyeceğiz.
Sermet: Nasıl?
Peride: Sana öğreteyim. Evvela Hüseyin Rahmi’nin bir romanından iki üç satır okuyacağız. Sen kıpkırmızı ol, elini yüzüne kapat, icap ederse bayıl arka üstü düş…
Sermet: Arka üstü düşmek kolay, fakat kızarmak nasıl olur?
Peride: Daha kolay! Kitap okurken sen ıınırsın.
Sermet: Iınmak ne demek?
Peride: Soluk almadan geriniyormuş gibi nefesini içinde zaptedip kendini sıkmak! İşte böyle (Kendi kendini sıkar, yüzü kıpkırmızı olur.)
Sermet: Aman Peride’ciğim. Yanakların kanayacak, bırak.
Peride: (Geniş bir nefes alarak) Hatta ben mahcubiyetimden kızarmak değil, gözlerimden ulam ulam yaş döktürebilirim.
Sermet: Tabi sen kadınsın, kadında haya hissi pek kuvvetlidir.
Peride: Tabi! Yani ciğerler, teneffüs boruları kuvvetli. Şimdi imtihan programını öğrendin ya?
Sermet: Öğrendim.
Peride: O hâlde kalk. Seni salona götüreyim. Kütüphaneyi gör, balkonu gör. Ben hep bu balkonda otururum. Bütün İstanbul ayağımız altındadır. Tıpkı yangın kulesi gibi. Haydi gel! (Sarmaş dolaş kalkarlar salona geçerler. Müstemend dinlediği aralık kapıdan çıkar)

ONUNCU MECLİS
Müstemend sonra Hayranzade
Müstemend: Oh yaşayın! Hakikaten herif Hayvan-zade. Amma ne olursa olsun bu oyunu kendisine söyleyeceğim. (Tam giderken Hayranzade’nin hususi odasının kapısı açılır, karşı karşıya gelirler)
Hayranzade: Nerede Peride Hanım?
Müstemend: (Gülerek) Bil bakalım.
Hayranzade: Söyle ulan Müstemend.
Müstemend: (Darılarak) Yine ulan ha?
Hayranzade: Bıktım senin bu gücenmenden. Nerede Peride Hanım diyorum.
Müstemend: Seni görmeye gelenle salona girdiler. Galiba imtihan oluyorlar.
Hayranzade: Ne imtihanı? Gevezeliği bırak be herif. (Salonun kapısına doğru yürür, Müstemend önüne geçer.)
Müstemend: Dur, sana bir şey söyleyeceğim.
Hayranzade: Ne var?
Müstemend: Bu kız seni eşek yerine koyuyor.
Hayranzade: Ama terbiyesizlik ediyorsun.
Müstemend: İspat edeceğim.
Hayranzade: Et bakayım.
Müstemend: Benim haberim yoktu. Demek siz bir kâtip alacaksınız. Bu kâtibin son derece mahcup, namuslu, hayalı olmasını istiyorsunuz, imtihan edeceksiniz değil mi?
Hayranzade: Evet, nereden biliyorsun?
Müstemend: Tabi, Müdire Hanım bana söylemez.
Hayranzade: Bizi dinlemişsin.
Müstemend: Hayır onları dinledim. İşin içinde sen yoksun. Kafana bir külah hazırlandı, şimdi giydirecekler. Bak planlarını detayıyla anlatayım: Müdire Hanımın geçen gün benim elimde görüp rica ederek aldığı romandan bir sahife okutacaksınız. Yeni kâtip dinlerken utanacak, ıınacak. Kıpkırmızı olacak.
Hayranzade: Iınmak ne?
Müstemend: (Gülerek) Amelî utanmak olacak. Peride Hanımın tarifini aynıyla söyleyeyim: “Soluk almadan geriniyormuş gibi nefesini içinde zaptedip kendini sıkmak!” (Hayranzade soluk almaz, gerinir gibi kendini sıkar)
Hayranzade: Kızardım mı?
Müstemend: Pancar gibi! Nefes alırsan burnundan al.
Hayranzade: Vay anasını! Gözlerimin önünde kandiller uçuyor; sen de ıın bakayım. (Müstemend ıınırken) Ha gayret, ha gayret: Tuh suratına… Ulan kızamıyorsun, morarıyorsun…
Müstemend: Yine mi ulan?
(Soldan Peride girer)

ON BİRİNCİ MECLİS
Evvelkiler, Peride
Peride: Ah teessüf ederim Şemi Bey, teessüf ederim!
Hayranzade: (Şaşırarak) Hayırdır inşallah niçin?
Peride: Benim haysiyetimi kırıyorsunuz…
Hayranzade: Haşa. Nasıl olur, nasıl olur?
Peride: Nasıl olacak? Bu adi garson dö büro ile yine senli benli konuşuyorsunuz! İyi ki yeni müracaat eden kâtibi içeride bıraktım. Sizin böyle sekiz on derece madununuzla teklifsizliğinizi görseydi katiyen hizmetinize girmek istemezdi. Çok malumatlı, çok terbiyeli bir çocuk. Âdeta kız! Şimdi buraya çağırayım, imtihan edelim. (Müstemend’e şiddetle) Haydi sen dışarıya arş Müstemend.
Müstemend: (Meyuskâr çıkarken gizlice Hayranzade’ye) Dediklerime dikkat!
Peride: Ne diyor yine bu terbiyesiz herif?
Hayranzade: Hiç canım.
(Müstemend çıkar, Peride salonun kapısını açar, Sermet’i çağırır.)

ON İKİNCİ MECLİS
Hayranzade, Peride, Sermet
Peride: Teşrif ediniz.
(Sermet gayet mütereddit girer. Beceriksiz bir duruşla sağına soluna bakar kollarını önüne bağlar, yere bakar… )
Peride: (Hayranzade’ye) Takdim ederim, ismi Sermet Beymiş.
Hayranzade: (Sermet’e) Hangi mektepten mezunsunuz?
Sermet: (Bir şey söyleyecekmiş gibi ezilir, büzülür, kıvranır.) Bendeniz mi? Hakipayiniz mi efendim?
Hayranzade: Evet
Peride: (Atılarak) Pek mahcuptur. Bu sorunuza birdenbire cevap veremeyecek. Çünkü Galatasaray ’dan, Robert Kolej’den, Alman Mektebi’nden, Darülfünun’dan, hukuktan hasılı İstanbul’da ne kadar talî âli mektep varsa hepsinden mezun! Âdeta bir harika! Bunu utanmadan nasıl söylesin. O Avrupa’da da ikmali tahsil etmiş.
Hayranzade: Pekâlâ, pekâlâ. (Sermet’e) Kaç yaşındasınız?
(Sermet ıınır, kıpkırmızı kesilir)
Peride: (Hayranzadeye yavaşça) Aman Şemi Bey! Namuslu delikanlılara hiç böyle şey sorulur mu? Ayıp!
Hayranzade: Niçin canım, yaşını sormak ayıp mı? Bunda utanacak ne var?
Peride: Ayıp ya! Yaş deyince hayatın bazı hadiseleri hatıra gelir.
Hayranzade: Ne gibi?
Peride: (Güya Sermet’e işittirmek istemiyormuş gibi) Mesela; fakat ben de utanacağım. Yüzüme bakmayınız. (Hayranzade başını çevirir. Peride; ıınır kızarır)
Hayranzade: (Kulağını uzatarak) Söylesenize…
Peride: Hayır söyleyemeyeceğim. Elinizi veriniz. (Hayranzade’nin elini tam memelerinin ortasına koyar. Üstünden basar) Ne hissediyorsunuz?
Hayranzade: (Ağzı kulaklarında) Gayet tatlı, gayet hoş… Oh anlatılmaz tatlı bir hararet!
Peride: Daha daha! Dikkat ediniz!
Hayranzade: (Kendi kendine) Oh, kendimi kaybedeceğim.
Peride: Ben kendimi kaybedeceğim. Kalbimin nasıl attığını duyuyor musunuz?
Hayranzade: Hızlı, hızlı…
Peride: Şimdi yüzüme bakınız!
Hayranzadet: (Şaşırarak) Aa… Gözlerinize kan hücum etmiş…
Peride: Utandığımdan. İşte evet söyleyemeyeceğim. Hayanın, yaş alındıkça akla gelen, bazı hadiselerini mümkün değil söyleyemeyeceğim.
Hayranzade: (Kendi kendine) Tuhaf! Acaba insanı utanmaktan yerin dibine geçirecek bu hadiseler ne?
Peride: Durunuz size yazayım. Ama yüzüme bakmadan okuyacaksınız. Sonra hemen yırtıp atacaksınız. (Yazıhaneye koşar, bir satır yazar, kâğıdı katlar) Ben odadan çıkmadan sakın okumayınız. (Kendi hususi odasına yüzü kapalı kaçar)
Hayranzade: (Şaşkın şaşkın kâğıda bakar, açmak üzere kaldırırken, Sermet’e) Bari sen de yüzünü duvara dön!
Sermet: Başüstüne! (Utanarak döner.)
Hayranzade: (Kâğıdı açar, okur.) Çocuk yedi sekiz yaşında iken yapılan bir ameliye. Sonra on beş yaşına yakın. Fakat bunda utanacak ne var? (derken yüzünü duvara dönmüş olan Sermet küt diye yere düşer. Aynı zamanda Peride odasından çıkar)
Peride: Aman! Aman!
Hayranzade: Hayırdır inşallah, ne oldu buna?
Peride: (Sermet’in üzerine atılır.) Ah! Galiba yazdığını yüksek sesle okudunuz, utanmasından bayıldı zavallı…
Hayranzade: (Şaşırarak) Olur iş değil.
Peride: Neye olur iş değil? Haya bu. Öyle şeylere tahammül edilir mi? Tutunuz bakayım şunu kaldıralım.
Hayranzade: Ne yapacağız?
Peride: Demek bize hizmet etmeye gelen bu saf çocuğu daha ilk adımda böyle yerlerde mi bırakacağız?
Hayranzade: Hayır canım, emret ne yapayım?
Peride: Sırtına al. (Hayranzade Sermet’i sırtına alır.) Ha şöyle. Benim odaya. Şezlonga uzatalım, kolonya ile ovalım. (İkisi hastayı götürürlerken Müstemend içeri girer onların odaya girdiklerini görür)

ON ÜÇÜNCÜ MECLİS
Müstemend (yalnız), sonra Peride, Hayranzade
Müstemend: (Yalnız, şaşkın) Bu ne? Acaba herif delikanlıyı kıskanıp öldürdü mü? (Yürür kapının anahtar deliğine gözünü koyar, bakar, bakar) Anlaşıldı, oğlan bayılmış! Bizim enayi de telaş ediyor. Külahı giydi demek. Hınzır kız vakit bırakmıyor ki biçareyi uyandırayım. (Kapıyı vurur. İçeriden Hayranzade’nin sesi) Ne var?
Müstemend: Sana sözüm yok. Sen benim amirim değilsin! Müdire Hanım orada mı?
Hayranzade: Burada.
Müstemend: Baksın biraz.
Peride: (Hiddetli hiddetli kapıdan görünür) Ne var!?
Müstemend: Üç kişi birden geldi. Galiba katiplik için.
Peride: Pekâlâ şimdi hastamız var. Biraz beklesinler. (Biraz tereddütten sonra) Hayır, hayır hepsini buraya al! Ben hastaya bakarken Şemi Bey onlarla konuşur. İçlerinden muvafıkını intihap eder. (Peride kapıdan içeriye çekilir)
Müstemend: (Yalnız kalınca) Oh! Şimdi yalancıktan bayılmış oğlanla kapalıyken vakit bulup bizim hımbıla giydiği külahı anlatırım.
(Hayranzade Peride’nin odasından çıkarken, o, müracaatçıları içeriye sokar. Bunların biri sarıklı, biri kalpaklı, birisi de feslidir. Alık alık girerler)

ON DÖRDÜNCÜ MECLİS
Evvelkiler, Niyazi Molla, Gazanfer Bey, Bican Efendi
Hayranzade: Kâtiplik için mi geldiniz?
Hepsi birden (Müstemend’den başka): Evet.
Hayranzade: Bazı şartlarımız var. Şart da değil, ne diyeyim?
Müstemend: (Önüne giderek) Bir şey deme. Ben sana söyleyeyim; külahı giyiyorsun.
Hayranzade: Ne külahı?
Müstemend: Demin sana söyleyecektim. Müdire meydan vermedi.
Hayranzade: Söyle şimdi ulan.
Müstemend: (Dargın) Yine mi ulan?
Hayranzade: Ey… Ağzım alışmış işte…
Müstemend: Hem yabancıların karşısında… Bak kulağını aç iyi dinle.
(Derken Peride kapıdan görünür yeni talipleri bir süzer. Talipler de onu süzerler ve birbirlerine tuhaf tuhaf bakarlar)
Peride: (Hayranzade’ye) Müstemend sizi taciz ediyor. Onu eczaneye göndereceğim. Siz de rahatça bu talip efendilere idarehanemizin şeraitini anlatırsınız.
Hayranzade: Başüstüne.
Pende: (Müstemend’e) Git doğru eczaneye, bir şişe lokman ruhu al! Haydi.
Müstemend: (Duraklar, Hayranzade’ye bakar, söyleyeceği şey içinde kalmış gibi) Şey Beyefendi…
Peride: (Şiddetle) Beyefendiyi filan bırak şimdi haydi! Eczaneye arş! Haydi diyorum, arş! (Müstemend çıkar.)

ON BEŞİNCİ MECLİS
Evvelkiler, Peride
Peride: (Taliplere) Ben bu idarehanenin müdiresiyim. Oturunuz efendiler. Patronumuz Şemi Beyi içinizde tanıyan var mı?
Gazanfer Bey: (Ayağa kalkarak keskin askeri bir selam verir, sonra hazır ol vaziyeti alır.) Ben ihtiyat zabitiyim. Esir olmuştum. Ruslar beni ta Mançur’a sürdüler. Orada bile Hayranzade Şemi Bey namını işitirdik. Moğollar bize: “Sizin fakiri fukarayı düşünür zenginleriniz varmış; hele İstanbul’da bir Şemi Bey varmış! Muharebe içinde herkese bedava şeker, pirinç, bulgur dağıtmış.” derlerdi. O vakitten Beyefendinin faziletlerine meftun oldum. Gazetede ilanınızı görür görmez koştum. Hatta öyle koştum ki yolda iki kadına, bir velespide, üç dilenciye çarptım. Ben çok kuvvetliyim. Hepsi düştüler, mecruh oldular. Tam buraya yaklaştığım sırada arkadan koşan polisler beni yakaladılar. “Karakola geleceksin!” dediler. “Hayır gelmem,” dedim, “benim ölümü götürebilirsiniz. Zira şu saatte gayet mukaddes bir hizmete koşuyorum.” Fakat cahil herifler anlamadılar. Evet, evet, siz millî bir milyoner! Siz iktisat hakanısınız. İktisat Turanı sizin hükmünüze tabi! Ben ise bir tar-han… Hizmetimi, vücudumu, canımı fedaya, kanımın son damlasını uğrunuza akıtmaya geldim.
Peride: Burada muharebe yok! (Gülerek) Ama hakikaten müthiş bir gençsiniz. Polislerden nasıl kurtuldunuz?
Gazanfer Bey: Belimde bir mavzer tabancası vardı. Onu çektim, polisler de revolverlerini çektiler. Başladık ateş düellosuna. Yirmi dakika kadar sürdü. Onlar yedi kişi ben bir.
Peride: (Bir kahkaha atarak) Ee sonra?
Gazanfer Bey: Nihayet onlar mağlup oldular. Kaçtılar. Ben de doğru buraya koştum.
Peride: Hani mavzer tabancanız bakayım!
Gazanfer Bey: Kurşunları biten silahı üzerimde taşımam, boşu boşuna ağırlıktır. Sokağa atıverdim.
Peride: Aferin. Oturunuz öyle ise. (Niyazi Mollaya dönerek) Siz tanıyor musunuz?
Niyazi Molla: (Ayağa kalkarak ellerini kavuşturur koyu bir softa şivesiyle) Müsaadenizle, dainiz zatı ismet penahilerine arzı hâl edeyim. Şöyle ki: Dün akşam yatsı vakti an cemaatin edayı salattan sonra fakirhanei kemteriye ruberahi a-zimet olduğum esnada ihvanı dinden bir müslimin ita buyurduğu ceridei feridede ilanı âliniz müsadifi nazarı dikkatim olmağın hemen şitaba agaz idüp geldim. Ben ise Hayranzade hazretlerinin hüsnü sait ve şöhretlerinin meftunuyum. Bilâdı Selâsei İslâmbul olzatı şerifin sayei rahmetinde harp zamanı hiç zahmet çekmediler. Bolluk içerisinde yaşadılar. Böyle zati âli kadere hizmetin menafii dünyeviyeden maada menafii uhreviyesi gayrikabili hesap ve mukayesedir.
Peride: Pekâlâ! Siz de oturunuz. (Bican Efendiye) Siz efendim?
Bican Efendi: Bey efendiyi ta çocukluğundan tanırım. Arkadaştık. Beraber çelik çomak oynardık. İhtimal beni şimdi görüp tanır. Hem dikkat ettim, içeriye girince bana dikkatli dikkatli baktı.
Peride: Şemi Bey şimdi gelir. İnşallah kendisiyle tanışırsınız. Fakat size bir tavsiyede bulunayım: Bizim bey sıkılgan, mahcup adamlardan hiç hazzetmez. Ne sorarsa açık açık cevap vermeli. Kapalı lafları riyaya atfeder. Hanginiz daha serbest davranırsa o kazanır. Size iyilik olsun diye söylüyorum. (Peride odasına girer, aynı kapıdan ellerindeki kolonyaları silerek Hayranzade çıkar.)

ON ALTINCI MECLİS
Perideden başka evvelkiler, Şemi Bey
Hayranzade: Oturunuz! Oturunuz! Oturunuz! Ha şöyle. Ben mizacıma göre adam ararım. Sakın sizi imtihan edeceğim zannetmeyiniz. (Kendisi de bir koltuğa çöker) Size soracağım sorulara vereceğiniz cevaplardan karakterlerinizi anlayacağım. İlme lüzumumuz yoktur. Gördüğünüz müdüre yedi lisan bilir. Amerikan Yüksek Ticaret Mektebi Âlisi’nden birinci olarak çıkmıştır. Bize yalnız karakter lazım. (Niyazi Mollaya) Kaç yaşındasın hoca?
Niyazi Molla: Lehül hamdi velminne bu nıuharremülharamın gurrei mubarekinde sinnimin şali hamsinine kademzen olacağım.
Hayranzade: Bak ben böyle şeye gelemem. Bana Türkçe söylemeli. Lafınızdan hiçbir şey anlamadım. Ben size yaşınızı soruyorum siz neler söylüyorsunuz? (Hiddetle Gazanfer Beye dönerek) Siz kaç yaşındasınız?
Gazanfer Bey: Yirmi sekiz, beyefendimiz, velinimetimiz, efendimiz hazretleri.
Hayranzade: (Bican Efendiye dönerek) Siz?
Bican Efendi: Zatı biraderaneleriyle yaşıtım, kırklarımız karışıktır.
Hayranzade: Tuhaf!
Bican Efendi: Beni tanıyamadınız mı?
Hayranzade: Şimdi benim fikrimi karıştırma. (Hepsine birden hitap ederek) Size bu sorduğum sorulardan hiç utanma arlanma hissi gelmedi mi?
Gazanfer Bey: Hayır bilakis iftihar ederim.
Niyazi Molla: Dainiz de.
Bican Efendi: Hakipayiniz de.
Hayranzade: Pekâlâ… (Kendi kendine; olmayacak açık sormalı, bakalım yine hayasızlık edecekler mi?) (Bican Efendiye) Siz sünnet oldunuz mu?
Bican Efendi: Unuttunuz mu? Beraber olmadık mı? Ispanakçı viranesinde bedava sünnet düğünü yapılmıştı. Altmış çocuktuk. Çadırlarda yattık.
Hayranzade: Fazla tafsilat istemez. (Niyazi Mollaya) Siz ne vakit oldunuz?
Niyazi Molla: Doğduğumun üçüncü yılı Aptül Hamamı’nda sünneti şerif oldum, validei daiyanem rivayet eder ki…
Hayranzade: Yeter tafsilat istemez. (Gazanfer Beye) Siz?
Gazanfer Bey: Bendeniz sünnet olmadım!
Hayranzade: Ne? Hristiyan mısınız?
Gazanfer Bey: Hayır!
Hayranzade: O hâlde?
Gazanfer Bey: Sünnetli doğdum efendim.
Hayranzade: (Şaşırarak) O nasıl şey?
Gazanfer Bey: Bin kişide bir kişi daima sünnetli doğar. Bunu bilmiyor musunuz?
Hayranzade: Bilmiyorum. (Hepsinin yüzlerine bakar, kendi kendine (Nerde? Suratlarında eşek derisi kaplı.) (Yine kendi kendine) Bakalım yine onlar kızarmayacaklar mı? Hepsine birden) Cevap veriniz içinizde on beş yaşında iken buluğa eren var mı?
Üçü birden: Evet var ben, ben de, ben de…
Hayranzade: (Hepsinin suratlarına ayrı ayrı baktıktan sonra) Tuh, Allah müstahakınızı versin! Hayasızlar…
Hayranzade hızla odasına girer, hepsi şaşırır, birbirlerine bakışırlar. Bu esnada Müstemend elinde bir şişe ile gelir. Onları şaşkın birbirlerine bakışırken görür, durur.)

ON YEDİNCİ MECLİS
Hayranzade’den başka evvelkiler, Müstemend
Müstemend: Bunlara ne olmuş? (Hitap eder) Ne yaptınız bakayım?
Bican Efendi: Hiç…
Gazanfer Bey: Tuhaf mesele
Niyazi Molla: Aklı kasırı daiyanem bu sırra reside pezir olmadı.
Müstemend: Ne oldu söyleyin bana! (Yanlarına gider Hayranzade’nin kalktığı koltuğa oturur) Ne oldu?
Gazanfer Bey: Sizin Bey deli mi?
Müstemend: Vakıa akıllı da değildir ya…
Bican Efendi: Tuhaf iş! Bize sünnet olup olmadığımızı sordu. Ne münasebet, ne münasebet, ne münasebet?
Müstemend: (Gülerek) Başka ne sordu?
Gazanfer Bey: On beş yaşında buluga erip ermediğimizi.
Müstemend: (Bir kahkaha atar) Ee sonra?
Bican Efendi: Olduğumuzu söyleyince hepimizin yüzüne tükürdü, “Hayasızlar!” dedi, şuraya girdi.
Müstemend: (Kendi kendine) Utancından bayılan oğlanın yanına, gitmiş olacak. (Sonra hepsine dönerek) Bana bakınız. Ben feleğin çemberinden geçmiş bir adamım. Bu Hayvanzade benim kırk yıllık arkadaşımdır. Bu herifte hiç haya, merhamet, namus filan yoktur. Halis bir muhtekirdir. Aklı yalnız ihtikâra, erer. Tabi işitmişsinizdir; kursağına muharebe esnasında kaç Balkan treni girdi. Şimdi milyonları var. Fakat bu budala bu günlerde müdire denilen o şıllığa tutulmuş, onun emrine tabidir. Aklı sıra onu kıskandığı için mahcup, utangaç kâtipler bulmaya çalışıyor. Ben giderken size tembih etmeyi unuttum. Ne söylerse utanınız. Gözlerinizi yerden kaldırmayınız. Ne sorarsa, “Hicabım mâni, buna cevap veremem,” deyiniz? Zannedersem birkaç kişi yanına alacak. Zira müdire olacak o şırfıntı haftada ancak iki üç defa geliyor. Her ay iki yüz lirayı cebine indirmekten başka bir iş gördüğü yok.
Gazanfer Bey: Hâlbuki Müdire Hanım bize: “Ne sorarsa açık, saçık, serbest serbest cevap veriniz, sıkılmayı riya zanneder.” demişti.
Müstemend: Ah o hain! Zavallı Hayranzade’ye, kendi zamparasını sırtında taşıttı. Şimdi o yalancıktan bayılmış köftehoru kolonya ile ovduruyor. Planlarını söylemeye bir türlü vakit bulamadım. Ha… Hem size hitap edince kızaracaksınız…
Gazanfer Bey: Nasıl kızarmalı?
Müstemend: Kolay! Ben de onlardan öğrendim: Iınacaksınız…
Bican Efendi: Iınmak ne?
Müstemend: Ameli utanma, olacak! Ben de Müdireden öğrenmiştim. Onun tarifini aynen söyleyeyim: “Soluk almadan, geriniyormuş gibi, nefesini içinde zaptederek kendini sıkmak!” Anladınız mı?
Hepsi birden: Anladık.
Müstemend: Öyle ise tecrübe için bir kızarınız bakalım. (Hepsi ıınırlar, kızarırlar.) Ha gayret, ha gayret, ha gayret! (Tuhaf hareketlerle ıınmakta devam ederler)
Hepsi birden: Kızardık mı? Kızardık mı?
Müstemend: Şalgam gibi, nefes alırsanız burnunuzdan alın. (Gazanfer’e dönerek) Hele delikanlı sen âdeta morardın.
Gazanfer Bey: Gözümde yeşil, pembe, mor, mavi, sarı kandiller uçuşuyor.
Müstemend: Kan beynine hücum etti, alaimi sema yapıyor korkma. (Niyazi Molla sakalını kaşır, Bican Efendi gözlerini ovar) Ha gayret çocuklar. Yalnız soru sormayıp kitap da okuyacaklar. Utanacak yerlere dikkat edin! Hemen kızarın. İtiraz edin. Eğer okumaya devam ederlerse yalancıktan bayılın, kendinizi yere atın. Bayılın ha. Bayılmazsanız namuslu olduğunuz anlaşılmaz; tekrar ederim bayılın. Ayda yüz lira bu. Başka yerde bulamazsınız. İş dedin mi sıfır. Beyefendi dalaveresini döndüreceği yerleri adamlarından hiç kimseye söylemez. Yalnız kasaya oluk gibi para akar. İşiniz gücünüz ne olacak biliyor musunuz?
Hepsi birden: Ne olacak?
Müstemend: Müdire Hanımefendinin çıplak göğsü karşısında yutkunmak! (Hepsi yılışır, Müstemend gevezelere mahsus bir talakatla devam eder) He he he muhallebiye benziyor desem hayır, tavuk göğsüne. Hayır. Kaymak. Taze kaymak. Hele o eller Yarabbi!
Niyazi Molla: Zatı ismetpenahileri müteehhile midirler, gayri müteehhile midirler?
Müstemend: Yok canım! Kız işte. Sözüm ona, sözüm ona.
Niyazi Molla: O hâlde Allahu Teala hazretlerinin emri rabbanisi Peygamberi zişan efendimiz hazretlerinin kavli şerifiyle…
Müstemend: (Lafını keserek) Sen kumda oyna hocam. Çöp batmasın. Sakın bu budalalığı bizim Hayranzade’nin karşısında yapma! Kızdığı adamı bizim, Ali isminde bir uşak vardır, ona dövdürür sonra asansör kapısından aşağıya indirir.
Niyazi Molla: Hayır dainizin fikri başkaydı.
Müstemend: Ne ise! Ben sizin iyiliğiniz için söylüyorum.
Gazanfer: Ben buraya kabul olunursam ona üslubu latif ile ilanı harp ederim.
Müstemend: Kime ilanı harp?
Gazanfer: Affedersiniz, dilim sürçtü. İlanı aşk diyecektim Müdire Hanımefendiye.
Müstemend: İnşallah bir tecrübe edersin. (Bican Efendiye dönerek) Azizim senin utandığın da belli olmayacak. Yani kızarsan da bir kızarmasan da…
Bican Efendi: Niçin?
Müstemend: Suratın Allah’tan kıpkırmızı. Sanki gökten Kuşdili çayırına düşmüş bir melaike gibi. Bu mahcubiyetin sarhoşluktan olacak. İnkâr etme! Her akşam ne kadar çekiyorsun?
Bican Efendi: Yarım okka kadar.
Müstemend: Kaç senedir?
Bican Efendi: Otuz sene var. İlk rakıyı Gümüş Halkalı’da bir bayram akşamı sizin Beyle beraber içmiştik.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/omer-seyfeddin-32617159/mahcupluk-imtihani-69428257/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Mahcupluk İmtihanı Омер Сейфеддин
Mahcupluk İmtihanı

Омер Сейфеддин

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Ömer Seyfettin, yaşadığı dönemin geleneksel dil ve edebiyat anlayışına bağlı kalmayan yenilikçi kişiliği ile düz yazımızın gelişme aşamasında büyük dönüşümler yarattı. "Tabii lisan, konuşulan lisandır." ilkesi üzerinde inatla durarak yalın bir anlatım kurdu. Öykünün akışında sağladığı hızlılık, olay – kişi – çevre bağlantılarındaki doğallık ve en önemlisi ustalıkla yarattığı yergi havasıyla bugün de canlılığını koruyan eserler verdi. Döneminin eski dil beğenisine saplanıp kalan yazarlarını okunmaz duruma düşüren "zaman" onu haklı çıkardı.

  • Добавить отзыв