Cengiz Han'ı Aramak
Anonim
Orhan Söylemez
Cengiz Han’ı Aramak
Değerli bilim insanı, Prof. Dr. Nadir Devlet’in aziz hatırasına…
“… soyumun bir yerde Cengiz Han’a dayandığını biliyordum.”
Nadir Devlet
Avrasya Fatihi Cengiz Han. İstanbul: Başlık Yayınları, 2010
SUNUŞ
Türkiye’de Türk dünyası araştırmalarıyla tanınan ve yakın bir geçmişte kaybettiğimiz Prof. Dr. Nadir Devlet, Avrasya Fatihi Cengiz Han kitabının Önsöz’ünde gayesini: “… Cengiz Han gibi olağanüstü bir şahsiyeti, onun yönetim yeteneğini ve bir yönetici olarak nelere dikkat ettiğini vurgulamak” şeklinde açıklıyor. Bizim de gayemiz bu “olağanüstü şahsiyeti” roman sayfalarında aramak. Bu sebeple kitabın adını Cengiz Han’ı Aramak olarak koymayı uygun gördük ve bu çalışmamızı da rahmetli Nadir Devlet’e “ithaf” ettik.
Sümer dönemine ait olduğu ve Türklerle ilgisinin olduğu tahmin edilen ve Milattan önceki 4 bin yılına ait Gılgamış Destanı üzerine yazdığı yazısında İnci Enginün, oyunun baş karakteri Gılgamış için “… seven ve kin tutan, ağlayan ve gülen, mücadele eden ve bitkin düşen, umut besleyen ve umutsuzluğu tanıyan gerçek bir insandır” der.[1 - İnci Enginün. “Gılgamış destanı ve oyun yazarlarımız,” Araştırmalar ve Belgeler. İstanbul: Dergâh Yayınları, Kasım 2000, s. 231.] Enginün bir başka yazısında da roman kahramanı olarak Atatürk’ü inceler. Orada da Mustafa Kemal Atatürk, insani tarafları ön plana çıkarılan bir “roman kahramanı” olarak okuyucunun karşısına çıkar. Enginün, onun “… mustarip ruhlara, muhtaç olunan teselliyi” verdiğini söyledikten sonra “… Bu önderin bayrağı altına koşmak bir ‘kader’dir,” der.[2 - İnci Enginün. “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında Atatürk,” Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları. 6. Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, Mart 2007, s. 472.] Atatürk de tarihe mal olmuş, altı yüz yıllık bir büyük devletin küllerinden yeni bir devlet kurmuş ve büyük bir milletin var oluş mücadelesinde liderlik ederek adını tarihe silin/e/mez bir şekilde yazdırmıştır. Cengiz Han da dağınık vaziyette hatta birbirleriyle çatışan, her fırsatta savaşan bir milletin parçalarını—hatta farklı milletleri de—birleştirecek büyük bir cihan devleti kurmuştur. Her ikisi de kanun koyucu ve kanun koruyucusudurlar. Adalet, liyakat, sadakat ve başarı her ikisinin de doğasında vardır. Aynı zamanda her ikisi de roman kahramanları olarak boy göstermiştir.
Elinizdeki kitapta sadece romanları değil aynı zamanda Mehmet Kıldıroğlu’nun kaleminden ve Moğol tarihi konusunda en önemli ve güvenilir kaynak olan Moğolların Gizli Tarihi üzerinden Cengiz Han’ı bulabilirsiniz. Moğol kaynaklarına ve özellikle hem Moğolları hem de Cengiz Han’ı anlatan Moğolca ve Farsça kaynaklara hakimiyetiyle bilinen genç akademisyen Çetin Kaya, Cengiz Han’ın belki de en ilginç tarafını kaleme aldı: Cengiz Han’ın kadınları. Daha önce yayınlanan makalesi “Cengiz Han’ın kızları ve evliliklerini” de burada zikretmekte beis görmüyorum.
Ömer Faruk Ateş Kazak edebiyatında kendisine yer bulan Cengiz Han’ı anlatan bölümü kaleme aldı. Kazak halkının ve aydınlarının ona bakışındaki tezat bu yazının ehemmiyetini bir kez daha ortaya koymaktadır. İki oğlunu başına geçirdiği iki ordusunu gönderip yer ile yeksan ettiği Otırar doğumlu Muhtar Şahanov ile yine Kazakların büyük yazarı Muhtar Magavin’in bakış açıları tamamen taban tabana zıttır. Azerbaycan İlimler Akademisi, Nizami Edebiyat Enstitüsü öğretim üyesi Mehman Hasanlı da Azerbaycan edebiyatına yansıyan Cengiz Han’ı kaleme aldı.
Yabancı dilden çevrilmiş romanlar da var, Türkiye’de yazılmış romanlar da. Biri üçleme olmak üzere beşi yabancı yazardan geliyor. On ikisi ise içeride yazılmış romanlar.
Tuba Dalar en meşhur roman olan Harold Lamb’in Moğolkurdu’nu yorumladı. Filippi, Garcia ve Favereau’nun ortak eseri olan ve onu anlatan tek çizgi romanı Cengiz Han’ı Naz Penah ile birlikte mercek altına aldık ve sıra dışı bir adamın sıra dışı hayatını kaleme aldık. Vassili Yan’a göre o bozkırın kanlı kılıcıydı. Ümmügülsüm, Yan’ın kılıcı kınına girmeyen bozkır fatihini inceledi ve düşüncelerini okuyucu ile paylaştı.
Bir Asya tarihçisi olan Fransız yazar Rene Grousset’in romanı Cihan Fatihi Cengiz Han, Fatih Sultan Yılmaz tarafından yorumlandı. Yazar bu eserinde genel hatları itibariyle Cengiz Han’ın yaşamını tarihi bilgiler çerçevesinde kurgulayarak anlatma yoluna gitmişti. Fatih Yılmaz, tarihçi-yazar Grousset’nin romanda, döneme, olaylara ve kişilere bütüncül bir gözle baktığını ortaya koyuyor. Onu göre eser, henüz ilk satırlarından itibaren kullanılan dilden anlaşılan, olayların geçmişine ve sonrasına hâkim bir sesin ürünü olduğudur. Coğrafyaya ve döneme ait söylemlere, günlük yaşantıyı yansıtan küçük detaylara bolca yer verilmesi ve sözlü kültürden kalma hikâye ve efsaneler esere destansı bir hava vermektedir. Yılmaz’a göre “… Özellikle mekânsal atmosferin kurgunun gücündeki payı belirgin düzeydedir. Yazar, yer yer kendi anlatısını “Moğol ozanların” sesiyle destekleme yoluna gitmiş, bu zamanlarda olayın ozanların diliyle mi yoksa hâkim kurgucunun diliyle mi anlatıldığı pek ayırt edilemez olmuştur. Ancak bu durumun, okurun romanla gerçek arasında bağdaşım kurması açısından bir dayanak görevi gördüğü söylenebilir.” Aynı romanı Şeyma Erdoğan da mercek altına aldı. Aynı romanı iki farklı bakış açısıyla görmenin ayrıcalığını sizlere bırakıyorum.
Ayşe Sandıkkaya Aşır, nehir roman türünün önemli örneklerinden biri olan Conn Iggulden’in üç ciltlik eserini inceledi. Serinin ilk cildi olan Ovaların Kurdu Cengiz Han’da Yesugey’in bir Tatar reisini öldürmesiyle başlayan olaylar, Timuçin’in çocukluğu, gençliği ve evliliği ile devam eder. Serinin üçüncü ve son kitabı Tepelerin Kemikleri’nde artık Cengiz Han, oğulları Cuci’yi, Çağatay’ı ve Ögeday’ı dünyanın dört bir tarafına göndermiş ve aradan yıllar geçmiştir. Komşularıyla ve Araplarla ticaret yapmak için elçiler göndermeye başlar. Ancak elçileri dönüş yolunda Şah Alaaddin Muhammed’in kuzeni olan Otrar yöneticisi İnalçuk tarafından öldürülür. Bunun intikamını almak için Moğollar, Şah Muhammed ile savaşmak üzere yola çıkar.
Aynur Beşkonak, ateş ve ölüm karşısındaki Cengiz Han’ı yazdı. Ateşle oynayan Han, hayatının sonlarına doğru “ölüm”e çare aramaya başladı; fakat “ölüm” kaçınılmazdı ve onun karşısında herkes “eşit” idi. “Kaza oku” dediğimiz kaderin yazgısından kaçmak olmazdı. Cengiz Han inanışa göre “Tengri” tarafından kutsanmıştı. Şaman öyle söylüyordu. Öyleyse bunun bir işareti de olmalıydı. Kimine göre bu işaret hayatı boyunca onu uzaktan takip eden bir “bozkurt” idi ya da başının üstünde onunla birlikte hareket eden “beyaz bir bulut” kutun sembolü idi. Ömer Faruk Ateş, Aytmatov’un romanındaki ve başında “beyaz bulut” ile dolaşan Cengiz Han’ı anlattı. Bir taraftan da Gök Moğolların Başbuğu idi Cengiz Han. Bu şekilde anlatılıyordu romanda. Ona da Mehmet Emrecan Yük yakından baktı ve yazısını kaleme aldı. Ecem Gül İlek, Kırım halkının içinden çıkmış, çilekeş hayatıyla örnek bir ömür sürmüş, Kırım halkının çilesini anlatmış Cengiz Dağcı’nın Timuçin karakterini enine boyuna inceledi. Dağcı’nın genç Timuçin’i diğerlerinden farklıydı ve yazarının takdirini elde etmişti.
Neslihan Karagöz, Kerem Alp Usal’ın romanına Cengiz Han ile barışmasını kaleme aldı. Konusu aşk, dostluk, kıskançlık, kan davası, ihanet ve bağışlama gibi kavramlar etrafında dönüyordu romanın. Roman, tarihi ve aynı zamanda bilim kurguydu. Yani yazarın muhayyilesinde canlanmıştı Cengiz Han. Romana bilim kurgu özellik kazandıran yönü ise reenkarnasyon inancı ve onun etrafında gelişen iç içe vakalardı. Öyleyse “Savaşı gerçekten kazanmanın tek yolu düşmanını affetmekti…”
Mikail Balcı, Göksagun Eraltay’ın Cengiz Han’ı savaşçıların efendisi olarak gören eserini inceledi. Yine konusunu tarihten alan bir roman vardı karşımızda. Merkezde Cengiz Han vardı; ama sadece o değil bütün Moğollar anlatılıyordu romanda. Henüz Timuçin iken bütün boyları itaat altına almış ve “hükümdarların en büyüğü, tüm insanların imparatoru” anlamına gelen Cengiz Han adını almıştı. İpek Bayrakçı, A. Hakan Bayrakçı’nın genç yaşta kaleme aldığı romanında genç Timuçin’i inceledi. Romanda “Ruhunuz yoksa atınız koşmaz” diyordu. Timuçin avucundaki kan pıhtısıyla dünyaya gelmişti ve bu “ilginç” doğumuyla da atları koşturacak “ruhun” kendisinde olduğunu gösteriyordu. Semiha Burhanlı, Okay Tiryakioğlu’nun rüzgar ve ateşin imparatorluğunu kuran Cengiz Han’ı ele alıp inceledi. Bu romanda da Cengiz Han’ın çocukluk yıllarından başlayarak, savaşları, ele geçirdiği yerler ve hayat ile mücadelesi anlatılıyordu.
Damlanur Akkirpi’ye göre Coşkun Mutlu’nun çizdiği bozkırın hükümdarı Cengiz Han, koşullanmış yapıyı hiçe sayarak okuru kitap okuma havasından kurtarmaktadır; zira Cengiz Han karakteri, doğumundan ölümüne farklı yön ve çizgileriyle ele alınarak biyografik bir biçimde roman içinde bir kimliğe kavuşmuştur. Türk inanç sistemi, töre ve soy devamlılığı gibi kavramlar da eserde göze çarpmaktadır.
Gökçenur Bilge Muğlu’ya göre Rıdvan Ganioğlu’nun Cengiz Han’ı ütopik bir kurgu örneğidir. “Romanda dünyadaki kötülüklere karşı cezalandırıcı-yapıcı Cengiz Han kurgusal bir haliyle verilir. Yazar eserlerinde genel olarak hayatın acımasızlığını, insanların kötülüğünü, varoluş, tarih ve güncel konuları ele alır. Yazar bu romanı dünyanın daha iyi bir yer olmasını arzu ettiği için yazdığını dile getirir.” Demek ki Cengiz Han yalnızca yıkıcı değil aynı zamanda yapıcı, onarıcıdır da.
Bütün bu eserler ve yazarlarının sahip oldukları çeşitli fikir ve anlayışlar genel edebiyatın hazineleri arasında sayılmalıdır. Cengiz Han ve edebiyatın yan yana gelmesi bile ilk anda dikkatleri cezbeder; zira o bir yazar değildir, bir bilgin ve bir roman karakteri değildir, büyük bir Kağan veya Han’dır. 13. Yüzyılın başında—iktidarda olduğu dönem—kafasında tek bir düşünce vardı: Düşmanlardan intikam almak ve cihanı hakimiyeti altına almak.
Rahmetli Nadir Devlet’in kitabından bahisle sizi kitabımızla baş başa bırakalım. American Journal of Human Genetics dergisinin Mart 2003 tarihli nüshasında yayınlanan bilimsel bir makale Avrasya coğrafyasında yaşayan iki bin kadar erkek denekten alınan DNA örneklerinin on altı milyon erkeğin “tek ve büyük bir aile”den geldiğini izah ediyor.[3 - Nadir Devlet, bu makaleyi John Man’ın Cengiz Han kitabından öğrendiğini söylüyor ve kaynak gösteriyor. Meraklıları için asıl metinden alıntı: “… In surveys of DNA variation in Asia, we typed 2,123 men with ⩾32 markers to produce a Y haplotype for each man; these included 1,126 individuals described elsewhere (Qamar et al. 2002; Zerjal et al. 2002). Over 90% of the haplotypes showed the usual pattern (Mohyuddin et al. 2001): most males had a unique code; and the few haplotypes present in more than one individual were generally found within the same population…” Tatiana Zerjal, Yali Xue, vd 23 kişi. “The Genetic Legacy of the Mongols,” The American Journal of Human Genetics, Volume 72, Issue 3, 2003, Pages 717-721, ISSN 0002-9297, (04.03.2022)] Peki bu bilgi bize neyi gösteriyor? Devlet’in ifadesiyle bugün “her iki yüz erkekten bir tanesinin” genetik kodunu 12. Yüzyılda Moğolistan’da yaşamış olan bir adamdan aldığını gösteriyor. Yorumun devamında da “… bir Amerikalı ‘benim atam Cengiz’dir” derse şaşmayalım diyor. DNA testlerinin yüz ila iki yüz Amerikan dolarına yapıldığını belirttikten sonra isteyenin test yaptırıp soyunun İskender, Atilla, Cengiz veya Timur nesline mensup olduğunu öğrenebilirsiniz demeyi de ihmal etmiyor.
Gördüğünüz gibi isteyen bir “tükürük örneği” ve birkaç yüz dolar ile soyunu veya sopunu öğrenebilir. “Merak” duygusuyla dolu olan “insanlar” pek çok şeyi keşfettiler ve keşfetmeye de devam ediyorlar. Kimileri atasını kimileri de Cengiz Han gibi “sırlarıyla” gömülmüş büyük lideri aramaya devam ediyorlar. Tarihçiler, arkeologlar, antropologlar ve elbette edebiyatçılar da onu aramaya devam edecekler. En ilginç olanı ise “onun mezarı”nın yeri. Hâlâ bulunabilmiş değil. Bir de bulunduğunu düşünebiliyor musunuz? Kim bilir ne romanlar yazılır o zaman.
Zevkle okumanız dileğiyle, Sultan Raev
TÜRKSOY Genel Sekreteri
Ankara 2022
CENGİZ HAN’A DOĞRU
ORHAN SÖYLEMEZ[4 - Prof. Dr., Kastamonu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü.] – ALİ DAŞMAN[5 - Dr. Öğretim Üyesi, Celal Bayar Üniversitesi.]: ROMANLARDA CENGİZ HAN’I ARAMAK
We were, all of us, searching for Genghiz Khan.[6 - Tim Severin. In Search of Genghiz Khan. Photography by Paul Harris. 1st American ed. New York: Atheneum Macmillan Publishing Company, 1992, s. 14.]
(Hepimiz Cengiz Han’ı arıyorduk.)
Tim Severin
Yukarıdaki alıntıda adı kısaca Tim olarak—kitabın kapağında öyle yazdığı gibi—kaydedilen; fakat iç kapakta tam adının Timothy Severin olduğu kaydedilen araştırmacı, “… Boz at saatinde, Siyah at gününde, At ayında ve Beyaz At yılında, altı Moğol ile birlikte Paul ve ben yola çıktık” diyerek 16 Haziran 1990’da başladığı seyahatinde Cengiz Han ile alakalı önemli bilgiler sunuyor. Severin’e göre Cengiz Han’ın liderlik ettiği nüfusu iki milyonu geçmeyen Moğol halkının yüz otuz bin olarak tahmin edilen güçlü bir ordusu vardı. Üstelik bu toplama halk dünyanın en ücra ve zor tabiat şartlarının hüküm sürdüğü köşelerinden birinde yaşıyorlardı. Birdenbire onun liderliğinde tanınmış savaşçı bir halka dönüşmüş ve o zaman bilinen dünyanın yarısına hükmetmişlerdi. Timothy Severin bu bilgilerin ışığında şu soruları soruyor: Bu nasıl oldu? Bu başarının tek kahramanı o muydu yoksa yetenekleri ve karakteri mi baş rolü oynamıştı? Bu soruları soran sadece Severin değil. Onlarca araştırmacı, tarihçi, maceraperest ve sanatsever—edebiyatçı, ressam vd.—bu sorunun cevabını aramış, makaleler, kitaplar yazmış ve yayınlamışlar. Yazmaya da devam ediyorlar. Bu çalışma ise dünyanın bir şekilde tanıdığı bu “büyük savaşçıyı” baş kahramanı olarak onun iç dünyasına, iç çatışmalarına, kavgalarına, acılarına, sevinçlerine ve askeri-sosyal başarılarına satırlarında yer veren “romanların” peşine düştü. Gerek Türkiye’de yazılan gerekse Türkçeye tercüme edilmiş romanları tek tek ele alıp Cengiz Han etrafında çözümlemeye çalıştı. “Roman” kavramının “hayatta yaşanmışlık hissi veren edebi eserler” olarak tanımlandığı unutulmadan, yazarlarının ona bakışını, onu anlatış tarzını ve yaşanmışlık hissi veren olaylarını inceledi.
Bir ulusun veya milletin ruhu en açık şekilde edebiyatında görülür. Akıl sahibi her insan, bir ulusun varlığını sürdürdüğü müddetçe edebiyatının da var olacağının farkındadır; zira o ulusun dili bir edebiyat yaratmışsa o dil edebiyatla birlikte yaşamaya devam eder. Çok sayıda yazar da ya tarihe olan ilgilerinden ya da tarihi keşfettiklerinden konularını tarihten alan eserler kaleme alırlar. Yazılan ve basılan bu eserlerde daha ziyade gerek başarılarıyla gerek sanata verdikleri değerle gerek kurdukları nizam ile ve gerekse acımasızlıklarıyla tarihe damga vurmuş şahsiyetleri seçerler. Cengiz Han kurduğu cihan devleti ile tarih sayfalarında yerini almış önemli şahsiyetlerden biridir. Sadece tarih ile ilgilenenlerin değil, edebiyatçıların da dikkat buyurdukları Cengiz Han, yazarların bulundukları konumlara veya onun kişiliğine bakış tarzına göre ele alınmıştır. Görüşler ve yaklaşımlar birbirine ya çok yakın ya da oldukça uzaktır. Hatta birbirine taban tabana zıt görüşler de vardır. Böylece “roman kahramanı” olarak Cengiz Han’a yakından bakmanın gerekliliği ortaya çıkmış oldu.
Tespit edebilen epeyce bir roman var. Kimileri yabancı dilden Türkçeye çevrilmiş, kimileri de Türkiye’de yazılmış romanlar. Dördü yabancı dilden tercüme on ikisi doğrudan Türkçe yazılmış roman. Bir de çizgi roman var. Ekip işi bir çalışma. Hikayesi Filippi, tarih danışmanı Favereau, Resim Garcia, renk Spano ve çeviri Özkök tarafından yapılmış muhteşem çizgi ve renkleriyle ilginç bir çizgi roman. Hepsi burada enine boyuna incelendi. Bu arada Pamela Sargent’in İngilizce olarak kaleme aldığı ve henüz Türkçeye tercüme edilmemiş Ruler of the Sky (Göklerin Hâkimi) (A Novel of Genghis Khan-Cengiz Han Romanı) adlı eseri zikretmeden geçmemek gerekir. Brian Jacomb’un yazısından anlaşıldığı kadarıyla daha ziyade kurmaca kitaplarıyla tanınan Sargent, bu ilk muhayyel kitabında Cengiz Han’ın hayatını ve devrini anlatıyor. Kadın yazar olmanın verdiği avantajlardan yararlanarak olayları bu cihan hakiminin etrafındaki kadınların gözüyle betimliyor.[7 - Brian Jacomb. “Ruler of the Sky. A Novel of Genghis Khan By Pamela Sargent” March 16, 1993. https:// www.washingtonpost.com/archive/lifestyle/1993/03/16/book-world/8cfe58a7-957f-4b85-9081-e-7c8eba994d9/ (26.02.2022) “… Pamela Sargent, well known for her science fiction, has chosen to depict the life and times of Genghis Khan in her first historical novel and has done so primarily through the women around him.”] Feminist yazar olarak bilinen Sargent’in bir başka romanı The Shore of Women (Kadınların Kıyısı) da Cengiz Han’ı aynı anda hem acımasız, vahşi ve canavar hem de alçak gönüllü ve müşfik olabilen bir karakter olarak anlatıyor. Yazar kitabında onu seven ve yönlendiren kadınların gözünden anlatıyor. Annesi Honelun’un anlattığı ve babasının nasıl zehirlendiğine dair hikayeler onda “intikam” duygusunu körüklüyor. Karısı Börte ihmal edilmiş olmanın kederi içinde kıvranırken, diğer karısı Ibakha onu Gök-Tanrı inancından Hristiyanlığa döndürmeye çalışıyor. Bir başka karısı Çinli prenses Ch’i-kyuo ise eş cinsel dürtüleriyle hareket ediyor. Diğer taraftan Cengiz Han ise Tatar kız kardeşler Yisui ve Yisugen ile aynı yatağı paylaşmaktan zevk alıyor. Elbette yazarın gözünde Han da aynı zamanda Çinli prenses gibi eş cinsel ilişkileri olan bir erkek konumunda tasvir ediliyor.[8 - https://www.amazon.com/Ruler-Sky-Novel-Genghis-Khan-ebook/dp/B00J90CDT8 (26.02.2022) Editorial Reviews: “The ruthless 13th-century warrior Genghis Khan, who built a vast empire in his drive for world conquest, is the subject of this workmanlike historical novel, a panorama of warfare, intrigue, sex and betrayal. In Sargent’s (Ruler of the Sky) somewhat romanticized portrayal, the Mongol ruler is a schizoid figure capable of both monstrous savagery and saintly humility and forgiveness. We see Genghis Khan through the eyes of women who loved and manipulated him. His doting mother, Honelun, stirs his lust for vengeance by telling tall tales of his father’s poisoning. His chief wife, Bortai, is bitter over his neglect of her. Another wife, Ibakha, rashly attempts to convert the ruler from worship of the sky-god Tengri to Christianity. Still another spouse, Ch’i-kyuo, a ladylike Chinese princess, has lesbian trysts with a Han concubine. Genghis Khan himself enjoys simultaneously bedding two additional wives, Tatar sisters Yisui and Yisugen, and we also read of his homosexual relationship with a friend whom he later orders to be hung. Sargent’s flat prose is plodding and ridden with cliches, but it helps anchor the exotic excesses of the violent world she describes.”] Bu kitapların Türkçe çevirilerinin olmadığı belirtmekte yarar vardır.
Romanları yabancı dilden çevrilmiş ve Türkçe yazılmış olanlar şeklinde sıralandığında şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:
Bu eserler ve yazarlarının sahip oldukları çeşitli fikir ve anlayışlar genel edebiyatın hazineleri arasında sayılmalıdır. Cengiz Han ve edebiyatın yan yana gelmesi bile ilk anda dikkatleri cezbediyor; zira o bir yazar değildi, bir bilgin ve bir roman karakteri değil, büyük bir Kağan veya Han idi. 13. Yüzyılın başında—iktidarda olduğu dönem—kafasında tek bir düşünce vardı: Düşmanlardan intikam almak ve cihanı hakimiyeti altına almak.
Türkiye Dışında Cengiz Han
Harold Lamb’ın Moğolkurdu’nda Tuba Dalar’ın da belirttiği gibi dağınık olarak birbirlerine düşman olarak yaşayan Moğol kabilelerini derleyip toplayan ve büyük bir toprak parçasını vatan yapan “yönetim kabiliyetiyle” öne çıkan bir lider portresi çiziliyor. Dalar, onun liderlik vasıflarını tasnif ederken zorluklardan yılmayan ve mücadeleden vaz geçmeyen özelliğinden başlıyor. Duygularını kontrol edebilmesi ve harekete geçmek için en uygun zamanı bekleyen bir lider olduğunu vurguluyor. Haksızlığa ve ihanete gereken cezayı verirken tarafsız davranmış, “intikam” duygusunu ölene kadar canlı tutmuştur. Bu duyguyu bir “muska” gibi yanında taşırken hayatının herhangi bir safhasında kendisine yardımı dokunanları da unutmayarak “vefakarlık” numunesi olarak takdir kazanmış, “dürüstlük” ve “sadakate” hem kendisi bağlı kalmış hem de bağlı kalanları ödüllendirmekten imtina etmemiştir. Bütün bunların ötesinde kendisine takdim edilen “Cengiz Han” unvanını hak etmek için “adalet” kılıcına sıkı sıkıya sarılmış, din adamlarını, bilim adamlarını ve sanatkarları yakında tutmuştur. Moğol Kurdu romanı onun bu liderlik vasıflarını ortaya koymak amacı güden bir kitap haline dönüşmüştür.
Rene Grousset’nin Cihan Fatihi Cengiz Han’ı doğumundan gelişimine ve ilerleyişine kadar ona efsanevi bir hava vermiştir. Asya Tarihi, Moğollar ve Cengiz Han üzerine akademik incelemeler yapmış bir tarihçi olan yazar, onun efsanesini doğumuyla başlatır ve asıl hikâyeyi, Moğolların türeyiş efsanelerinden itibaren, asıl öyküyü destekleyici bir ön öykü oluşturma yoluna gider. Bu da özellikle kurguda, Cengiz Han karakterinin geçmişine dair okurun belirgin bir izlenim oluşturabilmesini sağlar.
Romanda Cengiz Han, bilinen tarihi kaynaklar ışığında doğumunda avucunun içindeki kan pıhtısı, maceraya çağrılışı ve atılışı, ailesiyle birlikte terk edilişi, esir düşmesi, kurtuluşu, eşini bulup evlenmesi, onu kölelikten kurtarması, kendisinin kölelikten kurtuluşu ve nihayet büyük bir kabiliyet olarak Han olmayı hak edişiyle birlikte “seçilmiş kişi” veya “Gök Tanrı tarafından kutsanmış” bir lider olarak tasvir edilmiştir. Doğumunun “muştulanması” ile farklı bir kişilik olacağı önceden gösterilir. Olağanüstü şartlarda dünyaya gelir. Sıradışı bir çocukluk, gençlik ve liderlik örneği sergiler. Fatih Yılmaz yazısında ondan bahsederken “… Cengiz Han ve muadili liderlerin tarih sahnesine çıkışlarında efsanelerin üstlendiği tetikleyici rol, kahramanların buyruğu altında bulunan kitlelerin itaatini kolaylaştırdığı gibi sorgulanması güç otokratik rejimlerin doğuşunu da hızlandırmıştır” der. Moğol halkı şamanın çağrısıyla kutsallık yüklediği figürle bütünleşmiş ve onun mefkuresini kendi arzusunun merkezine oturtmuştur.
Valisi Yan’ın Bozkırın Kanlı Kılıcı Cengiz Han’ında anlatılan olaylar ve kişiler tarihin sararmış yapraklarından fırlamış gibidirler. Olaylar tarihin akışına uygun olarak ilerler. Tarih-edebiyat ilişkisine iyi bir örnek teşkil eder. Cengiz Han ve Harzemşahların lideri Muhammed iki karşı değer olarak okuyucunun karşısına çıkarılır. İlki adaleti ve mütekabiliyeti temsil ederken diğeri olması gerekenin tam tersi olarak “karşı değer” yani “olumsuz” bir tip olarak okuyucu ile buluşur. Kötü, adalet kavramından uzak ve acımasız davranışının cezasını ise hem kendisi hem halkı hem de günümüz Ukraynasına kadar uzanan coğrafyadaki halklar çeker. Moğolların gizli tarihinin yerine yazar Valisi Yan, tarihin karanlıklarında gizli kalmış sırların açıklanmasını tercih etmiştir. Harzemşahlar devleti aslında dışarıdan gelen tehditle değil içeride birlik olunamayışı ve ihanetlerle yıkılmıştır. Halkı cesaretlendirecek güçlü ve adil bir lider yoktur, acımasız ve adil olmayan, liyakatsiz kişiler ülkeyi yönetmektedir. Halk da çoluk çocuk ve özellikle de kadınlar büyük sıkıntılar çekmiştir.
Okuru, bir milletin dışarıdan önce içeriden nasıl yıkıldığına şahit etmiştir. Dede Korkut’un dediği gibi hain içerden olunca kapı kilit tutmamıştır. Kilitsiz kapıyı da biraz güç ve cesaret sahibi milletler muhakkak açmaya gelecektir ve gelmiştir. Bu romanda Harzemlerin kilit tutmayan kapısına da Moğollar gelmiştir. Birlik olmayan yerde dirlik kalmayışını onların istilalarıyla somutlaştırmıştır. Cennet gibi tabir edilen Harzem Ovalarında taş üstünde taş bırakmayıp, büyük bozgunlara sebep olmuşlardır. Halkın cesaretsizliği, sebatla müdafaa edilememesi, kadınların ve çocukların sıkıntıları, kocaların çaresizliği, şahların, hanların ve beylerin liyakatsizliği, Cengiz Han’ın ve Moğolların düşmanın birlik kuramayışını fırsata dönüştürüp hem büyük bir başarıya hem de büyük bir yıkıma sebebiyet vermeleri anlatının yapı taşları olmuştur. Ümmügülsüm Korkmaz’ın da yazardan alıntıladığı; “…İyi seçilen yol, insanı bu dünya keşmekeşinde arzu ettiği noktaya götürür, yanlışlık ve düşüncesizlik ise sadece karanlık ve korkunç ölüm uçurumuna iter” ifadesi romanı özetler niteliktedir.
Conn Iggulden’in üçlemesi Ovaların Kurdu Cengiz Han, Okçuların Efendisi ve Tepelerin Kemikleri adını taşıyor. Her üç romanda da hareketli bir hayat okuyucu ile buluşur. İlk cildin başlarında Yesugey ve onun öldürdüğü Tatar reisi Timuçin-Uge ön plana çıkar. Avucunda kan pıhtısı ile doğan Timuçin on iki yaşına geldiğinde daha sonra evleneceği Börte ve ailesi ile tanışır. Babası öldürülen Timuçin, Börte’yi getirir ve onunla evlenir. Bir baskın sırasında kaçırılan Börte bir müddet esir kaldığı yerde tecavüze uğrar. Timuçin karısını kurtardığında gebe olan kadının doğurduğu ilk oğul Cuci’nin kimden olduğu bilinmez. Timuçin bir yandan intikam alır bir yandan da dağınık vaziyetteki kabileleri etrafına toplarken gücüne güç katmaya başlar. İkinci ciltte Moğolların Gizli Tarihi’nde kendine yer bulan ve Cengiz ile kardeşleri arasına fitne soktuğu için öldürülen Şaman Kökçü, olaylara dâhil olur. Moğollara en son katılan Uygur hakanından Çin’in kuzeyinde bulunan Jin İmparatorluğu ile kuzeybatıda bulunan Şia İmparatorluğu hakkında bilgi alır. Cengiz Han’ın sıradaki hedefi Jin İmparatorluğu’dur. Cengiz ile yapılan savaşı kaybeden Jinler, çok büyük miktarda vergi ödeyerek savaşı bitirirler. Ancak Jin imparatorunun kaçtığını duyan Cengiz Han, savaşçılarına şehri yaktırır. Üçüncü kitapta oğullarını dört bir yana gönderen Cengiz Han, komşu devletlerle ticari ilişkiler kurmaya başlar. Elçiler ve kervanlar gönderir. İşte bu kervanlardan birinin önü Otırar şehrinde kesilir ve hepsi öldürülür. Elçi halkın önünde küçük düşürülür ve aşağılanır. Harzemşah Celaleddin bu olaylardan sorumludur. Cengiz ve oğulları hem Otırar’ı yakıp yıkarlar hem de önlerine kattıkları Celaleddin Şah’ı Kalka ırmağına kadar kovalar ve orada yok ederler. Alamut kalesi ve romanda geçtiği gibi “yaşlı adam” olayların merkezine düşer. Tarihe en büyük suikastçı olarak geçen “yaşlı adam” Cengiz Han tarafından öldürülür.
Filippi, Garcia, Favereau’nun birlikte ortaya koydukları çizgi roman Cengiz Han 1206’da Timuçin’in Cengiz Han ilan edilmesi ile son bulur. Çok hızlı bir zaman atlamasıyla ilk sayfada kağnı arabası üzerine göğsünde kılıcı ile yatırılmış Cengiz Han’ın ölüm haberinin isimsiz talebenin ustasına getirmesiyle başlar. Sonunda usta Chang Chun da ölür. Kendisine “gören, ilen ve anlatan” rolü yüklenen usta, vazifesini tamamladığı anda son nefesini verir. “Gençlik iksirinin formülünü bilmeyen rahip Chang Chun, Cengiz Han’la aynı zamanda, 1227 yılında öldü” ifadesi romanın bitişini imgeler. Bu rahibin isimsiz talebesinin karmaşık duygular arasında söylediği; “… Sıra dışı bir adamın akıl almaz hikayesi!” ifadesi bütün romanın özeti gibidir.
Etrafında hep şamanlar, astrologlar, kâhinler, rahipler ve büyücülerin olduğu anlatılan Cengiz Han bütün sırlarıyla birlikte ölmüş ve mezarı da bir sır olarak kalmıştır. Tarihsel gerçeklik üzerine kurulduğu aşikâr olan bu romanın dünyası da buna son derece müsait bir durumdadır.
Türk Dünyasında Cengiz Han
İçeriye dönmeden evvel, içeriden mi yoksa dışarıdan mı olduğuna okuyucuların karar vereceği Kırım halklarının büyük yazarı Cengiz Dağcı, isim benzerliğinden midir yoksa başka bir nedenden midir bilinmez, kaleme aldığı Genç Timuçin kitabında henüz Han olmadan önceki gençliğini anlatıyor.
Kırgız edebiyatında bilindiği kadarıyla Cengiz Aytmatov’un kaleminden çıkan Cengiz Han’a Küsen Bulut adlı eserde “fon karakter” olarak okuyucunun karşısına çıkan bir Cengiz Han’a rastlanır. Asıl amacı Stalin’in ve yönetiminin acımasızlığını ve tabiat kurallarına nasıl karşı geldiğini anlatabilmek için tarihin karanlık sayfalarından Cengiz Han’ı çekip çıkartan adaşı yazar Cengiz Aytmatov, onu içinde çelişkileri olan büyük ve disiplinli bir lider olduğunun altını çiziyor.
Kazakistan’da ise Cengiz Han’a farklı açılardan bakan bir edebiyata söz konusudur.[9 - M. Kussainova ve Zh. Abdigapbarova. “The Image of Historical Figures in Kazakh Literature,” June 2016, International Journal of Social Science and Humanity 6 (6): 437-455. (https://www.re-] M. Kussainova ve Zh. Abdigapbarova makalelerinde Cengiz Han’ın Kazak edebiyatı arasındaki ilişkiyi araştırmışlar. Han ve Kazak edebiyatı arasındaki ilişkinin tabiatı/doğası çok farklı. Aslında çok fazla bir eser de yok. Tursinkhan Zakenuly’nın tarihi romanı Bozkurdun Göz Yaşı’nda yazar Cengiz Han döneminin sonunu anlatıyor. Yazarın Doğu Türkistan Kazaklarından olması onun bakış açısını etkiliyor. Daha güneyde Türkistan şehrine yakın Otırar’da doğup büyüyen yazar-şair Muhtar Şahanov’un ona bakışı ise tamamen aksi istikamette ve günümüz dünyasında rastlanan “kötülük genlerinin” Cengiz Han’dan tevarüs ettiğini düşünüyor ve acımasız bir Han portresi çizmekten çekinmiyor.
Özbek edebiyatı içinde ise yapılan yüzeysel bir araştırma ondan bahseden yazar veya eser olmadığı gösteriyor. Aynı şeyi Türkmen edebiyatı için de söylemek mümkün. İleride yapılacak ayrıntılı çalışmalar bu konuya açıklık getirecektir. Azerbaycan coğrafyasında ise doğrudan Cengiz Han’ı anlatan telif eser olmasa da çeviri yoluyla okuyucuya sunulmuş birkaç kitap söz konusu. Azerbaycan Milli İlimler Akademisi, Nizami Edebiyat Enstitüsü öğretim üyesi Dr. Mehman Hasanlı, Azerbaycan romancılığında Cengiz Han konusunu incelediği yazısında birkaç yazar ve kitabından bahseder.
Azerbaycan’ın tarihî roman yazarı Ferman Kerimzade’nin yazdığı Tebriz Şerefi romanında Cengiz Han’ın tarihî imajı canlandırılmıştır. Ferman Kerimzade, Azerbaycan edebiyat tarihindeki yerini Çaldıran Savaşı, Hudaferin Köprüsü gibi tarihî romanların yazarı olarak almıştır. Dr. Hasanlı yazarın Tebriz Şerefi romanını, onun başarılı romancılığının devamı, yeni bir olgu, tarihe hitap etmesinin yeni bir sayfası olarak değerlendirir.
Azerbaycan’ın bir başka tarihî roman yazarı Yunus Oğuz’un Cengiz Han romanını zikretmek gerekir. Romanda Cengiz Han’ın Harezmşahlar ile yaptığı savaşlar yer alır. Romanda Cengiz Han’ın ölümünden önce gözünün önüne Celaleddin gelir: “Celaleddin ölmeden önce ata binmiş kartal gibi gözlerinin önünde durmuş, ata binmiş Sind nehrine atlıyordu… Celaleddin onu korkutan tek cesur adamdı.” Cengiz Han’ın büyükannesi Ala-Qoa, babası Yesugey, karısı Borte ve oğulları Cuci, Çağatay, Ugedey ve Tuluy hakkında belli tarihî gerçeklerin, hikâyelerin yapı sökümü ile karşılaştırmak mümkündür. Yazar, Cengiz Han’ın babasının Bayat kabilesinden olan Orhan adlı gencin oğlu olmasına ilişkin hadiseyi esere dâhil etmiştir. Aynı zamanda Borte’nin Çinli olması, Cengiz Han’la yabancı bir dilde konuşması da yazarın kurgusu olarak değerlendirilebilir.
Edebi eserlerde veya tarihi kaynaklarda Cengiz Han imajını incelerken veya araştırırken pek çok prensibi akılda tutmakta yarar vardır. İlki onunla edebiyat ilişkisine bakmak. Kendisi tarih yazan birisi değil, edebiyatçı hiç değildir. Edebiyat yapan olmasa da edebiyata konu olmayı başarmış birisi. Diğer taraftan yazmamış; ama tarih yapmış birisi. Tarihçilerin onu övmesi kadar doğal hiçbir şey yoktur.
searchgate.net/publication/279250741_The_Image_of_Historical_Figures_in_Kazakh_Literature (16.02.2022) DOI:10.7763/IJSSH.2016.V6.687 İnsanlar ve özelde sanatçılar adeta “Stockholm sendromuna” tutulmuş gibi onu öven eserler vücuda getirmişler veya getiriyorlar. Tarihçilerin övdüklerinin ötesine geçerek edebiyatçılar onu göklere çıkararak Gök Tanrı’ya bile ulaştırabilirler.
Türkiye’de Cengiz Han
Türkiye’de yazılmış ve yayınlanmış on bir roman var. Cengiz Dağcı’yı da sayarsak on iki oluyor. Dağcı’nın romanının adı Genç Timuçin, diğerlerinde ise Cengiz Han bir şekilde kullanılmış. Sadece iki romanın başlığında Cengiz Han kullanılmamış. Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun romanının adı Kızıl Tuğ; fakat ilk bölümün adı Çingiz Kaan ve dipnotta bunun karşılığının Cengiz Han olduğu belirtilmiş. Coşkun Mutlu’nun romanının başlığı da Bozkırın Hükümdarı; fakat okurlar bu hükümdarın Cengiz Han olduğunu kolayca fark ediyor.
Yunus Ozan’ın yazdığı Ateşin ve Ölümün Efendisi Cengiz Han romanında Cengiz Han, at üstünde Çin’den Avrupa’nın içlerine kadar hakimiyeti altına alan bir lider olarak betimleniyor. Moğol kabilelerini tek bayrak altında toplayıp büyük bir devlet kuran ve dünyaları fetheden Cengiz Han, askeri dehası, hırsı, gözü karalığı, cesareti ile romanda yerini alıyor. Aynur Beşkonak’ın ifadesi ile “… gazabı merhametinden büyük” ve aynı zamanda “… şiddetle kınanacak düzeyde zulmü” “adil” siyaseti ile övülen bir roman kahramanıdır.
Tarihi gerçekliklere uygun bir tarzda anlatılan ve Timuçin’den başlayıp “Cengiz Han”lığa kadar yükselen, avucunda bir parça kan pıhtısıyla dünyaya gelen çocuğun romanı. Belki de dünyanın en çok merak edilen kişisi hakkında pek çok bilgiyi bulmak mümkün. Hayatta kalabilmenin bile çok zor olduğu şartlarda çelik gibi bir kişilik yaratan, dağınık haldeki Moğol kabilelerini bir araya getirerek dünya fethine çıkan bir lidere dönüşen roman kahramanı bu kitabın satırları arasında yerini alıyor.
Ahmet Haldun Terzioğlu’nun Gök Moğolların Başbuğu Cengiz Han romanı da Mehmet Emrecan Yük’ün ifade ettiğine göre diğerleri gibi “… genel duygusal beklentinin aksine gerçekçi betimlemeler ile bozkırdaki huzursuzluğa ve Türk-Moğol halklarının temel dinamiği olan ‘gökte nasıl bir Tengri varsa yerde de tek bir kağan olmalı’ düsturuna dayanır. Eserde yalnızca Cengiz Han’ın hayatı veya çilesi değil aynı zamanda “mitoloji, tarih, folklor ve dil” gibi zengin unsurlar içermektedir. Moğol devletinin kuruluşu romanın ana konusunu teşkil eder. Olayların başlangıç kaynağı da tarihsel hakikati de Burhan Haldun dağlarıdır. Dağların eteğinde uzanan geniş bozkırda başlayan roman Timuçin’in “Cengiz Han” olmasıyla birlikte göçebe hayat yaşayan halkların kolektif bilinç dışına iner ve onların hayata tutunma mücadelesini anlatır. Bu anlatı Timuçin ve onun ailesinin etrafında gelişir ve bozkırdaki yaşamın dinamiklerini gözler önüne serer.
Kerem Alp Usal’ın Cengiz Han ile Barışmak romanı, Neslihan Karagöz’ün de ifade ettiği gibi “… yalnızca tarihi bir roman olmakla kalmaz ve bilim kurgu yönü ile Cengiz Han’ın ruh göçünü” modern dönemlere kadar taşır. Romandaki Ece karakteri önemli bir rol üstlenir ve “reenkarnasyon” yani “yeniden dirilme” inancı ile birlikte tarihin derinliklerine gömülmüş, sayfalarına isimlerini yazdırmış pek çok lider Cengiz Han ile özdeşleştirilir.
Roman üniversite öğrencisi gençler üzerinden kurgulanmıştır. Gürkan, Ece ve Anıl’ın yaşadıkları olaylar üzerinden “aşk, sevgi, şüphe, merak, güven, aldatma, intikam, bağışlama, ölüm, korku ve çaresizlik” gibi izlekler işlenir. Bu öğrenciler ve izlekler üzerinden tarihin karanlıkta kalmış sayfalarına dönen roman, zengin mekân tasvirleri ile Cengiz Han ve dönemini eleştirir. Ona işlediği kötülükleri itiraf etme fırsatı sunulur. Karagöz işlenen bu kötülüklerin Kant’ın “saf ahlaki olmayan” bir güdülenme yüzünden oluşur teziyle izah eder. Bu kötülük güdüsü “ahlaki amaçları uğursuz yollara” iteler. Gürkan, Cengiz Han’ın ailesini, topraklarını ve topraklarında yaşayan insanları koruma içgüdüsü ile kötülük yaptığını söyleyerek onu savunmaya çalışır. Tıpkı Kazak yazar-şair Muhtar Şahanov’un Cengiz Han’ın Sırrı romanında olduğu gibi “kötülük genlerinin” hiçbir zaman ölmediğini veya yok olmadığını, uygun bir ortamı bulduğunda yeniden sosyal hayatta kendine yer edindiğini gösterir. Romanın bu açıdan öne çıkan karakteri Ece, ruh göçüne ve Altan Kentil’in 21. Yüzyılın Cengiz Han’ı olduğu inancını terk etse de ondan intikam alamayacağını da bilir ve bu hakikati kabul etmek zorunda kalır.
Göksagun Eraltay’ın Savaşçıların Efendisi Cengizhan romanında da Cengiz Han’ın hayatı ve Moğolların bir dönem için de olsa kurmuş oldukları büyük devletin ve bu devletin hakimiyetini anlatır. Hemen hemen bütün romanlarda görüldüğü gibi Cengiz Han güçlü bir karakter olarak kendini gösterir. Bir o kadar da acımasızdır. Yasalar koymuştur ve bu yasaların uygulanması konusunda katıdır. Olayların kronolojik olarak anlatımı da eseri diğerlerine yaklaştırır. Belgelere dayanması da yazarın “tarih-edebiyat” ilişkisi içinde konusunu tarihten alan kurgulanmış bir eser yaratma arzusundan kaynaklanmaktadır.
Romanda Cengiz Han sıradan bir insan gibi “meraklı” birisi olarak da okuyucunun karşısına çıkar. Ömrünü cihanın fethine adayan bir lider olarak dayandığı felsefe “dünyanın yaşadığı coğrafyadan ibaret olmadığı” gerçeğidir. Sekiz yüz yıl öncesinin gerçekleri ile bugünün gerçeklerinin uyuşması mümkün değildir. Yazar da günümüzün bilgi ve belgesiyle kahramanlarının dününe ve gününe hâkim bakış açısı ile eserini kaleme almıştır. Mekân tasvirleri oldukça başarılıdır. Kahramanlık, ölüm, kadın, intikam, yok edilen bilgi gibi izlekler okuyucunun ilgisine göre takip edilecek yolları gösterir. Her okuyucu kendi izleğinin peşine takılarak romandan çıkarımda bulunabilir.
A. Hakan Bayrakçı romanı Bozkırın Oğlu Cengiz Han’ın Önsöz’ünde “Tarihin bir dili vardır. Konuşur, anlatır…” der. Bu konuşmadan ise herkes anladığı kadarını alır, işler ve yeri geldiğinde bir sanat eserine dönüştürür. Tıpkı tarih, tarihi yazana göre şekilleniyorsa edebiyat da yazarına göre şekil ve duruş sergiler. Tarihçinin zihninde şekillenen, sanatkarın kaleminde canlanır ve okuyucunun gözünde ve zihninde yeniden yaratılır. Diğerlerinde olduğu gibi burada da Cengiz Han’ın tabiat ile, açlık ile, sürgün ve esaret ile sınanması anlatılır. Neticede bu sınaklardan geçerek hem alması gereken “intikamları” almış hem de büyük bir devlet kurmuştur. Koyduğu yasalar ile de bozkırda dağınık vaziyette yaşayan Moğol halklarını bir araya getirmiş ve büyük bir devlet kurmuştur.
Moğollar için bu köklü değişim oldukça kanlı olsa da geniş coğrafyalarda fetihlere yol açmıştır. Cengiz Han, en büyük, en kanlı mücadelesini, dostu, kan kardeşi Camuha’ya karşı vermiştir. Yazar Bayrakçı onu güçlü fiziğinin yanı sıra sarsılmaz iradesiyle de betimlemiştir. Sabır ve tahammül seviyesini de çok yükseklerde göstermekten çekinmemiştir.
İpek Bayrakçı’nın ifadesiyle “… Doğumundan ölümüne neredeyse sekiz asır geçmesine rağmen hala dünyanın dilindedir. Cengiz Han, ardından nesiller boyunca aktarılacak bir destan bıraktı.” Romanda bu sürekliliği gösteren ve yazarın kaleminden çıkan şu satırlar önemlidir: “… Dokuz tuğlu mavi sancağımızı her yöne dikeceğiz! … yıllar yılı dilden dile anlatılıp masallaşacağız…”
Okay Tiryakioğlu’nun Cengiz Han Rüzgâr ve Ateş İmparatorluğu da tarihi kaynaklara uygun, tarihsel gerçekleri aksettiren bir romandır. Diğerlerinden farklı olarak eserde “tarihi akışın yanında bilginlerin söylediği sözlere ve şiirlere yer verilmesi” farklı bir hava katmıştır. Kahramanların veciz sözleri de bir “nasihatname”den alınmış hissi uyandırır. Semiha Burhanlı’nın ifadesiyle “… Yazar, eserinde Moğol Devleti’nin kuruluşunu ve zirve noktasına nasıl geldiğini anlatmış; kahramanların olaylar karşısında ruhsal durumları hakkında bilgiler vermiştir. Aşkı, arkadaşlığı, savaşı, gücü, ihaneti, kahramanlığı, zaferi romanın kurgusuna işleyen yazar, bütün duyguları bir arada vermiştir.”
Eserde Cengiz Han, hayatı boyunca bünyesinde topladığı liderlik vasfı ve kazanma arzusu ile birçok savaştan galib çıkmış, büyük bir devlet kurmuştur. Eserin başından sonuna kadar Timuçin’in “Cengiz Han” ilan edilene kadar hedeflerine ulaşmak için karşısına çıkan bütün engelleri nasıl aştığı anlatılmıştır. Yine Bur-hanlı’nın yazdıklarına göre; “… Aşk ve savaşın bir arada olduğu romanda, Cengiz Han savaşta galip gelse de aşkta istediği başarıyı elde edememiştir. Rüyalarının kadını olan Umay’ı gerçek hayatta bulamamış ancak onu arayıp bulacağına inanmıştır.”
Tarihi kaynaklarda kişiler pek canlı anlatılmazlar. Edebi eserlerde ise tarihi olayların gelişimi ele alınan kişiler veya karakterlerin davranışlarına göre şekillenir. Dolayısıyla yapısal düzlemin yanı sıra olayları başından geçiren kişiler ve karakterler büyük önem arz eder. Coşkun Mutlu’nun Bozkırın Hükümdarı romanında henüz başlıktan da anlaşılabileceği gibi hem “bozkır” hem de “hükümdar” eşit düzlemdedir. Yani “mekân” ve “kişi” aynı öneme sahiptir. Roman okuyucuları onun zor yaşam koşulları içindeki mücadele kararlılığını ve insanları yaşama karşı dürüst olmaya ve güdülemeye götüren alt mesajları da bulabilirler. Damla Nur Akkirpi’nin de belirttiği gibi; “Her ne şartta olursa olsun, etrafında dostun da düşmanın da olsun birey olmak, birlik olmak için çabalamaktan, inandığı değerlerden kopmadan ve unutturmadan yaşamak, asla vaz geçmemek.”
Rıdvan Ganioğlu’nun Cengiz Han-Ben Tanrının Size Yolladığı Cezayım romanı da Gökçenur Bilge Muğlu’nun ifadesiyle “… Savaş karşıtlığı, adalet, kanun, eşitlik, ceza, insanlık hakları daha iyi bir dünya hayali üzerine kurulmuş” bir edebi eserdir. Her şeyin ve herkesin adalet karşısında “eşit” olduğundan hareketle tarihi olayların bile “adalet terazisinde” tartılması gerektiği fikri romanın satır aralarına yerleştirilmiş mesajlardan biri durumundadır. “Kötü”nün hep kötü kalacağı ve asla değişmeyeceği fikri de yazarın kaleminden satır aralarına sindirilmiş görünmektedir. Timuçin roman boyunca “kötüleri” ve “hainleri” cezalandırıcı olarak karakterize ediliyor. Gökçenur Bilge Muğlu’nun ifadesiyle; “… o, hiçbir zaman adaletsizliğe düşmez, kibirlenmez.” Eserde böyle bir Timuçin’in ilerleyen aşamalarda Cengiz Han’ın efsanevi hayatındaki bulutları da görmek mümkündür.
Tarihin sararmış sayfalarında yerini alan Cengiz Han’ın günümüz dünyasında farklı bir görünüşü eserde yerini alıyor. Bu modern Cengiz Han insan kaynaklı bütün kötülüklere son verilmesi için uğraşıyor. Bunun için kendi yasalarını kurar ve mucizevi bir nesne aracılığıyla sağlar. Muğlu’nun ifadesiyle “… dünyaya huzur ve sükûnet getirir. Açlık, savaş, hastalık, rüşvet, uyuşturucu ticareti, eşitsizlik, sömürgecilik, silah tüccarlığı, köle ticareti, dil asimilasyonu, misyonerlik, teknoloji kirliliği, nükleer silah, ucuz işgücü, iç savaş, yolsuzluk, politikacılar, hırsızlık, şehir hayatı, darbe, faiz, ırkçılık, gelir uçurumu, modern kölelik, betonlaşma, mülteci problemini çözer.” Dünya tek bir devlet haline getirir. Dünyaya gelecek bir cezalandırıcı sayesinde kurulacak adil bir düzende kötülükler son bulacak ve insanlar nefes alacaktır. Bu açıdan bakıldığında romanın diğerlerinden ayrılarak “ütopik” bir esere döndüğünü söylemek mümkündür.
Mehmet Kemal Erdoğan’ın Cengiz Han romanında yine bu büyük liderin hayatı anlatılıyor ve yaşanan olaylar okuyucuyu zaman zaman derinlemesine düşünmeye sevk edecek nitelikte tasvirler yapılıyor. Romanda Timuçin ve eşi Borçu—romanda böyle geçiyor—arasında canlı diyaloglar okuyucuyu sarıp sarmalıyor ve kahramanın düşünce dünyasında gezintiye çıkarıyor. Onun ağzından dökülen şu cümleler Cengiz Han hakkında okuyucunun kafasında bir görünüm oluşturacaktır. Harzemşahları cezalandırdıktan sonra camideki Müslümanlara seslenen Cengiz Han şöyle diyor: “Çok fazla konuşmadım camideki Müslümanlara Borçu,” … “Onlara kısaca ne olduğumu söyledim. Yaşlı başlı, saçı sakalı ağarmış Müslümanlardı. Beni ciddi biçimde dinlediler. Hiç itiraz etmediler. Beni kabullendiklerini anladım. Onlara, ‘çok büyük günahlar işlediklerini, bu yüzden Tanrının beni onların başına bir gazap olarak gönderdiğini, Tanrının Gazabı olduğumu’ söyledim. Onlara söylediğim buydu. Ben, gerçekten ırklara, kabilelere, uluslara Tanrının Gazabı olarak gelmiştim. Bunu onlar hak etmişlerdi. Çok büyük günahlar işlemenin karşılığı olarak beni, Cengiz Han’ı göndermişti Gök Tengri. Yaptıklarımdan hiç pişman değilim. Ben, görevimi yerine getirdim diye düşünüyorum…” (Tanıtım Bülteninden)
Tarihi roman olan bu eserde tarihi kaynaklarda pek rastlanmayan bu tür diyaloglar okuyucuda yaşanmışlık hissi uyandırmasının yanında yazarın bakış açısını da ortaya koymaktadır. Yazar bu bakış açısıyla Müslüman Harzemşahların suçlu olduğunu onun gözünden vermeyi tercih etmiştir.
Mehmet Samih Fethi’nin romanı Cengiz Han biraz da mantık hatalarıyla dolu bir roman gibi. Başlığından da anlaşıldığı gibi eser, dünya tarihinin en tanınmış komutanlarından ve liderlerinden Cengiz Han’ın hayatını konu alıyor. Onur Hasdedeoğlu’nun ifadesiyle roman; “… Tanrısal bakışı açısıyla Cengiz Han’ın ölümünden hemen sonraki sürecin anlatıldığı bir buçuk sayfalık “Son Sözler”e kadar olan yirmi beş bölümde anlatıcı, başkahraman Cengiz Han’dır.” Romanda mantık hataları ile Türkçenin ifade kurallarına uymayan yazım hataları da mevcut.
Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun Kızıl Tuğ romanı Timuçin ismi ile Cengiz Han isminin birbirine karıştığı ve münavebeli olarak kullanıldığı bir eser olarak okuyucuyla buluşuyor. İlk kısımda yiğit ve başına buyruk savaşçı Otsukarcı ile tanışan Timuçin ve Celme, yine eserin sonlarında kaderin yazgısıyla karşı karşıya gelirler. Timuçin, Celaleddin Mengü Berti ile Bamyan’da çarpışırken “… Başında gümüş tolgası, ardında Kızıl Tuğ, Otsukarcı bir kasırga gibi Timuçin’in ordusunun üzerine” atılır. O ise tepenin üzerinden bu canhıraş dövüşü imrenerek izlemektedir. Yiğitlerini överken “… ben oğullarımı işte böyle görmek isterdim” der. Bunu işiten oğlu Tuluy tolgasını başına geçirip atına atladığı gibi vuruşmaya katılır. Babasının dostu Otsukarcı mızrağıyla onu attan düşürür. Niyeti onu esir almaktır; fakat Celaleddin’in savaşçılarından biri kılıcıyla Tuluy’un başını keser. Otsukarcı dövüşmeyi teklif etse de yazarın ifadesiyle Çingiz Han geri çevirmese de Celme araya girerek yenilgiyi kabul ettiklerini bildirir. Bu trajik durum karşısında Timuçin çok üzülse de Otsukarcı ile dövüşmez. Yazar romanın son sayfalarında vermek istediği mesajı şu cümlelerle aktarır: “… Otsukarcı, … bugün yüreğimi unutulmaz bir acıyla deldin… bana zalim, kan dökücü dedin. Halbuki sen de ve seninle beraber bana bu sözleri söyleyen herkes de çok aldanıyor. Benim zulmüm yağılarıma karşıdır. Ben kimsenin kanını sebepsiz dökmedim.” Gerçekten böyle midir, hiç kimse bilmiyor; fakat burada yazar Kozanoğlu, bunun böyle olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Netice itibarıyla A. Hakan Bayrakçı’nın Bozkırın Oğlu Cengiz Han romanının önsözünde belirttiği gibi “Tarihin bir dili vardır. Konuşur, anlatır…” (s. 7) Edebiyat da “dil” ile kurgulanmış ve ifade edilmiştir. Dolayısıyla “edebiyatın da bir dili vardır ve o da konuşur.” Hem de çok konuşur. Hatice İpek Bayrakçı’nın da yazısında ifade ettiği gibi “… Tarih, tarihi yazan yazara göre şekillenir ve satırlardaki yerini alır. Aslında anlaşıldığı kadarıyla okuyucu tarihi kendi zihninde şekillendirir ve bir sonuca varmaya çalışır.” Edebiyatçı ise bu malzemeyi alır ve bu defa kendi zihninde şekillendirerek onu kendi dili ile konuşturur. Cengiz Han’ı anlatan pek çok tarih kitabına ve tarihi kaynaklara ulaşmak mümkündür. Yerli veya yabancı pek çok yazar da bu kaynaklardan hareketle kendi düşüncelerinde veya zihinlerinde canlanan Timuçin’den yola çıkarak Cengiz Han’a ulaşmış ve kendi kahramanlarını yine kendi bakış açılarına göre şekillendirmişlerdir. Kimisine göre yiğit, cesur, akıllı, savaşçı, müdrik, müşfik, yasa koyucu bir lider iken kimilerine göre de vahşi, acımasız, eli kanlı medeniyetten uzak at üstünde yaşayan bir yabaniden farklı değildir. Kimilerine göre de “kadın” düşkünü bir bozkır insanıdır.
Yazarların bakış açıları her ne olursa olsun, hepsi de onun peşine düşmüşler, onu aramışlar, onu merak etmişler ve etmeye de devam etmektedirler. Bu sebeple “Cengiz Han’ı aramak” tarihçilerin de yazarların da okurların da “merak” ettikleri en ilginç konuların başında gelmeye devam edecektir.
MEHMET KILDIROĞLU[10 - Doç. Dr., Kastamonu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü]: MOĞOLLARIN GİZLİ TARİHİ’NDE CENGİZ HAN
Giriş
Dünya tarihinin önemli şahsiyetlerinden olan Cengiz Han göçebe bir kavmin lideri olmasına rağmen kısa bir zamanda dünyanın önemli bir kısmına sahip olmuş, muazzam bir imparatorluk kurmuştur. Cengiz Han’ın hayatı ve Moğol imparatorluğu hakkında Farsça, Türkçe, Arapça, Çince ve Moğolca birçok çalışma yapılmıştır. Togan’ın ifadesiyle Moğolistan dışında Orta Asya, Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyinde Anadolu’da, Ortadoğu coğrafyasında hatta Balkanlarda hâkimiyet kurmuş bir devlet olduğu için bunlar (Moğollar) hakkında birçok dilde eserler verilmiştir. (Togan, 1969-1970: 1-2) Cengiz Han’la ilgili de oldukça çok yayın bulunmaktadır. Hatta adına en çok eser yazılan şahsiyetlerden biri Cengiz Han, diğeri de Attila’dır. Cengiz göçebe bir topluluğun lideri olmasına rağmen kurduğu devlette önemli teşkilatlar oluşturmuştur. Bunlardan birisi ve belki de en önemlisi posta teşkilatıdır. Bu teşkilat sayesinde zamanının iletişimini hızlandırmıştır. Bundan sonra ise koyduğu yasaklar oldukça önemlidir. Moğolların başarısının ardında posta teşkilatı[11 - Dinç, S. (2019). 13. Yüzyılda Moğol Posta Teşkilatı (Yam), Danışman: Derya Derin Paşaoğlu, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Mayıs, Trabzon.], yasaklar (Cuveyni, 2013: 85; Arsal, 1947: 170-177) ve dini hoşgörü (Cuveyni, 2013: 86) vardır. Bu yasaklar devlete bir intizam vermiş Cengiz Han’ın ölümünden sonra da Moğol devletlerinde yasakların uygulanmasına büyük gayret gösterilmiştir. Cengiz Han’ın hayatı iyice incelendiği zaman onun hayatını siyah beyaz olarak değerlendirmek mümkündür. Çok zalim olmasına rağmen aynı zamanda merhamet sahibidir. Kendisine iyilik edenlere hayatı boyunca iyilik etmiş, onları her zaman yanında tutmuş imtiyazlı kılmıştır, kötülük edenleri ise asla unutmamış mutlaka cezalandırmıştır. Bu durum onun kurduğu sistemin aslında sadakate dayandığını göstermektedir. Böyle yaparak Cengiz Han şahsına karşı sadakatle kendisini devlet yerine koyarak devleti güçlü kılmak istemiştir. Cengiz’in ortaya çıktığı zaman Moğol birliğinden söz etmek mümkün değildi (Cuveyni, 2013: 83). Moğollar çok dağınık halde ve başka kavimlerin hâkimiyeti altında bulunuyordu. Cengiz Han zamanında Moğol boy, oymak ve kabileleri şunlardan oluşmaktaydı: Adangha/Adanghan, Adargın/Adar-kin, Adenga Urianghat, Arula/Arulad, Ba’arin, Barula/Barulas, Barula Erdemtu, Barula Todoyen, Baya’ut[12 - Bayaut, Bayat boyunun Moğolca’daki söylenişidir. Bayat boyu bilindiği gibi Oğuzların 24 boyundan birisidir. Dede Korkut destanlarında Dede Korkut’un bu boydan olduğu kaydedilmiştir. Gene tarihi şahsiyetlerden Harezmşah Atsız’ın evlendiği Terken Hatun da bazı kaynaklara göre bu boydan gösterilmiştir. Bayat boyu Gerdizi’nin verdiği Kıpçak boyları içinde de yer almaktadır. Gerdizî Kıpçakları oluşturan yedi boydan birinin Bayatlar olduğunu yazmıştır. Bayatlar görüldüğü gibi hem Oğuzlar hem Kıpçaklar hem de Moğol boyları içinde bulunmaktadır. Bayat sözü “Bay” sözüne Moğolca çokluk eki olan “– at” ekinin eklenmesi ile oluşmuştur. Bay Türkçe’de değişik biçimlerde kullanılmıştır. Mesela Boy- gibi Boy-abat sözü de bu isimden ortaya çıkmış olmalıdır. Bugünkü Türk lehçelerinde de canlı olarak kullanılan bu söz genellikle zengin ve bey anlamında kullanılmaktadır. (Ercilasun, 1992: 56) Boyabat adı da zengin topraklara sahip yer, verimli topraklar anlamına gelmektedir. Türkçe’de –a ünlüsünün değişiklik göstermesi mümkündür. Bay bazen Boyabat yer adında olduğu gibi “Boy” biçiminde de söylenebilir. Bayat adı bize aslında Türklerle Moğollar arasındaki yakınlığı da göstermektedir. Oğuz ve Kıpçaklarda bulunan bu boy Moğolların arasına da girmiştir.], Belgunot, Besut, Besutai, Bişi’ut, Borcigin, Buda’at, Bugunot, Buriyat, Caciraadat/Cacirat, Cadaran, Calayir[13 - René Grousset Calayırların Türk göçerler olabileceğini yazmıştır. (Grousset, 2001: 19) Zeki Velidi de Celayirler ve bazı Moğol boylarının Türk olduğunu söylemiştir. (Togan, 1969-1970: 18-23) Bugün Celayirler çoğunluk olarak Kazakistan coğrafyasında bulunmakta ve Kazakların büyük boylarından birini teşkil etmektedir. Celayir boyu geçmişte İlhanlı Devleti içinde de önemli rol oynamıştır. Hatta bu boyun mensupları Moğollarla birlikte 1240 Kösedağ savaşından sonra Anadolu’ya da gelmişlerdir. Günümüzde Anadolu’da bu boya mensup kişiler bulunmaktadır.], Cangşi’ut, Caored/Caou’redai, Carciut-adanghan, Curkin/Yürkin, Cangşi’ut (Bişi’ut), Çarçi’ut, Çinos, Dolunggir, Dorben, Dunghayit, Ebugecin, Geniges, Habturhas, Hadagin/Hatakin, Hardakidai/Harta’at, Honghotan/Honghotat, Horolas/Horulas, İkires, Kıyan, Ki-yat (Kiyud), Ma’alih-baiya’ut, Manghol, Mangholcin, Manghut, Menen-baarin, Negus, Niçigut-baarin, Noyakin, Olhuno’ut, Onggut, Oronar, Oteget, Sahayit, Salci’ut, Suldus, Sünit, Taiyici’ut/Taycigut, Tarhut, Tohura’un/Tohura’ut, Torgut, To’oles/To’eles, Ubçih, Unggirat (Kongurat), Urianga, Uru’ud/Uru’ut, Yürki.[14 - Bu isimlerin telaffuzları Ahmet Temir’in okuyuşuna göre yazılmıştır.] Bütün bu Moğol kabileleri Cengiz Han’ın hâkimiyetinde ilk defa bir araya geldiler. (Grousset, 2001: 19) Yani Cengiz Han Moğol birliğini sağlayarak cihan devleti kurma hayalini veya hedefini gerçekleştirdi. Cengiz Han zamanının en büyük devlet adamı ve komutanıdır, Avrasya’nın birçok halkının tarihinde silinmez izler bırakmışlardır. Cengiz Han›ın tarihteki rolü elbette kesin olarak değerlendirilemez, Dağınık Moğol kabilelerini tek bir feodal devlette birleştirmesi, şüphesiz Moğolistan tarihi için ilerici bir öneme sahipti. Aynı zamanda, Cengiz Han›ın fetih kampanyaları, Sayan-Altay Yaylaları da dâhil olmak üzere fethedilen ülkelerin halklarına sefalet ve acı getirdi. (İstoriya Tuvı, 2001: 155)
Cengiz Han Döneminden Bahseden Kaynaklar
Bu yazının konusu Cengiz Han olduğu için burada sadece Cengiz Han dönemi ile ilgili kaynaklar zikredilmiştir. Aslında Moğollarla ilgili kaynaklar ve seyahatnameler daha fazladır. Gerçi Cengiz Han’ın tarihini tek başına, oğullarının tarihinin dışında almak doğru değildir (Togan, 1969-1970: 18). Ancak bu çalışmanın hacmi Moğolların tarihini genel olarak ele almamaktadır.
Louis Hambis Cengiz’den önceki Moğollardan bahseden Çin kaynaklarını T’ang zamanından (618-907) Kitan İmparatorluğunun son aşamasına (1084) kadar Moğollar hakkında genel bilgileri içerenlerle, Kitan İmparatorluğunun çöktüğü, Kin veya Çürcet imparatorluğunun Cengiz’in darbeleri altında çöküşe geçtiği dönemde Moğollardan bahseden 1211 tarihli metinler olarak vermiştir (Hambis, 1970: 125).
Cengiz’in tarihi Farsça, Türkçe, Arapça, Çince ve Moğolca olarak yazılmıştır. Daha sonra da başta Avrupa dilleri olmak üzere birçok dile çevrilmiştir. Cengiz hakkında hem kendisi tarafından hem de ilişki içinde olduğu birçok kavim tarafından eserler yazılmıştır.
Moğol Tarihinin ilk kaynağı kaya üzerine Uygur dilinde yazılmış beş satırlık bir yazıdır. Moğolların Gizli Tarihi, Almanca ve Rusça çevirilerinden yararlanarak Ahmet Temir tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Daha sonra Tuncer Gülensoy tarafından Altan Tobçi I, II, III. çevirileri 1974, 1986, 1987 yıllarında yayınlanmış, Reşideddin’in Cami–üt-tevarih adlı eserinin Türkçe nüshası da olmasına rağmen bu eser günümüze kadar gelmemiştir.
En önemli kaynağı ise şüphesiz Moğolların Gizli Tarihi ve Altan Tobçi’dir. Altan Debter adlı başka bir kaynağın daha olduğunu kendisinin bu kaynaktan yararlandığını Reşideddin yazmıştır, ancak bugüne kadar Altan Debter bulunamamıştır. Moğolların Gizli Tarihi ile Altan Tobçi üzerine Tuncer Gülensoy çalışmış ikisi arasında kronolojik olarak birçok aynılık tespit etmiştir. (Gülensoy, 1967: 189-191; A.y., 1988: 25-30; A.y. 2007: 257-275) Altan Tobçi XVI. Yüzyılda yazıldığı için Budizm’in tesiriyle yazılmıştır. Her ne kadara Moğolların Gizli Tarihindeki bilgiler Altan Tobçi’de tekrarlanıyorsa da Budizm etkisi çok fazladır.
Farsça olarak yazılmış olan kaynaklar içinde Cami üt-tevarih önemli kaynakların başında gelmektedir. Reşideddin’in kitabının Moğolca aslının sadece şecere kısmı bize kadar gelebilmiştir. Türkçesi Topkapı H 1253 numaralı albümdedir. Timur’un şeceresi olarak yazılmıştır ve ecdadı Alangua’dan başlayıp Cengiz’i de ihtiva etmektedir. Açıklamalar Uygur harfleriyle Türkçedir (Togan, 1969-1970: 2) Cami üt-tevarih dünya tarihi olması hasebiyle hem Moğolların hem Türklerin hem de dünyanın birçok milletinin tarihinin kaynağı durumundadır. Farsaça yazılan kaynaklardan bir diğeri de Alaüddin Ata Melik Cüveyni’nin yazmış olduğu Tarih-i Cihangüşa’dır. Arapça kaynaklar da İbnü’l Esir’in Kamilü’t-tevarih’i, Ne-sevi’nin Siretü’s-Sultan Celalüddin Mengüberti ve Abdullah İbn Fazlullah (Vas-saü’l-Hazret) “Tecziyetü’l-emsar ve Tezciyetü’l-a’sar” (bu eserde Cengiz Han’la ilgili bilgiler Cüveyni’nin Tarih-i Cihangüşa adlı eserinden alınmıştır), Muinüddin Muhammed el-İsfizari, “Ravzatü’l-cennat fi evsafi medineti’l-Herat”, Müellifi Bilinmeyen Meğze’l-ensab adlı eserlerde Cengiz Han’dan bahsedilmektedir.
Moğolların Gizli Tarihi’nden 130 yıl sonra yazılmış olan Yüan-shih (Yüan Sülalesinin Tarihi), Sheng-wu chin-ch‟ien-lu (Mukaddes Savaşçının Şahsî Seferleri) ve başkaları gibi Moğol tarihi ile ilgili eserler Çin dilinde yazılmıştır.
Hat-un ündüsün-ü erdeni-yin tobçiya (Hanların Menşei Üzerine Cevher Mecmuası) adlı Moğolca kaynak Ordos prensi Sanang-setsen Hung-tayci tarafından 1662’de yazılmıştır Moğol tarihinin önemli eserlerindendir. Bu eseri Sanang-setsen halk arasında yaşayan destanî rivayetlerle birlikte, çoğu bize kadar ulaşmayan yazılı eserlerden de faydalanarak yazmıştır. (Yücel Uydu, 2010: 6)
Bunların dışında Cengiz-nâme, Anonim Şeybani-nâme, orijinal epik, Çin ve Mançu tarihçilerinin etkisiyle, Tibetçe’den Moğolcaya çeviri eserler ve Altan Debter, Köke Debter, Çinggis Kagan-u Çedig gibi Moğolca, Defter-i Çinggiz gibi Çağatay Türkçesiyle de Cengiz’den bahseden kaynaklar vardır. (Yücel Uydu, 2010: 6-8)
Cengiz’in Şeceresi
Cengiz Han’ın ataları efsanevi Moğolların Gizli Tarihine (yazılışı 1240) göre denizi geçerek gelen yüksek Tanrı’nın takdiriyle yaratılmış bir bozkurt (Pelliot, 1949: 121; Grousset, 1944: 8-12) ve eşi dişi beyaz geyiktir. Burhan Haldun dağına yerleştikleri zaman Bata-çihan adlı bir oğulları olur. Ondan Tamaça, Tamaça’dan Horiçar, Horiçar’dan A’ucan boro’ul, ondan Sali Haça’u, ondan Yeke-nidun, ondan Semsoçi, ondan Harçu, ondan Borcigiday, ondan Toroholcin Baiyan, ondan, Duva-sohor, Dobun-mergen, Dobun-mergen’in hanımı Alan-ho’a’dır. Alan-ho’a Timur’un mezar kitabesindeki nesebnâmede de geçmektedir. (Blochet, 1897: 208; Semenov, 1937: 75-84) Bu ikisinin Bugunotai ve Belgunotai adlı iki oğlu olur. Dobun-mergen öldükten sonra kocasız kalan eşinin üç oğlu olur. Bunlar Buhu-hadai, Buhatu-salci, Bodonçar-munghah, ondan Habiçi Baa’tur, ondan Haçi Külug’un, ondan Haidu, ondan Baişinghor-dohşin, ondan Tumbinai-secen, ondan Habul-hahan, ondan Bartan-ba’atur,[15 - Altan Tobçi’de bu isim Bartam olarak geçmektedir. (Gülensoy, 1974: 621)] ondan Yesugey-ba’atur, ondan Temuçin olur. (Temir, 1986: 3-15; Gülensoy, 2007: 257-275) Diğer Moğol kaynağı Altan Tobçi’de ise Cengiz Han’ın ataları şöyle gösterilmiştir: “Ogedei Kağan (Onun kardeşi Külüg Kağan, onun kardeşi Möngke Kağan, onun kardeşi), Kubilai Kağan (onun kardeşi, sonra, Olcei-tü Kağan), Külüg Kağan, Buyan-tu Kağan/Gegen Kağan, Yisün Temir Kağan, (ondan sonra) Cayağa-tu Kağan, (ondan sonra) Kutug-tu Kağan/ (ondan sonra) Aciyamal Kağan, (ondan sonra) Ukağa-tu Kağan, (onun oğlu) Bilig-tü Kağan/(onun oğlu) Uskal Kağan, (onun oğlu) Corig-tu Kağan, (onun oğlu) Elbeg Kağan.” (Gülensoy, 1967: 191) Görüldüğü gibi iki şecere arasında fark vardır. Altan Tobçi’de geçen kişiler Ögedey, Kubilay, Möngke, Olcei-tü (Olcaytu) Cengiz’in oğulları ve torunları oldukları halde diğer isimlerin çoğunun Moğolların Gizli Tarihi’nde yer alan kişilerle alakası yoktur. Gülensoy’un tespitine göre bunun böyle olmasında veya isimlerin farklı olmasında Budizm’in etkisi vardır. Moğol tarihinde. Külüg lakap olarak Maniheizme girdikten sonra Uygurlarda kullanılmıştır. Cengiz Han’ın soyu ile ilgili Cengiz-nâmeler ve Moğol tarihinin ilk dönemleri Saadettin Gömeç tarafından etraflıca incelenmiştir. (Gömeç, 2018: 405-476)
Timuçin’in Doğumu ve Çocukluğu
Timuçin bir rivayete göre 1155 (D’Ohhson, 2008: 37-41) diğerlerine göre de 1162 veya 1167 yıllarında (Togan, 1969-1970: 1; Leisi, 2018: 53-57), Onon ırmağının sağ kıyısında bulunan Deli’un-Boldah adlı yerde doğmuştur. Cengiz aslında kendisine sonradan verilen bir unvandır. Moğolların en eski kaynaklarından olan Moğolların Gizli Tarihi adlı efsanevi eserde Timuçin adı da kendisine babası Yesügey Bahadır’ın mağlup ettiği ve esir aldığı Tatar kabilesi reisi Temuçin-uge’nin Yesügey’in kabilesine getirildiği zaman doğduğu için Moğol ad verme geleneğine göre verilmiştir (Gülensoy, 1974: 623)[16 - Tuncer Gülensoy bu olayın ileride unutulmaması için–yani Timuçin’in esir alınması için–bu adın verildiğini yazmıştır. (Gülensoy, 1967: 190)]. Bu kaynakta ayrıca Cengiz doğduğu zaman avucunda bir kan pıhtısıyla dünyaya gelmiştir (Temir, 1986: 3-19) denilerek ona bir kutsiyet addedilmiştir. Cengiz’in babası az önce zikrettiğimiz gibi Yesügey-ba’atur, annesi de Olhuno’ut kabilesinden Ho’elun-ucin hatundur. Yesügey Ba’atur Ho’elun-ucin’i Merkitlerden olan kocası Çiledu’nun elinden alıp kaçırmıştır. Timuçin işte bu Ho’elun-ucin[17 - Altan Tobçi’de Ögelen-eke (Gülensoy, 1974: 622)] Hatun’dan doğmuştur. Yesugey-Ba’atur’un Ho’elun-ucin’den Temucin, Hasar, Haci’un, Temuge isminde dört oğlu ve Temulun adında bir kızı olur. Timuçin dokuz yaşındayken Coci-Hasar yedi yaşındadır. Haci’un-elci beş, Temuge-otcigin üç, Temulun ise daha beşiktedir. Yesügey’in Koakçin adında ikinci bir eşi ve bundan da Belgütey ile Bekter adlarında iki oğlu daha olduğu da bilinmektedir.
Dokuz yaşına girdiğinde babası onu yanına alarak annesi Ho’elun’un akrabalarından Torgut kabilesine mensup Olhuno’utlardan dayılarından kız istemek için yola çıkar. Yolda Unggiratlardan[18 - Altan Tobçi’de Konggurat] De-i Seçen ile karşılaşırlar. Dei-Seçen Yesügey’e “Nereye gidiyorsun?” diye sorunca o da oğlu için Olhuno’udlardan kız istemeye gittiğini söyler. Dei-Seçen bir rüya gördüğünü ve bu rüyanın güzel şeyler ifade ettiğini, Unggirat halkının eskiden beri kızlarının güzel olduğunu söyleyerek kendi kızını görmesi için Yesügey’i evine davet eder. Yesügey, Dei-Seçen’in kızını beğenir. Gece Dei-Seçen’e misafir olur ve ertesi gün de kızını ister. Moğol geleneğine göre damat evleninceye kadar kız evinde kalmalıdır. Yesügey oğlunu bırakır ancak oğlunun köpekten korktuğunu onu köpeklerden korumasını tembih eder. Obasına dönerken yolda Tatarlara rastlar, Tatarlar onun eski düşmanları olduğunu anlarlar ve çayına zehir katarak Yesügey’i zehirlerler. Yesügey zehirlendiğini evine gelince anlar ve oğluna gelmesi için haber gönderir. Bunun üzerine Timuçin yola çıkar, ancak daha evine ulaşamadan babası vefat eder. (Temir, 1986: 20-22; Gülensoy, 1974: 624) Babasının ölümü Timuçin için felaketlerin, zor günlerin başlamasıdır. Çocukluğu diğer Moğol kabilelerinin saldırıları ve yaşadığı sıkıntılarla geçer.
Cengiz Han’ın Gençliği, Tayciutlar ve Merkitler ile Mücadelesi
Babasının ölümü kendi kabilelerinin de onları bırakıp gitmesine sebep olur. Ho’elun-ucin atına binip eline bayrak alarak gidenleri geri çevirmek için büyük gayret sarf eder. Bir kısmını döndürmeyi başarır. Ancak daha sonra dönenler de onları terk ederler, kimse onları dinlemez ve yapayalnız kalırlar. Bütün bu yaşananlar Moğolların Gizli Tarihi’nde dramatik bir biçimde anlatılır. (Temir, 1986: 23-27) Kardeşleri ile de problemler yaşayan Timuçin kardeşleriyle birlikte balık avlarken tuttukları balığı üvey kardeşleri Belgutay ve Bekter, Timuçin’le Hasar’dan zorla alırlar. Timuçin ve Hasar bu olayı annelerine anlattıklarında anneleri çok üzülür. Düşmanları Tayciutlardan intikam almayı düşünecekleri yerde birbirileri ile kavga etmelerine sitem eder. Bunun üzerine Timuçin ve Hasar memnuniyetsizliklerini belli eder evden çıkarlar. Timuçin ve Hasar kardeşleri Bekter’i okla vurarak öldürürler. Eve döndüklerinde Ho’elun-ucin ana onların yüzlerinden kötü bir şey yaptıklarını anlar ve onlara sitem dolu sözler söyler. (Temir, 1986: 27-29) Peşlerini bırakmayan Tayciutlar’dan bir kişi Timuçin’in annesi ve kardeşlerinin bulunduğu yere gelerek onlara saldırır. Bu saldırıya Timuçin ve kardeşleri karşılık verirler. Tayciutların gönderdiği Tarhutai-kiriltuh onlara haber göndererek Timuçin’i istediklerini diğerlerinin gereği olmadığını söyler. Bunun üzerine aile Timuçin’i bir ata bindirerek onun ormana doğru kaçmasını sağlarlar. Timuçin ormana girer ve gözden kaybolur. Tayciutlar onu takibe başlarlar, ancak ormana girmeye cesaret edemezler. Ormanı uzun süre kuşatırlar. Timuçin ormanda dokuz gece kaldıktan sonra epey acıkır ve ormandan çıkmaya karar verir. Tam ormandan çıkarken pusu kurmuş bekleyen Tayciutlar onu yakalarlar ve alıp götürürler. Onu köylerinde her gece bir evde kalmak şartıyla esir ederler. Tayciutların Onon nehri sahilinde özel bir günde toplantı yapmalarından yararlanarak teslim edildiği kişinin elinden boynuna takılan tahtadan yapılmış halka ile birlikte kaçarak görünmemek için nehre girer sırtüstü yatarak ancak yüzü dışarda kalacak şekilde nehirde kendini saklamayı başarır. Timuçin’in elinden kurtulduğu adamın bağırması üzerine Tayciutlar toplanarak Timuçin’i aramaya başlarlar. Ormana bakarlar, ancak onu bulamazlar. Irmak üzerinde yattığını Sulduzlardan Sorhan-şira[19 - Altan Tobçi’de Torkan-şira (Gülensoy, 1974: 627)] fark eder ancak kimseye söylemez. Sorhan-şira herkes çekildikten sonra anasının evine gitmesini tavsiye eder. Ancak Timuçin yakalanacağını düşünerek anasının evine gitmez daha önce de kaldığı ve çocukları kendisine karşı iyi davrandığı için Sorhan-şira’nın evine gitmeye karar verir. Sorhan-şira’nın evini bulmak için düşündüğünde evde sabaha kadar yağ yapıldığını tokmak sesi geldiğini aklına getirir ve bu şekilde Sorhan-şira’nın evini bulur. Sorhan-şira bu duruma kızar ve “Ben sana ananın evine git demedim mi? Niçin buraya gelin? diye sitemde bulunur. Fakat çocukları Çimbay ve Çilao’nun Timuçin’in boynundaki tahtadan yapılmış halkayı çıkarıp ateşe atmaları ve onu yün arabasına saklamaları üzerine evlerinde kalmasına razı olur. Üçüncü gün Tayciutlar bunu mutlaka birisi saklamıştır diyerek tekrar aramaya başlarlar. Sorhan-şira’nın evine de gelirler, her tarafı ararlar tam arabayı arayacakları sırada Sorhan-şira “Bu sıcakta yünlerin içinde kim barınabilir?” deyince arabayı aramaktan vazgeçerler. Tayciutlar gittikten sonra Sorhan-şira Timuçin’e at ve bazı gerekli eşyalar vererek onu anasının evine gönderir. Timuçin Onon nehri mecrasına yürüyerek Kimurha nehri civarında bulunan akrabalarına rastlar. Onlarla birlikte göç ederek Burhan-haldun eteğindeki Gurelgu dağı arasında, Sanggur nehri civarında bulunan Hara-cirugen yakınındaki Koko-na’ur etrafında yerleşirler ve dağ sıçanı ile tarla sıçanı yiyerek yaşarlar. (Temir, 1986: 30-34)
Yakın arkadaşı Boorçu ile tanışmaları da Timuçin’in atlarının çalınması üzerine olur. Timuçin çalınan atlarını ararken yolda Boorçu’ya rastlar. Boorçu atlarını bulmada Timuçin’e yardım eder. Böylece dostlukları başlar. Babasının dostu Kereytlerin Hanı Ong Han’a giderek kayınvalidesinin kendisine hediye ettiği kürkü hediye edip onun desteğini almaya çalışır. (Temir, 1986: 37)
Yesügey Ba’atur yıllar önce Ho’elun-ucin’i Merkitlerin elinden alıp kaçırmıştı. Merkitler bunu unutmamış intikam ateşi ile yanıp tutuşuyordu. Timuçin’in kabilesine saldırı düzenleyerek intikam almak isterler. Timuçin’in eşi Börte ucin bir araba içinde saklanır. Yolda bu arabayı Merkitler durdururlar. İçinde ne olduğunu sorarlar. Yün var deyince inanmazlar ve arabayı arattıklarında arabada bir kadının olduğu ortaya çıkar. Bu Börte-ucin’dir. Böylelikle Merkitler intikamlarını aldıklarını düşünürler ve Börte-ucin’i kendi kabilelerine götürürler. (Temir, 1986: 39-40)
Timuçin’in Moğol Kabilelerini Hâkimiyet Altına Alması ve Han İlan Edilmesi
Timuçin Börte-ucin’in kaçırılması üzerine Merkitlerin hükümdarı To’oril-onghan’a giderek ondan yardım ister. Camuha’ya da haber göndermesini birlikte Merkitlere karşı hareket etmelerini isterler. Temuçin kardeşlerini Camuha’ya gönderir. Birlikte Merkitlere karşı sefer yapmak istediklerini iletir. Camuha bu isteğe olumlu karşılık verir ve “Botohan-bo’orcid’de bir araya gelelim” der. Ayil-harahana çevresine geldiklerinde üç ordu birleşir. Camuha ise üç gün önce buraya gelmiştir. Merkitler Selenge nehri boyunca kaçarlar Timuçin ve beraberindekiler de onları takip eder. Timuçin bir yandan da Börte’yi aramaktadır. Börte Börte! diye bağırırken kaçan kabilelerin içinde bulunan Börte, Timuçin’in sesini tanır ve koşarak yanına gelir. Börte’yi bulduğu için Timuçin To’oril (Tuğrul) ve Camuha’ya teşekkür eder ve Merkitleri takipten vazgeçer. Merkitlere karşı kendisi ile birlikte olan Camuha ile Timuçin’in dostlukları daha eskilere dayanıyordu. Onlar Timuçin dokuz yaşında iken dost olmuşlar, birbirlerine hediyeler vererek bu dostluğu sağlamlaştırmışlardı. Timuçin kabilesinin yerleştiği yere dönerken yolda birçok Moğol kabilesi Timuçin’e katılır (Temir, 1986: 50-55)[20 - Timuçin’e Celayir, Tohura, Tarhud, Çangşi’ut, Baya’ud, Barulas, Manghud, Arulad, Uriyanghan, Besud, Suldus, Honghotan, Olhuno’ud, Horolas, Dörben, İkires, Noyakin, Oronor, Baa’rin, Geniges, Cadaran, Curkin, kabilelerine mensup kişiler katıldılar.]. Bu kabilelerin Timuçin’e katılmaları üzerine Altan, Huçar ve Saça-beki aralarında konuşup Timuçin’e kendisini han yapmak istediklerini söylerler. Timuçin için ant içerek onu han (Cengiz[21 - Cengiz veya Çingiz adı hakkında ilk çalışmalardan birini Osman Turan yapmıştır. (Turan, 1941: 267-276)] Kağan) ilan ederler.
Cengiz han olunca yakınındaki Ogolai-cerbi, Haci’un-tohura’un’a ve iki kardeş olan Cetai ile Doljolhu’ya okluk taşıma hakkı, Onggur, Suyiketu-cerbi ve Hada’an–daldurhan’a aşçılık, Degayi’ye çobanlık, kardeşi Çuçugur’a çadır arabalarına bakma, Dadai-çerbi’ye evdeki hizmetçilere nezaret görevi verdi. Hubilai, Cilgutai, Harhai-tohura’un, ve Hasar kılıç kuşandılar. Belgutai ile Haraldai-tohura’un’a seyislik, Taici’ut’lardan Hutu, Morici ve Mulhalhu’yu at sürülerine bakmakla görevlendirir. Arhai-hasar ile Talıai, Sukegai ve Ca’urhan’a “Okum olunuz” diyerek yani elçilik veya haberci görevi verir. Boorçu ve Celme’yi ise yardımcısı yapar, diğer görevlendirdiklerinin başına yönetici tayin eder. Cengiz Han’ın han ilan edildiğini To’oril’e bildirirler. To’oril Cengiz’in han seçilmesini doğru bulur. (Temir, 1986: 56-60) Böylece ilk Moğol teşkilatı yukarıda adı geçen boy ve kişilerden teşekkül eder.
Merkit zaferi ve Moğol kabilelerinden bir kısmının kendisine katılması Cengiz Han’ı cesaretlendirir. Dostu Camuha ile iktidarı paylaşmak istemez ve ona karşı iktidar mücadelesine girer. Altan ve Huçar’ın Cengiz’e katılmaları da Camuha tarafından hoş karşılanmaz. Camuha’nın küçük kardeşi Taiçar, Çoçi-darmala’nın at sürüsünü çalar, Çoçi-darmala Taiçar’ı takip eder ve arkasından vurarak onu öldürür. Bunun üzerine “Kardeşimiz öldürüldü” diye Cengiz Han’a savaş açarlar. İkireslerden iki kişi gelerek durumu Cengiz Han’a bildirir. Haberi alınca Cengiz Han da Camuha’ya karşı harekete geçer. Dalan-balcut denilen yerde karşılaşırlar. Cengiz Han, Cerene Geçidi’ne çekilmeye mecbur kalır. Camuha Cinos prenslerini yetmiş kazanda kaynatarak Ne’udai ve Caha’an-uva’nın da kafalarını kestirerek öldürtür (Temir, 1986: 62). Bunun üzerine bazı Moğol kabileleri ve reisleri Camuha’yı terk edip Cengiz Han’a katılırlar. Bu arada içki sırasında hiyerarşinin yanlış uygulandığını ileri sürerek Cengiz Han’ın kabilesi ile Curkinler arasında kavga çıkar. Birbirlerine ağaç dallarıyla saldırırlar. Ancak daha sonra aralarında anlaşarak barışırlar. Bunlar olurken bir haber gelir. Tatarların Ulca nehri mecrasında olduğu ile ilgilidir bu haber. Cengiz Han: “Tatar halkı eskiden beri bizim atalarımızı ve babalarımızı öldürerek bize düşman kesilmiştir” diyerek bu durumu onlara saldırmak için bir fırsat olarak görür ve hemen To’oril Han’a haber gönderir. To’oril Han bu çağrıya olumlu cevap verir. Birlikte Tatarlara karşı hücum etmeye karar verirler. Ulca boyunda Cengiz ve To’oril Han’ın görüş sahasına girmiş olan Tatarlara saldırarak onları hezimete uğratırlar ve liderlerini öldürürler. Ongging-cingsiang, Cengiz Han ile To’oril Han’ın Megucin-se’oltu’yu öldürdüklerini duyunca çok sevinir ve Cengiz Han’a Ca’uthuri unvanını verir, Kereyit hanı To’oril’e de Onga unvanını verir. Ongging-cingsiang tarafından verilmiş olan Onghan tabiri işte bu zamandan kalmadır. (Temir, 1986: 62-64) Cengiz Han’la Ong Han Tatarları yağmaladıktan sonra evlerine dönerler. Daha sonra kendisine başlangıçta dost sonradan düşman olan Curkinleri mağlup edip halkını yakın adamları arasında paylaştırır.
1201 yılında (tavuk yılı) Hadagin, Salci’ut, Dorben, Tatar, İkires, Unggirad, Horolas, Guçu’ut-nayman, Merkit, Oyrat, Tayci’ut gibi kabileler Olhiud meydanında toplanarak Camuha’yı han seçmeye karar verirler, sonra da Camuha’ya Gur-Han unvanı verirler, yani onu Gur-Han ilan ederler. Cengiz Han ve Ong-Han ile savaş kararı alırlar. Horoloslardan Horidai’nin bunu Cengiz Han’a haber vermesi, onun da durumu Ong-Han’a bildirmesine sebep olur. Cengiz Han ve Ong-Han ordularını birleştirerek Camuha’ya karşı savaşmak için Keluren Nehri boyunca yola çıkarlar. (Temir, 1986: 68-70) İki tarafın öncü kuvvetlerinin ufak tefek çatışmalarından sonra Cengiz Han savaşa girer ve bu savaşta boynundan yaralanır. Celme hanın pıhtılaşmış kanını emerek damarların tıkanmasını önler ve Cengiz’in hayatta kalmasını sağlar. Yanından hiç ayrılmaz. Cebe’nin Tayci’utlardan ayrılarak Cengiz Han’a katılması da bu savaş sırasında olur. (Temir, 1986: 75) Yıllar önce kendisini Tayci’utlardan kurtaran Sorhan-şira ile Cebe de Cengiz Han’ın yanına gelirler. Cengiz Han önce Sorhan-şira’ya geciktiği için sitem eder. Daha sonra sebebini dinleyince hak verir. Cebe ile de bu sırada tanışır. Cengiz Han kendisine kimin ok attığını söylediğinde Cebe kendisinin attığını söyler. Cebe’nin açık sözlü olması Cengiz’in hoşuna gider, korkmadan doğruyu söyleyen birinin iyi arkadaş olacağını söyler ve onu yakın adamları arasına alır. Cebe adını da ona kendisi verir. (Temir, 1986: 73-75)[22 - Cebe Türkçe ve Moğolca’da ok anlamına gelir.]
Naymanlara Karşı Savaş ve Ong Han’la Aralarının Açılması
Cengiz Han Tayci’utları yağmalayıp yok ettikten ve kalan halkı da kendi kabilesine kattıktan sonra Merkitleri kendisine katılan Caha-gambu ile birlikte tard ederler. Caha-gambu Tubegan halkını, Dunghayitleri ve bazı Kereyitleri Cengiz Han’ın emrine sokar. 1202 yılında Ça’a’an-Tatar, Alçi-Tatar, Du’ta’ut ve Aluha-i-Tatar kabileleriyle Dalan-nemurges denilen yerde karşılaşır. Burada çarpışarak Tatarların geri çekilmesini sağlarlar. Ulhui-şilugelcit denilen yerde onları tamamen esir alırlar. Yukarıda adı geçen dört Tatar kabilesini yok ederler. Aynı yıl (1202) Ong Han da Merkitlere karşı savaş açar, Merkit hanı Tohtoa’nın oğlunu öldürür, hanımlarını ve kızını ele geçirir. Bu savaştan elde ettiği ganimetten Timuçin’e bir şey vermez. Bundan sonra Timuçin’le Ong-Han Naymanlardan Guçugut’lu Buyir-uh-Han’a karşı sefer açarlar (Temir, 1986: 85). Ancak Ong-Han mevzileri terk ederek Cengiz’e haber vermeden daha ileriye gider. Camuha ile karşılaşan Ong Han’ın onun kışkırtması ile Timuçin’e karşı düşüncesi değişir. Ong-Han’a karşı Naymanlar saldırırlar ve bu saldırıdan Ong-Han’ın ailesini Timuçin’in dört adamı kurtarır. Ong Han yaşlandığı için kendi ulusunu yönetecek kabiliyette bir yakını olmadığı için kaygılanır. Cengiz Han’a aynen babası Yesügey ile kendisinin zamanında kan kardeşi oldukları gibi oğlu Sanngum ile de kendisinin dost olmasını söyler. Bunun için de iki aile arasında kız alıp verme olur. Bu evlilik iki ailenin arasının açılmasına sebep olur. Sanngum kendisini büyük görerek kendi kızını Cengiz’in adamına vermek istemez. Bundan dolayı Timuçin’in Sanggum’a karşı sevgisi azalır. Bu durumu anlayan Camuha ise bundan istifade etmeye çalışır.
1203 yılında Camuha, Sanggum’u kendi tarafına çekmek için uğraşır. Sang-gum babasına gidip Cengiz’e karşı, Camuha ile birlikte hareket etmelerini ister. Ong Han buna karşı çıkar. Cengiz Han’ın şimdiye kadar hep kendilerine yardım ettiğini, ona karşı olmanın vefasızlık olduğunu söyler. Ancak Sanggum babasını ikna ederek bir tuzakla Cengiz Han’ı ele geçirmek ister. Timuçin bu durumu haber alır. Akşam oradan ayrılarak Mao undur Dağı’nın kuzeyine doğru yola çıkar. Celme’yi burada bırakarak Halahalcit Çölü’ne gelir. Düşmanın geldiğini haber alan Timuçin hemen oradan uzaklaşır, çünkü To’oril ve Camuha birlikte hareket etmektedir. To’oril yaşlı olduğu için ordunun komutasını Camuha’ya verir. Ancak Tuğrul’un oğlu Sanggum babasının emirlerini dinlemeden saldırıya geçer ve kısa bir süre sonra da yüzüne gelen okla yaralanır. Onun yaralandığını gören Kereyit askerleri Camuha’nın etrafını sararak saldırıdan vazgeçerler. Bunu gören Cengiz Han, hemen saldırıya geçerek onlara ağır kayıplar verdirir. Ancak hava karardığı için savaşı sonlandıramadan geri çekilir. Oğlunun yaralandığını gören To’oril savaşa devam edemeyeceğini anlayarak savaş alanından çekilir. Timuçin Çeçer-Ündür Dağları yanında Ong Han’ı ansızın basar ve şiddetli bir çarpışmadan sonra Ong Han ve oğlu kaçarlar. Naymanlar toprağına varınca Ong Han, Ono-sun adındaki bölgede iki Nayman zabiti tarafından öldürülür. Oğlu Sanggum ise Tibet’e sığınır. Sanggum’a karşı isyan eden Tibet halkı onun Hotan ve Kaşgar bölgesine kaçmasına sebep olur. Burada ailesi Kara Kılıç denilen bir Türk kabilesi tarafından öldürülür.
Timuçin, Kereyitler’e karşı kazandığı zaferden sonra 1204 yılında Naymanlar üzerine yürür ve Burhan Haldun Dağı’nın batısında Nayman hükümdarı Ta-yang Han’ı ağır bir mağlubiyete uğratır. Han’ın oğlu Küçlüg Karahıtay (Kitan) bölgesindeki Tiyan-şan Dağlarına kaçar. Aynı yıl içerisinde Haradal-huca’ur civarında Merkitli Tokta Beki’yi de yener. Camuha da ormanlık alana kaçarak izini kaybettirir. Daha sonra Camuha adamları tarafından ihanete uğrayıp Timuçin’e teslim edilmiştir. İhaneti affetmeyen Timuçin adamların hepsini idam ettirir, eski dostu Camuha’yı da soylulara yakışır biçimde belini kırarak öldürtür ve onun isteğiyle cenazesi yüksek bir yere defnedilir. 1205 yılında Timuçin tekrar harekete geçerek elinden kaçan Tokta-Beki’nin peşine düşer, Tokta-Beki vücuduna aldığı bir okla orada ölür. Birçok Naymanlı ve Merkitli kaçarken Erdiş (İrtiş) Nehri’nde boğulurlar. Bu mücadelede Naymanların yanında yer alan Camuha bütün halkını kaybeder. (Temir, 1986: 125, 133)
Cengiz’in Han Seçilmesi ve Yeni Kararların Alınması
Bu olaylardan sonra Pars yılında (1206) Onon Nehri kaynağında toplanan Moğol kabileleri Cengiz’i kendilerine kağan seçerler. Bu kurultayda çok önemli kararlar alınır. Cengiz yakınında bulunan değerli kimselere statülerine göre unvanlar verir. Devlet teşkilatını bu kurultayla birlikte genişletir ve daha sistemli bir hale sokar. Bu kurultay birçok ilim adamı tarafından Moğolların cihan devleti olma yoluna gittikleri kararların alındığı kurultay olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de bu kurultaydan sonra Moğollar hem doğuda hem de batıda seferlere girişmişler, dünyanın önemli bir bölümünü hâkimiyetleri altına almışlardır. Altıncı kardeşi Şiki-hutuhu’yu hırsızları cezalandırması, yalanı ortadan kaldırması, ölüm cezasına layık olanları öldürtmesi, para cezalarını alması için yüksek mahkeme başkanlığına getirir (Temir, 1986: 136). Şiki-hutuhu’ya ayrıca halkın taksim işi ve mahkeme kararlarını Kökö-Debter’e (Mavi deftere) yazmasını, kendisiyle istişare sonunda ak kâğıt üzerine mavi yazıyla yazarak defter halinde tespit ettiği esasların nesilden nesile aktarılmasını, onu kimsenin değiştirmeye kalkmamasını, değiştirmeye kalkanların da cezalandırılması görevini verir. (Temir, 1986: 136) Bo’orçu, Muhali, Munglik, Horçi, Çurçedai, Hubilai, Celme, Cebe, Sübütay, Genigesli Hunan, Kokoços, Degai, Usun-Ebugen, Tolun, Onggur, Borohul, Usun-ebugen, Huyildar, Narin-to’oril, Sorhan-şira, Çimbai, Çila’un, Naya’a, Marangoz Guçugur, Mulhalhu gibi yakın adamlarına ve kendi ailesine mensup kadınlara çeşitli hediyeler, imtiyazlar ve ayrıcalıklar verir. (Temir, 1986: 136-149) Bu kurultayda ayrıca orduyu da yeniden tanzim eder. Birlikleri oluşturarak binbaşıları, yüzbaşıları onbaşıları tayin eder, kendisine savaşlarında yardım eden sadakat gösteren kişilerin hepsini binbaşı tayin eder. (Temir, 1986: 149) Kurultayda orduya alınacak veya görevlendirilecek kişilerin nasıl olmaları ile ilgili talimatlar da verir. (Temir, 1986: 150)
Karlukların ve Uygurların Hâkimiyet Altına Alınması
1206 kurultayında Cengiz (Turan, 1941: 267-276) unvanı alıp yeni kararlarla devletini düzene soktuktan sonra etraftaki kavimlere elçiler göndererek onların kendi rızalarıyla Moğol hâkimiyetine girmesini ister. Bu amaçla da ilk teması Karluklarla kurmak ister, bunun için de Hubailai-noyan’ı Karluklara gönderir. Karluk Hanı Aslan Han Hubilai ile birlikte Cengiz Han’ın huzuruna çıkıp ve ona bağlılığını bildirerek çeşitli hediyeler sunar. Cengiz Han da bu duruma sevinerek kızını Aslan Han’a vereceğini söyler. (Temir, 1986: 159) Cengiz Han kendisine tabi olanlara dokunmamış, ancak hâkimiyetini kabul etmeyenleri çok sert bir şekilde cezalandırmıştır.
Cengiz’in önemli adamlarından Sübütay yarım kalan Merkit mücadelesini bitirir ve Merkitlerin kalıntılarını Çuy nehri boyunda yok eder. Cebe ise Nayman hükümdarı Küçlük’ü takip eder Sarih-Hun civarında ardından yetişerek ortadan kaldırır. (Temir, 1986: 159) Uygurlar da tıpkı Karluklar gibi kendi iradeleriyle Cengiz’in hâkimiyetini kabul ederler. Ui’ur (Uygur) lardan İdu’ut (İdikut), Cengiz Han’a elçileri Atkirah ve Darbai vasıtasıyla haber yollayarak şunları söyler:
Sanki bulutlar dağılmış.
Annemiz güneş tekrar gözükmüş gibi,
Sanki buzlar çözülmüş,
Nehrin suyu tekrar bulunmuş gibi,
Cengiz Han’ın adı ve şöhreti bize sevinç getirdi.
Cengiz Han bana emrederler mi?
Altın kuşağından bir artık iplik,
Al elbisesinden bir artık parça
(acaba bana da) lütfederler mi?
Senin beşinci oğlun olarak,
Bütün gücümü sana hasretmek isterim!
Bu sözlerden çok memnun kalan Cengiz Han: “Ben ona kızımı vermek ve kendisini beşinci oğlum yapmak isterim. İdu’ut (İdikut), altın gümüş ile büyük ve küçük incilerle, diba ve damasko kumaşlarıyla ve ipekli kumaşlarla buraya gelsin! diye cevap yollar. İdu’ut, onun lütfuna mazhar olduğu için çok sevinir ve altın gümüşlerini, büyük ve küçük incilerini, ipekli kumaşlarını, diba ve damasko kumaşlarım alarak Cengiz Han’ın huzuruna gelir. Cengiz Han onu kendi himayesine alarak, Al-Altun (ismindeki kızını?) verir. Böyle yapmakla Uygurlar ne kadar akıllıca hareket ettiklerinin faydasını sonraki dönemlerde görürler. Çünkü Uygurlar o zamanın diğer kavimlere göre medeniyet seviyesi en yüksek olanıdır. Moğollar onları bu özellikleri yüzünden en iyi görevlere getirirler. Hemen hemen bütün Moğol hanlarının çocukları Uygur Atabekler veya Atalıklar tarafından eğitilir. Bu pozisyonları onların Moğol sarayında etkin olmalarını sağlar. En önemlisi de Uygurlar sayesinde Türkçe Moğolca üzerinde hâkim olur. Özellikle Cengiz’in torunlarından itibaren Moğollar Türkçe konuşmaya başlarlar. Moğol devletlerinde önemli mevkilere Uygurlar getirilirler. Devletin yazışmaları da çoğunlukla Uygurca olur.
1207 tavşan yılında ise Cuci orman halklarını itaat altına almakla görevlendirilir. Cuci başta Oyratlar olmak üzere Buriyat, Barhun, Ursut, Habhanas, Hanghas ve Tubaları kendi istekleri ile tabi kıldıktan sonra Kırgızlara yönelir. Kırgız liderlerinden Yedi, İnal, Aldı’er Orobektigin de kendi arzuları, akdoğan, akbeygir ve kara samuru gibi hediyeleri ile birlikte Cuci’nin huzuruna gelip tabi olduklarını bildirirler.
Şibir, Kesdiyin, Bayit, Tuhas, Tenlek, To’eles Tas ve Bacigid›lerin bu tarafında oturan orman halklarına boyun eğdirdikten sonra, Cuci Kirgisud›ların (Kırgızların) Tümen ve Binlik komutanlarını ve orman halklarının komutanlarını da yanına alarak Cengiz Han’ın huzuruna çıkar, onları hediyeleri ile birlikte Cengiz Han’a sunar. Cuci’nin bu faaliyetine Cengiz Han çok sevinir ve ona övgü dolu sözler söyler. O da tabi olan halkların temsilcilerine çeşitli hediyeler verir. (Temir, 1986: 160)
Cengiz Han Tumat halkının itaat altına alınması görevini Boro’ul-noyan’a verir. Ancak Boro’ul-noyan pusuya düşürülerek öldürülür. Cengiz buna çok kızar ama komutanları buna engel olurlar ve Dörbetli Dorbai-dohşin görevlendirilir. Bu şahıs başka bir yoldan ağaçları keserek yol açıp Tumatlara gider ve onları yemek sırasında yakalayıp itaat altın alır. (Temir, 1986: 162) Kendisine tabi olan bu halkları annesi ve kardeşleri arasında paylaştırır. Buna göre annesi ile küçük kardeşi Otçigin’e 10.000 adam, Cuci’ye 9000 adam, Çağatay’a Nayman halkından 8000 adam, Ögeday ve Toluy’a 5000’er adam, Hasar’a 4000, Alçidai’ya 2000, Belgütai’ya 1500 adam verir. (Temir, 1986: 161-166)
Kuzey Çin ve Batı Seferleri
Büyük Kağan seçilen Cengiz Han Moğolistan’da birliği sağladıktan sonra 1211 yılında Kıtay halkına sefer açar. Bu seferi Cebe’nin kumandasında bir ordu ile başlatır. Bu ordunun amacı eski Türk ricat sanatını uygulayarak Kıtat (Kıtaylıları) yerlerinden çıkarıp sonra da bütün güçleri ile saldırmaktan kıtaları tamamen yok etmekten ibarettir. Moğollar bu savaş sanatını tarihleri boyunca birçok kez kullanmışlardır. Cebe’nin bu hamlesi arkadan gelen Cengiz’in asıl kütleleri ile Kıtayların çok kalabalık olmasına rağmen sayı olarak çok az olan Moğol ordusunun zaferini sağlar. Kidanlar, Kara Kıtaylar, Curcenler ve Cuyenlerden oluşan ordu Cengiz tarafından büyük bir yenilgiye uğratılır. Cebe daha sonra Cung-cang şehri üzerine yürür, ancak şehri alamaz, geri döner. Her askerin yanına bir asker almasını sağlayarak tekrar bu şehre gelir ve şehri ele geçirir. Bundan sonra da geri gelerek Cengiz Han’la birleşir. Bu savaş sırasında Altan-Han’ın başveziri Ongging-çingsiang hanına Moğollara karşı tekrar saldırırlarsa ve onlara yenilirlerse ordularının dağılacağını hatta kendilerine karşı savaşacaklarını bunun için de onlarla barış yapmalarının şimdilik uygun olacağını söyler. Moğollara bir prenses ve altın gümüş, para vermeyi teklif eder. Bu öneri Altan Han’ın hoşuna gider. Cengiz Han bu teklifi kabul eder, şehrin muhasarasını askerlerini çekerek kaldırır.
Bu seferden sonra Cengiz’in hedefi Haşin halkıdır. Haşinlerin (Tangut) hükümdarı Cengiz Han’a haber göndererek sağ kolu olmak, ona tabi olmak istediğini bildirerek Çaha adlı bir prenses sunar. Böylece Kıtay ve Tangutları hâkimiyetine almış olur. Ancak bu tâbi olma uzun sürmez. Çünkü Cengiz Han’ın Cao-gonlara gönderdiği elçiler Kıtay Hanı Altan-han tarafından alıkonulur, Cengiz Han bu duruma tepki göstererek tekrar Kıtaylara savaş açar.
Cengiz Han kendisi Tung-gon geçidine yürür, Cebe de aynı zamanda Çabçiyal geçidine gider. Bunu haber alan Altan-han üç komutanına emir vererek ordusu ile Tung-gon geçidini kapatır ve savaşmaya başlar. Cengiz Han Altan-han’ın ordusunu sıkıştırır orman gibi yere sererek yok eder. Altan-han hezimet haberini alınca Nan-ging şehrine çekilir, geri kalan askerleri açlıktan telef olurlar. Hatta birbirlerini yiyenler olur. Cebe de Çabçiyal geçidini ele geçirir ve Cengiz Han’la birleşir. Bu seferlerden sonra Cengiz Han Çin’in birkaç kentini daha ele geçirir ve karargâhına döner.
Bu olaydan sonra Cengiz Han tarafından Uhuna idaresinde Müslüman memleketlerine gönderilen yüz kişilik elçilik heyetinin öldürülmesi üzerine Cengiz Han intikam almak için sefer açmaya karar verir. Bu sırada onun önemli adamlarından Yesui herkesin bir gün öldüğünü söyleyerek yerine bir veliaht seçmesini önerir. Şimdiye kadar bunu düşünmeyen Cengiz Han bu öneriyi beğenir. Oğullarını toplayarak konuyu açar. İlk olarak da Cuci’nin görüşünü almak ister. Çağatay buna karşı çıkar. Çünkü Çağatay Cuci’yi öz kardeşi olarak görmemektedir. Çağatay’ı istemediğini Cengiz Han’ın huzurunda söyler. Çağatay ve Cuci arasında küçük bir tartışma olur. Sonra Çağatay Ögeday’ın bu göreve uygun olduğunu kendisinin ona itaat edeceğini söyler. Sonra Cengiz Cuci ve Toluy’un fikrini sorar, onlar da Ögeday’a itaat edeceklerini söylerler. Böylece Cengiz sonrası Büyük Han’ın kim olacağı belli olur. Sefere hazırlanırken Tangutlardan yardım ister, fakat olumsuz cevap alır. Bunun üzerine “Tekrar üzerinize geleceğim” diyerek onları tehdit eder.
1209 (tavşan) yılında Arai geçidini geçerek Müslümanlara karşı sefer başlatır. Bu sefer sırasında Hulan Hatun’u yanına alır, kardeşi Otçigin’i ordugâh komutanı olarak bırakır. Cebe’yi de öncü olarak gönderir. Cebe’nin peşinden de Sübetay’ı ve Tohuçar’ı gönderir. Bunların dışardan giderek sultanın gerisine varmasını ister ve kendisi gelinceye kadar beklemelerini tembih ederek sonra birlikte hücum edeceklerini söyler. Hiçbir şeye dokunmamalarını yani yağmalamamalarını tembih eder. Fakat bu uyarıya Tohuçar uymaz ve Han-melig’in (Alaaddin Harizmşah) şehirlerini yağmalar ve köylüleri esir alır. Şehirleri yağma edilen Han-melig halkı Celâleddin Sultan’la birleşerek Cengiz Han’a karşı harekete geçerler. (Temir, 1986: 181-182) Celâleddin’le Han-melig Cengiz Han’ın öncü birliğinin başında bulunan Şiki-hutuha’yı yenerler ve Cengiz Han’a yaklaşırlar, ancak arkada bulunan Cebe, Sübutay, Tohuçar arkadan saldırarak Celâleddin ve Han-melig’i yenilgiye uğratırlar. Sonra da bunların Buhara, Semizgab (Semerkand) ve Otrar şehirlerinde yeniden tutunmalarına imkân vermezler. Onları Şin (Sind) nehrine kadar takip ederler[23 - Lubb-et-tevârîh’te Moğollarla Celaleddin arasında yedi savaş olduğu, bunun altısını Celâleddin’in kazandığı kaydedilmiştir. (Gençtürk, 2019: 168)]. Şin nehrine yığılan Müslüman askerlerinin bir kısmı bu nehirde boğulur. Celâleddin ve yanındakiler kendilerini kurtarmak için nehrin mecrasına doğru çekilirler.[24 - Celâleddin Harizmşah’ın yakınında bulunan En-Nesevi bu olayı daha ayrıntılı olarak vermiştir. “… Bu savaşta Celâleddin, bizzat Cengiz Han ordusunun merkezine hücum etti. Merkezi yardı, ikiye böldü. Bu baskın karşısında Cengiz Han atını üzengileyerek ölümden kaçmak zorunda kaldı. Yenilgi felâketinin Moğollara yüklenmesine ramak kaldı. Fakat Cengiz, savaşa başlamadan önce en seçkin süvarilerinden bin kadar savaşçı ayırarak pusuya yatırmıştı. Bunlar aniden Celâleddin’in sağ tarafına saldırdılar. Bu kanadı bozarak merkez üzerine atılmayı başardılar. Bu durum, merkezin de sarsılmasına neden oldu. Celâleddin’in ordusu Moğğollar tarafından Sind nehri üzerine püskürtüldü. Bu kanlı gün, savaş alanını kana bulanmış cesetler, nehirde boğulan insanlarla doldurarak sona erdi. Celâleddin’in yedi veya sekiz yaşındaki bir çocuğu savaş sırasında esir alınmıştı. Çocuk Cengiz’e götürüldü ve gözü önünde boğazlandı. Celâleddin savaş alanından nehir kıyısına geldiği zaman annesini ve karılarını burada buldu. Bahtsız kadınlar, çığlık içinde Celâleddin’in kendilerini bizzat öldürmesini, düşmana esir bırakmamasını dilediler. Celâleddin dediklerini yaptı ve ölülerini nehre attırdı. Kendisi de, sırtında zırhı olduğu halde atını nehre sürdü. Eşsiz hayvan nehrin müthiş dalgaları ve düşmanın ok yağmurları arasında kendisini karşı kıyıya geçirdi. Bu kahramanlığa hayran olan Moğollar, ellerinde olmayarak bu şanlı düşmanlarını alkışladılar…”(Günaltay, 1991: 175-176) Moğolların Gizli tarihinde Celâleddin’in Sind nehrini at üzerinde yüzerek geçtiği ayrıntısı yoktur.] Cengiz arkalarından takip için Celayirlerden Bala adlı birini gönderir.
Bundan sonra Cengiz Cebe’yi över, fakat Tohuçar’ı yaptığı yağmalama üzerine Han-melig’le savaşa sebep olduğu için ölüm cezası ile yargılatacağını söyler, ama idam ettirmez, komutanlıktan azleder. (Temir, 1986: 182)
Cengiz oğulları Cuci, Çagatay ve Ögeday’ı sağ cenah ordusu ile Amu nehri üzerine gönderip Ürgenç şehrini istila etmelerini ister. Toluy da İru, İsebur ve başka nehirlerin istilası için görevlendirilir. Kendisi de Otrar şehri yakınlarına yerleşir. Cengiz’in Ürgenç üzerine gönderdiği Cuci, Çağatay ve Ögeday’ın Üregenç’e vardıklarını bildirdiklerinde idarenin Ögeday’da olduğunu diğerlerinin ona itaat etmelerini söyler.
Otrar’ı aldıktan sonra Semizgap (Semerkant) şehrine gelir, oradan Buhara’ya geçer, burada Sultanın yazlık ikametgâhının bulunduğu Altan-Horhan yaylasında yazı geçirmeye karar verir. Daha önce seferle görevlendirdiği küçük oğlu Toluy’u yanına çağırır.
Cuci, Çağatay ve Ögeday ise Ürgenç şehrini ele geçirirler, şehrin ahalisini kendi aralarında paylaşırlar ancak Cengiz’e pay bırakmazlar. Bu durumdan dolayı Cengiz çok kızar ve üç gün boyunca bu üç oğlunu huzuruna kabul etmez. Bunun üzerine Bo’orçu, Muhali ve Şiki-hutuhu üçü birlikte Cengiz Han’ın huzuruna çıkarak durumu yumuşatırlar ve çocuklarının huzuruna çıkmasını sağlarlar. Sonra da Adarginli Honghai ile Dolunggirli Hongtahar’ın yanında kalmasını Otoget’li Şormahan’ı Bahtat (Bağdat) halkına Holibai Sultan’a (Halife) göndermek için emir verir. Diğer komutanları Dorbetli Dorbai-dohşin’i, Hindus ve Bahtat (Bağdat) arasında bulunan Aru, Maru, Madasari halklarının memleketindeki Abtu şehrini almaya gönderir (Temir, 1986: 184-185). Sübutay Nahadır’ı (Bahadur) kuzeye Hanglin (Kanglı), Kıpçaut (Kıpçak), Bacigin (Başkırt?), Orusut (Rus), Macarat (Macar), Asut (As=Alan), Sasut, Serkesur (Çerkez), Keşimir (Keşmir), Bolar (İdil/Volga) Bulgarları) ve Raral adlı devlet ve kabileyi hâkimiyet altına almak için gönderir. Daha sonra da Kiva-men-kermen[25 - Ahmet Temir bu ifadedeki ilk sözü Kiyev olarak tespit etmiştir. Ancak bu söz Hankirman sözünden başka bir şey değildir. Hankirman eski Kasım Hanlığının merkezidir ve Mişerlerle meskûndur (Türkoğlu, DİA, C.25, 2002: 137)] şehrine kadar sefer yapmalarını emreder.
Müslüman ülkelerini ele geçirdikten sonra bazı şehirlere vali tayini için emir çıkarır. O sırada Ürgenç şehrinin Hurumşi ailesinden Yalavaç ve Mesut (Kushenova, 2007: 229-242) adlı baba oğul iki Müslüman gelir. Cengiz Han’la şehirlerle ilgili adet ve kanunlar konusunda sohbet ederler. Bunlardan şehirler hakkında bilgi alan Cengiz Han Yalavaçi’nin oğlu Mesut’u Buhara, Semizgen, Ürgenç, Udan, Kisar (Hisar), Uriyang, Gusendaril ve başka şehirlerin idaresine getirir. Babasını ise ilk önce yanına rehin olarak alır ve sonra da Kitan şehri Cung-du’ya vali yapar. Cengiz Han Müslüman memleketleri ile yedi yıl uğraşır. Celayirli Bala’yı beklerken onun Sin şehrini geçip Celâleddin’le Han-melig’i Hindus’a kadar takip ettiğini öğrenir. Bala Celâleddin’in izini kaybeder, bunun üzerine Hindus sınırındaki halkı yağma ettikten sonra birçok deve ve koyun ele geçirerek geri döner. Cengiz Han’da geri döner, o yılın yazını İrtiş civarında geçirir. Tavuk yılının (1225) sonbaharını da Tula boyunda bulunan ormandaki sarayında geçirir. (Temir,1986: 185-186)
Kışı Tula boyunda geçiren Cengiz Han Tangutlara sefere çıkmak için ordunun durumunu gözden geçirir. Askerin sayısını ve yoklamasını yaptırır. Köpek yılının (1226) sonbaharında Tangut seferini gerçekleştirir. Bu seferde yanında Hatunlarından Yesu vardır. Kışın Arhuba denen yerden geçerken bir sürek avı tertip eder. Bindiği kızıl boz atın yabani atlardan ürkmesi üzerine atından düşerek ağır yaralanır. Bunun üzerine Ço’orhat denilen yere konarlar. Geceyi orada geçirdikten sonra hanımı çocukları ve komutanlarına gece hanın harareti olduğunu söyler. Çocukları ve komutanları hanın harareti geçtikten sonra sefere devam etmeme kararı alırlar. Bunu Cengiz Han’a söylediklerinde Cengiz Han “Böyle yaparsak Tangut halkı bizim korkup geri çekildiğimizi zanneder. Onun için önce onlara bir elçi göndererek cevaplarını burada bekleyelim, döneceksek ondan sonra döneriz” der. Tangutlara bir elçi gönderir, fakat Tangutlar elçiye ağır sözler söyleyerek hakaret ederler. Cengiz Han buna çok öfkelenir. Yaralı olmasına rağmen Tangutlara sefer açar. Tangutları tarumar eder. Yazı karlı dağlarda geçiren Cengiz Han dağlara kaçan Tangutlar üzerine asker gönderir ve son kişiye kadar esir alır. Bo’orçu ve Muhali’ye ganimetten istedikleri kadar alabileceklerini söyler ve Kara-Kitanlardan (Kara-Kıtay) Cuyin ve Kitanlar üzerine Bo’orçu ve Muhali’yi vali tayin eder. Tangutları tamamen yenilgiye uğratıp itaate aldıktan sonra Cengiz Han 1227 yılında Tanrıya yükselir. (Temir, 1986: 189-190; 2003: 67-68)
Sonuç
Cengiz Han küçük bir kabileden bir dünya devleti çıkarmış tarihin ender şahsiyetlerinden biridir. Cengiz Han’ın hayatı boyunca yaptığı işlerden anlaşılıyor ki onun liderliğinin temelleri sadakat, dürüstlüğü ödüllendirme, güvenme, aile ilişkileri, atalara saygı, disiplin ve kurallar, kalıcı yönetim, fedakârlık, sabır, risk alma, düşmanların zaafı, duygu kontrolü, acımasızlık, işbirliği ve uzlaşmacı politika izleyenlere değer verme, propaganda, motivasyon, bilgi ve iletişim, rakibini değerlendirme, yönetme kabiliyeti, sadelik, özdenetim, yeteneklilere fırsat verme, düşmana acımamak, korku yaymak, yeni yönetim tarzlarına açık olmak, kuvvet ve kudretin kaynağını Tanrı’da aramak gibi kriterler onun liderlik anlayışının temel özellikleridir. Cengiz aynı zamanda iyi bir stratejist ve savaş sanatı uzmanıdır. Birçok savaşını zekâsı ile kazanmıştır. Okuma yazma bilmemesine rağmen Moğollara yeni bir ruh ve hareket kabiliyeti vermiştir. Moğollar nüfus olarak az olmalarına rağmen birçok milleti boyundurukları altına almış ve onları yönetmişlerdir. Bunda Cengiz Han’ın payı büyüktür. Çünkü o tecrübe kazandıkça devletini koyduğu yasaklar ve devlet teşkilatında yaptığı yeniliklerle Moğolları dünya hâkimi durumuna getirmiştir. Böyle liderler tarihte oldukça azdır. Cengiz’in kurduğu devlet ve oğullarına bıraktığı Moğol devletleri ve torunlarının yönettiği Moğol devlet ve hanlıkları Türk karakterine sahiptir. Çünkü hâkimiyetleri altındaki toplulukların büyük bir çoğunluğu değişik Türk boylarından oluşuyordu. Bu nedenle Moğollar özellikle 15 ve 16. Asırlardan sonra hızla Türkleşmeye başlamıştır. Konuşma ve yazışma dilleri çoğu zaman Türkçe (Uygurca) olmuştur.
Cengiz göçebe bir topluluğun lideri olmasına rağmen kurduğu devlette önemli teşkilatlar oluşturmuştur. Bunlardan birisi ve belki de en önemlisi posta (Yam) teşkilatıdır. Bu teşkilat sayesinde zamanının iletişimini hızlandırmıştır. Bundan sonra ise koyduğu yasaklar oldukça önemlidir. Moğolların başarısının ardında posta teşkilatı ve yasaklar vardır. Bu yasaklar devlete bir intizam vermiş Cengiz Han’ın ölümünden sonra da Moğol devletlerinde yasakların uygulanmasına büyük gayret gösterilmiştir. Cengiz Han’ın hayatı iyice incelendiği zaman onun hayatını siyah beyaz olarak değerlendirmek mümkündür. Çok zalim olmasına rağmen aynı zamanda merhamet sahibidir. Kendisine iyilik edenlere hayatı boyunca iyilik etmiş, kötülük edenleri ise asla unutmamış mutlaka cezalandırmıştır. Kendisine iyilik edenleri veya kendisine itaat eden kişi ve yabancı kavimleri yanında tutmuş onları her zaman imtiyazlı kılmıştır. Bu durum onun kurduğu sistemin aslında sadakate dayandığını göstermektedir. Cengiz Han şahsına karşı sadakatle devleti güçlü kılmak istemiştir.
Kaynaklar
Arsal, S. M. (1947). Cengiz’in Yasası, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını.
Alaaddin Ata Melik Cüveyni, (1998). Tarih-i Cihan Güşa, Çev. M. Öztürk, (2. Baskı), Ankara.
Blochet, E. (1897). “Les İnscriptions de Samarkand I. Le Goûr-i Mir ou Tombeau de Tamerlan, Épitaphes de Tîmoûr et de plusieurs princes tîmoûrides.” (Suite), Revue Archéologique, Troisième Série, T. 30 (Janvier-Juin), s. 208.
Cüveynî, A. M. (2013). Tarih-i Cihan Güşa (Öztürk, M. Çev.). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Dinç, S. (2019). 13. Yüzyılda Moğol Posta Teşkilatı (Yam), Danışman: Derya Derin Paşaoğlu, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Mayıs, Trabzon.
D’Ohhson, A. K. (2008). Moğol Tarihi, Denizler İmparatoru (Çev: C. B. Apaydın). İstanbul: Nesnel Yayınları.
Ercilasun, A. vd. (1992). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, TDK Yayınları, Ankara
Fillips, E.D. (2003). Mongolı, Osnovateli imperii Velikih hanov/ Per. s angl.O.İ. Perfilyeva, ZAO Sentrpoligraf. OOO, Vneştorgopress, Moskva.
Gençtürk, C. (2019). Lubb et-tevârîh’te Harezmşâhlara Dair Bilgiler, Cihannüma. Tarih ve Coğrafya Araştırmaları Dergisi Sayı V/2 – Aralık.
Gömeç, S.Y. (2018). “Çingiz-nâmeler Üzerine Bir İnceleme: Çingiz Han’ın Soyu ve Moğol Tarihinin İlk Devirleri,” Belleten, Yıl: 2018, Cilt: 82, Sayı: 294. Ankara.
Grousset, R. (2001). Cihan Fatihi Cengiz Han, (Çev: İzzet Tanju), Ötüken Yayınları, İstanbul.
Grousset, R. (1944). Le conquérant du monde (Vie de Genghis-Khan), http://classiques.uqac.ca
Gülensoy, T. (2007). “Moğolların Gizli Tarihi, Altan Topçi, Defter-İ Çingiz-Nâme, Cengiz-Nâme ve Anonim Şibanî-Nâme’ye Göre Cengiz-Han’ın Soy Kütüğü,” Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları Volume 2/2 Spring.
Gülensoy, T. (1967). “Moğolların Gizli Tarihine ve Altan Tobçi’ye Göre Çinggis-Han’ın Şeceresi,” Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 8, Ankara.
Gülensoy, T. (1974). “Altan Tobçi I,” Belleten, Cilt: 38, Sayı: 152, TTK Yayınları, Nisan, Ankara
Gülensoy, T. (1986). “Altan Topçi II,” Belleten, Cilt: L, Sayı: 196, TTK Yayınları, Nisan, Ankara
Gülensoy, T. (1987). “Altan Topçi III,” Belleten, Cilt: LI, Sayı: 199, TTK Yayınları, Nisan, Ankara Gülensoy, T. (1988). “Moğolların Gizli Tarihi ve “Altan Tobçi”nin Türk Dili ve Kültür Tarihi Açısından Değerlendirilmesi, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, Cit: 34/1986. Ankara.
Günaltay, Ş. (1991). İslam Tarihinin Kaynakları, Tarih ve Müverrihler, (Haz: Yüksel Kanar), Endülüs Yayınları, İstanbul.
Hambis, L. (1970). L’histoire des Mongols avant Gengis-Khan d’après les sources chinoises et Mongoles, et la documentaion conservée par Rasidu-d-Din, Central Asiatic Journal, Vol. 14, No. 1/3.
İstoriya Tuvı. (2001). Pad.obş.red. S.İ. Vanştayne i M.H. Mannay-oola, Nauka. Novosibirsk.
Kushenova, G. (2007). Cengiz Han’ın İki Valisi, Mahmut Yalavaç ve Yeh-Lu Ch’u-Ts’ai: Devlet İdare Anlayışları ve Uygulamaları, bilig / Yaz, sayı 42, Ankara.
Leisi, M. (2018). Câmi’û’t-tevârîh-i Hasanî adlı Farsça Eserin Moğollarla İlgili
Kısmının Tahlil-Tenkid ve Değerlendirmesi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Dozktora Tezi, İzmir.
Pelliot, P. (1949). Histoire secrète des Mongols, Restitution du texte mongol et traduction Française des chapitres I a VI, Paris.
Semenov, A. (1937). Gur-i Emir Türbesinde Timur’un ve Ahfadının Mezar Kitabeleri, (Çev: Abdulkadir İnan) Belleten, Sayı: 24. Ankara.
Temir, A. (1986). Moğolların Gizli Tarihi, TTK Basımevi, Ankara
Togan, A.Z.V. (1969-1970). Cengiz Han (1155-1227), Kış Sömestresi Ders Notları, İstanbul Üniversitesi Yayını.
Turan, O. (1941). Çingiz Adı Hakkında, TTK Belleteni, Cilt: 5, Sayı: 19, Ankara.
Türkoğlu, İ. (2002). Kazan Hanlığı, DİA, C.25.
Yücel Uydu M. (2010). Moğolların Tarihi, İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi, Tarih Lisans Programı Ders Kitabı, İstanbul.
SULTAN RAEV[26 - TÜRKSOY Genel Sekreteri, yazar.]: “TIMARHANE ROMANINDA” CENGİZ HAN
Ortalık zifiri karanlıktı. Cengiz Han telaş içindeydi. Bugüne kadar ne yaşadıysa hepsi teker teker gözünün önünden geçiyordu. Bu gece rüyasında ölmüş olduğunu gördü. Cengiz Han defnedildikten sonra akıl hastaları, körler, inmeliler, kolsuz ayaksız bebekler, kurtlar, çakallar kabrinin toprağını iştahla yiyorlardı. Gördüğü rüya ona bir zamanlar bir şamandan duyduklarını hatırlattı. Şaman, Cengiz Han’a şunları söylemişti:
Senin ruhun ebedi yaşayacak, fakat sen öldükten sonra kabrinin toprağını insanlar yiyecekler. Bunu istemiyorsan kabrinin yerini kimse bilmemeli. Sen bir gün oradan kalkacaksın ve toprağını bir kişiye vereceksin. O da toprağını iştahla yiyecek ve o toprakla senin ruhun ona geçecek. Ruhun o kişiye geçtikten sonra senin canın hayata devam etmeyecek, cezasını çekecek. Çünkü o bir akıl hastası olacak. Senin yerine o sorguya çekilecek. O senin soyundan gelenlerden olacak.
Cengiz Han rüyasında şamanla böyle konuşmuştu. Bu kâbusla ilgili dağınık düşünceler Cengiz Han’ın kafasında bir oraya bir buraya sürükleniyordu. Daha ruhu bedeninden ayrılmamıştı. Yırtılmış olan kâğıt parçalarını birleştirircesine bütün hatıralarını bir araya getirmeye çalışıyordu. Dağınık düşünceler beynini sardı, ruhu bedenini bir an önce terk edecekmiş gibi geliyordu. Peşini bir türlü bırakmayan birkaç anısı vardı. Çektiği bütün acıların toplamı idi hayatı. Karamsar düşünceleri onu ölüm adlı uçuruma doğru götürüyordu, canını yakıyordu ve konuşma yetisini elinden alıyordu. Bir zamanlar dünyayı işgal edip ateş püsküren ejderha gibi herkese gazabını yağdıran, geceleri aya, gündüzleri güne çarparak dünyayı altüst eden, sürü sürü yılkısıyla dünya kadar mal toplayan, güçsüzün canını alan, güçlüyü de kuvvetinden eden, Tanrı ne yarattıysa hepsini almış toplamış, dünyanın en keskin kılıcı olan Cengiz Han’ı bugün sarayın köşkündeki yatağa düşmüş halinden ancak Tanrı’nın rahmeti kurtarırdı. O şimdi yalan dünyanın kapısındaydı. Gazabını yağdıran Cengiz Han şu an aşık kemiği gibi buruşuk, güçsüz olarak yalan dünyaya hapsedilmiş gibi hissetti kendini. Bazen seyrek sakallarını kıpırdatarak, kimsenin anlayamayacağı şekilde bir şeyler sayıklıyordu, dinç vücudu ise gün geçtikçe güz otlağı gibi kuruyup gidiyordu. Düşünceleri rüzgâr gibi bütün hatıralarını savura savura esti. Düşüncelerini kısa bir süreliğine durdurarak eski günlerini hatırlamaya çalışıyordu. Sonra bazı anıları aklına geliyordu. Düşünceleri ıssız tarlada rüzgârın uçurduğu kâğıt gibi bazen havada uçuyor, bazen yere düşüyor, bazen de kurumuş ağaca rast geliyor ve duruyordu. Tam şu anda aynı ağaca rast gelmiş kâğıt gibi o sonsuz anılarında geçen bir olayla ilgili düşüncelere daldı.
Cengiz Han o zamanlar 12-13 yaşlarındaydı. Koltuk altından tüyler çıkmaya başlamıştı. Kurt derisinden yapılan giysisini giydiği zaman koltuk altından kötü koku gelirdi. Bu kokuyu önceden kendinden büyük insanlarda da fark ettiği olmuştu. Zaman zaman kendisi de böyle kokuyordu. Ne kadar yıkanırsa yıkansın gitmeyen bir kokuydu bu. Günler geçiyor, koltuk altındaki tüyler çoğalıyor ve malum koku daha beter duyulmaya başlıyordu. Günlerden bir gün gözlerinden birisi görmeyen buruşuk yüzlü yaşlı bir kadın Temuçin’i (Cengiz Han’ın çocukluk adı) ağaçtan yapılan bir leğende sıcak suyla yıkamıştı. Yaşlı kadın çocuğun bedenini Çin sabunuyla öylesine titiz yıkamıştı ki Temuçin’in derisi kıpkırmızı kesilmişti. Temuçin o sabunun mis gibi kokusunu aradan ne kadar zaman geçerse geçsin unutmazdı.
Ninenin elleri buruşuktu. Yüzü ise öylesine mattı ki herhangi bir insanî ifade görmek imkânsızdır. İhtiyarlamış elleriyle Temuçin’i yıkıyordu. Kör kadın ömrü boyunca insanları yıkamıştı. Onu eve Temuçin’in babası getirmişti. Babası yaşlı kadından oğlunu tertemiz ve özenle yıkamasını istemişti. Temuçin utanıyordu. Mahrem yerlerini elleriyle kapatıp suyun altında gizlemeye çalışıyordu. Büyük kazandaki sıcak su soğuk suyla karıştırılıp da ılık ve taze su üzerine döküldüğü zaman Temuçin’in gözleri parlıyor, kendini temizlenmiş, hafiflemiş hissediyordu.
Temuçin’i nine tüyden yapılmış bir havluyla kurulayıp çadır evin güneşliğinin altına getirdi. Getirdi ve saçlarını usturayla kesmeye başladı.
Sonra koltuk altındaki, yeni çıkmaya başlayan tüylerini tıraş etmeye başladı. O ilk defa koltuk altındaki tüylerin tıraş edildiğini gördü. Nine Temuçin’in ayak tırnaklarını küçük bıçakla kesti ve onu asılı olan tütsü ile karıştırıp kısık sesle bir şeyler mırıldanırken ateşe attı. Bunu Temuçin anlamadı. Sonra babasının Çinli tüccarlardan aldığı ipekten yapılmış giysiler giydirildi. Tıraş olduktan sonra Temuçin kendini çok ferahlamış hissetti, kendini yeni doğmuş gibi hissediyordu.
Bozüyden çıktığı zaman etrafını hemen çocuklar sardı. Dünya Temuçin’e artık farklı ve güzel görünüyordu. Kendisiyle aynı yaştaki çocuklardan bir adım öne geçtiğini ve büyüdüğünü hissetti.
Kızlar da artık ona değişik gözlerle bakıyorlar ondan da farklı bir tepki bekliyorlardı. Sanki herkes ona âşık olmuş gibi geliyordu ona.
Babası Temuçin’i koltuk altlarından sıkıca tutup kaldırarak kendi getirdiği ata bindirdi. Ata biner binmez dörtnala koşturmaya başladı. At üstündeki hareketlerinden onun Moğol soyundan olduğu belliydi.
Onunla birlikte ta aşağıda çocukların gürültüsü işitiliyordu. Elindeki oku gökyüzüne attı. Anıları arasında bugün Cengiz Han için kitabın ilk sayfası gibiydi. Şu an anılarının o ilk sayfasını açtı. Temuçin son zamanlarda babasıyla annesinin konuşmalarından “Artık büyüdü” dediklerini çok duymaya başlamıştı. O gün de sık sık bunu tekrar ediyorlardı. O gün bu sözü babası nineye de söylemişti. Annesi ve babası uzakta oturan akrabalarına misafirliğe gideceklerini ve Temuçin’i bu nineye bırakacaklarını söylemişti. Güneş batmadan babasıyla annesi misafirliğe gittiler ve giderken babası Temuçin’e ninenin söylediklerini yapmasını tembihledi.
Hava kararmış gökyüzünde yıldızlar ışıldıyordu.
Tündükten giren ayın ışığı içeriyi aydınlatıyordu. Temuçin’e bugün her zamankinden farklı davranıyorlardı. Kat kat yatağın üzerinde yatıyordu. Bu yorganların güzel kokusu vardı. Hava iyice kararmıştı. Etrafta çıt yoktu. Uzaklardan atların kişneme, köpeklerin havlama sesleri geliyordu.
Bir anda bu sessizliği ninenin konuşması bozdu. Nine bozüyün kapısını kaldırıp içeri girdiğinde Temuçin onun yalnız gelmediğini fark etti. Konuşma seslerinden ninenin yanındakinin kadın olduğunu anladı. Nine yanındaki kadının kulağına bir şeyler söyledi. Kadın da onu anlıyormuş gibi sessizce kafa sallıyordu. Temuçin ise onların konuşmasını takip ediyordu. Ama konuşmaları bir türlü seçemiyordu.
Nine kadını bırakıp bozüyden çıkarken: “Şafak sökerken geleceğim” dedi. Kadın da “Sabah kendim giderim” dedi. Nine tamam der gibi başını salladı ve “Bu daha çok genç, tecrübesiz, her şeyi kendin öğret” diyerek dışarı çıktı. Temuçin hiçbir şey anlamadı.
Her zamanki gibi bir geceydi. Atların kişneyişi, köpeklerin havlayışı, nehrin gürültüsü duyuluyordu. Temuçin kadının ne söyleyeceğini merak ediyordu. Bir müddet ikisi de ses çıkarmadan durdular. Temuçin nefesini bile belli etmemeye çalışarak sessizce yatakta yatıyordu. Kadın yatağın baş tarafına yaklaştı. Üzerindeki kaftanını çıkartıp astı. Kadından o Çin sabununun kokusu ve güzel bir iğde kokusu geldi. Temuçin’i, değişik duygular sardı, bu duygular ateş gibi bütün vücuduna yayıldı. Daha önce hiç böyle olmamıştı. Kadın çadırın ortasına geldi ve ortada yanan muma yaklaştı. Kadın gençti, güzeldi ve yirmi yaşlarındaydı, bozüye kadının kokusu dağılmıştı ve yavaşça üzerindekileri çıkartmaya başladı. Çırılçıplak yatan Temuçin bunu görünce sanki ateşler içinde yanmaya başladı, iyice heyecanlanmıştı. Kadın kıyafetlerin birinin ardından birini çıkardıkça yorganı kendine daha sıkı örterek başını gizliyor, gözlerini kapatarak uyuyormuş gibi yapıyordu. Zorla yumsa bile çıplak kadının karşısında kendi kendine açılıyordu gözleri, bir türlü kurtulamadığı ateşler içinde yanıyordu. Temuçin’in mahrem yeri de gördüklerinden etkilenerek kavgacı horozun boynu gibi gerildi. Kadın yeni doğmuş gibi çırılçıplaktı ve tündükten giren ışık bembeyaz vücuduna düşüyordu. Temuçin daha önce güzel kelimesinin kadınlar için kullanıldığını duymuştu. Bugün artık bunu daha iyi anlıyordu. Kadının vücudunun ne kadar gizemli ve ne kadar hoş kokulu olduğunu uzaktan hissetti. Gittikçe ateşe atılan odun gibi vücudu kızarıyor, yanıyordu. Kadın sessizce ve nazikçe yürüyerek yanına geldi, yorganın sağ tarafını kaldırdı ve zaten o olmadan da yanan yorganı daha da büyük bir ateşe soktu. Şimdi kadının kokusu sadece burnuna değil bütün bedenine sinmişti. Uzun saçları, bembeyaz acayip vücudu, ovadaki iki tepeye benzeyen memeleri mükemmeldi. Temuçin dilini yutmuşçasına sessiz ve hareketsiz yatıyordu. Kadının ayakları yeniden gücüne girmeye başlayan hantal Temuçin’in zayıf, tahrik olan ayaklarına değdi. Kadının ayakları alev gibi yanan Temuçin’in etinden daha da sıcaktı, o sıcaklığın harareti ateşe atılmış kılıcın ucu gibi geldi ona. İkisini de o yaşlı kadın yıkamıştı anlaşılan. İkisi de iğde aromalı Çin sabunu kokuyorlardı. Sessizliği kadın bozdu:
– Uyuyor musun, dedi kadın kibar bir sesle. Kadının sadece kendisi değil sesinin de güzel olduğunu fark etti Temuçin. Bir süre sessizce yattıktan sonra kısaca yanıt verdi:
– Hayır, dedi. Uzun cevap vermeye cesaret edemedi.
– Ben sana bir şeyler öğretmeye geldim, dedi kadın.
– Sen artık büyüdün…
Kadın sözüne devam ediyormuş gibi Temuçin’in yeni tıraşlanıp alnında bırakılan kâkülünden nazikçe okşadı. Kadının sadece bedeninden değil avucundan da sıcaklık geldi. Çocuksu bilmezlikten bir de anlamamışçasına yerinden biraz deprenip Temuçin kadına sordu:
– Neyi?
– Neyi mi?
Kadın gizemli bir şekilde gülümsedi.
– Ben seni yiğit yapmak için geldim, dedi Temuçin’in büyük burnunu çimdikleyerek.
– Ben zaten yiğidim, dedi Temuçin, sesi titriyordu.
– Yiğidim diyorsun… Kadın güldü.
– Yiğidim diyorsun da büzülerek yatıyorsun bir de titriyorsun, dedi kadın. Temuçin’in göğsünü okşuyordu. Bu çocuğun hiçbir şey yapamayacağını anlamış kendisi çabalamaya başlamıştı.
– Senin adın ne dedi, Temuçin.
– Ben Tungut kızıyım, dedi kadın.
Temuçin bu kadının yabancı olduğunun farkındaydı. Onun bakışları, konuşması yerlilerden farklıydı.
Kadın Temuçin’in kulak altını kokladı. Kadının dudakları Temuçin’in tenine dokununca Temuçin gıdıklanmaya başladı, fakat kadının kokusu, nefes alması hoşuna gidiyordu. Kadının ince ayakları, bembeyaz bedeni Temuçin’e yapıştı. Temuçin’in çenesi kadının göğüslerinin ortasında kaldı, bu kokuların hepsi şu bir çift göğüsten geliyormuş gibi hissetti. Kadın onu şehvetle kucakladı…
– Öpsene, dedi.
Tükürüğü ağzına dolmuş Temuçin kabaca kadını öptü
– Öpmeyi bile bilmiyorsun, bir de yiğidim diyorsun, dedi kadın. Kadın kendini yatakta suda yüzen balık gibi hissediyordu…
Kadının ellerinin dokunduğu yer yanıyormuş gibi geliyordu Temuçin’e. Kadının üstündeyken Temuçin tuhaf duygular yaşamaya başladı ve acayip derecede tahrik oldu. Kadının teni Temuçin’in tenine değince vücudu gerildi ve menisi sıçrayıverdi. Böyle bir durumu Temuçin ilk kez yaşıyordu. Genç adamın menisi kadının bedenine tutkal gibi yapıştı. Temuçin de hafiflediğini hissetti ama kadından da utandı, hemen evden kaçıp gitmek istedi. Kadının yanında of çekti. Kadın:
– Acele etme, diyerek Temuçin’i sakinleştirdi. Yiğit olmak kolay değildir, dedi. Kadın yerinden kalkıp ortada yer alan ocağın sıcak külünün yanında duran ibrikteki suyla Temuçin’in menisinin yapıştığı yerleri yıkadı. Temuçin suç işlemişçesine sessizce yattı. Az önce kendini ateşe sokan duygularından kurtuldu, kendini soğuk su serpilmiş gibi ve sırtında taşıdığı deveyi bırakmış gibi hafiflemiş hissetti. Kadın yıkandıktan sonra gene yatağın sağ tarafına yattı. Temuçin yine kadından o güzel kokuyu alıyordu.
– Yıkanacak mısın? dedi kadın.
Kadının dediğini anlayamadı ve “Ben bugün yıkanmıştım” cevabını verdi.
– Durulan… Bu işten sonra kadın da erkek de durulanmalıdır. Sana yardım edeyim mi, diye sordu kadın.
– Hayır. Ben… Kendim… dedi. Temuçin çekinerek.
Temuçin yerinden kalktı ve karanlık evin ortasında yer alan ocağın kenarındaki ibriği alıp suyu belinden aşağı döker dökmez hemen bağırdı. Çünkü ibrikteki su çok sıcaktı. Temuçin vücudunu sıcak suyla biraz yıkadı ve yerine yattı. Yatağa yatar yatmaz belinde ufacık bir şeyler hissetti. Eliyle onlara dokundu, kadının boynundaki mercan taş boncuğuymuş. Kadın da boynundaki boncukların koptuğunu fark etmemişti. İkisi yerlerinden kalkarak yatağın içine saçılmış boncukları tek tek toplamaya başladılar. Boncukları bulunca kadın onları sayıyordu. Sonunda otuz üçüncü boncuğu yatağın kenarından buldular ve ikisi ortadaki ocağın ışığına gelip ipek ipe boncukları dizmeye başladılar. İkisi birbirine yakın oturuyorlardı, Temuçin önce olduğu gibi utanmayıp o duygulardan kurtulmuş gibi hissetti kendini. Temuçin dışarıya baktığında şafak sökmek üzereydi. Atlar kişnemiyor, köpekler havlamıyordu, sadece uzaktaki nehir bu yerlere sahipmiş gibi gürültü çıkarıyordu. Ocağın yanına geldiği zaman aydınlıkta kadının güzelliğini yakından daha net gördü. Gerçekten de kadının özel güzelliği, perininki gibi vücuduna vücudu değer değmez menisini akıtmıştı ve Temuçin’i iyice etkilemişti. Temuçin kadını kokladı, kadının kulağının altını ses çıkartarak öpmeye başladı. Öpmeyi bile bilmeyen hantal Temuçin’in erkeklik duyguları uyandı. Hemen oracıkta sevişmek istedi kadınla. Temuçin’in bu durumuna önem vermeyen kadın boncukları tekrar sayıyordu, boncukları otuz üç taneydi.
İkisi tekrar yatağa girdi. Temuçin o gün o kadınla bütün erkeklik arzularını yerine getirdi.
Kadın onun altında inleyerek tek bir şeyi tekrarlıyor, yalvarıyordu.
– Yiğit olmuşsun, sen yiğit olmuşsun…
Şafak sökünce kadın kırmızı kıyafetini giyip yorgun Temuçin’i yanağından öptü teyel gibi boz evden çıkıp gitti.
Temuçin bozüyde yalnız yatıyordu. O bugün kendisinin erkek olduğunun, yiğit olduğunun farkına vardı. Hayalinde büyük bir ordu toplayıp bütün dünyayı fethederek bütün kadınlarla sevişme arzusunu yerine getirmek istedi. Şu saniyede babasının “Moğol Moğol’la kadın için savaşmaz, kadın için savaşan Moğol gerçek Moğol değildir” dediğini hatırladı. Hatırlayınca babasının dediklerini cevapladı: Ben kadın için dövüşeceğim, kadın için savaşacağım, gerekirse kadın için bütün dünyayı fethedeceğim. Temuçin yiğitlik kudretine sahip olduğu gün bu sözünü bütün dünyaya ispatlamak, duyurmak istedi. Bu sözünü ispatlamayı, bu sözü için dünyayı fethetmeyi amaçlayan ulu Cengiz Han şimdi gözünde canlanan geçmişteki olayları birer birer hatırlıyordu. Uçsuz bucaksız bu düşüncelere daldığı zaman vücudu silkiniverdi.
Bu sonsuz düşüncelere dalmışken içeri giren kolbaşısı onu uyandırdı. Hayat uçurumunun ucunda duran Cengiz Han’ı sayısız düşünceler her tarafından sardı ve başını büyük bir sancıyla inletti. Dün emir verip tabipler getirtmişti. Tabipler Han’ın damarlarında zehirden dolayı yoğunlaşan kanı harekete geçirmişlerdi. Sonra biraz iyileşmiş az da olsa konuşmaya başlamıştı. İlaçlar etkisini az çok göstermişti, yılan zehri gücünü kaybetmiş az da olsa gözlerini açabilmişti.
Derdinden kurtulmanın çaresini arayan Cengiz Han, komutanlarına tabip ve şifacıları getirtti. İstediği tek şey vücudundaki zehirden bir an önce kurtulup yataktan kalkmaktı. Tanrı ona şifa verip de eskisi gibi sağlığına kavuşursa bambaşka bir hayata başlamaya karar vermişti. Boş bir evde yalnız ölmektense kendini iyi hissedebileceği her şeyi düşünmeye çalışıyordu. Bu aslında onun her zamanki sıkıntılı zamanlarda sakinleşmek için kullandığı bir yoldu. Ama insan için can tatlıydı ve candan daha önemli, daha tatlı bir şey bulamıyordu. Komutanları bu sefer çok meşhur bir şaman getirdiler. Şaman sarayın tam ortasında ateş yaktı ve var olduğu düşünülen ne kadar cin ve şeytan varsa hepsini yaktığı arça ağacının yaprağının dumanını etrafta gezdirerek kovdu. Şamanlar, söylediklerini cinler ve şeytanların duymasından korkuyormuşçasına ilk önce ateş yakar, ayağıyla yere ani vuruşlar yaptığı bir dansa başlar, elindeki defe vurur ve anlaşılmaz şeyler mırıldanırlardı; bu sırada da gelecekte olacak uğursuzlukların bazılarını söylerlerdi. Şimdi de öyle yaptı. Onun yaptığı ayinin gücüyle Cengiz Han’ın vücudu hafifler, iyileşir, kendine gelirdi. Bugünlerde ayın tutulma zamanı gelmişti. Şeytanların ve yardımcıları olan kâfir cinlerin en çok beklediği zamanlardı ay tutulması günleri. Böyle günlerde bunlar dünyadaki kötülüğün peşine düşerler, güçlünün yoluna güçsüzü çıkarıp öldürtmek için, bebekleri kaçırıp, artık takatten kesilen yaşlıları nasıl bir belaya sarsak da öldürsek diye etrafta gezerlerdi. Kimi zaman küçük çocuklar gibi ses çıkarır, bağırırlar kimi zaman çakallar gibi garip ağlama sesleri çıkarır, bazen insanların gözüne beyaz saçlı bir cadı gibi görünürken bazen de genç kızlar gibi gülme sesleri çıkarır evden eve gezerek insanoğlu için türlü kötülükler düşünürlerdi. Ay tutulması günleri bunların çıldırdığı zamanlardı. Böyle günlerde can çekişmekte olan insanların bu lânet yaratıkların eline düşmesi demek bu hastanın ölüme bir adım daha yaklaşması demekti. Onu öldürmek için ellerinden geleni yaparlardı. Bu lânetleri ancak ünlü şamanın durdurabileceği söylenirdi. Bu yüzden komutan Cengiz Han için herkesin tanıdığı bu ünlü şamanı getirtmişti. Şaman bulundukları çadırın en tepesindeki tündükten yüzüne düşen aydınlığın altında sakallarını okşamaya bir taraftan da gözlerini kapatıp yukarıdaki dünya ile konuşmaya başladı.
Yukarıdaki dünyadan duyduğu her şeyi hiçbir şeyi atlamadan Cengiz Han’a aktarıyordu:
– Ey Yaradan, dedi kambur şaman titreyen sesiyle: “Güneşle ayın tutulacağı gün bize iyiliği bağışla.” Yere yattı ve ağır ağır nefes alarak toprağın kalp atışlarını dinliyormuş gibi bir hali vardı. Kızgın bir sesle, soluk bile almadan duyduğu şeyleri aktarıyordu
– Kalpler taşlaşacak, yer sarsılacak, düşmanlık çoğalacak… Babanın kendi evladını, kardeşin kardeşi, kız kardeşin ablasını öldüreceği günler yaklaşıyor. Bunu söylerken vücudu bir kere aniden kasıldı. Sesi titriyor, boğazından zorla çıkan sesi giderek ağırlaşıyor, şamanın bütün vücudunu titreme sarıyordu.
– Şehirler yanacak isyanlar çıkacak, insanlar ölecek, kan su gibi akacak. Şaman tündükten düşen ışıkla aydınlandı, gözleri önünde bu kan ve gözyaşını görmüş gibi bir hali vardı.
– Korkaklar iktidara heveslenecek, ihanet ve hıyanet çoğalacak… Sonrasını gözlerini kapatıp fısıldayarak anlatmaya başladı. Kolay ölmenin de insana zor geleceği günler geliyor. İnsanın vurdumduymazlığı artacak, insanoğlunun hayvanlığından bıkan Tanrı’nın insanlığı fesat işlere yönelterek onlara gazap edeceği günler yaklaşıyor. Şamanın çıldırmış gibi bedeni kaşınıyor, damarları şişiyordu.
– Ey Tanrı! Ölmüş bedenlerden, yere verilmiş cesetlerden hesap soracağın gün yaklaşıyor. Bozüyün ortasındaki Han tahtının yanına yayılarak uzandı.
– Geliyor…
Sesi zorla çıkıyor, morarmış çekik gözlerinden yaşlar geliyordu.
– Geliyor, diyor ama uyuşmuş ellerini bile kaldıramıyordu.
Geliyor geliyor, diyerek Cengiz Han’ın kurumuş dudakları şamanın sözlerini tekrarlıyordu. Geliyor, geliyor… Acı acı öksürdü. Cengiz Han’ın bunu durmadan tekrarlamasının bir sebebi vardı. Dün gece tuhaf bir rüya görmüştü. Rüyasında gökyüzüne uçan kargalar görmüştü. Kargalar sanki bir cenazeyi defnedip mezarlıktan geriye dönen insanlar gibi toplanmışlar, sanki tek bir adam vücuduna bürünmüş bir halde “Geliyor, geliyor…” diye kanatlarını çırpıyor ve vahşice “gak” sesleri çıkarıyorlardı. Sayısı belirsiz bu karga sürüsü gökte sıra sıra birbirinin arkasından bir insan gibi konuşup yere çok yakın uçuyorlardı. Uçarken Cengiz Han’ın üzerine dışkılarını attılar. Kargaların geldiği taraftaki bütün toprak gürültüyle zangırdıyordu, koca bir toz bulutunu kaldıran dilenciler, üfürükçüler, o gizemli gücün sesini duyup meczuplaşmaya başlayan şamanların bindiği beyaz eşekler sel gibi Cengiz Han’ın sarayına doğru koşuyordu. Gökte insan gibi konuşan kargalar, yerde toynaklarıyla tozkoparan beyaz eşekler… Ayrıca bu sel gibi akan eşeklerin hepsi eyerliydi. Eşekler de kargalar gibi insan sesiyle “Geliyor, geliyor…” diye bağırıyordu. Gürültü bütün yeryüzünde yankılanıyordu. Bir Moğol rüyasında eşek ve karga görürse bu uğursuzluğa işaretti. Cengiz Han’ın üstünden kargalar, yanından da beyaz eşek sürüsü geçti. Onların kaldırdığı toz yeryüzünü kaplayan koca bir kasırgaya, o kasırga giderek yanan büyük bir aleve dönüştü. Bu ateş yeryüzündeki bütün canlıları, tüm ağaçları ve bütün hayvanları içine alan muazzam büyüklükte bir yangına dönüştü. O cehennem ateşinde, giydikleri giysilerden ellerindeki asaları, kafaları, sakalları bile yanan yarı diri yarı ölü dilenciler, dervişler, erenler çıkarak dua ederek azametli güce yalvarıyorlardı. Onlar da bütün vücutlarının yanmasına rağmen kargalarla eşeklerin söylediği kelimeyi tekrarlıyorlardı: Geliyor… Geliyor… Geliyor… Can çekişmekte olan Cengiz Han bir anda bilinmedik bir gücün etkisiyle hızlıca yerinden doğruldu. Yüzünden de okunabilen büyük bir nefret duygusuyla bağırdı. “Defolun! Defol! Defolun! Başka dünyalarla konuşarak oradan gelen haberleri aktaran Şaman konuşmayı kesmiş, bir mağarayı andıran gözlerle Cengiz Han’a bakmaya başlamıştı. Bu da şamanın ortaya koyduğu maharetti. Konuşamayan, kırk gündür yatağından bile kalkamayan Cengiz Han’ın çekik gözlerinde yaşam enerjisinin alevi görünmüş, yüzüne kan gelmişti. Cengiz Han komutanına başıyla bir jest yaparak “Çıkarın şu şamanı buradan!” diye bir işaret etti.
“Geliyor!..” Bu kelime hançer gibi yüreğine saplandı. Son günlerde içecek suyu tükenip gönlüne ölümden başka hiçbir düşünce gelmez olan Cengiz Han’ı ahirete gidecek yolun kaygısı ıstıraba soktu ve yere sürüklenen canını her türlü tasa sardı. Cengiz Han buna hazır olduğunu gizlemek istemedi. Fakat ona, yaşamla ölüm arasında, eziyet veren bu şüpheli düşüncelerin bu kadar uzaması onu çok asabileştirdi. Ne ölümlü oldu ne de diri olabildi. Bu durum bir hayli uzadı. Kırk günden beri öldürmeyen yılanın zehri vücudunu bırakıp çıkacak gibi gelmişti, ama damarlarıyla bedenine yayılmış yılanın zehri kolaylıkla bedenini bırakacak gibi değildi.
O gece Cengiz Han’a kız gönderilmişti. O da son halefine kadar öldürülen Tungut Hanı’nın esir düşen kızıydı. Cengiz Han’ın yatağına sırası gelen, eğlence törenine çağırılan kızların hepsi saraya çırılçıplak gelirlerdi. Cengiz Han kucağına aldığı dişinin kızlığını elinden alıp en az bir gün sonra onu odasından çıkarırdı. Tungut Han’ın soyunun kurutulmasını emretmiş olan Cengiz Han’a bekçileri o gece esir düşen Han’ın kızını, ay yüzlü, güzel kızını getirmişlerdi. Tungut Hanı’nın kızının güzelliği dillere destan olmuş, birçok ülkeden, paşalarla sultanlardan, Hanzu İmparatorluğu’ndan bile dünürler gelmişti. Dünürcü gelenler birçok hediye getirmiş, büyük saygı göstermişlerdi. Tungutlarla akrabalık kurmak için can atan bu kişiler bu kızın inatçılığından dolayı geri çevriliyorlardı. Cengiz Han, Tungut Hanı’nın kızının sadece güzelliğini değil, aynı zamanda erkeklerle aynı seviyede cengâver olduğunu da duymuştu. Nitekim Tungutları yenmek hiç de kolay olmamıştı. Son askerleri kalana kadar boğaz boğaza geçen savaşta direnmişler, kız da bir erkek gibi savaş kıyafetleri giyerek birçok Moğol askerini öldürdükten sonra esir alınarak Cengiz Han’ın kucağına atılmak üzere canına kıyılmamıştı. Tungut Han’ının soyundan gelen kim varsa hepsini öldüren Cengiz Han sadece bu kızın canını bağışladığını duyurmuş daha sonra da esiri haremine götürmeleri için emir vermişti.
Cengiz Han’ın yatağına girecek kadınlar özel bir yerde tutulurdu. Burada, bu kızların tutulduğu yerde özel askerler nöbet tutar, hadım edilmiş hizmetçiler kızlarla ilgilenirdi. Kadınların her şeyinden ve yemeklerinden de sorumlu olan bu hadımların hemen hemen hepsi Hanzulardı. Emredilen işi sessizce yerine getirmek onların kanına sinmişti. Bu hadımlar gece eğlencesine gidecek olan kızı sabah sağılmış sütle yıkar, Arap tüccarların getirdikleri hoş kokularla kızları bezedikten sonra, Çin kınasıyla saçlarını boyarlar ve saçlarına örgü yaparlardı. Kızlara özel kumaşlardan elbise giydirilir ve yüzleri de ipek tül duvaklarla örtülürdü. Saraydan bir emir geldiğinde en özel ağaçlardan yapılmış süslemeli bir koltuğa oturtulan kız, hadımların omuzlarında saraya giderdi. Bu sefer de bir Tungut Han’ın kızını sabah sağılan deve sütüyle yıkamışlar, vücuduna da Altay balı sürmüşlerdi. Kendisinin de gizemli bir güzelliği olan bu Tungut Han’ın kızı oyuncak bebek gibi süslenmiş ve Cengiz Han’ın eğlence odasına getirilmişti. Bu eğlence odasının da özel kuralları hatta bir iç tüzüğü vardı. Kız Buhara marangozlarının ceviz ağacından yaptığı karyolanın yanına getirilirdi ve kıyafetlerini çıkarıp çırılçıplak han yatağına yatırılırdı. Ama bu sefer Tungut Han’ın kızını Cengiz Han eğlence odasındaki kat kat yatakta bekliyordu. Bu ana kadar Cengiz Han herhangi bir kadını hiç beklememişti, onlar kendileri eğlence odasına girip Han’ın gelişini beklerlerdi. Ama bu sefer bekleyen kendisi idi. Tungut Han’ın soyundan kim varsa acımadan kırıp geçirmesinin tek sebebi bu kızdı, kızın güzelliğine, esrarına vurulmuş sonra da bu kızı koynuna alabilmek için Tungutlara savaş ilan etmişti. Kat kat yumuşak yatağında ihtirasla amacına ulaşmak için savaşı göze aldığı kızın gelme anını bekliyordu. Hadımlar kızı koridorda soydular göbeğinden kalçalarına kadar uzanan yumuşak Çin ipeğinden yapılmış tülü çıkarmayıp bıraktılar. Böyle bir tören bakirelere yapılırdı. Tungut Han’ın kızı hâlâ bakireydi. Ama Tungut Han’ın kızı o ipekten yapılmış tülün altına kimseye fark ettirmeden beline kocaman zehirli bir yılan sarmıştı. Bu gece için o da hazırlanmıştı. Kapıdaki iki nöbetçi kapıyı açar açmaz içeriye güzel kokularla dolu bir hava doldu ve Tungut Hanı’nın güzelliği dillere destan kızı içeriye girdi. Beline sardığı yılanın başını sıkıca tutuyordu. Han’ın yatağına çevik bir hareketle girdi ve Cengiz Han’a sırtını dönerek yattı. Birçok kadınla beraber olan Cengiz Han’ın bu naz hoşuna gitmişti. Elleriyle bedenini nazikçe okşayıp mercan gibi saçlarından koklayıp kulağının altından öptüğünde Cengiz Han’ın sivri sakallı çenesine kızın boynundaki mercan taşlı boncuklar değdi. Onun hayatında ilk gördüğü dişi de Tungutlardandı. Yeniden erkekliği hararetle tahrik olmaya başlayan Cengiz Han’ı çenesine tesadüfen değen boncuk uzun zaman önce yaşanan bir gecedeki olaylara sürüklemişti. “Boncuğun güzelmiş!” dedi Cengiz Han. Tungut Han’ın kızı bu söze hiçbir şey demedi. Cevap da vermedi. Bir müddet sonra Tungut Han’ın kızı konuşmaya başladı: “Bu mercan taşlı boncuk annemin” dedi ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı. “Annemin” kelimesini Cengiz Han içinden tekrarladı ve düşüncelere daldı. Cengiz Han, onu ilk kez erkek yapan Tungut Han’ın kızını hatırladı. Onun da boynunda mercan taşlı bir boncuk vardı. Sanki aynı olayı yeniden yaşıyormuş gibi hissetti. Kız hıçkırıklarla sessizce ağlıyordu. Sonra nedense konuşmaya başladı “Sen ne kadar acımasız ve zalimsin… Sadece benim değil bütün halkımın soyunu kuruttun, seni bu kadar zalimleştiren hangi hırs, bu intikamın sebebi ne? Beşikteki çocuğa kadar öldürmene sebep olacak ne yaptılar sana? Kız bir taraftan ağlıyor bir taraftan da bunları söylüyordu. Böyle sözleri hayatında ilk defa duyan Cengiz Han tuhaf bir durumda kalmıştı. Donmuş gibi bu kızın ağlayışına takılıp kalmıştı. “Ben senden nefret ediyorum! Ben seni bugün öldürmeye geldim!” dedi kız gözyaşını durduramayarak. Cengiz Han bu kızın anlattıklarını sonuna kadar dinleyeyim diye düşündü. İnsanlara karşı nezaket etmek, yardım etmek gibi duyguları büsbütün sönmüş Cengiz Han’a bu kızın sözü öğle vakti düşen yıldırım gibi geldi. Kız titreye titreye içini çekerek ağladı… Sonra sessizce yattı. Cengiz Han az önce kızın karşısında nasıl donup kaldığına kendisi de anlam veremedi. “Sen” diye başlayan bir söz bile duysa bunu söyleyenin başını bir kuşunki gibi koparan taş yürekli Cengiz Han’ın yüreği eziliverdi.
– Boncukların kaç tane?
Cengiz Han hiç düşünmeden sormuştu bu soruyu kıza. Kız soruyu duyunca önce cevap vermedi, biraz durdu ve “Otuz üç” dedi. “Otuz üç…” Cengiz Han hayretle bu sayıyı tekrar etti. Aralarında yine bir sessizlik oldu. Tungut Han’n kızı sivri sakallı Cengiz Han’ın bedeninin iki bacağının arasına nasıl girdiğini fark edemedi bile. Kız çırpındı, iki bacağının arasına bütün vücuduyla giren Cengiz Han’ın kuvvetli, kaslı bedeni kızın karşı koyan bedenini hissetmedi bile. Savaşlarda o kadar çok yara almıştı ki vücudunda yara izi olmayan yer yok gibiydi. Yaraları iyileşmiş ve vücudu nasırlaşarak sertleşmişti. Cengiz Han, Tungut Han’ın kızının iki bacağını, güçlü kollarıyla yukarı kaldırarak, kızın mahrem yerine keskin orak gibi girdi. Kızın şiddetle direnmesine rağmen sertleşmiş erkeklik organı yerini bulunca acı acı bağıran kız Cengiz Han’ın omzunu şiddetli bir şekilde ısırdı. Ona da önem vermeyen Cengiz Han kızın şıralı çiçek yaprağına konmuş arı gibi balını emmeye başladı. Tam bu sırada kızın sabrı tükenip beline sardığı yılanı fark ettirmeden çözdü ve parmağıyla başına bastırdığı yılanın tırnak gibi başını özenle bıraktı. İki kalçasını yukarı kaldırıp kızın üstünde terleyip gürleyen Cengiz Han’ın omzuna yılan zehirli dişlerini batırdı… Senden nefret ediyorum! Nefret ediyorum. Böyle bir şeyi beklemeyen Cengiz Han “tıs” diye ısıran yılanın sertliğinden korkup bağırdı. Bu sesi bekliyormuşçasına kapıda duran muhafızlar içeri girdiler. Onlar çırılçıplak Tungut Han’ın kızını saçından tutarak dışarı sürüklediler. Yılanın zehri bedenine yayılan Cengiz Han yerinde sırt üstü yatıyordu.
Cengiz Han’ın yatağına yılan sokup Tungutların intikamını almaktan vazgeçmeyen kızı iki ağaç arasına bağlayıp bedenini gerdirerek halkın önünde acılı bir ölüm cezasına çarptırmayı düşündüler ve bunu Han’a söylediler. Cengiz Han uzun uzun düşünüp hiç beklenmedik bir karar verdi.
– Tungut Hanı’ın kızını bana getirin!
Muhafızları elleri ayakları deve yününden yapılmış iple bağlanan kızı hanın huzuruna getirdiler. Hanı öldürmeye çalışan bu kızı muhafızlar fena dövmüşler, onun bedenini kanlar içinde bırakmışlardı. Ama kızın o güzel gözlerinde ne bir korku ne de bir pişmanlık vardı ve fener gibi yanan gözleri, yüzünden saçılan nefret duygusunu aydınlatıyordu. Kendine ölümün nasıl geleceği çok da umurunda değil gibiydi. Beşikteki çocuğuna kadar öldürülen Tungut Hanlığı’nın halkının, annesinin ve babasının öcünü almıştı nasıl olsa. Han’ın önünde boyun eğmeden bütün vakarıyla duruyordu. Cengiz Han hayatında aklın almayacağı bir sürü olay görmüştü, ama böylesine ilk defa şahit oluyordu.
Bütün bunlar olurken o çarpık bacaklı koca karının söylediklerini hatırladı. Yüzü bir ağ gibi buruş buruş olmuş bu koca karıya:
– Ben kadın için dövüşeceğim, kadın için savaşacağım, gerekirse kadın için bütün dünyayı fethedeceğim, demişti. Temuçin’in bu sözünü duyan yaşlı kadın: “O zaman sen bir kadının elinden ölürsün, diye azarlamıştı onu. İşte şimdi zamanında bu uyarıyı dikkate bile almayan Han koca karıyı, yüzünü ve söylediklerini hatırlıyordu. Ve koca karının söyledikleri, bu hatıraya dalıp gitti ve erkeksi Tun-gut Han’ın kızına uzun süre bakakaldı. Çünkü Tungut Han’ın kızının önünde diz çökeceğini, çığlıklar atacağını ve beni öldürme diye yalvaracağını düşünmüştü. Öfkelenmiş kızı gördüğünde bu düşüncesinin doğru olmadığını anladı. Karşısında onca erkeğin eline su dökemeyeceği kadar cesaretli bir dişinin durduğunun farkına vardı. Uzun uzun kızdan gözünü almadan bakakalan Cengiz Han kuvvetsiz ellerini kaldırıp kısaca kararını söyledi: “Bırakın gitsin! Ona at, üzerine kıyafet, torbasına bir avuç gümüş verin!” Cengiz Han’ın bu sözleri oraya toplananları şaşırttı. Askerleri de Cengiz Han’ın bu yanlış kararı yüzünden surat astılar. Cengiz Han’ın her dediğini yapan emirleri kınından çıkarılan kılıçları zorla yerine koyup Han’ın söylediğini yerine getirdiler. Yılanın zehri yüzünden sağlığı epeyce kötüleşmiş Cengiz Han yerinden kalktı ve gözüne dik dik nefretle bakan Tungut Han’ın kızına:
– Ben kılıçla epeyce aznavurun belini kırdım, dedi öfkeli bir sesle. Yeryüzünde çok düşmanımın soyunu kuruttum, toprağını yerle bir ettim, kökünü kazıdım ama hiç kendi seviyemdeki düşmanıma idam emri vermedim. Gerçek cengâverin, düşmanının değerini bilmesi lazım. Ancak düşmanının değerini bilen adam düşmanını yenebilir. Bu kız, kadın olsa da bana değerli bir düşman olabildi, ne için, halkı için, öç almak için. Başını eyerin terkisine bağlamak da gerçek cengâverin, değerli düşmanın yapabileceği şeydir. Kız olarak bunun gibi bir riski alan kişiye ben saygıdan başka, hürmetten başka izzet gösteremem. Benim ziynetim öyle olsun! Bırakın onu, dedi Cengiz Han ağır ağır konuşabiliyordu ancak.
Han’ın sözünü duyan halk “dua” diye bağırıyordu. Han’ın sözü sözdür, halk çiviyle yere sabitlenmiş gibi yerlerinde öfkeyle duruyordu.
– Yaptığınız doğru değil! diye Cengiz Han’ın yanındaki oğlu kımıldadı.
– Ben sözünü ikileyen bir adam değilim oğlum, dedi Cengiz Han dik dik bakarak. Bu sözü duyanlar susarak kendilerine çeki düzen verdiler. Onun yerine bunu zamanında fark etmeyen nöbetçileri asın, diye surat asarak, kızın beline yılan sararak geldiğini fark edemeyen muhafızların öldürülmesi için öfkeli bir emir verdi.
Ertesi günü Tungut Han’ın kızını Cengiz Han’ın söylediği gibi gönderdiler. Ona at verdiler. Üstüne kıyafet, torbasına bir avuç gümüş koyarak onu yolladılar, ama onun nereye doğru gittiğini kimse bilmedi. Batıya mı, doğuya mı, güneye mi, kuzeye mi? Bu kızın annesinin seneler önce genç Temuçin’e “yiğitliği öğrettiğini”, ikisinin sabaha kadar eğlendiğini hiç kimse, kendisi dışında kimse bilmedi. Çünkü Cengiz Han’ın elinde Tungut Han’ın kızının boynuna taktığı kızın annesinden yadigâr otuz üç tane mercan taşlı boncuğu kalmıştı.
Son eğlencesi böyle sona ermişti Cengiz Han’ın.
Cengiz Han’ın durumu gittikçe kötüleşiyordu. Zehrin gücü onu kuvvetinden ayırıp ayakta duramayacak kadar güçsüzleştirdi. İyileşeceğine bir damla bile umudu kalmamıştı. Göz açıp kapatıncaya dek canı bu dert yüzünden gücünü gittikçe kaybediyordu. Bir türlü iyileşememesi yüzünden her türlü dedikodu konuşuluyor, halk şüpheleniyordu. Fakat cesaretini yitirmeyen Cengiz Han’ın bu durumu, onun tam kalbine saplanmış ve kalbinde fokurdayan derin yaralar açsa da bu durumu hiç kimseye sezdirmiyor, düşmanlarına belli etmiyor, askerlerini hayal kırıklığına uğratmamak için gizliyordu. Böyle bir durumda bu haberin dışarı çıkmaması gerekirdi.
Cengiz Han yaşamdan umudunu kesmek üzereydi. Düşüncelerin karanlığında kederleri, tasaları ve korkularıyla baş başa kaldı. Alnı terlemiş, bitkin düşmüş içini bir kuşku sarmıştı. Kalbinde bir beze gibi duran ölüm ve hayat hakkındaki düşünceler sağlığı kötüleştikçe daha da sıkı yapışıyordu yakasına. Her türlü şeyi düşünür, rüyasında görürdü, iyice tasalanırdı. Dün rüyasında insan gibi konuşan gökyüzünü kaplamış binlerce karga, ateşte yanan beyaz eşekler görmüştü. Bu rüyayı görmektense gözü kör olsa daha iyiydi… Ölüm ona bu şekilde rüyalarla yaklaşıyormuş gibi geldi. Bu gördüğü felakette başındaki kavuğu yanan dilenciler, dervişler, falcılar, üfürükçüler de vardı. “Bir kadının elinden öleceksin!” diye kehanette bulunan yaşlı Şaman da gördüğü kâbusu yorumlayamayıp zorlanmıştı. Son günlerde Şamanı da rüyasında çok görüyordu. Kaderin hükmü, ölümün soğuk yüzü… Şimdi o beynini ezen düşüncelere bağlanıp cehennem ateşine düşmekten bütün hücreleriyle korkmaya başlamıştı. Yaradan’ın merhametini diledi içinden. Eğer hayat satın alınsaydı ölmeyecek kadar gücü vardı, bir tahıl ambarı dolusu hazinesi vardı. Cengiz Han şu anda hayatın acımasız kuralına boyun eğmişti, “doğdun, öldün.” Bu kelimeler Cengiz Han’ı kuvvetinden tamamen mahrum bıraktı. Onu paniğe sürükleyen ölüm korkusu, korkunç zorluğu, kıyamet zorluğu beynine bir kılıç gibi saplanmıştı.
İnsan ömrünü bir paçavra gibi değersiz gören, nice sarayları dümdüz edip halkının soyunu kurutan, dünyaya bela olan Cengiz Han’ın şimdi sadece kendine ait bir derdi vardı. Ölümü, hayatı, sadakati, külfeti, yaşamanın ne olduğunu anlamaya şimdi ruhunun bedenini terk etmek üzere olduğu hayatının bu lahzasında düşünüyor gibiydi. Kılıcından kan damlayan zorba Cengiz Han birçok insanı öldürmüştü, şimdi bu garipleşmiş, acınacak haline rağmen zamanında başsız bıraktığı gövdeleri, öldürdüğü insanları, yok ettiği aileleri aklına getiriyor, bunların vebalını iç çekiştirerek üzüntüyle düşünüyordu. Onlar da Cengiz Han gibi ölümle ömrün ne olduğunu anlayabilmişler miydi ya da anlayamamışlar mıydı? Bu sorular sıkıntısını daha da artırmıştı. Gözü ölüme, kılıcı kana doymayan açgözlü Cengiz Han’ın kalbini sonu gelmeyen bu düşünceler bir testere gibi kesiyordu. Belki onlara da Cengiz Han’a olduğu gibi hayat tatlı gelmişti. Ne ölü ne diri sayılabilecek bir durumda olan Han ölümden değil, öldürdüğü insanların vebalinden korkuyordu. Çünkü hem Tanrı’yı hem de ölümün varlığını hem de ölümün kendisi için de var olduğunu unutmaya başlamıştı… Bu olay onu yüzüne su serpmiş gibi uyandırdı. Halsiz düşmüş, takati kesilmişti, artık Han’ın içecek suyu, görecek günü bitiyordu. Gittikçe her şeyi hatırlıyor, her şey rüya gibi gözünde uçuşuyordu.
Yılanın zehrine ilaç bulunamadı.
Şaman Cengiz Han’ın yumruk gibi büzüşen kafasının ter içinde kaldığını görünce artık ölmek üzere olduğunu anladı. Bazen bitkin vücuduna yeni bir can girmiş gibi aniden uyanıyor sonra da yeniden uzun rüyasının dipsiz kuyusuna iniyordu… Cengiz Han, Şaman’a: “Gözlerimi kapattığım zaman yakınlarımı görüyorum, bu ne demek,” diye sorumuştu. Şaman şüpheyle “tövbe ediniz, tövbe ediniz” diye cevap verdi. Onu da anlayamayan Cengiz Han içinden tövbe ederek hayalini kurduğu düşüncelere tüm gücünü vererek yöneldi. Şimdi ise o kocakarı öbür dünyadan dirilerek gelmiş gibi gözlerinin önünde duruyordu. Yüzü buruşuk, elleri kurumuş, ağaç gibi şekli vardı. Cengiz Han öbür dünyadakiler canımı almak için şu kocakarıyı görevlendirmiş midir? Acaba canımı almak için bu soysuz yaşlı kadını mı göndermişlerdi? Onun bulanık belleğine bu düşünceler geldi… Kocakarı ağzına doldurduğu suyu Cengiz Han’ın yüzüne püskürttü, gözlerini yumup derin uykuya dalmadan, öbür dünyaya gitmeden önce benim nasihatimi dinle, dedi. Kocakarı yün gibi parça parça kılarak ne dua ediyor ne de ibadet ediyormuşçasına, sanki kirli bir camın öbür tarafında duruyormuş gibi uzun bir söze başladı… “Ey Tanrı ile taht kavgasına tutuşan zavallı kul, senin vücudun ikiye ayrılıp ruhun cesedinden ayrılmak üzere. Bana gök perdesi açıldı, bazı soğuk haberler bana malum oldu. Seni himayesine alan kara güçler cesedini kuzgunların önüne atıp kemiklerini mezar sıçanlarına bırakalım diyor. Lanetli bir bedduaya seni mahkûm edeceklerini söylüyorlar. Senin ruhunu teslim edeceğin saati bekliyorlar… Şu anda yakınlarını gördün, sen onlara hitap edeceksin ama onlar ne senin sesini duyabilecekler ne de buruşuk bedenini görebilecekler. Yakınlarının ağladığını görüp: “Ben öldüm! Ben öldüm!” diye tekrarlayacaksın. Ölümün inlettiğini de sızlattığını da tasasını da can acıtan hastalığını da hissetmeden ruhunu havaya kaldırılacak… Sen bundan korkma, tasalanma, ürkme, üzülme, bir tek Tanrı’ya yalvar, tövbe et ve pişmanlık duy. Önünde üstünde her tarafını alaca bulaca karanlık bürüyecek. Ardından tüm bedenini titreten korkunç bir duygu her yanını saracak. Sen bundan korkma, bu senin hayalinin yansıması. O korkunç karanlıktan anlamsız sesler, şiddetli bağırışlar duyulacak… “Vur! Öldür!” diye sesler kulaklarında yankılanacak. Bütün bunlar cehennem ateşine giderek yaklaştığının emareleri… Bundan da korkma… Daha da ilerle, sorgu meleklerine yaklaş! Ecele önce cesedini ver, sonra o ruhunu isteyecek. Cesedi Yaradan vermişti, canı da Yaradan vermişti, ama ruhunu Yaradan’ın eline geri verme, ruh sonsuz yaratılmıştır, ruh sonsuzdur… Ruh cezalandırılamaz… Ruha yeniden doğmanın, yeniden yaratılmanın kapısı sonsuza dek kapalıdır. O Tanrıların dünyasına da devlerin dünyasına da giremez, o sadece mahlûk dünyasına girebilir. Ama mutsuz ruhların ağı yayılıp onlar ruhun yolunu keserek iki ayrı yolu gösterirler. Bu yolların birine beyaz ışık yansıtılır, bu yol insanların dünyasını gösterir. İkincisi ise mavi ışıktır, bu da hayvanların dünyasını gösterir. Ruhun Yaradan’dan gideceği, rahatını bulacağı iki yer var… İkisinde de ruh yaşar. Ruh insanı hayvanın, hayvanı insanın yerine geçirebilir. Senin de ruhun asla yok olmayacak, ama ruhun da cezasının olduğunu unutma, senin ruhun da cezasını çekecek, o cezanın ne olduğunu biliyor musun? Ulu Cengiz Han’ın ruhu yüzyıllar sonra bedenini yılan sokan ve akıl hastalığına tutulan bir adamın bedenine yerleşecek. Döktüğün kanların, işlediğin soykırımların cezasını ruhun çekecek. Sen beni yılan soktu, ceza çekmeden gidiyorum diye düşünme, cezanın sonu yoktur, o ceza bir gün ardında bıraktığın soyunun gözünden, göğsünden çıkacak… Ceddin, senin döktüğün kanların, işkencelerin hesabının cevabını sonuna kadar verecek… Yaptığın işlerin cezasını onlar çekecek! Bedduaların soyuna kalacak!” diyen kocakarı can acıtan, hüzün veren sözüne son verdi. Cengiz Han nihayet ölüm denilen belanın onu yere doğru sürüklediğini, kendisinin de aslında sıradan bir insan olduğunu anladı. Yanlıştı. Hem kendisi hem de Tanrı hakkındaki o hadsiz düşünceler, sesi Ay’a kadar yükselen Ulu Han’ın Tanrı’yla kendisini aynı seviyede görmesi ve nihayetinde kanadı yolunmuş bir kuş gibi pat diye yere düşmesi, başparmak büyüklüğündeki kafasıyla mini minnacık bir yılanın onu yere yıkması… Ona üzüntü veren, canını yakan bir sebep daha vardı. Dünyayı fetheden, zenginliğini biriktiren Cengiz Han’ın, sayısını kendisinin de bilmediği kadar çok kadının zevkini tadıp şırasını emen Ulu Hakan’ın yaşadığı bu muhteşem günler ateşte sönen odun gibi küle mi dönüşecekti? Altından, gümüşten, akik taşının parlak nurunu göremeden, duyamadan ölüp gidecek miydi?
***
Ulu Cengiz Han’ın hayatı bir deveye su içirmek kadar kısa mı sürecekti? İnsanın dünyadaki hayatı bir kuşluk vakti kadar kısa mıydı? Neden insanoğlu ölümlü yaratıldı? Neden ebediyen yaşatılmadı? Bu garip dünyada neden her şeyin bir sonu vardı, Kim kaygısız ve tasasız yaşayabiliyor, dertten kederden uzak durabiliyordu. Hey geçici dünya, yalan dünya, yalancıların dünyası… Han şimdi uzun bir uykuya dalmıştı, yarı ölü, yarı canlı gibiydi. Artık kendini çok çaresiz hissediyordu… Cengiz Han bir zamanlar, ulaklarını, dünyanın neresinde olursa olsun, ölümsüzlüğün sırrını bilen bir âlimi bulup getirin diye uzak diyarlara gönderdiği günü hatırladı. Nihayet kırk gün kırk gece geçtikten sonra uzak dağlarda yaşayan, evrenin sırrını bilen, gümüş sakallı bir âlimi bulup getirmişlerdi. Ama ölümsüzlüğün sırrını bilen âlimi öylece getirmemişlerdi. Elini ayağını bağlamışlar, gözlerini siyah bir bezle kapatmışlardı… Kafası yumruk kadar, beyaz sakallı, çekik gözlü âlimi görünce Cengiz Han ona kibirle bakmış, ulaklarını onca bilginin âlimin arasından bula bula bunu mu buldunuz dercesine kızgınlıkla süzmüştü. Sıska âlim Cengiz Han’ın önünde diz çökmemiş soğuk soğuk bakıyor, dimdik ayakta duruyordu.
– Buraya gelme sebebinin ne olduğunu biliyorsundur, dedi Cengiz Han.
– Biliyorum, dedi az konuşan âlim.
– Biliyorsan söyle, dedi Cengiz Han sert bir şekilde. “Bu dünyada senin bilmediğin şey yok diyorlar.”
– Bilmediklerim bildiklerimden daha çok, dedi âlim.
– Benim için ölümsüzlüğün ilacını bul. Ben ebediyen yaşamak istiyorum.
– Ebedi yaşamın devası vardır, fakat ilacı yoktur, dedi âlim.
– Devası nedir, diye sordu Cengiz Han.
– Hayatın anlamıdır.
– Hayatın anlamı nedir?
– Hayatın anlamı insanın insan olarak kalmasıdır.
– Bu kadar mı, diye Cengiz Han bir anda galeyana geldi.
– Senin hayatın uzun sürecek, ikinci hayatın…
– İkinci hayatım mı? O da ne demek, dedi Cengiz Han.
– İkinci hayatın… Yani senin ruhunun hayatı, dedi âlim. Senin de ruh hayatın uzun sürecek. Fakat kırkıncı torununa gelince bir terslik ortaya çıkacak… Kırkıncı torunun akıl hastalığına yakalanacak, diyen âlim sustu.
– Akıl hastalığı mı? Cengiz Han’ın kızgınlığı yüzüne vurmuştu. Az kalsın âlimin başını vurdurtacaktı. Sonra kendini tutup âlimin dediklerine sabırla kulak verdi. Âlimi dinlemesinin başka bir nedeni vardı. Epey zaman önce dişlek dişli kurnaz kocakarı da buna benzer laflar söylemişti. Şu an âlim de aynı şeyleri dillendiriyordu. Biraz düşünen Cengiz Han âlimin başını vurdurtmaktan vazgeçti ve askerlerine “Çıkarın üzerindeki” kıyafetleri emrini verdi. Adamı o halde sokağa attırdı. Bütün ilminin kendine geçmesi için âlimin üzerindeki kürkü kendine aldı.
Saraydan çırçıplak çıkan âlimi görenler onunla alay etmeye ve onu küçümsemeye başladılar. Önce yaşlı adamı taş yağmuruna tuttular, yüzüne tükürdüler sonra da kudurmuş kızgın köpeklere kovalattılar.
O gece Cengiz Han uyurken bir rüya görmüştü. Kambur yaşlı kadın: Tanrı önündeyken ölümsüzlük iksirini sormamalıydın, giysilerini almamalıydın, halkın alay etmesine göz yummamalıydın. Yüzüne tükürtmemeliydin, köpekleri üzerine salmamalıydın. Onun bedduasını almamalıydın. Soysuz kalacaksın, diye adeta Cengiz Han’ı azarlıyordu. Bu olayı hatırlamıştı. Tanrı’dan özür diliyor, tövbe ediyordu. Böyle bir işten hayır gelmeyeceğini, işlerinin yolunda gitmeyeceğini düşünüyor, geleceğin ona iyilik getirmeyeceğini hissediyordu.
Yılanın zehri bütün vücuduna yayılıyordu…
Şaman Cengiz Han’ı esiri haline getiren kara güçleri, kötü ruhları, kanlı gözleri odadan defetti. Güçlü nefesiyle Cengiz Han’ı bir nebze de olsa ayağa kaldırabildi. Ancak Cengiz Han ömrünün son dakikalarının kaldığını kimseye belli etmek istemiyordu. O akşam Cengiz Han ruhunu günahlardan temizlenmesi, duasıyla cennetin kapılarını açıp cehennemin ateşinden koruması dileği ile Şaman’ın başını vurdurttu.
O gece Şaman’ın başı alındı.
Cengiz Han Şaman’ı öldürttükten sonra çok eskiden beri güvendiği ve her yerde yanında olan, tüm şartlarda yardımını esirgemeyen sağ kolu olan emirini yanına çağırdı. Bu olaya hiç kimse şahit değildi. Sadece ikisi vardı, uzun uzun konuştular.
Cengiz Han yaşamının son dakikalarında tüm vasiyetini en güvendiği adamı olan emirine söyledi. Kendi oğullarını da çağırtıp son öğütlerini verebilirdi, fakat onlar babalarının vefat etmesini bekliyorlardı. Amaçları babalarının ölümünden sonra kalan malı mülkü, hazineyi almak, tahta geçmekti. Bu yüzden bugüne dek Cengiz Han yakınlarından hiç kimseyi çağırıp da böyle şeyler söylememişti. Çorak tarlaları, ıpıssız çölleri, yüksek dağları ve suları geçerek savaşlar yapar, o savaşlarda oluk oluk kan dökülürdü. Bu şekilde bütün dünyayı yöneten yerin ve göğün hükümdarı Cengiz Han’ın Tungut Han’ın kızıyla geçirmek istediği bir gece onun ölümüne sebep olacaktı. Bu olay onu hep endişelendiriyor ve tedirgin ediyordu. Yüce Cengiz Han’ın son nefesini bu şekilde vereceğini kimse aklına getirememişti. Artık yolun sonuna geldiğinin farkındaydı. Eğer Cengiz Han’ın göğsüne bir hançer girse ya da yüreğine bir ok saplansa idi, meydanda mertçe can verseydi eşleri bağıra çağıra ağlar, askerleri bayrak çeker, oğulları hüngür hüngür ağlardı. Peki, ya şimdi? Cenazesinin bir Tungut Han’ın kızının yatağından çıkması ayıp değil miydi? Eğer Cengiz Han kahramanca ölseydi karılarının sesi göğe ulaşır, ağıtlar yakılırdı. Ölüye saygı için, feryat figan edilirdi.
Büyük adama büyük ölüm nasip olmadı. Ona rezil ve utanılacak bir ölüm nasip oldu. Hatta cenazesi bile kendi halkından saklanacaktı. Onun kimseye söylemediği bir sır vardı. Ayın tutulduğu gün öleceğini önceden biliyordu. Cesedini cinler, boynuzlu şeytanlar, kötü ruhlar, beddualı dilenciler, kargalar, kötülük getiren eşekler gözüne görünmeden etrafta dolaşıyorlardı. Onlar Han’ın ruhunun cehenneme gitmesini ve cesedinin böceklere, sıçanlara yem olmasını istiyordu. Aslan’a sıçan gibi ölmek, doğana karga gibi ölmek yakışmazdı. Cengiz Han bu düşüncelerden kendini uzak tutmak istiyordu, fakat olmuyordu. Onunla kimse alay edemez ve onu küçümseyemez, ona şaka bile yapamazdı. Kaç gündür aklından ölüm düşüncesi bir türlü çıkmıyordu. Ölümden korktukça ümidi o kadar büyüyordu ki yaşamının uzun sürmesini istiyordu. Ömür konusu onu çeşitli düşüncelere sokuyordu. Ölüm başa gelince insanı yere yıkar… Böylelikle tuhaf düşünceler bitmiyor, küçücük kafasına bunlar iyice takılıyordu. Sonunda ölüm onu sessizce değil büyük bir azapla aldı.
Cengiz Han emirine hayatının bitmek üzere olduğunu anlattı. Aslında emirinden başka onun güvenebileceği bir insan da yoktu. Emiri kadar Cengiz Han’a samimi, gönülden hizmet eden kimse de olmamıştı. Onu çağırıp ona son sözlerini söylemeye başladı: Sana vasiyetimi söylüyorum. Sakın bu anlattıklarımı kimseye söyleyeyim deme. Bunları senden başkası bilmemeli ve duymamalı. Hatta oğullarım, karılarım bile… Birazdan vereceğim görevlerin hepsini tek tek yapmalısın. Ölümüme sayılı günler kaldı. Ölürsem mezarımı derin kazmanı rica ediyorum. Sana şu altı tane keseyi veriyorum. Onları birbirinden ayıran şey renkleridir. Her biri farklı renkte. Ben ölür ölmez yedi gün yedi gece geçince bu torbayı dikkatlice açacaksın. İçinden yazılı bir metin çıkacak. Kâğıtta yazılı görevlerin hepsini kuralı bozmadan yazıldığı gibi harfiyen yapacaksın. Fakat şimdiden söylüyorum son torbada seni kendi tahtımın mirasçısı olarak gördüğüm yazısı var. Ancak tahta geçmeden önce beyaz torbadaki, sonra sarı torbadaki üçüncü olarak yeşil, siyah en son kırmızı torbadaki görevleri yerine getirmen ve bunların hepsini teker teker uygulaman lazım. Şimdiden ben diriyken tahtımı paylaşamayan oğullarımdan şüphem var. Onlara güvenmiyorum. Onlar sadece benim ölmemi diliyor, bekliyorlar. Sen ise hayatın boyunca bana canı gönülden hizmet ettin, hep yanımdaydın. Güvendiğim tek insan sensin. Ümidim sadece sensin.
Ayın tutulacağı gün yaklaşıyordu…
Yedi gün geçmeden Cengiz Han ölüme boyun eğdi ve hayata gözlerini yumdu. Bu dünyaya geldikten sonra gitmek de varmış. Gidip de geri dönmemek varmış…
Han’ın ölümünün üzerinden yedi gün yedi gece geçtikten sonra emir, Cengiz Han’ın ölmeden önce bıraktığı ilk keseyi açtı. Keseden rulo şeklinde katlanmış bir kâğıt çıktı. Kâğıdı kimseye göstermeden gizlice okudu. “Emirim sana Yüce Tanrı pir olsun. Ben diriyken seni nasıl en güvendiğim insan olarak görüyorsam şu an ölü iken de sana güvendiğimi söylemek istiyorum. Yedi gün yedi gece geçti. Sen şimdi bu torbayı açıp yazıyı okuyorsun. Neden beni yedi gün boyunca gömmeyin dememin sebebini biliyor musun? Planımda beni öldü sanan şeytanları oyalamak ölümümle onları kandırmak ve yeniden dirilmek vardı. Böyle düşünmüştüm. Ancak kendin de biliyorsun ki şu an çok uzun bir uykudayım.
Ruhum yedi gün sonra leylek gibi gökyüzüne uçacak ve gidecek. Senin söylediklerimden neyi yapıp neyi yapmadığını ruhum sayesinde öğreneceğim. Bugünden itibaren leylek gökte uçacak seni gözleyecek yaptığın bütün işleri bana iletecek. Neticesi eğer gökyüzünde uçan bir leylek görürsen o leyleğin ben olduğumu iyice belle… Leylek beyaz bir bulut gibi daima senin yanında olacak. O bulutların da benim gözyaşlarım olduğunu farz et…
Kemiklerimi nehir suyuyla yıkayın, vücuduma bal sürün. Sonra deve yününden yapılmış keçeye yedi kere sarın. Her sardığınızda bedenime ceviz yaprağı ile yeni biçilmiş yaş yonca koyun. Yol uzak, cesedimi gömeceğiniz yer de uzaktır. Yanına kırk muhafız, kırk at, yedi de deve al. O yedi devenin üstüne sarayda bulunan yedi sandığı koy, ama sakın sandıkları açma. İçinde ne olduğunu kimse bilmemeli. Hatta sen bile. İşte ilk şartım bu… Bir de yanında kırk at, kırk muhafızdan başka en güvendiklerinden yedi tane cellat ve yavrusu olan deve olsun. Yedi gün yedi gece yol gideceksin, sonra dağın dibinde tek başına duran yaşlı bir ceviz ağacı göreceksin. Ağacı görür görmez sarı keseyi aç. İçindeki yazıyı oku ve orada yazan görev ne ise onu yap. Sonra yola devam et. Yedinci gün gökte parlayan ilk yıldızı görünce cesedimi de yanınıza alarak gökyüzündeki kutup yıldızına doğru yürü. Karşınıza ne, ya da kim çıkarsa çıksın canlı olan her şeyi öldür. Cesedimin kimin tarafından götürüldüğünü ve onun nereye gömüleceğini hiçbir canlı hatta hayvan bile görmemeli, bilmemeli, hissetmemeli! Emirim seni uzun bir sefer bekliyor. Haydi yürü! Seni yüce Tanrı’ya emanet ediyorum!
İşte birinci keseden çıkan kâğıttaki görevler bunlardı.
Günün gecesinde ilk yıldız gökte görününce emir saraydan çıktı. Yanında kırk muhafız, yedi cellat, kırk at, yedi deve ve bir tane yavrusu olan deve vardı. Önüne çıkan bütün canlıları hemen öldürüyorlar, yürümeye devam ediyorlardı. Emir yaradılış olarak çok az konuşan, gizemli, içedönük birisiydi. Grubun önünde gidiyor muhafızlara eli ile işaret edip kaba bir tavırla emir veriyor, bazen de bir şeyleri dilinin ucuyla anlatıyordu. Cengiz Han’ın cesedi deveye sıkıca bağlanmış, kafilenin ilk sırasında gidiyordu. Hiç yorulmadan uzun bir yol yürüdüler. Üç gün, üç gece sonra kimsenin olmadığı bir yerden geçip ıssız bir dağa yaklaşmaya başladılar. Tam o sırada karşı taraftan belli belirsiz siluetler görünmeye başladı. Bu gölgeler emirin olduğu tarafa doğru yaklaşıyordu. “Gelenlerin etrafını kuşatın!” diye Emir, cellatlarına komut verdi. Bu arada askerler kılıçlarını kınlarından çıkarmıştı. Gelenler yaklaştığında emir sağ elini kaldırıp “Durun! Acele etmeyin,” dedi. Sonra askerler dağın eteğine, gelenlere doğru hızla hareket ettiler. Emir gelen kafiledekileri görünce tüyleri diken diken oldu. Gelenlerin ellerinde ne silah ne de binek atları vardı. Kıyafetleri yırtıktı. Boynundaki boyunduruklarını zar zor taşıyorlardı. Yüzleri güneşten kararmış, yara ile kaplanmıştı. Kirli saçları yüzlerini kapatmıştı. Eğile eğile son güçleriyle zar zor adım atıyorlardı. Artık onların yürüyecek hali bile yoktu. “Durun,” dedi Emir elini yukarı kaldırarak.
– Bunlar da kim? Nereden geliyorlar, dedi suratı asık bir şekilde.
Bu sırada sakin sakin at üstünde uyuyarak gelen ihtiyar, Emir’in sesini duyunca uyandı. Uykudan yeni uyanan ihtiyar, karşısında bulunan orduyu görünce titremeye başladı. İhtiyar, Moğolca ve Çince karışık ağzında bir şeyler geveledi. Emir onun konuştuklarının hiçbirini anlamadı… “Nereden geliyorsunuz? Kimsiniz? Nesiniz?” dedi emir. Ve kendi kendine fısıltıyla yine sordu: “Acaba, bunlar kim?”
– Bunlar mı? İhtiyar anlamamış gibi Emir’in gözlerine korkuyla baktı.
– İşte onu sana soruyorum! Emir’in öfkesi daha da hiddetlendi.
– Tanrı’nın lânetine uğramış casusları ıssız bir çöle götürüyorum.
– Neden? Bunların suçu ne? Emir kaşlarını çatmış, hiçbir şey anlamamıştı. Eğer suçları varsa hangi günahları için bunları götürüyorsun?
– Günahkâr bunlar. Hepsinin içine cin girmiş. İhtiyar, yaşlı birisini parmağıyla işaret ederek gösterdi. – İşte bu! Bu saçı kısa kadın çok kurnaz. Erkeklerden hiç farkı yok. O yüzden erkek görüntüsünde. Her zaman Tanrı’ya karşı çıkıyor. Şu ise kendi kızına eziyet çektiriyor, ötekisi yamyam, bu küçücük gözlü olan şair, aşktan başka konu ile ilgili şiir yazmayı bilmez. O büyük burunlu ise Han’ın karısının sevgilisi… Yanındaki de dünya düz değil yuvarlak diye tutturmuş… Tanrı hepinizin belasını versin!
Hele hele şu sert yüzlü, çekik gözlü herif, insan etiyle karnını doyuruyor. Yola çıktığımızdan beri kan istiyorum diye kudurmuş gibi ağzında salyalarla etrafa saldırıyor…
– Bunlara ıssız çölün ortasında ne yapacaksın? Acıma duygusu olmayana ölüm de yok, dedi Emir.
– Yook… Aslanım, bunun gibiler yeryüzüne sığmaz. Burada onlara yer yok. Bunlara ölüm bile az. Bunlar dünyaya öylesine gelmişler. Hepsinin üzerine yırtıcı kuşları saldırtıp cesetlerini kara çölün sıçanlarına ve böceklerine vereceğim. Aslanım iyice dinle. Bir cesedi kurt yerse cesedin kendisi kalır, tilki kemirirse aşık kemiği kalır, çakal yerse baldırı kalır… Eğer böcekler yerse hiçbir şeyi kalmaz… İhtiyar kaba saba konuşuyordu. Böyle kötü bir ölümden başka onlara çare yok…
Emir işin aslını anladıktan sonra meczupları öldürmek için oklarını boşuna harcamak istemedi. Zaten biliyordu bu günahkârları ölümün beklediğini. Bir de ileride yolun uzun olduğunu ve ulaşacağı yere varmak için uzun süre yollarda olacağını da iyi biliyordu. Derken aniden gökyüzünde bulutlar peyda oldu, yağmur yağmaya başladı. O anda gelen gruptaki meczuplardan birisi kudurmuş gibi bağırmaya başladı:
– Ben biliyorum! Hissediyorum! Siz boşuna gezmiyorsunuz buralarda. Aranızda bir ceset var. Onu gömeceksiniz. Ceset çürüyüp kokacağına hiç uğraşmayın bana verin. Ben yiyeceğim onu! Çok acıktım. Bunu söyleyen boynunda boyunduruğu ve ayaklarında demir zinciri olan yamyamdı. Evet, biraz önce ihtiyar onun hakkında konuşuyordu. Dış görüntüsü çirkin, elmacık kemiği küçücük olan dişlek yamyam gürültüyle yine bağırdı:
– Cesedi bana verin! Kemireyim!
Bu yamyamın çığlığı emirin öfkesini oldukça şiddetlendirdi. Yamyam yüksek sesle bağırdıkça gök gürlüyor, şimşekler çakıyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu.
– Cesedi bana verin diyorum! Yemek istiyorum. Kemiklerine kadar yemek istiyorum. Tertemiz bir şekilde kemiririm ha! T-e-r-t-e-m-i-z! diye bağırıyordu yamyam.
Emir Cengiz Han’ın ruhunun onları takip ettiğini düşündü. Sonra elini yukarı kaldırıp “Bunların hepsini öldürün!” diyerek cellatlarına işaret verdi. Yağmurla birlikte hızla gelen ok, ilk sırada içine cin girmiş yamyama geldi. Ok ağzından girip kafasından çıkıverdi. Cellatlar bu meczupları göz açıp kapatıncaya kadar öldürüverdiler…
Üç gün yol yürümelerine rağmen önlerine hiçbir canlı çıkmamıştı. Bu durum emiri şüphelendirdi. Bunların kim oldukları, ne oldukları ve nereden gelip nereye gittikleri belli değildi. Eğer emir karşısına çıkanlara önem vermeden yürümeye devam etseydi rahmetli Han’ın dediklerini yapmamış olacaktı… Gökyüzünden onu takip eden Yüce Tanrı’yı hisseti…
Üçüncü gün emir, cellatları ve develeri ile sabah erkenden iki dağ geçidinin birleştiği yere, eski ceviz ağacının dibine geldi. Buraya gelince muhafızlarına ve cellatlara “Dinlenin!” diye emir verdi ve burada tek başına kaldı. Yalnız kalmasının başka sebebi de şuydu: Kimsenin olmadığı yerde sarı kesenin içindeki yazıyı açıp okumaktı. Ve yazıyı keseden çıkartıp okumaya başladı. “Emirim seninle gurur duyuyorum! Övgüye değersin. Hiç yorulmadan, usanmadan nihayet ceviz ağacına da ulaşabildin. Buraya sabahın erken saatlerinde gelerek iyi yaptın. Şimdi güneş biraz yükselince yaşlı ceviz ağacının gölgesi düşmeye başlayacak. O gölgenin ucuna doğru yürüyün. Giderken karşınıza büyük, coşkulu bir nehir çıkacak. O nehrin akışına karşı yürüyeceksiniz. Bu sizin bir gününüzün yarısını alacak. Ve bu yolda giderken artık gece olacak. Bu arada gökyüzünde kutup yıldızını göreceksiniz. Yıldıza doğru ilerleyin. Şafak sökene kadar iki tane dağ silsilesinden geçeceksiniz. Sonra nehrin ikiye ayrıldığı yere geleceksiniz. Buradan dümdüz batıya doğru gidin… Yol ilerledikçe tehlikeli bir yere geleceksiniz. Burada dar bir dağ geçidi var. Çok dikkatli olun. O dar dağ geçidinde akbabalar var binlerce. Ölü kokusunu uzaktan anlar ve size topluca saldırabilirler Emir’im. Dikkatli olur da aklı başında davranırsanız onlardan kurtulur ve dağ geçidinden geçersiniz. Sonra sarp dağlara geleceksiniz. Dağların arkasındaki düz yamaca geldiğinizde büyük bir taş göreceksiniz. Bu taşa gelince benim verdiğim üçüncü torbayı açacaksın Emir’im… Ama önce o yaşlı ceviz ağacını kökünden kesin. Sonra köklerini yerden kazıyın ve son filizine kadar ateşte yakın!”
Emir mektubu okuyup bitirince güneş çıkana kadar bekledi. Sonra cevizin gölgesinin ucunu belirleyip cellatlarına: “Eski ceviz ağacını kökü ile birlikte kesin, ateşte yakın!” diye emir verdi… Ceviz ağacı son dalına kadar yanıp kül olduktan sonra yukarı tarafa doğru gittiler… Dağ geçidine gelince büyük taşların üzerine tünemiş akbabalar görünmeye başladı. Emir cellatlarına: Onlar bize yaklaşınca ok atacaksınız, dedi… Bu yırtıcı kuşların insanlara bulundukları yükseklikten hiç kıpırdamadan bakmaları ürperti vericiydi. Karınları toktu. Cesedin etrafa yaydığı kokuyu hissetseler bile saldırmadılar. Akbabalar Emir ve adamlarının öldürdüğü ihtiyarın ve yanındaki günahkâr meczupların cesetlerini kemiklerine kadar yiyip bitirmişlerdi. Artık kanatlarını açacak halleri yoktu… Burası bu yırtıcıların yuvasıydı. Emir, Cengiz Han’ın ölümünün son dakikalarında “Önüne ne veya kim çıkarsa çıksın hepsini tek tek öldürerek yolunuza devam edeceksiniz” dediğini bir an hatırladı. Ama ala renkli tüyleri olan, büyük kanatlı bu yırtıcıları öldürmeye erindi. Tam bu sırada gökyüzünde büyük bir leyleğin “kayk kayk” diye çıkardığı sesler kulaklarında çınladı. Leylek, Cengiz Han’ın ruhunu kanadında saklayan uçan perende idi. Emir leyleğin sesini duyunca hiçbir şey düşünmeden aceleyle yanındaki katillere: “Taşların üzerindeki yırtıcı kuşları oklayın!” emrini verdi. Okların isabet ettiği akbabalar büyük taşlardan teker teker düşüyorlardı… Dağ geçidinin içi kuşların çıkardığı seslerle yankılanıyordu. Son leş yiyen de taştan düştükten sonra etraf sessizliğe büründü…
Emir yedi muhafızı ile at ve develerin arkasında, zincir gibi dizilen kırk askerin önünde yürüyordu. Sarp dağlara yaklaştılar… Emir bu dağların yamaçlarına gelince önceki kâğıtta yazılı olan taşı gördü… Taşa gelince kimsenin olmadığı bir yere gidip gizlice sarı keseyi yaktı, sonra yeşil keseyi açarak içinden çıkan yeni talimatları okumaya başladı… “Emir’im seninle gurur duyuyorum! Eğer taşa geldiyseniz burada çok fazla oyalanmadan yolunuza devam edin. Burada kimse kalmasın. Burası kötü bir yer. Kim burada gecelerse ertesi güne sağ olarak ulaşamaz. Bu lânet yerdeki ejderler gündüzleri mağaralarda uyuyor geceleri ise avlanmaya çıkıyor karşılarına çıkan bütün canlıları öldürerek yiyorlardı. İşte sarp dağlar burada… Taşın güney tarafında Tibetli din adamlarının çivi yazısıyla yazdıkları yazı var. Sakın o yazıyı senden başka kimse okumasın. Yazıyı keskin bir hançerin sivri ucuyla okunamaz hale getir. Bu yazıyı Tibetli din adamları Tanrı’dan gelen bir işaret olarak kabul ediyor. Yani âlemin yüce Tanrısı benim! Benden daha güçlü Tanrı yoktur! Şimdi benim işaretim senin dilinde. Bu yalancı Tanrılar kendi işaretlerini taş üzerine bırakır, ben ise işaretimi senin gibilerin yüreğine bırakırım. Kim güçlüyse Tanrı ona kuvvet verir! Emir’im, sahte Tanrı’nın şeytani işaretini sil! Silme işini bitirdiğinde doğuya doğru yol al. Ulaşacağınız yere bir günlük ve bir gecelik yolunuz var. Biliyorum, kendi Tanrı’nı çok seviyorsun, tüm gönlünle ona bağlısın. Bunu çok iyi hissediyorum… Haydi, şimdi doğuya doğru ilerlemeye devam et. Şafak sökünce ıssız bir dağa geleceksiniz. O dağın eteklerinde yapayalnız duran ulu bir arça göreceksiniz. Arçanın yanına geldiğinde bu yazıyı yakacaksın ve kahverengi kesedeki yazıyı alıp okuyacaksın… Orada yerine getirmen gereken görevlerin var… Haydi, Emir’im yürü! Emir kesedeki kâğıdı okuduktan sonra koynundan çıkardığı keskin hançerle harfleri birer birer çizip okunmaz hale getirdi. İşin doğrusu bu taşta nelerin yazılı olduğunu anlamıyordu…
Emir taşın üzerindeki yazıyı son harfine kadar okunmaz hale getirdikten sonra yola devam etti…
Bir gün, bir gece sonra doğudaki büyük dağların eteklerindeki ovaya geldiler. Kâğıtta yazılı olduğu gibi ulu bir arça gördüler… İki dağın birleştiği yerde göğüs gibi iki ova vardı. Bu iki ovanın ortasında yalnız tek başına yükselen arçanın yanına vardıklarında, Emir, siyah keseyi açtı ve içindeki kâğıdı çıkarıp kimsenin olmadığı bir yerde okumaya başladı…
“Emir’im, bu siyah torbaya yapmanı istediğim pek çok görev yazdım. Onları dikkatle okuyup içindeki görevlerin hepsini teker teker yapacaksın. Bu arada kahverengi torbadaki yazıyı ateşe attın mı? (Emir bu sözü okuyunca korkmuş gibi kahverengi kâğıdı çakmak taşıyla yakıverdi.) Şimdi ise her bir kelimeyi dikkatle oku, Emiri’m. Siz iki dağın ortasında yetişmiş yüksek arçaya vardınız. Bu arçanın bin yıllık geçmişi vardır. Siz buraya benim cesedimi gömeceksiniz. Emir’im, biliyorsun cesedim yerde ebedi kalacak. Arçanın kökü ne kadar derinse mezarımı o kadar derin, ne kadar yaygınsa mezarımı da o kadar geniş kazacaksınız… Bu işi yazın Akşam yıldızı sönene kadar yapacaksınız. Mezar kazarken kimse ses çıkarmasın. Atlar kişnemesin, develer bozlamasın. Onları mezardan biraz uzak tutun, rahatsız etmesinler… Kazılan mezarın toprağını bir kenara toplayın, kesilen arçaya durmadan su koyun. Arça ağacının gövdesi kurumasın. Kazma işini bitirdikten sonra özellikle bu isteklerime dikkat et, Emir’im. Gökte Süreyya yıldızı sönene kadar kırk askerin kırkıncısını kurban edeceksin. Onun kanını mezarın en dibine saçacaksın. Sonra kesilmiş arçanın aşağıdan yukarıya doğru sayıldığında yedinci dalını, yukarıdan aşağı tarafa sayıldığında yedinci dalını keseceksin. Benim ervahımı çağırıp Tanrı’ya tövbe edecek o arçanın dallarını ateşte yakacak, külünü mezarın dibindeki kırkıncı askerin kanına saçacaksınız. Ondan sonra kurban olan askerin cesedini büyük saygıyla benim mezarımın yanına gömeceksiniz. Askere Han giysimi giydirteceksiniz. Başı güney tarafta, ayakları ise batı tarafta olsun. Öbür dünyada melekler doğudan ve batıdan gelir, sorguya çekmeye başlar. Bu sürede benim ervahımın yerine o askerin ervahını koyarsınız. Böylece meleklerden de kurtulmuş oluruz. Askerin mezarına bir atın büyüklüğünce toprak atın. Sonra kesilen arçanın dallarından bana bir taht yapın. Bir de üzerime ve üstüme kesilen arçanın dallarını koyun. Cesedimin hiçbir yeri gözükmesin. Oturmuş şekilde yüzümü batıya çevirmenizi istiyorum. Diriyken gidemediğim batıya öte dünyada boyun eğdireceğim. Üstüme âlimin kürkünü giydirin. Öbür dünyada şeytanlar bilginin kürküne bile yaklaşamazlar. Beni gömmeden önce bir elime kan, bir elime bal sürün. Ervahıma tövbe edin, gökyüzünden Süreyya yıldızı sönünce önce gözüme sonra mezarıma toprak koyun… Toprak tepeme kadar olunca deve ile gelen yedi sandık altın, inci, kuyum eşyalarını üstüme saçın. Mezar Padişahı beyaz yılan bu serveti koruyacak… Yani benim cesedimi intikam alacak olanlardan koruyacak… Emirim, kalan otuz dokuz askeri mezarın etrafına dizip her birinin gözünü siyah paçavra ile bağla. Süreyya yıldızı söner sönmez ona bakarak ruhuma tövbe et. Yıldız sönünce cesedimi hiçbir melek bulamaz. Sonra ruhumu çağırın, cesedimi ondan ayırın. Ne zaman ki uzaklardan atların ürküp develerin bozlama sesleri gelmeye başlarsa ve gökyüzünde bir leylek sesi duyulursa anla ki artık ruhum cesedimden ayrıldı… Ama bunu kimse görmemeli, Emir’im. Ve sen de… Ruhumu gökyüzüne yolladıktan sonra yedi cellat ile benim mezarıma tövbe edeceksin. Onlar ervahımla ilgilenen otuz dokuz askeri mezarıma itmeye başlayacak. İşi bitirdikten sonra yedi cellat onların üstüne insan boyu kadar toprak atsın ve onları gömsün. Daha sonra buraya kırk atı getirin. Onları da mezarın üstüne atın. Sonra mezarın üstüne bucak bucak taşlar dizin. Su ve yağmur girmemesi için üstümü beyaz toprakla kapatın. Sonunda kendi ellerin ile devenin yavrusunu annesine göstermeden kesiver. Ve onun kanını mezara dök. Sonra deveyi buraya getireceksin. Çünkü deve kendi yavrusunun burada öldüğünü, kanının yere döküldüğünü bilsin, ölen yavrusunun kanı burnunda tütsün. Sen bir yıl sonra deveye binip buraya geleceksin. Benim ervahıma dua edeceksin. Beni gömdüğün yerde güneş doğana kadar develere yeri çiğnet ki mezarım dümdüz olsun… Develer oraya buraya yürüyünce yürüdükleri alanın üstüne su serpeceksin. Onlar şafak sökene kadar mezarın üstünü çiğneyecekler. Bir yeri bin kere çiğneyen develerin hepsinin başı dönüp gözleri kararmaya başlar. Bu esnada hepsi işeyecekler. Bu iyi. Çünkü devenin işediği yere sürüngenler, sıçanlar, fareler yuva yapamaz… Develer çiğnettiğin yeri düzledikten sonra yedi cellat yavrusu olan devenin haricinde her şeyi oklarıyla öldürsünler. Sağ bıraktıkları deve ile bir yıl geçtikten sonra mezarımı ziyaret edeceğini biliyorsun. Aradan bir yıl geçse bile deve burnunda tüten yavrusunun kokusunu rahatlıkla bulacaktır. Ölen develerin etini uzaktan gelen akbaba ve kuzgunlar yemeye başladığında siz onları gizlice takip edin. Develerin etini yiyip bitirdikten sonra yırtıcı kuşların hepsini öldürün. Sonra develerin, akbabaların ve kuzgunların cesetlerini büyükçe bir ateşte yakın… Emir’im, siyah torbadaki yazının hacmi geniştir. Buradaki görevleri yerine getirmek senin boynunun borcudur. Sana verdiğim görevleri bitirdiğin zaman kırmızı torbayı açacaksın. Böylece diğer görevlerini de öğreneceksin, Emir’im. Tanrı seni esirgesin! Siyah torbadaki yazı böylece sona ermişti…
Geceleyin, şafak sökene kadar Emir siyah torbadaki görevlerin hepsini yerine getirdi… Ulu Cengiz Han soğuk toprağın altında ebedi uykuya dalmıştı…
Mezar kazılmaya başlandı. Topraklar dışarı atılıyordu. Emir otuz dokuz askeri mezarın etrafına dizdi, gözlerini siyah bez ile bağladı. Sonra Yüce Tanrı’ya tövbe edip deve yavrusunun derisinden yapılmış “def”e vurdu. Emir terlemeye başladı. Defin sesi yükseldikçe yer titriyormuş gibi oluyordu. Emir bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturuyor, Şaman gibi kötü bir ruh haline bürünüyordu. Ses yükselince etraftaki askerlerin kalpleri titredi ve onlar da Şamanlar gibi tuhaf hareketlerle ayine katıldılar. Emir çöküyor ve yeri dinliyor, sonra kalkıyor göğü dinliyordu. Ayinde söyledikleriyle etrafındaki askerleri yılan gibi zehirlemiş ve onları hipnoz etmiş gibi etkisi altına almıştı… Tanrı’ya dua etti. Bu sırada göğsünü yumrukluyor ve bağırıyordu: “Yüce Tanrım! Sen bizi yanına al! Makamına yükselt bizleri de! Yanına al!” Askerleri cinler çarpmış gibiydi ve tamamı Emir’in sözlerini bağırarak tekrarlıyorlardı. Onlar da gökyüzüne bakıyor, ellerini havaya kaldırarak avazları çıktığı kadar bağırarak Emir’in kelimelerini tekrar ediyorlardı:
– Yanına al bizi de! Yanına al bizi de! Yanına al! Muhafızların sesi kapkara bir güç haline döndü ve etrafı gürültüyle inletti. Onlar Cengiz Han’ın mezarına kendi istekleriyle atlıyor ve seve seve can veriyorlardı. Fakat onlar kendi istekleriyle atlamamalıydı mezara, bizzat onları mezara Emir atmalıydı… Emir yedi deve ve cellatları ile Cengiz Han’ın mezarını düzledi. Artık yer dümdüz olmuştu. Emir gökyüzüne baktı. Etraf çok sessizdi. Gökyüzünde ne bir bulut ne de uçan kuşlar vardı…
Cengiz Han’ın mezarına kurban olan kırkıncı muhafızı attılar. Sonra arçadan taht yaptılar ve mezara tahtı yerleştirdiler. Tahtın üzerine de Cengiz Han’ı oturttular. Ayrıca mezarın üstüne yedi sandık altın, gümüş, inci, değerli taşlar atıldı. Bu servete yerin Padişahı beyaz yılan sahiplik yapmaya başladı. Yani hazineyi çalacak olanlardan, Cengiz Han’ın cesedini rahatsız edecek olanlardan korumaya başladı. Artık beyaz yılan mezara yerleşmişti. Emir, kimsenin bilmediği, görmediği bu garip yeri Cengiz Han’ın nasıl bulduğuna çok şaşırdı. Bu ona gizemli bir olay gibi geldi. Cengiz Han’ın isteklerinin tümünü yapmış olmak Emir’in kendisini bir kuş gibi hafif hissetmesini sağladı. Yavru deveyi annesinin üzerinde kesti. Anne deve çıldırmışçasına bir o tarafa bir bu tarafa koşturdu. Devenin ağzından beyaz salyalar, gözlerinden yaşlar akıyordu. Deve bozlayıp iki hörgücünü silkeliyor, uzun ayaklarıyla yeri dövüyordu. Az önce yavrucağı annesinin yanında oynuyordu. Annesi onun parlayan gözlerine bakarak ne kadar da mutlu oluyordu. Şimdi ise yavrusunun kanının yere döküldüğünü görünce bu acıya kalbi dayanmıyor ve sızım sızım sızlıyordu. Emir acıklı anne deveye aldırış etmeden onun yavrusunun kanını mezara akıtıyordu. Yedi cellat, deveyi mezarın etrafından uzaklaştırmaya çalışsalar da nafile bütün gücüyle deve cellatları aşarak ölmüş yavrusunun yanına doğru koşturuyordu. Hayvan olsa bile anneydi. Öldürülmüş yavrusunu düşünüyor, kalbinden kan akıyordu. Daha sonra deveyi mezardan uzakta bir taşa bağladılar. Emir yedi cellada: “Develeri okla öldürün” diye işaret etti. Develer bozlayarak birer birer yıkılıyorlardı. Ölen develerin bedenleri mezarın üstünde toplandı. Develeri, ayakları yukarıya bakacak şekilde yatırdılar. Develerin ok ile delinmiş gövdelerinden kanlar sızıyordu. Emir, muhafızlarıyla birlikte develerin olduğu yöne doğru yürüdü. Bu esnada gökyüzünden akbabalar, bayağı kuzgunlar görünmeye başladı. Yırtıcı kuşlar çok sert görünüyordu. Yarı ölü yarı canlı develerin etlerini bu yırtıcı kuşlar yemeye başladı… Gittikçe akbabaların sayısı artıyordu… Göz açıp kapayıncaya kadar leş yiyen kuşlar develerin etlerini yiyip bitirmişti. Sonra tok karınlarıyla uçmak istemiyor, kanat vurmaktan üşeniyorlardı. Derken cellatlar yırtıcı kuşlara okları yağdırmaya başladılar. Hiçbir akbaba canlı bırakılmadı, hepsi atılan oklar ile öldürüldü. Emir kendisine verilen görevi harfiyen yerine getirmiş, arça dallarından büyükçe bir ateş yaktırarak akbabaların, bayağı kuzgunların ve develerden kalan parçalarını bu ateşte yaktırmıştı. Bu leşlerin yanmasıyla oluşan kapkara dumanlar her tarafı kapladı. Sonunda leşler kül haline geldi. Fakat uzunca bir süre etrafa yanık et kokusu yayıldı. Emir uzun bir süredir yanında taşıdığı kırmızı torbayı koynundan çıkarıp gizlice okumaya başladı. “Torbada Cengiz Han’ın son sözü, Emir’im, diye başlıyordu. Emir, bunu okur okumaz gözleri yaşardı. Hatta gözlerinden yere damlayan gözyaşlarını kendi bile hissetmedi…
Cengiz Han’ı hayattayken onu ismi ile çağırmak ölüme kapı açmakla denkti. Onun ismini söylerken yer titriyor, rüzgâr esiyor, seller akıyor, dağlar devriliyor, gökyüzü yırtılıyor, yıldırım çarpıyor gibi oluyordu. Şimdi ise Cengiz Han uzun bir uykuda idi. Emir, başından geçenleri hatırlayıp Cengiz Han’ın boş ve manasız bir hayat yaşadığını düşünüyordu. Kırmızı torbadaki yazıyı okumaya devam etti…
“Emirim! Ben bu yalan dünyayı bırakıp ebedi bir dünyaya gidiyorum. Söylediğim her şeyi yapacağına inanıyorum. Şimdi dikkatini dağıtmadan torbadaki yazıları oku. Her işi dikkatle yap. Bugün gece yola çıkacaksınız. Arkanızdan hiçbir canavar çıkmayacak. Akbabaların yuvası, ceviz ağacı, gökte uçan kuşlar da çıkmayacak…
Şu an sen varsın. Bir de yedi celladın var. Hatırlıyor musun? Sana verdiğim sözüm vardı. Tahtımı, bütün hazinemi, malımı mülkümü, askerlerimi, Moğol bayrağıyla işgal ettiğim yerleri, hatta yatağıma almadığım kadınları mı da sana bırakacaktım. Her yıl mezarımı ziyaret edip bana dua etmeni rica ediyorum. Sakın buraya senden başka kimse gelmesin. Ben rahat uyumak istiyorum. Şimdi sana bu mektuptaki yazıları anlatayım. Gece yola çıkacaksın. Yanında cellatların olsun. Arkanda da güvendiğin bir cellat, güvendiğin cellat kendi önündeki cellatları öldürerek yürümeye devam etsin. Bu işi kimse görmesin. Dönüş yolunda birbirinizden fazla uzaklaşmayın. Sen cellatlarının önünde bir deve ile yola devam et. Yedi gece, yedi gün sonra güvendiğin cellat ile Saraya yedi kilometre kala buluşmalısın. Saraya yedi kilometre kala bir nehir göreceksin işte cellat ile bu nehrin kıyısında görüşeceksin… Emir’im cellada buraya kadar bizi getiren atları öldürmemiz gerek diyeceksin ve hemen oracıkta atını boğazlayıp leşini nehre atacaksın. Cellat da kendi atına aynı şeyi yapacak. İki ırmağın birleştiği yerde bana ibadet edip, ruhuma tapındıktan sonra maalesef son yol arkadaşını da hançerleyerek öldürmelisin. Emir’im yavrusunu boğazladığın deveyi de öldürüp suya atmanı istiyorum. Bu hayvan olmadan da mezarımı bulabilirsin. Bir hayvan bile olsa sana şahit tutmak istemiyorum. Sen iyi bir insansın. Sonra nehrin kıyısında benim ruhuma dua edeceksin. Benim mezarımı senden başka kimse bilmemeli. Senin de mezarımın yerini başka birisine söylemeyeceğine inanıyorum… Yedinci günün sonunda yaya olarak Han Saraya varacaksın, senin saraya vardığın sırada herkes uykuda olacak… Han Sarayı’na girdiğin zaman, duvarda asılı bulunan sabadaki kımızı sonuna kadar içeceksin… Sabanın içinde küçük bir deri üzerine işlenmiş sana bıraktığım vasiyeti bulacaksın. Vasiyeti okuduktan sonra halkı toplayıp vasiyetimi onlara da duyuracaksın. Böylece devleti yönetmeye başlayacaksın. Benim senden ricam oğullarıma inanma ve karılarımı Han Sarayı’na yaklaştırma… Adaleti gözeten bir kağan ol ve halkımı koru, diyerek kızıl bir deri üzerine işlenmiş vasiyeti okuyup bitirdi Emir…
Cengiz Han’ın söylediklerini yerine getirmek için Emir ilk olarak en sadık hizmetçisine yapması gerekenleri bir bir anlattı. Koynundan bir kese altın çıkardı ve hizmetçisinin koynuna soktu. Bu onun susması içindi. Bu grup akşam olunca atlarının başlarını çevirdiler… Önlerinde Emir, diğer bir tarafta cellatlar birbirlerini uzak ara takip ederek gidiyorlardı… En arkada bulunan Emir’in muhafızı yedi gün yedi gece sürecek olan dönüş yolunda adamların başlarını bir bir kesiyordu… Sonunda iki nehrin birleştiği yerde emirle son cellat buluştular, önce bineklerini öldürdüler ve onları nehre attılar… İkisi birlikte Cengiz Han’ın ruhuna tapındıktan sonra saraya doğru yürüdükleri sırada emir celladın yüreğine hançerini sapladı ve onu da öldürdü. Cengiz Han’ın vasiyeti böyleydi.
Kendisinden başka hiç kimse kalmayınca Emir şafak sökmeden Han Sarayı’na geldi… Etraf henüz sessizdi… Han Sarayı’nın içine girdiğinde Emir’in gözüne ortadaki saba göründü… Uzun bir yolculuktan sonra Emir yorulmuştu. Sabadaki kımızı nefes bile almadan içtiği sırada eline deri çuval ilişti… Çuvalı aceleyle açtı. Bu sırada içi yandı, gözleri karardı ayakta duramadı. Yerler göçüyormuş gibi hissetti. Emir korku içinde deri çuvaldaki kâğıdı çıkarıp okumaya çalıştığında gözleri kapandı… Sabadaki kımızın zehirli olduğunu yere kapaklandığında anladı, damaktan alınan zehrin tesiri ile damarlarından kanının çekildiğini ve nefesinin kesilmeye başladığını hissetti. Ayaklarının altından yer kaydı. Öyle olsa da son kez şamar gibi kâğıdı açtı… Açtığında gözleri yerinden fırlayacakmış gibi oldu… Gözleri karardı, kâğıttaki yazılar görünmüyordu. Kirpiği kirpiğine yapışsa bile kâğıttaki yazıyı okumaya çalışıyordu.
Kâğıdın üzerinde kurumuş bir kan lekesi ve onun ölümü sırasında acısını çoğaltan ve gözündeki ferini kaçıran sözler yazılıydı… İçtiği kımız ile zehirlenen Emir, çuvaldaki yazıların ve elindeki yazının Cengiz Han’ın el yazısı olduğunu ve bu yazıların birbirinden farklı olmadığını anladı. Emirim! “Bunun için gelip, bunun için gidiyorum…” Bu kısa yazıyı zar zor okumaya yetişen Emir, Han’ın eliyle vurulmuş gibi oldu. Cengiz Han’ın son sözü zehirden de acı geldi… Bütün damarlarındaki kan çekildi, gözleri yukarıya kaydı ve ağzı yarı açık acılar içerisinde gözlerini kapatmadan bu dünyayı terk etti… Ama Cengiz Han’ın söylediği her şeyi harfiyen yerine getirdiği için alnı ak bir şekilde ölmüştü. Bunun için gelip, bunun için gidiyorum…” Bu sözün gerçek manası neydi? Niye o avuç gibi bu kâğıda kurumuş olan kanı ve şimdi bile anlamsız olan sözü bıraktı. Bu kâğıttaki kurumuş kan lekesi Cengiz Han’ın boynuna yılanı saran, soyunu kuruttuğu Tungut Han’ın kızının kızlık kanıydı. Cengiz Han’ın o gece kızın ağlaması, hiddetle seni öldürmeye geldim demesi hoşuna gitmişti. Sevişme tecrübesi olmayan ve yatakta yatan güzel bir kız gördüğü zaman döşeğinin değer kazandığını düşünürdü. Birçok kadınla yatıp kalkan Cengiz Han için kadınların birbirinden hiçbir farkı kalmamıştı. Tungut Han’ın kızı Cengiz Han’da sevişme isteği uyandırmış ve kız Ulu Han’a olan nefretini öfkeli bir şekilde ifade ettiğinde Cengiz Han’ın kıza kanı kaynamış ve ona olan arzusu çoğalmıştı. Bu iğde gibi kokan Tungut Han’ın kızı yok olmak üzere olan hislerine gül tohumu ekmiş gibi onu güçlendirmişti… Kadınlardan soğuyan Cengiz Han, bu kızla birlikte olma duygusu ile kalbi hızlı hızlı çarpıyor hem genç hem de güzel kızın koynundayken kendini çok huzurlu hissediyordu… Yüreğine hava sığmayıp, dudaklarından öptüğünde… O kızın gözlerinden damlayan yaşın tuzlu tadını tatmıştı… Güzel Tungut Han’ın kızının yüreğinde ise sadece Cengiz Han’a olan nefret vardı… Yaşlansa bile kızın dudağından öpen ve belini sıkıca kavrayan Cengiz Han’ın gücü hâlâ vardı. Cengiz Han’ın beyninde koynuna aldığı kızın beynindeki düşüncelerden farklı düşünceler vardı… Cengiz Han soğuk bir yılanın zehirli dişinin bedenine geçtiğini hissetmemiş ama zehrin verdiği acıyla bağırmıştı… Bu, onu acı ile kıvrandıran yılanın dişleriydi… Üzerindeki örtüyü fırlatıp elinde yılan tutan Tungut Han’n kızının saçlarından tutarak onu koynundan attı. Yılanın kuyruğunu tuttu ve dişlerini boynundan çıkarttı… Yatağın üzerindeki bir avuç kan lekesini gördü, şu anki sinirini unuttu ve sakladığı kâğıdı çıkartıp o kanı kâğıda emdirdi… Cengiz Han için birlikte olduğu kızların kızlık kanını Çin kâğıdına emdirmek bir geleneği idi. Bunu birlikte olduğu kızların bakire olduğunu kanıtlamak için yapardı. Bu sefer de öyle yaptı. Bunu kendisinden başka kimse hatta koynundaki kadınlar bile bilmiyordu… Onun için birlikte olduğu kızların bakireliğini almak büyük bir şehri fethetmekle eş değerdi. Bakireliğini aldığı kızların sayısı oldukça fazlaydı öyle ki hususi sandığında kan emdirilmiş Çin kâğıtlarından oldukça fazla vardı. Fakat bunu hiç kimse bilmiyordu.
Dört sözün yazılı olduğu kâğıttaki kızlık zar… Sonuncusuydu. Cengiz Han’ı şüphelendiren şey bu sırrın bu dünyadan kendisiyle birlikte bir sır olarak gidip gitmediğiydi… Bu Tungut Hanı’nın kızı değildi, Temuçin’i yiğit yapmaya gelen Tungut kızının Temuçin’den olma kızıydı. Fakat kadın bunu sır olarak kendisi ile götürmüştü. Bu kızın Cengiz Han’ın neslinden olduğunu Cengiz Han’dan başka kimse bilmiyordu. Bu da günahlı dünyanın günahlı zevki, eziyetli sırrı olarak Cengiz Han’ın yüreğinde gitti…
Kadın diye bütün âleme boyun eğdiren Cengiz Han’ın ölümü de bir kadının elinden oldu.
Cengiz Han’ın mezarının nerede olduğunu sadece onun Emir’i biliyordu. Mezarının yeri de sır olarak Emir ile birlikte gitti.
O gün ay tutulması oldu…
ÇETİN KAYA[27 - Dr. Öğretim üyesi. Kastamonu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi.]: CENGİZ HAN’IN KADINLARI
XII. yüzyılda Onon, Kerulen ve Tula ırmakları arasında yaşayan Moğolları yönetimi altına alan Kabul Kağan’ın[28 - Bk. Anonim. Mongolun Nigoça Tobçiyan. Trs. B. Sumyabaatar, Ulaanbaatar: Ulsin Hevleliin Gazar, 1990; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk. Topkapı Sarayı Müzesi, III. Ahmed Kitaplığı, Envanter Nu: 2937; Ebülgazi Bahadır Han. Şecere-i Türk. Çev. Arif Acaloğlu, İstanbul: Selenge Yayınları, 2020, s. 58-59; Michal Biran. Cengiz Han. Çev. Ahmet Fethi Yıldırım, İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları, 2019, s. 49-51.] torunu Yesügey Bagatur’un[29 - Kahraman, cesur, yiğit gibi manalara gelen bir onurlandırma ifadesi olarak kullanılmaktadır. Volker Rybatzki. Die Personennamen und Titel der Mittelmongolischen Dokumente. Helsinki: Publications of the Institute for Asian and African Studies, 2006, s. 209; Ferdinand Lessing, Moğolca Türkçe Sözlük, C. I, Çev. Günay Karaağaç, Ankara: TDK, 2003, s. 108. Ayrıca Moğol tarihi ile ilgili isim ve terimlerin anlamları hakkında detaylı bilgi için bk. Paul Buell. Historical Dictionary of the Mongol World Empire. Maryland: The Scarecrow Press, 2003; Timothy Michael May. The Mongol Empire. California: Abc-Clio, 2017.] bilinen iki eşi bulunmaktadır. Bunlardan biri Süçigel[30 - Yesügey Bagatur’un bu eşinin adı Sagan Setsen’in eserinde Dagaşi, Mergen Gegeen’in eserinde ise, Mangala olarak geçmektedir. Bk. Sagan Setsen. Erdeniin Tovç. Haz. M. Bayarsihan, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006, s. 58; Mergen Gegeen. İh Mongol Ulsin Ündsen Altan Tovç Tuuj Orşvoi. Haz. D. Bürnee, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006, s. 60-61.] olup, Begter ve Belgütey’in annesidir.[31 - Lubsandanzan. Altan Tovç. Haz. Ş. Çoimaa, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006, s. 46-47.] Diğeri ise, Olhunud[32 - Olhunud, Ongirad boyuna mensup Kabay Şire’nin oğlu Olhunud’un soyundan gelenlere verilen bir şube adıdır. Bk. Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 54; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Câmi-u’t Tevârîh. C. I, Neşr. Muhammed Ruşen – Mustafa Musevi, Tahran: İntişarat-ı Elburz, 1995, s. 162; Ch’i T’ang. “Moğol Sülalesi Devrinde Türk ve İslam Dünyası ile Temaslarda Bulunan Şahsiyetler”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsü. İstanbul: Basılmamış Doktora Tezi. 1970, s. 53.] boyundan Ögelün Üçin’dir.[33 - Hükümdar eşlerine verilen ve Çin dilinde Hatun manasına gelen bir saygınlık ifadesidir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Câmiu’t Tevârîh, s. 274; Anonim. Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 56; Volker Rybatzki, a.g.e., s. 25.] Ögelün aslında, Merkit[34 - Baykal Gölü’nün güneyinden başlayarak Orhun ve Selenge Nehirlerinin aşağı bölgelerinde yaşayan bir boydur. Reşîduddîn bu boyun Moğollar gibi eskiden Türklere bağlı olduğunu söylemektedir. Dillerinin Moğollardan farklı ama benzer olduğunu ifade etmektedir. Moğollar ihtişamlı bir devlet kurunca onların da Moğol olarak anıldığını belirtmektedir. Çin kaynaklarında Ak Tatarlar’a mensup oldukları bilgisi bulunmaktadır. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Câmiu’t Tevârîh, s. 65; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 200; Timothy Michael May, a.g.e., s. 225.] boyuna mensup Yeke[35 - Büyük, ulu, yüce, yaşça büyük manasına gelmektedir. Bk. Ferdinand Lessing, a.g.e., s. 688; Volker Rybatzki, a.g.e., s. 726.] Çiledü’nün nişanlısıdır. Çiledü, Ögelün’ü alıp kendi boyunun bulunduğu bölgeye götürmek isterken Yesügey ve akrabaları tarafından düğün alayı yağmalanmıştır. Çiledü’nün düğün alayını bırakıp kaçması sonrasında, Ögelün yakalanarak Yesügey’e eş olmuştur.[36 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 54-57; Anonim. The Secret History of the Mongols. Tr. Igor de Rachewiltz, Leiden: Brill, 2004, s. 11-12; Anonim. Moğolların Gizli Tarihçesi. Çev. M. Levent Kaya, Ed. Ekrem Kalan, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2011, s. 22-23; Lubsandanzan, a.g.e., s. 41-42.] Yesügey’in, Ögelün’den dört erkek bir de kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Oğulları doğum sıralarına göre, Temüçin[37 - Temüçin, Cengiz Han’a bütün Moğolistan’ı birleştirip yönetmeye başlamadan önce verilen gerçek adıdır. Bu nedenle 1206 yılı öncesinde gerçekleşen olaylarda ondan Temüçin olarak bahsetmek daha münasip olacaktır.], Kasar, Kaçigun ve Temüge adlarındadır. Kızı ise, Temülen olarak bilinmektedir. Tüm çocuklar ikişer yıl ara ile dünyaya gelmişlerdir.[38 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 64; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 13; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 24; Lubsandanzan, a.g.e., s. 46.] İlk evladı Temüçin’in doğum tarihi ile ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Ancak onun 1162 yılında doğduğu varsayımı daha doğru gözükmektedir.[39 - Michal Biran, a.g.e., s. 53; Timothy May. Moğol İmparatorluğu. Çev. Ülke Evrim Uysal, İstanbul: Kronik Yayımcılık, 2021, s. 57; Karenina Kollmar Paulenz. Moğollar. Çev. Hakan Aydın, İstanbul: Runik Yayınları, 2020, s. 23.] Bu tarihte Yesügey Bagatur, Kabul Kağan’dan sonra başa geçen Ambagay’ın[40 - Ambagay Kağan, Kabul Kağan’ın dedesi Baysungur Dogşin’in kardeşi Çaragay Lingu’nun Sengün Bilge’den torunudur. Bk. Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 46-48; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 99a-b.] Tatarlar[41 - Tatar ifadesi Çin kaynaklarında kuzeyde yaşayan boylar için kullanılmaktadır. Bunlar kendi aralarında Ak Tatar, Kara Tatar ve Yabani Tatar olarak üçe ayrılmaktadır. Cengiz Han’ın bunlar arasından Kara Tatarlara mensup olduğu yazılmaktadır. Ancak Orhun yazıtlarında Tatarların farklı bir boy olduğu görülmektedir. Reşîduddîn bu genellemeyi, Tatarların bir dönem çok meşhur olmalarından dolayı birçok Türk boyunun kendisini bu adla ifade etmelerinden kaynaklı göstermektedir. Ele aldığımız dönem içerisinde ise Tatarlar, yine müstakil bir boy olarak görülmektedir. Buna rağmen İslam kaynaklarında Moğollara yine Tatar dendiği de bilinmektedir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, , s. 77-78; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 91-92; Timothy Michael May, a.g.e., s. 249-250; Kürşat Yıldırım. “Tatar Adının Kökeni Üzerine”. Türkiyat Mecmuası. C. 22, S. 2, 2012; Muharrem Ergin. Orhun Abideleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2011.] tarafından esir edilip, Kin İmparatorluğu’na[42 - Kuzey Çin’de Kitanların hâkimiyeti altında bulunan Tunguz boylarının birleşip isyan etmesi sonrasında 1115 yılında Agudai tarafından kurulmuştur. Agudai kendi sülalesine Kin (Altın) adını vermiştir. Böylelikle devlet bu ad ile anılmıştır. Bk. Wolfram Eberhard. Çin Tarihi. Ankara: TTK, 2007, s. 249-251; Christopher Atwood. Encyclopedia of Mongolia and the Mongol Empire. New York: Facts on File, Inc, 2004, s. 275; Timothy Michael May, a.g.e., s. 212.] (1115-1234) yollanarak öldürülmesi sonrasında çıkan savaşlar kapsamında bir Tatar beyi olan Temüçin Üge’yi esir etmiştir. Bu olaya istinaden Yesügey’in, Onon Nehri kenarı Deligün Bolduga mevkiinde avucunda aşık kemiği büyüklüğünde kan pıhtısı ile doğan çocuğuna Temüçin adı verilmiştir.[43 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 63-64; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 13; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 23-24; Lubsandanzan, a.g.e., s. 44-45; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 284.] Temüçin, Yesügey Bagatur’un ilk erkek evladı olması hasebiyle onun gözdesi durumundadır.
Börte Üçin
Temüçin bazı kaynaklarda dokuz[44 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 65; Lubsandanzan, a.g.e., s. 47] bazılarında on üç[45 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 561; Muhammed Mîrhând. Târîh-i Ravzatu’s Safâ. C. VIII, Neşr. C. Kiyanfer, Tahran: İntişarat-ı Esatir, 2006, s. 3777; Gıyâsuddîn Hândmîr. Târîh-i Habîbu’s Siyer. C. III, Neşr. M. Debirsiyaki, Tahran: Ketab Furuşi Hayyam, 1984, s. 16; Ebülgazi Bahadır Han. a.g.e., s. 61.] yaşına geldiğinde babası Yesügey Bagatur ona evlenecek bir eş bulmanın zamanının geldiğini düşünmüştür. Ona en uygun eşin, annesi Ögelün’ün mensubu olduğu Olhunud boyunda bulunabileceğine karar vermiştir. Böylece oğlu Temüçin’i de yanına alarak dayılarının yanına gitmek için yola çıkmıştır. Ancak yolda Ongirad[46 - Ongirad boyu Çin kaynaklarına göre, Onggir Gölü kıyısında yaşadığı için bu isimle anılmıştır. Reşîduddîn Fazlullah onların neseblerini Ergenekon Destanı’na kadar götürmektedir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s.157; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 53; Timothy Michael May, a.g.e., s. 233.] boyundan Dei Seçen’e[47 - Seçen ifadesi akıllı, bilgili, aydın manasına gelmektedir. Bk. Volker Rybatzki, a.g.e., s. 644; Ferdinand Lessing, a.g.e., s. 1056.] rastlamışlardır. Sohbet sırasında niyetlerini anlayan Dei Seçen kendisinin de güzel bir kızı olduğunu söyleyerek onları evine davet etmiştir. Bu sırada gece görmüş olduğu rüyayı anlatmaya başlamıştır. Rüyasında bir Aksungur’un güneş ile ayı tutarak getirip Dei Seçen’in avucuna koymuştur. Görmüş olduğu rüyayı da Yesügey’in oğlunu peşine takarak kendi yanına getirmesine yormuştur. Böylece Dei Seçen’in evine giden Yesügey onun kızını görmüş ve beğenmiştir. Oğluna uygun bir eş olduğuna karar vermiştir. Kızın adı Börte[48 - Börte, çilli, noktalı, benekli, boz manalarına gelmektedir. Bk. Volker Rybatzki, a.g.e., s. 262; Ferdinand Lessing, a.g.e., s. 205.] olup Temüçin’den bir yaş büyüktür. O gece orada kalan Yesügey sabah kızı istediğinde Dei Seçen onlara, “Defalarca isteyip de verdin mi değerlenir, az istemeyle verdin mi kıymetsiz olur. Kız çocuğunun töresi doğduğu evde yaşlanmak değildir.” diyerek kızını vermiştir. Böylece Börte ve Temüçin nişanlanmıştır. Yesügey Bagatur da oğlu Temüçin’i yanında getirdiği hediyelerle damat olacağı aileye bırakıp kendi yurduna dönmek için yola koyulmuştur.[49 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 65-73; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 13-16; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 24-26.]
Yesügey Bagatur dönüş yolunda iken uzun yıllar savaş verdiği Tatar boyundan bazı kişiler ile karşılaşmıştır. Onlar, Yesügey’i tanıyıp ilk başta ona saygı gösterir gibi davrandılar. Bu nedenle Yesügey onların samimiyetine kanıp yanlarına oturmakta bir beis görmedi. Ama Tatarlar ikram ettikleri yiyeceklere zehir katarak onu öldürmek istediler. Zehrin etkisi uzun vadede ortaya çıktığı için Yesügey, Tatarlardan ayrıldıktan sonra rahatsızlansa da üç gün daha yoluna devam edebilmiştir. Zira üçüncü gün iyice fenalaşarak artık öleceğini anladığında Çerke Koca’nın oğlu Mönglig’i çağırarak oğlu Temüçin’i geri getirmesini ve ailesine sahip çıkmasını isteyerek hayata veda etmiştir.[50 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 73-75; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 16; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 26.] Yesügey’in ölümü sonrasında Dei Seçen’in yanına giden Mönglig, babasının Temüçin’i çok özlediğini ve görmek istediğini söyleyerek onu oradan alıp ailesinin yanına getirmiştir. Ancak Yesügey’in ölümünden sonra Temüçin ve ailesine yanlarında bulundukları Tayiçiguud[51 - Tayiçiguud, Çaragay Lingu’nun torunu Amabagay’ın yönetiminde bulunan halkı ifade etmek için kullanılmaktadır. Hangi dönemde ayrı bir boy haline geldiğine yönelik çeşitli rivayetler vardır. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 186-187; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 245.] boyu onlara eskiden verdikleri değeri göstermemeye başlamışlardır. Tayiçiguud boyunun ileri gelenleri tarafından Temüçin, annesi, kardeşleri ve yanlarında kalan birkaç kişi ile birlikte öylece terk edilmişlerdir.[52 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 77-86; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 17-20; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 29-33.]
Temüçin’in çocukluğu ailesinin geçimini sağlamak ilgili sorunlar ve kendilerini ölüme terk eden Tayiçiguud boyunun saldırılarıyla mücadeleyle geçmiştir. Ancak gençlik dönemine ulaştığında ilk işlerinden biri nişanlısı Börte’yi aramak olmuştur. Bu nedenle kardeşi Belgütey’i de yanına alarak Kerülen Nehri boylarında Dei Seçen’i aramaya koyulmuşlardır. Dei Seçen onları gördüğünde, Temüçin’in onca badireye rağmen hayatta kalmayı başardığına çok sevinmiştir. Geçen süreye rağmen kızını ona vermeyi kabul ederek hazırlanması için haber yollamıştır. Dei Seçen’in eşi Şotan, kızı Börte’ye refakat ederek onu getirmiştir. Temüçin ve Börte’ye evlilik hediyesi olarak kara samur kürkü hediye etmiştir. Böylece yola koyulan Temüçin ve Börte, babası Yesügey’in andası[53 - Anda, yeminli kardeş, kan kardeşi, arkadaş manalarına gelmektedir. Bk. Volker Rybatzki, a.g.e., s. 126-127; Ferdinand Lessing, a.g.e., s. 68.] Kereyit[54 - Kereyit boyu önceleri Altay Dağları ve İrtiş Nehri arasında yaşarken sonra Orhun Nehri civarına göçmüştür. Reşîduddîn Fazlullah’a göre, onlar eskiden Türklere bağlı bir boy olup, dilleri Moğollardan farklı ama benzerdir. Moğollar ihtişamlı bir devlet kurunca onlar da bu devlete bağlanmışlardır. Bu nedenle Moğol olarak anılmışlardır. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 111-112; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 157; Timothy Michael May. a.g.e., s. 215-216.] hanı Tuğrul’un yanına gitmişlerdir. Bu durumu vurgulayarak Temüçin, Tuğrul’a Börte’nin çeyizi kara samur kürkünü hediye etmiştir. Bu hediyeye çok sevinen Tuğrul, Temüçin’i himayesine almıştır.[55 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 123-129; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 29-30; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 40-41.] Böylece Temüçin, eşi Börte’nin çeyiz olarak getirdiği kara samur kürkü kullanarak ilk önemli siyasi müttefik bulmuş olmanın sevinciyle ailesin yanına dönmüştür.[56 - Michal Biran, a.g.e., s. 55.]
Temüçin ailesinin yanına döndükten bir süre sonra Merkit boyundan birçok bey toplamış oldukları atlı birliklerle onu yakalamak ve obasını dağıtmak için gelmiştir. Amaçları Yesügey’in yıllar önce Ögelün’ü Yeke Çiledü’den kaçırmasının intikamını almaktır. Ama kalabalık bir güruhun obaya doğru geldiğini anlayan Temüçin derhal herkesi uyararak Burhan Haldun dağına kaçmalarını sağlamıştır. Ancak Börte geciktiği için herkes atları alıp gitmiş, ona at kalmamıştır. Yaşlı Süçigel Ana’nın yün yüklü arabasına saklanmaya çalışsa da Merkit askerleri tarafından yakalanarak esir edilmiştir. Böylece götürülerek intikam amaçlı Börte’yi, Yeke Çiledü’nün kardeşi Çil-ger Bögüt’e eş yapmışlardır.[57 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 131-143; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 31-33; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 42-43; Lubsandanzan, a.g.e., s. 63-64.] Temüçin kaçanlar arasında Börte’yi göremeyince onu aramaya koyulmuştur. Börte’nin Merkit kuvvetleri tarafından esir edilip götürüldüğünü öğrenince çok üzülmüştür. Onu kurtarmak için çareler aramış ve Kereyit hanı Tuğrul’un yanına gitmiştir. Tuğrul ona iltifat ederek gönlünü ferah tutmasını söylemiştir. Börte’yi kurtarmak için elinden geleni yapacağının teminatını vermiştir. Ayrıca Temüçin’in on bir yaşından beri tanıdığı andası Cadaran[58 - Cadaran, Cengiz Han’ın mensubu olduğu Borçigin soyunun atası Bodonçar’ın ilk aldığı eşten dünyaya gelmiş ama Bodonçar’ın oğlu olmayan Caciraday’ın soyundan gelenlere verilen boy adıdır. Bk. Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 39-41. Reşîduddîn bu boyun Kabul Han’ın kardeşi Bayan’ın soyundan geldiğini rivayet etmektedir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 201-202; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 100b.] boyundan Camuha’yı da desteğe çağırmışlardır. Bu sırada Tuğrul Han’ın kardeşi Caka Gambu’da[59 - Reşîduddîn bu ismin Ce Kembu şeklinde olup Çinliler tarafından verildiğini söylemektedir. Manasının ise “Vilayet Büyüğü” olduğunu belirtmektedir. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 117.] onlara katılmıştır. Bu sayede toplamış oldukları ordu ile birlikte Merkit yurdunu basarak Börte’yi kurtarmayı başarmışlardır. Merkit boyunu da büyük bir yenilgiye uğratarak yurtlarını yağmalamışlardır.[60 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 145-180; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 34-44; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 49-59.] Bu savaş Temüçin’in gençlik yıllarında bozkır boyları ile girişmiş olduğu ilk mücadele ve onun bozkırda yükselişini sağlayan dönüm noktalarından biri olarak görülebilir.
Reşîduddîn Fazlullah, Börte’nin kaçırılması ve kurtarılması olayından yukarıda verdiğimiz Gizli Tarihçe rivayetinden biraz farklı bahsetmektedir. Esere göre, Merkit beyleri Temüçin’in efradının genişlemesinden çekinerek bir an önce durdurmak için harekete geçmişlerdir. Onun hanesini yağmalayarak eşi Börte’yi yakalamışlardır. Bu sırada Börte hamiledir. Kereyit hanı Tuğrul ile Merkit beyleri dost oldukları için Börte’yi onun yanına yollamışlardır. Tuğrul Han, Temüçin’in babası Yesügey ile dost olduğu için Börte’yi de gelini gibi görmüştür. Bu nedenle namusuna halel getirecek herhangi bir davranışta bulunmadılar. Temüçin, Börte’nin orada olduğunu duyunca derhal bir elçi göndererek eşini istedi. Tuğrul Han gelen elçiye ihtiram göstererek onunla birlikte Börte’yi hemen yola çıkararak Temüçin’e yolladı. Ama Börte daha yolda iken doğum sancıları tuttu ve oğlu Çuci’yi dünyaya getirdi.[61 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 71-72, 94. Çuci hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Peter Golden. “Tuşi: The Turkic Name of Joçi”. Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae. C. 55, S. 1/3, 2002; Ekrem Kalan. “Tarihi Kaynaklara Göre Cuci Adının Kökeni ve Cengiz Kağan’a Oğul Olma Sorunsalı”. Tarih İncelemeleri Dergisi. C. 27, S. 1, 2012.]
Merkit boyu ile verilen mücadele sonrası, müttefikler arasında ganimet bölüşümü yapılınca Tuğrul Han onlardan ayrılmıştır. Ancak Camuha ve Temüçin yanında bulunan boylarla Korkonak Cubur denilen bölgeye gelerek birlikte yurtlarını kurmuşlardır. Temüçin ile Camuha’nın bu birlikteliği bir buçuk yıl boyunca devam etmiştir. Birlikte planladıkları bir göç esnasında Camuha, “Temüçin anda, dağa yanaşılıp konulur, yılkıcılarımıza yurt olur. Doğru mu? Nehre yanaşılıp konulur, koyun kuzucularımıza otlak yurt olur. Sakıncası yok değil mi?” demiştir. Temüçin, Camuha’nın ne demek istediğini anlamamış ve doğruca annesi Ögelün’ün yanına gitmiştir. Ona, Camuha’nın sözlerini söyleyerek, ne demek istediğini sormuştur. Bu sırada söylenenleri duyan Börte, Camuha’nın artık onlardan ayrılmak istediğini kendisine ayrı bir yurt tutmak niyetinde olduğunu ifade ettiğini söylemiştir. Bunun üzerine Temüçin ve onun yanında olmak isteyen boylar bir gece konmayarak yollarına devam etmiş ve Camuha’dan ayrılmışlardır. Temüçin’in ayrıldığını gören birçok boy ona katılmak için peşinden gelmiştir. Sonrasında da bir toy düzenleyerek Temüçin’i kendilerine han seçmişlerdir[62 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 186-217; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 45-52; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 60-68; Lubsandanzan, a.g.e., s. 73-78.]. Böylelikle Temüçin, Börte’nin yorumuna riayet ederek başlattığı yolculuğun sonucunda kendisini bozkırın mühim şahsiyetlerinden biri olarak bulmuştur.
1206 yılı sonrasında Temüçin tüm Moğolistan’ı bir bayrak altında toplayıp Cengiz Han olarak anılmaya başlamıştır. Bu dönemde Börte Üçin de Cengiz Han’ın en muteber hatunu olarak devlet işlerinde yerini almıştır. Cengiz Han’ın hem şahsi hem de resmi işlerini yürütmekle görevli has binliğinden bazı yüzlükler böylece Börte’nin yönetimine verilmiştir.[63 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 115, 137, 299.] Bu sırada Temüçin’in, Cengiz Han olarak isimlendirilmesini sağlayan Mönglig’in oğlu kam Kökökçü (Teb Tenger) bazı boyları kendi yanına çekerek devlet içerisinde gücünü artırmaya başlamıştır. Ayrıca Cengiz Han ile kardeşlerinin arasının bozulmasını sağlamıştır. Bu durumu fark eden Börte Üçin, Cengiz Han’ı uyararak kardeşi Temüge tarafından, Teb Ten-ger’in öldürülmesinin yolunu açmıştır.[64 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 697-720; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 168-173; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 207-211; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 285-286.]
Cengiz Han’ın Börte’den dört erkek beş de kızı olmuştur. Oğulları Çuci, Çağatay, Ögedey ve Toluy ismindedir. Börte en muteber hatun olduğu için Cengiz Han’ın mirası bu dört oğlu arasında bölüştürülmüştür. Bu sayede paylarına düşen bölgelerde kendi hanedanlarını kurabilme fırsatı yakalamışlardır.[65 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 300-301.] Kızları ise, Koçin, Çiçegen, Alaha, Tumalun ve Altalun adındadır. Cengiz Han kızlarını da dönemin önde gelen şahsiyetleri ile evlendirmiş ve onlarla sıhri akrabalık kurma yoluna gitmiştir.[66 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 301-302. Kızları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Çetin Kaya. “Cengiz Han’ın Kızları ve Yapmış Oldukları Evlilikler”. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. C.11, S. 22, 2021; Ömer Subaşı. Moğollarda Kadın, Evlilik ve Dış Siyaset. İstanbul; Selenge Yayınları, 2021; Jack Weatherford. Cengiz Han’ın Kızları. Çev. Mehmet Bilgen, İstanbul: T&K Yayınları, 2016; George Qingzhi Zhao. Marriage as Political Strategy and Cultural Expression Mongolian Royal Marriages from World Empire to Yuan Dynasty. New York: Peter Lang, 2008.] Börte, Cengiz Han’ın oldukça meşakkatli yıllarında ona yaverlik etmiş ve yükselişinde önemli roller oynamıştır. Bu nedenle Cengiz Han daima ona saygı duymuş ve onu onurlandırmıştır. Diğer birçok eşi olsa da onun yeri hep ayrı tutulmuştur. Ancak bu birlikteliklerinin ne kadar sürdüğü hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Muhtemelen Börte, 1227 yılında vefat eden Cengiz Han’dan kısa bir süre önce veya sonra ölmüştür.
Yesügen Hatun
Temüçin babası Yesügey Bagatur’un intikamını almak için Tuğrul Han ve Çinliler ile iş birliği yaparak Tatarlar üzerine bir sefer düzenlemiş ve büyük oranda da başarılı olmuştur. Köpek yılı[67 - Bu takvimlendirme şekli Türkler, Moğollar ve Çin halkları tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Takvim on iki hayvandan oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla Sıçan, Sığır, Kaplan, Tavşan, Ejderha, Yılan, At, Koyun, Maymun, Tavuk, Köpek ve Domuz şeklinde olup her biri bir yıla tekabül ederek on iki yılda bir başa dönmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. Osman Turan. Oniki Hayvanlı Türk Takvimi. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2016; Edouard Chavannes. On İki Hayvanlı Türk Takvimi. Çev. Mustafa Daş, İstanbul: Selenge Yayınları, 2020.] 1202’de ise, yeniden Tatarlar üzerine bir sefer düzenleme kararı almıştır. Bu sefer neticesinde Tatar halkı yenilerek esir edilmiştir. Esirler hakkında hüküm vermek için toplandıklarında, boyu kağnı tekerleğinden uzun olan tüm herkesi öldürme kararı almışlardır. Tatarlardan Yeke Çeren isimli bir bey Temüçin’in kardeşi Belgütey’den ne karar aldıklarını öğrenmek istemiştir. Belgütey de alınan kararı ona söyleme zaafında bulunmuştur. Bu durumu Yeke Çeren, Tatar esirlere bildirmiştir. Böylece esirler ölüme giderken elbiseleri içerisine bıçaklar saklamışlardır. İdam edilecekleri zaman bıçaklarla cellatlarından bazılarını öldürerek Temüçin’in ordusuna büyük zarar vermişlerdir. Bu sırada Yeke Çeren’in kızı Yesügen de esir edilenler arasında bulunmaktadır. Yesügen’in güzelliğini gören Temüçin, onu kendisine eş olarak almıştır.[68 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 234-238, 316-325; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 56,57, 76-78; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 74, 106-108; Lubsandanzan, a.g.e., s. 109.] Temüçin’in Yesügen Hatun’dan Çavur isimli bir oğlu olmuştur. Ancak bu çocuk genç yaşta vefat etmiştir.[69 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 303.]
Yesüy Hatun
Temüçin, Yesügen Hatun’u eş olarak seçtiği zaman o, kendisinin Yesüy[70 - Bu kadının ismi Reşîduddîn Fazlullah tarafından Yesülün olarak kaydedilmiştir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 303.] isminde bir ablasının varlığını beyan etmiştir. Han kişiye yaraşır zarafet ve güzellikte olduğunu bildirmiştir. Hatta Yesüy’ü gördükten sonra kendini artık beğenmez ise, yerini canıgönülden ona devretmeye de razı olduğunu ifade etmiştir. Temüçin Yesügen’in bu sözleri üzerine meraklanmış ve o kadını bulmaları için emir vermiştir. Kısa süre içerisinde bulunan Yesüy gerçekten de Yesügen’in bahsettiği kadar güzeldir. Bu nedenle Cengiz Han, Yesügen’i oturttuğu yeri Yesüy’e tahsis etmiştir. Yesügen’i de daha düşük mertebeye sahip diğer hatunlarının yanına yerleştirmiştir. Ancak Yesüy evli olup kocasından ayrılmanın derin üzüntüsünü yaşamaktadır. Bir gün kardeşi Yesügen ile oturup dertleşirken derin bir iç çekmiş ve Temüçin bunu duymuştur. Durumu anlayan Temüçin, Tatarlardan hayatta kalanları bir araya toplayıp ait oldukları boyları ve ailelerine göre ayırmaya başlamışlardır. Bu sırada bir adam hiçbir gruba dâhil olamamış ve tek kalmıştır. Soruşturulduğunda Yesüy’ün kocası olduğu saptanmıştır. Temüçin bu haberi alınca o adamın derhal boynunun tenha bir yerde vurulmasını emretmiştir. Böylece verilen emre istinaden Yesüy Hatun’un eski kocası öldürülmüştür.[71 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 325-330; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 78-79; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 108-109; Lubsandanzan, a.g.e., s. 109-110; Şirin Beyânî. Moğol Dönemi İran’ında Kadın. Çev. Mustafa Uyar, Ankara: TTK, 2018, s. 29-30.]
Cengiz Han, Harezmşahlar Devleti’ne (1092-1231)[72 - Aydın Taneri. “Hârizmşahlar mad.”. DİA. C. 16, İstanbul: TDV Yayınları, 1997, s. 228-231; İbrahim Kafesoğlu. Harezmşahlar Devleti Tarihi. Ankara: TTK, 2000.] bağlı Otrar valisinin Moğol kervanını yağmalaması üzerine Türkistan Seferi’ne (1219-1224) çıkma kararı almıştır.[73 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 754-756; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 181; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 220; Alâeddin Ata-Melik Cûveyni. Târîh-i Cihân Gûşâ. Neşr. Muhammed Kazvînî, Tahran: İntişarat-ı Hermes, 2016, s. 166-171; Alaaddin Ata Melik Cüveynî. Tarih-i Cihan Güşa. Çev. Mürsel Öztürk, Ankara: TTK, 2013, s. 116-121; İbnü’l Esir. İslam Tarihi (El-Kâmil Fit-Tarih). C.XII, Çev. Ahmet Ağırakça – Abdülkerim Özaydın, İstanbul: Bahar Yayınları, 1987, s. 320; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 487-490; Abraham Constantin Mouradgea D’ohsson. Moğol Tarihi. Haz. Ekrem Kalan, İstanbul: I.Q Kültür Sanat Yayınları, 2014, s. 94-95.] Bu sırada ordu ile birlikte sefere katılan Yesüy Hatun, Cengiz Han’a ölümü hatırlatarak devletin bekası için artık bir veliaht bırakması gerektiğini söylemiştir. Cengiz Han da onun bu sözünü onaylamıştır. Etrafında bulunan ailesinden kişiler ve komutanların, kendisine hiç ölmeyecekmiş gibi davrandıklarından yakınmıştır. Ölüm konusunu daha önce hatırlatıp veliaht tayin ettirmedikleri için sitem etmiştir. Yesüy Hatun bu şekilde Büyük Moğol Ulusu’nun (Yeke Monggol Ulus[74 - Bu ifade hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Igor de Rachewiltz. “The Genesis of the Name “Yeke Monggol Ulus”. East Asian History. S. 31, 2006.]) ilk veliaht şehzadesini belirleyecek süreci başlatmıştır. Bu süreç, Cengiz Han’ın oğullarından Çuci ve Çağatay’ı, babalarının huzurunda kavgaya tutuşturacak kadar sancılı geçmiştir. Neticede ise, tüm şehzadeler ve Cengiz Han’ın üzerinde mutabık olduğu Ögedey veliaht olarak tayin edilmiştir.[75 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 754-773; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 181-188; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 220-227; Çetin Kaya. “Büyük Moğol Ulusu’nda İlk Veliaht Tayini Hususuna Dair Bir İnceleme”. Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi. S. 14, 2021.]
Cengiz Han, Türkistan Seferi’ne çıkıldığı sırada Tangut[76 - Tangutlar, VII. yüzyıldan itibaren Ordos bölgesine yerleşmeye başlamış ve aslen Tibetli olan bir halktır. 1038 yılından itibaren Sung İmparatorluğu bünyesinden ayrılarak kendi hükümdarlarını ilan etmiş ve bağımsız olmuşlardır. Bk. Wolfram Eberhard, a.g.e., s. 244-245; Christopher Atwood, a.g.e., s. 590; Timothy Michael May, a.g.e., s. 247-248; Kubilay Atik. “Ortaçağ Bozkır Devletlerinde Hayvancılık Üzerine Yasalar: Tangut Devleti Örneği”. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. C. 13, S. 2, 2020, s. 184.] hükümdarına destek kuvvetler yollaması için haber göndermiştir. Ancak bu isteği kabul edilmemiştir. Cengiz Han 1224 yılında Türkistan Seferi’nden döndükten sonra Tangutları cezalandırmak için bir sefer düzenleme isteği içerisine girmiştir. 1226 yılına gelindiğinde ise, ordusunu toplayıp Yesüy Hatun’u da yanına alarak bu seferi başlatmıştır. Sefer sırasında Cengiz Han hastalanmış ve Yesüy Hatun bu durumu oğulları ve komutanlarına bildirmiştir. Komutanlar Cengiz Han’ın sağlığını düzeltmek için, seferi sonlandırıp geri dönmeye niyetlenmişlerdir. Ancak Tangutlar yürekleri yetmedi de geri döndüler der diye Cengiz Han buna razı gelmemiştir. Böylece sefer devam etmiş ve büyük oranda başarı sağlandıktan sonra Cengiz Han 1227 yılında ölmüştür. Ölmeden önce Yesüy Hatun ve komutanları arasında Tangut halkını bölüştürmüştür. Ölümü sonrasında, onlara tamamen ele geçirene kadar saldırılarını sürdürmelerini tembihlemiştir.[77 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 805-822; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 196-200; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 235-238; Abraham Constantin Mouradgea D’ohsson, a.g.e., s. 150-152.]
İbaha Beki
Temüçin, Kereyit hanı Tuğrul ile yakın ilişkilerine binaen 1202 yılında onunla sıhri akrabalık kurmak istemiştir. Bu nedenle kendi kızı Koçin Beki’yi[78 - Beki ifadesi prenses, kraliçe manalarına gelmektedir. Bk. Volker Rybatzki, a.g.e., s. 233-234; Coşkun Erdoğan. “Moğollarda Kullanılan Beki/Begi Unvanı Üzerine Notlar”. Mavi Atlas. C. 7, S. 1, 2019.], Tuğrul Han’ın Sengüm’den torunu Tusaka’ya vermek istemiştir. Ayrıca Tuğrul Han’ın kızı Çagur Beki’yi de kendi oğlu Çuci’ye istemiştir. Ama Sengüm bu duruma karşı çıkarak kendilerinin onlardan kız alamayacak ve onlara kız veremeyecek kadar soylu bir aile olduğunu dile getirmiştir. Böylelikle Temüçin ile Tuğrul Han arasına bir soğukluk girmiştir. Çıkan savaşların neticesi, Tuğrul Han’ın yenilerek ölümüne yol açacak kadar ileriye varmıştır[79 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 347-349, 450-452; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 84, 109; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 114, 141; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 396-397; Çetin Kaya, “Cengiz Han’ın Kızları ve Yapmış Oldukları Evlilikler”, s. 190-191.]. Ancak Tuğrul Han’ın kardeşi Caka Gambu, Temüçin ile yaşanan mücadelelere pek dâhil olmadığı için bağışlanmıştır. Böylece Temüçin onun kızlarından İbaha Beki’yi kendisine eş olarak almıştır. İbaha’nın kız kardeşlerinden Bigtutmuş Üçin’i oğullarından Çuci’ye, Sorkagtani Beki’yi de Toluy’a gelin etmiştir.[80 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 445-446; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 186; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 139; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 303, 381.]
Moğolistan halklarını tek bayrak altında birleştirmenin sevinci ile 1206 yılında toplanan büyük kurultayda Cengiz Han, bu işte kendisini yalnız bırakmayıp yardımcı ve destek olan komutanlarına türlü ihsanlarda bulunmuştur. Bu sırada Uruguud[81 - Uruguud boyu Kabul Han’ın kardeşi Çagsu’nun soyundan gelen boylardan biridir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 193; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 100b.] boyundan Cürçedey’in kendisi için yaptığı fedakârlıkları anlatarak onu övmüştür. Cürçedey’in Kereyit boyu ile verilen mücadelelerde göstermiş olduğu başarıları takdir etmiştir. Caka Gambu’nun ihanet etmesine karşılık, Cürçedey’in onu kurnazca yakalayıp öldürmesinden iftiharla bahsetmiştir. Cürçedey’in bu hizmetlerine karşılık Cengiz Han eşi İbaha’yı Cürçedey’e vermiştir. İbaha’ya herhangi bir davranışından veya ondan sıkıldığından değil Cürçedey’in üstün başarılarından dolayı böyle yapmayı uygun gördüğünü söylemiştir. Bu nedenle kendisinden sonra tahta geçecek kişilerinde İbaha’nın soyundan gelenlere saygı göstermesini emretmiştir. Ayrıca İbaha’nın babası Caka Gambu’nun kızına çeyiz olarak verdiği Aşig Temür ve Alçig’i ona bağışlamıştır. Uruguud boyundan dört bin kişilik bir orduyu da Cürçedey’in idaresine tahsis etmiştir.[82 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 577-586; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 139-141; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 179-181; Lubsandanzan, a.g.e., s. 120-122.]
Reşîduddîn Fazlullah, İbaha olayı hakkında biraz daha farklı bir rivayete yer vermektedir. Bu rivayete göre, Cengiz Han, İbaha’nın otağında gece yatar iken korkunç bir rüya görüp uyanmıştır. Birden, İbaha’ya “Senin yanında ve senden hiçbir kötü şey görmedim. Senden hiç sıkılıp yılmadım. Ama az önce bir rüya gördüm ve Allah Teala benden seni bağışlamamı istedi. Kalbine kötü şeyler gelmesin.” demiştir. Sonrasında dışarıda otağı korumak için kimin olduğunu öğrenmek amacıyla seslenmiştir. Kehti Noyan kendisinin olduğunu söyleyince onu içeriye çağırmıştır. İçeriye girince de ona bu hatunu sana bağışladım onu al demiştir. Ayrıca çeyiz olarak bir aşçı, kendisinin kımız içtiği altın kâse, otağın hizmetini gören hizmetçiler ve çeşitli hazineleri de Kehti Noyan’a vermiştir.[83 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim. Muizzû’l Ensâb. Bibliotheque Nationale France, Department des Manuscrits, Persian 67, vr. 13b; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 196-197; Abraham Constantin Mouradgea D’ohsson, a.g.e., s. 165-166.]
Gürbesü Hatun
Nayman boyu[84 - Naymanlar, Altay Dağlarının doğu ve batısında yerleşmiş bir Türk boyudur. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 124-125; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 293; Timothy Michael May, a.g.e., s. 227.] hanı Tayang, Temüçin’in Kereyit boyuna galip gelmesinden sonra onun daha fazla güçlenmesini engellemek için harekete geçmek istemiştir. Tam bu sırada annesi Gürbesü Hatun, ona Moğolların kötü kokulu ve kötü kıyafetli olduklarını, bu yüzen sadece seçme güzel kızlarını esir etmelerini söylemiştir. Yapılan savaşlar neticesinde Tayang Han, Temüçin ile tek başına mücadele edemeyeceğini anlamıştır. Bu nedenle Sıçan yılı 1204’ten sonra müttefik olarak Camuha ile birlikte hareket etmeye başlamışlardır. Yapılan savaşlar sonucunda Tayang Han yenilerek öldürülmüştür. Bu sırada Tayang Han’ın annesi Gürbesü Hatun’da esir edilerek Temüçin’in yanına götürülmüştür. Cengiz Han ona, “Sen Moğollar pis kokuyor demiyor muydun? Niye buraya geldin?” demiştir. Sonrasında da onu kendisine eş olarak almıştır.[85 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 460-461, 503-506; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 111-112, 122-123; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 143, 154-155.]
Reşîduddîn Fazlullah’ın rivayetine göre, Gürbesü Hatun aslında Tayang Han’ın annesi değil baş hatunudur. Tayang Han bu hatunu çok seviyor ve ona çok değer veriyormuş. Temüçin ile girmiş oldukları mücadeleler sonucunda Tayang Han öldürülünce Gürbesü Hatun dul kalmıştır. Bir müddet sonra da Gürbesü Hatun’u Temüçin’in yanına getirmişlerdir. O da Moğol adet ve töresine uygun bir şekilde Gürbesü Hatun’u nikâhına almıştır.[86 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim, Muizzû’l Ensâb, vr. 13b; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 304.]
Kulan Hatun
1204 yılında Temüçin, Merkit boyu ile savaştıktan sonra başlarında bulunan Togtoga Begi yenilip kaçmıştır. Böylece Merkit boyu büyük oranda Temüçin’in hâkimiyetini tanımıştır. Börte’nin kaçırılmasında da aktif rol oynayan Uvas Mer-kit beyi Tair Usun, kızı Kulan’ı alarak Temüçin’e göstermeye getirmiştir. Yolda iken Moğol askerleri sürekli sorguya tuttukları için Tair Usun, Bagariday Nayaa Noyan ile karşılaşmıştır. Nayaa Noyan, Tair Usun’a savaş yeni bittiği için daha asayişin tam sağlanamadığını bu nedenle yalnız yolculuk etmelerinin sakıncalı olacağını söylemiştir. Kendisinin ise, Temüçin’e yakın önemli bir komutan olduğunu bildirerek onları kendi hanesinde üç gün beklemeye ikna etmiştir. Üç gün sonra da Tair Usun ve kızı Kulan’ı alarak Temüçin’in huzuruna çıkarmıştır. Temüçin, Nayaa Noyan’ın Kulan Hatun’u üç gün evinde tuttuğunu öğrenince çok sinirlenmiştir. Tam onun ölümüne hükmedecekken, Kulan Hatun araya girerek Nayaa Noyan’ın hiçbir kötü niyeti olmadığını aslında onları korumak için böyle bir yolu seçtiğini söylemiştir. Hatta isterse bekâretini de yoklayabileceğini beyan etmiştir. Bu söz üzerine Temüçin onu yoklayıp doğruları söylediği için çok beğendi. Nayaa Noyan’ın da sözünün eri, dürüst bir kişi olduğu anlamıştır. Hatta bazı önemli işler için onu görevlendireyim diye düşünmüştür.[87 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 507-514; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 123-124; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 156-157.]
Kulan Hatun’un Temüçin’e gelin edilmesi olayını Sagan Setsen Kara Sıçan yılı (1192) olarak göstermektedir.[88 - Sagan Setsen, a.g.e., s. 65.] Ayrıca Temüçin, Kulan Hatun’u aldıktan sonra üç yıl kendi yurduna dönmemiştir. Bu nedenle Börte, Temüçin’e elçi göndererek onu üç yıldır ihmal etmesinden yakınmıştır. Temüçin seferden döndüğünde Börte’nin, kendisine ve Kulan Hatun’a olan tutumunun ne olacağından çekinerek niyetini öğrenmek için ünlü komutanlarından Muhali’yi göndermiştir. Mukali, Temüçin’in Kulan Hatun’u Merkitleri kendisine bağlamak için eş olarak aldığını belirtmiştir. Börte ise, bu olaydan bir rahatsızlığı olmadığını belirtmiştir. Temüçin bu haberi alınca mutlu olup Börte’nin yanına rahatça gidebilmiştir.[89 - Lubsandanzan, a.g.e., s. 174-178; Sagan Setsen, a.g.e., s. 65-67; Ganjidmaa Chimeddorj. “17. Yüzyıl Moğol Müverrihi Sagan Seçen’in “Had-un Ündüsün-ü Erdeni-yin Tobçı” (Hanların Menşei Hakkında Hazinelerin Tarihi)”. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Bilim Dalı. İstanbul: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2017, s. 28-31.]
Temüçin’in Kulan Hatun’dan bir oğlu olmuştur. Bu çocuğa Kölgen ismi verilmiştir. Ancak Temüçin’in Börte Üçin’den doğan çocukları kadar muteber tutulmamıştır. Yine de onun yönetimi altına bir ordu ve yurt tahsis edilmiştir. Kölgen’in sahip olduğu bu hak, çocuklarına ve torunlarına miras olarak geçmiştir.[90 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 302.] Cengiz Han’ın ölümü sonrasında Ögedey, Kulan Hatun’u kendisine eş olarak almıştır.[91 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim, Muizzû’l Ensâb, vr. 13b.]
Mügey Hatun
Uygur vilayetinde sarp dağlarda yaşayan Bekrin boyu, Moğollar ve Uygurlardan farklıdırlar. Cengiz Han, Moğolistan’ı bir bayrak altında topladıktan sonra Bekrin boyunun beyi bin kişilik kuvvetleri ile gelip ona tabii olmuştur. Ayrıca Bekrin beyi kızı Mügey Hatun’u da getirip eş olarak Cengiz Han’a vermiştir. Cengiz Han onu çok beğenmiş ve çok sevmiştir. Ancak ondan çocuğu olmamıştır. Cengiz Han’ın ölümü sonrasında bu kadını Ögedey Kağan kendisine eş olarak almıştır. Hatta o da Mügey Hatun’u o kadar çok sevmiştir ki, diğer hatunları ona içten içe haset etmişlerdir. Cengiz Han’ın ölümü sonrasında oğlu Çağatay Han da bu kadına meyil etmiş ve Ögedey’e elçi yollayıp onu talep etmiştir. Ancak Ögedey, Mügey’i kendisine eş olarak aldığını söyleyerek talebi geri çevirmiştir. Eğer başka bir hatunu istiyorsa onu Çağatay’a gönderebileceğini bildirmiştir. Ama Çağatay başka birini talep etmediği için bahsi kapatmıştır. Ögedey Kağan, Mügey Hatun’u çok sevmesine rağmen onların çocuğu olmamıştır.[92 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 141-142; Çetin Kaya. “Çağatay Hanlığı ile Büyük Moğol Kağanlığı Arasındaki Siyasi İlişkiler (1227-1318)”. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Antalya: Basılmamış Doktora Tezi, 2021, s. 68-69.] Kağan’ın ölümünden sonra devlet işleri bir süre Mügey Hatun’un hanesinden yürütülmüştür. Ancak çok geçmeden bu hatun da hayata gözlerini yummuştur.[93 - Alâeddin Ata-Melik Cûveyni, a.g.e., Neşr. Muhammed Kazvînî, s. 297-298; Alaaddin Ata Melik Cüveynî, a.g.e., Çev. Mürsel Öztürk, s. 228; Ömer Subaşı, a.g.e., s. 242-243.]
Guncu Hatun
Cengiz Han, 1211’de Kin İmparatoru Altan Han’a karşı girişmiş olduğu mücadele dâhilinde birçok şehri yağmalamıştır. 1213 yılı başlarında ise, Cungdu şehrinde Altan Han’ı kuşatmayı başarmıştır. Şehirde sıkışan Altan Han ve devlet erkanı toplanarak ne yapacaklarını düşünmeye başlamışlardır. Çıkar yol olarak Cengiz Han’a şimdilik il olmayı ve onu kuşatmadan vazgeçirip yolladıktan sonra duruma göre hareket etmeyi uygun görmüşlerdir. Bu kapsamda Altan Han’ın kızı Guncu Hatun’u da Cengiz Han’ın yanına yollamışlardır.[94 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 449-450; Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 730-736; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 176-177; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 216-217.] Cengiz Han, Guncu Hatun’u kendi eşleri arasına almıştır. Ancak Guncu Hatun pek güzel değildir. Ona babası büyük bir hükümdar olduğu için itibar ve ihtiram göstermişlerdir. Cengiz Han’ın ondan çocuğu da olmamıştır. Guncu Hatun 1260 yılı sonrasında vefat etmiştir.[95 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim, Muizzû’l Ensâb, vr. 13b; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 303; Ömer Subaşı, a.g.e., s. 244-246; Sümeyye Melek Öncel. “Moğollarda Kadın”. Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı. Konya: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2019, s. 53.]
Çaga Hatun
Cengiz Han, 1211 yılında başlatmış olduğu Kin İmparatorluğu ile olan mücadelesine 1213’de kısa bir ara verdikten sonra Tangutlar üzerine yönelmiştir. Tangut hükümdarı anlaşma yapmak ve tabii olmak için “Sağ kolunuz olup gücümü vereyim.” diyerek bir elçilik heyeti yollamıştır. Bu sayede Tangutlar ile anlaşan Cengiz Han, hükümdarın isteği üzerine kızı Çaga Hatun ile de evlenmeyi kabul etmiştir.[96 - Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 736-738; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 177; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 217; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 304; Lubsandanzan, a.g.e., s. 196.] Her ne kadar Gizli Tarihçe ve Altın Tarihçe, Çağa Hatun’un geliş serüvenini yukarıda gösterilen tarihler arasına koysa da olayı 1209 ve 1210 yılı sonrası olarak gösteren bazı kaynaklar da mevcuttur.[97 - Ömer Subaşı, a.g.e., s. 243.]
Gürvelcin Hatun
Tangutlar, Moğollara tabii olmak için elçilik heyeti yolladıklarında gelen görevlilerden biri Cengiz Han’ın gerçekten büyük bir hükümdar olduğunu ama eşinin ona layık güzellik taşımadığını söylemiştir. Oysaki Tangut hükümdarının karısının güneşi kıskandıracak derecede güzel bir kadın olduğunu söylemiştir. Görevlinin söyledikleri Cengiz Han’a da iletilmiştir. 1226 yılında Tangutları cezalandırmak için çıkılan seferde Tangut hükümdarı yakalanarak öldürülmüştür. Cengiz Han, Gürvelcin Hatun’u kendisine eş olarak almıştır. Gören herkes hatunun güzelliğine hayran kalmıştır. Ancak Gürvelcin, eskiden daha güzel olduğunu ordunun çıkardığı tozun yüzünün ışığını aldığını ve yıkayınca yeniden renginin açılacağını söylemiştir. Bunun üzerine yıkanması için nehre gitmesine izin verilmiştir. Soyunmak için etrafındaki görevlileri gönderdiği sırada bir haberci kuşu gelmiş ve onun boynuna kendisinin bu gece nehre atlayıp öleceğini yazıp uçurmuştur. Döndüğünde yıkadığı yüzünün güzelliği daha da ışıltılı hale gelmiştir. Cengiz Han, geceyi bu hatunun yanında geçirmiş ve zehirlenerek hastalanmıştır. Gürvelcin Hatun da kendisini nehre atarak ölmüştür. Bu olaydan sonra o nehre Hatun Nehri adı verilmiştir.[98 - Lubsandanzan, a.g.e., s. 210-212; Sagan Setsen, a.g.e., s. 74-75, 84-85; Ganjidmaa Chimeddorj, a.g.t., s. 38, 45-47.]
Diğer Hatunlar
Cengiz Han’ın çeşitli zamanlarda eş olarak aldığı ancak hangi boy ya da millete ait olduğunu tespit edemediğimiz bazı hatunları da bulunmaktadır. Bunlardan iki tanesinin adları Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk ve Muizzû’l Ensâb’da verilmektedir. Eserlerde hatunlar, Kotun Hatun ve Körke Hatun olarak kaydedilmişlerdir.[99 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim, Muizzû’l Ensâb, vr. 13b.] Cengiz Han’ın adı malum olmayan bir Nayman cariyeden de Cürçitey isimli bir oğlu olmuştur. Ama bu çocuk bütün evlatlarından önce ölmüştür. Yine sanı belirsiz Tatar bir cariyeden de Urcagan adında bir oğlu olmuştur.[100 - Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 304.] Cengiz Han’ın oğullarının yanı sıra, hangi anadan doğdukları tespit edilemeyen bazı kızları da mevcuttur.[101 - Bk. Çetin Kaya, “Cengiz Han’ın Kızları ve Yapmış Oldukları Evlilikler”, s. 195-197.] Ayrıca bunların haricinde başka hatunlarının ve cariyelerinin varlığı da rivayet edilmektedir.
Kaynakça
Abraham Constantin Mouradgea D’ohsson. Moğol Tarihi. Haz. Ekrem Kalan, İstanbul: I.Q Kültür Sanat Yayınları, 2014.
Alaaddin Ata Melik Cüveynî. Tarih-i Cihan Güşa. Çev. Mürsel Öztürk, Ankara: TTK, 2013.
Alâeddin Ata-Melik Cûveyni. Târîh-i Cihân Gûşâ. Neşr. Muhammed Kazvînî, Tahran: İntişarat-ı Hermes, 2016.
Anonim. Moğolların Gizli Tarihçesi. Çev. M. Levent Kaya, Ed. Ekrem Kalan, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2011.
Anonim. Mongolun Nigoça Tobçiyan. Trs. B. Sumyabaatar, Ulaanbaatar: Ulsin Hevleliin Gazar, 1990.
Anonim. Muizzû’l Ensâb. Bibliotheque Nationale France, Department des Manuscrits, Persian 67.
Anonim. The Secret History of the Mongols. Tr. Igor de Rachewiltz, Leiden: Brill, 2004.
Aydın Taneri. “Hârizmşahlar mad.”. DİA. C. 16, İstanbul: TDV Yayınları, 1997.
Ch’i T’ang. “Moğol Sülalesi Devrinde Türk ve İslam Dünyası ile Temaslarda Bulunan Şahsiyetler”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsü. İstanbul: Basılmamış Doktora Tezi. 1970.
Christopher Atwood. Encyclopedia of Mongolia and the Mongol Empire. New York: Facts on File, Inc, 2004.
Coşkun Erdoğan. “Moğollarda Kullanılan Beki/Begi Unvanı Üzerine Notlar”. Mavi Atlas. C. 7, S. 1, 2019, s. 255-273.
Çetin Kaya. “Büyük Moğol Ulusu’nda İlk Veliaht Tayini Hususuna Dair Bir İnceleme”. Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi. S. 14, 2021, s. 23-34.
Çetin Kaya. “Cengiz Han’ın Kızları ve Yapmış Oldukları Evlilikler”. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. C.11, S. 22, 2021, s. 189-199.
Çetin Kaya. “Çağatay Hanlığı ile Büyük Moğol Kağanlığı Arasındaki Siyasi İlişkiler (1227-1318)”. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Antalya: Basılmamış Doktora Tezi, 2021.
Ebülgazi Bahadır Han. Şecere-i Türk. Çev. Arif Acaloğlu, İstanbul: Selenge Yayınları, 2020.
Edouard Chavannes. On İki Hayvanlı Türk Takvimi. Çev. Mustafa Daş, İstanbul: Selenge Yayınları, 2020.
Ekrem Kalan. “Tarihi Kaynaklara Göre Cuci Adının Kökeni ve Cengiz Kağan’a Oğul Olma Sorunsalı”. Tarih İncelemeleri Dergisi. C. 27, S. 1, 2012, s. 119-130.
Ferdinand Lessing. Moğolca Türkçe Sözlük, C. I, Çev. Günay Karaağaç, Ankara: TDK, 2003.
Ganjidmaa Chimeddorj. “17. Yüzyıl Moğol Müverrihi Sagan Seçen’in “Had-un Ündüsün-ü Erdeni-yin Tobçı”(Hanların Menşei Hakkında Hazinelerin Tarihi)”. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Bilim Dalı. İstanbul: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2017.
George Qingzhi Zhao. Marriage as Political Strategy and Cultural Expression Mongolian Royal Marriages from World Empire to Yuan Dynasty. New York: Peter Lang, 2008.
Gıyâsuddîn Hândmîr. Târîh-i Habîbu’s Siyer. C. III, Neşr. M. Debirsiyaki, Tahran: Ketab Furuşi Hayyam, 1984.
Igor De Rachewiltz. “The Genesis of the Name “Yeke Monggol Ulus”. East Asian History. S. 31, 2006, s. 53-56.
İbnü’l Esir. İslam Tarihi (El-Kâmil Fit-Tarih). C. XII, Çev. Ahmet Ağırakça – Abdülkerim Özaydın, İstanbul: Bahar Yayınları, 1987.
İbrahim Kafesoğlu. Harezmşahlar Devleti Tarihi. Ankara: TTK, 2000.
Jack Weatherford. Cengiz Han’ın Kızları. Çev. Mehmet Bilgen, İstanbul: T&K Yayınları, 2016.
Karenina Kollmar Paulenz. Moğollar. Çev. Hakan Aydın, İstanbul: Runik Yayınları, 2020.
Kubilay Atik. “Ortaçağ Bozkır Devletlerinde Hayvancılık Üzerine Yasalar: Tangut Devleti Örneği”. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. C. 13, S. 2, 2020, s. 183-198.
Kürşat Yıldırım. “Tatar Adının Kökeni Üzerine”. Türkiyat Mecmuası. C. 22, S. 2, 2012, s. 171-190.
Lubsandanzan. Altan Tovç. Haz. Ş. Çoimaa, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006.
Mergen Gegeen. İh Mongol Ulsin Ündsen Altan Tovç Tuuj Orşvoi. Haz. D. Bürnee, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006.
Michal Biran. Cengiz Han. Çev. Ahmet Fethi Yıldırım, İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları, 2019.
Muhammed Mîrhând. Târîh-i Ravzatu’s Safâ. C. VIII, Neşr. C. Kiyanfer, Tahran: İntişarat-ı Esatir, 2006.
Muharrem Ergin. Orhun Abideleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2011.
Osman Turan. Oniki Hayvanlı Türk Takvimi. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2016.
Ömer Subaşı. Moğollarda Kadın, Evlilik ve Dış Siyaset. İstanbul: Selenge Yayınları, 2021.
Paul Buell. Historical Dictionary of the Mongol World Empire. Maryland: The Scarecrow Press, 2003.
Peter Golden. “Tuşi: The Turkic Name of Joçi”. Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae. C. 55, S. 1/3, Budapest: Akademiai Kiado, 2002.
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Câmiu’t Tevârîh. C. I, Neşr. Muhammed Ruşen – Mustafa Musevi, Tahran: İntişarat-ı Elburz, 1995.
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk. Topkapı Sarayı Müzesi, III. Ahmed Kitaplığı, Envanter Nu: 2937.
Sagan Setsen. Erdeniin Tovç. Haz. M. Bayarsihan, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006.
Sümeyye Melek Öncel. “Moğollarda Kadın”. Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı. Konya: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2019.
Şirin Beyânî. Moğol Dönemi İran’ında Kadın. Çev. Mustafa Uyar, Ankara: TTK, 2018.
Timothy May. Moğol İmparatorluğu. Çev. Ülke Evrim Uysal, İstanbul: Kronik Yayımcılık, 2021.
Timothy Michael May. The Mongol Empire. California: Abc-Clio, 2017.
Volker Rybatzki. Die Personennamen und Titel der Mittelmongolischen Dokumente. Helsinki: Publications of the Institute for Asian and African Studies, 2006.
Wolfram Eberhard. Çin Tarihi. Ankara: TTK, 2007.
MEHMAN HASANLI[102 - Doç. Dr., Azerbaycan Milli İlimler Akademisi, Nizami Edebiyat Enstitüsü, Bakü/Azerbaycan.]: AZERBAYCAN EDEBİYATINDA CENGİZ HAN
Dünya savaşı tarihine adını altın harflerle yazdıran ve Avrasya’nın büyük bir kısmını fethetmeyi başaran Cengiz Han, Türk fikir ve düşüncesinde özel bir yere sahip olmuştur. Çağında korkunç bir imaja sahip olan Cengiz Han’ın ayak basmadığı yerlerin insanları bunun için Tanrı’ya şükreder, onun gelmesi tehlikesinden korkarlardı.
Cengiz Han kendi yasasını yazmış ve kurduğu devleti, yaptığı savaşları bu yasaya uygun bir şekilde idare etmiştir. Bu açıdan Cengiz Han, yaşadığı devirde kendi felsefesini oluşturan bir savaşçı olmuş ve bu faktör onun gücünü simgeleyen esas unsur kabul edilmiştir. Onun gücünü belirleyen diğer temel unsuru yaşadığı coğrafyanın özellikleriyle ve bozkırın kurt psikolojisi ile ilişkilendirmek mümkündür. Kurt, kendisinden daha güçlü hayvanların olmasına rağmen insanlar için daha tehlikeli sayılmıştır. Kurt sürüye daldığında almak istediğini alır, almadığını da parçalar. Daha çok zarara neden olduğu için insanlar onun gelme tehlikesinden korkarlar. Hem Cengiz Han’ın hem de ondan asırlar önce bozkıra hâkim olan Atilla’nın savaşları kurtun bu karakterine uyun olmuştur. Atilla, Doğu Roma’ya saldırırken 75 kaleyi sadece dağıtmış, Batı Romalılar bunun yarattığı korku nedeniyle savaşmadan teslim olmuşlardır. Cengiz Han’ın Harezmşahlar üzerindeki zaferi de bu kanuna uygun bir şekilde olmuştur. Vasili Yan, kendisinin Cengiz Han ile ilgili tarihî romanında onu “halkların celladı” olarak adlandırsa bile, romanda büyük hanın çalışma prensiplerine hayranlığını ifade etmiştir.
Cengiz Han bugün de araştırmacıların ilgi odağıdır. Onun bu güne kadar harp tarihinin en büyük kumandanlarından biri olduğunu söylemek mümkündür. Onun ordu kuruculuğu, savaştaki askerî manevraları bugün dahi askerî okullarda araştırılmaktadır.
Cengiz Han, yalnızca yıkıcı bir hükümdar olmamıştır. Onun fetihleri sonucunda ayrı ayrı coğrafyalarda yaşayan Avrasya halkları arasında ilişkiler artmış, İpek Yolu diye bilinen dünya ticaret yolu yeniden faaliyetine başlamıştır. Con Men, Cengiz Han ile ilgili yazmış olduğu kitabında Oxford Üniversitesinin Kimya bölümünde yapılmış ve çok ses getirmiş olan bir araştırma hakkında bilgi vermiştir. Yapılan DNA analizleri sonucunda Avrasya’da yaşayan her 20 kişiden birinin asırlar önce bir kişiden türediği ispatlanmıştır. Bu kişinin Cengiz Han olduğunu iddia eden araştırmacılar, bu durumu kendisinin ve sülalesinin geniş bir coğrafyada kurdukları devletlere bağlamışlardır.[103 - Con Men. Çingiz xan. Bakı: Qanun nəşriyyatı, 2017. (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.]
Cengiz Han orduları Azerbaycan’a da seferler düzenlediğinden Azerbaycan tarihinde ve edebiyatında Moğol-Tatarlarla ilgili bölümler farklı şekillerde kendisine yer edinmiştir. Cebe ve Subutay’ın önderliğinde yapılan seferler tahrip edici bir karaktere sahip olmuş ve şehirlerde büyük yıkımlara sebep olmuştur. Cengiz Han’ın ordularından kaçan Harezmşah Caleleddin’in Azerbaycan’da sahip olduğu kısa süreli hükümranlığı da hezimetle sonuçlanmıştır. Cengiz Han’ın varislerinden olan Hülagü Han’ın kurmuş olduğu devlet Azerbaycan’da şehir imarı, ilim ve sanatın gelişmesi açısından faydalı olmuştur. Azerbaycan biliminde Nesreddin Tusi gibi bir bilim adamı bu dönemde ortaya çıkmıştır. Tebriz şehri yakınlarında Fezlullah Reşideddin tarafından kurulan Rebi-Reşidi eğitim merkez Doğu’nun en önemli eğitim ve bilim merkezlerinden biri olmuştur.
Cengiz Han’ın fetihleri ayrı ayrı halkların arasındakı ilişkilerin ve karşılıklı entegrasyonun gelişmesine katkı sağlamıştır. Kabileler şeklinde yaşayan bazı halklar bu seferler sonrasında birleşerek büyük devletler kurmaya başlamıştır. Moğol-Tatarları’nın ilerleyişi Azerbaycan için de faydalı olmuştur. Ülkenin coğrafi sınırlarının belirlenmesi açısından bu seferlerin büyük önemi olmuştur. Aynı zamanda Türk dilinin devlet makamında işleklik kazanması bu seferlerden sonra olmuştur. Cengiz Han din açısından Müslüman olmadığından onun fethettiği yerlerde Arap ve Fars dillerinin hakimiyeti azalmış, halk içinde zaten işlek olan Türkçenin saraylarda hakim mevki kazanmasına elverişli koşullar yaratılmıştır. “XIII. yüzyılda tarihî, sosyo-politik koşullara bağlı olarak ülkede üç edebî dilin oluştuğu gözlemlenir. Arap-Fars dilleri ile birlikte Azerbaycan dili de devlet, sanat ve bilim dili olarak çalışma hukuku kazanır. …Bu işlemin başlıca sonuçu şudur ki, Arap ve Fars dillerinin birleşik faaliyet cephesi yarılmış olur. Moğol-Tatar ordusunda Türkleşme eyleminin artması Azerbaycancan’ın edebî biçim kimi kademeli aktivasyonunu, ordunun saraya ve üst sınıflar arasında nüfuzunu etkiler.”[104 - Tofiq Hacıyev. Azərbaycan ədəbi dilinin tarixi (I cild). Bakı, Elm, 2012, s.153-154]
Hülagu Sarayı’nda ve Kazan Hanı döneminde vezirlik yapan Fezlullah Reşideddin’in Cami et-Tavarih (Tarihler Toplusu) adlı kitabında Cengiz Han’dan söz açılmıştır. 1302 yılında Kazan hanının talimatıyla yazılan kitabın birinci cildi Cengiz Han hakkında geniş bilgiler içermektedir. Bu eser aynı zamanda daha sonraki bedii eserler için de ciddi bir bilimsel kaynak olmuştur.
Azerbaycan romancılığında Cengiz Han konusuna müracaat olunmuştur. Azerbaycan’ın tarihî roman yazarı Ferman Kerimzade’nin yazdığı Tebriz Şerefi romanında Cengiz Han’ın tarihî imajı canlandırılmıştır. Ferman Kerimzade, Azerbaycan edebiyat tarihindeki yerini Çaldıran Savaşı, Hudaferin Köprüsü gibi tarihî romanların yazarı olarak almıştır. Tebriz Şerefi romanı, onun başarılı romancılığının devamı, yeni bir olgu, tarihe hitap etmesinin bir sayfası olarak değerlendirilebilir.
Tebriz Şerefi romanının kaynağını Fezlullah Reşideddin’in Cami et-tevarih adlı tarihî-edebî eseri oluşturmaktadır. Yazar tarihî kaynaktan çok yararlansa bile, romanı kaynağın, tarihin birebir yansıtılması gibi tanımlamak doğru olmaz. Eserde tarihilik başlıca yer tutsa da, hayal gücü ve romanın yazıldığı zamanın (XX. yüzyılın 80. yılları) ruh hâli eserin ana kaynağını teşkil etmektedir. Yazarın tarihe müracaatı aynı zamanda XX. yüzyılın 80. yıllarında Azerbaycan’da baş vermiş temel gerçeklerden, ölmekte olan Sovyet imparatorluğunun ihanetinden, Azerbaycan’a karşı atılan haksız adımlardan (tehcirler, özgürlük savaşçılarının tutuklanması vb.) ilham almış ve yazar, tarihî arka planda zamanının gerçeklerine ışık tutmuştur. “Genel olarak romanda, yazarın modern Azerbaycan’daki durumu tarihin yardımıyla açıklamaya çalıştığı açıktır.”[105 - Tehran Əlişanoğlu. Tarixlə belletrizmin arasında /Müstəqillik körpüsündən keçənlər. Bakı, Elmə və təhsil, 2015, s.70]
Romanda işgalci Moğol-Tatarlarla yerel halkın kültürü arasındaki çelişkiyi anlatırken, karakterlerin dile getirdiği fikirler, yazarın kendi dönemine hitap etmesi gibi seslendiriliyor: “Allah kızmasın, Azerbaycan’ı o kadar zengin ve güzel yarattı ki, dişlerini bileyen her düşman buraya gelir. Bizim nimetlerimizi yiyip doyamıyorlar… İnsanlar uyanmalı oğlum! Uyanmak zorundayık. Hepimiz uykuya daldık…”[106 - Fərman Kərimzadə. Təbriz namusu. Bakı, Kitab klubu, s.171]
Tebriz Şerefi romanında üç zaman katmanı vardır: İlhanlılar döneminde Azerbaycan’da meydana gelen olaylar, Cengiz Han’ın doğumundan ölümüne kadar olan dönemin temel özelliklerinin ve yazarın kendi döneminin tasviri. Bu zaman katmanları arasında yazar başarıyla bir ilişki kurabilmiştir.
Cengiz Han’dan söz eden mitolojik içerik, tarihî kaynaklarda (Fezlullah Reşiddedin’in Cami et-tavarih, Ötemiş Hacı’nın Cengizname) ve bedii eserlerinde (Cengiz Aytmatov’un Cengiz Han’a Küsen Bulut) aşağı yukarı mevcuttur. Ferman Kerimzade’nin Tebriz Şerefi romanında da Cengiz Han ile bağlantılı olaylarda mitolojik içerik mevcuttur. Cengiz Aytmatov, Cengiz Han’a Küsen Bulut romanında beyaz bulut uğur, zafer sembolu olarak yer alır ve onu zaferden zafere taşır. Tebriz Şerefi romanında Yesugeyin oğlu (Timuçin) dünyaya elini yumruk gibi sıkılmış hâlde gelir. Herkes bunun bebeğin sağlığı ile ilgili bir durum olduğundan korksa da, şaman bunu farklı şekilde yorumlar. Okuduğu duadan sonra bebeğin eli açılır ve orada kan yığını görünür. Şaman bunu onun gelecek kanlı fetihlerinin olacağı şeklinde yorumlar ve bu öngörü doğru çıkar.
Şaman çocuğa yaklaştı. Ebeden onu beşiğe yatırmasını istedikten sonra diz çöktü ve ellerini göğe kaldırdı.
Ey göklerin sahipi Tanrımız! Ne de olsa Işık kabilesi sizin kanınızdan doğdu ve gösterdiğiniz yolla giderek çok mutlu günler geçirdi. Söyle bana Tanrım, bu bebeğin avucunda ne var? Ona verdiğin bir mutluluk işareti mi? Bebeğin avucunu açmasına izin verin, bize gönderdiğiniz mutluluğu kendi gözlerimizle görelim.
Şaman gözlerini kapadı, uzun süre bekledi, ayağa kalktı, çocuğun üzerine eğildi ve parmaklarını açmaya başladı.
Parmaklar açıldı ve şaman babasına küçük kahramanın avucunu gösterdi. Bir ciğer parçası gibi kurumuş kan vardı.
– Babası sordu:
– Çocuğun avuc içi yaralı mı?
– Hayır, büyük Hükümdar. Tanrı’nın bir işaretidir. Oğlunuz avuç içinde kanla doğdu. Kanlı bir şekilde de olsa dünyanın hükümdarı tahtına muvaffak olacaktır.[107 - Fərman Kərimzadə. Təbriz namusu. Bakı, Kitab klubu, 2017, s. 39-40]
Yazar, Cengiz Han’ın millî kimliği konusuna da değinerek, Cengiz Han’ın şahsında ve kurduğu devletin yönetim sisteminde Türk faktörünün konumunu ifade etmeye çalışmıştır. Büyük dedesinin Bayat aşireti ile bağlantısına, inanç ve dinî ayin konularında Türk etkisinin varlığına vurgu yapan yazar, hanın millî kimliğiyle ilgili tartışmalara yaklaşımını dile getirmiştir.
Cengiz Han hakkında Azerbaycan’da yazılmış tarihî romanlarda onun Harezmşahlarla yaptığı savaşlar başlıca yer tutmaktadır. Bunun nedeni ilk önce eserlerin yazıldığı dönemde kullanılan tarihî kaynaklarla ilgilidir, diğer taraftan gerçekten de bu savaşların Cengiz Han’ın hayatı ve mücadelesinin önemli bir sayfasını oluşturması da etkili olmuştur. Ferman Kerimzade’nin Tebriz Şerefi ve diğer Azerbaycan tarihî romançısı Yunus Oğuz’un Cengiz Han romanında Cengiz Han’ın Harezmşahlar ile yaptığı savaşlar başlıca yer tutmaktadır. Tarihî kaynaklarda belirtildiğine göre Cengiz Han’ı korkutan savaşçılardan biri Harezmşah Caleleddin olmuştur. Ferman Kerimzade romanında bu durumdan Türk varlığının kudreti, yenilmezliği olarak bahsetmiştir. Romanda Cengiz Han’ın ölümünden önce gözünün önüne Celaleddin gelir: “Celaleddin ölmeden önce ata binmiş kartal gibi gözlerinin önünde durmuş, ata binmiş Sind nehrine atlıyordu… Celaleddin onu korkutan tek cesur adamdı.”[108 - A.g.e., s. 201]
Romanda Cengiz Han’ın büyükannesi Ala-Qoa, babası Yesugey, karısı Bor-te ve oğulları Cuci, Çağatay, Ugedey ve Tuluy hakkında belli tarihî gerçeklerin, hikâyelerin dekonstruksiyonu (yapısökümü) ile karşılaşmak mümkündür. Yazar, Cengiz Han’ın babasının Bayat kabilesinden olan Orhan adlı gencin oğlu olmasına ilişkin hadiseyi esere dâhil etmiştir. Aynı zamanda Borte’nin Çinli olması, Cengiz Han’la yabancı bir dilde konuşması da yazarın kurgusu (fiction) olarak değerlendirilebilir.
Romanda Harezmşah Mehemmed’le Cengiz Han’ın savaşına neden olan Otrar olayı Fezlullah Reşideddin’in eserine dayandırılarak tasvir olunmuştur. Otrar hakiminin, Mehemmed’in amcasının açgözlülüğü, yıllarca süren, kaleleri yerle bir eden, insanların ölümüne neden olan bir savaşın bahanesidir. Sonuçda Harezmşah devleti mahvolur. Cengiz Han, göndermiş olduğu tüccarları soyarak öldüren Otrar hakiminin hareketini esas alarak Harezmşahlar devletini yeryüzünden siler. “Bu hikayeden yaklaşık elli beş yıl sonra Fazlullah Reşideddin, Amir İnancuq›un onları öldürdüğünü ve böylece büyük bir dünyayı mahvettiğini yazacaktı. Birçok insanı zillete saldı.”[109 - A.g.e., s. 137]
Dünyanın dört bir yanına ordu gönderen, Tanrı tarafından gönderildiğini ilan eden, kendisini Tanrı’nın yeryüzündeki elçisi olduğunu düşünen Cengiz Han’ın ölümü bile başladığı gibi kanla biter. Romanda Reşideddin’in bahsettiği hikâyeye uygun şekilde Cengiz Han’ın ölümü tasvir edilmiştir. 1226. yılında, 72 yaşındaki Cengiz Han hastalanıp öldüğünde ona kıymetli hediyeler getirmiş Tankut hakimi ve kale duvarlarının dışında pazara toplaşan yüzlerce insan, hanın ölümünü bilmesin, onun defnine şahitlik etmesinler diye askerker tarafından katledilirler. Romanda dünyaya avucunda kanla gelen Cengiz Han’ın yüzlerce insanın kanının üzerinden geçerek gittiği anlatılır:
Savaşta bedenleri ve kalpleri berkimiş bu süvariler kimseyi esirgemediler. Hem hediyeleri getiren elçiler hem de Tangut’un yargıcı doğradılar. ..Tangut hakiminin elleri kesildi ve yere düştü ve beyaz tatil elbisesi kırmızıya boyandı, kılıcı başına dayadığında bor söz söyleyebildi.
– Neden?
Bu insanların bir “günahı” vardı. Cengiz Han’ın ölüm haberini duymamalıydılar. Yavaş yavaş, yeşil çimenlerin üzerinde ikiz tekerlek izi bıraktı, kırmızı kan. Elinde bir kan parçasıyla dünyaya gelen hükümdar, dünyadan kan gölünden geçti.[110 - Fərman Kərimzadə. Təbriz namusu. Bakı: Kitab klubu, 2017, s. 249]
Romanın adındaki şeref anlayışı Cengiz Han dönemine paralel olarak tasvir edilen, bundan bir kaç yüzyıl sonra Azerbaycan’da baş vermiş olaylara aittir. Moğol-Tatar ordularının Azerbaycan’ı işgal ettikten sonra burada kurulmuş Hülagüler Devleti kuruculuk işlerine büyük önem vermiş, özellikle Kazan Han’ın zamanında ülke büyük gelişim içerisinde olmuştur. Yazar yabancı olarak adlandırdığı Moğol-Tatarlar’ın yerli halkla kaynaşarak ve onların geleneklerine uyarak gelişme ihtimaline dikkat çekmiştir. Lakin bu sülaleden olan hükümdar Ebu Said’in yerel âdetlere karşı çıkması, başkasının kadınına göz dikmesi (halbuki bu Moğol-Tatarlarında namussuzluk sayılmıyordu) onun kendisinin de faciasina neden olur. Kendisi öldürülür ve sülalesinin hakimiyyeti son bulur.
Ferman Kerimzade’nin Tebriz Şeref’i romanı, Azerbaycan edebiyatında tarihî kaynaklara dayanarak Cengiz Han imajını yaratan az sayıdaki eserden biridir. “İnsanlık tarihinde yeni topraklar fethetmek için kanlı savaşlar yürüten Cengiz Han, tarihte bir işgalci, zalim bir hükümdar olarak anılırken aynı zamanda bir dünya fatihi, bir savaşçı olarak da hafızasında unutulmaz bir imaj oluşturmuştur. Romanda yazar, hükümdarın imajını karakteristik özellikleriyle anlatır ve güncel olayların arka planına karşı manevi ve psikolojik dünyasını net bir şekilde tasvir eder.”[111 - Lamiyə Nəsirova. “Təbriz namusu”ndakı Çingiz xan: fateh-hökmdara yazıçı baxışı. https://525.az/news/141899-tebriz-namusundaki-cingiz-xan-fateh-hokmdara-yazici-baxisi]
Çağdaş Azerbaycan edebiyatında tarihî romanların yazarı olan Yunus Oğuz›un ayrı ayrı Türk hükümdarlarından bahseden romanlar silsilesine Cengiz Han hakkında yazmış olduğu roman da dâhildir. Yunus Oğuz’un büyük savaşçının kendi adı ile adlandırdığı Cengiz Han romanında tarihî olaylar, kudretli devlet yöneticisinin karakteri tanımlanır. Eseri yazarın kaos ortamında düzen, kosmos arayışları gibi tanımlamak da mümkündür. Yazar haklı, aksi takdirde, birçok durumda büyük hanın yıkıcı seferlerinin doğasını açıklamak zor olur. Yazar bu faktörü göz önünde bulundurarak eserin başında yeni düzenden bahsetmiş ve bu mekânın müellifinin kendi Yasa’sıyla dünyaya hükmeden Cengiz Han olduğunu yazmıştır. “Bu kez kaos dünyaya Cengiz Han tarafından at sırtında getirildi. Uykulu ve yatıp uyanmak istemeyen dünyayı sarstı.”[112 - Yunus Oğuz. Çingiz xan. Bakı, 2020, s. 9]
Eserde anlatılan ortamda, yazarın tarif ettiği dünya modelinde bir seçim vardır, insanlık bir ikilemle karşı karşıyadır. Geniş bir alana hakim olan Harezmşahlar, yazarın kaleminde geleneksel, eski düzeni temsil etmektedir.
Karşı kutupta ise Cengiz Han ve ordusu yeni bir düzen oluşturmaya çalışır. Yazar, eserin sonuna kadar kimin kaos, kimin kosmos olduğunu açıklamaz. Bölüm başlıklarına baktığımızda tüm olaylar kronolojik sırayla devam etmektedir. Pek çok gerçek, elbette, tarihî kaynaklardan alınmıştır. Fezlullah Reşideddin’in Oğuzname’sinin izleri Yunus Oğuz’un romanında da görülmektedir. Bu eserden yaklaşık 30 yıl önce yazılmış olan Tebriz Şeref’i romanı ile Cengiz Han romanı arasında bir takım tarihsel paralellikler kurmak mümkündür. Uzun yıllar süren ve büyük felaketlere yol açan Cengiz Han ile Harezmşah Mehemmed arasındaki savaşın başlamasının nedeni – Otrar hükümdarının açgözlülüğü ve hain adımı, her iki esere de bir şekilde yansımıştır. “Farkında olmadan bu iki açgözlü insan dünyayı değiştirmeye çalışıyorlardı. Artık dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı…”[113 - Yunus Oğuz. Çingiz xan. Bakı, 2020, s. 123]
Yunus Oğuz, selefinden farklı olarak, daha çok Cengiz Han’a odaklandı ve kudretli han ile Harezmşahlar arasındaki savaşın esnasında Cengiz Han’ın tarihsel bir imajını yaratmayı başardı. Yazar için tarihin kendisi bir ayrıntı olarak ilginçtir, eser güçlü Türk liderinin büyüklüğünü ifade etmek için yazılmıştır.
Cengiz Han’ın çağının en profesyonel ordu kurucusu, askeri stratejisti, mükemmel bir istihbarat ve iletişim sisteminin kurucusu olduğu bilinmektedir. Modern dünya askerî sisteminin bile birçok konuyu Cengiz Han’dan öğrendiği kabul edilmektedir. Romanda Cengiz Han’ın Çin ve diğer ülkelerden mühendisler aracılığıyla askerî sistemini nasıl geliştirdiğini, savaştan önce tüccarlar ve hatta mülteciler aracılığıyla düşman hakkında nasıl ayrıntılı bilgi topladığını ve Yam iletişim sistemi aracılığıyla bilgilerin ne kadar hızlı iletildiğini anlatıyor. Eser Cengiz Han’ın devlet güvenliğinin hâlâ önemli bir özelliği olan istihbarat ve ters istihbarat sisteminin işleyişi hakkında bilgiler içeriyor. Mahmud Yalavac’ı yakalayıp kendisine Cengiz Han’dan bir güvercin gönderdiğini zanneden Harezmşah, aslında büyük bir tuzağa düşmüştür. Cengiz Han, taktik bir oyunla gerekli bilgileri Harezmşah’a göndermiş ve bunun sonucunda onu psikolojik yenilgiye sürüklemiştir. “Buhara’dan ayrılmamış olan Mahmud Yalavac’ı yanına çağırdı ve Semerkant’ta kendisine bir mektup göndermesini emretti. Bir sonraki “tuzak” politikası başlatıldı.”[114 - A.g.e., s. 266]
Cengiz Han’ı güçlü kılan, katılığı, ilkeliliği ve hazırladığı Yasa’ya bağlılığıydı. Roman, Cengiz Han’ın inancına, Tanrı’ya olan bağlılığına, onun yeryüzündeki temsilcisi olduğuna olan güç kaynağının nedeninin bu olmasına değinir. “Gök Tanrısı Cengiz Han’a öyle bir kader yazmıştı ki her şeyi kendisi yaratmak zorundaydı. Doğduğunda bu küçük çocuğun büyüyüp dünyayı fethedeceğini, atlılarının dünyanın bir ucundan diğerine koşarak yeni bir düzen oluşturacağını kimse hayal edemezdi.” (s. 86)
Cengiz Aytmatov’un Cengiz Han’a Küsen Bulut romanında binbaşı ve onun çocuk doğuran eşini idam eden Cengiz Han, doğaya ve dolayısıyla Tanrı’ya karşı çıktığını biliyordu. Kendisine zafer işareti olan beyaz bulutu veren Tanrı’nın ondan yüz çevireceğini de tahmin ediyordu. Ama aynı zamanda geriye dönük bir karar vermemesi gerektiğini anlıyordu. Eğer öyle olursa, o zaman muhakeme gücü azalacak ve devlet zayıflayacaktı. Bu nokta özellikle Yunus Oğuz’un romanında vurgulanır. “Yasamız ne emrediyorsa onu yapmak gerekiyor ve eğer birine taviz verilirse yarın bu tür olaylar artabilir. O zaman devlet ve halk arasında ayrıcalıklıların sayısı artacaktır.” (s. 93)
Yazar, Cengiz Han’ın millî kimliğini onun inanç sistemi açısından göstermeye çalışmıştır. Cengiz Han, Bozkır kağanlarından biri olarak Tanrı’ya inanmış, sadece ona secde etmiş ve yardım istemiştir. Otrar’ın ihanetinden sonra Harezmşahlar ile savaş kaçınılmaz hâle geldiğinde Büyük Han önce bu savaşa inandığı Tanrı’nın huzurunda hazırlanmıştır. “Cengiz Han, Onon Nehri kıyısındaki Burhan Haldun Dağı’ndaki bir mağarada üç gün saklandı. Üç gün Tanrı ile konuşdu. Üç gün yerinden durmadı, su içmedi ve yemek yemedi..” (s. 176) Eserde Cengiz Han’ın ordusunun kendisinden kat kat daha büyük ve güçlü olmasına rağmen Harezmşah’ın ordusunun yenilgiye uğratmasının sebepleri, Cengiz Han’ın yendiği ülkenin ihtişamlı sarayında komutanlarıyla yaptığı konuşmadan anlaşılmaktadır. Hanın en sadık komutanları Cebe ve Subutay, bu kadar ihtişamlı saraylarda oturup yenilmelerinin ana nedenini, ihtişamın yarattığı güven, kendini tatmin, ikiyüzlülük ve kibir olarak sıralamıştır. Aksine Cengiz Han, keçe üzerine inşa ettiği çadırında savaştan savaşa koşarak yaşamının sonuna kadar sade yaşamına sadık kalmıştır.
Cengiz Han tarihî romanında Cengiz han ile Harezmşahlar arasındaki savaşlar, kronolojik sırayla ve ayrıntılı olarak baştan sona yansıtılır. Ancak, romanı bir tarih kitabı olarak adlandırmak doğru olmaz. Yazar eserde kurmacayla tarihiliği bir noktada birleştirmeyi başarmış ve birçok açıdan yazarın hayal gücü esere daha fazla canlılık getirmiş, eserin okunmasını ve anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.
Yazarın vardığı sonuç, kaos gibi görünen bu yeni düzenin zamanla kosmosa dönüştüğüdür. Cengiz Han’ın yıkıcı faaliyetleri daha sonra insanlığın büyük gelişimine katkıda bulunmuştur. Yazarın, Cengiz Han’ın onun yerine kaleleri yıkıp köprüler inşa etmesinden bahsetmesi, eserin özünü büyük anlamda ifade eden ve yazarın diliyle yeni düzenin özünü ortaya koyan bir tezdir. Cengiz Han’ın saldırdığı köprüler sayesinde dünyada bir takım kavramlar değişmeye mahkûm olmuş, ilişkiler genişlemiş ve halklar arasındaki bütünleşme süreci hızlanmıştır.
Cengiz Han, her zaman kendi fikri olan, her an kararını değiştirebilen, dogmatik bir hükümdar imajına uymayan bir fatihtir. Bu açıdan bakıldığında Yunus Oğuz’un kahramanı kaosun rahminde doğan ve kosmosa giden bir kahraman olarak nitelendirmesi, yazarın başarılı bir keşfidir.[115 - Elnarə Qaragözova. Tarixin burulğanında bir fateh – Yunus Oğuz’un “Çingiz xan”ı. https://525.az/news/151574-tarixin-burulganinda-bir-fateh-yunus-oguzun-cingiz-xani]
Sonuç olarak milletler birbirlerinden faydalanmış, bilimsel sonuçlarını geliştirmiş ve yeni zirvelere ulaşmışlardır.“Yeni düzenin başlangıcı kaotik olmasına rağmen, uluslararası ticaretin sonraki gelişimi, kültür ve teknolojinin gelişmesinde inanılmaz sıçramalara yol açtı. Yeni teknikler, bilgi ve zenginlik bir rönesans yarattı.”[116 - Yunus Oğuz. Çingiz xan. Bakı, 2020, s. 393] Tanınmış Azerbaycanlı yazar Yunus Oğuz’un kaleme aldığı Cengiz Han tarihî romanı, dünyada bu konuda yazılmış birçok eser arasında örnek sayılabilecek bir eserdir.
Cengiz Han, Azerbaycan tarihçiliği ve edebiyatında farklı zamanlarda farklı yönlerden araştırılmıştır. Sovyet döneminin ideolojisi, Cengiz Han’ı zalim, baskıcı ve yıkıcı olarak tasvir etmeyi tercih ederek olumsuz taraftan takdim etmiştir. Ancak bağımsızlığın Azerbaycan’a sağladığı imkanlar, bu büyük hükümdar ve devlet başkanına yeni ve farklı bir bakış açısının sunulmasını mümkün kılmıştır. Azerbaycan edebiyatında Ferman Kerimzade’nin Tebriz Şeref’i ve Yunus Oğuz’un Cengiz Han tarihî romanları, Cengiz Han’ın tarihî imajının edebiyatımıza başarılı bir şekilde yansıdığını söylemek için temel oluşturmaktadır.
YAKIN OKUMALAR
Cengiz Han …
TUBA DALAR[117 - Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi. ORCID: 0000-0002-9833-2593; e-mail: tdalar@kastamonu.edu.tr]: MOĞOL KURDU’NDA CENGİZ HAN PORTRESİ
Giriş
Tarihî vakalar ve bu vakalar üzerine yapılan okumalarda, elbette okuyan gözün nereye konumlandığı ile ilişkili olarak bir anlam zenginliği oluşur. Cengiz Han ve kurduğu imparatorluk söz konusu olduğunda da bu yorum yelpazesinin genişliği dikkat çeker. Moğol tarihine dair bilgiler, yerleşik kültürün temsilcisi olan diğer milletlerin (Çin, Bizans, Arap, İran vb.) kaynaklarında yer alır. Bununla birlikte kurucu Cengiz Han’ın ismine rastlanan ilk kaynak, Moğolların ilk yazılı belgesi, 1225’te dikilen Cengiz Taşı’dır. Uygur harfleriyle Moğolca olarak kaleme alınan yazıtlar arasında ayakta kalabilmeyi başarmış en eski anıtlardan olan, beş satır ve yirmi bir sözcükten oluşan Cengiz Taşı, Cengiz Han’dan söz etmese de ilk satırı “Cingis – qan-i” sözcükleri ile başladığından bilim dünyası tarafından bu isimle anılır.[118 - Ekrem Kalan, “Moğollarda Yazılı Geleneğin Kökenleri ve Cengiz Taşı”, Türkbilig, S. 35, 2018, s. 3.]
Zaman içerisinde tarihe ve tarihe yön veren kişilere duyulan ilgi, siyasi konjonktür gereği farklı bir ivme kazanır. Özellikle de toplumsal kimlik arayışlarının artış gösterdiği dönemlerde köklerin Osmanlıdan ötesine bağlanma ihtiyacı doğar ki bu ihtiyaç Cengiz Han gibi birtakım tarihî kişiliklerin yeniden yorumlanmasına vesile olur. İslami çevrenin kolektif hafızasında karşı figür olarak kurulan Cengiz Han profili ile Türkçü çevrelerin sahip olduğu Cengiz Han tasavvuru birbirinden ayrıdır. Türk unsurların siyasi bir birlik altında toplanmasını arzu eden Türkçü düşüncenin ortaya koyduğu Cengiz Han figürü, geçmişte bu ideali gerçekleştirmiş (Cengiz’in böyle bir ideali olmasa da) bir kahraman olarak görülebilir. Türkçü düşüncenin siyasi tezine katılmayan Osmanlıcı ve İslamcılar ise her türlü millî kimlik talebinin, devletin çöküş sürecini hızlandırdığını düşündüklerinden, onların nezdindeki Cengiz Han tasavvuru elbette Türkçülerin ortaya koymaya çalıştığı Cengiz Han portresinden daha farklı olacaktır.[119 - Mehmet Kaan Çalen, “İkinci Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 13, S. 4, 2016, s. 229.] Bir taraftan bakıldığında Cengiz Han, seçimle kağan olmuş, yönettiği topraklar üzerinde töre ve yasanın buyruklarına göre hareket etmiş, müstebit olmayan laik, demokrat, birleştirici bir ulus-devlet kurucusudur. Diğer taraftan bakıldığında ise âlem-i İslam’ın en büyük düşmanı, hatta bütün beşeriyete zararlı, müşrik, zalim, kan dökücü, medeniyet yıkıcı, lanetlenmiş bir kişiliktir. Cengiz Han’a yönelik söylemlerin temelinde dinî ve millî hassasiyetlerin olduğu muhakkaktır. Siyasi konjonktürün yüzünü Turan’a döndüğü dönemde başka, Anadolu’ya döndüğü dönemde başka bir Cengiz Han algısı oluşur. Bu algı değişimi sonucunda Cengiz’in etnik kökeni bile tartışma konusu edinilir. Cengiz’in Türklüğüne yapılan vurguların altında, dünyanın en geniş imparatorluğuna sahip çıkmanın getirdiği psikolojik tatmin ve bir zamanlar Türklerin siyasi birliğinin sağlanmış olmasının gelecekteki Türk birliği hayalini desteklemesi yatar. Cumhuriyet sonrası gelişen Anadolu Türkçülüğü, Cengiz’in etnik kökenini tartışmaya açınca da geriye onun ordusunun büyük oranda Türklerden oluştuğunu ve Türk töresine uygun bir yaşam şekli geliştirdiği savunmak kalır.[120 - Mehmet Kaan Çalen, “İkinci Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru,” s. 248. (A.g.m., s. 248)]
Cengiz Han’ın ya da ordusunun etnik kökeni, Moğolların benimsediği töre, imparatorluğun sınırları, Cengiz’in amacı gibi tartışmaların ötesinde, tarihe not düşen bir Cengiz Han gerçeği vardır. Adaletli, dirayetli, katı ve gaddar yönleriyle tarih sahnesinde yerini alan Cengiz Han’ın öyküsü, muhtelif yorumlara açık olmakla birlikte bir siyasi başarı öyküsüdür. Moğol tarihi, yıkım ve yakım tarihi olarak anılsa da Cengiz Han’ın tarihi kişiliği mercek altına alındığında onun tek vasfının korku imparatorluğu kurmak olmadığı, bünyesinde pek çok liderlik vasfını taşıdığı görülür.
İncelemeye esas olan Moğol Kurdu romanı,[121 - Homeric, Moğol Kurdu. (Çev. Ali Cevat Akkoyunlu), İstanbul: Doğan Kitap, 1999, s. 13. (Çalışma boyunca verilen sayfa numaraları bu baskıya aittir.)] çocukluk yıllarından başlayarak Cengiz’in ölüm yılı olan 1227’ye kadar geçen zaman dilimini ele alır. Odak noktasını Cengiz Han’ın hayatı olarak seçen anlatı, başkişinin en yakın arkadaşı olan Borçu’nun anlatımıyla okura sunulur. Romanın başında “Yüreğini yükseklere as, seni dünyadaki insanların en açı, Cengiz Han’a, Moğolların hanına, Tengri’nin yeryüzündeki temsilcisine, bütün kavimlerin imparatoruna adadığım hayatımın terkisinde götüreceğim” diyen Borçu, roman boyunca anlatma misyonunu üstleneceğini okura bildirir. Anlatıcı karakter, çocukluğundan başlayarak Cengiz Han’a adadığı ömrünü, ömrünün son demlerindeyken geri dönüşler ile aktarır. Üç ana bölümden oluşan anlatı, dengeli bir şekilde dağılmamış olan elli yedi alt bölüm halinde kurgulanır. Eserin sonuna kaynakça, Moğol coğrafyasını anlatan harita ve dönem diline ait sözcükleri açıklayan mini bir sözlük eklidir.
Moğol Kurdu, aşiretten imparatorluğa dönüşümün tarihî serüvenini ele alan çoğu roman gibi panoramik bir bakış açısına sahiptir. Bundan dolayı betimleme, çözümleme ve analizleri az; olay anlatımı fazla, anlatı ritmi hızlıdır. Cengiz’in liderliğine odaklanarak Moğol tarihini de anlattığı için eserde karakter ve mekân analizleri fazlaca çekinik bırakılmıştır.
Cengiz Han biyografisi üzerine inşa edilen anlatı üzerinden Moğol tarihini, dönemin bozkır yaşamına dair detayları ve yaşam tarzına yön veren kural, inanç, değerler sistemini, Temuçin’den Cengiz Han’a dönüşen roman karakterinin yolculuğunu ve Cengiz’i bir cihan imparatoru yapan liderlik vasıflarını okumak mümkündür. Bu çalışma, Moğol Kurdu romanından hareketle başkişi Temuçin’i şekillendiren bozkır ruhunu yansıtmayı ve Cengiz’in tarihî, siyasi, iktisadi, kültürel yönleriyle çok yönlü bir portresini ortaya koymayı amaçlamış; Cengiz Han’ın yıkım ve kıyım tarihi, çalışma kapsamı dışında görülmüş, üzerinde ayrıca durulmamıştır.
1. Cengiz Han’ı Şekillendiren Bozkır Ruhunun Yansımaları
Mekân ile insan arasında tüm zamanlarda vurgulanmış olan bir ilişki vardır. Coğrafyanın kader ile ilişkilendirilmesi biraz da bundan olsa gerektir. Cengiz’in dünyaya geldiği coğrafya, bu coğrafyanın dayattığı yaşam koşulları ve kurallar, hiç şüphesiz onun karakterine, yönetim tarzına etki etmiştir. Bundan dolayı, insanı daha iyi anlamak için onu şekillendiren coğrafi kültürü de irdelemek gerekir. Moğol Kurdu romanında bozkırdaki yaşamın ve bozkır ruhunun başarılı bir şekilde yansıtıldığının altı çizilmelidir. Örneğin, iktisadi ve içtimai yapıyı şekillendiren bozkır kültürünün en önemli unsurlarından olan at, romanda yer yer roman karakterlerinden daha detaylı işlenir. At üzerine şiirler yazılır: “Işıktan doğmuş doru / Ateşten, kandan yapılmış / Bozkırın üzerinden uçuyor / Hiçbir şey onu durduramıyor.” (s. 58)
Moğolların bozkır kültüründe at, asla kaybedilmemesi gereken en önemli unsurlardan biridir. Çünkü “atlarını kaybetmiş bir adam, bir hiçtir!” (s. 18) ve bu yüzden atlar korunmalıdır. Bu amaçla atın yelesine kötü ruhları kovacak muskalar asılır ve ata cesaret vermek için kulaklarına türküler söylenir. At ve onun sahibi o kadar bütünleşmiştir ki Borçu, atı Ayı Korkusu’nun ölümünden sonra kendisini “kanatsız bir kuş gibi” (s. 165) hisseder. Moğol kültüründe ne kadar soylu olursa olsun bir yabancının, sürünün baş atını yönetmesine izin verilmez. Ayrıca at, kadından bile daha önemli görülür: “Bir kadını atından çok sevmeye kalkma, bu felaketin olur, senin elindeki en değerli şey o doru.” (s. 112) At, step iklimine uygun, geniş düzlükler ve coşkun nehirlerin bir unsuru olmakla birlikte insan doğasına uyum sağlayabilme yeteneğiyle ön plana çıkar. Ayrıca göçebe ve savaşçı bir toplum için ifade ettiği anlam çok büyüktür.
Moğol ve Türk kabileleri, coğrafi anlamda paydaş olduklarından aralarında kültürel etkileşimin olması beklendik bir durumdur. Söz konusu etkileşim unsurlarından biri de atlara verilen önemdir. Atlı göçebe kültürün bir sonucu olarak Türklerin ata verdikleri önem, Moğollarda da görülür. At, sadece göçebe kültürü içinde yaşayan insanlara bir hareket özgürlüğü tanımak, onların uzak bölgelere ulaşmalarına yardımcı olmak ve böylece sosyal yapıya bir dinamizm kazandırmakla kalmayıp, ordunun askerî yapılanmasını da şekillendiren bir unsur olmuştur. Atların özel bir isme sahip olması, sahip oldukları renk tonlarına göre isimlendirilmeleri (kır, doru vb.) ata verilen önemin bir göstergesidir.[122 - Mustafa Kalkan, “Bozkır Kültüründe At ve Prjevalskiy Atının Bu Kültüre Kazandırdığı Dinamizm”, Erdem, 1997, C.9, S. 27, s. 1130] Romanda Cengiz’in atlara verdiği önem, sonraları oluşturulacak olan Cengiz Yasası’nda açıkça görülecektir.
Ayrıca doğa, bozkır kültürünün diğer bir önemli bileşenidir. Çünkü bozkırda yaşam, doğa ile uyum içinde olmayı gerektirir. Romanda yılların geçişi hatta karakterlerinin yaşları bile mevsimler üzerinden verilir. Örneğin Temüçin, Borçu’nun babası Naku’ya “Bundan yedi bahar önce, ben dokuzuncu baharımdayken, ikimiz birlikte, müstakbel eşimi seçmek üzere annemin anayurduna, Ongirat ülkesine gittik” (s. 23) diyerek öyküsünü anlatmaya başlar.
Bozkırda hüküm süren inançları ve birtakım motifleri de romandan okumak mümkündür. Gökten gelen Bozkurt ile dağlardan inen Güzel Maral’ın Tanrı Dağları ormanlarında insanı yarattıklarına inanılır: “Bilinen tek şey Bozkurt ve Güzel Maral’ın üç ırmağın kaynağında Moğol’u yaratmış olmalarıdır.” (s. 32) Gök’ün üstünlüğü ve kurttan türeme motifine Moğol anlatılarında da rastlanır. Gök Tanrı inancının kurt ve dağ kültü, Moğolların devletleşme sürecinde önemli roller üstlenir. Anlatı boyunca dağların kutsiyeti, sıklıkla vurgulanır:
Dağlar Tengri’nin eşiği, sevgilisidir. Soluğuyla durmaksızın onları okşar, yamaçlarını kazır, başlarını beyaz taçlarla süsler. (…) Tüm dünya çöle dönüşseydi, tüm topraklar cılk yaraya kesseydi, hayat hâlâ dağlarda soluklanırdı, çünkü dağlar sadece ruhlar için bir kutu değil, Tengri’nin mesajlarını bıraktığı yerdir. İhtiyarların ölecekleri zaman Tengri’nin mesajları başkalarınca bilinmesin diye dağlara uzanmalarının nedeni bu değil mi? (s. 71)
Cengiz, zor zamanların içinden geçerken Tanrı Dağı’na çıkıp inzivaya çekilir ve Kutsal ile iletişim kurar. Dağ, birleştiren, derleyip toplayan bir figür iken; kurt, hanedanı ve devleti temsil eder. Göktürklerde hanedan sembolü olan kurt, Moğollarda da en önemli hayvan figürüdür. Kurt dışında adı geçen Güzel Maral da kadim anlatıların önemli bir figürüdür. Göktürklerden sonraki topluluklarda kurt ve geyik motifi bir arada kullanılır. Geyik, Moğolistan ve kuzeyinde yaşayan kabileler arasında kurttan önceki kutsal motiftir. Geyik, henüz hiyerarşik bir devlet yapılanmasının olmadığı zamanları (boylar) temsil ederken; kurt, ordu-devlet düzeni içindeki yapılanmayı temsil eder. Bu metafor, doğada kurdun avcı, geyiğin de av olması bağlamında düşünüldüğünde daha da anlam kazanır.[123 - Zahide Ay, “Orta Asya’da Cengizli Hanedanların Devletleşme Sürecinde Eski İnanç Unsurlarının Rolü”, USAD, 10, Bahar 2019, s. 272-275.]Moğol Kurdu’nda roman boyunca kutsal bir kurdun dolaşımına şahit olunur. Kurt, başı yukarıda ülkesini denetleyen, her tür değişimi gözden geçiren, burnunu batıya çevirip çevreyi koklayan, yüzünün sakinliğinde ve bakışlarında Temuçin’den izler taşıyan bir sembol olarak kullanılır. Bu benzetme ile Temuçin ve Bozkurt arasında bir anlam ilgisi kurulur.
Moğollar zaman içinde pek çok farklı kabile ile temas kurduğundan farklı inanç sistemleri ile karşılaşırlar. Cengiz Han, tüm inanç sistemlerine ve din adamlarına saygı duyan tarihi bir kişiliktir. Bu farklılığın içinde Moğolların ağırlıklı olarak Şamanizm’i benimsendiği görülür. Moğol toplumunda Şamanizm ile Gök Tanrı inancı kaynaşmış bir durumdadır. Romanda toprağın, suların, ateşin, ataların ruhları ile dört bir yan kutsanır. “Şamancılık veya Kamcılık olarak bilinen Şamanizm inancı bir dinden ziyade merkezinde şamanın yer aldığı, kendine has inanç ve ritüelleriyle farklı formları bulunan, vecde dayalı bir yöntemdir.”[124 - Bilen Yılmaz, “Moğolların İnanç Sistemindeki Dişil Özellikler ve Kadına Dair Bazı Tespitler”, Türk Dünyası Araştırmaları, Ocak-Şubat 2021, C. 127, S. 250, s. 69.] Moğol devlet geleneğinde, şamanların siyasi otorite üzerinde ciddi bir etkisi mevcuttur. Cengiz Han da ataları gibi şaman geleneği içinde yetişir. Ancak belirtmek gerekir ki Cengiz yönetimi altında geçen yıllarda şamanların siyasi erk üzerindeki etkisi azalmıştır. Çünkü güçlü bir siyasi otorite için şamanların yönetim üzerindeki etkisinin kırılması gereklidir. Romanda Şaman Kököçü’nün başına gelenler, Cengiz’in bu konudaki tavrını açıkça gösterir.
Şamanlık, babadan oğula geçen irsî bir durumdur ve bir şaman, halk sağlığı ile ilgilenen, şifacı, büyücü, gelecekten haber veren, kâhin, ruhlarla temas kuran, kötü ruhları kovan, Tanrı ile insan arasında aracılık eden kimsedir. Cengiz Han, en çok şamanların gösterdiği kehanetlere ilgi duyar. Şaman Kököçü, romanda Cengiz Han’ın en fazla saygı duyduğu isimdir. Zira Kököçü, Cengiz lehine kehanetlerde bulunur ve Temuçin’e Cengiz adını verir:
Üç şafaktan beri, Tengri bana mavi bir baştankara kılığında görünüyor. Her sabah aynı kuş çadırın tepesine konuyor ve üç defa ötüyor… Cengiz! Cengiz! Cengiz! Sonra kanatlarını açıyor, güneş ışınlarını yayarken, duman deliğinden bir gökkuşağı giriyor. Bu çadır, Kağanımızın çadırı. Tengri’nin işareti benim için kayanın üzerinden geçen çağlayan gibi açık, geri çevrilemez: bana seçileni gösteriyor. Artık Temuçin yok! Tengri’nin yeryüzündeki iradesi Cengiz yaklaşsın. (s. 367)
Kököçü’nün saygınlığı arttıkça ailesinin saygınlığı da artar. Ancak bu durum, bir süre sonra Cengiz ve ailesi için sıkıntı oluşturmaya başlar. Şaman Kököçü, siyasi erke yaklaştıkça, Cengiz’in kardeşleri ile arası açılır. Cengiz Han’ın kardeşi Kasar, şamanların ayrıcalığını istemediği için Kököçü, Cengiz Han’ı kardeşine karşı doldurur. Cengiz Han, Kököçü’nün etkisiyle Kasar’ın yetkilerini elinden alır. Bir süre sonra Kököçü, diğer kardeş Temüge ile uğraşmaya başlayınca, Cengiz Han’ın karısı Börte, Köküçü’ye karşı dikkatli olması hususunda onu uyarır. Kököçü’nün ünü her geçen gün daha da yayılır. Bunu fark eden Cengiz Han, Te-müge’ye “Kököçü güneşin doğuşundan sonra buraya geldiğinde, ona istediğini yap” (s. 391) diyerek, Kököçü’nün öldürülmesine seyirci kalır ve buradan büyük bir ders çıkarır. Zaafın her türlüsü, onun, başkalarının kontrolü altına girmesine neden olabilecektir. Cengiz Han, dini misyonunu kullananlara karşı mesafeli durması gerektiğini anlar. Cengiz yaşamı boyunca tüm dinlere saygı duymayı ve eşit mesafede konumlanmayı tercih eder.
Bozkırda hüküm süren inanç ve değerler sistemi, coğrafyanın dayattığı şartlar, Cengiz’in yazgısından kaynaklanan zorluklar; bozkırın ruhunu taşıyan bir Cengiz Han profili oluşturmuş, bu profil, sadece Moğol devletinin değil, dünya üzerinde çok büyük bir coğrafyanın kaderini şekillendirmiştir.
2. Temuçin’den Cengiz Han’a Hükümdar Portresi
2.1. Kurucu Rüyalar Işığında Cengiz Han
Çoğu kuruluş anlatısının, bir rüya motifi üzerine inşa edildiği iyi bilinir. Moğol Kurdu romanında da Moğolların kurucusu Cengiz Han’ın hayatı etrafında, daha çocukluk yıllarından başlayarak haberci rüyalar oluşturulur. Temuçin dokuzuncu baharındayken müstakbel eşini seçmek üzere babası Yesügey ile birlikte annesinin anayurdu Ongirat’a gider. Ongiratların başı Bilge Day-seçen, Yesügey’e gördüğü rüyayı anlatır: “Dinle beni Yesügey, bembeyaz bir akdoğan uykumu ziyaret etti. Uçarken pençelerinin birinde güneşi, diğerinde de ayı tutuyordu. Elime kondu, her ikisinin de parlaklığını seyrettim. Bundan güzel kehanet olur mu?” (s. 23)
Efsanevi anlatılarda kahramanların kuş donuna girdiği bilinir. Anka, Simurg gibi mitolojik kuşlar; manevi gelişimi, aydınlanma ve farkındalık süreçlerini vurgulayan anlatılarda tercih edilir. Day-seçen’in rüyasındaki kuş ise yırtıcı bir kuştur. Dinamik yapısı, gagasının sivriliği, pençelerinin gücü, yükseklerde hızla uçabilmesi, üstün görüş yeteneği ve avlanma becerisi ile bu akdoğan, Temuçin’i temsil eder. Nitekim romandaki diğer karakterlerin fiziki portresi üzerine çok fazla durulmasa da Temuçin’e dair yapılan betimlemeler dikkat çeker. Temuçin, “karanlık ve deli gözleri(nden)” (s. 18) garip bir ateş, “vücudundan büyük bir güven” (s. 19) yayılan bir karakterdir. O, “gökten düşmüş bir kaya gibi, yoğun, güçlü, ateş gibi ve korkusuzdu. En ufak hareketinde bile büyük yırtıcıların yumuşaklığı görülü(r).” (s. 20)
Yine kolektif bilincin bir sembolü olan güneş ve ay, gündoğusu ile günbatısı arasındaki topraklar üzerinde kurulacak olan imparatorluğa gönderme yapar ve kutsiyet atanan çoğu kuruluş rüyasında yerini alır. Osman Bey’in Şeyh Edebali tekkesinde gördüğü rüyanın Malhun Hatun izdivacı ile sonuçlanması gibi Day-seçen’in bu rüyasındaki kehanet sonucunda da Temuçin ile Börte’nin nişan kararı verilir.
Ayrıca Temuçin’in Borçu’nun evinde kaldığı gece, Borçu’nun gördüğü rüya, Temuçin’in nasıl güçlü bir lider olacağının işaretleri ile doludur. Borçu’nun rüyası, tek bir otun bile bulunmadığı, baştan sona kül ile kaplı geniş bir mekânda geçer. Temuçin, Noyanların başı Targutay’ı yakalamıştır. Targutay’ın elleri bağlıdır. Borçu, Targutay’ın yüreğini çıkarır. Yürekten damlayan kan, çölü otlağa dönüştürür. Bu otlakta; nereden çıktıkları anlaşılmayan atlar belirir ve binlerce at, güneşin altında inci taneleri gibi toplanıp neşeyle şaha kalkıp dağılırlar. Borçu’nun rüyasında gördüğü, neşe içinde şaha kalkıp dağılan bu atlar, dünya üzerindeki Moğol yayılımın habercisidir.
Tarih boyunca, siyasi erki ellerinde tutanlar, iktidarlarını meşrulaştırmak için çeşitli argümanlar kullanırlar. Siyasal mesajlar içeren haberci ve kurucu rüyalar, bu argümanlar arasında önemli bir yer tutar. Bu rüyalar edebi, siyasi ve tarihi açıdan büyük öneme sahiptir. Psikolojinin rüyalara atadığı anlam dışında gerek erken dönemlerde gerekse İslamiyet sonrasında rüya, geleceğe dair birtakım gerçeklerin habercisi olarak yorumlanır. Yazınsal düzleme bakıldığında, dinî metinlerde, halk hikâyelerinde, destanlarda ve daha birçok anlatı türünde rüya motifinin ağırlıklı olarak kullanıldığı görülür. Örneğin, âşığın bade içmesi, rüyada gerçekleşir. Oğuz Kağan’da Uluğ Türk’ün, Göç’te Böğü Kağan’ın, Dede Korkut’ta Salur Kazan’ın gördüğü rüyalar hatırlanabilir. Rüyaların birey ve toplum üzerindeki etkisi, siyasal iktidarları rüyadan yararlanma yoluna götürür. “Büyük devletler, kuruluşlarını ve devlet gelenekleri ve siyaset felsefelerini böyle kurucu rüyalara dayandırma ihtiyacı hissetmişlerdir.”[125 - Abdullah Temizkan ve Erhan Aktaş, “Türk Devlet Geleneğinde İktidarın Meşrulaştırılmasında Rüyanın Kullanımı”, Karadeniz Araştırmaları, Bahar 2012, S. 33, s. 16.] Bu yolla gelen manevi güç, iktidarı halk nezdinde meşrulaştırmaya yardımcı olur. Selçuklunun kuruluş anlatısı, Selçuk Bey’in babası Dukak’ın; Osmanlının kuruluş anlatısı da Osman Bey’in Şeyh Edebali’nin tekkesinde misafir kaldığı gece gördüğü rüya üzerine inşa edilir. Bu rüyalar, kolektif bir sembol dili kullanır ki söz konusu semboller, kutun Tanrı’dan alındığına dair göndermelere sahiptir.
2.2. Kaderine Terk Edilmiş Cengiz Han
Roman, “Gök, bozkırın üzerine büyük ve gri keçesini yayıyordu. En küçük bir mavi dikiş bile yoktu” (s. 17) cümlesiyle başlar. Bozkırın üzerinde uzanan göklerin maviden yoksun gri bir keçe ile tanımlanmasıyla, daha romanın ilk cümlesinden okur, bozkırda yaşanacak olan olumsuzluklardan haberdar edilir. Moğol İmparatorluğu’nun kuruluş sürecine, haberci siyasi rüyaların kehaneti kadar Temuçin’in doğum öyküsünün kehaneti de karışır. Sağ elini yumruk yapmış bir vaziyette doğan Temuçin dünyaya geldiğinde babası Yesügey, Tatarlar ile savaş hâlindedir. Yumruk yaptığı elini açmayan Temuçin, doğumundan dokuz gün sonra babası yurda döndüğünde yumruğunu açar ve avucunda sakladığı kararmış kan pıhtısını gösterir. Bu doğum öyküsü, Temuçin’in ileride çok fazla kan dökeceğinin kehaneti olarak yorumlanır. Kurucu figürlerin hayatını konu alan destansı anlatılara, bunun gibi birtakım doğaüstü olay, yetenek ve kerametlerin eklemlendiği bilinen bir durumdur. Baba Yesügey’in Tatarlar ile olan mücadelesine atfen ona Temuçin adı verilir. Demirci anlamına gelen bu ismin Temuçin’in karakteri üzerindeki etkisi açık bir şekilde görülür. Nitekim küçük yaşta korku ile tanışmasına rağmen korku onu yıldırmaz, aksine hayatta kalma içgüdüsünü perçinler. Temuçin, daha çocukluk yıllarında duygularını kontrol etmeyi öğrenmek zorunda kalır: “Ne hissettiğini tahmin etmek güçtü. İçinde bulunduğu durum ne olursa olsun, yüzünün çizgileri sakin, düşünceliydi.” (s. 187) Onun bu kontrolü, blok döküm bir demir madenine benzer bir kişilik geliştirmesine ve Temuçin adının bir anlam kazanmasına vesile olur.
Cengiz’in dünyaya geldiği coğrafya, tarıma değil hayvancılığa uygun, göçebe yaşamın hüküm sürdüğü bir coğrafyadır. Aralarında kültür ortaklığı olan insanlar, kavimler ve kavimlerin bir alt organizasyonu olan boylar hâlinde yaşarlar. Boylar arasında süregelen bir iktidar mücadelesi vardır. Diğer bir deyişle, güçlü olan boy, daha az güçlü olan boyu hâkimiyeti altına alır.
İnsan ile onu çevreleyen fiziki ortam arasındaki etkileşim, davranışların temelinde yatan duygu durumlarını daha iyi anlamlandırabilmek adına irdelenmeyi hak eder. Moğolların ana yurdu, Göbi Çölü kuzeyi ile Baykal Gölü kıyılarıdır. Doğusunda Hitay, batısında Uygur, kuzeyinde Kırgız, güneyinde ise Tibet’in bulunduğu bir coğrafyadır ki gece-gündüz, yaz-kış arasındaki sıcaklık farkları korkunç boyutlara ulaşır.[126 - H. Ahmet Özdemir, “Klandan İmparatorluğa Cengiz Han’ın Soyu, Yetiştiği Ortam Çocukluğu Kişiliği ve Yasası”, Marife, Bahar 2011, s. 35.] Yalçın kayalıkların çevrelediği bu coğrafyada hâkim olan iklimin sertliği, otlak ve sulak alanların yetersizliği, hem orada yaşayan insanların sert ve acımasız bir mizaç geliştirmesine hem de birbirinden ayrı yaşayan boylar arasında amansız bir mücadeleye neden olur. Baba Yesügey, Tatarlar tarafından zehirlenerek öldürüldüğünde, akrabaları tarafından terk edilen Temuçin’in hayata tutunmak zorunda olduğu coğrafya, böyle bir coğrafyadır. Bu terk edilişi, yazar şu cümlelerle ifade eder:
Daha bir dolunay bile geçmeden çadırlarını yıktılar, bizi yalnız bırakarak Noyanlara katıldılar. Bir düzen kurmamız gerekti. Sadece babamın iki karısı, Höelün Ana’yla Suçigil, onun iki oğlu Bekter ve Belgütey, kardeşlerim Kasar, Kaçiun, Temüge ve doğalı daha iki bahar geçmemiş, kötü ruhları kandırmak için hâlâ bir erkek adıyla, Korkunç’la çağrılan kız kardeşim Temülün kalmıştı. Bir de yaşlı hizmetkârımız Yürüyen Osuruk. İşte ulusumuzdan arta kalan, üç kadın ve çocuklar, koçu bile olmayan küçük bir koyun sürüsü, sekiz iğdiş at ve bir de kısrak. Köpekler bile Noyanların peşinden gitmişti. (s. 86-87)
Temuçin, olumsuzlukları bertaraf ederek dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmayı başaracaktır. Dünya tarihinde hiç kimse Cengiz’in hükmettiği topraklar kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürememiştir. Cengiz’in ardında bıraktığı İmparatorluğun sınırları, Büyük İskender’in bıraktığı sınırların dört, Roma İmparatorluğunun ise iki katıdır. Cengiz bu başarıya ulaşırken diğer önemli fatihlerin sahip olduğu imkânların hiçbirine sahip değildir. Yani babadan devraldığı hiçbir sistem yoktur. Cengiz, halkı da orduyu da devlet teşkilatını da sıfırdan kurmuştur.[127 - Engin Kırlı, “Cengiz Han’ın Hayatı ve Askeri Seferleri”, ESOGÜTD, C.2, S.1, s. 85.] Hâkimiyet alanını yoktan oluşturup otuz milyon metrekareye çıkarır. “Dünya tarihinde bu kadar kısa dönemde böyle bir başarı gösteren başka lider, devlet adamı olmamıştı(r).”[128 - Nadir Devlet, Asya Fatihi Cengiz Han, İstanbul: Başlık Yayınları, 2010, s. 53.] Elbette imkânsızlıkların içinde ulaştığı bu başarıyı besleyen faktörler vardır. Bu başarı, Cengiz’in karakterinden ve yönetme yeteneğinden kaynaklanır.
2.3. Karakter Özellikleriyle Cengiz Han
Temuçin’in karakterini şekillendiren özellikler arasında; vefa, cömertlik, adalet, duygu kontrolü, koşulsuz sadakat, acımasızlık gibi nitelikler belirir. Onun adilane paylaşıma verdiği önem, çocukluk yıllarında kardeşleri ile olan ilişkisinden başlayarak bir imparatorluk oluşturma süreci boyunca açık bir şekilde görülür. Henüz bir çocukken kardeşi Bekter’i öldürdüğünden tarihe kardeş katili olarak geçer. Romanda bu ölümün sebebi, Temuçin’in kendisi tarafından anlatılır: “Bekter beni hep rakibi olarak gördü. Meyvenin içindeki kurt gibiydi, karışıklık yaratmada kimse eline su dökemezdi.” (s. 91) Bekter, tüm boyun kendilerini terk ettiği, ailenin hayatta kalabilmek için toprağı kazıp yiyecek aradığı koşullarda dahi Temuçin’in kurduğu av tuzaklarını bozmaktan büyük bir keyif alan, avdan eli boş dönen Temuçin ile dalga geçmekten keyif alan bir karakter olarak çizilir. Dahası hem Bekter hem de onun annesi Suçigil, Höelün Ana’nın kaçırılmasına atıfta bulunarak her fırsatta Temuçin’in bir “Merkit piçi” (s. 92) olduğunu söyleyip onu tehdit ederler. Ayrıca Bekter, aile içinde hırsızlık yapan, Temuçin ve Kasar’ın vurduğu kuşları çalarak kuşları kendi avlamış gibi gururlanan bir karaktere sahiptir. Tüm bunlar Temuçin’in ruhunda günden güne biriktiğinden Kasar ile birlikte Bekter’i ok ile öldürürler. Bu olay, ileride Cengiz Han’ın, hırsızlığa ve adaletsizliğe karşı net bir tavır geliştireceğinin ve suçlu kim olursa olsun cezasını keseceğinin göstergesidir. Yıllar sonra Cengiz Han’ın, Camuka’ya gönderdiği mesajda, Temuçin’in çocukluk yıllarında gösterdiği adil tavır ortaya konulur. Camuka sadece kendini düşünse de Temuçin, babasının mavi kupasındaki sütü içerken Camuka’nın hakkını ayırmayı ihmal etmez.
Cengiz Han’ın zalimliği, gelmiş geçmiş hükümdarların en acımasızlarından olduğu, tarihin not düştüğü bir gerçektir. O, kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere “boyları kağnımın tekerini geçen” (s. 214) her Tatarı kılıçtan geçirme emri verecek kadar acımasız; “Öksüzler Gök’ün armağanıdır” (s. 282) diyecek kadar da merhametlidir. Ancak söz konusu paylaşım ve adalet olduğunda onun bencilce davranışlar sergilemediği görülür: “Acımasız olmasına karşın cömertti, paylaşma çağı geldiğinde, kendi öldürdükleri de dahil, en iyi parçaları bırakır, onları en çok hak edenlere verirdi.” (s. 188) Cengiz Han, kendi çocuklarına da adil davranmış, onlar arasında bir ayrım yapmamıştır.
Onun bir diğer karakter özelliği vefadır. Boyu onları bırakıp Naymanların peşinden gittiğinde kendisine yardım eden baba dostu Toğrıl, sonraları Temuçin’e yüz çevirir. Toğrıl, zor duruma düştüğünde de artık güçlü olan Temuçin’den yardım ister. Togrıl’a yardım eden Temuçin, ona gönderdiği mesajda şöyle der: “Sırtıma sapladığın hançere karşın, seni askerlerini kuşatan Naymanlardan kurtarmam için yalvardın. Kinim beni sağırlaştırdı mı?” (s. 281) Buradan Temuçin’in duygularıyla hareket etmediğini, en zor durumda bile mantıklı ve stratejik kararlar alabilecek bir iradeye sahip olduğu anlaşılabilir. Onun kişisel duygu durumlarının tazyiki ile karar vermediğinin bir diğer örneği, Ok Cebe ile olan diyaloğudur. Cebe, Temuçin’i ve atını yaralayan okçu bir Noyan’dır. Cebe yakalanıp Temuçin’in huzuruna getirildiğinde dürüst ve korkusuz bir şekilde ona cevap verir. Bu cesaret ve dürüstlükten etkilenen Temuçin, Cebe’yi orada öldürtmek yerine kendi ulusu adına savaşması için onu ordusuna alır.
Seferleri sırasında Noyanlardan Temuçin’in yönetime katılan başka insanlar da olur. “Bu andıma ihanet edersem, Tengri beni bu çamurlu suya döndürsün” (s. 288) diyen Temuçin için sadakat çok önemli bir kavramdır. Hangi kabileden olursa olsun biri efendisine ihanet ederse onu hiç düşünmeden öldürür. Kendisine katılan düşmanlara: “Bana Targutay’ı getirmiş olsaydınız her üçünüzün de kellesini uçururdum, çünkü efendisine el süren bir adam ölümden başka hiçbir şey layık olamaz” (s. 289) der. İhanetleri karşısında ödüllendirilmek arzusu ile Timuçin’in huzuruna çıkan her hain, ödül yerine ölüm ile cezalandırılır. Onun bu karakter özellikleri, onları terk edip gidenler ve düşman kabileler arasında günden güne yayılır. Yerinde kararlar alabilen, adil, paylaşımcı, vefa ve sadakat kavramlarına önem veren kişiliği nedeniyle Temuçin’in güçlü ve büyük bir lider olacağını anlayanlar; aileleri, silahları ve hayvanları ile Temuçin’in ordusuna katılır.
2.4. Siyasi ve Askeri Dehasıyla Cengiz Han
Temuçin’in en büyük başarısı belki de öfke ve intikam duygularının esiri olmamasına bağlıdır. Babası Yesügey öldüğünde, Temuçin’in küçük bir çocuk olması ve kabile üyelerinin daha güçlü bir liderin etrafında toplanma arzusu, Temuçin ve ailesinin terk edilmesiyle sonuçlanır. Temuçin güçlendiğinde, vaktiyle onu terk edenler, geri dönüp onun hâkimiyeti altına girmek isterler. Temuçin hiçbir yönetimsel zafiyet göstermeden, sadakat göstermeleri halinde onları kabul eder. Güçlü kabilelerin kızları ile evlilik bağları kurup, bu evliliklerle siyasi güç kazanma yolunu da tercih eder. Örneğin Karaim reisi Toğrıl’ın yeğenleri ile kardeşleri Belgütey, Kasar ve can dostu Borçu’yu evlendirir. Borçu, eşi Cerelma’dan ayrılmak istese de Temuçin, Karaimlerden gelecek olan desteği kaybetmemek için bu evliliğin bozulmasına izin vermez.
Tepeden inme bir kararla değil kurultay kararı ile kağan seçilmeyi kabul eder. “Yasal veliahtın yerini alan bir ast görülmüş müdür? Başkalarının yuvasını çalan guguk kuşu muyum ben?” (s. 192) diyerek, bütün herkesin onu kağan olarak görmek istediğine emin olmak ister. İstişareye de önem verir. Akrabaların fikirlerini sormayı ihmal etmez: “Karar verirken ya da ileriye dönük tasarılar hazırlarken onların da yanında bulunmalarına özen gösteriyordu. Onlara karşı içinden kin beslese bile, bunu hiç göstermedi.” (s. 186) Kağan seçildikten sonra da hâkimiyeti altındaki insanlardan koşulsuz bir itaat ister: “Bana itaat edeceksiniz, içinizden kimsenin Yasa’mı bilmezden gelmesine izin vermeyeceğim. Hiçbir eksiğiniz olmayacak, sizi koruyacağım. (…) Hiçbir ihanet cezasız kalmayacak!” (s. 195) Aile bağları olanları ya da soyluluğu gözetmeden, hiçbir ayrım yapmadan ihaneti cezalandırır. Bu tavrı, onun adil ve yasaya bağlı bir hükümdar olduğunun, iltimastan uzak durduğunun göstergesidir.
Siyasi ve askeri başarısının bir diğer sebebi de disiplinli olmasıdır. Şikâyet edene, korkaklık gösterene asla acımayan, demir gibi bir irade ile hedefe odaklanan bir mizacı vardır. Moğolların devlet teşkilatına bakıldığında, ordu-millet anlayışının hâkim olduğu görülecektir. Yani, eli silah tutan herkes, ihtiyaç halinde asker kabul edilir. Cengiz’in askeri başarısının altında, ordusunun teçhizat ve sayıca üstünlüğü değil, sistemleştirdiği teşkilat vardır. Uygulaması ve kontrolü çok kolay olduğundan askeri düzeni onluk sistem üzerine inşa eder. Muhafız tümeni ile ilgili bir talimatname oluşturur. Bu talimatname incelendiğinde; Cengiz’in, Moğolların tüm yaşamını belli bir sistematiğe oturtmak istediği anlaşılır. Göçebe ve serbest yaşayan, çapul, yağma ile geçimini sağlamaya çalışan bu topluluk, onun çabasıyla belli bir düzene girer. Moğolların Cengiz’e kadar ne bir yasası ne de bir teşkilatı vardır. Cengiz, sadece orduyu değil, koyduğu yasalarla içtimai hayatı da düzenleme yolunu seçer.
Psikolojik savaş taktiklerini başarıyla uygular. Onun fethettiği şehirlerde hiçbir canlı bırakmadan yakıp yıkması, biraz da direnişle karşılaşmadan, savaşmaya gerek kalmadan boyları hâkimiyet alma isteğinden beslenir. Etrafındakilere, direnenleri nasıl bir sonun beklediğini göstermeyi amaçlar. Kırımlardan birkaç kişinin kurtularak yaşananları anlatmasına müsaade eder. Bu yaklaşım, bir Moğol korkusu oluşturulmasına hizmet eder. Gönüllü olarak kendisine tabi olanların can ve malına dokunmaz. Böylece askeri gücünü daha ekonomik kullanma imkânını yakalar. Fethettiği yerlerdeki nitelikli insanları ortadan kaldırmak yerine, kendi hizmetine alarak onlardan yararlanma yolunu seçer.
Romanda Cengiz Han’ın askeri başarısı anlatılırken, onun stratejik dehasına da vurgu yapılır. Örneğin, Nayman Hanı’nın korkak olduğunu öğrendiğinde kurduğu plan ile daha savaş başlamadan psikolojik bir üstünlük edinir:
Kağan zaman yitirmeden Nayman hanının bu zaafından yararlanmaya girişti. Keçeden koruluklar yaptırdı, bunları dizginler ve söğüt dalları kullanarak yedek atların sırtına bağlattı. Dağların tepelerinde göründüğümüzde, düşman bizim seksen bin kişi olduğumuzu sanacaktı, oysa yirmi bin bile değildik. (s. 309)
Onun savaş dehasının bir diğer örneği, Karaimler ile ettiği mücadelesinde görülür. Kardeşi Kasar’ı bir plan yaparak Karaimlere gönderir. Cengiz’in planına göre Kasar, Karaimlere Cengiz tarafından casus olarak görüldüğünü, kovulduğunu, yanında iki yüz savaşçıdan fazla bulunmadığını söyleyecek ve Cengiz’in yerini onlara bildirecektir. Yine Tangutlar üzerine düzenlediği seferde, şehir halkına her türlü eziyeti yapmalarına rağmen yetkilileri kale surlarından çıkaramayınca şehirdeki bütün kuşları toplayarak ayaklarına kıtık sarar, ateşe vererek kuşları serbest bırakır. Yuvalarına geri dönen kuşlar her yerde yangın çıkarır. Kuşları kullanmanın yanı sıra şehirlerdeki akarsuların yönünü dönüştürmek, savaştığı toprakları sular altında bırakmak gibi yöntemleri de uygular. Romanda “Moğol ordusunun bilinen tüm orduların en etkilisi ve en acımasızı olduğu kuşkusuzdu” (s. 458) diyen yazar, Cengiz Han’ın savaş dehasını ortaya koyarken Moğol ordusunun acımasızlığına da vurgu yapar: “Atlarımızın geçtiği yerde bir şey kalmıyordu, dedi Cuci, pirinç, darı, mısır tarlaları, meyve ağaçları, bahçeler, ekinler, su arkları, su yolları, hepsi yıkıldı, yakıldı, söküldü, sular altında bırakıldı.” (s. 414)
Cengiz Han ve ordusunun tarihin gördüğü en acımasız ordu olduğu, birçok kez tarihî kayıtlara düşürülür. Özellikle Harzemşahlar ile ticaret yapma girişimine karşı Harzemşah hükümdarı Alaeddin Muhammed’in sergilediği öngörüsüz tavır, Buhara ve Semerkant gibi iki kültür ve medeniyet şehrinin yok olmasıyla sonuçlanır. Bu konuda, Cengiz’in kopardığı fitnenin, Büyük İskender’den daha büyük olmadığını belirterek Cengiz karşıtı söylemleri güdükleştirmeye çalışan Yusuf Akçura, Ortaçağ’da savaşların zaten çok kanlı olduğunu, Cengiz’in zamanın savaş adabı içerisinde hareket ettiğini ve “muharebeye aşure dağıtmak için gidilmediğini”[129 - Mehmet Kaan Çalen, A.g.m., s. 236.] belirtir.
Cengiz gerek uyguladığı psikolojik taktiklerle gerekse stratejik planlarla elinde bulunan imkânları en verimli şekilde kullanmıştır. Savaşlardan sonra elde ettiği ganimeti, sahip olduğu tüm zenginliği sadık adamlarına dağıtır. Savaş esnasında cesaret ve sadakat gösterenleri soylu ilan eder. Bu da sıradan çoban ya da at bakıcıların birtakım ayrıcalıklara kavuşarak daha da motive olmasını sağlar. Bunların dışında Cengiz, muhaberata da önem verir. Her oba arasında kırk bin adımda bir nöbetçinin bulunmasına, bu nöbetçilerin önemli haberlerin iletilmesi için dinlenmiş ve beslenmiş üç atı devamlı hazır bulundurmasına ve bu görevi gereği gibi yerine getirmeyenlerin dizlerinin kırılmasına karar verir.
Cengiz Han, istişareye önem verir, etrafındakileri dinler ancak son kararı kendi verir. Karar mekanizmasından tek bir kişinin sorumlu olması, ona göre barış ve huzur için elzemdir. Tanrı tarafından yeryüzünde ahenk ve barış getirmek için seçildiğine, savaşmayı reddeden her Moğol’un Tanrı’ya ihanet etmiş olacağına inanır, bu kimselerin kanını toprağa kendi elleriyle dökeceğini söyler. Onun için birlik ve beraberlik çok önemlidir. Moğol boylarının birbiriyle savaş hâlinde olması, Moğolların zayıflamasına neden olduğundan onları sancağı altında toplamaya çalışır ve bunu başarır. Oğullarına birbiri ile barış içinde yaşamalarını tavsiye eder:
Oğullarım barış içinde yaşamayacaklarsa, bir imparatorluk kurmanın anlamı ne? Sizi doğuranı kadınım olarak aldığımda, Moğol boyları sizin gibiydi: birbirlerine karşı savaşıyorlar, yağmalıyorlar, birbirlerini öldürüp Moğol halkının zayıflamasına neden oluyorlardı. Onların hepsini sancağım altında toplamayı başardım. (s. 425)
Cengiz Han, Moğol uluslarını bir araya toplamayı başarmış ve ölümünden sonra bu birlikteliğin bozulmaması için akıllıca karar vermiştir. Cuci, Cengiz’in ilk oğludur. Dolayısıyla vârisini belirlerken ilk onun fikrini sorar ancak Cuci’den önce Çağatay cevap verir: “Biz Merkit esiri olan bu halefe nasıl itaat ederiz?” (s. 143) Cengiz’in hanımı Börte, bir Merkit baskını sırasında kaçırılmış ve Merkitlerin elinden kurtarıldığında hamile olduğu anlaşılmıştır. Bu hamilelikten Cengiz’in ilk oğlu Cuci doğar. Börte’nin kaçırılmadan önce hamile olup olmadığı bilinmediğinden Cuci, ömür boyu bu şüphenin altında ezilmiştir. Cengiz Han, bu şüpheyi hep taşısa da Cuci’yi ailesinden ayırarak aile bütünlüğünü bozmayı tercih etmez. Bu şüphelerden dolayı Cengiz Han’ın vârisi, büyük oğlu Cuci değil, üçüncü oğlu Ögedey olur ve Cengiz, topraklarını evlatları arasında paylaştırır. Cengiz’in bu yerinde müdahalesi ile onun ölümünden sonra kardeşler arasında çıkabilecek bir taht kavgası ile imparatorluğun parçalanmasını engellemiş olur.
Cengiz Han’ın bir başka siyasi dehası, yüzlerce günlük yoldan çağırıp getirttiği bir Jinli bilgedir. Bilgeden ölümsüzlüğün sırlarını öğrenmek ister. Onun dini hakkında bilgi edinir. Ve ilginç bir şekilde Tao’yu arayan müritlere vergileri kaldırır: “Bana uzun yaşamanın sırlarını bildiğini ama sonun kaçınılmaz olduğunu anlattı. O yaşlı adam büyük bir bilge. Bana dinini öğretti. Tao’yu aramak insanı hayran bırakan bir uğraş, o gidince de ferman verdim. Gök’e onun gibi yakaranlara konan bütün vergileri kaldırdım.” (s. 455) Cengiz Han’ın ordusu çok büyük olduğundan Cengiz ordunun uzun süre hedefsiz tutulmasının doğru olmayacağının farkındadır. Bu nedenle öncelikle Kara Hitay ülkesine karşı sefer emri verir.
Çin’deki iç karışıklığı bildiğinden asıl hedefi Çin’dir ve Kara Hitayların önünde engel olmasını istemez. Çin, Moğol ordusundan daha donanımlı ve tecrübeli, sayıca da fazla olmasına rağmen Çin İmparatorluğu girdiği mücadeleden başarıyla çıkar. Pekin’in beş yüz kilometre ötesinde bir tapınakta yaşayan şöhretli bir Tao rahibine ulakla davet mektubu gönderir ve on bin kilometre yolu aşarak rahibin gelmesini ister. Burada Cengiz Han’ın amacı, binlerce kilometre öteden gelecek ölümsüzlük sırrı mıdır? Bu buluşma sonrasında Cengiz Han, Tao rahibinin tüm müritlerini vergiden muaf tutar ve rahip Pekin’e döndüğünde müritleri çığ gibi artar. Nadir Devlet, Cengiz Han’ın Çin devletinin resmî dini olan Konfüçyüsçülüğün yerine Tao rahiplerini himaye etmeyi uygun gördüğünü belirtir. Çünkü Taoizm, bu dünyaya değil öteki dünyaya odaklanan, insanlara az olan ile yetinmeyi öğreten, siyasi otoriteye karşı çıkmayan pasifize bir topluluk modeli yaratır. Konfüçyüsçülük, Taoizm karşısında gerilemesi, Cengiz’in Çin’i uysal bir topluluğa çevirme amacı içinde olduğuyla yorumlanabilir.[130 - Nadir Devlet, Asya Fatihi Cengiz Han, s. 162.]
Örnek olarak verilen bu birkaç uygulamadan hareketle, Cengiz Han’ın siyasi ve askeri başarısının altında çok çeşitli paradigmaların olduğu söylenebilir. Cengiz hem kendi ordusunu iyi yöneten hem de fethettiği ülkeleri kendi sistemine adapte edebilen bir liderdir. Başarısının nedeni, onun bu uyum kabiliyeti, öngörüsü, sistematik ve planlı hareket etmesidir.
2.5. Oluşturduğu Hukuk Sistemi ve Cengiz Han
Cengiz Han’ın yönetimi altında farklı kabilelerden sayısız insan bulunur. Cengiz Han bu kadar insanı sadece gelenek görenek, töre ve keyfî kararlarla yönetemeyeceğinin farkındır. O, boylara bölünmüş olan halkın mahkeme kararlarının mavi deftere yazılmasını, yeni kanunların kendisine danışıldıktan sonra kayda alınmasını, bu kuralların nesilden nesile intikal etmesi gerektiğini ve bunları değiştirmeye kalkanların cezalandırılmasını emreder. Böylece Cengiz Yasası olarak bilinen yasaların temeli atılmış olur. Bu yazılı belgeler, günümüze ulaşamadıysa da bu yasaların uygulama şekillerine dair yeterli malumat günümüze ulaşmıştır.[131 - Nadir Devlet, Asya Fatihi Cengiz Han, s. 94.] Cengiz Han, yaşamı boyunca bir liderde bulunması gereken birçok özelliği taşıdı ancak “Cengiz’in en önemli mirası Yasa idi.”[132 - Murat Tural, “Moğol Toplum Hayatında Ölümünden Sonra Cengiz Han”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 13/2, 2018, s. 200.]Moğol Kurdu’nda Cengiz Han’ın yasaya verdiği önem ve bu konudaki çabası şöyle anlatılır:
Kağan Yasa koşullarını belirliyordu. Arkadaşları ve ailesinin üyeleriyle birlikte tartışıyorduk. Yasalarını tüm bozkurtlara -savaşçılarını öyle adlandırmıştı- uygulayacak, böylece gelecekteki Moğol halkının yaratılmasını, onların güçlü ve birlik olmalarını, atalarının değerlerine saygı göstermelerini, Kağan’ın onur kurallarına uymalarını sağlayacaktı. (…) İlk Yasalar suyun ve ateşin kullanılmasıyla ilgili izinler ve yasaklardan oluşuyordu. (s. 199)
Cengiz Han’ın koyduğu yasalar, aslında onun hayata tutunmaya çalıştığı yıllarda yaşadığı olaylar ile yakından ilgilidir. Geçmişte kendi yaşadığı zorlukları başkaları da yaşamasın diye kurallar koyar ve Moğolların sosyolojik düzenine katkı sağlar. Örneğin; “At hırsızları, bakirelere tecavüz edenler, aynı cinsiyetten bir hayvan ya da insanla ilişkiye girenler, aile üyeleriyle zina yapanlar, üstlerinden onay almadan bir tutsak öldürenler, ölüm cezasına çarptırılacaktı(r)” (s. 200) Daha romanın başında Temuçin, atlarını çalan hırsızların peşinden koştururken görülür. Borçu’nun yardımıyla çalınan atlarını bulur. Bu olay ona hem dostluğa vefa göstermeyi öğretir hem de at hırsızlığının ölüm ile sonuçlanacak bir suç olarak yasaya girmesine vesile olur. Boyunun terk edip gittiği yıllarda açlıkla mücadele etmesinden ötürü, Cengiz Yasası’nda yemeğe ve yemek paylaşımına son derece saygı duyulduğu görülür. Özdemir’in Alinge’den aktardığı üzere: “Başkasının yanında onu birlikte yemeğe çağırmadan bir şey yemek ve arkadaşlarından daha çok yemek yasaktır. Üstünde yemek pişirilen bir ateşin veya yenilmekte olan bir yemeğin üzerinden geçmek yasaktır.”[133 - H. Ahmet Özdemir, “Klandan İmparatorluğa Cengiz Han’ın Soyu, Yetiştiği Ortam Çocukluğu Kişiliği ve Yasası”, Marife, Bahar 2011, s. 43.] Çok yemekten dolayı kusanın cezası ölümdür. Yine boyun ileri gelenlerinden birinin karısını kaçırmak da yasaktır. Bu yasak, Börte kaçırıldığında Cengiz’in hissettikleri doğrultusunda yasaya koyulmuş olmalıdır. Diğer devletlere gönderdiği elçilerinin, kafaları kazınmak suretiyle hakarete uğradığını, öldürüldüklerini gördükten sonra, elçilerine el sürülmesine izin vermeyeceğine ant içer. Ve Yasa’dan sorumlu yazıcıya, “hangi boydan olursa olsun elçilerin dokunulmaz olduklarının ilan edilmesini” (s. 422) buyurur.
Sosyal hayatı düzenleyen bu yasakların uygulanması esnasında kimseye bir ayrıcalık gösterilmez. Moğol soyundan gelen Curkinler, Temuçin savaştayken onun obasını yağmalayınca, Temuçin, Curkinlerin önderi Kersey’in başını uçurur. “Böylece herkes Moğol soylularının ve Moğol ulularının Yasa’nın üzerinde olmadığını anlar.” (s. 232) “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar, herkes genç Temuçin Kağan’ın yeğenini Yedi Tepeler’in eteğinde ihanetten ve itaatsizlikten öldürdüğünü biliyordu.” (s. 234) Sadece soylular değil, köle ve yabancıların hakları da yasanın koruması altına alınmıştır. “Yabancıların da böyle bir düzende bir ırk güçlüğü yaşadığı görülmemişti. Hepsine eşit davranılıyor, hepsinden aynı itaat bekleniyor, hepsi de ölünceye kadar yanındakine yardım ediyordu. Jinli köle de Moğol soylusu da aynı ödüllere ya da aynı cezalara adaydı.” (s. 427) Cengiz Han’ın oluşturduğu kurallar ve hâkimiyeti altındakilere karşı gösterdiği adaletli yaklaşım, farklı kabilelerden birçok insanı bir arada tutabilme ve topraklarını bu denli büyütebilme başarısının altında yatan sebeplerden biridir.
2.6. Yazılı Kültür ve Cengiz Han
Borçeginlerden Yesügey’in oğlu Temuçin; yetişme şartları, bu şartların şekillendirdiği karakter özellikleri, askerî ve siyasi dehası sayesinde çok kısa süre içinde Kore Yarımadası’ndan Tuna Nehri’ne kadar yeryüzünü oluşturan toprakların yaklaşık üçte birini hâkimiyeti altına alır.[134 - Engin Kırlı, “Cengiz Han’ın Hayatı ve Askeri Seferleri”, s. 89.] Bu kadar farklı boyun ve geniş toprakların yöneticisi olmak, ona askerî ve siyasi hamleler yapmaktan öte sorumluluklar yükler. Cengiz Han, eğitim, kültür, zanaatın gelişmesi ve böylece bir medeniyetin oluşması için de gerekli adımları atmaktan geri durmaz. Romanda Cengiz Han’ın bu konudaki çabası, şu şekilde anlatılır:
Naymanların çoğunu doğuya gönderdi, zanaatkârları özellikle de usta demircileri kabilelere dağıttı. Tay Han’ın danışmanlarından sakin görünüşlü bir Uygur olan Tata Tonga’yı yanında alıkoydu. Bu bilgin Uygurca, Jince ve Sartça okuyup yazabiliyordu. Bunun yanı sıra bazı Moğol, Nayman, Kırgız ve Karaim lehçelerini de konuşuyordu. Temuçin bu değerli bilgine önemli sorumluluklar verdi. Bunlardan birincisi, yasağın sözlü maddelerini Uygurcaya çevirmekti. Tata Tonga bunun yanı sıra Temuçin’in oğullarının eğitimini de üstlendi, Cuci, Çağatay, Ögedey ve Toluy Uygurcayı konuşmayı, yazıp okumayı öğrendiler. (…) Tata Tonga, Kağan’ın tercümanı oldu, baş eğen bütün boyların konuşup anlayacağı ortak bir dil bulmakla görevlendirildi. (s. 314)
Cengiz Han Moğolistan’daki kavimlerin mutlak hâkimidir. Bu kadar insanın adil bir şekilde yönetilmesi, yasa ile yasa da yazı ile olur. Cengiz Han’ın yazı ile olan ilgisi, Naymanları itaat altına almasından sonra başlar. Tarihçi Cüveyni’nin aktardığına göre Tatarların kendilerine ait alfabeleri yoktur. Zaten Moğolların ilk yazılı metinlerine de Uygur harflerinin kullanılmasından sonra rastlanır. Uygur yazısının kullanılmasının ilk önemli sonucu, Moğol kanunlarının yazıya geçirilmesi olur.[135 - Engin Kırlı, “Cengiz Han’ın Hayatı ve Askeri Seferleri”, s. 98-99]
Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar, bozkırda yaşayanlardan daha medeni ve eğitimlidir. Kendilerine ait bir yazı sistemleri vardır. Ancak etkili bir askeri güce sahip değildirler. Uygurlar için Cengiz Han’a biat etmekten başka çare olmadığından Uygur lideri İdikut, Cengiz Han’a elçilerini göndererek ondan lütuf ister. Bu biat isteği, Cengiz Han’ı çok sevindirir ve İdikut’a kızlarından birini vererek akrabalık bağı oluşturur. Cengiz Han’ın bu hamlesinin altında, ilk kez medeni bir topluluğu hâkimiyeti altına alma isteği vardır. Zira sonraki seferleri için sadece güç kullanmanın yeterli olmayacağını, yerleşik medeniyetler ile mücadele için onları tanımak gerektiğinin farkındadır. Uygurlar arasında Naymanlara danışmanlık yapmış olan Ta-ta-tunga isimli vezir, Cengiz’in oğullarını eğitmek için görevlendirilir ve Cengiz Han, kendi yazı geleneği olmadığı için, Uygur yazı dilini bürokratik işlerde kullanmaya başlar.[136 - Nadir Devlet, Asya Fatihi Cengiz Han, s. 105.] Kendisine biat eden bütün boyların konuşabileceği, anlaşabileceği ortak bir dil oluşturma çabası, özellikle bilim adamlarına gösterdiği saygı, Cengiz Han’ın öngörülü, vizyoner kişiliğinin göstergesidir. O, hâkimiyeti altına aldığı topluluklarda, yakıp yıktığı şehirlerde bile esnaf ve zanaatkârları değerlendirmeyi tercih eden, kendi milletinde eksik olanı, mevcut olan topluluklardan alıp kendi bünyesine adapte etmeyi başarabilen bir lideridir.
Sonuç
Farklı tarih tezleri ışığında bakıldığında farklı yorumlamalarla karşılaşılması muhtemel olan Moğol tarihi, yakım ve yıkımın tarihi olarak anılsa da Moğol lideri Cengiz Han’ın tarihte iz bıraktığı gerçeğini görmezden gelmek mümkün değildir. Cengiz Han’ın başarısı, kuşkusuz sadece güçlü ve gaddar bir ordu kurmuş olmasına bağlanamaz. Bu ölçekte bir toprak parçasını tüm unsurlarıyla birlikte bir arada tutabilmek için yönetim kabiliyeti olan bir lidere ihtiyaç vardır. Cengiz Han’ın biyografisi ve Moğol tarihi üzerine inşa edilmiş olan Moğol Kurdu romanından hareketle tespit edilen liderlik vasıfları şunlardır:
• Cengiz Han, bozkırın zorlu koşullarına terk edilmiş ve korunaksız bir şekilde hayata tutunmayı başarmıştır. Bu durum, zorlukların yıldıramadığı, mücadeleci bir kişiliği olduğunun göstergesidir.
• Öfkesini ve her türlü duygu durumunu kontrol edebilen, harekete geçmek için en doğru zamanı bekleyebilen sabırlı bir liderdir.
• Moğol boylarını birleştirmek amacında olduğundan en ufak bir ayrışmaya müsaade etmemiş, yeri geldiğinde hanımının kaçırılmasına dahi göz yummuş, büyük oğlu Cuci’nin Merkitlerden olma olasılığını bir ömür içinde taşısa da aile bütünlüğünü bozmamıştır.
· Aile bağlarından kaynaklanan herhangi bir zaafın içine düşmemiş, gerektiğinde en yakınını dahi cezalandırmayı bilmiştir.
· Çalınan atlarını bulmasına yardımcı olan Borçu’dan başlayarak, Cengiz Han olma yolculuğunda kendisine en ufak bir yardımı olanı asla unutmamış, vefanın bir fazilet olduğunu göstermiştir.
· Gücün yanında saf tutan, taraf değiştiren, efendisine ihanet eden, sırra sahip çıkmayı bilmeyen kim varsa en ağır şekilde cezalandırmış, etrafında bir dalkavuk ve hain topluluğunun oluşmasını engellemiştir.
· Dürüstlük ve sadakati her zaman ödüllendirmiştir.
· Hâkimiyeti altındaki insanlara adil davranmaktan vazgeçmemiş, bunu sağlamak için Cengiz Yasası’nı oluşturmuştur. Yönetiminde keyfiyet değil, disiplin ve kurallar ön plana çıkar.
· Din adamlarına, bilim insanlarına, esnaf ve zanaatkârlara saygı duymuş, onların toplum içindeki gücünden yararlanma yolunu seçmiştir.
· Mutlak hâkimiyet kurmak için hain, güçsüz ve korkaklara asla merhamet göstermemiş, kendisine rakip olabilecek kim varsa ortadan kaldırmış, acımasız bir tutum takınmıştır.
· Kendisine biat edenlere dokunmamış, savaşı seçenleri de bütün varlıklarıyla birlikte acımasız bir şekilde yakıp yıkmıştır. Yakıp yıktığı şehirlerden birkaç kişinin sağ olarak kaçmasına müsaade ederek yaşananları diğer topluluklara aktarılmasını sağlamıştır. Bu davranış, onun savaşmadan uzlaşarak hâkimiyet kurmayı amaçladığını gösterir.
· Savaşlarda propaganda, psikolojik taktik vb. yararlanmış, askeri gücünü en verimli şekilde kullanmıştır.
· Kazanılan ganimetleri adil ve cömertçe paylaştırmış, iyi ve örnek bir lider olarak seferlerde askerinin yanında yer almış ve onları motive etmiştir.
· Yanlışında ısrar etmemiş, kendi topluluğunda eksik olanları başka topluluklardan alıp kendi bünyelerine entegre etmeyi başarmıştır.
· İleri görüşlüdür. Daha hayattayken oğulları taht kavgasına düşüp ayrılık çıkarmasınlar diye kendinden sonraki vârisi belirleyerek topraklarını evlatları arasında paylaştırmıştır.
· Moğol Kurdu romanından hareketle tespit edilen bütün bu özellikler, Cengiz Han’ın liderlik vasıflarını taşıyan karizmatik bir lider olduğunun göstergesidir.
Kaynakça
Abdullah Temizkan ve Erhan Aktaş. Türk Devlet Geleneğinde İktidarın Meşrulaştırılmasında Rüyanın Kullanımı. Karadeniz Araştırmaları, S. 33, Bahar 2012, s. 13-22.
Bilen Yılmaz. “Moğolların İnanç Sistemindeki Dişil Özellikler ve Kadına Dair Bazı Tespitler.” Türk Dünyası Araştırmaları, C. 127, S. 250, Ocak-Şubat 2021, s. 67-82.
Ekrem Kalan. “Moğollarda Yazılı Geleneğin Kökenleri ve Cengiz Taşı.” Türkbilig, S. 35, 2018. s. 1-16.
Engin Kırlı. “Cengiz Han’ın Hayatı ve Askeri Seferleri.” ESOGÜTD, C. 2, S. 1, 2019, s. 84-111.
H. Ahmet Özdemir. “Klandan İmparatorluğa Cengiz Han’ın Soyu, Yetiştiği Ortam Çocukluğu Kişiliği ve Yasası.” Marife, Bahar 2011, ss. 31-50.
Homeric. Moğol Kurdu. çev. Ali Cevat Akkoyunlu. İstanbul: Doğan Kitap, 1999.
Mustafa Kalkan. “Bozkır Kültüründe At ve Prjevalskiy Atının Bu Kültüre Kazandırdığı Dinamizm”, Erdem, 1997, C.9, S. 27, ss. 1129-1242
Mehmet Kaan Çalen. “İkinci Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru,” Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 13, S. 4, 2016, ss. 227-254.
Murat Tural. “Moğol Toplum Hayatında Ölümünden Sonra Cengiz Han,”
Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 13/2, 2018, ss. 197-210.
Nadir Devlet. Asya Fatihi Cengiz Han, İstanbul: Başlık Yayınları, 2010.
Zahide Ay. “Orta Asya’da Cengizli Hanedanların Devletleşme Sürecinde Eski İnanç Unsurlarının Rolü,” USAD, 10, Bahar 2019, s. 266-286.
M. ONUR HASDEDEOĞLU[137 - Doç. Dr., Kastamonu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.]: BOZKIRIN GAZABI CENGİZ HAN
1. Romanın Adı:
Cengiz Han (Mehmet Kemal Erdoğan)
1.1. Romanın Kimliği
Mehmet Kemal Erdoğan tarafından kaleme alınan ve ilk kez 2016 yılında Kariyer Yayıncılık tarafından yayımlanan Cengiz Han romanı 2018 yılında ikinci baskısını yapmıştır.[138 - Mehmet Kemal Erdoğan. Cengiz Han. İstanbul: Kariyer Yayıncılık, 2016. (Sayfa numaraları 2018’deki 2. Baskıya aittir.)] Bu çalışmada romanın ikinci baskısından faydalanılmıştır. Başkahraman Temuçin (Cengiz Han) ağzından anlatılan eser, Cengiz Han’ın gerçek hayat hikâyesini yansıtan biyografik ve tarihî roman niteliklerini taşır.
1.2. İsimden İçeriğe
Başlığından da anlaşılacağı üzere roman, dünya tarihinin en ünlü komutanlarından ve liderlerinden biri olan Cengiz Han’ın hayatını konu alır. Cengiz Han’ın dokuz yaşında babasını kaybettiği dönemden başlayarak ölümüne kadar süren hayatını kahramanın ağzından anlatan 254 sayfalık roman, “Bozkırın Ruhu”, “Börte, Benim Güzel Çiçeğim”, “Gökteki Son Yıldızlar”, “Toğrıl’ın Obasına Yolculuk”, “Kerulen’deki Obamız”, “Merkitlerle Göğüs Göğüse”, “Bodur Ağaç”, “Camuka’dan Ayrılma Zamanı”, “Kurduğum Düzen”, “Camuka ile İlk Savaş”, “Kölelik Günlerim”, “Tankut Rahibi”, “Arap Köle Tüccarı”, “Moğol Topraklarında”, “Önümdeki İlk Engeldi Camuka”, “Targutay’ın Sonu”, “Tatarlarla Savaş”, “Camuka ile İlgili Haber”, “Tankut Krallığının Sonu”, “Güneşin Doğduğu Topraklar”, “Kızıl Taht”, “Jin İmparatorluğu Kuşatması”, “Harzem Şah ile Savaş”, “Bozkır ve Gazap”, “Savaşlar Asla Bitmez” ve “Son Sözler” başlıklı yirmi altı alt başlığa ayrılmıştır. Tanrısal bakışı açısıyla Cengiz Han’ın ölümünden hemen sonraki sürecin anlatıldığı bir buçuk sayfalık “Son Sözler”e kadar olan yirmi beş bölümde anlatıcı, başkahraman Cengiz Han’dır.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/anonimnyy-avtor/cengiz-han-i-aramak-69499573/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
İnci Enginün. “Gılgamış destanı ve oyun yazarlarımız,” Araştırmalar ve Belgeler. İstanbul: Dergâh Yayınları, Kasım 2000, s. 231.
2
İnci Enginün. “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında Atatürk,” Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları. 6. Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, Mart 2007, s. 472.
3
Nadir Devlet, bu makaleyi John Man’ın Cengiz Han kitabından öğrendiğini söylüyor ve kaynak gösteriyor. Meraklıları için asıl metinden alıntı: “… In surveys of DNA variation in Asia, we typed 2,123 men with ⩾32 markers to produce a Y haplotype for each man; these included 1,126 individuals described elsewhere (Qamar et al. 2002; Zerjal et al. 2002). Over 90% of the haplotypes showed the usual pattern (Mohyuddin et al. 2001): most males had a unique code; and the few haplotypes present in more than one individual were generally found within the same population…” Tatiana Zerjal, Yali Xue, vd 23 kişi. “The Genetic Legacy of the Mongols,” The American Journal of Human Genetics, Volume 72, Issue 3, 2003, Pages 717-721, ISSN 0002-9297, (04.03.2022)
4
Prof. Dr., Kastamonu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü.
5
Dr. Öğretim Üyesi, Celal Bayar Üniversitesi.
6
Tim Severin. In Search of Genghiz Khan. Photography by Paul Harris. 1st American ed. New York: Atheneum Macmillan Publishing Company, 1992, s. 14.
7
Brian Jacomb. “Ruler of the Sky. A Novel of Genghis Khan By Pamela Sargent” March 16, 1993. https:// www.washingtonpost.com/archive/lifestyle/1993/03/16/book-world/8cfe58a7-957f-4b85-9081-e-7c8eba994d9/ (26.02.2022) “… Pamela Sargent, well known for her science fiction, has chosen to depict the life and times of Genghis Khan in her first historical novel and has done so primarily through the women around him.”
8
https://www.amazon.com/Ruler-Sky-Novel-Genghis-Khan-ebook/dp/B00J90CDT8 (26.02.2022) Editorial Reviews: “The ruthless 13th-century warrior Genghis Khan, who built a vast empire in his drive for world conquest, is the subject of this workmanlike historical novel, a panorama of warfare, intrigue, sex and betrayal. In Sargent’s (Ruler of the Sky) somewhat romanticized portrayal, the Mongol ruler is a schizoid figure capable of both monstrous savagery and saintly humility and forgiveness. We see Genghis Khan through the eyes of women who loved and manipulated him. His doting mother, Honelun, stirs his lust for vengeance by telling tall tales of his father’s poisoning. His chief wife, Bortai, is bitter over his neglect of her. Another wife, Ibakha, rashly attempts to convert the ruler from worship of the sky-god Tengri to Christianity. Still another spouse, Ch’i-kyuo, a ladylike Chinese princess, has lesbian trysts with a Han concubine. Genghis Khan himself enjoys simultaneously bedding two additional wives, Tatar sisters Yisui and Yisugen, and we also read of his homosexual relationship with a friend whom he later orders to be hung. Sargent’s flat prose is plodding and ridden with cliches, but it helps anchor the exotic excesses of the violent world she describes.”
9
M. Kussainova ve Zh. Abdigapbarova. “The Image of Historical Figures in Kazakh Literature,” June 2016, International Journal of Social Science and Humanity 6 (6): 437-455. (https://www.re-
10
Doç. Dr., Kastamonu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü
11
Dinç, S. (2019). 13. Yüzyılda Moğol Posta Teşkilatı (Yam), Danışman: Derya Derin Paşaoğlu, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Mayıs, Trabzon.
12
Bayaut, Bayat boyunun Moğolca’daki söylenişidir. Bayat boyu bilindiği gibi Oğuzların 24 boyundan birisidir. Dede Korkut destanlarında Dede Korkut’un bu boydan olduğu kaydedilmiştir. Gene tarihi şahsiyetlerden Harezmşah Atsız’ın evlendiği Terken Hatun da bazı kaynaklara göre bu boydan gösterilmiştir. Bayat boyu Gerdizi’nin verdiği Kıpçak boyları içinde de yer almaktadır. Gerdizî Kıpçakları oluşturan yedi boydan birinin Bayatlar olduğunu yazmıştır. Bayatlar görüldüğü gibi hem Oğuzlar hem Kıpçaklar hem de Moğol boyları içinde bulunmaktadır. Bayat sözü “Bay” sözüne Moğolca çokluk eki olan “– at” ekinin eklenmesi ile oluşmuştur. Bay Türkçe’de değişik biçimlerde kullanılmıştır. Mesela Boy- gibi Boy-abat sözü de bu isimden ortaya çıkmış olmalıdır. Bugünkü Türk lehçelerinde de canlı olarak kullanılan bu söz genellikle zengin ve bey anlamında kullanılmaktadır. (Ercilasun, 1992: 56) Boyabat adı da zengin topraklara sahip yer, verimli topraklar anlamına gelmektedir. Türkçe’de –a ünlüsünün değişiklik göstermesi mümkündür. Bay bazen Boyabat yer adında olduğu gibi “Boy” biçiminde de söylenebilir. Bayat adı bize aslında Türklerle Moğollar arasındaki yakınlığı da göstermektedir. Oğuz ve Kıpçaklarda bulunan bu boy Moğolların arasına da girmiştir.
13
René Grousset Calayırların Türk göçerler olabileceğini yazmıştır. (Grousset, 2001: 19) Zeki Velidi de Celayirler ve bazı Moğol boylarının Türk olduğunu söylemiştir. (Togan, 1969-1970: 18-23) Bugün Celayirler çoğunluk olarak Kazakistan coğrafyasında bulunmakta ve Kazakların büyük boylarından birini teşkil etmektedir. Celayir boyu geçmişte İlhanlı Devleti içinde de önemli rol oynamıştır. Hatta bu boyun mensupları Moğollarla birlikte 1240 Kösedağ savaşından sonra Anadolu’ya da gelmişlerdir. Günümüzde Anadolu’da bu boya mensup kişiler bulunmaktadır.
14
Bu isimlerin telaffuzları Ahmet Temir’in okuyuşuna göre yazılmıştır.
15
Altan Tobçi’de bu isim Bartam olarak geçmektedir. (Gülensoy, 1974: 621)
16
Tuncer Gülensoy bu olayın ileride unutulmaması için–yani Timuçin’in esir alınması için–bu adın verildiğini yazmıştır. (Gülensoy, 1967: 190)
17
Altan Tobçi’de Ögelen-eke (Gülensoy, 1974: 622)
18
Altan Tobçi’de Konggurat
19
Altan Tobçi’de Torkan-şira (Gülensoy, 1974: 627)
20
Timuçin’e Celayir, Tohura, Tarhud, Çangşi’ut, Baya’ud, Barulas, Manghud, Arulad, Uriyanghan, Besud, Suldus, Honghotan, Olhuno’ud, Horolas, Dörben, İkires, Noyakin, Oronor, Baa’rin, Geniges, Cadaran, Curkin, kabilelerine mensup kişiler katıldılar.
21
Cengiz veya Çingiz adı hakkında ilk çalışmalardan birini Osman Turan yapmıştır. (Turan, 1941: 267-276)
22
Cebe Türkçe ve Moğolca’da ok anlamına gelir.
23
Lubb-et-tevârîh’te Moğollarla Celaleddin arasında yedi savaş olduğu, bunun altısını Celâleddin’in kazandığı kaydedilmiştir. (Gençtürk, 2019: 168)
24
Celâleddin Harizmşah’ın yakınında bulunan En-Nesevi bu olayı daha ayrıntılı olarak vermiştir. “… Bu savaşta Celâleddin, bizzat Cengiz Han ordusunun merkezine hücum etti. Merkezi yardı, ikiye böldü. Bu baskın karşısında Cengiz Han atını üzengileyerek ölümden kaçmak zorunda kaldı. Yenilgi felâketinin Moğollara yüklenmesine ramak kaldı. Fakat Cengiz, savaşa başlamadan önce en seçkin süvarilerinden bin kadar savaşçı ayırarak pusuya yatırmıştı. Bunlar aniden Celâleddin’in sağ tarafına saldırdılar. Bu kanadı bozarak merkez üzerine atılmayı başardılar. Bu durum, merkezin de sarsılmasına neden oldu. Celâleddin’in ordusu Moğğollar tarafından Sind nehri üzerine püskürtüldü. Bu kanlı gün, savaş alanını kana bulanmış cesetler, nehirde boğulan insanlarla doldurarak sona erdi. Celâleddin’in yedi veya sekiz yaşındaki bir çocuğu savaş sırasında esir alınmıştı. Çocuk Cengiz’e götürüldü ve gözü önünde boğazlandı. Celâleddin savaş alanından nehir kıyısına geldiği zaman annesini ve karılarını burada buldu. Bahtsız kadınlar, çığlık içinde Celâleddin’in kendilerini bizzat öldürmesini, düşmana esir bırakmamasını dilediler. Celâleddin dediklerini yaptı ve ölülerini nehre attırdı. Kendisi de, sırtında zırhı olduğu halde atını nehre sürdü. Eşsiz hayvan nehrin müthiş dalgaları ve düşmanın ok yağmurları arasında kendisini karşı kıyıya geçirdi. Bu kahramanlığa hayran olan Moğollar, ellerinde olmayarak bu şanlı düşmanlarını alkışladılar…”(Günaltay, 1991: 175-176) Moğolların Gizli tarihinde Celâleddin’in Sind nehrini at üzerinde yüzerek geçtiği ayrıntısı yoktur.
25
Ahmet Temir bu ifadedeki ilk sözü Kiyev olarak tespit etmiştir. Ancak bu söz Hankirman sözünden başka bir şey değildir. Hankirman eski Kasım Hanlığının merkezidir ve Mişerlerle meskûndur (Türkoğlu, DİA, C.25, 2002: 137)
26
TÜRKSOY Genel Sekreteri, yazar.
27
Dr. Öğretim üyesi. Kastamonu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi.
28
Bk. Anonim. Mongolun Nigoça Tobçiyan. Trs. B. Sumyabaatar, Ulaanbaatar: Ulsin Hevleliin Gazar, 1990; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk. Topkapı Sarayı Müzesi, III. Ahmed Kitaplığı, Envanter Nu: 2937; Ebülgazi Bahadır Han. Şecere-i Türk. Çev. Arif Acaloğlu, İstanbul: Selenge Yayınları, 2020, s. 58-59; Michal Biran. Cengiz Han. Çev. Ahmet Fethi Yıldırım, İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları, 2019, s. 49-51.
29
Kahraman, cesur, yiğit gibi manalara gelen bir onurlandırma ifadesi olarak kullanılmaktadır. Volker Rybatzki. Die Personennamen und Titel der Mittelmongolischen Dokumente. Helsinki: Publications of the Institute for Asian and African Studies, 2006, s. 209; Ferdinand Lessing, Moğolca Türkçe Sözlük, C. I, Çev. Günay Karaağaç, Ankara: TDK, 2003, s. 108. Ayrıca Moğol tarihi ile ilgili isim ve terimlerin anlamları hakkında detaylı bilgi için bk. Paul Buell. Historical Dictionary of the Mongol World Empire. Maryland: The Scarecrow Press, 2003; Timothy Michael May. The Mongol Empire. California: Abc-Clio, 2017.
30
Yesügey Bagatur’un bu eşinin adı Sagan Setsen’in eserinde Dagaşi, Mergen Gegeen’in eserinde ise, Mangala olarak geçmektedir. Bk. Sagan Setsen. Erdeniin Tovç. Haz. M. Bayarsihan, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006, s. 58; Mergen Gegeen. İh Mongol Ulsin Ündsen Altan Tovç Tuuj Orşvoi. Haz. D. Bürnee, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006, s. 60-61.
31
Lubsandanzan. Altan Tovç. Haz. Ş. Çoimaa, Ulaanbaatar: Tüühen Survalç Biçgiin Tsvral, 2006, s. 46-47.
32
Olhunud, Ongirad boyuna mensup Kabay Şire’nin oğlu Olhunud’un soyundan gelenlere verilen bir şube adıdır. Bk. Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 54; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Câmi-u’t Tevârîh. C. I, Neşr. Muhammed Ruşen – Mustafa Musevi, Tahran: İntişarat-ı Elburz, 1995, s. 162; Ch’i T’ang. “Moğol Sülalesi Devrinde Türk ve İslam Dünyası ile Temaslarda Bulunan Şahsiyetler”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsü. İstanbul: Basılmamış Doktora Tezi. 1970, s. 53.
33
Hükümdar eşlerine verilen ve Çin dilinde Hatun manasına gelen bir saygınlık ifadesidir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Câmiu’t Tevârîh, s. 274; Anonim. Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 56; Volker Rybatzki, a.g.e., s. 25.
34
Baykal Gölü’nün güneyinden başlayarak Orhun ve Selenge Nehirlerinin aşağı bölgelerinde yaşayan bir boydur. Reşîduddîn bu boyun Moğollar gibi eskiden Türklere bağlı olduğunu söylemektedir. Dillerinin Moğollardan farklı ama benzer olduğunu ifade etmektedir. Moğollar ihtişamlı bir devlet kurunca onların da Moğol olarak anıldığını belirtmektedir. Çin kaynaklarında Ak Tatarlar’a mensup oldukları bilgisi bulunmaktadır. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî. Câmiu’t Tevârîh, s. 65; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 200; Timothy Michael May, a.g.e., s. 225.
35
Büyük, ulu, yüce, yaşça büyük manasına gelmektedir. Bk. Ferdinand Lessing, a.g.e., s. 688; Volker Rybatzki, a.g.e., s. 726.
36
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 54-57; Anonim. The Secret History of the Mongols. Tr. Igor de Rachewiltz, Leiden: Brill, 2004, s. 11-12; Anonim. Moğolların Gizli Tarihçesi. Çev. M. Levent Kaya, Ed. Ekrem Kalan, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2011, s. 22-23; Lubsandanzan, a.g.e., s. 41-42.
37
Temüçin, Cengiz Han’a bütün Moğolistan’ı birleştirip yönetmeye başlamadan önce verilen gerçek adıdır. Bu nedenle 1206 yılı öncesinde gerçekleşen olaylarda ondan Temüçin olarak bahsetmek daha münasip olacaktır.
38
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 64; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 13; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 24; Lubsandanzan, a.g.e., s. 46.
39
Michal Biran, a.g.e., s. 53; Timothy May. Moğol İmparatorluğu. Çev. Ülke Evrim Uysal, İstanbul: Kronik Yayımcılık, 2021, s. 57; Karenina Kollmar Paulenz. Moğollar. Çev. Hakan Aydın, İstanbul: Runik Yayınları, 2020, s. 23.
40
Ambagay Kağan, Kabul Kağan’ın dedesi Baysungur Dogşin’in kardeşi Çaragay Lingu’nun Sengün Bilge’den torunudur. Bk. Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 46-48; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 99a-b.
41
Tatar ifadesi Çin kaynaklarında kuzeyde yaşayan boylar için kullanılmaktadır. Bunlar kendi aralarında Ak Tatar, Kara Tatar ve Yabani Tatar olarak üçe ayrılmaktadır. Cengiz Han’ın bunlar arasından Kara Tatarlara mensup olduğu yazılmaktadır. Ancak Orhun yazıtlarında Tatarların farklı bir boy olduğu görülmektedir. Reşîduddîn bu genellemeyi, Tatarların bir dönem çok meşhur olmalarından dolayı birçok Türk boyunun kendisini bu adla ifade etmelerinden kaynaklı göstermektedir. Ele aldığımız dönem içerisinde ise Tatarlar, yine müstakil bir boy olarak görülmektedir. Buna rağmen İslam kaynaklarında Moğollara yine Tatar dendiği de bilinmektedir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, , s. 77-78; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 91-92; Timothy Michael May, a.g.e., s. 249-250; Kürşat Yıldırım. “Tatar Adının Kökeni Üzerine”. Türkiyat Mecmuası. C. 22, S. 2, 2012; Muharrem Ergin. Orhun Abideleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2011.
42
Kuzey Çin’de Kitanların hâkimiyeti altında bulunan Tunguz boylarının birleşip isyan etmesi sonrasında 1115 yılında Agudai tarafından kurulmuştur. Agudai kendi sülalesine Kin (Altın) adını vermiştir. Böylelikle devlet bu ad ile anılmıştır. Bk. Wolfram Eberhard. Çin Tarihi. Ankara: TTK, 2007, s. 249-251; Christopher Atwood. Encyclopedia of Mongolia and the Mongol Empire. New York: Facts on File, Inc, 2004, s. 275; Timothy Michael May, a.g.e., s. 212.
43
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 63-64; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 13; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 23-24; Lubsandanzan, a.g.e., s. 44-45; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 284.
44
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 65; Lubsandanzan, a.g.e., s. 47
45
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 561; Muhammed Mîrhând. Târîh-i Ravzatu’s Safâ. C. VIII, Neşr. C. Kiyanfer, Tahran: İntişarat-ı Esatir, 2006, s. 3777; Gıyâsuddîn Hândmîr. Târîh-i Habîbu’s Siyer. C. III, Neşr. M. Debirsiyaki, Tahran: Ketab Furuşi Hayyam, 1984, s. 16; Ebülgazi Bahadır Han. a.g.e., s. 61.
46
Ongirad boyu Çin kaynaklarına göre, Onggir Gölü kıyısında yaşadığı için bu isimle anılmıştır. Reşîduddîn Fazlullah onların neseblerini Ergenekon Destanı’na kadar götürmektedir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s.157; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 53; Timothy Michael May, a.g.e., s. 233.
47
Seçen ifadesi akıllı, bilgili, aydın manasına gelmektedir. Bk. Volker Rybatzki, a.g.e., s. 644; Ferdinand Lessing, a.g.e., s. 1056.
48
Börte, çilli, noktalı, benekli, boz manalarına gelmektedir. Bk. Volker Rybatzki, a.g.e., s. 262; Ferdinand Lessing, a.g.e., s. 205.
49
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 65-73; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 13-16; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 24-26.
50
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 73-75; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 16; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 26.
51
Tayiçiguud, Çaragay Lingu’nun torunu Amabagay’ın yönetiminde bulunan halkı ifade etmek için kullanılmaktadır. Hangi dönemde ayrı bir boy haline geldiğine yönelik çeşitli rivayetler vardır. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 186-187; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 245.
52
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 77-86; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 17-20; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 29-33.
53
Anda, yeminli kardeş, kan kardeşi, arkadaş manalarına gelmektedir. Bk. Volker Rybatzki, a.g.e., s. 126-127; Ferdinand Lessing, a.g.e., s. 68.
54
Kereyit boyu önceleri Altay Dağları ve İrtiş Nehri arasında yaşarken sonra Orhun Nehri civarına göçmüştür. Reşîduddîn Fazlullah’a göre, onlar eskiden Türklere bağlı bir boy olup, dilleri Moğollardan farklı ama benzerdir. Moğollar ihtişamlı bir devlet kurunca onlar da bu devlete bağlanmışlardır. Bu nedenle Moğol olarak anılmışlardır. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 111-112; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 157; Timothy Michael May. a.g.e., s. 215-216.
55
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 123-129; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 29-30; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 40-41.
56
Michal Biran, a.g.e., s. 55.
57
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 131-143; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 31-33; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 42-43; Lubsandanzan, a.g.e., s. 63-64.
58
Cadaran, Cengiz Han’ın mensubu olduğu Borçigin soyunun atası Bodonçar’ın ilk aldığı eşten dünyaya gelmiş ama Bodonçar’ın oğlu olmayan Caciraday’ın soyundan gelenlere verilen boy adıdır. Bk. Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 39-41. Reşîduddîn bu boyun Kabul Han’ın kardeşi Bayan’ın soyundan geldiğini rivayet etmektedir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 201-202; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 100b.
59
Reşîduddîn bu ismin Ce Kembu şeklinde olup Çinliler tarafından verildiğini söylemektedir. Manasının ise “Vilayet Büyüğü” olduğunu belirtmektedir. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 117.
60
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 145-180; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 34-44; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 49-59.
61
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 71-72, 94. Çuci hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Peter Golden. “Tuşi: The Turkic Name of Joçi”. Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae. C. 55, S. 1/3, 2002; Ekrem Kalan. “Tarihi Kaynaklara Göre Cuci Adının Kökeni ve Cengiz Kağan’a Oğul Olma Sorunsalı”. Tarih İncelemeleri Dergisi. C. 27, S. 1, 2012.
62
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 186-217; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 45-52; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 60-68; Lubsandanzan, a.g.e., s. 73-78.
63
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 115, 137, 299.
64
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 697-720; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 168-173; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 207-211; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 285-286.
65
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 300-301.
66
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 301-302. Kızları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Çetin Kaya. “Cengiz Han’ın Kızları ve Yapmış Oldukları Evlilikler”. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. C.11, S. 22, 2021; Ömer Subaşı. Moğollarda Kadın, Evlilik ve Dış Siyaset. İstanbul; Selenge Yayınları, 2021; Jack Weatherford. Cengiz Han’ın Kızları. Çev. Mehmet Bilgen, İstanbul: T&K Yayınları, 2016; George Qingzhi Zhao. Marriage as Political Strategy and Cultural Expression Mongolian Royal Marriages from World Empire to Yuan Dynasty. New York: Peter Lang, 2008.
67
Bu takvimlendirme şekli Türkler, Moğollar ve Çin halkları tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Takvim on iki hayvandan oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla Sıçan, Sığır, Kaplan, Tavşan, Ejderha, Yılan, At, Koyun, Maymun, Tavuk, Köpek ve Domuz şeklinde olup her biri bir yıla tekabül ederek on iki yılda bir başa dönmektedir. Ayrıntılı bilgi için bk. Osman Turan. Oniki Hayvanlı Türk Takvimi. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2016; Edouard Chavannes. On İki Hayvanlı Türk Takvimi. Çev. Mustafa Daş, İstanbul: Selenge Yayınları, 2020.
68
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 234-238, 316-325; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 56,57, 76-78; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 74, 106-108; Lubsandanzan, a.g.e., s. 109.
69
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 303.
70
Bu kadının ismi Reşîduddîn Fazlullah tarafından Yesülün olarak kaydedilmiştir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 303.
71
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 325-330; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 78-79; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 108-109; Lubsandanzan, a.g.e., s. 109-110; Şirin Beyânî. Moğol Dönemi İran’ında Kadın. Çev. Mustafa Uyar, Ankara: TTK, 2018, s. 29-30.
72
Aydın Taneri. “Hârizmşahlar mad.”. DİA. C. 16, İstanbul: TDV Yayınları, 1997, s. 228-231; İbrahim Kafesoğlu. Harezmşahlar Devleti Tarihi. Ankara: TTK, 2000.
73
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 754-756; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 181; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 220; Alâeddin Ata-Melik Cûveyni. Târîh-i Cihân Gûşâ. Neşr. Muhammed Kazvînî, Tahran: İntişarat-ı Hermes, 2016, s. 166-171; Alaaddin Ata Melik Cüveynî. Tarih-i Cihan Güşa. Çev. Mürsel Öztürk, Ankara: TTK, 2013, s. 116-121; İbnü’l Esir. İslam Tarihi (El-Kâmil Fit-Tarih). C.XII, Çev. Ahmet Ağırakça – Abdülkerim Özaydın, İstanbul: Bahar Yayınları, 1987, s. 320; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 487-490; Abraham Constantin Mouradgea D’ohsson. Moğol Tarihi. Haz. Ekrem Kalan, İstanbul: I.Q Kültür Sanat Yayınları, 2014, s. 94-95.
74
Bu ifade hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Igor de Rachewiltz. “The Genesis of the Name “Yeke Monggol Ulus”. East Asian History. S. 31, 2006.
75
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 754-773; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 181-188; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 220-227; Çetin Kaya. “Büyük Moğol Ulusu’nda İlk Veliaht Tayini Hususuna Dair Bir İnceleme”. Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi. S. 14, 2021.
76
Tangutlar, VII. yüzyıldan itibaren Ordos bölgesine yerleşmeye başlamış ve aslen Tibetli olan bir halktır. 1038 yılından itibaren Sung İmparatorluğu bünyesinden ayrılarak kendi hükümdarlarını ilan etmiş ve bağımsız olmuşlardır. Bk. Wolfram Eberhard, a.g.e., s. 244-245; Christopher Atwood, a.g.e., s. 590; Timothy Michael May, a.g.e., s. 247-248; Kubilay Atik. “Ortaçağ Bozkır Devletlerinde Hayvancılık Üzerine Yasalar: Tangut Devleti Örneği”. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. C. 13, S. 2, 2020, s. 184.
77
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 805-822; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 196-200; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 235-238; Abraham Constantin Mouradgea D’ohsson, a.g.e., s. 150-152.
78
Beki ifadesi prenses, kraliçe manalarına gelmektedir. Bk. Volker Rybatzki, a.g.e., s. 233-234; Coşkun Erdoğan. “Moğollarda Kullanılan Beki/Begi Unvanı Üzerine Notlar”. Mavi Atlas. C. 7, S. 1, 2019.
79
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 347-349, 450-452; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 84, 109; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 114, 141; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 396-397; Çetin Kaya, “Cengiz Han’ın Kızları ve Yapmış Oldukları Evlilikler”, s. 190-191.
80
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 445-446; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 186; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 139; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 303, 381.
81
Uruguud boyu Kabul Han’ın kardeşi Çagsu’nun soyundan gelen boylardan biridir. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 193; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 100b.
82
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 577-586; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 139-141; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 179-181; Lubsandanzan, a.g.e., s. 120-122.
83
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim. Muizzû’l Ensâb. Bibliotheque Nationale France, Department des Manuscrits, Persian 67, vr. 13b; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 196-197; Abraham Constantin Mouradgea D’ohsson, a.g.e., s. 165-166.
84
Naymanlar, Altay Dağlarının doğu ve batısında yerleşmiş bir Türk boyudur. Bk. Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 124-125; Ch’i T’ang, a.g.t., s. 293; Timothy Michael May, a.g.e., s. 227.
85
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 460-461, 503-506; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 111-112, 122-123; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 143, 154-155.
86
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim, Muizzû’l Ensâb, vr. 13b; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 304.
87
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 507-514; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 123-124; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 156-157.
88
Sagan Setsen, a.g.e., s. 65.
89
Lubsandanzan, a.g.e., s. 174-178; Sagan Setsen, a.g.e., s. 65-67; Ganjidmaa Chimeddorj. “17. Yüzyıl Moğol Müverrihi Sagan Seçen’in “Had-un Ündüsün-ü Erdeni-yin Tobçı” (Hanların Menşei Hakkında Hazinelerin Tarihi)”. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Bilim Dalı. İstanbul: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2017, s. 28-31.
90
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 302.
91
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim, Muizzû’l Ensâb, vr. 13b.
92
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 141-142; Çetin Kaya. “Çağatay Hanlığı ile Büyük Moğol Kağanlığı Arasındaki Siyasi İlişkiler (1227-1318)”. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Antalya: Basılmamış Doktora Tezi, 2021, s. 68-69.
93
Alâeddin Ata-Melik Cûveyni, a.g.e., Neşr. Muhammed Kazvînî, s. 297-298; Alaaddin Ata Melik Cüveynî, a.g.e., Çev. Mürsel Öztürk, s. 228; Ömer Subaşı, a.g.e., s. 242-243.
94
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 449-450; Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 730-736; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 176-177; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 216-217.
95
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim, Muizzû’l Ensâb, vr. 13b; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 303; Ömer Subaşı, a.g.e., s. 244-246; Sümeyye Melek Öncel. “Moğollarda Kadın”. Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı. Konya: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2019, s. 53.
96
Anonim, Mongolun Nigoça Tobçiyan, s. 736-738; Anonim, The Secret History of the Mongols, s. 177; Anonim, Moğolların Gizli Tarihçesi, s. 217; Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 304; Lubsandanzan, a.g.e., s. 196.
97
Ömer Subaşı, a.g.e., s. 243.
98
Lubsandanzan, a.g.e., s. 210-212; Sagan Setsen, a.g.e., s. 74-75, 84-85; Ganjidmaa Chimeddorj, a.g.t., s. 38, 45-47.
99
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Kitâb-ı Nesebnâme-i Mulûk, vr. 106a; Anonim, Muizzû’l Ensâb, vr. 13b.
100
Reşîduddîn Fazlullah Hemedânî, Câmiu’t Tevârîh, s. 304.
101
Bk. Çetin Kaya, “Cengiz Han’ın Kızları ve Yapmış Oldukları Evlilikler”, s. 195-197.
102
Doç. Dr., Azerbaycan Milli İlimler Akademisi, Nizami Edebiyat Enstitüsü, Bakü/Azerbaycan.
103
Con Men. Çingiz xan. Bakı: Qanun nəşriyyatı, 2017. (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.
104
Tofiq Hacıyev. Azərbaycan ədəbi dilinin tarixi (I cild). Bakı, Elm, 2012, s.153-154
105
Tehran Əlişanoğlu. Tarixlə belletrizmin arasında /Müstəqillik körpüsündən keçənlər. Bakı, Elmə və təhsil, 2015, s.70
106
Fərman Kərimzadə. Təbriz namusu. Bakı, Kitab klubu, s.171
107
Fərman Kərimzadə. Təbriz namusu. Bakı, Kitab klubu, 2017, s. 39-40
108
A.g.e., s. 201
109
A.g.e., s. 137
110
Fərman Kərimzadə. Təbriz namusu. Bakı: Kitab klubu, 2017, s. 249
111
Lamiyə Nəsirova. “Təbriz namusu”ndakı Çingiz xan: fateh-hökmdara yazıçı baxışı. https://525.az/news/141899-tebriz-namusundaki-cingiz-xan-fateh-hokmdara-yazici-baxisi
112
Yunus Oğuz. Çingiz xan. Bakı, 2020, s. 9
113
Yunus Oğuz. Çingiz xan. Bakı, 2020, s. 123
114
A.g.e., s. 266
115
Elnarə Qaragözova. Tarixin burulğanında bir fateh – Yunus Oğuz’un “Çingiz xan”ı. https://525.az/news/151574-tarixin-burulganinda-bir-fateh-yunus-oguzun-cingiz-xani
116
Yunus Oğuz. Çingiz xan. Bakı, 2020, s. 393
117
Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi. ORCID: 0000-0002-9833-2593; e-mail: tdalar@kastamonu.edu.tr
118
Ekrem Kalan, “Moğollarda Yazılı Geleneğin Kökenleri ve Cengiz Taşı”, Türkbilig, S. 35, 2018, s. 3.
119
Mehmet Kaan Çalen, “İkinci Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 13, S. 4, 2016, s. 229.
120
Mehmet Kaan Çalen, “İkinci Meşrutiyet Döneminde İki Farklı Cengiz Han Tasavvuru,” s. 248. (A.g.m., s. 248)
121
Homeric, Moğol Kurdu. (Çev. Ali Cevat Akkoyunlu), İstanbul: Doğan Kitap, 1999, s. 13. (Çalışma boyunca verilen sayfa numaraları bu baskıya aittir.)
122
Mustafa Kalkan, “Bozkır Kültüründe At ve Prjevalskiy Atının Bu Kültüre Kazandırdığı Dinamizm”, Erdem, 1997, C.9, S. 27, s. 1130
123
Zahide Ay, “Orta Asya’da Cengizli Hanedanların Devletleşme Sürecinde Eski İnanç Unsurlarının Rolü”, USAD, 10, Bahar 2019, s. 272-275.
124
Bilen Yılmaz, “Moğolların İnanç Sistemindeki Dişil Özellikler ve Kadına Dair Bazı Tespitler”, Türk Dünyası Araştırmaları, Ocak-Şubat 2021, C. 127, S. 250, s. 69.
125
Abdullah Temizkan ve Erhan Aktaş, “Türk Devlet Geleneğinde İktidarın Meşrulaştırılmasında Rüyanın Kullanımı”, Karadeniz Araştırmaları, Bahar 2012, S. 33, s. 16.
126
H. Ahmet Özdemir, “Klandan İmparatorluğa Cengiz Han’ın Soyu, Yetiştiği Ortam Çocukluğu Kişiliği ve Yasası”, Marife, Bahar 2011, s. 35.
127
Engin Kırlı, “Cengiz Han’ın Hayatı ve Askeri Seferleri”, ESOGÜTD, C.2, S.1, s. 85.
128
Nadir Devlet, Asya Fatihi Cengiz Han, İstanbul: Başlık Yayınları, 2010, s. 53.
129
Mehmet Kaan Çalen, A.g.m., s. 236.
130
Nadir Devlet, Asya Fatihi Cengiz Han, s. 162.
131
Nadir Devlet, Asya Fatihi Cengiz Han, s. 94.
132
Murat Tural, “Moğol Toplum Hayatında Ölümünden Sonra Cengiz Han”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 13/2, 2018, s. 200.
133
H. Ahmet Özdemir, “Klandan İmparatorluğa Cengiz Han’ın Soyu, Yetiştiği Ortam Çocukluğu Kişiliği ve Yasası”, Marife, Bahar 2011, s. 43.
134
Engin Kırlı, “Cengiz Han’ın Hayatı ve Askeri Seferleri”, s. 89.
135
Engin Kırlı, “Cengiz Han’ın Hayatı ve Askeri Seferleri”, s. 98-99
136
Nadir Devlet, Asya Fatihi Cengiz Han, s. 105.
137
Doç. Dr., Kastamonu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
138
Mehmet Kemal Erdoğan. Cengiz Han. İstanbul: Kariyer Yayıncılık, 2016. (Sayfa numaraları 2018’deki 2. Baskıya aittir.)