Altaylardan Tunaya

Altaylardan Tunaya
Ali Akbaş

Ali Akbaş
Altaylardan Tuna'ya

TAKDİM
Şair Ali Akbaş’ın, şiirleri arasında Saha Yeri’nden (Yakut) Bosna’ya kadar geniş coğrafyaları yurt tutmuş Türk halkları, onların değerleri, meseleleri, acıları ve sevinçleriyle ilgili eserlere rastlanır. Onun eserlerini okurken, Saha Yerinin büyük kültür ve devlet adamı, trajik bir sonla hayata veda eden Platon Oyinkii için bir poemin yanında Bosnalı bir annenin dramını anlatan şiir çıkar karşımıza. Aral Denizi’nin kurumasıyla oluşan çevre felaketi için ağıt olan mısralar, Kerkük için yas tutarlar. Azerbaycan’da Göygöl adının vesile edilip anlatılan sıkıntılar, güzellikler Balkanlarda Ohri Gölüne uzanır.
Türk Dünyasının hemen her köşesine, Türk halklarının acılarına, sevinçlerine yazılmış şiirleriyle Ali Akbaş, edebiyatımızda Türk Dünyası şairi olarak anılmayı hak etmektedir.
Kendi yazdığı her biri birbirinden kıymetli şiirlerinin yanı sıra Ali Akbaş’ın Türk halklarının önde gelen şairlerinden yaptığı şiir çevirileri de onun Türk Dünyası Şairi olma özelliğini perçinlemektedir.
Altaylardan Tuna’ya Türk Dünyasından Şiir Aktarmaları kitabı, farklı coğrafyalardan şairlere ait şiirlerin çevirileriyle, Ali Akbaş’ın rehberliğinde bizleri geniş ufuklarda yolculuğa davet etmektedir.
Ali Akbaş, yalnızca Türk halkları için yazdığı şiirlerle değil oralardan yaptığı şiir çevirileriyle de Türk Dünyası Şairidir. Yazılan ve çevrilen şiirler, hayatın olağan akışı içerisinde, onun Türk Dünyasını bir hayat tarzı olarak yaşamasının neticesi olarak zaman içerisinde oluşmuş incilerdir.
Kitapta yer alan şiir çevirilerin bir bölümü onun Türk Dünyasının Ortak Edebiyat Dergisi Kardeş Kalemler’de değişik tarihlerde yayınlanmış eserlerden oluşmaktadır. Mağcan Kitabı ve Tukay Kitabı bölümlerinde ise Türk Dünyasının büyük şairlerinin anma yıl dönümleri dolayısı ile hazırlanmış şiir çevirileri yer almaktadır.
Edebî çeviriyle ilgilenenlerin bilecekleri gibi şiir çevirileri, mutlaka bir şair tarafından yapılmalıdır. Türk Dünyasından şiir aktarmalarında maalesef çoğu zaman bu temel ilkeye uyulmamaktadır.
Altaylardan Tuna’ya Türk Dünyasından Şiir Aktarmaları, bir şairin kaleminden Türk Dünyasından yapılan şiir aktarmalarından oluşan kitap olması özelliği ile de edebiyatımızda bir ilktir.
Yüce dağların, engin bozkırların çiçeklerinden derlenen bu güzel demetin, Türk Dünyası edebiyatına ilgi duyanlar tarafından zevkle okunmasını dileklerimle.

    Yakup Ömeroğlu

1
ALTAYLARDAN TUNA'YA


AD İSTERİM[1 - Kardeş Kalemler Dergisi, Aralık 2009, Sayı: 36, S. 14, TÜRKMENİSTAN.]
MAGTUMKULU FIRÂKÎ
Kerem etse kadir Allah
Dünyalıktan taht isterim
Talihim uykuya dalmış
Bir açılmış baht isterim
Yoksulluk bir yaman yoldur
Ben fakirim kolum kaldır
Helâl rızık verip güldür
Kimya adlı od isterim
Yalan dünyada yörmeye
Devlet ver devran sürmeye
Ömr ekleyip gün görmeye
Seksen yıl fırsat isterim
Firakî ışka uğraşdım
Derya girdim mövce düşdüm
Hor kalmasın puştba puştum
Devamlı devlet isterim.

ANACAN[2 - Kardeş Kalemler Dergisi, Eylül 2009, Sayı: 33, S. 4-5, ÖZBEKİSTAN.]
MIRPOLAT MIRZA
Dün hasta anamın yanından döndüm
Yüreğimi ezer bir kaygı aman
Durup bakıyorum bahar göğüne
Karanlık bir kubbe olmuş asumân
Yönümü çevirdim ıssız bahçeye
Gönül kaygılardan kurtulmak diler
Kaldım yol üstünde yapayalnız
Beni karşılıyor kapkara güller
Ne hâl bu kapkara nereye baksam
Herkes kara giymiş, kederden yastan
Hayal hazinemde çınlıyor bu ses
Bu kara telefon ediyor ilan
Telefon nolursun dinle bir sefer
Bana köyümüzden getir bir haber
Yazık gerçekleşti işte müthiş an
Telefon bu gece getirdi haber
Ansızın yarıldı yıldızlı âsmân
Ettiğim feryatla karardı seher
Anladım bu alem bilmiyor serhat
Bağrımı kuşattı onulmaz bir yas
Yarılıp açıldı hüzünle heyhat
Sandıkta saklanan o kara libas
Nedir bu ettiğin ey zâlim felek
Anamı aldı da doymadı toprak
Çırpına çırpına olmuşum helâk
Kavuşmak isterim nerde yol-yolak
Ah şimdi gönlümde şiirimde her dem
Bir kere dilimden düşmüyor annem
Dermansız, takatsiz kaldım günlerce
Gönlümü dağladı annemin yası
Sonbahar hüznüyle inliyor gece
Derdime tercüman rüzgârın sesi
Garip çıralardı gökte yıldızlar
Onların bağrından yasıyor derdim
Nerede o günler yüreğim sızlar
Ben annemin kucağına sinerdim
Gece gökyüzünde hûri, melekler
Vaatler ededi, bu ne saadet
Ebediyyet sahnesiydi felekler
Gelirdi semâya sonsuz terâvet
Sevincin fazlası dertti kederdi
Annem bu sevinci teskin ederdi
Bir bah, dört tarafın vekarlı dağlar
Şifalar dağıtan lacivert hava
Annemin hiç ayak basmadığı yer
Derbeder gönlüme olur mu deva
Dikkat et bu pınar avuç avuç nur
Ondan içenlere dert bela çatmaz
Fakat bence nasıl muteber olur
Madem ki suyundan validem tatmaz
Bak bu, ne azamet, yarlar dibinden
Yol bulup gidiyor kıvrılan çaylar
Gitmiyor gönlümden asla keder gam
Eğlemiyor beni bahçeler bağlar
Nideyim gönlüme bulunmaz merhem
Anamın nazarı değmemiş bir dem
    (Mirpolat Mirza. Anacan. Taşkent “Yazuvçi”, 1999 kitabından alındı)

OSMAN NASIR’IN ANASI HALAMBİBİ’NİN SÖZLERİ[3 - Kardeş Kalemler Dergisi, Eylül 2009, Sayı: 33, S. 6-7, ÖZBEKİSTAN.]
TÖRE MIRZA
Hani Osman’ım hani?
Cân ü cânânım hani?
Issız kaldı kara yer
Hasta âsmanım hani?
Kuzeyden gelen kuşlar
Onmaz gördüğüm düşler
Tabutumu taşısın
Evladım olsun kuşlar
Gitti hep oğullarım
Nasıl geçti yıllarım
Koptu gönül güllerim
Yitti erkim, yollarım
Uzak düştün yurdundan
Mezarın nerde kaldı
Gün doğar gamlı gönlüm
Koç yiğide derde kaldı
Kabrini bulabilsem
Kucaklar “Allah!” derim
Defnolan dertlerini
Alır yurda dönerdi
Gurbet elde yalnız yatan yiğidim
Nazlıydın erken gittin yiğidim
“Allah!” derim gece gündüz uykusuz
Kara yere giren göksel şairim
Şiirin üstünde kuzgun dönüyor
Tutsak şiirlerin zindan sanılır
Perişan saçlarımın her teline
Yer ve gök bağlanır Osman bağlanır
Gözler kendini inkar ediyor
Bağrından bir pınar kanıyor
Gökyüzü takına göğü asardım
Nolaydı saçlarım kement olaydı

İMÂN[4 - Kardeş Kalemler Dergisi, Eylül 2009, Sayı: 33, S. 8-9, ÖZBEKİSTAN.]
ŞÜKRULLAH
Şeytan ölür dense inanma asla
İnsanlar ölür de ölmez kör şeytan
Nerede o günler, bu mümkün olsa
Ona mekan olmuş bu güzel cihan
Âlemi dolaşır gezer serseri
Kim zafer kazansa düşmanıdır o
Ormana sıçrayan ateş misali
Sevginin, kıvancın tırpanıdır o
Hayır şeytan ölmez ölmeden insan
Kalbimizde riya, haset ve garaz
Nerde iman susar, nerede bühtan
Hazır ve nâzırdır ebedî maraz
Bîgünah bebeği katleder cellat
Gelinler horlanır, asılır insan
Yangınlardan olur şehirler berbat
Ama asla ölmez, ölemez şeytan
Ondan kaçmak olmuş şanım şöhretim
Nefsime, hırsıma gem vurup bir dem
Okşarım bir garip, yetim başını
Kurtulurum o an hep kinlerimden
Gâh ünvanı altın mücevher olur
Cilvesiyle girer kalbime şeytan
O hiç ölmeyecek ey ulu Tanrım
Kalbime imandan eyle bir kalkan

ÖLÜM
Şu ölüm haberi ne kadar dehşet
Gâh matem gâh müjde bu iki hece
Sınırsız kaygı ve çifte saâdet
İnsan kalbi tılsım, girift bilmece
İnsanoğlu ölür, arzular ölmez
Matem unutulur, hevesler kalır
Yazık bitme bilmez dünya hevesi
Sultanlar da ölür tahtlar boşalır
    5.12. 2005

GÜNAH
Dostum haset etme bu benim işim
Bilmem sana ulaşır mı ateşim
O da senin işin, pervan yok asla
Kılıçlar üşüşse bile başına
Ah ne çare dostum bana gücenme
Gün olur feryadım taşı parçalar
Ben sana sırdaşım, onmaz dertlerim
Seni de gafletten çekip alsalar
Âhir ağaçları uyarır rüzgâr
Âhir çörü çöpü götürür nehir
Rüzgâr, nehir suskun; sen, ben suskunuz
Batıp kalmaz mı ki günaha dünya

GEL KABUL EYLE[5 - Kardeş Kalemler Dergisi, Aralık 2009, Sayı: 36, S. 15, TÜRKMENSAHRA-İRAN.]
OĞULMAYA SEMİZADE SAPAROVA
Yolum düşüp geldim senin karşına
Veli Bektaş bizi gel kabul eyle.
Merhamet et gözden akan yaşıma
Veliler bezmine kul kabul eyle.
Erenler yolunda yiğit pirimiz
Düşman karşısında bağlı belimiz
Senin ile şakır Türkmen dilimiz
Hacı Bektaş bizi gel kabul eyle
Veliler velisi iman çerağı
Hakikat iyesi İslam direği
Rumda Kayserde ilin sorağı
Babam Bektaş bizi gel kabul eyle
Eline diline sahip ol deyip
Erenler izinde Hakk’ı bul deyip
Şeriat marifet doğru yol deyip
Hak senalı babam gel kabul eyle.
Ozanlar sözünde bagşı sazında
Dervişlerin seher yaşlı gözünde
Evliya ummanı Rumun düzünde
Pirim Bektaş bizi gel kabul eyle.

BUGÜN[6 - Kardeş Kalemler Dergisi, Aralık 2009, Sayı: 36, S. 16, KIRIM.]
ŞERYAN ALI
Bugün deniz savrulur
Sanki yutacak
Yüreciğim hep kavrulur,
Gönlüm gür ocak!..
Ufkumda tutuşan kızıl alın,
Sinemde ateş.
Sen fırtınasın, bense yalım,
Dün yoldaştık!..
Sel gibi yolumu kessen bile,
Sabrederim dayanırım!
Tufan olup kudursan da
Sözlerim ulaşacak
Bugün deniz savrulur
Sanki yutacak!..
    27.01.2008

KÂİNATIN MİHVERİDİR MUHABBET[7 - Kardeş Kalemler Dergisi, Kasım 2010, Sayı: 47, S. 5-11, BAŞKURTİSTAN.]
MECIT GAFURÎ
Aşka dâir yazdığım bunca şiir
İlhamıma hız veren sır sendedir

AŞK
Ben senin esirinim yar kalbim aşkına medâr
Bir ölüyüm sorma hâlim odam oldu bir mezâr
Âh ü zârım, sarı yüzüm dâvâma kâfi benim,
Yandı aşka gül gibi soldu yazık ak pak tenim
Dahil ettin âşık-ı zârı esâret tahtına,
Kurban olsam zâyi olmaz bir nigârın bahtına.
Mesut ol sen sevgilim olsun bütün arzum tamâm
Dünyada koymaz beni hiç bitmek bilmez hüzn ü gam
Derdime derman kavuşmak, lâkin imkânsız hayâl
Bizlere ülfet rüyâdır, vuslat ülfetten muhâl
İki can aynı bedende sevgilim mihmân isek
Ben nasıl sabr eylerim sensiz eğer bir cân isek
    1909

MECLİS
Bir gün şenlik oldu, meclis kuruldu
Bu dâvete cümle dostlar derildi
Şarkılar söylendi, sazlar vuruldu
Mest oldum bir kızın billur sesiyle
Onu duyan herkes kulak kesildi
Gönlümüzden gamı kederi sildi
Bu ses ile büyülendik hepimiz
Şimdi dünya eski dünya değildi
Kulağımda yalnız bu güzel âvaz
Gönlümde canlanan bir kız bir de saz
Bu neşeyle kendi kendimden geçtim
Zira bu güzellik idrake sığmaz
Bu saz, bu billur ses dertli mi dertli
İkisi de birbirinden kasvetli
Bu kız nazik edasıyla anbean
Sanki bizi delirtmeye niyetli
Bir de baktım her şey değişiverdi
Kız ve saz usulca göğe yükseldi
Herkes benim gibi hayran, perişan
Gördüğüm manzara aklımı çeldi
Şaşkınlıktan güç kalmadı dizlerde
Kız da baktı renk kalmamış yüzlerde
Bir anda saz ve söz sustu nihayet
Şükür kendimize geldik bizler de

BAHÇEDE
Bilmem bugün niçin mahzun gönüller
Gönül bahçesinde açmıyor güller
Karşıma dizilse huri kızları
Sanmayın ki beni mesut ederler
Bülbül nağmesiyle doldu bütün yamaçlar
Onları avutur dallar ağaçlar
Belki bu feryadın asıl sebebi
Servi boylu kızlar, o samur saçlar
Her şeyden habersiz sorsak bülbüle
Bülbülün sevdası bir gonca güle
Beni mecnun eden sevgili yarin
Çiçek kadar değeri yok nafile
Sevgi tektir, fakat yol başka başka
Birinin düşmanı, birinin dostu
Sahibine geri döner kötü söz
İnsan umursamaz düşerse aşka
Ağırdır herkese kendi şeleği
Bilemezsin kim kötüdür, kim iyi
Farkında olmadan kapıyı çalar
Aşık olan suya atar keçeyi.
    1909

HARAP BAHÇE
Bir zamanlar bu bahçede gonca güller açardı
Dallarında bülbül öter, ruha neşe saçardı
İçin için fısıldaşan billur sular rüyada
Cennet diye bir yer varsa burasıdır dünyada
Bu bahçeye kim girerse unuturdu kendini
Çünkü asla hiçbir yerde görmemiştir dengini
Attığımız her adımda her taraf pür nûr olur
Rüzgâr eser rayihâdan gönüller mesrûr olur
Bu dünya cennetini ben de gördüm
Saf havayı soludum gitti derdim
Can dayanmaz sararan yapraklara
Kırılıp yere serilmiş dallara bak kapkara
Hazan ermiş ne bülbül ne çiçek var
Bülbül öten o mimbere tünemiş bet kargalar
Fanî dünya böyledir hep bahçe tarumar olur
Gül solar, bülbül ölür kargalar serdar olur
    1910

ALDANAN ÂŞIK
Yürek güp güp vurur bilmem neyim var
Akıl mağlup, canevinde kıyım var
Harap oldum ben bu aşka düşeli
Nere kaçsam bulur feleğin eli
Gönül verdim güzel sakın unutma
Beni bırakıp da elleri tutma!
Gurûrundan beni hiç kâle almaz
Sabret gönül, sabreden yolda kalmaz.
Cemâl onda, fakat ilham bendedir
Yüzünü gördükçe figân bendedir
Gönlümü süsleyen senin cemâlin
Gözlerimden gitmez oldu hayâlin
Onun nazınadır benim niyazım
Niyazımdan başka geçmiyor nazım
O yardan dileğim birazcık neşe
Kabul etse kalmaz başka endişe
Muhabbet düğümü aslâ çözülmez
Ben ölürüm, fakat bu sevda ölmez
Benim aşkım bilinse herkes ağlar
Ağaçlar, gökte kuşlar, karlı dağlar
Tanışlık vermedi el gibi geçti
Bakmadı yüzüme yel gibi geçti
Beni sever diye hep aldanmışım
Meğer aşk oduna boşa yanmışım
Muhabbet bu, metâ değil satılmaz
Gönüldür bu, zorla güzellik olmaz
Ömür geçti oldum bendeye bende
Hiç bilmedim o yarin gönlü kimde
Yakın durma hiç vefâ yok onlarda
Durmadan vefâdan dem vursalar da
Suçlu ben değilim kendisi heyhat
Vefâsızlığıyla ediyor ispat
    1909

HOCA AHMET YESEVÎ DERGÂHINDA BİR KÜÇÜK SERÇE[8 - Kardeş Kalemler Dergisi, Aralık 2010, Sayı: 48, S. 13-15, KAZAKİSTAN.]
ESENGALI RAVŞANOV
Tık tık tık…
“Bir düzen ver yeryüzüne
Dergâhından çık!” diye
Babasına nazlanan bir çocuk gibi
Sabah sabah, dövüyordu Yesevî’nin kapısını
Minicik gagasıyla bir küçük serçe…
O damlacık gövdesine
Ateşten bir gömlek giyen derviş kuş,
“Niçin çıkmıyorsun dergâhından
Hakkı seven böyle eder mi?” diye
Gün boyu, durup dinlenmeden
Çaldı durdurdu kapıyı…
Heybetle tan atarken,
“Nerdesin, evde misin?” diye soruyordu o
Mağrip’ten Maşrık’tan
İnsanlar hep buraya koşuyordu.
Ey hür kuşum,
Sen ulu Türkistan’ın uğurusun
Bırak artık, boşa nefes harcama
Git rahatına bak,
Evde yok baban senin,
Duyuyor musun!..

PARS VE KEDİ
Çobanın evi
Dağlar başındadır
Şimdi alev almış üvez ağaçları arasında
İşte bu kayalıkta geziniyor pars
“Uzaklarda yaşa, ok ulaşmaz” diyor
Tepe bitti birden, işte koca dağ
Mağrur, rengârenk otlu yamaçlar
Yüksekte sandığımız Almatı hey
Bu kadar alçakta mıydın sen
Uyukluyordu kedi mırıldanarak
Ama çizgili benekli sırtı parsa benziyordu
Bir zamanlar belki bunun da
Parstı ilk atası
Şafak sökerken homurdandı pars
Bir ihtiyar gibi, yiğit günlerini hatırlayarak
Belki de kediyi çağırıyordu
Biz aynı soydanız diyerek
Yalnız kendi gezerdi çalımla doruklarda
Açlık ve soğuk onu yorsa da
Kediye miyavlayarak
Aşağılara in diyordu, in aşağılara
Doymuştu o süte sabahleyin
Pekâlâ ne desin bundan başka
Sıcak ocak, yumuşak döşek
Nasıl gitsin uzağa…
Pars olmak istemezdi.

TAKVİMİ TASHİH
Yeni yıl olamaz bence bir ocak
Nevruzla da başlayamaz yeni yıl
Güzün başlamalı yeni yıl bence
Gökten lapa lapa kar yağabilir
Ve otlar yeşerse şaşmamak gerek
Bence güzün başlamalı yeni yıl
İstersen gül
Güzün hava her an değişebilir
Üstünüze kâbus abanabilir
Bence güzün başlamalı yeni yıl
Ama niçin dersen ben de bilemem

İDİL KIYISINDA[9 - Kardeş Kalemler Dergisi, Nisan 2013, Sayı: 76, S. 7-10, ÇUVAŞİSTAN.]
VASLEY MITTA
Ne güzeldi ah, İvanov Bulvarı[10 - İdil(Volga) nehri kıyısında ünlü Çuvaş şairi Kestenttin İvanov-Prtta (1890-1915) adına açılmış, şairin heykelinin de yer aldığı bir bulvar. 25 yaşında kaybedilen bu dahi şair, modern Çuvaş edebiyatının da kurucusudur.]
Bal kokulu ıhlamur ağaçları
Her nereye gitsem unutmam aslâ
Beyazlara bürünmüş Şubaşkar’ı[11 - Çuvaşistan’ın başşehri.]
Yıldızlı astralar[12 - Çiçek isimleri.], narin dalyalar
Al benekli sarı Latin çiçeği
Gençlik yıllarında goncaydık belki
Ah yeni anladım ben bu gerçeği
İdil boylarında gezdik dolaştık
Gençlik bu ya, çığır açtık, yol açtık
Nerde ömrümüzün o altın çağı
Şimdi yolun menziline ulaştık

ANA DİLİM
Kutsal ateş ana dilim
Çılgın canım kurban sana
Doğruluk, güzellik, ilim
Hürriyet aşkı ver bana
Yolda yorulanlar için
Sen oldun umut yıldızı
Buhranlı gecede çın çın
Zil çalıp uyandır bizi
Gençlere kanat olursun
Ak saçlılara sığınak
Bu dil öldü sanacaklar
Külünden tekrar doğacak
Yurdumu kurtar yasından
Bir mutlu bahara çevir
Işıklı çiy damlasından
Bir yudum da bana içir
Senin verdiğin iksirden
İçip şahin olurum ben
Şarkı söyleye söyleye
Yükselirim mavi göğe

KİTÂBE[13 - Mitta’nın kendisi tarafında yazılan bu kıta, dostları tarafından kitâbe olarak şairin mezar taşına da yazılmıştır.]
Ömür boyu görmesem de îtibar
Kardeşlerim yükseltip seslerini,
Söylesinler bin şarkımdan birini
Olacağım mezarımda bahtiyar

ESKİ DOST[14 - Kardeş Kalemler Dergisi, Temmuz 2013, Sayı: 79, S. 29-33, ÖZBEKİSTAN.]
TAHIR KAHHAR
Hirat`lı Özbeğ`in Türküsü
Kaygı basmış, gözde yaşım bir pınar gel eski dost
Ağlarım hep merhamet kıl hâlime gel eski dost
Ayrılıp gitmiş nice kardeş kavim kandaş uruk
Bir dönüp bakmazlar asla el güler gel eski dost
Tutmuyor asla sözüm ah neyleyim geçmez nazım
Kalmadı insaf ü izân gayrıda gel eski dost
Koştular bahtın peşinden çâresiz kayboldular
Baktılar köprü yıkık yollar bozuk gel eski dost
Dinleyin etrâfı bir kez var mı bir insan diyen
Kendine gel, gökten in bak hâline bir eski dost
Bindiğin sandal delik, yoktur kürek, kaptan çolak
Vah ne zâlim imtihandır girdiğin gel eski dost
Her iki sâhili tutmuş iki dünya uğrusu
Sorsalar hâmiyiz derler cümlesi gel eski dost
Eski devrin özlemiyle yalvarırlar anbean
Gündüzün kandil yakarlar boş yere gel eski dost
Şîr Muhammet, Baykara, Babür, Timur Han gelmese
Gel Oğuz Han, Tonyukuk gel, gel Şırak gel eski dost

ŞİİR YAZMAK CESARETTİR
Uzun olsun bu ömrüm der ümit bağlarlar âdettir
Avunmak böyle gayretle ömür sürmek saâdettir
Sözün dostlar sevindirsin ve düşmanlar üzülsünler
Hayat cenktir, can âhenktir, şiir yazmak cesarettir
Bu yağmur, kar ve âfetten yürek burkan hayâllerden
Ümit kıl ki yürek coşsun ümit her an harârettir
“Hayat nîmet” demiş hatta esârette hür insanlar
Bir âfettir ümitsizlik, ümit üzmek esârettir
Ümit nîmet, ümit devlet, Muhammet hem bu meşreptir
Ümitsizlik felâkettir, ümitvâr ol selâmettir

YURDUM
O sürgün bulutlar geldi yanıma
Ağlayıp sızlaştı derdini duydum
Semâvî sancılar düştü canıma
Ben de yağmur gibi yağıp savruldum
O yabancı kuşlar geldi yanıma
Kafesi övdüler durup dinledim
Toz toprak bulaştı nurlu canıma
Sanki duman oldum uçtum inledim
Uçarken bir bulut geldi yanıma
Altında ağlayan milleti sordum
Bu boynu bükülen mazlum halkıma
Ah canım diyerek ağlayıp durdum
Savrulan bir tozdum yandım tutuştum
Dayandım alevden kanatlarıma
Bu alev sendin ey sevgili yurdum
Kavuştum böylece öz diyarıma

ÖĞÜT
Sevgili kardeşim oğlum ve kızım
Nerde doğdun, o vatanı unutma
Türkmen’im, Özbek’im, Kazak, Kırgız’ım
Ata yurdun Türkistan’ı unutma
Aldanma rakibin tatlı diline
Silahsız gidilmez yaban eline
Alper Tunga bile düşmüş alına
Adı Kir’dir o düşmanı unutma
Hainler, zalimler tarihin kiri
Milletin belası ezelden beri
Öcünü almayı unutma bari
Düşmanın döktüğü kanı unutma

SAHİPSİZ ÖLÜYE AĞIT
“Bugün şovenistlerin saldırısına uğrayan iki Özbek’ten biri öldü, biri ağır yaralandı.”
    15.11.2004 Rusya TV haberi.
Ramazan ayının ilk gecesinde
Rusya’nın yağmurlu bir köşesinde
Ölüsü sahipsiz kalan Özbek’im
Hiç bilmedik adın nedir, atan kim?
Ne ararsın ta şimâlde uzakta?
Kolay para, kuşyemidir tuzakta?
Eroin, kokain, esrar mı sattın?
Yoksa perperişan işsiz mi yattın?
Niçin öz yurdundan gittin uzağa?
Bir ekmek uğruna düştün tuzağa
Ne sattın orada meyve mi, gül mü?
Altın mı, kadın mı, bîçâre dul mu?
Belki bir harami eline düştün
Borç ödemek için kaç yıl çalıştın?
Yüz yıldır kul oldun yetmez mi daha?
Çiğnendin yol oldun yetmez mi daha?
Pasaportun yoktu, ondan mı kaçtın?
Belli ki kaçarken canından geçtin
Seninle ölümü seçen dostun kim?
Yaralanıp yere düşen kaçkın kim?
Belki de ticaret yoldaşındı o
Yad elde son damla göz yaşındı o
Acep niçin gittin yaban ülkeye?
Burda da doyardın yavan ekmeğe
Yaşamak uğruna yurdu terk ettin
Dünya sağır, dilsiz, kendine ettin
Böyle yapmasaydın olmaz mıydı hiç?
Ağlayan talihin gülmez miydi hiç?
Belki de borçların yüzünden kaçtın
Ar namus uğruna canından geçtin
Kimseler duymadı o son sözünü
Belki gelin edecektin kızını
Belki de oğlunu düşünüyordun
Son nefeste ne söyledin, ne sordun?
Ramazan ayının ilk gecesinde
Gurbetin yağmurlu bir köşesinde
Ölüsü sahipsiz kalan Özbek’im
Hiç bilmedik adın nedir, atan kim?
Seni bu ölüme kimler yolladı?
Dilsiz katilleri kimler kolladı?
Bu işe baş koşan şeytana lânet
Şeytana yaklaşan insana lânet

RESUL RIZA’YA SORULAR[15 - Kardeş Kalemler Dergisi, Ağustos 2014, Sayı: 92, S. 5, ÖZBEKİSTAN.]
RINAT HARIS
Kudurur döver dalgalar
Oyar kayanın bağrını
Denizde sonsuz dalga var
Ya gözyaşında az mı?
Dağlar yarılır, kayalar parçalanır
Derin vadiler oluşur yeryüzünde
Dağlarda dipsiz çukurlar açılır
Ya gözlerin altında olmaz mı?
Bin bir renkte nur saçılır
Kuruyan gözyaşının tuzundan
Her renk, bin bir manaya bürünür
Bütün bunlar bir duyguya sığar mı?
Sevinçten de, kederden de
Hep çukurlar açar gözyaşı
Dalgayı da gözyaşı say
Öyle oyulur kaya
Ne zaman dinse dalgalar,
Ümitsizlik başlar
Galip gelir hırçın dağ
Öfkeyle taşlar atar
Tekrar uyanır dalgalar
Kayadan ateş çıkarır
Ya gözden düşen damlada
Az mı şiir gücü var?

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER[16 - Kardeş Kalemler Dergisi, Kasım 2016, Sayı: 119, S. 21-41, RUSYA.]
MIXAIL SINELNIKOV

xxxxx
Çok katmanlı bir sözün uzak derinliğinde
Kapalı manaların en can alan yerinde
Ve hayat akışında düzenleri yıkarak,
Mânâ ardınca mânâ, katmanlardan çıkarak
Sonra zaman içinde sese dönüşür fikir
Hantal ayrılıkları egale eder bir bir
Bu müzik eşliğinde sonsuz dünya nizamı
Fuzulî ve Nizamî!

TÜRK OĞLU
Ey Türk oğlu ne zaman yayıldın yer yüzüne
Yayıldın kurt çağrısı ve kaçan av iziyle.
Steplerde ulaştın deli rüzgâr hızına
Yurtların, ovaların gecesi gündüzüyle.
Bozkırlar değil, denizler yolunu bekler daha
Nice kavmi ruhunla toparladın bir yere.
Putlardan yüz çevirip tapındın tek Allah’a
Bu da böyle bir geçit atlardan, gemilere…
Camileri ebedî güneşe doğru bakar
Gün oldu ki haremi güzelliği bitirdi.
Annelerin elinden koparılmış çocuklar
Kavuştuğu yerlere vahşi gayret getirdi.
Pazar sıcaklığında gelir verdiği vâde
Bu nasıl bir rüyadır ballanır uykusunda:
Ve orda çoban çocuk, bir nehir kıyısında
Bir kamışın içine nağmeler üflemede…

AZERBAYCAN
Dağların boğazında devasa kahkahalar
Sis içindedir her yan
Ruhunda bir kocaman davul kükremesi var,
Azerbaycan!
Şeffaf su akışında bir çakıl taşısın sen,
Ya da muhteşem meşe.
Düğün tut sevenlere yine canı gönülden
Bakır borularınla yönelerek güneşe.

ALEVLER ÜLKESİ
Memmed İsmail için
Orada, tepsilerde alev servis edilir,
Taçlandırır meclisi eve vuran ışını.
Sıcak kanlı insanlar görüp hissedebilir
Gaz yağının öfkeli altın kâlp atışını.
Arasan her diyarın kendi geleneği var,
Erkekler kötü gözle görülmüyorsa eğer
Kâh samimi ve kâh da, parlak, koyu ışıklar
Akşamdan sabaha dek coşan meclisi süsler.
Ordaki kadınların gücü ölçüye gelmez,
Onlara bu hayatın özü desek yeridir
Hiç bitip tükenmeyen alev gibi bir heves
Sevenleri uğruna hayatını eritir…
Yanan güçlü hayatta bir ateş çemberi var
Güzellik mi diyorsun sonunda bu güzellik
Bazen zarif utangaç, bazen de acımasız
Odlu çiçekler gibi etrafa ışık saçar.

ESKİ TAŞKENT
Eski Taşkent, kül içinde beyaz saçları
Nasibini aramada kokudan, külden.
Suya koşar sürü gibi kalabalıklar
Gökler sisli, gülen yoktu burda gönülden…
Uçuk sökük durumdadır yemek yerleri
Büyülü bir yere dönmüş boşalmış şehir.
Uzak uzak kadim, taşlı tarihten gelip
Gücü yeten orda burda kebap pişirir.
Asya’nın esintisi mi hayat ve çamur
Baştanbaşa bu mübarek tıkanıklığın
İnce tozlar uçuşmada gaz ışığında,
Ve eriyip yok olmada yüzler bir yığın.
Herşey yitip yok olmada bulut içinde
Sürücü de, reis de eşittir burda
Ve teğmen de patlatacak bir şey arıyor
Değmiş soğuk sefaletin nefsi bu yurda.
Başlamada duyguların soğuk dönemi
Veda anı çocukların ruhu öfkeli
Burda yoktur Yunanlar da, Yahudiler de
O yerden ki uzaklardan tef sesi gelir.
Tutkun yüzler bir anda irkilir sesten
Şarkıların iniltisi duyulur siste.
Kol kola dans etmededir çılgın dansçılar
Bıldırcının ritmi vardır bu serzenişte!
Etrafında gül denizi hayret edersin
Kaysılar mı çiçek açan böyle bir günde?
Ahmatova’ya[17 - Anna Ahmotava: 20. yy Rus edebiyatının en önemli kadın şairi.] ışık mı gölgeden geçen
İmperyanın[18 - İmperya: İmparatorluk.] tozu mu var küller içinde?…

PETROL
“Ben yanıyorum ve yol aydınlanıyor”
    İnnokentiy Anneniskiy[19 - İnnokentiy Anneniskiy: 20.yy’da yaşamış Rus şair.]
Alışan, yanmayan çalılık[20 - Çalı: Musa peygamberin Tur dağında gördüğü çalı.] güney
Bakü civarında karşına çıkar.
Orda yıllar yılı yaşayan her şey,
Ansızın, saklanan ruhunu yakar.
Alışan petrol mü özel mi özel,
Yanar yakın-uzak, ikili-üçlü
Kadim ipek gibi güzel mi güzel,
Dünya kini gibi güçlü mü güçlü!
Kah altın kırmızı, kah menekşevî
Ya da yücelmede bir leylak gibi.
Çevre yanardöner renkler tümseği
Sonra günbatımı, akşam iklimi.
Onunla mı bağlı ne var hayatta
Ömrün sahrasında gezip yerini;
Ben de Musa gibi taşımaktayım
Onun en yakıcı ahitlerini.

ÇOCUKLUK
Yüzler çiçek açmaz, yapraklar yanmaz
Şehir çevresinde çamur yığını
Yolda çenesinden çekilir deve.
Ritmik değirmenler un öğütmede.
Koreli köşkünde Yunan ve Kürtler
Çekirdek tükürmede.
Almanlar, Çeçenler, “Tek İlah’lılar”
Banderler[21 - Bander: II. Dünya Savaşında Batı Ukrayna’da, Almanlar lehine savaşan topluluk.], Baptistler[22 - Baptist: Bir Hıristiyan cemaati.], Sürgünzedeler[23 - Şairin çocukluğu II. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliğinin sürgün yeri olan Kırgızistan’da geçti.]
Sarhoş kemancılar ve daha kimler
Kenarda gülmede makam sahibi
Onu yatıştırmaz yıllar boyunca
Manas’çı[24 - Manasçı: Manas destanını ezberde okuyan kişilere verilen ad.] devamlı destan söylüyor.
Huzursuz toprağın aziz nağmesi
Kenarda seslenen İncil sözleri
Sonra sessizliğin azaplı sesi.
Kalaylı bankalar sağır mühürlü
Ve yine boşluğu doldurur onlar
Mavi dağ ormanı köknarla kaplı
Şeytan dudağında söz oyunları.
Bulut sürüsünün erintisinde
Girer rüyasına alınganlığı
Kararsız mülteci alışkanlığı,
Anlaşılmaz Çin.
Bayrakların yabancı suskunluğu
Kâğıtların tatlı, sarı sancısı.
Aynı mütevazi cesaret sertliği
Gereksiz, yabancı kin.
Masalın gerçeğe dönen yaprağı
Bir de balçık tozu
Her şey eskidi.

TRUVA
Bil ki, tam on bir defa yerle bir edilmiştir büyük Truva şehri
Yer altından on bir kez yer üstüne taşınmış şehir kalıntıları
Kolaylıkla karışır eski Antik dönemi genç Roma dönemine
Her şeyi gören kör[25 - Homeros] de kaleme almış yalnız altıncı aşamayı
Yani küçük kaleyi… Hüzünlü bir arzu var içimde Helen için
Etraf ise Aşil’in Hektor’un arkasınca sertçe çizdiği çevre.
Gece şarap renginde denize can atmada yine de dar Schlamander[26 - Heinrich Schliemann: Truva kazılarını başlatan Alman arkeolog.]…
On ikinci katman bu… Bizler, gelen turistler, hediye dükkanları
“Priam[27 - Priamos: Truva kralı.]” restoranı… Çevrede zeytinliğin hafif hışırtıları.
Öğrenmiş bu yerlerde Türk köyünün nerdeyse yedi kuşak çocuğu
Bahçelere bakmayı ve tahtadan kurulmuş atlara dokunmayı…
xxx
Saçların lepiska, elbisen yeşil
Giyinip süslendin pek ışıl ışıl.
Nadir güzelliğin ruhun denizi
Beyaz mı, pembe mi?.. hoş, her ikisi.
Mavi mi baharın ilk sarhoşluğu
Yaz sıcaklığında gönül hoşluğu.
Bulutlar tuttuysa yüzünü göğün,
Siyah elbiseni o vakit giyin.
Bırak şuhluğuna bayılsın kızlar
Körelmiş bakışlar, açıkağızlar…

ŞUHRAT[28 - Şuhrat: Bir kız ismi.]
Mektup yazsam birisine – Semerkant’a:
Andijan sokak, 3.
El yapımı filozof, amatör bilge
Merhaba eski Şuhrat, ölme, tamam mı?
Kubbeler, kubbeler, güzel kubbeler
Pencereden baksan hoşuna gider.
Orda yüz yıl önce medreselerde
Tolstoy’un koroyla okunduğu yerde
Emperyal tozunda emirlik erir
Nedir bozkırdaki bu hışırdama.
Gençlikte seninle bir gün geçirdik,
Kırk yıldır yol gider mektuplar ama.
Renkli bir dönemin sonu hüsranmış
Geriye dönemem, siteme yer yok.
…Görürüm uzakta başını eğmiş
Yüce kar’ağaç.
Sıcakta mavisi artan çiniler
Nefesini kısmış kırlaşan pelin
Arap nakışları gözümde akar
Bir rüzgâr yücelir göğsünden çölün
Yayılıp çevrede bir iz bırakır…

NEHİR
Ovup azman dağları
Sen de viraja girdin
Bu nemli toprakları
Uzaklardan getirdin.
Su böyle nefes alır
Ruhun kalbime damlar
Sende aylar, fasıllar
Akar bu ihtişamla
Önemli değil kimsin
Ve nereden gelirsin.
Ben kim, bu mucize ne
Ben değil, sen bilirsin.
xxx
Gemi yol almada gece ve gündüz
Onu atıp tutar hırçın dalgalar
Sonuncu iskele gözükünceye,
Stepte sonuncu ışığa kadar.
Günler uzadıkça yüzler değişir
Kulak misafiri olmada sular
Sohbet menzillere köprü salmada
Arkadaş olmada giden yolcular.
Şimdi kasvetli ve yetim gibiyim
Kendin de bilmeden bak neler ettin:
Son durak, sonuncu yolcu misali
Çöken karanlıkta yok olup gittin.

ALANYA
Hafif mavi, koyu
Ve tuzlu su
Ve halk, Çin Seddi’nden
Nerelere kadar gelmiş arzusu.
Önce keskin ve sertti
Bunlardı özelliği,
Ama onun çizgilerine geçmiş
Zorla alınmış Yunan,
Ve Çerkez güzelliği.
Çehreli, küçük boylu,
Ama Slav gibi omuzları geniş
Çalkanan düzler için
Atını kayık küreğiyle değişmiş.
Bu kavgada unutuldu
Göçebe ocaklarının külü
Ama her zaman gülüşünde
Yakıcı bir sıcaklık
Alevlerin ocağıdır
Belli ki gönlü…
Hatıra limanı, umut körfezi
Karanlık denizde sabaha kadar
Dökülen kanlar inler
Ve gümüş külçeler parlar.
xxx
Yalnız İslâm’ın sahralarında değil,
Nerde ki günes paslanmıs tepelerde
Hem eğri, hem de düz kolluyor
İhram giymiş sergerdanları…
Bulduğu yerde…
Ama ruhun her titreyişinde,
İhtirasların altındaki sırda
Ve özellikle şiir yazmada,
Ruhanî hakimler
Camilere çöken sabırda.
Ve en günahsız insanlık
İnsanın zamana vaadi …
“Allah’a giden yol kolay olmamalı!”
veda ederken Peygamber dedi.

KARMA
Soğukta yücelir Moğol dağları
Karlı ormanlarda yaprak dökümü.
Sanırsın tabiat susmuş korodur
Yalnızca girdaplar taşıp köpürür.
Yaşam yankılanır yine taygada
Yükselmede boğuk feryat sesleri
Büyülenmiş gibi alarm verir
Dünya boşluğunda hayat sesleri.
Ümitsiz yapraklar can pazarında
Renginde ölümlü altuni ışık
Bizim tutkulardan daha bir serap,
Bizim hırsımızdan daha karmaşık.
Orda beyazlığı altında karın
Çivi yazıları gizli kalmada.
Keşişin görünmez günahlarını,
Fatih öfkesini gizlemiş ya da.
Bu mu komutanın kötü kaderi,
Kış günü izliyor tenha çobanı…
Yavaşça zamanla birikir karma,
Ölüm derinliğe çeker insanı.
Narindir tıpatıp bebekler gibi
Bulutlar rengini almada kardan
Ebedi yozlaşan yeni doğumlar
Yola koyulmada çok uzaklardan.
Yine yücelmede semada Buda
Akıp yuvarlanır su gibi hazin.
Öyle bil granit sineden geçmiş
Asırlar yolcusu gidip gelmezin.
Enjekte edecek bu boşlukları
Safir dalgasının ışık tufanı
Gökte Muhammed’in kapalı seti,
Kozmozda Mesih’in açık alanı.

KANYON
Orda çiçeklenmiş tenha bir ağaç
Pembe renklerini etrafa saçmış
Yalnız sen anlayabilirsin bunu
Evrenin gizemi ağzını açmış.
Yine aynı yerde durmada bulut
Gençlikte gördüğün arzularıyla.
Her zamanki gibi kükrüyor nehir
Elleri donduran gür sularıyla.
Bu su nasıl tatlı öğreneceksin
Bahse girdiğinde su ile zaman;
Böyle hiçbir yerden gelmemiş gibi
Ve de hiçbir yerde iz bırakmadan.
xxx
Parka gireceksin geniş kapıdan
Orda ki esmede çöl rüzgârları
Gizli çalışmalar görünür göze
Belirli saatte her gece yarı.
Her taraf yeşildir bir hafta sonra
Kim diyor uzamış boyu yaprağın?
Sadece rüzgârdır her ilkbaharda
Üzerinden esen çıplak toprağın.
Çabucak yutmada yılları zaman
Dünya da değişir gece ve gündüz.
Yorulmaz doğadan öğrense insan
Şarkı söylemeyi böylece sözsüz.

TÜRK DİLİ
Bu savaşçı Türklerin dilleri nice nazik
Kızgın ateş de olsa yine tatlıdır
Süvari gibi hafif, gül suyu gibi lâtif
Nağme gibi avazlı kuş gibi kanatlıdır.
Büyücü haremlerin üzücü esirleri
Belirsizce yumşamış göçebe lisanında
Ya da, çocukluğunda yeniçeri lafzını
Hatırlayıp okumuş duygu coşmuş kanında…

KONYA
Kadim Konya’da dervişler semaya durmuşlar
Bak, İslâm’da ilhamını Kurân’dan alan
Yeni renkler, yasalar var
Hünkâr’daki hikmet ve neydeki esrar.
Madem yüce gerçekler
Civanmertlik ve kerâmetler az
Sen de gülerek bir pula sat bu dünyayı
Zîrâ bu can, deriye ve kabuğa sığmaz.
Bak dinle, kudümdeki tüm tekleri dinle
Bu müziktir, aşktır, savaştır bu
Hadi raks et dostum, kenara çekilme
Ruhları kaynaştıran ateştir bu.

UZAKTAN…
Yolum o yerlere düşmese bile,
Otursam da evde başı aşağı,
Uzak hayâl gibi görünür hâlâ
Karlı zirvelerin gümüş ışığı.
Tabiat sihriyle ışımış bende
Sarı tepelerin eksilmez nuru;
Görürsün kızarır şafak sökende,
Od tutup-alışır akşama doğru.
O Saman Kalesi, o bozca kale!
Yine de bekliyor kulağı seste,
Nerde bir karanlık gözükür hâlâ
Çocukluk çağımın başının üste…

MELEK
Genclik yadigarım
sihirli şehir
Nilüfer çiçeği rengi
bu seher…
Dolaşır evleri
Güneşin teli,
Gölgelerle dolar
Nehrin sahili.
Kilise kulesi
alışıp yanar,
Bir melek, avludan
bûseler sunar
Şafaklar içinde
sarar kalbimi
Geçmişten süzülen
tebessüm gibi…

KIRIM
Yine de evvelki itibarında,
Nur gibi gönlüme dolanım benim!
Herkesin dostusun yaz aylarında,
Kışın yapa yalnız kalanım benim!
Merhemdir şifalı sıra dağların…
Bulutlar toplanır başına bazen.
O göze görünmez gönül bağların
Sanki geçip gelir garînelerden…

ŞAİR’E[29 - Kardeş Kalemler Dergisi, Ekim 2019, Sayı: 154, S. 5-18, TATARİSTAN.]
DERDMEND
Nedir bu hiddet ey şair
Seni bîzar eden yar mı?
Ne dersin derdine dâir
Bu derdin çaresi var mı?
Ediplik şanını sakla
Edeptir ilk gelen akla
Ayıp başköşeye geçmek
Çamur çizmeli ayakla.
Kapılma o kadar zara
Muhatabın değil karga
Azizim uçma yüksekten
Rekabet etme sunkara
Yanılma ey turfa bülbül
Bir olur mu dikenle gül
Dilinde har ü has olsa
Vuslata eremez gönül

BİZ
Asırlar geçti gitti, geçti yıllar
Nebiler padişahlar sürdü devran
Ömürlerdir göçtü kervan be kervan
Gelip geçti cihandan bunca kullar
Sönüp viran olmuş mamur ocaklar
Toprakta çürümüş pembe yanaklar
Eser yeller, tozar kumlar, yiter iz
Yazık mahzun gönül biz de biteriz
Misafirdir cihana gelen insan
Büyütür, azdırır onu zamane
Yakar ümitleri ateş-i hicran
Karışır sonunda toza dumana

KALEME
Kalem, kalbindeki sırrı ayan et
Gelip geçenler ahvalin beyan et
Döküp gözyaşlarını bu kâğıda
Bencileyin borcunu eyle eda
Babalar kabri yanında eyle zar
Dedeler ruhunun armandası var
Kara toprak dolu mazlum nidası
Acep onlar kimdir, kimin fedası
Kalem, kalbindeki sırrı ayan et
Gelip geçenler ahvalin beyan et
Döküp gözyaşlarını bu kâğıda
Bencileyin borcunu eyle eda

YAZ
Renc-i hâtır olduğun halkın soğuktan bildi yaz
Kim saçıp nûr estirip yeller şifalı geldi yaz
Kar erir kırlar güler hep ıpılık yeller eser
Dağlara sahralara revnak verip serpildi yaz
Kırları ormanları hep aldı yaz taşkınları
Kim saçıp nûrlar şifalı estirip yel geldi yaz
Yaz geçip günler bitip oldu tamam ömrüm kışı
Ağla ey bîçare Zâkir, kim seninçün öldü yaz

KITALAR
Eğer sabâ varırsan bizim ele
Selam söyle selam o ince bele
Düşünde fal açıp saçın tarasın
Sılaya dönmeme çare arasın
***
Tatarlıktan Tatar hiç ar eder mi?
Kişi öz ismini inkâr eder mi?
Tatarlıkta Tatar oğlu Tatarım,
Tatar değil deme kurşun atarım!
***
“Oğlum sana derim,
Gelinim sen anla!”
Tatar mı ar mısın bilmem özünü?
Seçtiğin garip bir dil salatası
Ne zamandan beri “ık-mık” edersin
Nihayet güç bela dedin sözünü!
***
Dilin yarı Rusça, yarı Tatarca
Bilmem ki Rus musun, yoksa Tatar mı?
Nasıldır acaba ism-i şerîfin?
Hasan mısın, İvan mısın, Makar mı?.
***
Gel öğren ey kardeş bir başka dili
Dünyada dil bilmek büyük maharet
Karıştırma lakin dil ile dili,
Dil oynatmak cehalete işaret.
***
Sokaktan, pazardan derlenmeli söz
O bitmez hazine, gitme ırağa
Kaba da olsa dil, halkın özbeöz
Sözünü pişirip sal o kulağa
***
Atam anam yurdu için
Olsa bin canım feda
Doğup büyüdüğüm yurda
Son damla kanım feda
***
Yaz geçti
Rüzgârıyla, yağmuruyla güz geldi
Yeşil ormanın bağrına buz geldi
Gül soldu,
Yüreğinde kini kaldı.
Bülbül,
Sana bir diken, iğne kaldı.
***
Ömürlerdir görülmekte o düşler
Devam etmektedir şiddetli kışlar
Havalar çok durgun uçan hüma yok
Ezan duyulsa da kıblenüma yok
***
Yeter değilse de gücüm devletim
Merkep gibi yük altında değilim
Kendim başım, baş eğmedim kimseye
Huzurla yaşarım budur meyilim.
***
Zayıf karıncayım ben yolda yatan
Bir arı değilim sokup ağlatan
Ne büyük devlet ki şükrederim çok
Hiç kimseye zulmedecek gücüm yok
***
Yeter artık Derdmend sözü uzatma
Katılaşan yüreklere buz atma
Dilin için dilin olsun tuzaklı
Yüz aklığın için ağzın kilitli…
***
Nedir ey sevgilim bu yaş gözünde
Niçin hasret belirdi gül yüzünde
Önceki sevincin yoktur sözünde
Niçin hasret belirdi gül yüzünde
Topla saçların göster yanağın
Görünsün gözlerin gonca dudağın
Şifa parıltısı âhu gözünde
Hüznünün devası şirin sözünde
Özünde var iken tiryak pınarı
Niçin hasret ile yanağın sarı
***
Feda canım senin yolunda ey yar
Aman sağol, ama üzülme zinhar
Bilmem ki neyleyim gizli derdim var
Niçin hasret belirdi gül yüzünde
***
Denk olurmu yıldız hiç dolunaya
O canım boy-bosa açık simaya
O ceylan edalı yürüyüşlere
O hüzünlü, güzel göz süzüşlere
Yalvarmak gerekmez gerek naz ile
Ya da usulünce tatlı söz ile

GEMİ
Kükrüyor deniz
Rüzgâr uluyor
Yelkenler geriliyor
Gece gündüz
Gidiyor gemi
Yol alıyor gurbete doğru
Koptu tûfan
Coştu derya
Savrulur millî gemi
Hangi yollar
Hangi obruk
Yutacak bilmem bizi!..

PUŞKİN’DEN[30 - Gençlik resmi karşısında Puşkin’in düşündükleri.]
Değil yalnız kıvırcık saç
Körpe yüzlü genç bala
O çağında genç gönüle
Yarım sakal od sala
Hümâ genç mi, İhtiyar mı,?..
Güzel Meryem fal baka
Meryem’den farksızdır hüma
Her falı hayra yora.

RESİM
(Nevâî’den çeviri)
Tenini ak sineni gen yaratmış
Yanağın yanında ben yaratmış
Dal boyunu kem nazardan saklasın
Gür saçından karanlık tün yaratmış

BALALAR İÇİN YAZDIKLARINDAN
NİNNİ
Hilal kaşım,
Elmas taşım,
Uyuyalım
Uyu kızım,
İki gözüm,
Ninni ninni ninni.
Hublar hubu,
Elma topu,
Olgunlaşır,
gelişirsin
Bu çağında,
Sen daha da
Sevilirsin
Körpe kuzum
Bembeyazım
Uyuyalım
Uyu kuzum
İki gözüm
Ninni ninni ninni
Pek dilbersin,
Körpe narsın,
Çok oynarsın
Al gülleri
Sümbülleri
Üzmüyorsun,
Kırmıyorsun,
Gonca gülüm,
Mor sümbülüm,
Uyuyalım
Uyu kuzum,
İki gözüm,
Ninni ninni ninni.
Uyu tünde,
Sen düşünde,
At binersin
Alma taşır,
Araban var,
Ne küsersin?
Körpe tayım,
Yavrucağım,
Uyuyalım.
Uyu kuzum,
İki gözüm,
Ninni ninni ninni.
Yol yoldaşım,
Arkadaşım,
Her bir işte,
Hem saklasın,
Hem yoklasın,
Bir ferişte…
Gel meleğim,
Gel çiçeğim,
Uyuyalım,
Uyu kızım,
İki gözüm,
Ninni ninni ninni.

KIŞ GÜNLERİ
Yaşlanmış evren
Çiçekler solmuş
Geçmekte devran
Yine kış gelmiş
Eğildi dallar
Karlar asıldı
Tagılar, pınarlar
Bar da basıldı
Gökler buz tutmuş
Uyuşup yatmış
Çeşmeler ıssız
Her taraf sessiz
Vınlayıp durur
Bir deli rüzgâr
Gökleri bürür
Yükselen buhar



2
MAĞCAN CUMABAY UZAKTAKİ KARDEŞİME KİTAP

ŞUBAT 2018, KAZAKİSTAN

KAZAK DİLİ
Devir döndü, heybetli tuğ devrildi
Dünkü batır bir korkağa çevrildi
Hür yaşayan o can bugün zincirde
Kan soğumuş, kalp atışları dindi
Kırıldı kartalın hür kanatları
Yoruldu yurdumun tulpar atları
Unutulmuş altın anam Altay’ım
Nerde şimdi ulu hanlar katarı
Birlik, dirlik, erlik, gayret, tarümar
Her ne varsa üzerine yağdı kar
Anadilim, baht yıldızım, avazım
Bir sen kaldın altın çağdan yadigâr
Işık görmesen de kadim, gen dilim
Terütaze keskin dilim, can dilim
Mübarek elinle tut elimizden
Dağılan Türkler’i topla han dilim

UZAKTAKİ KARDEŞİME
Uzaklarda azap çeken kardeşim
Lale gibi boyun büken kardeşim
Kuşatılmış zalim düşman içinde
Sel gibi gözyaşı döken kardeşim
Ufkuna karanlık çöken kardeşim
Ömür boyu cefa çeken kardeşim
Diri diri derinizi yüzerler
Ağır işkenceden bıkan kardeşim
Anamız değil miydi altın Altay
Oynaşır dururduk iki deli tay
Onun kucağında, yaylalarında
Aydınlık yüzümüz sanki dolunay
Boyalı altın aşık atmadık mı?
Bir döşekte tepişip yatmadık mı?
Altay adlı anamızın sütünden,
Birlikte emip birlikte tatmadık mı?
Dağların bağrından billur pınarlar
Şırıl şırıl bizim için akarlar
Sularından kuşlar, koyunlar içer
İstesek hazırdı Burak’la tulpar.
Altayların altın suyundan içtin
Zamanla bir yiğit parsa dönüştün
Akdeniz’le Karadeniz ardına
Kardeşini burada bırakıp göçtün
Ben kaldım burada yavru kuş gibi
Sanki kanadından vurulmuş gibi
Yol gösteren, kanat geren kalmadı
Avcılar peşimde kor ateş gibi
Yavru yüreğime bir ok saplandı
Yanım yörem al kanımla sulandı
Kalmışım burada halsiz mecalsiz
Atıldım zindana kapı kapandı
Görmüyorum artık kırı obayı
Gündüz günü, gece gümüşten ayı
Kundaklayıp has ipeğe sarardı
Esirgeyen altın anam Altay’ı
Ayrıldık mı kuzu gibi sürüden
Yağmur gibi yağan oktan, çeriden
Pars yüreği Er Türkümün yüreği
Korkar olduk şimdi cinden periden
Hürriyete âşık olan Türk hani
Gerçekten hasta mı dondu mu kanı
İçindeki harlı ateş söndü mü
Kim söndürür o ebedî volkanı
Sen orada, ben burada uzakta
Kaygımızdan kan kusarız tuzakta
Layık mı kul olmak yekin gidelim
Ata mirasımız o altın tahta

TÜRKİSTAN
Türkistan iki dünya eşiğidir
Türkistan Türklerin ilk beşiğidir
Ulu Türkistan gibi yerde doğan
Türkoğlu’na Tanrı’nın ışığıdır
Bir adı Türkistan bir adı Turan
Bu topraktır Türkoğlu’nu doğuran
Turan’ın takdiri hep fırtınalı
Yarısı tufandır, yarısı bayram
Turan’ın tarihi ateşli rüzgâr
Harlı alevleri semaya çıkar
Deniz gibi derin ilham kaynağı
Bu diyarın suları da efsunkâr
Turan’ın toprağı uçsuz bucaksız
Derin gölleri var denizden farksız
Amuderya, Siriderya kardeştir
Ceyhun – Seyhun, biri ana, biri kız
Turan’ın dağları göklere ağar
Ağarmış saçları kucak kucak kar
Soğuk sularıyla çağlayıp durur
Dağların bağrından akan pınarlar
Çölleri var, kum deryası sapsarı
Bu tenhada ne çiçek var ne arı
Her tarafta cinler cirit oynuyor
Ses seda yok, perilerin mezarı
Turan’ın denize denk gölleri var
Dalgalanan görkem bir deniz Aral
Bir uçtaki Isık gölün bağrından
Ecdadımız gök yeleli Türk doğar
Dün Okıs-Yaksart’mış Ceyhunla Seyhun
Türkler bu sulara ezelden meftun
Mukaddes suların bir yakasında
Ulu atamızın türbesi metfun
Türkistan’da bir Tiyanşan dağı var
Bu Tiyanşan kendine denk dağ arar
Göğe değen Han Tanrıya bakarak
Tutsak olan Er Türk’ü düşün naçar
Balkaşı bağrına bas Tarbagatay
Yerin göbeğidir Pamirle Altay
Mukaddes Kazıkurt olmasa eğer
Liman bulamazdı Nuh kolay kolay
Turan’ın eli başka, yeri başka
Onun fırtınalı kaderi başka
Tarihte Turan’ı kuran kahraman
Efrasiyap derler önderi başka
Sıradan bir ülke değildir Turan
Anlarsın ne imiş tarihe baksan
Geçmişte Keyhüsrev ile Zülkarneyn
Bu fikre hız veren iki kahraman
Yeryüzünde Turan gibi yer var mı
Türkoğluna karşı koyan er var mı
Derin akıl, zîrek hâyâl, bol gayret
Turan erlerine hiç uyar var mı
Doğmadı âlemde Cengiz gibi er
Basiretli, çelik yürek bir lider
Böyle bir arslanın tek ismi bile
Ölü yürekleri eder seferber
Çağatay, Ögedey, Çuçu ve Töle
Bir zaman cihana vermiş velvele
Atasına çekmiş cümlesi börü
Sabutay Pars ile Bozkurt alp Cebe
Turan beylerinden biri Taragay
Bu beyin oğludur ulu Timur Bey
Sığmadı dünyaya bir alevdi o
Böyle er doğar mı hiç kolay kolay
Turanı bu kadar övmek gerekmez
Onsuz da dünyada tanıyor herkes
Evde otururken semayla sırdaş
Asırlar geçse de Uluğ Bey ölmez
Asil kandır haysiyetli Türk kanı
İbn-i Sîna ulemalar sultanı
Onun irfanını sihir sandılar
Namı tuttu İran’ı ve Turan’ı
Kimmiş küçümseyen mûsikîmizi
Silinmez bu yolda Farâbî izi
Tutar doksan dokuz tavır sergiler
Sonra için için ağlatır bizi
Turan’da Türk ateş olup oynamış
Türk’ten gayri kimse odtan doğmamış
Kardeşleri miras paylaştığında
Kadim baba evi Kazağa kalmış
Kahraman bir halka yurt olan Turan
Kazak’tır Turan’da hanlıklar kuran
Nice eyaleti çekip çevirmiş
Kanunları kolay, âdil Kasım Han
Nazar gibi âdil bir han az olur
Esim Han’ın kanunları öz olur
Tevke Han emsali âdil bir hanın
Kurultayı Köl Töpe’de Kurulur
Turan ta ezelden Alaç’ın yeri
Turan’sız Alaç’ın dinmez kederi
Alaş’ın arslanı Abılay Han’ın
Alaş toprağında aziz makberi
Sar’arka’yı Turan’dan ayrı sanma
Altı Alaş ayrı dense inanma
Kenesarı gibi büyük karaman
Turan’ın bağrında yatıyor amma
Hasret kalsa kim özlemez yurdunu
At da ilk yurdunu özlemiyor mu
Mübârek bozkırın sakini Alaş
Turan anayurdun unutma bunu
Basîretli Altay, Tiyanşan, Pamir
Yolunu bekliyor çoktan beridir
Kene’yle Abılay yolu yolumuz
Kırda yayılmanın manası nedir
Dünk Oks – Yaksart; Ceyhun’la Seyhun
Türkler bu sulara ezelden meftun
Mukaddes suların bir yakasında
Ulu atamızın türbesi metfun

DOĞDUĞUM YER
Aydınlık yurt kucağında doğmuşum
Sularında arınmışım yunmuşum
Geri gelmez altın gençlik çağımda
Oynamışım sinek böcek kovmuşum
Toprağından yaratılmış madenim
Hepsi senden nem varsa canım tenim
Başka yerler benim için karanlık
Güneşimsin aydınlığım gülşenim
Hayâlimde ormanların yadı var
Damağımda sularının tadı var
Geniş kırlarında oyuna dalsam
Fakat bizden hizmet bekler yarınlar
Çemrenerek kuzularla yarışmak
Çamurlarda akranlarla güreşmek
Geceler aksüyek, gündüz salıncak
Talim için yapışırdım tor taya
Talihin topudur insanın başı
Teptikce dolaşır o dağı taşı
Bakarsın yurdumdan ayrı düşerim
Hiç güven olur mu feleğin işi

ASKERIN TÜRKÜSÜ
Koyuver canım yağız at
Uçsun rüzgarda saçlarım
Erliği edelim ispat
Millet uğrunda coşalım
Koşup kaynasın al kanım
Feda olsun ulusuma
Feda olsun tatlı canım
Tanık ol ihtiyar güneş
Düşmandan asla caymadım
Korkar mıyım yıldırımdan
Yıldırım olup parladım
Bildiğini yapsın ecel
Ölümle oyun oynadım
Uçsun rüzgârda saçlarım
Koşuver canım yağız at
Vadem cephede yeterse
Baş taşım olsun mızrağım
Ey can dostum, küheylanım
Erliği edelim ispat
Uçsun rüzgârda saçlarım
Koşuver canım yağız at

GENÇLERE GÜVENİRİM
Aslan gibi heybetli
Kaplan gibi gayretli
Kartal gibi kanatlı
Gençlere güvenirim
Gözlerinde od yanar
Sözlerinde yalım var
Candan önce namus, ar
Gençlere güvenirim
Gençler yavru balaban
Kanat açıp saldıran
İdeali asuman
Gençlere güvenirim
Yumşak huylu ipekler
Sütten temiz yürekler
Haysiyetli gayretler
Gençlere güvenirim
Seller gibi gürülder
Kazakistan elim der
Altın Arka yerim der
Gençlere güvenirim
Caymak var mı tulpara
Yılmak var mı sunkara
Hak yardımcı onlara
Gençlere güvenirim
Rehber etmiş Kur’anı
Onlar alaş kurbanı
Alaştır sloganı
Gençlere güvenirim
Güvenirim gençlere
Namımızı göklere
Yükseltecek erlere
Gençlere güvenirim

PEYGAMBER
“Biz gecenin çocukları
Gözlerimiz doğuda
Günü güne ekliyoruz
Bir gün gelir mi diye
Peygamberimizi bekliyoruz.”
    Merejkovskiy
Bütün Garbı karanlıklar kaplamış
Güneş batmış bir daha tan atmamış
Asık yüzlü gece doğan periler
Asi olup tanrısını takmamış
Bütün Garbı karanlıklar kaplamış
Semasında bir tek yıldız kalmamış
Tün Balası Tanrısını öldürüp
Ondan sonra hiçbir şeye tapmamış
Tün Balası tutmuş gece yolunu
İsyan edip, peygamberi Musa’nın
Peltek diye kesivermiş dilini
Tanrının sevgili kulu İsa’nın
Tiksinmeden yudumlamış kanını
Tün Balası hep kavgalı tan ile
Kabil soyu ağzı dolu kan ile
Boş bedene tapınan bir hayvandır
Hiç işi yok onun ruhla, can ile
Dökülmez mi hiç kabından taşan su
Öldürmez mi yayılan güçlü ağu
Tün Balası somurtuyor ölecek
Bir birini yiyor Batı ulusu
Göz diksen de görünmüyor karanlık
Bu çığlıklar seçilmiyor bir anlık
Ağlayan kim, uluyan kim, gülen kim
Bu kim? Bu mu? Tün Balası bu zındık
Karanlıkta Tün Balası bağırır
Bağrışarak bir birini çağırır
Bir engele takılır da ayağı
Yıkılınca küfürleri savurur
Kara gece dalgalanan kara kan
Körler gibi dizilmiş bir sürü can
Dizi dizi o körlerin önünde
Yarım sakal köhne bir entelijan
Gece zindan ve çakır gözlü cinler
Gece zindan kaygılar, kan ve kinler
Kaygı ile kara kana batarak
Tün balası kendi kendini dinler
Gece zindan, geçme bilmiyor zaman
Gelip gider, evham üstüne evham
Tün balası ağlayarak her sabah
Bir peygamber bekliyor gündoğudan
Geceyi yaratmış önce yaratan
Arkasından güneş doğmuş doğudan
Güneş ateş, altındır gün ışığı
Ve güneşten doğmuş Güvin, Türk Atam
Ta ezelden güneşten doğmuş Güvin
O güneşten ateş olup doğdum ben
Yüzümü ve kısık kara gözümü
Doğar doğmaz ışıkla yudum hemen
Kaygılanma zavallı kör çekme zar
Gün oğluyum gözümde gün nuru var
Gelen benim, gelen benim, gelen ben
Mürşidinim etme artık intizar
Hey zavallı görmüyor mu gözün kör
Bak doğudan tan atıyor şimdi gör
Gelen haber, gelen benim o önder
Bekle beni, sen “lâhavle” deyiver
Gün doğudan gelen tan’dır, gelen ben
Gök gürlüyor, sanma benim gürleyen
Yeryüzünü karanlıklar kaplamış
Yeryüzüne nur saçayım sinemden
Karanlık gecede ağıt yakıyor
Tün balası için için ağlıyor
Gün doğuda ak altın bir çizgi var
Uyarmaya Gün Balası geliyor

BEN KİMİM
Arslanım ben var mı karşı çıkacak
Bir parsım ben engelleri yıkacak
Gökte bulut, yeryüzünde borayım
Hükümdârım, var mı hesap soracak
Ben güneşim halka ışık saçarım
Bir istesem hemen arşa uçarım
Bir denizim mavi sonsuz bir deniz
Bunalırım çalkalanır taşarım
Bir alevim yaklaşırsan yanarsın
Küheylanım beni nasıl yenersin
Gök kül olmuş yer yıkılmış ne çıkar
Göz ucuyla şöyle bakıp gülersin
Ölümsüzüm, milletim de ebedî
Nâdan adam bu sırrı hiç bilmedi
Ben sultanım, ben gâziyim, beyim ben
Hangi aptal bana gitme dur! Dedi

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/ali-akbas/altaylardan-tunaya-69499861/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Kardeş Kalemler Dergisi, Aralık 2009, Sayı: 36, S. 14, TÜRKMENİSTAN.

2
Kardeş Kalemler Dergisi, Eylül 2009, Sayı: 33, S. 4-5, ÖZBEKİSTAN.

3
Kardeş Kalemler Dergisi, Eylül 2009, Sayı: 33, S. 6-7, ÖZBEKİSTAN.

4
Kardeş Kalemler Dergisi, Eylül 2009, Sayı: 33, S. 8-9, ÖZBEKİSTAN.

5
Kardeş Kalemler Dergisi, Aralık 2009, Sayı: 36, S. 15, TÜRKMENSAHRA-İRAN.

6
Kardeş Kalemler Dergisi, Aralık 2009, Sayı: 36, S. 16, KIRIM.

7
Kardeş Kalemler Dergisi, Kasım 2010, Sayı: 47, S. 5-11, BAŞKURTİSTAN.

8
Kardeş Kalemler Dergisi, Aralık 2010, Sayı: 48, S. 13-15, KAZAKİSTAN.

9
Kardeş Kalemler Dergisi, Nisan 2013, Sayı: 76, S. 7-10, ÇUVAŞİSTAN.

10
İdil(Volga) nehri kıyısında ünlü Çuvaş şairi Kestenttin İvanov-Prtta (1890-1915) adına açılmış, şairin heykelinin de yer aldığı bir bulvar. 25 yaşında kaybedilen bu dahi şair, modern Çuvaş edebiyatının da kurucusudur.

11
Çuvaşistan’ın başşehri.

12
Çiçek isimleri.

13
Mitta’nın kendisi tarafında yazılan bu kıta, dostları tarafından kitâbe olarak şairin mezar taşına da yazılmıştır.

14
Kardeş Kalemler Dergisi, Temmuz 2013, Sayı: 79, S. 29-33, ÖZBEKİSTAN.

15
Kardeş Kalemler Dergisi, Ağustos 2014, Sayı: 92, S. 5, ÖZBEKİSTAN.

16
Kardeş Kalemler Dergisi, Kasım 2016, Sayı: 119, S. 21-41, RUSYA.

17
Anna Ahmotava: 20. yy Rus edebiyatının en önemli kadın şairi.

18
İmperya: İmparatorluk.

19
İnnokentiy Anneniskiy: 20.yy’da yaşamış Rus şair.

20
Çalı: Musa peygamberin Tur dağında gördüğü çalı.

21
Bander: II. Dünya Savaşında Batı Ukrayna’da, Almanlar lehine savaşan topluluk.

22
Baptist: Bir Hıristiyan cemaati.

23
Şairin çocukluğu II. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliğinin sürgün yeri olan Kırgızistan’da geçti.

24
Manasçı: Manas destanını ezberde okuyan kişilere verilen ad.

25
Homeros

26
Heinrich Schliemann: Truva kazılarını başlatan Alman arkeolog.

27
Priamos: Truva kralı.

28
Şuhrat: Bir kız ismi.

29
Kardeş Kalemler Dergisi, Ekim 2019, Sayı: 154, S. 5-18, TATARİSTAN.

30
Gençlik resmi karşısında Puşkin’in düşündükleri.
Altaylardan Tunaya Али Акбаш
Altaylardan Tunaya

Али Акбаш

Тип: электронная книга

Жанр: Стихи и поэзия

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Altaylardan Tunaya, электронная книга автора Али Акбаш на турецком языке, в жанре стихи и поэзия

  • Добавить отзыв