Bütün Şiirleri

Bütün Şiirleri
Ali Akbaş

Ali Akbaş
Bütün şiirleri

ALİ AKBAŞ
Kahramanmaraş’ın Elbistan İlçesinin Çatova Köyünde doğdu (1942). İlk ve orta öğrenimini memleketinde, yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde yaptı.
Çeşitli lise ve yüksek okullarda öğretmen ve idareci olarak çalıştı. Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamladıktan sonra burada Türk Dili okutmanı olarak çalıştı ve aynı kurumdan emekliye ayrıldı (1996).
Daha lise öğrencisiyken katıldığı yarışmada birincilik kazanan şiiri K.Maraş Lisesi Marşı olarak kabul edidi. Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Kuş Sofrası adlı kitabıyla Çocuk Edebiyatı dalında Yılın Şairi seçildi (1991), Yunus Emre Yılı dolayısıyla İstanbul’da gerçekleştirilen XII. Dünya Şairler Toplantısı’nda bir plaketle ödüllendirildi (1991). Kazakistan’ın başkenti Almatı’da gerçekleştirilen II. Türk Dünyası Şiir Şöleni’nde Mağcan Cumabayulı Ödülüne lâyık görüldü (1993). Kosova’da yayınlanan Türkçem Çocuk Dergisi tarafından yılın Süleyman Brina Balkan Türk Kültürüne Hizmet ödülü verildi (2004). Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi tarafından Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı seçildi (2011). TÜRKSOY 25. Yıl Madalyası ile onurlandırıldı.
57. Venedik Şiir Bianeli’nde (2005), 20. Moskova Kitap Fuarı’nda (2007) ve Frankfurt Kitap Fuarı’nda (2008) ülkemizi temsil etti.
Bugüne kadar arkadaşlarıyla birlikte Divan, Doğuş Edebiyat ve Kanat dergilerini çıkaran Akbaş, hâlen Genel Başkan Yardımcısı olduğu Avrasya Yazarlar Birliği’nin yayın organı olan Kardeş Kalemler Dergisini çıkarmaktadır.
Masal Çağı (şiir), Eylüle Beste (şiir), Erenler Divanında (şiir), Turna Göçü (şiir), Kuş Sofrası (çocuklar için şiir), Gökte Ay Portakaldır (masal), Kız Evi Naz Evi (piyes) ve Hacı Bektaş-ı Veli (belgesel) adlı eserleri vardır.
Kuş Sofrası adlı şiir kitabı Mariya Leontiç tarafından Makedonca’ya (2000), Mir Aziz Azam tarafından Özbek Türkçe’sine çevrildi (2008). Seçilmiş şiirleri Ramiz Asker çevirisiyle Azerbaycan’da (2008), Tahir Kahhar çevirisiyle Özbekistan’da (2016) kitap olarak yayınlandı. Bazı şiirleri pekçok Türk lehçesinde ve Rusçaya çevrilerek yayınlandı.
Evli, 5 çocuk babası ve 6 torun dedesidir.

EYLÜLE BESTE

ŞIIR OLUYOR
Leyla’nın başına örttüğü tül kadar ince
Dolunay bir buluta bürününce
Şiir oluyor
Kumsalda bir kedi gibi uysal
Dalgalar ayağımı yalıyor
Şiir oluyor
Bahçede çim biçiyor bir ihtiyar
Kokusu genzime doluyor
Şiir oluyor
Apansız bir yıldız düşüyor göğümüzden
İçimize köz düşüyor
Şiir oluyor
Siyeci bozulmuş viran bahçelerde
Güller soluyor,
Şiir oluyor
Kelimeler gözlerimde bir avuç kum
Çıkarıyorum,
Şiir oluyor.

HARRAN GÖKLERI
Yıldızlar,
İri, şehlâ gözlerdir
Geceyi gamlı kılan
Uzaktan süzerler bizi
El değmemiş terütaze tenleri
Ölmüş ergen kızlardır
Yıldızlar
Yıldızlar,
Derin, Harran göklerinin
Solmaz çiçekleri, naz çiçekleri
Her gece perîşân düşerler suya
Yıldız saya saya varır bebek uykuya
Dökülür yastığa bir mavi rüya
Onlar ki, en hazin ninniyi söyler
Öper öksüz çocukların alnından
Saz benizli ecemizdir
Yıldızlar
Yıldızlar,
Bahtımız, yalnızlığımız
Leylâ, demeyegör,
Okşar yüzünüzü bir kuş kanadı
Bu en güzel kadın adı
Havvâ’dan beri
Kim bilir nasıldı elleri?..
Hey eski zaman güzelleri,
Arzû, Şirin, Züleyhâ,
Dilberler dilberi Meryem
Kızlardır
Yıldızlar

YENIDEN
Her şiirde dilimi kaybeder
Yeniden bulurum ben
Ve her şiirde yeniden
Cennetten kovulurum
Memnû meyveyi yediğim güne dönerim
Yeniden
Her şiirde çarmıha gerilirim hoyrat ellerde
Mesîh’e hemdem olur,
Göklere seyran ederim
Her şiirde kendimi berdâr ederim
Ölürüm, yeniden dirilirim ben
Yeniden
Kudüs’te ruhban,
Mekke’de hacıyım ben
Ferhad’ım, külünk elde
Dağlar hallacıyım ben
Nice isyan etsem de
Hep sana râciyim ben
Sana duâcıyım ben
Yeniden
Nesîmî’yim,
Bir seher Halep çarşılarında
Kelâmın diyetini öz canımla öderim
Elimde dil bayrağı
“Hû!” der Hakk’a giderim
Yeniden
Hâbil’i öldürür kan ederim
Hazreti Yusuf’a bühtan ederim
Ve döner Züleyhâ’yı tân ederim
Yeniden

ÇIÇEKLER VE KUŞLAR
Sümbül
Bir sülüs besmeledir
Ulu mabetlerde süs
Buram buram Türk kokan
Sultanlar tuğrâsıdır
Sümbül
Güvercin
Hû çeken derviş
Yüce ayvanlarda,
Semâda bir Mevlevî
Hünkârdan el tutmuş
O’ndan gayri herkes unutmuş
Akıllı kuş,
Güvercin
Lâle
Bir leyle-i kadîrde kandil
Bir yürek kan içinde
Kalmış efgân içinde
Değil piyâle
Lâle
Leylek
Bir gurbet türküsü gagasında
Her yaz gelir gider,
Yemen’de, kınalar ellerini
Beytullah’a yüz sürer
Kuş değil melek
Leylek
Gül
İslâm’ın fecridir
Terütâze,
Kucak kucak,
Her seher doğacak
Gül
Bülbül
Şadırvan sesi
Selimiye’de, Süleymâniye’de
Kur’an nağmesi
Tatlı bir elhan
Hâfız ya da mevlithan
Bülbül.

SITEM
Türkümü unutturdun
Beni böyle eve köye koymazlar
Candan tutkulara adanmış türkümü
Kim bilirdi benim kadar kuşları
Öbek öbek fal taşımdı yıldızlar
Adsız kaldı yüzlerce ot, böcek
Türkümü unutturdun!..
Orak tutmak, at oynatmak nerede
Bir şeyler koydun, bir şeyler aldın
Kapımızda köpeğimiz tanımaz
Koşturamam kuzuları ardımdan
Dillerince anlaşamam
Yaban oldum artık eve obaya
Türkümü unutturdun!..

BAHAR KARŞILAMASI
Şaştım kaldım,
Bu sabah,
Gelmez sanılan yaz gelmiş,
Bir kuş tüyü düşer gibi
Nisan düştü bahçeye!
Bahçe bir çerçi bohçası
Göz mü dayanır
Hevenk hevenk renk
Kırlarda bir hengâme
Uyanmış kara toprak
Ben artık uyuyamam
Her dal,
Tomur tomur tomurcuk
Her çiçek bir kahkaha
Uçuşan tozlarda döl bereketi
Etrafta bir telaş, bir telaş
Fidanlarda genç kız acelesi var
“Nisan hamfendi bir ay,”
Değmeye gelmez
Ağlar

ÖĞLEYIN KÖY
Eşekte ayağı sallanıyordu
Bir türkü dilinde ballanıyordu
Ahmet Ede’nin
Bozkırda her yan yanıyordu
Eşekte ayağı sallanıyordu.
Bir çocuk gölgesin kovalıyordu
Az kaldı yakalıyordu
Çocuk bu
Toprakta ayağı yanıyordu
Bir çocuk gölgesin kovalıyordu
Azık geç kaldı azık
Tarlada babası kıvranıyordu
Çocuk oyuna daldı
Babası döver yazık
Azık geç kaldı azık
Öteden kocası tanıyordu
Emine’nin şalı allanıyordu
Yel gibi buğday içinde
Bayrakça dalgalanıyordu
Öteden kocası tanıyordu
Bir karış dışarıda köpeğin dili
Fıs demez poyraz yeli
Tavuklar baygın
Yer gevrek ekmek gibi
Bir karış dışarıda köpeğin dili
Bir öküz sinekten huylanıyordu
Kağnı bir yana ağıyordu
Ödü koptu Durdu Dayı’nın
Sırtlayıp dayanıyordu
Bir öküz sinekten huylanıyordu
Irgatın burnu kanıyordu
Köy kan-ter içinde
Öyle ki denemez defter içinde
Bozkırda her yan yanıyordu
Irgatın burnu kanıyordu.

MASAL ÇAĞI
Şu mavi dumanlı koyda
Bir küçük köy uyukluyor
Şu gümüş hâreli çayda
Bizim kızlar kilim yuyor
Geliyor tokaç sesleri
Yansıtır yamaç sesleri
Suyun aynasında tarar
Kızlar üç kulaç saçları
Yüzünüz şavkır sulara
Kalaylı bakraç yüzünüz
Oturun dinlenin biraz
Yok mu yazınız güzünüz
Öte geçeye geçmeyin
Çay bulanık su içmeyin
Güzellikten baç alırlar
Gül yüzünüzü açmayın
Şarıl şarıl çimdiğim çay
Çiğdem topladığım yayla
Artık rüyama girmeyin
Etmeyin etmeyin böyle
Aynı kaptan yenen yemek
Bin dudağın değdiği tas
Ah köyüm baba ocağım
Suyun Zemzem, taşın elmas
Dağlar ak saçlı bir dede
Doruklar pâre pâre kar
Tarlalar kırda seccâde
Kekik kokulu tarlalar
Gözümde tüter bacalar
Medet analar bacılar
Gençler; beni tanımaz
Duydum ki ölmüş kocalar
Zeynep, Elif, Suna, Gülçin,
Fistanınız biçim biçim
Bir gün imeceye gelin
Bu derdi tüketmek için
Beni unutmayın sakın
Seven demez uzak yakın
Yitirdim köyün yolunu
Yamaçlara ateş yakın
Hiç sormayın nerde kaldım
Her yıl bir diyarda kaldım
Bir ifrit ağına düştüm
Bir kuş gibi darda kaldım
Yıkacağım evi barkı
Sıkıyor beni dört duvar
Niye söylediğim şarkı
Ulaşmıyor yâre kadar
Kuşlar geçer katar katar
Katılır ben de giderim
Kanat vermezse turnalar
Kolumu kanat ederim
Çamlıbel’i tutunca kar
Uluşur dağda aç kurtlar
Bir kuş olurdu bir deve
Bacadan geçen bulutlar
Vurulmuş küçük şehzâde
Düşmüş doru küheylandan
Kimseler gelmez imdâde
Baykuş ötüyor ayvandan
Ninem nerde nerde masal
Ağzından bal akardı bal
Benim aslan çocukluğum
Yollar ayrıldı hoşça kal

BIZIM ELIN KIZLARI
Hey kızlar
Bizim kızlar
Ya ayva, ya narsınız
Karagün çıraları
Mum gibi yanarsınız
Hey kızlar
Bizim kızlar
Mübarektir adınız
Elif, Döne, Emine
Gençliğe doymadınız
Açık olsun bahtınız
Hey kızlar
Bizim kızlar
Yurdumun semasında
Adsız yıldızlarsınız
Rüzgârda bir saz gibi
Ne diye sızlarsınız
Hey kızlar
Bizim kızlar
Yemen’de, Bingâzi’de
Bir cephede biterdik
Bereket siz varsınız
Yaylada pınarsınız

ELIF
Köy dağların ardında kaldı
Bir gün çıktım yel yepelek
Köy dağların ardında kaldı
Türküleri unuttum
Gitgide ıradı kağnı sesleri
Bir daha uğramadım
Hâlbuki Elif’e sözüm vardı
Hiç varmadım
Kız dağların ardında kaldı
Sanırım
Özlemiş, özlemiş, alışmış Elif
Artık çoluk çocuğa karışmış Elif
Bilirim ardımdan atıyorlar
“İnsanoğlu çiğ süt emmiş emmoğlu
Sözü savı m’olur?
Mümkünü yok,
Dönmez artık
Dönmez o!..”

ŞIMDI
Soluyorsun,
Duyuyorum kaç gün öteden,
Ipılık,
Pembeli düşler içinde
El ayak çekilmiş geceden
Uyuyor olmalısın.
Ben saatin tik takını sayarken
Tan atıyor.
Üstün açılmış hafiften
Dağları unutup örtmek istiyorum.
Bir ıslak serinlik sabahları
Üşüyor olmalısın.
Küçücüktün,
Tüy gibiydin o günler
Can ağacım
Her sabah güne karşı
Biraz daha boy atıp
Büyüyor olmalısın.

PRENSES
Tebdili kıyafet gezer kız,
Sınamak için prensi,
Gören çingene sanır,
Kirli çöplüklerde bir şeyler arar;
Ellerine batar cam kırıkları,
Paslı tenekeler, eğri çiviler,
Hastâne artıkları,
Elleri kanar;
Siler nar çiçeği entarisine,
Kız ağlar!..

YORGUN ECEMIZ
Bu şiir,
yüksek sesle okunmak için değil;
bir küpeli kulağa fısıldanmak için yazıldı.
O yıllarda sen,
Bir ince kızdın daha,
Krizantemler kadar taze
Aynı pencereden baktık yıllarca
Eşyaya ad, kuşlara kanat taktık
Başladılar pervâze
Gökyüzünü biz boyadık maviye
Yamaçları çiçeklerle donattık
Mavi, yeşil, mor
Böğürtlen toplarken elim kanadı
Hâlâ kanıyor
…………………..
Kuş ayaklı, saz benizli ecemiz
Niye soldu yüzün, gözlerinde nem
Şen nağmelerinle dolsun gecemiz
Söyle türkümüzü kaldığın yerden

ÜÇ GÜMÜŞ TÜY
Mevsim bahar
Hava lodos
Sular sarhoştu
Kıyıyı dövüyordu dalgalar
O gün iki kuş
Bir kumsalda buluştular
Bir martı
Bir kartal
Ak paktı martı
Köpükten yaratılmıştı
Kartal, kapkaraydı
Kayalardan kopmuştu
Yalçın kayalardan
Şaşırıp kaldılar
Bir martı
Bir kartal
Maviydi kıyı
Kubbeler semâviydi
Martı güzel,
Kartal yabâniydi
Uçtular
Kubbeler kemerler arasından
Bir martı
Bir kartal
Ama bir gurup vakti
Alev aldı sular
Kanatları tutuştu kuşların
Kartal dağlara kaçtı
Martı denize daldı
Kumsalda üç tüy kaldı
Üç gümüş tüy
Bu böyle bir masaldı
Bir martı
Bir kartal

ARDICIN TÜRKÜSÜ
Toroslar’ın tepesinde
Tel duvaklı bir ardıcım
Yemenimi yele verdim
Buluta karışır saçım
Toroslar’ın tepesinde
Üç budaklı bir ardıcım
İmrenirim uçan kuşa
Maviliği sevmek suçum
Toroslar’ın tepesinde
Yeni yetme bir ardıcım
Ben yanarsam orman yanar
Çamlıbel’e sığmaz acım
Toroslar’ın tepesinde
Eli bağlı bir ardıcım
Tepemden turnalar geçer
Katılmaya yetmez gücüm
Toroslar’ın tepesinde
Dalı kırık bir ardıcım
Gönülsüz kızlar gibiyim
Beni kınamayın bacım

GECEYE ÖVGÜ
Alev Erkilet’e
Gece ılık süt denizi
Gönül bir ipek yelkenli
Bir limana çeker bizi
Itırlı ve yâsemenli
Kurtlar çekilir kuytuya
Bir olur dağ ile dere
Bir mağaradan çıkar rüya
Dağılır bütün evlere
Samanyolunda çocuklar
Düşer bir ceylan izine
Yüzünü mehtapla yıkar
Bulanır altın tozuna
Gece gönlüm çocukça hür
Gündüz bir topal karınca
Uçma sırası bendedir
Kuşlar uykuya varınca
Her yeni gün bir hediye
Müjdeler verir her seher
Kınamayın esmer diye
Güneş doğurur geceler
Çıplak ayağıyla yürür
Usul usul dilber gece
Saçları dünyayı bürür
Sırtında atlas ferâce
Anlarsa anneler anlar
Gecenin tatlı dilinden
Açılsın büyük kapılar
Gelen var Kenan Eli’nden
Geceyle başlıyor vuzuh
Belli ki göz değil gören
Gece nefes alıyor ruh
Şükür geceyi gönderen

TÜRKÜLER
Bayram Bilge Tokel’e
Bu türküyü
Bir Yörük gelin doğurdu
Dağ doruklarında
Ve süt verdi ona gül sinesinden
Ses kattı turna sesinden
Bulutlara beledi
Söyleyen gür söylesin
Edep erkân öğretti sonra
Hazin ninniler söyledi geceleri
Dağ dağ dolaştı bu ses
Bu içli seda
Gâh merhaba oldu
Gâh elvedâ
Besledi büyüttü
Asker eyledi
Yiğitler hür söylesin
Bu türkü Yemenlidir,
Gözyaşı kurumamış
Adaklı kızın âhı
Bu türkü Sarıkamış
Ah bu nasıl kamış
Kana susamış
Bölük, tabur söylesin
Bu türkü Seddülbahir
Bu türkü Çanakkale
Bu türkü dinmez sızı
Bu türkü bir velvele
Bu yurdun oğlu kızı
Göğsünü gere gere
Gümbür gümbür söylesin
Bütün gözler kara bu türkülerde
Bütün güzeller ceylan
Yel vurur kum savrulur
Müstezatlarla artar gam
Gözü yaşlı âşıklar
Biraz mahmur söylesin
Gidersek gelen söylesin
Ağlayan gülen söylesin
Kadrini bilen söylesin
Türküler öksüz kalmasın

DENIZ KIZLARININ TÜRKÜSÜ
Denizin dibinde üç kız oturur
A canım, üç kız oturur
Evleri mercan
İnci yerler sabah akşam,
Yosun giyerler
Rüzgâra karışır türküleri
Denizin dibinde üç kız oturur
A leylim, üç kız oturur
Gözleri şehlâ,
Elleri saydam
Narin gölgeleri sulara vurur
Dalgalar onların saç örgüleri
Denizin dibinde üç kız oturur
Civanım, üç kız oturur
Dişleri inci,
Gözleri umman
Sahile çıkarlar her gece üryan
Saçlarını tarar su perileri
Şehzadem kumsalda bir yüzük bulur
Bi’danem, bir yüzük bulur
İçlerinden küçüğüne vurulur
Başlar serencam
Denizle konuşur o günden beri
Dolaşır elinde bir gümüş şamdan
Sevdalım, bir gümüş şamdan
Şimdi onun adı deniz feneri

AHVÂL-I EYLÜL
Bir Servet-i Fünûn romanından
Dışarı fırlayan
Saz benizli bir kızdır Eylül
Tahtaları kararmış
Çatısında baykuşlar öten
Lebideryâ bir yalıdan
Çıkar her akşam
Vîrân bahçelerde bir şeyler arar
Narin, müteverrim
Ve nâtüvân bir kızdır
Levnî’nin minyatürlerinden
Dışarı fırlayan
Elif endâm bir kızdır Eylül
Elinde bir karanfil
Dudağı mercan
Toplar ferâcenin eteklerini
Islanmasın diye kenarsuyundan
Usulcacık sofaya atlar
Teşrîfiyle şereflenir hânemiz
Akla ziyan bir kızdır
Hâmid’in Finten’inden
Dışarı fırlayan
Sâir-i filmenâm bir kızdır Eylül
Koynunda nar dolu
Eteğinde nâr
Değdiği yer yanar kor nefesinden
Âfet-i devrân bir kızdır

EYLÜLE BESTE
Gülüm hayat bir serenat
Söyle batan güne inat
Ömür üç günlük saltanat
Günler bölük, aylar alay
Ay ne çabuk geçiyor ay
Eğil bir daha, bir daha
Uçarı bir kuş can değil
O akan kan bu kan değil
Akıp giden zaman değil
Çağıl çağıl bir deli çay
Zaman bir ölü gömleği
Nemrut’tan kalma soykadır
Tevrat’tan kalma sayfadır
Akıp giden zaman değil
Gökte ay yine dolunay
Bitti düğün, sinsin, halay
Şimdi yerini yas aldı
Takvimde günler kısaldı
Akıp giden zaman değil
Dörtnala kaçan körpe tay
Siyim siyim, püsem püsem
Bir yaz yağmuruydu dindi
Önce ninem de gelindi
Akıp giden zaman değil
Giden biziz vay anam vay!..

YOLCU YOLUNDA GEREK
Hastalar,
Kar isterler
Kafdağı’nın ardından
Ve buluttan döşek
Onlar,
Yaramaz çocuklardır,
Sallanır durur,
Dünyanın balkonundan,
Düştü düşecek!
Gölgen kaçıyorsa senden,
Düşmüşse gökte yıldızın,
Kavga başlar canla ten arasında,
Ne bilelim;
Hangi pınarın suyu,
Ya da çiçeğin özünde derman
Büyük yerden geldi ferman
Yolcu yolunda gerek.

ÇALIŞIRKEN TÜRKÜ
Mithat Güzel’e
Ben bir çırağım şehzâdem
Ben acemi bir çırağım
Hiç durmadan
Ustamın yaptığı heykelleri parlatıyorum
Ustam ustalar ustası
Dillere destan
Ben onun ayak tozu, kapı kulu
Elest Günü’nden beri
Ustama hayran
Ustama kurban
Ben bir çerçiyim şehzâdem
Ben gezgin bir çerçiyim
Camekân dolusu inci mercan
Alana satıyorum
Dilimde de bir türkü
Gâh güldürüp
Gâh ağlatıyorum
Zümrüt, yeşim
İnci, mercan
Bir hayrat bahçeyim yol kenarında
Setsiz siyeçsiz bir bahçeyim
Hey afacan çocuklar
Garip yolcular
Topraktan su,
Gökten ışık dilenip
Size tat sunacağım
Ayva, turunç
Elvan elvan
Keloğlan’ım ben
Küçük şehzâdeye hız veren
Bir kutlu savaş için
Masallar anlatıyorum
Şehzâdem hanlar hanı
Ben onun at uşağı
Keloğlan’ı
Davran şehzâdem
Şehzâdem davran

FILLER VE KARINCALAR
Siz hiç
Kırda bir göze kadar berrak
Ve bir çocuğun gözleri kadar saf ve temiz
Bakabilir misiniz?
Daha kıyamet kopmuyorsa eğer,
Gökler başımıza çökmüyorsa
Onlar sâyesindedir.
Onlar,
Bize Rabb’in emânetleri,
Onlar, Bosna’da, Grozni’de,
Uganda’da, Somali’de, Bağdat’ta
Fillerin ayakları altında ezilen karıncalar,
Onlar daha açmadan solan goncalardır…
Vakitsiz ölürse çocuklar
Bir yer altı nehri doğar
Anaların toprağa sızan gözyaşlarından
Bir gizli deniz oluşur yavaş yavaş
Ve sonra bir dağ koyağı,
Yahut bir fay çatlağı bularak
Tekrar çıkarlar apansız
Berrak bir pınar gibi
Köhne dünyamızın herhangi bir yerinden
Adına Yûnus deriz
Erciyes eteklerinde doğmuşsa eğer
Yûnus, yâni bir ermiş
Hint’te, Çin’de doğarsa
Tagor, Buda, Konfüçyüs,
Oysa hepsi birer bilge çocuktur onların
Yüzlerinde Mesih mâsumiyeti,
Sözlerinde Mezmûr gücü var…
Siz hiç
Kırda bir göze kadar berrak
Ve bir çocuğun gözleri kadar saf ve temiz
Bakabilir misiniz?

EFSANE
Bir Lidyalı avcı
Bir Hitit çoban
Da böyle geçmiş bu yollardan
Gölgesini kovalayan köpeğiyle
Ay boynuzlu keçilerin ardından
O çağlarda bu dağlar
Yavşan ve kekik kokardı hep
Kanadında gümüş vardı kuşların
Kundak gibi üzümler sarkardı
Yabanî asmalardan
Önce Medler, Persler
Ve sonra İskender’in orduları
Çiğnedi bu toprakları,
Devâsâ çamların yalımında
Silah çatıp sinsin oynadılar
Arkasından
Venedikli tayfalar,
Cenevizli haytalar dadandı kıyılara
Yıldızlarla konuşan sedirlerden
Yelkenlerine kürek
Ve gemilerine direk yaptılar
Ve sonra akın akın
Uzağı yakın eden atlarıyla
Türkler geldi Anadolu’ya
Hükümrân oldular toprağa suya
Kılıçları keskin, bilekleri kaviydi
Lâkin tülbentten yufkaydı yürekleri
Avları herkese müsâviydi
Mis kokulu çamlardandı hamur tekneleri,
Evlerinin mertekleri ve kağnı tekerlekleri
Gürgenden, meşeden, ardıçtandı
Onlar da hoyrat davrandılar ağaçlara
Her kışa bir orman adandı
Vurduğu tavşanı pişirirken
Tembel bir avcı,
Bir kıvılcım sıçradı, orman yandı
Ve hâlâ canlı ağaçlar var kel tepelerde
Hayret nasıl dayandı
Arkasından
Dur durak bilmeyen Haçlı Seferleri
Moğol akınları ve Timur’un filleri
Kıtlıklar, kıtaller, savaşlar
Bitirdi ormanları
Kalanı da biz kestik
Tek dal dikmedik yerine
Tahta, tabut, sandık
Derken, cascavlak kaldı tepeler
Ne bilelim,
Daha tükenmez sandık
Kala kala ne kaldı geriye
Üç beş uyuz ahlat ve öksüz çalı
Kırılan kuş kanadı,
Zeytin dalı

ŞAŞIRMAYIN
Bizler derin uykudayken geceleri
Birileri havayı zehirliyor
Şifresini bozuyor hücrelerin
Güvercinlere arsenikli yemler serpiyor
Hormon zerk ediyor yediğimiz meyvelere
Yarın bir bomba gibi
Elinizde patlarsa elmalar, portakallar
Şaşırmayın!
Bu gidişle tekrar dirilecek gergedanlar
Mamutlar, ejderhalar, dinozorlar, titanlar,
Birer birer dışarı fırlayacaklar masallardan
Ve sivrisinekler, ağır silahlarla mücehhez
Birer fantom kesilecek
Gözümüzü oyarsa karıncalar
Şaşırmayın!
Yaşanmaz bu plastik pislikler içinde
Bu berbat havada nefes almak zor
Masmavi denizlere katran sızıyor
Bu atmosfere alışan kuşlar
Günden güne canavarlaşıyor
Çocuklarınızı kaçırırsa martılar
Şaşırmayın!
Yavaş yavaş
Pirana kesilecek bütün balıklar
Paslı solungaçlarıyla yavaş yavaş
Karaya da alışacaklar
Ve göz açıp kapayıncaya kadar
Kocaman bir fili parçalayacaklar
Dört mevsim ığıl ığıl kan akarsa ırmaklar
Şaşırmayın!
Kapkara karlar yağacak yollara
Ardı arkası kesilmeyecek depremlerin
Radyasyonlarla kavrulacak bütün dünya
Yerle bir olacak câmiler, katedraller
Güneş mağripten doğup maşrıktan batacak
Tufanlar kaplarsa yeryüzünü
Şaşırmayın!
Bizi her âfetten koruyan bir perdeydi ozon
Lâkin bilinmedi kıymeti
Gitgide artıyor güneşin harareti
Kutuplarda eriyen buz dağları
Ve çürük iplikler gibi kopan aile bağları
Kıyametin alameti
Şaşırmayın!
Oyuncağını kıran yaramaz çocuklar gibi
Çivisini koparacaklar evrenin
Ne çakal dayanır buna ne tilki
Yas tutmaya dünyamızın ardından
Bir çapaçul karga kalacak belki
DNA’larıyla oynarken hücrelerin
Her şeyin cılkını çıkaracaklar
Şaşırmayın!

SON GÖÇEBE
Batı’dan estikçe rüzgâr
Döner yel değirmenleri
Çağı geçti gökkuşağı kilimlerin
Kırıldı birer birer yörük kirmenleri
Boş ver,
Konacak konuk mu kaldı zaten
Artık nemize yetmez,
Cırlak renkleriyle halıfileks
Kumaşlar hep sentetik ve şarkılar arabesk
Küstürdük yağız atlı seğmenleri
Kum doldu o billur pınarın gözlerine
Akça gelinlerin kınası soldu
Ve ozanlar unuttu türküleri
Günden güne arıkladı koyunlar
Çocuklar bir kemik, bir deri
Şimdi her şey bir çıngırak kadar ırak
Uzakta bir kuş ötüyor
“İnfirak, infirak, infirak!..”
Göğümüzü terk edeli turnalar
Çerçiler getirir haberi

YAYLA DÖNÜŞÜ
Yaylacılar çadırları dürdüler
Uzaktan duyulur çıngırakları
Yolda doğar en hüzünlü türküler
Gönüller yolda akar
Nasıl unuturlar mor şafakları
Dağları yutarak geliyor duman
Rüzgâr bir dikeni kovalıyor
Hıpırtısı duyuluyor koyunların
Kepeneğe bürünüyor bir çoban
Karabaş elini yalıyor
Bak yine göründü dağların keli
Dökülen yapraklar şimdi kızıl kor
Yamaçta iri bir teke heykeli
Sakalıyla oynuyor seher yeli
Tüyleri gümüşe çalıyor
Boynuzu aya değiyor, sakalı yere
Geviş getiriyor yavaş yavaş
Ne bir ses, ne bir nefes
Dalmış yine derin düşüncelere
Bu teke bir Sokrates

AY DURUR BEN YÜRÜRÜM
Tarlalar arasından
Cılga yollar boyunca
Ay durur ben yürürüm
Ayağıma takılır
Yerde bir kara yonca
Düşer boylu boyunca
Ay durur ben yürürüm.
Bir cırcır böceğinin
Uzun teranesiyle
Üğrünürken kavaklar
Bir derviş edasıyla
Hırkama bürünürüm
Çimenlere çiy düşer
Ay durur ben yürürüm
Bu gümüşlü gecede
Bu çok düşlü gecede
Tarlalar kekik kokar
Dağın yamaçlarında
Çobanlar ateş yakar
Densiz bir köpek ürür
Ay durur ben yürürüm
Mezarlıktan geçer yol
Biraz ayak sürürüm
Bir latife anlatır
Onları güldürürüm
Dünyadan haber verir
Yeniden öldürürüm
Ay durur ben yürürüm
Böyledir gece yollar
Yarı hayal, yarı düş
Gamlı bir baykuş öter
Tekin değil bu ötüş
Böyle yorgun derbeder
Gölgem ile beraber
Ay durur ben yürürüm

ÇOCUKLAR SAYIKLIYOR
Kadın hakları dedik,
Yedik çocuk haklarını.
Annesiz kaldı bebekler,
Emdi parmaklarını.
Ey dolunay yoldaş ol
Kov kara bulutları
Tedirgin çocukların
Öp kirli yanaklarını
Çocuklar sayıklıyor
Ne olur bir besmele
Sessizlik bir velvele
Sarar kulaklarını
Anneleri çaydadır
Partidedir, çaydadır
Çözün uçsun bebekler
Çözün kundaklarını
Çocuk yaralı ceylan
Nereden içecek suyu
Uyku yılanlı kuyu
Kurar tuzaklarını
Hey afacanlar afacanlar
Kaçın kırlara
Parfümlü salonların
Kırın bardaklarını
İffet dilber ninemin
En kutlu armağanı
Zamâne gelinleri
Netti yaşmaklarını

GÖÇ
Su serperler ya
Gidenlerin ardından
Dün askere
Hind’e Yemen’e
Bugün ekmeğe
Yaban ellere
Dönmezler de ondan
Yoksa niye serpsinler
Sirkeci’den tren gider
Ona binen verem gider
Bir kampana çalar
Analar ağlar
“Oğuuul
Oğul!”
Çocuklar öksüz
Gelinler dul
Sirkeci’den tren gider
Evim barkım viran gider
Biz hep atla geçtik Tuna’dan
Böyle geçmedik
Avrat uşak
Biz hiç böyle göçmedik
Beyler utansın
Sirkeci’den tren gider
Varım yoğum törem gider
Tuna bizden utanır
Biz Tuna’dan
Yüzüne kapatır ellerini
Aldırma be Tuna’m
Yiğit çıplak doğar anadan
Sirkeci’den tren gider
Erzurumlu Duran gider
Burada ezan var
Orada çan
Her sabah çınlar tepemizde
“Uyaaan
Uyaan
Uyan!..”
Sirkeci’den tren gider
Bir yaldızlı Kur’an gider

ŞEHIRDE
Ne kadar paralanıyor insanlar bu şehirde
Ve sonra hiç şaşırmadan
Nasıl da buluyorlar yolunu
Bu korkunç labirentte her akşam
Nasıl dönüyorlar eve?..
Hadi döndüler diyelim
Kadınlar nasıl tanıyor kocalarını
Ve çocuklar babalarını nasıl tanıyor
Bunca değişmeden sonra
Ya gorile benziyorlar,
Ya deve!..
Fakat köpekler aldanmazlar
Akıllı köpekler, soylu köpekler
Hisleri yanıltmaz onları
Küserler sahiplerine
Bizi haram lokmayla besliyor diye…
Artık bu şehirde her şey kemiyet
Ve her akşam bu kadar kemikle et
Nasıl da toplanıyor
Ve nasıl sığıyor konteynerlere
Aşk olsun çöpçülere!..

PARKLAR
Bereket parklar var bu şehirlerde
Çöllerde vâhâ gibi parklar
Islak söğüt dallarında serçeler
Banklarında ihtiyarlar uyuklar
Solgun yüzleri ve fersiz gözleriyle
Nineler, dedeler, yorgun emekliler
Susmayı talim ederler biteviye
Akşam eve döndüklerinde
Gelinler kızmasın diye
Hey küheylan gelinler,
Afacan torunlar, yiğit oğullar
Siz de yorulacaksınız günün birinde
Siz de ihtiyarlayacaksınız yarın
Neylersin
Birazcık çenesi düşük olur ihtiyarların

BAYRAMLIK
Bugün bayram dediler ya, cumartesiydi
Küçük evlerden gelen ağıt sesiydi
Et değil; dert kaynar kazanlarında
Hava kararınca semt pazarında
Kediler ve köpeklerle beraber
Bir nine dolaşır şaşkın, derbeder
Siyim siyim yaşlar dolar gözüne
Yaşmağını siper edip yüzüne
Ezik domatesler, çürük meyveler
Topluyor evdeki öksüzlerine
Sen utanma ninem, senin yerine
Seni bugünlere koyan utansın
Hırsız bakan, arsız ayan utansın
Kucağı köpekli bayan utansın
Kurduğu bankayı soyan utansın
Bu halkı sürüye sayan utansın
Bugün bayram dediler ya, cumartesiydi
Küçük evlerden gelen ağıt sesiydi.

YATAĞIM[1 - Lise son sınıftayken yazdığım bir şiir.]
Sadık dostum yatağım
Usanmaz dert ortağım
Yaslandımsa yaslandın
Sen de gurbet yaslandın
Benimle izbelerde
Katlanarak her derde
Sen ne dersen desen de
En şefkatli yüz sende
Üstündeki desende
Yazılıdır kaderim
Neşelerim kederim
Senin ile baş başa
Hepsini ortaklaşa
İçeriz yudum yudum
En yakın seni buldum
Yarasalardan kaçtım
Derdimi sana açtım
Kucağında öldüğüm
Zaman edip kör düğüm
Sırrımı çözme ele
Gidersem son menzile
Kal artık güle güle

KUŞ DESTANI
Tûfanda serçeleriz biz
Her rüzgârda sağa sola savrulan
Böyle yazar kadîm kuş tarihinde
Hanımına yastık yaptı nice Süleyman
Saf tüylerimizden
Kızına çeyiz.
Gök gürler
Rüzgâr ulur
Sineriz kuytulara
İliğimize işler teşrin soğuğu
Yuvamız sur dibi
Ağaç kovuğu
Ne dersin koca kartal
Sürmeli kuğu
Kızmayın efendimiz
Yani,
Şey,
Biz…
Avâre serçeleriz.
Onlar A, B, C
Çalımla kurulur baş köşeye
Alfabenin son harfleriyiz biz
u, ü, v, y, z
Kısık seslerimizle
Bîçâre serçeleriz.

KUŞ SAGUSU
Şimdi Attâr da yok
Acep kim yazacak kuşların tarihini
Kanadından bir tüy koparıp
Aşınmış taşlar üstüne
Şu ihtiyar martı mı?..
Hadi yazdı diyelim
Sonra kim okuyacak bu arkaik yazıyı
Rik’a mı, tâlik mi, sülüs mü
Yoksa bir karaltı mı?..
Gitsin sulara yazsın
Bir ebrû gibi berrak sulara
Suların hâfızası var
Kuşların hâfızası yok
Mîladı yok,
sevinci yok,
tasası yok
Vay benim tâlihsiz serçelerim
Tâlihsiz ve tarihsiz serçelerim

ANDIZ FIDANI
Bir yangın yerinde koşuyorum
Şimdi ben ayağım yalın
İkide bir közlere basıyorum
Yanmış çamlar, ardıçlar, yalım yalım
Yanmış sürmeli fidanlarım
Kırların güzeli lâleye sordum
Bağrı yanık, boynu bükük lâleye
Ağız dil vermedi
Lal olmuş lâle
Savrulan küller arasından
Bir andız fidanını gösterdi
Son demlerini yaşıyordu fidan
Üzerinden bir tank geçmişti sanki
………………………….
Durmadan kan kaybediyordu
Bir fersah ötede derin bir kuyu
Kırık bir çıkrık,
Nasıl çekecek suyu
Bir hıçkırık tutturur çıkrık
Şıpır şıpır yaş döker köhne kovadan
Ben ağlarım o ağlar
Viran bağlar üstüne
Hızır da içmiş olmalı bu sudan
Bengübâde mi desem Zemzem mi
İçen hayat bulurmuş bu sihirli kuyudan
İçen unuturmuş uykuyu
Şimdi ben bir fidanda yaşıyorum
Ona ağzımla su taşıyorum
Suyu bitse kan veririm
Ve canımdan can veririm
Büyü fidanım büyü

PARADOKS
Hey
İhtiyar ihtiyar
Hastalıktan değil
Yaptığın perhizden
Aldığın müsekkinden öleceksin!..
Aç bağrını kırlara çık,
Biraz serinle
Deliren çayları, ötüşen kuşları dinle
Bak ne diyor yine âvâre andelip;
“Boş ver,
İnceldiği yerden kopsun ip
Vakti saati gelmişse eğer
Ne ilaç kâr eder, ne tabip
Tedbiri bırak
Sigaranı tüttürmeye bak
Giydiğin son elbise
Ve aldığın son çakmak,
Senden daha ömürlü olacak!..”

PROSPEKTÜS
Oooo,
Merhaba teramisin,
Merhaba iki gözüm!
Gelen sen misin.
Buyur otur şöyle,
De hele, hangi dertlere endikesin
Fusidin mi dike, sen mi dikesin
Bilmem neniz olur parasetamol
Kaç mol asit, kaç mol baz
Ve kaç mol alkol ihtiva edersiniz
Gel hele gel
İlaçların şahı
Bugün yine diri tuttum sabahı
Hastayım, yalnızım, üstelik gurbetteyim
Her yanım yara bere
Sarmış vücudumu cümle mikrobât
Koküs, moküs, floktokoküs,
Antimus, trataküs, paratitikus
Vay anam vay,
Künyeye bak künyeye!..
Ve çatık kaşlı bir tabip
Uyarıyor beni
“Hayır, onun adı künye değil
Prospektüs!..”

BIR SÖZ AVCISINA
Suavi
Atar ağını sulara her akşam
Gurup rengi şiirler avlar
Sözcükleri kıvılcım
Mısraları hafakan
Okuma / yan
Oku / yan
Böyledir deniz çocukları
Esatir konuşur mısralarında
Kaleminden kan damlar
Her katresi bir umman
Okuma / yan
Oku / yan
Şimdi Gölcük’tedir o
Küçücük evlerinde
Deryâ ile dertleşir
Ne arayan ne soran
Okuma / yan
Oku / yan

ŞAIR VE GÖL
Ohri;
Güzel göl,
Nazlı göl,
Midye karnında bir inci
Balkanlar’da ceylanların sulağı
Turnaların sevinci
Ve her yaz
Çevresinde yüzlerce dilden
Şiirler okunan
Karaorman Dağları’nın karıyla
Ve Kara Dirim’in sularıyla beslenen
Sırlı bir ayna
Lâkin
Böyle küçük bir gölcüğe sığar mı hiç
Şiirleri ve felsefesiyle
Kocaman bir transatlantik
Ferid Muhiç

SISLI BIR EGZERSIZ
Şairciklere
Bu şiir çok sentetik
Dokusu elyaf
Yarısı ödünç sözcüklerin
Derin anlamlar içeren
Maroken ciltli bir ansiklopediden
Yarısı bir kızdan
Evet,
Saçları permalı bir kızdan aparma
Rokoko barok
Pet şişeden brendi yudumlayan
Entel bir bukalemun
Blucinli bir oğlan
Renkten renge girerken
Cikletini düşürdü son egzersizde
Lehimleri eridi kompitürün
Devre kesik…
“Bip, bip, bip
Biiiiiiip
X, P, Q, R, S, T
Koküs, moküs, site, vizite
…………………………”
Pardon!
Hata…
Oysa ne güzel beyzik konuşuyorduk
Karıştırdı kerata.

İRONI
Hey imgelem imgelem
Sen gelmezsen ben gelem
Çatıda saksafon çalıyor bir saksağan
Ve bir ozan oturmuş evde ağlıyor
Buna bir anlam veremiyor anası
Durmadan saçlarını sıvazlıyor
Kafası karışık nedense dünden beri
Hep aynı sözcükleri sayıklıyor
Gözleri belleğindeki soyut imgede
Sanırsın pirinç ayıklıyor
Sonuna kadar açmış volkmenini
Kulakları sağır eden bir hevimetâl çalıyor
Daha hiç tanımadığı bir sevgiliye
Soyut mu soyut, dizeler karalıyor
İrtibat kuramıyor sözcükler arasında
Hiç uyak olur mu tamburla keman
Remi düşük bir kompüter bu çocuk
Yahut vokabüleri dar bir papağan
Yoğun bir aura oluşturuyor çevresinde
Etrafa saçılan küller ve lavlar
Adrenalini yükselirse kedilerin
Kış ortasında böyle miyavlar
“Okuduğun şiir mi evlat?” diyor anası
“Hayır, yır!” diyor
Dışarıya çıkmak istiyor bu yağmurlu havada
Postallarını bağlayamıyor
Gecikmiş bir Servet-i Fünun sendromudur bu,
Acemi bir levanten jargonudur
Birbirine karıştırıyor kırık dizeleri
Gece yazdıklarını gündüz unutuyor

MAĞARA DUVARLARINDAN
Haydi bir kütük daha atalım evlat
Haydi bir kütük daha atalım
Başında nöbet tutalım
Ocak sönmesin
Alevler kızıl, kömürler kara
Alevlerin şavkı vuruyor duvarlara
Aganta santa mara
Umara duman tu nara
Kozalakların iriliğinden
Sincap yuvalarının derinliğinden belli
Bu yıl kış daha soğuk olacak evlat
Daha çok erzak gerek
Ve daha çok yakacak
A rama tu kamara
Anka matura nara
Çok uzak bir mağaradan aldık biz bu ateşi
İçinde balık yağından şamdanlar yanan
Zengin bir mağaradan aldık
Ceylan gibi bir kız verdik karşılığında
Atuta irma samara
Uzama arda nara
Eğer ocak sönerse evlat
Eğer sönerse ocak
Hepimiz donarız sabaha kadar
Bir daha ava çıkamayız cins köpeğimizle
Bizim için bir daha gün doğmayacak
Asra karama umara
Aganta anka nara
“Üzülme ata
Her sabah doğacak güneş anamız
Şavkı karlı kayalara vuracak
Sen ateşin kıyısına uzan
Sıcak postlara bürünerek uyumana bak
Ben sağ oldukça tütecek bu ocak
Astara kanta kenara
U mara asra nara”

BAŞKENTTE BIR MEZUNLAR GECESI
Dün gece,
Lezizdi et,
Zengindi masa,
Hindiler semiz,
Ve kadehler lebrîzdi;
Doyduk tıka basa,
Şiire yer kalmadı…
Evet,
Tekmildi heyet,
Derindi muhabbet,
Genç Türkologlar,
Ve heybetli müderrisler
Çok ciddî şeylerden bahsettiler
Elbirliğiyle kurtuldu memleket
Şiire yer kalmadı…
Çay, kahve, tütün…
Derken, bastı rehâvet,
Belki de şişkebap şişirdi bizi,
Gazlı sular içildi sindirmek için,
Uykumuz kaçsın diye
Sulu fıkralar anlatıldı,
Şiire yer kalmadı…
Şiir kuş ölüsü kirli sularda,
Çimenler üstünde gül kurusu,
Kim takar göğsüne bu solgun gülü?..
Öyle yüksek sesli hatipler varken,
Delikanlıların kanı böyle kaynarken
Kim dinler âvâre bülbülü;
Şiire yer kalmadı…
Dün, bir kere daha öksüzdü şiir,
Perperişan evine döndü şair,
Yırttı bütün yarım evraklarını,
Katletti ne varsa şiire dair!
Siyaset, doktrin, moktrin
Vesâir, vesâir,
Şiire yer kalmadı…

ÜSKÜP’E VEDÂ
Selda’ya
“Ne bileyim…”
Diye başlıyor nutkuna Selda
Bir meleğin ağzında
Türkçe kanatlanıyor
Vodno tepelerinde yankılanan
Bu titrek ses, bu içli sedâ
Bir kızıl kor gibi tekrar bize dönüyor
Ve herkes yanıyor…
Kim bilmiş ki sen bilesin deli kız,
Kim bilmiş ki sen bilesin!..
Bu dil sana ilk ninenden armağan
Ve sen onlardan kalan
Bir silsilesin!
“Unutmayın ki ölmeyelim!…”
Diye bitiriyor nutkunu Selda
“Unutmayın ki ölmeyelim!..”
Dilin büyüsüyle
Gözler bulutlanıyor,
Ve hâlâ
Bu ses yankılanıyor kulaklarımda
Gurbet nedir, öğreniyorum,
Hasret nedir, öğreniyorum!..
Hey yaslı Tuna’nın mahzun çocukları
Leylâ, Selda, Ziko, Nihat, Aylin!
Bilmem niçin
Böyle yankılı isimleriniz,
Ve türküleriniz
Niçin bu kadar dokunaklı?
Yoksa feryadınız uzaktan,
Taaa uzaktan,
Duyulsun diye mi?
Elveda benim güzel kardeşlerim,
Arada bir rüzgârlarla,
Bulutlarla, kuşlarla,
Selam gönderin,
Elvedâ!..

ALINTERINDEN BIR DENIZ
Deriner’deki baraj inşaatında çalışan kahraman işçilerimize, mühendislerimize ve kıymetli devlet adamı Artvin Valisi Sayın Cengiz Aydoğdu’ya
Deriner’de erler derin
Yedi kat altında yerin
Bilmem ki ne arıyorlar
Başıboş akmasın diye
Bendini yıkmasın diye
Çoruh’a gem vuruyorlar
Hasan, Murat, Mehmet, Ali
Bunlar Çoruh’tan da deli
Sele karşı duruyorlar
Alınterinden bir deniz
Şaşarsınız bir görseniz
Nam alıp can veriyorlar
Dağlar devriliyor kat kat
Kimi Mansur, kimi Ferhat
Kayaları kırıyorlar
Altında yağmurun karın
Apaydınlık yarınların
Rüyâsını görüyorlar
Onların meskeni dağlar
Sılada hastalar sağlar
Sefasını sürüyorlar
İşleri çetin mi çetin
Yaralı bir memleketin
Yarasını sarıyorlar

SULARDA AKŞAM
Sihirbaz eli değdi sular altın akıyor
Ya da gün boğuluyor bu akan onun kanı
Batı ufuklarında devler ateş yakıyor
Saçılıyor çevreye ilâhî kırmızı kor
Ya da gün boğuluyor bu akan onun kanı
Güneş kırık testiden sulara akan şarap
Ondan içen tabiat hep sere serpe sarhoş
Suya devrilen dağlar, serviler korkunç arap
Bu alev iksir ile hepsi de oldu harap
Ondan içen tabiat hep sere serpe sarhoş
Karanlık örtü gerer, örtülür neler neler
Gönül hastalarının akşamla başlar günü
Her gün içen sarhoşlar suya düşen gölgeler
Bütün çirkinlikleri, ayıpları gölgeler
Gönül hastalarının akşamla başlar günü
Sihirbaz eli değdi sular altın akıyor
Ya da gün boğuluyor bu akan onun kanı
Batı ufuklarında devler ateş yakıyor
Saçılıyor çevreye ilâhî kırmızı kor
Ya da gün boğuluyor bu akan onun kanı

MÜ’MINE HATUN’A GAZEL[2 - Nahcivan’da bir anıt mezarda yatan hanım sultanlardan.]
N’olaydı ben yine civan olaydım
Nahcivan’da bir bahçivan olaydım
Sultanıma gül dereydim her seher
O güldükçe ben de handân olaydım
Onun iffetine, nezâketine
Kasîde yazaydım hayran olaydım
Bir gül gibi solan o mehlikâya
Bir çare bulaydım derman olaydım
Sultanlar doğuran hayrünnisanın
Âsitânesinde pasbân olaydım
Akbaşımla ellerinden öperdim
Bir gün sarayında mihmân olaydım

FUZÛLÎ
Bir çöl gecesinde gök parıl parıl

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/ali-akbas/butun-siirleri-69499195/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Lise son sınıftayken yazdığım bir şiir.

2
Nahcivan’da bir anıt mezarda yatan hanım sultanlardan.
Bütün Şiirleri Али Акбаш
Bütün Şiirleri

Али Акбаш

Тип: электронная книга

Жанр: Стихи и поэзия

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Bütün Şiirleri, электронная книга автора Али Акбаш на турецком языке, в жанре стихи и поэзия

  • Добавить отзыв