Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar

Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar
Hasan Yılmaz
Osmanlı İmparatorluğu, küçük bir beylik olarak doğup kuruluşundan dağıldığı güne dek yaklaşık 600 yıl 3 kıtaya hükmeden dünyanın en güçlü imparatorluğu olmuştur. İstanbul'un Fethi ile bir çağın kapanıp yenisinin açılmasına öncülük eden, sayısız galibiyetler elde etmiş bu imparatorluğun kurucusu Osman Bey’den son padişah Vahdettin’e kadar 36 padişahının çeşitli özellikleriyle tek tek ele alındığı bu eser, Osmanlı tarihine özlü bir bakış atma imkânı sunuyor.

Hasan Yılmaz
Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e. Tarihin En Kudretli Hanedanı. Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar

OSMANLILAR

Osmanlı Devleti’nin kurucu ailesinin kökleri, Oğuz Han nesline dayanmaktadır. Bu aile Kayı Boyu’ndan gelmektedir. Devleti kuran Osman Bey, 1302’de bir Bizans ordusunu yenmesi ve uç bölgesinde tekfur denilen yerel Bizans derebeyine karşı başlattığı mücadeleden başarı ile çıkmasından sonra bey unvanını almıştır.
Osman Bey’in babası Ertuğrul, onun da babası Gündüz Alp’tir. Osman Bey’den sonra yerine geçen oğlu Orhan Bey döneminde devletin sınırları genişlemeye başlamıştır. Bu dönemde ilk defa Rumeli topraklarına geçilmiş ve beylikten devlete dönüşümün temelleri atılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin siyasi yapısını, Osman Bey ve silah arkadaşlarının arasındaki bağlar şekillendirmiştir. I. Murat döneminde Rumeli’de ilerlemeye başlayan ve özellikle Yıldırım Bayezid döneminde Balkan devleti kimliğine bürünen Osmanlı Devleti, bu dönemde askerî ve siyasi sistemini güçlendirerek yerleşik devlet düzenini kurmuştur.
Fatih Sultan Mehmet döneminde ise klasik tek hanedana dayalı güçlü merkezî idare oluşturulmuştur. Böylece Osmanlı Devleti, “imparatorluk” sürecine geçmiş, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde devletin imparatorluk vasfı pekiştirilmiştir.
Osmanlı padişahları, devlet yönetiminde mutlak yetkili idi. Padişah, hem örfi hem şeri açıdan mutlak otoriteydi. En önemli görevi ise tebaa diye adlandırılan halkın korunması idi.
Osmanlı Devleti’nde halifelik; Allah yolunda gaza ve cihat etmek, Mekke ve Medine gibi kutsal yerleri korumak, dünya üzerinde adaleti yaymak olarak değerlendiriliyordu. Halifeliği yeniden canlandırmak ve hilafete ilişkin klasik yorumlar 18. yüzyılda ortaya çıktı. 19. yüzyılda ise devletin bekası için siyasi bir kaldıraca dönüştürülmüştür.
Osmanlı padişahları Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra sefere çıkmayı ve gaza yapmayı bıraktılar. Sefere çıkmayıp İstanbul’da hayatını kaybeden ilk padişah II. Selim’dir. 17. yüzyılın ortalarından itibaren klasik padişah profili tarihe karıştı.
I. Ahmet döneminden sonra ailenin büyük oğlunun hükümdar koltuğuna oturması uygulaması başlatıldı. O döneme kadar eski Türk saltanat sistemi takip edilmiştir. Fatih Kanunnamesi’nde yer alan “kardeş katli” uygulamasına I. Ahmet’le birlikte son verilmiştir. I. Ahmet’ten sonra büyük kardeş anlamında “ekberiyet” usulü uygulanırken tahtın diğer vârislerinin de sıkı bir şekilde gözaltında tutulması eğilimi ağırlık kazandı. Bu sistemle birlikte valide sultanlar, damatlar, vezirler ve merkezî bürokrasiden oluşan bir iktidar paylaşımı ortaya çıktı.
Osmanlı Devleti’nde ilk ciddi aile krizi IV. Murat’ın vefatının ardından ortaya çıkmıştır. IV. Murat’tan sonra Osmanlı soyundan gelen tek kişi Sultan İbrahim idi. Aile bireylerinin azlığı veya teke inişi, o dönemde bazı alternatif hanedanları gündeme getirdi. Osmanlı Devleti’nde padişah, mutlak otoritesini devletin yıkıldığı tarihe kadar korudu.

Uç Beyliğinden İmparatorluğa
13. yüzyılın sonlarında Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra Anadolu’da beylikler dönemi başladı. Anadolu’nun merkezinde Karamanoğulları olmak üzere, Bizans sınırında Germiyanoğulları, Karesi, Aydın, Saruhan, Menteşe, Candaroğulları ve Osmanlı beylikleri ortaya çıktı.
Osman Bey’in liderliğindeki Söğüt merkezli küçük beylik, önceleri Kastamonu uç bölgesinde idi. Zamanla Eskişehir, Bursa ve İznik’e kadar uzanan bölgeye yayıldı. Osman Bey, 1302 yılında Bizans kuvvetleriyle girdiği bir çarpışmadan galip çıkarak yakın çevredeki Türkmen beylikleri arasında ön plana çıktı. Zenginliğin Bizans topraklarında olması, zorunlu olarak Osmanlı Beyliği’nin yayılma alanının yönünü çizdi. Osmanlılar Söğüt ve Bilecik çevresinde yerleşimlerini tahkim ettikten sonra 1326 yılında Bursa’yı alarak devlet olma yolunda önemli bir adım attılar. 1331’de İznik, 1337’de Kocaeli ve çevresinin alınmasından sonra İstanbul ile komşu oldular.
Osmanlılar’ın ilhak ettiği ilk beylik 1334-1345 yılları arasında Karesioğulları Beyliği oldu. Ardından Marmara Denizi sahillerine ulaşıp Gelibolu’ya ulaştılar. Bizans içindeki taht kavgasından yararlanarak Bizans tahtında hak iddia eden Kantakuzenos’un müttefiki sıfatıyla 1354’te Gelibolu’yu ele geçirdiler. Böylece Avrupa kıtasına yayılacakları ilk üs bölgesine yerleştiler.
Osmanlı Devleti’nde, beylikten devlet olmaya dönük en önemli adımlar I. Murat döneminde atıldı. Bu dönemde, devlet bürokrasisinin ilk nüveleri ortaya çıkarken devletin yeni teşkilatları kuruldu ve düzenli ordunun temeli atıldı. Devlet, özellikle Balkanlar’a doğru hızla genişledi.
Balkan topraklarında ele geçirilen ilk şehir Edirne oldu. 1371’de yapılan Çirmen Savaşı’ndan sonra Osmanlı egemenliği Balkanlar’da hızla yayılmaya başladı. Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne karşı ilk büyük direniş 1389 yılında oldu. Bu tarihte Balkan devletleri Osmanlıları Rumeli’den atmak için büyük bir kuvvet topladılar. 1389’da kazanılan Kosova Savaşı, hem Osmanlı Devleti’nin istikbalinde hem de Balkanlar’ın istikbalinde bir dönüm noktası oldu.

Anadolu’dan Önce Balkanlar Ele Geçirildi
1389’daki Birinci Kosova zaferinden sonra Sırp Despotluğu, Osmanlı Devleti’ne bağlı hâle getirilirken Balkanlar’ın tamamındaki egemenliğin tesisinde de önemli bir adım atıldı. Devletin daha ileri hedeflere ulaşması için, ele geçirilen topraklara Türk nüfus göç ettirildi. Anadolu’dan gelen konargöçer Türkmenler ve onların peşinden de zanaat ehli, şehirli ve köylü gruplar öncelikle Trakya, Makedonya ve Bulgaristan’ın kuzeydoğu kesimine yerleştirildi.
Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki yayılmasında, takip ettiği iktisadi ve sosyal politikaların da etkisi oldu. “İstimalet” denilen yöntemle Balkanlar’ın yerli halkı Osmanlı sistemine eklemlendi. Çeşitli ve ağır vergiler halkın ödeyebileceği düzeye çekilerek Osmanlı yayılmasında yerli halkın direnci kırıldı. Köylülerin feodal beylere sosyoekonomik bağımlılığı kaldırılarak özgür köylü hâline getirilmesi Osmanlı Devleti’nin Balkan coğrafyasında kalıcı olmasında etkili oldu. Zimmi hukuk ilkelerini uygulama, Katolik-Ortodoks gibi mezhep çatışmalarını önleme ve kilise baskısını ortadan kaldırmak da halkın Osmanlılar’ı benimsemesini kolaylaştırdı. Böylece Balkan toprakları Osmanlı Devleti’nin ana dayanak hattını oluşturdu. Bu sayede Osmanlılar, Anadolu’dan önce Balkanlar’da yerleşti.
I. Murat’ın Kosova Savaşı’nda şehit olmasından sonra yerine geçen oğlu Yıldırım Bayezid’in padişahlığında Osmanlı Devleti güçlü ve etkili bir merkezî yapılanmaya gitti. Anadolu’daki beylikler Osmanlı sancağı oldu, geride kalan iki güç odağı Karamanoğulları ve Kadı Burhanettin Devleti 1398’de etkisiz hâle getirildi. Orta ve Doğu Karadeniz beylikleri hâkimiyet altına alındı. Devletin sınırları, Memlûk Devleti yönetimindeki Malatya’ya kadar ulaştı.
Anadolu’da Osmanlı bayrağı altında yürütülen yayılma siyaseti, Batı’da da devam ettirildi. Bulgar Krallığı, Dobruca Despotluğu ortadan kaldırıldı. Son haçlılar 1396 yılında bugün Bulgaristan sınırlarında kalan Niğbolu önlerinde ağır bir yenilgiye uğratıldı. Böylece İstanbul, iki taraftan da kuşatma altına alınmış oldu.

Timur, Bütün Planları Altüst Etti
Osmanlı Devleti’nin İstanbul’a dönük planlarını Timur İmparatorluğu altüst etti. Orta Asya’da hızla büyüyen Timur’un Anadolu’da, İlhanlılar dönemindeki statüyü korumak ve küçük beylikler üzerinde hamilik yapmak iddiası, Osmanlı Devleti’nin güvenliğini tehdit etti. 1402’de Ankara’da yapılan savaş sonrasında Osmanlı Devleti büyük bir yara aldı. Anadolu’daki Türk birliği darmadağın oldu. İlhanlılar dönemindeki beylikler yeniden kuruldu. Osmanlı Beyliği ise küçüldü.
1402-1413 yılları arası Osmanlı Devleti için Fetret Dönemi oldu. Bu dönemde Yıldırım Bayezid’in oğulları Süleyman, İsa, Musa ve Çelebi Mehmet arasında iktidar kavgaları oldu. Bu kavgalardan Çelebi Mehmet galip çıktı. Anadolu’daki egemenliğini kaybeden Osmanlı Devleti’ni ayakta tutan, Balkanlar’daki egemenliği oldu. Çelebi Mehmet, öncelikle yeniden Anadolu’daki birliği tesis etmeye çalıştı. Bunu yaparken Bizans Devleti’ni, Venedik Devleti’ni, Rodos Şövalyeleri’ni ve Ceneviz Devleti’ni ürkütmemeye çalıştı.
Bu dönemde 1430’da Selanik yeniden ele geçirilerek Orta Avrupa’ya doğru genişlemeye devam edildi. Bu genişleme, 1440’ta Belgrat önlerinde alınan yenilgi ile bir süre durdu. 1444’te Varna’da ve 1448’de Kosova’da kazanılan iki zafer ile Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’ın tek hâkimi olduğu kabul edildi. Bu süreçte aynı zamanda İstanbul’un fethi hazırlıkları yapıldı.

İmparatorluk Çağı Fatih’le Başladı
Osmanlı Devleti, II. Murat döneminde tekrar toparlanılmasından sonra II. Mehmet’in tahta çıkışıyla imparatorluk dönemine geçti. Bu dönemde Yıldırım Bayezid zamanında kurulan merkeziyetçi devlet yapısı yeniden tesis edildi. Böylece klasik Osmanlı Devleti ortaya çıkmış oldu.
II. Mehmet’in Fatih unvanını aldığı 1453’teki İstanbul’un fethinden sonra, Anadolu ve Rumeli’nin de bütünlüğü sağlanmış oldu. Fatih, bu dönemde merkezî idareyi güçlendirip iktidarı kendi tekeline aldı. Devlet sisteminde askerî, mali ve hukuki düzenlemeler yapıldı.
İstanbul ele geçirilip devletin başkenti yapıldıktan sonra Balkanlar’da ve Anadolu’da çok sayıda sefere çıkıldı. 1456’da ele geçirilemeyen Belgrat, 1459’da fethedilerek Sırp Despotluğu yıkıldı. 1458-1460 yılları arasında Mora Yarımadası ele geçirildi. Osmanlı Devleti’nin egemenliği, 1463’te Bosna’ya uzandı.
1461’de Trabzon ele geçirilip Rum Pontus Devleti yıkılırken Kefe ele geçirilip Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti’ne bağlı bir hanlığa dönüştürüldü.

Akkoyunlu Devleti Tarihe Karıştı
Fatih’in Anadolu birliğini tesis etmeye dönük ikinci büyük hamlesi 1468 yılında Karamanoğlu Beyliği’ni ortadan kaldırması oldu. Onun doğuda ve batıda genişleyip güçlenmesinden en büyük rahatsızlık duyan ise yine bir Türk Devleti olan Akkoyunlular’dı. Anadolu’da nüfuz siyaseti takip eden Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan, ordusuyla 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet’in karşısına çıktı. Bu savaş hem Uzun Hasan’ın hem Akkoyunlu Devleti’nin sonu oldu. Böylece 70 yıllık bir gecikmeden sonra Anadolu birliği yeniden sağlanmış oldu.
Fatih Sultan Mehmet’in en büyük hedefi Roma’yı ele geçirmekti. Bu amaçla 1480’de İtalya’ya asker çıkarılıp Otranto’da üs kuruldu. Ancak 1481’de Fatih’in zehirlenerek öldürülmesi Kızılelma hayalini suya düşürdü.

Hızlı Genişleme Ağır Vergilendirmeye Neden Oldu
Esasında Fatih, devlet sınırlarını genişletirken fethi gerçekleştiren orduya kaynak yaratabilmek için devlet harcamalarını artırmak zorunda kalmıştı. Bu nedenle hayat pahalılığı artmış ve bu durum halkta hoşnutsuzluk yaratmıştı. Hoşnutsuzluğun bir diğer nedeni de konulan ağır vergilerdi. Fatih’in genişleme siyasetinin yarattığı sıkıntılardan şikâyetçi olan başta din bilginleri, esnaf birlikleri şikâyetlerini Amasya’daki şehzadeliği sırasında II. Bayezid ile paylaşmışlardı. II. Bayezid padişah olduktan sonra, kendisine yapılan şikâyetler doğrultusunda reformlar yaptı. Özellikle padişaha, hesap vermeden harcama yetkisi veren örfi uygulamalar, II. Bayezid döneminde durduruldu. Bu çerçevede şeri esaslar ön plana çıkartıldı. Bu esaslar XVI ve XVII. yüzyıl boyunca devletin temel hukuk normlarını oluşturdu. Örfi hukukun çerçevesi şeri hukuk ile sınırlandırıldı.

Cem Sultan, Batılıların Oyuncağı Oldu
II. Bayezid, kardeşi Cem Sultan ile saltanat mücadelesine girdi. İstanbul’da hükümdarlık koltuğuna oturamayan Cem Sultan, Batılılara sığınarak abisi Bayezid’in Batılılar karşısında elini kolunu bağladı. Bu dönemde Osmanlı Devleti Karadeniz’i bir Türk denizine çevirirken 1484 yılında Ukrayna steplerinin kapısı sayılan Akkerman Limanı ve Avrupa’nın Karadeniz’e çıkış kapısı olan Tuna ağzındaki Kili Limanı ele geçirildi. Aynı şekilde Mora Yarımadası’nda Venedik Devleti’nin savunma üsleri olan Modon, Koron ve İnebahtı limanları da alındı. Küçük gibi görünen bu başarılar, Osmanlı Devleti’nin bir yandan kuzeye diğer yandan Akdeniz’e açılmasında önemli bir dayanak teşkil etti.
Osmanlı Devleti’nin enerjisinin giderek yükseldiği bu dönem, Endülüs Müslümanlarının can çekiştikleri bir dönem oldu. İspanya’yı tamamen Hristiyanlaştırmak isteyen haçlılar, Müslümanları ve Yahudileri sürgün ettiler. 1492 yılında sürgün edilen Müslüman ve Yahudilerin imdadına Osmanlı Devleti yetişti. Endülüslü Müslümanlar, Fas ve Tunus’a, Yahudiler Osmanlı topraklarına yerleştirildi.
Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan sonra Sünni esaslara dayalı bir devlet siyaseti takip etmeye başladı. Bunun nedeni, etkisi doğuda yayılan ve Anadolu’nun güvenliğini sarsan Şah İsmail’in inanç ve düşünceleri idi. Bu durum İslam’daki mezhebî çatışmaların Anadolu’da da çıkmasına yol açtı.

Şark Meselesinin Mimarı Şah İsmail
Safevîler’in yeni bir siyasi-dinî ideolojiyle ortaya çıkıp Osmanlı-Sünni idaresine alternatif bir yönetim vadeden propagandaları, Anadolu’daki Türkmen grupları üzerinde çeşitli sosyal ve ekonomik faktörlerin de etkisiyle çok etkili oldu. Sünni-Şii çatışma ve çekişmesi üzerinde şekillenen 1500’lü yıllar, Anadolu’yu âdeta yangın yerine çevirdi. Bu yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti için “Şark Meselesi” ortaya çıktı. Safevîler’in Şii söylemlerine karşı, Osmanlı Devleti Sünni argümanlar geliştirdi. Yapılan askerî sefer ise “mülhid ve zındıklarla cihat” olarak ilan edildi. Hatta bu sefer, kâfirlere karşı yapılan savaştan daha üstün görüldü. 16. yüzyıl boyunca devam eden doğu seferlerinin içeriği ve sebeplerini anlamak için bu dinî ana zemini iyi bilmek gerekiyor. Şah İsmail’in Anadolu’ya dönük planlarını altüst eden ise 1514 yılında Çaldıran’da aldığı mağlubiyet oldu. Yavuz Sultan Selim, kuvvetleriyle birlikte, şehzadeliği sırasında kimliğini gizleyerek satranç oynadığı Şah İsmail’in karargâhının bulunduğu Tebriz’e kadar ilerledi. Ancak burada kalıcı bir egemenlik kurmayı düşünmedi. Doğu Anadolu’ya hâkim olundu, ayrıca Güneydoğu Anadolu’da Memlûkler’e ait bazı yerler ele geçirildi. Böylece Safevî tehdidi geçici olarak savuşturulmuş oldu.

İstanbul Halifelik Merkezi Yapıldı
Osmanlı Devleti, doğudaki sınırlarını doğal sınırlarına ulaştırdıktan sonra kutsal toprakları ve Mısır’ı ele geçirme planları yapmaya başladı. Osmanlılar, girişmeyi düşündükleri bu seferin meşru zeminini oluşturmak için yine İslam’ı her türlü tehditten korumakla görevli olduklarını öne sürdüler. Portekiz tehdidine karşı İslam’ın mukaddes yerlerini koruyamayan, halka zulme izin veren Müslüman idaresinin ortadan kaldırılması şeri hukuka uygun bir hareket olarak yorumlandı ve ilan edildi. Böylece girişilen sefer sonucu 1516’da Halep yakınlarındaki Mercidabık’ta, ardından 1517’de Kahire yakınındaki Ridaniye’de yapılan iki savaşla Memlûkler tarih sahnesinden silindi.
Mısır ve Suriye’nin ele geçirilmesiyle birlikte İslam dünyasının yegâne gücü Osmanlı Devleti oldu. Dönemin en dinamik bölgesinin ele geçirilmesi, Osmanlı Devleti’ndeki sosyal ve iktisadi kalkınmayı hızlandırdı. Özellikle uluslararası ticarette önemli adımlar atıldı.
Osmanlı Devleti’nin yönetimi altına giren kutsal topraklar, dış tehditlere karşı koruma altına alınırken bölge halkı da ekonomik açıdan desteklendi. Devletin en sıkıntılı dönemlerinde dahi, “surre” adı altında buraya yapılan nakdî yardımlar zengin vakıflar vasıtasıyla devam ettirildi.

Kanuni ile Yeniden Avrupa’ya Yönelindi
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti yeniden, coğrafi genişleme alanı olarak Avrupa’ya yöneldi. 1521’de Belgrat’ın ele geçirilmesi, Avrupa’ya dönük planlarda önemli bir direnç noktasının kırılmasını sağladı. Ardından 1522’de Rodos Adası’nın ele geçirilmesiyle Akdeniz’de dengeler Osmanlı Devleti lehine değişti. Osmanlı Devleti, 1526 Mohaç’ta kazandığı büyük zaferle Macar Krallığı’nı tarihe gömerken Orta Avrupa’ya da yerleşti.
1529’daki başarısız Viyana Kuşatması ve 1532 yılındaki Alman seferi ile Almanlara gözdağı verilirken 1538’deki Boğdan seferi ile bugün Moldova sınırlarında kalan Karadeniz’in kuzeyindeki Bender ve Özi ele geçirildi.
Diğer yandan Akdeniz’deki egemenlik mücadelesinde Barbaros Hayrettin Paşa’nın komutasındaki Osmanlı donanması 1538 yılında kazandığı Preveze Deniz Zaferi ile Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getirdikten sonra Kuzey Afrika’da yeni beylerbeylikler kurularak ilerleme temin edildi. Kanuni 1566 yılındaki son seferinde Zigetvar Kalesi’ni ele geçirdi.

Doğuda Doğal Sınırlara Ulaşıldı
Bu arada Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da genişleme siyasetinden yararlanmaya çalışan Safevî Devleti, Osmanlı’nın dikkatini yeniden doğuya çevirmesine neden oldu. Kanuni’nin 1526 yılındaki Mohaç seferi sırasında, Safevîler de Anadolu’da propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Bunun sonucu olarak doğuda ortaya çıkan iç karışıklıklara son vermek için 1534’te Irakeyn Seferi düzenlendi. Bu sefer sonunda Tebriz ve Bağdat ele geçirildi. 1543’te Tebriz’e yönelik bir gözdağı seferi daha icra edildi. Nahcıvan seferi neticesinde 1555’te Amasya Antlaşması imzalandı ve Safevî-Osmanlı savaşlarına son verildi. Safevîler’le yapılan mücadele, Osmanlı Devleti’ne doğuda kendi doğal sınırlarının ilerisine gitmemesi gerektiğini gösterdi. Ancak 1555’teki anlaşmadan sonra Bağdat’tan Basra’ya uzanan kesim tamamen Osmanlı kontrolüne girdi.
Bu arada Akdeniz ticaretini tamamen ele geçirmek için 1538’de Portekizlilere karşı Hint seferine çıkıldı ve onların faaliyetleri engellenmeye çalışıldı. Ümit Burnu’nun keşfedilmesiyle önemini yitirmeye başlayan Kızıldeniz ticaretini yeniden canlandırmak ve mukaddes yerleri korumak için Yemen ve Habeşistan’ın kuzeybatısında yeni fetihler yapıldı ve beylerbeylikler kuruldu. Böylece Kızıldeniz’in iki yakasına hâkim olan Osmanlılar, Portekizlileri Kızıldeniz’e sokmadıkları gibi onların bu sulardaki geleceklerine de mâni oldular, ticareti canlandırıp Kahire ve Suriye limanlarını eski şaşaalı günlerine kavuşturdular.

Süveyş ve Don-Volga Kanalları Planlandı
Ümit Burnu’nun keşfedilmesiyle Akdeniz ticaretinin zayıflamaya başlaması üzerine, Süveyş Kanalı’nın açılması planları yapılmaya başlandı.
Aynı süreçte, 1552 yılında Kazan ve 1556 yılında Astarhan’ı ele geçiren Rusların, Orta Asya’dan batıya uzanan tarihî ticaret ve hac yollarını kesmesini engellemek için Don-Volga Kanalı planlandı. Ancak her iki kanalın inşasını gerçekleştirmek mümkün olmadı. Bunda Osmanlı’nın dikkatini Kıbrıs’ın fethine ve İran’a çevirmesinin de etkisi oldu.
Kıbrıs, konumu itibarıyla Akdeniz’in en önemli adasıydı. Akdeniz’in doğusuna hâkim olmak için Kıbrıs’ın ele geçirilmesi gerekiyordu. Kıbrıs, 1571 yılında Venediklilerden alınsa da aynı yıl Osmanlı donanması İnebahtı’da ağır bir darbe aldı. Bu darbenin etkisi ancak 1574 yılında Tunus’un fethedilmesiyle atlatılabildi. Böylece İspanyolların Kuzey Afrika hedefleri ortadan kaldırıldı.
İspanyollar Akdeniz’de Osmanlı gücüyle rekabet edemeyince bütün dikkatlerini Atlantik ötesinde koloniler oluşturmaya verdi. Bu nedenle Osmanlı donanması Akdeniz’in yegâne gücü oldu. Akdeniz’in güvenli bir denize dönüşmesi ticareti artırırken beraberinde korsanlık faaliyetlerinin de artmasına yol açtı.
1578’de Fas’ta meydana gelen Üç Kral Savaşı ile Portekiz Krallığı’nın geleceği tayin edilirken Osmanlı Devleti de Kafkaslar’da Safevîler ile büyük bir mücadele başlattı. Bu mücadele sonunda Osmanlı Devleti’nin sınırları Hazar Denizi kıyılarına ulaştı. Ancak buradaki varlığı uzun sürmedi. Zira 1590 yılında Safevî Devleti ile yapılan barış antlaşmasından sonra tahta çıkan I. Abbas, 1603 yılında yeniden savaşı başlattı. Aralıklarla devam eden bu savaşlar sonucunda Osmanlı Devleti, yeniden doğal sınırlarına çekilmek zorunda kaldı.

Haçova Savaşı, Orduda Değişim İhtiyacı Doğurdu
Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’da en uzun süren savaşları 1593’te başladı. 14 yıl süren bu savaşların en önemlisi 1596’da Haçova’da yapılan savaştı. Bu savaş Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlansa da Osmanlı ordularının Avrupa orduları karşısında teknik olarak yetersiz kaldıkları ortaya çıktı. Avrupa orduları, yeni savaş tekniklerini ilk defa Haçova’da kullandılar. Aynı şekilde ateşli silahları yaygın olarak kullanmaya başladılar. Bu durum Osmanlı ordusunda yenileşme ihtiyacını doğurdu. Bunun sonucunda yeni askerî grupların istihdamı problemi ortaya çıktı. Sisteme uymayan tımarlı sipahilerin ordu içindeki önemi azaldı. Bunların yerini tüfek kullanmakta mahir sekban denilen Anadolulu gençler aldı. Anadolulu gençlerin orduda görevlendirilmesi ordunun yapısında köklü değişime yol açtı. Bu ayrıca zincirleme olarak bürokrasiyi, mali yapıyı da çeşitlendirip değiştirdi.

Hem Doğuda Hem Batıda Savaşan Tek Devlet Oldu
Osmanlı Devleti, hem doğuda hem batıda genişlemeye çalışan ve her iki hatta da savaşmak zorunda kalan yegâne devlet oldu. Habsburglarla batıda, Safevîler ile doğuda yürütülen mücadele maliyeyi büyük ölçüde sarsarken, diğer ekonomik ve sosyal sebeplerle Osmanlı sisteminde derin yaralar açıldı. Mali sorunların üstesinden gelmek için konulan vergiler, isyanlara neden oldu. Celali adı verilen isyanlar, Anadolu’nun her tarafını altüst etti. Suriye ve Lübnan bölgelerinde Canbolatoğlu ve Maanoğulları isyanları patlak verdi. Her iki isyan da 1607 yılında kuvvet yoluyla bastırıldıysa da Anadolu’daki bazı isyanlar, isyancı liderlere tavizkâr davranıp hükûmete bağlılığını temin için kendilerine idari görevler verilmek yoluyla yatıştırılabildi. Fakat 1595-1610 yılları arasında büyük bir karışıklık yaşanmış ve Osmanlı kaynaklarında bu döneme “büyük kaçgunluk” adı verilmiştir.
Osmanlı Devleti, iki cephede yürüttüğü mücadele sonrasında Avusturya’da egemen olan Habsburg Hanedanı ile 1606’da Zitvatorok Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşma Osmanlı diplomasi tarihinin dönüm noktasını teşkil etti. Bu tarihten itibaren Osmanlılar, Batı karşısında savunma pozisyonuna geçti.
Osmanlı Devleti, içine düştüğü iktisadi ve sosyal bunalımları pratik çözümlerle halletmeye çalıştı. Çözüm arayanların bir kısmı, sistemin “kânûn-ı kadîm”e dönüşle düzelebileceği fikrini savundular. Fakat saray mensupları bunun bir çözüm olamayacağını görüyordu. Bu nedenle köklü önlem almak yerine, geçici çözümler geliştirildi. Alınan bu önlemler, II. (Genç) Osman’ın kanlı bir ihtilalle devrilmesi gibi olaylara rağmen uzun vadede rahatlatıcı etkisini gösterdi.

İran ile Uzun Barış Dönemi 1639’da Başladı
16. yüzyıldan beri aralıklarla süren İran ile mücadele ancak IV. Murat’ın Revan ve Bağdat seferleri sonrasında 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile sonlandı ve Osmanlı Devleti için doğuda uzun soluklu bir barış dönemi başladı. İmzalanan antlaşma ile Bağdat, Van, Kars, Kuzey Irak bölgelerindeki Osmanlı hâkimiyeti onaylanmış oldu.
Bu arada Erdel-Eflak ve Boğdan’ın emniyeti için Osmanlılar bir süre Lehler (Polonyalılar) ve Kazaklarla (Ukraynalılar) uğraşmak zorunda kaldılar. Hatta II. (Genç) Osman 1621’de ordunun başında Hotin önlerine kadar gitmişti.
Avrupa’nın en kanlı yılları Otuz Yıl Savaşları denilen 1618-1648 yılları arasındaki dönemdi. Bu dönemde Osmanlı’nın Avrupa ile uğraşmasını engelleyen ise Osmanlı Devleti’nin 1645’te Girit batağına saplanmasıydı. Osmanlılar Girit Adası’nı 1669’da Kandiye’nin düşmesiyle ele geçirebildi. Bu sırada içeride iktidar çekişmesiyle boğuşan Osmanlılar, Köprülü Mehmet Paşa’nın sadarete getirilmesiyle batıda yeni bir atılım içerisine girdiler. Onun sert politikası içeride sükûneti sağladı, Venediklilerin Boğaz ablukası kaldırıldı ve 1657 yılında Dalmaçya sahillerine ulaşıldı.

Uyvar Ele Geçirilerek Avrupa’da En Geniş Sınırlara Ulaşıldı
Bu arada bugünkü Romanya’nın Batı ve Orta bölgesi olan Erdel politikasına da ağırlık verildi. 1658’de batı sınırında Varad eyaleti kurulurken 1662’de Habsburg Hanedanı ile yeni bir savaş başladı. 1663’te bugünkü Slovakya’nın Nove Zamky şehrinde bulunan Uyvar Kalesi fethedildi. Böylece Osmanlı Devleti Avrupa topraklarında en geniş sınırlarına ulaştı. Yeni alınan yerler de Uyvar’a bağlanarak eyalet teşkil edildi.
1672’de Ukrayna’nın Podolya bölgesinde Kamaniçe Kalesi alınarak kuzeydeki en uzak noktaya ulaşıldı. Böylece 1676’da yapılan Zoravvna Barışı ile Ukrayna da Osmanlı Devleti’nin yönetimi altına girdi. 1678’de Kiev yakınlarındaki Çehrin’e ulaşan Osmanlı Devleti, 1681’de Ruslarla yapılan anlaşma ile Batı Ukrayna’daki nüfuzunu tasdik ettirdi.

Felaketin Başlangıcı Viyana Kuşatması Oldu
Osmanlı Devleti’nin batıdaki ilerleyişi 1683’teki Viyana Kuşatması ile zirveye ulaştı. Ancak bu kuşatmanın tam bir hezimetle sonuçlanması, Osmanlı Devleti için felaketin başlangıcı oldu. 1685’te Uyvar, 1686’da Budapeşte kaybedildi. 1691’de Salankamen ve 1697’de Zenta bozgunları her şeyin sonunu getirdi. 1683’teki Viyana bozgununun faturası 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile kesildi. Böylece 1526 yılındaki Mohaç Meydan Savaşı’ndan sonra elde edilen bütün bölgeler teker teker Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı. Osmanlı Devleti batıdaki düşmanları Habsburg Hanedanı, Lehler, Ruslar ve Venediklerin ittifak etmesi sebebiyle önemli ölçüde yıprandı.
Viyana bozgunuyla Orta Avrupa topraklarını bırakmak zorunda kalan Osmanlı Devleti ancak Balkan topraklarında tutunabildi. Buna rağmen, Balkanlar’daki varlığı da tehdit altına girdi.
1683’ten sonra askerî alandaki yetersizlik, Osmanlı Devleti için yeni savunma ihtiyacını gündeme getirdi. Karlofça Antlaşması’yla belgelenen ağır mağlubiyetin ezikliği, ancak 1711’deki Prut Savaşı ile giderilebildi. Poltava’da Rus ordusuna yenilen İsveç Kralı 19. Karl’ın Osmanlı Devleti’ne sığınması Prut Savaşı’na giden süreci başlattı. Rusların Osmanlı sınırlarına yaptıkları tecavüzler, Lehistan topraklarındaki egemenlik mücadelesi Osmanlı ordusunu yeni bir sefere sürükledi. Baltacı Mehmet Paşa 1711’de Prut’ta Rus Çarı Petro’yu durdurdu. Rus çarı burada ağır bir yenilgiden son anda kurtuldu. Daha sonra da Venedik ve Avusturya ile savaşlar yapıldı. Venediklilerle yapılan savaşlar sonucunda kaybedilen Mora Yarımadası ve bazı Ege adaları geri alındı. Alınan bu zaferler Osmanlı Devleti’ni yeniden diriliş konusunda ümitlendirdi. Bu nedenle, Karlofça ile kaybedilen toprakların geri alınmasına dönük planlar yapılmaya başlandı. Avusturya ile 1716’da Petervaradin’de yapılan savaş sonunda Osmanlı Devleti Belgrat’ı da kaybetti. Bu yenilginin ardından 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması ile günümüzde Romanya’nın ikinci büyük şehri olan Temeşvar’ı içine alan bölge ile Küçük Eflak ve Belgrat, Avusturya’ya bırakıldı. Böylece 16. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren elde tutulan ve parça parça elden çıkan Macaristan tamamıyla kaybedilmiş oldu.

Yenilgiler Lale Devri’ni Doğurdu
Batı karşısında gerileyişle birlikte, Osmanlı Devleti’nde Batı’ya olan ilgi artmaya başladı. 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması’ndan sonra 1730’a kadar, Lale Devri denilen müreffeh bir dönem yaşandı. 1730’daki Patrona Halil İsyanı bu dönemin sonunu getirdi
Lale Devri’nin dinginliğini ise 1723’te İran ile tutuşulan savaş bozdu. 1732’de imzalanan antlaşma da barışı getirmedi. 1733’ten itibaren İran-Osmanlı savaşı tırmanış gösterdi. Savaşı sona erdiren ise Osmanlı’nın Avusturya ile geldiği savaş durumu oldu. Nadir Şah ile yapılan anlaşma sonucunda 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndaki sınırlara dönüldü. Yapılan bu mücadeleler sırasında Nadir Şah, Osmanlı Devleti’nden Caferi mezhebini, ehlisünnetin fıkıh ekolü olarak kabul ettiği Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbeliliğin yanında, beşinci mezhep olarak kabul edilmesini şart koştu. Ancak Osmanlı Devleti bu şartı kabul etmedi. Böylece İran’ı gayrimeşru ilan etme siyasetinden vazgeçilmemiş oldu.
Osmanlı Devleti’nin İran ile savaştığı sırada Avusturya, Bosna ve Eflak’a saldırdı. Yapılan savaşı Osmanlı orduları kazandı. Elde edilen zafer sonrasında Belgrat geri alındı. 1739’da Rusya ve Avusturya ile ayrı ayrı imzalanan Belgrat Antlaşması’yla Pasarofça’da kaybedilen yerler geri alındı. Ayrıca Kırım’a saldırıp ardından Yaş ve Hotin’i alan Ruslar da işgal ettikleri yerleri geri verdiler. Azak Kalesi yıkılarak iki devlet arasında tampon bir bölge oluşturuldu.

Uzun Barış Dönemi Değerlendirilemedi
1739’da Belgrat Antlaşması’yla başlayan 30 yıllık barış dönemi, 1768’de sona erdi. Bu tarihte Eflak ve Boğdan’a girip Kırım’ı işgal eden Ruslar, İngiltere’nin de desteğiyle 1770 yılında Çeşme Limanı’nda demirli Osmanlı donanmasını yaktılar. 1774 yılında, günümüzde Bulgaristan’ın Şumnu şehri yakınında kalan Kozluca mevkisinde yapılan son savaşı kaybeden Osmanlı ordusu, aynı yıl Güney Dobruca’daki Küçük Kaynarca kasabasında imzalanan antlaşma ile Kırım’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti, bu antlaşma ile aynı zamanda yabancı bir devletin kendi iç işlerine karışması hakkını tanıdı. Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ruslara, Ortodoks halkı himaye hakkı tanındı. Karadeniz Rus gemilerine açıldı. Buna rağmen, Osmanlı Devleti, 18. yüzyılın son çeyreğine doğru batıda ve doğudaki rakipleriyle etkili şekilde mücadele etmeyi sürdürdü. Ancak Ruslara karşı askerî alandaki yenilgiler, ordu sisteminde köklü bir değişim ihtiyacını gündeme getirdi.
18. yüzyılın sonlarına doğru başlayan dönemde Osmanlı Devleti kaçınılmaz olarak yapısal değişimler içine girdi ve takip eden yüzyılın başından itibaren de Avrupa kıyaslamasına göre özellikle askerî alanda gerilemiş olduğunun farkına varıp kendini köklü bir şekilde yenilemenin yaşam meselesi arz eden bir zorunluluk olduğunu açıkça gördü.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ı bağımsız bir hanlık durumuna getiren Ruslar, 1783’te de Kırım’ı ilhak etti. Osmanlı Devleti, bu ilhak kararını resmen tanımak zorunda kaldı.
Bu arada Karadeniz’in bir Türk denizi olmaktan çıkışı ve Rusya ile birlikte kullanılır hâle gelişi Boğazlar sorununu gündeme getirdi. Ayrıca 1783 yılında Osmanlı Devleti’ni kapsamlı bir ticaret anlaşması yapmaya zorlayan Rusya, İngiltere ve Fransa’nın sahip olduğu ticari ayrıcalıkları da elde etti.
Osmanlı Devleti, Küçük Kaynarca’nın rövanşını 1787 yılında almak istedi. Bu çerçevede Kırım’ı fethetmek amacıyla 1787 yılında Ruslara ve Avusturya’ya karşı cephe açtı. Avusturya ile savaş, 1789 Fransız İhtilali ve aynı zamanda Prusya’nın Avusturya’nın genişlemesini istememesi nedeniyle Avusturya’yı çekilmeye zorlaması nedeniyle 1791’de Ziştovi’de imzalanan antlaşma ile sona erdi. Ordu komutanlarının Ruslara karşı yürütülen savaşın zaferle sonuçlanmayacağını anlamlarıyla da Rusya ile 1792 yılında Romanya’nın Yaş şehrinde barış antlaşması imzalandı. Anlaşma sonucunda Tuna Nehri Osmanlı-Rus sınırı olarak kabul edildi. Kuban Nehri’nin sınır kabul edildiği Kafkaslar’da ise Ruslar ilerlemeye devam etti.

Yaşanan Hezimetler Yenilenmeyi Dayattı
Savaşlarda alınan ağır yenilgiler yenilenme ihtiyacını kabul ettirdi. Bu doğrultuda askerî eğitim, ordu ve donanmada yeniliğe gidilmesi kararlaştırıldı. Ancak bunu gerçekleştirmek öyle kolay olmadı. Devlet düzeninde yenileşme ihtiyacının kapsamının genişletilmesi, toplumun değişik kesimlerinde direnç yarattı. Gösterilen direnç nedeniyle yeni ordu anlamındaki Nizam-ı Cedit çalışmaları mali ve idari alandaki kurumsal düzenlemelere rağmen Mayıs 1807’de sona erdi.
III. Selim tarafından başlatılan reform çalışmalarını, II. Mahmut devam ettirdi. Nizam-ı Cedit’in kurulmasını engelleyen Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasından sonra III. Selim devrindeki yenilenmede görülen eski ve yeniyi birlikte götürme mecburiyetinden tamamen kurtulundu. Merkezî yönetimi güçlendirmek amacıyla başlatılan reform çalışmalarıyla, devletin yönetim yapısında köklü değişikliğe gidildi. Böylece devletin değişik yerlerinde yarı bağımsız hâle gelen yerel güçler tasfiye edildi. Mısır dışında merkezîleşme çalışmaları başarıyla uygulandı. Tabii 1789 Fransız İhtilali ile ateşlenen milliyetçilik fikirleri, Osmanlı Devleti’ndeki merkezîleşme çalışmalarına karşı direnç gösterilmesine de neden oldu. 1821’deki Mora isyanı bağımsız Yunanistan’ın oluşum sürecini başlattı. Kuzey Afrika’daki Osmanlı toprakları üzerindeki merkezî otorite ise 18. yüzyılda olduğu gibi hükmünü ancak hukuki bağlılığı içinde ismen sürdürebildi. 1830 yılında Cezayir ve 1881 yılında Tunus Fransızların, 1882 yılında ise Mısır İngilizlerin eline geçti.

Anayasal Sistemde Değişikliğe Gidildi
Yeni şartların yenileşmeyi zorunlu hâle getirmesiyle Osmanlı Devleti, anayasal devlet olmak yolunda önemli bir adım attı. Yapılan reformlar 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile taçlandırıldı. Ferman, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde çok öncelerde ilan edilmiş ve uygulamaya sokulmuş olan bir “Osmanlı insan hakları beyannamesi” olarak değerlendirildi. 1839’daki Tanzimat Fermanı, 1856’da ilan edilen Islahat Fermanı ile geliştirildi. Sosyal ve siyasal alanda atılan adımlar 1876’da kabul edilen Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu (Anayasa) ile geliştirildi.
Avrupa’da, siyasal ve sosyal alandaki değişimin dayatması neticesinde atılan adımların eseri olan Tanzimat Fermanı, özellikle Mısır sorununun çözümünü kolaylaştırmayı ve başta İngiltere olmak üzere liberal Avrupa çevrelerinin yardımını sağlamayı amaçlamaktaydı ve bunda da başarılı olundu. Çünkü Temmuz 1798’de Fransa’nın Mısır’ı işgali Osmanlı Devleti’nin aczini gözler önüne sermişti. Mısır’ın Fransızlar tarafından işgali ancak Ocak 1799’da yapılan Osmanlı-İngiliz ve Rus ittifakları sonrasında başlatılan askerî operasyon ile mümkün olabildi. Buna rağmen, Mehmet Ali Paşa’nın 1805 yılında Mısır’da söz sahibi olarak kendisini vali tayin ettirmesi önlenemedi. Mehmet Ali Paşa, Mısır’ın gerçek hâkimleri olan Kölemen beylerini ortadan kaldırdı. Koyduğu ağır vergilerle halkın yaşamını zorlaştırsa da Mısır’ın kalkınmasını hızlandırdı. Oluşturduğu savunma sistemiyle Mısır ordusunu güçlendirdi. İslam’ın kutsal yerlerine musallat olan Vehhabileri etkisiz hâle getirdi. Diğer yandan, 1826 yılında Mora’da ayaklanan Yunanların bastırılmasına verdiği destek ile de Osmanlı halkının sevgisini kazandı. Bu arada 1832’de Osmanlı Devleti üzerine yürüyen Mısır orduları da Kütahya’da Rusların yardımı ile durdurulabildi. Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı’ya isyanının faturasını, Osmanlı Devleti, 8 Temmuz 1833’te Beykoz’da imzaladığı Hünkar İskelesi Antlaşması ile ödedi. Antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın koruması altına girdiği belgelendi. Antlaşmanın gizli maddesinde yer alan boğazların Rusya dışındaki diğer devletlere kapalı olması konusu Avrupa devletleri arasında hoşnutsuzluk yarattı.
Osmanlı orduları, Mısır ordusu ile ikinci büyük çarpışmayı Haziran 1839’da Nizip’te yaptı. Osmanlı Devleti’ni içine düştüğü zor durumdan bu sefer de İngiltere kurtardı. İngiltere’nin yardım etmesinin nedeni, Rusya’nın müdahalesine fırsat vermemek idi. İngiltere’nin yardımı ile Fransa tarafından desteklenmekte olan Mehmet Ali’nin direnişi kırılabildi. 24 Mayıs 1841’de varılan anlaşma ile Mısır’ın özerkliği resmen kabul edildi. Bu arada büyük devlet temsilcilerinin Londra’daki toplantısı sonucunda 13 Temmuz 1841’de hazırlanan Londra Boğazlar Sözleşmesi’yle, Osmanlı Devleti’nin katılmadığı savaşlarda, boğazların bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı olması kabul edildi. Böylece boğazlara devletler arası bir statü verildi.

Rusya’nın Planını Avrupalılar Bozdu
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından en büyük yarar uman devlet Rusya idi. Rusya’nın tek başına Osmanlı Devleti’ni tasfiye planını bozan, Avrupa devletleri oldu. 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren artık, Rusya’nın Osmanlı üzerinde tek başına istediği gibi tasarrufta bulunmasını önleyen gelişmeler, 1848’de Polonya ve Macaristan’daki ihtilalin kanlı bir şekilde bastırılması, İngiltere, Fransa ve Avusturya’da Rusya aleyhine bir hava esmesine neden oldu. Polonya ve Macaristan’daki ihtilalin bastırılması sırasında her iki ülkeden Osmanlı Devleti’ne sığınan mültecilerin, her türlü tehdide rağmen iade edilmemesi, bu ülkelerin halklarının desteğinin kazanılması sonucunu doğurdu. Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması ile elde ettiği imtiyazları bahane ederek, “kutsal yerler sorunu”nu yarattı. Osmanlı Devleti’ni tasfiye etmeyi amaçlayan Ruslar, Osmanlı uyruğundaki 10 milyondan fazla Ortodoks’tan vergi alınmaması, ayrı mahkemeler kurulması gibi taleplerde bulundu. Bu talepler iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden oldu. Rusya’nın Avrupa karşısında güçlenmesini istemeyen Fransızlar da Osmanlı Devleti’ni destekledi. Bunun üzerine İngiltere, Fransa ve Osmanlı Devleti, ittifak halinde Rusların egemenliği altındaki Kırım’a saldırdı. 1853-1856 yılları arasında yapılan savaş sonunda kazanılan zaferle, Küçük Kaynarca’nın rövanşı alınmış oldu. Elde edilen zaferle birlikte Rusya’nın Ortodoks himayesiyle ilgili iddialarına son verildi. Buna karşılık 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanı ilan edildi. Ferman, İngiliz, Fransız ve Avusturya elçileri tarafından hazırlanmış, Müslüman ve gayrimüslimler arasında vatandaşlık hukuku itibarıyla mevcut olan eşit olmama hâlini iptal ederek gayrimüslimlerin bu anlamda “kısıtlı” olma hâline son vermiştir. Anayasal yöndeki bu değişiklik özellikle ahalisi karışık olan vilayetlerde Müslüman ve gayrimüslim ahali arasında önemli çatışmalara ve yabancı devlet müdahalesine yol açtı. Gayrimüslimlere tanınan imtiyazlar, toplum içinde hukuki, mali, idari, eğitsel özerk adacıklar doğurdu. Ayrıca gayrimüslimleri sahip oldukları meclisleriyle devlet içinde devlet konumuna soktu. 1875 senesine gelindiğinde ise Hersek, Karadağ, Sırbistan ve Bulgaristan’da ayaklanmalar başladı. Ayaklanmaları bastırmak için Osmanlı ordusunun yaptığı müdahaleler de Batı kamuoyunda “Hristiyanlar katlediliyor” şeklinde propaganda edilerek Türk düşmanlığı körüklendi.

Osmanlı Devleti’nin Geleceği, Tersane Konferansı’nda Masaya Yatırıldı
Avrupa devletlerinden aldığı borçla 1854’te Ruslarla savaşa tutuşan Osmanlı Devleti, 1875’te borçları ödeyemeyeceğini ilan etti. Bu durum Avrupa kamuoyunun Osmanlı Devleti’ne duyduğu tepkiyi daha da artırdı. Yaşanan ekonomik bunalım, içeride de Müslüman halkın ve medrese öğrencilerinin sokak gösterileri yapmalarına neden oldu. Bunun sonucunda, 1876 yılı sonunda büyük devletler, Osmanlı İmparatorluğu’nun akıbetini görüşmek üzere toplanmaları amacıyla Tersane Konferansı’nı düzenledi. 23 Aralık 1876’da anayasanın ilanı bu krizden bir çıkış yolu olarak düşünüldü. Ancak sorunun anayasal sistemden kaynaklanmadığı tarihî tecrübelerle anlaşıldı.
Osmanlı Devleti’nin 1876 yılında anayasayı kabul etmesi, Balkanlar’da ayaklanmaları hızlandırdı. Bu ayaklanmalar, Rusya için uygun bir fırsat yarattı. 1877 yılında Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eden Rusya, bir yıl süren savaşın sonunda hem Kafkaslar’da hem Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne karşı büyük bir üstünlük sağladı. Rumi takvimle 1293 yılına denk gelmesinden dolayı 93 Harbi olarak tarihe geçen savaş, sonuçları itibarıyla Türk tarihinin en karanlık safhasını teşkil etti. Savaş Osmanlı ordularının Avrupa ve Asya cephelerindeki yenilgisiyle sonuçlandı. Plevne müdafaası ve Gazi Osman Paşa ile doğuda Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın direnişleri, yaşanan ağır hezimetlerin tesellisi olmak için abartıldı ve bunlar, halkın acılı yüreğine bir nebze su serpti. Savaş sonrasında özellikle Balkanlar’da, Türkler katliama maruz kaldı. Türklerin birkaç yüzyıllık birikimi talan edildi. Pek çoğu yaşadıkları yurtlarından sürgün edildi. Özellikle Balkanlar’dan Anadolu’ya doğru büyük bir göç dalgası oldu. Göç edenlerin büyük bölümü yollarda yaşamını yitirdi. Anadolu’ya ulaşan Balkan göçmenlerini yerleştirmek büyük bir sorun oldu. Gayrimüslimler ve özellikle Ermeniler, nüfus oranlarını bozabilecekleri endişesiyle bunların kendi bölgelerine yerleştirilmesini yabancı devlet konsoloslarını tahrik ederek önlemeye çalıştılar.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Ruslarla imzalanan Ayastefanos Antlaşması, Rusları, Balkanlar’ın tek hâkimi durumuna getiriyordu. Osmanlı Devleti’nin yaşamasını güçleştiren bu antlaşma, Avrupa devletlerinin de çıkarlarına aykırı olduğu için 1878 yılında Berlin’de, Avrupa devletlerinin de taraf olduğu yeni bir antlaşma yapıldı. Antlaşma sonucunda Avrupa’daki Osmanlı topraklarında Romanya, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan bağımsızlıklarını elde etti.

Bağımsızlığını Elde Edenler, Genişleme Peşine Düştü
Bağımsızlığını elde eden Bulgaristan, Ayastefanos Antlaşması’nda kendisine bırakılan ancak Berlin’de geri alınan Doğu Rumeli ve Makedonya topraklarına tekrar sahip olabilmek amacıyla hareket etmeye başladı, 1885’te Türk nüfusunun en yoğun olduğu Filibe merkezli Özerk Şarki Rumeli eyaletini ele geçirdi. Osmanlı Devleti, Bulgarların bu genişleme siyasetine karşılık vermedi.
Öte yandan Balkan devletleri arasında paylaşım sorununa neden olduğu için Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti’ne iade edilen Selanik, Manastır, Üsküp vilayetlerinin (Makedonya) paylaşımı mücadelesi, 1912-1913’teki Balkan Savaşlarına neden oldu.
Diğer yandan Berlin Antlaşması sonrasında paylaşım büyük devletleri de tatmin edecek bir şekilde yapıldı. Bosna-Hersek, Avusturya-Macaristan’a bırakıldı. Yunanistan Epir bölgesini kazandı. Rusya; Kars, Ardahan, Batum vilayetlerini topraklarına kattı. Tunus ve Mısır Fransa’ya, Kıbrıs İngiltere’ye bırakıldı. Bütün bunların yanında Rusya’ya ağır bir savaş tazminatı ödendi. Böylece Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da küçük bir devlet hâline getirilmesi için askerî ve siyasi şartlar hazırlandı. Ermenilerin, Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmak istemeleri de Ayastefanos ve Berlin Antlaşmalarının önemli sonuçlarından biriydi.

Ödenemeyen Borçlar İçin Düyun-u Umumiye Kuruldu
1875’te borçlarını ödeyemeyeceğini ilan eden Osmanlı Devleti, 93 Harbi’nden sonra Ruslara karşı ağır savaş tazminatı ödemekle karşı karşıya kalınca iflasın eşiğine geldi. Osmanlı borçlarının ödenmesi işi, devletler arası alacaklılardan oluşan bir kuruma bırakılmak üzere 1881 yılında Düyun-u Umumiye yönetimi kuruldu. Devletin önemli gelir kaynaklarına el koyan Düyun-u Umumiye yönetimi, borç ve faiz tahsilatını kendisi yaparak devlet içinde devlet gibi çalıştı. Böylece devletin mali kaynakları büyük ölçüde alacaklı devletlerin eline geçti.
Hızla dağılma tehdidiyle karşı karşıya kalan Osmanlı, varlığını devam ettirebilmek için II. Abdülhamit’in baskı yönetimine girdi. İstibdat Devri denilen baskı dönemi 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanına kadar sürdü. Döneme, Anadolu’da giderek daha kanlı bir şekilde gözlenen ve artık İstanbul’da da kendini gösteren Ermeni terörü ve Makedonya’daki huzursuzluklar, Girit Adası’nın ilhakını amaçlayan Yunanistan’la yaşanan savaş damgasını vurdu.

Ermeniler Bağımsızlık Hayali Kurmaya Başladı
Osmanlı Devleti’ni kaos yaratmadan, sürece yayarak parçalamayı ve paylaşmayı amaçlayan Berlin Antlaşması, Doğu Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Sivas ve Elazığ’da “reformlar” yapılmasını öngörmekteydi. Bu altı vilayetin günümüzdeki sınırları; Erzurum, Erzincan, Van, Ağrı, Hakkâri, Muş, Bitlis, Siirt, Diyarbakır, Elazığ, Mardin, Bingöl, Malatya, Sivas, Amasya, Tokat ve kısmen Giresun vilayetlerini içine alıyordu. “Reform”un amacı, bölgede Osmanlı Devleti yönetimini zayıflatmak, Ermeni çoğunluğu temin etmek ve önce özerklik, ardından bağımsızlığı kazanmaktı. Bu durum Ermenilerin bağımsızlığa olan inançlarını artırdı. Bulundukları yerlerde nüfus çoğunluğunu elde etmek için Müslüman komşuları ile çatışmaya girip Avrupa’ya “Hristiyan katliamı” yapıldığı propagandasını yapıp, askerî müdahale ortamı yaratmaya çalıştılar.
Ermeni terör ve ihtilal örgütleri 1890’lı yıllarda eylemlerini iyice artırdılar. 1893-1894’te Muş-Diyarbakır çevresinde yapılan eylemlerle Avrupa’nın dikkati çekilip askerî müdahale ortamı yaratılmaya çalışıldı. Aynı şekilde Ermeni terörü, İstanbul’a sıçratılarak ezilen millet havası yaratılmaya çalışıldı. Devam eden süreçte özellikle Doğu Anadolu’da Ermeniler ile Kürtler arasında kanlı çatışmalar oldu. Terör eylemlerinin artan şiddeti dönemin padişahı Abdülhamit’i de hedef aldı. 21 Temmuz 1905’te mutat cuma selamlamasını yaptığı sırada düzenlenen suikasttan, Abdülhamit kıl payı kurtuldu. Avrupalılar, olayları hep Ermenilerin penceresinden takip ederek haklı olanın onlar oldukları tezini kabul ettirmeye çalıştılar. Katledilen Müslüman halk ise hiç gündeme getirilmedi.

Balkan Faciası Büyük Yıkım Yarattı
Bu arada Osmanlı Devleti dört koldan saldırıya maruz kaldı. 1911’de İtalyanlar Libya’yı işgal ederken bu durumdan istifade Balkan devletleri Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan aralarında ittifak yaparak 1912 yılında I. Balkan Savaşı’nı başlattılar ve Osmanlı Devleti’ne tarihinin en büyük hezimetini yaşattılar.
Balkan Savaşları’nın bir nedeni, Rusya’nın 1905 yılında Japonya karşısında uğradığı ağır yenilginin yarattığı itibar kaybını telafi etmek istemesi idi. Japonya karşısında aldığı yenilginin ardından dikkatini tekrar Balkanlar’a çeviren Rusya, Yunanistan’ı Girit’in ilhakı konusunda cesaretlendirdi. Balkan devletleri arasındaki ittifaktan habersiz olan Osmanlı Devleti’nin, Rumeli’de konuşlu kuvvetlerinden önemli bir bölümünü terhis etmesi de savaş konusunda Balkan devletlerini harekete geçirdi. Aynı şekilde İstanbul’daki siyasi istikrarsızlık da Balkan devletleri için bir fırsat oldu. Balkan Savaşı’nın patlaması üzerine Babıali, İtalya ile süregelen savaş hâlini sona erdirmek mecburiyetinde kaldı. 15 Ekim 1912’de Trablusgarp ve Bingazi ile Rodos ve On İki Ada İtalya’ya terk edildi.
Eylül-Ekim 1912’de Arnavutluk, Makedonya ve Trakya’da yapılan Balkan Savaşı, Osmanlı ordularının hezimeti ile sonuçlandı. Bulgarlar Edirne’yi alarak Çatalca’ya kadar ilerlediler. Manastır Sırpların, Selanik Yunanistan’ın eline geçti. Osmanlı Devleti 14. yüzyılda ayak bastığı Balkan topraklarını ve Rumeli’de fethettiği ilk yerleri kısa sürede terk etmek zorunda kaldı.
Balkan faciası sadece toprak kaybına yol açmadı. Beraberinde büyük bir göç dalgası getirdi. Millî hafızamızda derin bir travmaya yol açan “Doksanüç Bozgunu” gibi, yüz binlerce Rumeli Türk’ü göçe zorlandı ve bunlar, “Bulgar zulmü” kavramının millî vicdanda unutulmadan yaşamasına yol açacak derecede acımasızca katliama uğradılar.
Savaşın sona ermesine ilişkin anlaşma görüşmeleri Londra’da yapıldı. 16 Aralık 1912’de yapılan antlaşma sonucunda Edirne, Doğu Trakya dâhil bütün Rumeli ve Ege adaları Osmanlı Devleti toprağı olmaktan çıktı. Arnavutluk 28 Kasım 1912’de bağımsızlığını ilan etti.

İttihat Terakki Yönetime El Koydu
Balkan Savaşı’nda yaşanan hezimet, Osmanlı yönetiminde köklü değişikliğe neden oldu. Enver Paşa ve Talat Paşa liderliğindeki İttihat Terakki Cemiyeti üyeleri, Babıali’yi basarak hükûmet darbesi yaptılar. Başbakanlığa Mahmut Şevket Paşa’yı getirdiler. Yeni oluşturulan hükûmet I. Balkan Savaşı’nın sonuçlarını onaylamakla birlikte, kaybedilen toprakları geri almak için hazırlık yapmaya başladı. Bu arada 11 Haziran 1913’te Başbakan Mahmut Şevket Paşa bir suikast sonucu öldürüldü. Yerine İttihat Terakki Cemiyetinin adayı Sait Halim Paşa başbakan yapıldı.
Osmanlı Devleti’nin aradığı fırsatı, Balkan devletleri kendi aralarındaki paylaşım kavgasıyla verdiler. Paylaşmada en büyük hisseyi almış olan Bulgaristan, bu duruma karşı çıkan Romanya dâhil olmak üzere diğer üç müttefikiyle 1913 yılının Haziran ayında savaşa girdi. Bu gelişme, son bir gayretle Edirne’nin kurtarılması için iyi bir fırsat oldu. Sonuç olarak, Balkanlar’da bugünün Trakya’sı kadar bir toprak parçası yeniden ele geçirildi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ve 1912 Balkan bozgununun tek tesellisi, II. Balkan Savaşı’nda geri alınan Edirne dâhil Doğu Trakya toprakları oldu.

İlk Açılım Ermeniler İçin Yapılmak İstendi
Balkan Savaşları sona erdikten sonra Avrupa devletleri, Doğu vilayetlerinde reform yapılmasını yeniden gündeme getirdiler. Rusya’nın baskısı, İngiliz ve Fransızların da desteğiyle Ayastefanos Antlaşması’nın 16. maddesine tekrar işlerlik kazandırıldı. Bu çerçevede, Ermeni nüfusun da yaşadığı altı vilayetin iki gruba ayrılması gündeme getirildi. Birinci grup vilayetler; Erzurum, Trabzon, Sivas; ikinci grup vilayetler Van, Bitlis, Elazığ (Harput), Diyarbakır olmak üzere başlarına iki yabancı genel müfettiş tayin edilmesi, bu müfettişlere valiler dâhil bütün memurların atanması ve görevden alınması hakkı tanınması, Kürt Hamidiye alaylarının kaldırılması, Ermenicenin Kürtçe ve Türkçe ile beraber resmî dil olarak kullanılması, dolayısıyla bu vilayetlerde Türk ve Kürtlerden oluşan Müslüman çoğunluğa kıyasla genelde çok daha düşük bir nüfus oluşturan Ermenilere eşit oranda ve uluslararası garantisi olan haklar verilmesi istendi. Böylece, bölgenin Osmanlı denetiminden çıkartılması hedeflendi. Bu durum 8 Şubat 1914’te Rusya ile yapılan ikili antlaşma ile hukuki bir geçerlilik kazandı. Böylece Ayastefanos ve takiben imzalanan Berlin anlaşmaları uygulamaya geçirildi. Yürürlüğe konmak istenen bu reformu kesintiye uğratan ise Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması oldu.
Rusların, Osmanlı Devleti aleyhine İngiltere ile girdiği ittifak ve İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Ermeni reformunu hayata geçirmek için başlattıkları girişim, Osmanlı Devleti’ni müttefik arayışına itti. Bu noktada Osmanlı Devleti de Almanya ile 2 Ağustos 1914’te yaptığı gizli ittifak anlaşması ile tarafını belirlemiş oldu. Anlaşmanın 2. maddesi, Almanya ile Rusya arasında savaş çıkacak olursa bu savaşa Osmanlı Devleti’nin de katılmasını öngörmekteydi. Anlaşmanın üçüncü maddesi, böyle bir gelişme hâlinde Osmanlı kuvvetlerini Alman askerî heyetinin emir ve komutası altına sokmaktaydı. Antlaşmada savaşın zaferle neticelenmesi durumunda Osmanlı Devleti’nin çıkarının ne olacağı cevapsız bırakılmıştı. Esasında Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Rusya bloku ile Almanya, Avusturya-Macaristan bloku arasında sıkışıp kalmıştı. 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’nın hükümleri tatbik edilmek isteniyordu. Bu çerçevede ilk hedef Osmanlı Devleti’nin tasfiye edilmesi idi. Osmanlı Devleti bu paylaşım mücadelesinde kendisi için en az zararlı olanı tercih etmek zorunda kaldı. Osmanlı Devleti ile Almanya arasındaki gizli ittifakı eyleme geçirten ise Akdeniz’de dolaşan Göben ve Breslau adlı iki Alman gemisinin İngilizlerin takibinden kaçmak bahanesiyle Çanakkale Boğazı’na yönelmesi ve 11 Ağustos 1914’te bu gemilere geçiş izni verilmesi oldu. Gemilerin kabulüyle oluşan kriz, bunların kâğıt üzerinde satın alınması ve isimlerinin değiştirilmesiyle geçiştirilmek istendiyse de Alman subay kadroları ve mürettebatının aynen muhafaza edilmekte olması müttefikleri teskin etmedi. Bu gemilerin Karadeniz’e çıkarak Rus limanlarını vurması Osmanlı Devleti’nin bir oldu bittiyle savaşa girmesine neden oldu. 14 Kasım’da “cihad-ı ekber” ilan edilerek bütün Müslümanlar din savaşına davet edildi. Ancak İngiltere ve Fransa’nın sömürgesi durumuna gelen Hindistan, Mısır, Cezayir, Fas, Tunus gibi yerlerde yaşayan Müslüman nüfusun ayaklanması beklentisi gerçekleşmedi. Aksine, Osmanlı sınırlarında yaşayan Müslüman Araplar, bağımsızlık beklentisiyle İngiltere’nin tesirine girerek Osmanlı aleyhine faaliyet yürütmeye başladılar.

Osmanlı Üç Kıtada Savaştı
Osmanlı orduları Kafkaslar’da, Irak’ta, Filistin-Suriye’de, Sina-Mısır’da ve Arabistan’da, Çanakkale’de ve Galiçya’da müttefik düşmanlara karşı savaşmak zorunda kaldı. Türk kuvvetlerini Alman komutanlar yönlendirdi. Onların görüşleri, onların savaş hedefleri öncelik kazandı. Almanların sıkıştıkları cephelerde kuvvet takviyesini Osmanlılar yaptı. 600 yıllık imparatorluğun ordularının genelkurmay başkanlığına Friedrich Bronsart von Schellendorf ve daha sonra Hans von Seeckt getirildi. Almanların Galiçya cephesinde Ruslar karşısında rahatlamaları için Kafkaslar’da Ruslara cephe açıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk büyük felaketi on binlerce Türk askerinin tek kurşun atamadan soğuğa teslim oldukları Aralık 1914-Ocak 1915’teki Sarıkamış Harekâtı’yla oldu.
Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci büyük hezimeti, Mısır’daki Cemal Paşa kumandasında Ocak-Şubat 1915’teki Birinci Kanal Harekâtı ve 27 Temmuz 1916’daki Süveyş Kanalı Harekâtı oldu. Osmanlı Devleti’nin çıkarlarına hizmet etmeyen, Almanları cephelerde rahatlatmak için açılmış bu cephede de Osmanlı kuvvetleri büyük kayıplar verdiler.

Çanakkale’de Destan Yazıldı
Birinci Dünya Savaş’ının büyük cephesi ise İngiliz-Fransız kuvvetleri tarafından Çanakkale Boğazı’nda açıldı. Mehmet Akif’in, “Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi.” dediği bu savaş, Osmanlı Devleti’ne bitirici darbeyi vuracak şekilde planlanmıştı. İngiliz-Fransız ittifakı savaşı kazanmaları durumunda hem İstanbul’u ele geçirip Osmanlı’ya öldürücü darbeyi vuracaklar hem de Rusya’nın lojistik yollarını açarak Almanlara karşı Rusya’yı rahatlatacaklardı. Aynı zamanda Rusya’daki çarlık düzenini Bolşeviklere karşı destekleyip Komünist ihtilali önleyeceklerdi.
1915 yılının Ocak ayında başlayan deniz saldırısı 18 Mart 1915’te İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin hezimeti ile sonuçlandı. Ardından kara savaşları başladı. Bu savaştan da Osmanlı kuvvetleri zaferle çıktı. On binlerce Türk’ün şehadeti pahasına müttefiklerin Çanakkale Boğazı’nı geçmesine izin verilmedi.

Ermeniler Tehcir Edildi
Osmanlı Devleti’nin üç kıtada yürüttüğü savaşlar, iç güvenlik endişesini de gündeme getirdi. Savaştan yenik çıkılması durumunda Ermeni reform taleplerinin hayata geçirilmesi kaçınılmazdı. Ermeniler de bu doğrultuda Rusların himayesinde içeride nüfus arındırma faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardı. Bu nedenle Ermenilerin kritik bölgelerden daha az tehdit oluşturabilecekleri güney sınırlarında yerleştirilmeleri gündeme geldi. 27 Mayıs 1915’te kabul edilen “Tehcir Kanunu” ile altı vilayette yerleşik Ermeniler, Anadolu dışına sürgün edildiler. Günümüzde çok tartışılan bu kararın Almanların telkini ile alındığı ileri sürüldü. Alman elçisi Baron von Wangenheim’in Ermeniler için yapılan müdahaleleri geri çevirdiği ve Türk hükûmetinin aldığı tedbirleri ve bunun uygulanmasını onaylaması da bu iddiaya dayanak gösterildi.
Bu arada bağımsızlık için İngilizlerle iş birliği yapan Hicaz ve Necid emirlerinin isyan ederek silahlı eylemlere girişmeleri 1916’da Hicaz ve Mekke’nin kaybına yol açtı. Ardından Irak, Suriye ve Filistin bölgelerinin de elden çıkması kaçınılmaz hâle geldi.
Osmanlı Devleti’ni savaş sırasında rahatlatan gelişme ise Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin gerçekleşmesi oldu. Rusya’nın Kafkas Cephesi’nden çekilmesine neden olan bu ihtilali, İttihat Terakki Cemiyeti de destekledi. Rusların boşalttıkları toprakları Rus ordusu içinde oluşturulan Ermeni kuvvetlerine terk etmeleri nedeniyle, Doğu Anadolu’da stabilitenin sağlanması, Batum, Ardahan, Kars gibi yerlerin Ermenilerden alınması mümkün oldu.

Son Padişah Vahdettin Oldu
Birinci Dünya Savaşı’nın bitimi Osmanlı Devleti’nin de tarih sayfalarındaki yerini almasıyla sonuçlandı. 600 yıllık devletin son padişahı ise 3 Temmuz 1918’de Sultan Mehmet Reşat’ın ölümü üzerine tahta geçen VI. Mehmet (Vahdettin) oldu.
Vahdettin tahta çıktığında Osmanlı Devleti’nin güneydeki toprakları İngiliz ve Fransızların eline geçmişti. 11 Mart 1917’de Bağdat, 11 Aralık 1917’de Kudüs, 1 Ekim 1918’de Şam, 27 Ekim 1918’de Halep İngilizlerin egemenliği altına girmişti. Aynı şekilde 6 Ekim 1917’de Beyrut, 14 Ekim 1917’de Trablusşam ve İskenderun da Fransızların egemenliği altına girmişti.
Osmanlı Devleti için son derece ümitsiz bir hâl alan savaşta, Bulgarların savaştan çekildiklerini ilan etmeleri çöküntüyü daha da hızlandırdı. Almanya ve dağılan Avusturya-Macaristan da 3-4 Kasım 1918’de savaşı bıraktığını duyurdu. İngiltere-Fransa liderliğindeki Avrupa devletlerinin galip geldiği savaşın sonunda Sadrazam Talat Paşa, 8 Ekim 1918’de istifa etti. Onun yerine 14 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa’nın başbakanlığında yeni bir hükûmet kuruldu. Kısa bir süre sonra da 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Osmanlı Devleti’nin savunmasını çökerterek Anadolu’nun parçalanmasını kolaylaştırmayı amaçlayan mütareke hükümleri, Osmanlı Devleti’nin bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdüremeyeceğinin belgesi oldu.

Son Kurtuluş Ümidi Millî Direniş Oldu
Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti’nin elinin kolunun bağlanması ve arkasından imzalanan Sevr Antlaşması ile Anadolu’nun taksim edilmesi, Türk milletinin tarih sahnesinde varlığını korumak için Anadolu’da yeniden örgütlenmeyi zorunlu kıldı. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişiyle başlayan millî direniş çalışmaları, üç yıl sonra meyvelerini verdi. 9 Eylül 1922’de Yunan ordusunun İzmir’den denize dökülmesiyle Anadolu’da yeniden bağımsız bir devletin doğduğunun da müjdesi verildi. Edirne’den Kars’a, İzmir’den Hakkâri’ye kadar Anadolu’nun bütününün hukukuna ilişkin anlaşma Lozan’da imzalandı. Mudanya Mütarekesi’nin ardından 24 Temmuz 1923’te Lozan’da atılan imzalarla Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesindeki yerini aldığının işareti verildi.
Esasında İngiliz-Fransız ittifakının Lozan görüşmelerine İstanbul hükûmetini de davet etmeleri saltanatın kaldırılmasını hızlandırdı. Tevfik Paşa’nın Ankara’daki Millî Meclisi İstanbul’un emrine girmeye çağırması saltanat tartışmalarını yoğunlaştırdı. TBMM’de yapılan görüşmeler neticesinde 1-2 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. Bunun üzerine İstanbul’daki Tevfik Paşa hükûmeti 4 Kasım 1922’de istifa etti. Vahdettin yeni bir hükûmet kurma girişiminde bulunmayarak saltanatın kaldırılması kararına uyduğunu gösterdi. 16 Kasım 1922’de İngilizlere sığınarak İstanbul’dan ayrılıp Malta Adası’na gitti. Vahdettin aynı zamanda halifelik unvanına sahip olduğu için Büyük Millet Meclisi, onu hal ederek, yerine 19 Kasım 1922’de Abdülmecit Efendi’yi seçti. 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesi ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın cumhurbaşkanı seçilmesiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara oldu. 1,5 yıl kadar halife unvanıyla İstanbul’da görev yapan Abdülmecit Efendi’nin görevine de 3 Mart 1924’te halifeliğin ilgası kanunu ile son verildi. Kabul edilen bu kanun ile aynı zamanda Osmanlı Hanedan mensupları ile birlikte Abdülmecit Efendi de Anadolu dışında yaşamaya mecbur edildi. Böylece 620 yıllık Osmanlı Hanedanı ve 1292 yıllık hilafet müessesesi tarihe karışmış oldu.

OSMANLI PADİŞAHLARI





ERTUĞRUL GAZİ (? / 1281-1282)
Kimliği ve hayatı hakkındaki bilinenler kısıtlıdır. Ertuğrul Gazi’ye ilişkin ilk bilgiler, 15. yüzyıl başında yazılmaya başlanan ilk Osmanlı kroniklerinde yer alır. Bu kaynakların birçoğunda Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in babasının adının Ertuğrul olduğu ve Oğuzlar’ın Kayı Boyu’na mensup bulunduğu belirtilmiştir.
Ertuğrul Gazi’nin soyu Oğuz Han’a ve hatta oradan Nuh Peygamber’e kadar götürülür. Osmanlı Devleti’nin ilk yılları hakkındaki bilgilerin pek çoğu menkıbe niteliğindedir. İlk Osmanlı tarihçilerinden Ahmetî, Enverî ve Karamani Mehmet Paşa, Ertuğrul Gazi’nin babasının adının Gündüz Alp olduğunu yazmışlardır. Nitekim kazılarda ortaya çıkartılan, Osman Bey’e ait bir sikkede “Osman b. Ertuğrul b. Gündüz Alp” ibaresinin bulunması bu tarihçileri doğrulamıştır.
Türk tarihinde hükümdar çıkartan Oğuz boylarından biri de Kayı Boyu’dur. Ertuğrul Gazi’nin dedeleri, Anadolu’nun fethi sırasında Sultan Tuğrul Bey ve Alparslan’ın emirlerinin maiyetinde olarak önce Ahlat bölgesine gelmişler ve buradan Anadolu’ya yapılan gaza ve fütuhat hareketlerine katılmışlar, daha sonra Ahlat emirlerine bağlanıp onların maiyetinde Gürcülere ve Trabzon Rum İmparatorluğu’na karşı savaşmışlardı.
13. yüzyıl başlarında Ahlat’ın Eyyûbîler’in eline geçmesi ve ardından Moğolların Ahlat bölgesini istila etmeleri üzerine Ertuğrul Gazi’nin dedeleri, Mardin’e gelerek kendileri gibi Kayı Boyu’na mensup bulunan Artukoğulları’na bağlandılar.
Gündüz Alp ve beraberindeki Türkmenleri, Anadolu’nun içlerine gitmeye zorlayan ise Mardin ve çevresini Moğolların yağmalaması oldu. Gündüz Alp’e bağlı Kayı Boyu’na mensup Türkler, Mardin’den önce Erzurum yakınlarındaki Pasinler Ovası’na ve Sürmeliçukur’a yerleştiler. Ancak Gündüz Alp’in ömrü vefa etmediği için kısa bir süre sonra Pasinler’de vefat etti. Bunun üzerine yerine oğlu Ertuğrul Gazi geçti.

Moğol İstilası Batıya Göçe Zorladı
Moğol istilasının Erzurum ve çevresini tehdit etmesi üzerine Ertuğrul Gazi’nin abileri Sungur Tekin ve Gündoğdu, Anadolu’da ilk yerleştikleri bölge olan Ahlat’a geri döndüler. Ertuğrul Gazi ise kardeşi Dündar Bey ile birlikte batıya doğru göç ederek Sivas yakınlarında konakladı. Bu konaklama esnasında Selçuklu ordusu ile büyük bir Moğol birliğinin savaştığını ve Moğolların Selçuklu ordusunu bozmak üzere olduğunu gördü. Ertuğrul Gazi, Selçuklu ordusuna yardım edince savaşın seyri değişti ve savaşı Selçuklular kazandı. Neşrî’nin Cihannüma adlı eserinde tarihte Yassı Çemen Savaşı olarak geçen bu savaşın 1230 yılında Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad ile Harezmşahlar arasında yapılan savaş olduğu kaydedilmiştir. Savaştan sonra Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi’ye yardımlarından dolayı iltifatlarda bulunarak hilat giydirdi ve Selçuklu ülkesinde yaşamak için göç ettiklerini öğrenince Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve çevresini ona verdi. Böylece Ertuğrul Gazi, aşireti ile birlikte 1230 yılında bir süre Karacadağ bölgesine yerleşti. Ardından da oğlu Savcı Bey’i Sultan Alâeddin Keykubad’a göndererek yeni yurt istedi. Osmanlı kaynaklarına göre sultandan gerekli izni aldıktan sonra, belki de daha verimli topraklar elde etmek üzere batıya doğru hareketle Bizans sınırlarına kadar gelerek Söğüt dolaylarına, Aşağı Sakarya Havzası’na yerleşti. Burada Bizans sınırlarındaki kasaba ve köylere karşı akınlar düzenlemeye başladı. Bu sırada I. Alâeddin Keykubad, ülkesinin batı sınırlarını itaat altına almak amacıyla Bizans topraklarına bir sefer düzenledi. Konya’dan 1231 yılında hareket eden ordu, Sultanöyüğü’ne (Eskişehir) geldiğinde Ertuğrul Bey de maiyetiyle birlikte buraya gelerek sultana katıldı. Selçuklu ordusuyla, İznik Rum İmparatoru Teodoros Laskaris’e bağlı birlikler arasında bugünkü Pazaryeri ile Bozüyük arasındaki Ermeni Derbendi denilen yerde yapılan savaşı, Ertuğrul Bey’in emrindeki akıncı süvarilerinin başarılı mücadelesi sonucunda Selçuklu ordusu kazandı. Bu haber Sultanöyüğü’nde bulunan Alâeddin Keykubad’a ulaştığında sultan çok sevindi ve Ertuğrul Gazi’yi taltif ederek Eskişehir ve çevresini kendisine verdi. Böylece Ertuğrul Gazi, aşireti için daimî bir yaşam alanı elde etmiş oldu.

Bizans Tekfurlarıyla Savaşarak Faaliyetini Artırdı
Selçuklu Devleti, doğudan gelen Moğol istilasına karşı, Batı’da Bizans’a karşı savaşı devam ettiriyordu. I. Alâeddin Keykubad 1231 yılındaki zaferden sonra bölgenin önemli merkezlerinden olan Karacahisar’ı kuşattı ancak bu sırada Moğolların Anadolu’ya girdikleri haberini alınca şehrin işgalini Ertuğrul Gazi’ye bırakarak geri dönmek zorunda kaldı. Ertuğrul Gazi ve beraberindeki Türkmen beyleri uzun süren bir mücadele sonucunda aynı yıl Karacahisar’ı ele geçirdiler. Elde edilen ganimetin beşte birini Konya’ya gönderdiler. Ardından Söğüt üzerine yürüyerek Osmanlı Beyliği’nin ilk başkentini ele geçirdiler. Ertuğrul Gazi, kazandığı zaferlerden sonra Konya’nın da icazetiyle Söğüt ve çevresini yurt edindi.
Ertuğrul Gazi, aşiretine yurtluk edindikten sonra sınır boylarındaki Bizans tekfurlarıyla yakın ilişki kurdu. Özellikle Bilecik ve Osmaneli tekfurları ile geçinme yoluna gitti.
Ertuğrul Gazi, aynı zamanda Selçuklular’ın Kastamonu uç beyi olan Hüsamettin Çoban’ın oğulları ile de dostluğunu ilerletti. Böylece kışları Söğüt’te, yazları da Domaniç yaylalarında geçirmeye başladı. Bu esnada zaman zaman da Bizans sınırlarına akınlar düzenledi. Bu akınlar sırasında Anadolu’ya akın akın gelen Türk boylarının beylerinden Akça Koca, Samsa Çavuş, Kara Tegin, Aykut Alp ve Konur Alp gibi tecrübeli uç beyleri de etrafında toplandı. Böylece Ertuğrul Gazi’nin aşiretinin etkinliği Söğüt sınırlarının dışına taştı. Osmanlı kaynaklarındaki rivayetlere göre Batı Anadolu’da Anadolu Selçukluları’na bağlı bir uç beyi olarak faaliyetlerini sürdüren Ertuğrul Gazi, 13. yüzyılın son çeyreğine kadar hayatını devam ettirdi. Bu dönemde Moğol istilasından uzakta aşiretini güven içinde yöneten Ertuğrul Gazi, hayatının son günlerinde aşiretin yönetimini oğlu Osman Gazi’ye bıraktı. Ölüm tarihi konusunda ihtilaf söz konusudur. Bazı kayıtlarda 1281-1282 yılları verilirken, bazı kayıtlarda da 1288-1289 yılları verilmiştir. Kabri Söğüt ilçesindedir.

I. OSMAN (OSMAN BEY) (1299-1324)

Ertuğrul Gazi’nin üç oğlundan biri olan Osman Bey, 1258 yılında Söğüt’te doğdu. Osman Bey’in diğer kardeşleri Saru Yatı ve Gündüz’dür.
Osman Bey, gençliğini babası Ertuğrul ile Söğüt’te geçirdi. Osman Gazi’nin gençliğinde Eskişehir ve çevresinde gelişmiş bir yerleşik hayat vardı. O dönemde Eskişehir, Eskihisar, İnönü ve Söğüt’te oturan beyler birbirleriyle rekabet hâlindeydi.
Osman Bey’in mensup olduğu Kayı Boyu, 11. yüzyılda diğer Oğuz boyları gibi büyük kitleler hâlinde Anadolu’ya gelmiş ve küçük gruplar hâlinde ülkenin çeşitli bölgelerine yerleşmişti. Diğer Türk boyları gibi Osmanlılar da mensup oldukları Kayı damgasını bir egemenlik sembolü olarak sikkelerinde ve önemli eşyalarında kullanmışlardır. Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin ilk etnik çekirdeğini Kayıların oluşturduğunu belirtmiştir. “Oğuzname”ye göre Oğuz Han yirmi dört boy arasında egemenlik kavgası olmaması için töre koymuş, her birinin mansıbını, nişan ve damgasını tayin etmiştir. Oğuz’un öncelik verdiği oğlu Gün Han’dır. Ona bağlı boylar başta Kayı olmak üzere Bayat, Alkaevli, Karaevli’dir. Kayı’nın damgası “IYI”dır. Oğuz Han’ın kendisinden sonra töre gereği Kayı, hanlar hanı olmuştur. Âşıkpaşazade Tarihi’nde de Osman’ın soy kütüğü Oğuz Han’a kadar götürülmüştür. Osmanlı sultanları bundan sonra bu teoriyi hararetle benimsemiş ve bir Oğuzculuk geleneği yerleşmiştir.
Osman da babası gibi, uçta Türkmenleri ve yerini yurdunu terk etmiş garipleri gaza savaşları için örgütleyen subaşılardan bir alp gazi idi.
Osman Gazi’nin gazalardaki yoldaşları Turgut, Aykut, Saltuk, Hasan gibi alplerdi. Alpler, Selçuk uç toplumunda Türkmen savaşçılarını sefere götüren deneyimli, iyi silahlanmış komutanlardı. Alp gaziler göçebe Türkmenleri gaza için örgütlüyorlardı. Osman Gazi’nin kuvvetleri çoğunlukla uzaklardan, Kastamonu yöresinden gelen garip Türkmenlerdi. Bunlar kızıl börk giyip savaşçı olarak ayrıcalık kazanıyor, böylece göçebe topluluğunda farklılaşıyorlardı.

Nüfuzunu Gazalarla Genişletti
Bizans topraklarına düzenlenen gazaların amacı, egemenlik alanını genişletmekti. Osman Gazi, ele geçirdiği topraklardaki Hristiyan halka nasıl davranılması gerektiğini din âlimlerine danışır ve uygulamayı onların gösterdiği yönde yapardı. Fıkıh okumuş Şeyh Edebali ve Dursun Fakih, Osman’ın danışmanları idi.
Osman Bey’in seferlerinde alpler “yarar yoldaş” ve “nöker”leri idi. 13. yüzyıl Moğol toplumunda nöker “soylu kişilerin, bahadırların evinde ve seferde yanından ayrılmayan hizmetkârı ve silah arkadaşı” olarak tanımlanır. Esirlikten gelen nöker kendine tabi olanlarla birlikte şefin hizmetine girer. Çoğu esir edilip ant içmekle başbuğa hayat boyu bağlı silah arkadaşıdır. Osman Bey zamanında Köse Mihal bu tip bir nökerdir. Osman, 1299 yılında topraklarını Eskişehir’den Bilecik ve Yenişehir’e kadar genişletti. Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olarak kabul edilen bu tarihte İnönü’yü oğlu Orhan Bey’e, Yarhisar’ı Hasan Alp’e, İnegöl’ü Turgut Alp’e verdi.
Osman Bey ile gazalara çıkan Saltuk, Hasan ve Konur da önde gelen alplerdi. Bu alp ve nökerlerin çocuk ve torunları sonraları devlet idaresinde önemli makamlara gelerek daha sonraki yıllarda Osmanlı aristokrasisini oluşturdular.
Selçuklular’da ve Osmanlı klasik döneminde yurt veya yurtluk, “bir göçer ev grubunun reisine özerklikle verilen bir arazi birimi” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle yurt soylu bir bahadıra ait toprak parçasıdır. Osman Bey de alınan vilayetleri gazilere paylaştırıyordu. Bu yurtlandırma sistemi daha sonra Rumeli’de gaza yapan uç beyleri Evrenosoğulları, Mihaloğulları, Paşayiğitoğulları için de uygulandı.

Şeyh Edebali, Nüfuzunu Güçlendirdi
Osman Bey, bölgede Bizans topraklarına karşı akın yapanlar arasında en atılgan önder idi. Uç boylarında gaziler-alpler gaza ve ganimet seferlerinde en başarılı önderin bayrağı altına girerlerdi. Osman Bey’i diğer alplerden üstün duruma getiren bir başka özellik, rivayete göre bir Vefai-Babai tarikat halifesi olarak uç beyliğine gelen Edebali’nin manevi desteği olmuştur.
Osman Bey’in 1304’te düzenlediği Sakarya Seferi’nde Osmaneli ve Çadırlı tekfurları kendisine itaat ettiler ve Osman Gazi’ye has nöker oldular. Nökerlik sistemi, Osmanlı Devleti’nin gelişme çağında kul sistemine dönüştü. Padişahın yeniçerileri, gulam-ı mir denilen bey kulları, tımarlı sipahilerin hizmetkârı kullar, hep nöker durumunda idi.
Osman Bey, bir bölgeyi ele geçirdikten sonra, o bölgeyi nasıl örgütleyeceğini fakihlere sorardı. Örgütleme konusundaki en önemli yardımcıları ise ahiler ve fakihlerdi. Fakihler İslam hukukunu, Sünni akaidini ve İslam kurumlarını bilen insanlar olarak beye yönlendirici bilgi verirler, daha küçük yerleşim yerlerinde imamlık hizmeti yürütürlerdi. Osman Bey döneminde bu fakihlerin en meşhuru Dursun Fakih idi.
1285-1291 yılları arasında Türkmenler, Konya’daki Selçuklu sultanına ve Moğollara karşı isyan ettiler. Ortaya çıkan karışıklıktan yararlanan Osman Bey de 1288 yılında Karacahisar’ı ele geçirdi.

Anadolu’daki İç Kargaşa Osmanlı Devleti’ni Doğurdu
Osman Bey’in, komşu tekfurlara ve Bizans topraklarına karşı gaza hareketine başlaması, Anadolu’daki Türkmenlerin Moğollara karşı isyan hareketlerini artırmasıyla hızlandı. Anadolu’daki Moğol işgalinin sona ermesi için, Mısır Memlûkleri de Türkmenlere yardım gönderdi. Bu dönemde Osman Bey, Moğol müdahalesinden çekinmeden gaza hareketlerini artırdı. Özellikle Sülemiş’in İlhanlılar’a karşı isyanı uç Türkmenlerinden destek gördü. Memlûk Devleti’nin desteğinden dolayı, Osman Bey oğullarından birinin adını Melik Nasır koydu.
Bizans, Moğol, İlhanlı, Selçuklu ve Memlûk çekişmesi sırasında Anadolu’da iyice bozulan siyasi istikrar, Osman Bey’in 1299’da Bilecik’i fethetmesine fırsat verdi. Bu fetih de Osmanlı Devleti’nin resmî kuruluş tarihi olarak kayıtlara geçti.
Osman Bey, ilk zamanlarda Bilecik tekfuruna “mudârâ”[1 - Alttan alma, yaranma] gösteriyordu. Osman Bey, 1284 yılında, Söğüt-Domaniç arasında göç ederken Bilecik tekfurunun himayesine muhtaçtı. İnegöl Ovası’nda sürüler tarım topraklarını çiğnediği için İnegöl tekfuruyla aralarında başından beri düşmanlık vardı. Osman’dan armağan alan Bilecik tekfuru onu koruyordu. Osman bu bölgede göç yolunu engelleyen İnegöl tekfuru ile çatışma hâlindeydi. Söğüt-Domaniç yolu üzerindeki Ermenibeli çatışması yerel önemsiz bir karşılaşma idi.

Bilecik’i Alarak Bağımsızlığını İlan Etti
Ermenibeli’nden elde edilen zaferden sonra, Osman Bey, Edebali eliyle gaza kılıcı kuşandı ve bölge tekfurlarına karşı aktif gazaya başladı. İnegöl Rumlarına karşı bir gece baskını yaparak 1284 yılında İnegöl yakınında Küçük Kulaca Hisarı’nı yağmalayıp ateşe verdi. Onun bu saldırısı, İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının ittifak ederek karşı saldırıya girişmelerine neden oldu. Osman Bey, gazileriyle İnegöl ve Karacahisar tekfurunun ordusuna karşı İkizce’ye yakın Domaniç belini aştıkları yerde 1286 yılında büyük bir savaş yaptı. Bu savaş, Osman Bey’in gerçek anlamda ilk savaşı oldu. Osman Bey, kardeşi Saru Yatı’yı bu savaşta kaybetti. Osman Bey, Kulaca akınından iki yıl sonra da Karacahisar’ı alarak beylik merkezi yaptı. Rivayete göre Osman Bey, bu önemli fetih sonucu uçta sancak beyliğine erişti. Karacahisar, Anadolu’dan İznik-İstanbul’a giden ana yolların kesiştiği bir noktada stratejik konumu son derece önemli, çıkılması güç bir kale idi. Osman Bey, Karacahisar’ın fethiyle bütün Eskişehir ve Bilecik bölgesine hâkim olarak bu bölgedeki Selçuklu-İlhanlı naiplerinin yerine geçti. Karacahisar’ı aldıktan sonra bağımsızlık ilanı anlamına gelen kendi adına hutbe okuttu. Karacahisar’ı aldıktan sonra da han unvanı alan Osman Bey, kanun koydu. Kaleye bölgeden ve Germi-yan gibi uzak yerlerden halkın gelip yerleşmesi sonucu, Karacahisar kısa sürede Müslüman nüfuslu bir şehir oldu. Aşağıda Ilıca yanında pazar da Osman Bey’in kontrolü altına girdi. Fetihle birlikte Osman Bey, bölgede fiilen bir gazi bey durumuna yükseldi. Böylece Osman Bey, Kastamonu emiri Çobanoğulları gibi Selçuklu sultanının sancak sahibi bir emiri[2 - Bey] mertebesine ulaşmış oldu.
Osman Bey’in beyliğini büyütürken en büyük müttefiki, Harmankaya-Gölpazarı bölgesi tekfuru olan Köse Mihal oldu. Onların en büyük yardımcısı da aşiretiyle bölgeye yerleşmiş bulunan Samsa Çavuş oldu. Osman Bey, 1288-1299 yıllarında, Karacahisar’dan Bilecik-Yenişehir’e kadar olan bölgeyi egemenliği ve kontrolü altına alarak birçok şehir ve kaleye hükmeden bir bey durumuna geldi. Aynı yıllarda Göynük, Gölpazarı, Bilecik, Yenişehir, İnegöl, Yarhisar tekfurlarını ortadan kaldırdı. Bulunduğu bölgenin güvenliğini sağladıktan sonra da Bizans imparatorluk topraklarına gaza faaliyetine başladı.

Amcası Dündar Bey’i Öldürdü
Babasının sağlığında aşiretin başına geçen Osman Bey, babasının ölümü üzerine, amcası Dündar Bey’in muhalefetiyle karşılaştı. Göçer ailelerden bir kısmı Dündar Bey’in, aşiretin başına geçmesini istedi. Bir araya gelinip görüşler alındığında çoğunluk Osman’ı destekledi; bunun üzerine Dündar da ona uydu. Osman, aşiretin onayıyla beyliğini bir daha ibra ettirdikten sonra fetih siyasetinde köklü bir değişikliğe gitti.
Osman Bey, başlangıçta çevresindeki Bizans tekfurlarıyla yürüttüğü yumuşak diplomasiyi bırakarak genişlemeci bir siyaset izlemeye başladı. Ancak onun bu yaklaşımı amcası Dündar Bey ile aralarında soruna neden oldu. Amcası Dündar Bey, yumuşak siyasetin devam ettirilmesinden yanaydı. Osman, amcasının bu yaklaşımını kendi egemenliğine engel olarak gördü ve onu okla vurup öldürdü. Ardından Karacahisar-Söğüt bölgesinden batıda Bilecik-Yenişehir bölgesine yönelerek başkenti Bilecik’e taşıdı. Daha sonra 1302 yılında İznik’e yöneldi. İznik’i işgal etmeden önce Bizans kuvvetleriyle girdiği Koyunhisar Savaşı’nı kazanarak çevre yerleşim yerlerinde yağmaya girişti. Edremit’e kadar bütün bölge Türkler tarafından yağma edildi. Yağmalar Bursa ve İznik kapılarına kadar uzandı. Osman Bey, İznik’i ele geçirmek için bütün Türkmen beylerinin uyguladığı taktiğe başvurup şehri abluka altına aldı ve açlıkla teslim almaya çalıştı. Ancak İzniklilerin direnişi kuşatmayı başarısız kıldı. Bu nedenle İznik ancak Orhan Bey zamanında, 1331 yılında ele geçirilebildi. Buna rağmen Bizans imparatorluk ordusuna karşı kazanılan zafer Osman Bey’in bölgedeki karizmasını yükseltti.
Koyunhisar Savaşı, Osman Bey’e hanedan kurucusu bey ünü kazandırdı. Kendisinden sonra gelen oğlu Orhan, rakipsiz beylik tahtına oturdu. Böylece 27 Temmuz 1302 tarihi Osmanlı hanedanının, dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olarak kabul edilir.

Bizans İmparatoru Tedirgin Oldu
Osman Bey’in bölgede güçlenmesi, Bizans imparatorunu da tedirgin etti. Zira gaza ve ganimet için uç bölgesine koşup gelen Türkler, İstanbul Boğazı’na kadar yayılmışlardı. Alp gaziler emrinde küçük gruplar hâlinde hareket eden Türkler, 1304 yılı başlarında İstanbul Boğazı’na kadar her yerde göründüler. Bir gemi bulunca Boğaz’ı geçen Türkler, İstanbul önlerine kadar geliyorlardı. Şile ve Anadolukavağı’ndaki kalelere saldırıyorlardı. Panik hâlinde kaçan Rum halkı İstanbul’a sığınıyor, sokaklar açlık ve hastalık çeken insanlarla doluyordu. Bizans imparatoru, Osman Bey’i durdurmak için İran’da Gazan Han’a, onun ölümünün ardından Olcaytu Han’a bir Bizanslı prensesi eş olarak önermiş ve bir Moğol ordusunu tahrik etme girişiminde bulunmuştur.
Koyunhisar Savaşı’ndan sonra Bursa Ovası’ndaki Orhaneli, Bursa, Bidnos, Kestel ve Kite tekfurları birleşip Osman’a saldırmak üzere ittifak ettiler. 1303 yılında harekete geçen tekfur orduları, ilk önce Yenişehir’e doğru başarılı bir saldırı gerçekleştirdiler. Osman Bey, yanındaki kuvvetlerle tekfurların ordusunu Yenişehir Ovası’ndaki diğer Koyunhisar’da karşıladı. Düşman savaşa savaşa Dimboz Boğazı’na kadar çekildi, Osman’a karşı orada son bir savaşa giriştiler. Osman Bey, kardeşi Gündüz Alp’in oğlunun şehit olduğu savaştan da zaferle çıktı. Dimboz Savaşı’ndan sonra Ulubat’a kadar Bursa Ovası ve Uludağ, Türkmen yerleşimine açıldı. Bursa ise yirmi üç yıl kuşatma altında kaldı. Osman şehri kuşatıp etraftan tecrit etmek için iki havale kulesi, Aktimur ile Balabancık kulelerini yaptı ve çekildi.

Dimboz Zaferi’yle Psikolojik Üstünlüğü Ele Geçirdi
Osman Bey, Koyunhisar ve Dimboz zaferlerinden sonra, Bizans İmparatorluğu’na karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Sefere çıkmayı planladığında Türk savaşçılar, Anadolu’nun dört bir yanından gelerek bayrağının altında toplanmaya başladı. Böylece Osman Bey, bölgedeki egemenliğini giderek pekiştirdi. İznik’i düşürmek ve İstanbul’dan gelecek yardımlara karşı ablukayı tamamlamak için Sakarya üzerindeki geçit yerlerine karşı yeni seferler düzenledi. 1304 yılında, Leblebücihisarı’na geldiğinde tekfur itaat etti. Tekfuru görevinden almayan Osman Bey, oğlunu yanına aldı. Oradan Lefke ve Çadırlı tekfurlarından da itaat aldı. Bu tekfurlar da Osman Bey’in yanında nöker oldular. Osman Bey, oradan Mekece’ye ulaştı ve oranın da tekfurunu itaat ettirdi ve beraberinde Akhisar’a getirdi. Akhisar tekfuru asker toplayıp savaşa tutuşsa da yenilmekten kurtulamadı.
Osman Bey’in İzmit ile İstanbul’un bağlantısını kesip İzmit’e giden yolları teker teker ele geçirmesi ve beylik sınırlarını giderek genişletmesi İstanbul’da panik havası doğurdu. İzmit açlık ve susuzluk içinde son derece kötü durumdaydı. İznik şehri de etraftan çevrilmiş, dışarıyla ilişkisi kesilmiş, kıtlık içinde bulunuyordu. Bilecik, İnegöl, Yenişehir ve çevredeki diğer yerleşim yerlerindeki Rum halk kaçmış, Marmara bölgesinin güney bölümleri ıssızlaşmıştı. Bizans ordularının İznik’e ulaşmak için önünde sadece Gemlik yolu açık kalmıştı.
Osman Bey, İznik’i ele geçirebilmek için 1304 yılında oğlu Orhan’ı, Köse Mihal ve diğer tecrübeli komutanlarla Karaçepüş ve Karatigin hisarlarını fethetmeye gönderdi. Bu seferin amacı İznik’in bu yönden tecrit işini tamamlamaktı. Dıraz Ali ve Karatigin havale hisarlarından İznik kuşatması çeyrek yüzyıl sürdü. O tarihe kadar Absafi-Bıçkı dağlarını aşmak imkânsızdı. Tek yol Sakarya Vadisi idi. Bu vadide Akhisar, Geyve, Absu ve Karaçepüş kaleleri bu yolu kapatıyordu. 1305’te Orhan, günümüzde Pamukova diye bilinen Akhisar’ı harekât merkezi yaptı. Kalelerin düşmesi üzerine Osmanlılar, Sakarya’dan Beşköprü-Adapazarı düzlüğüne inmeyi başardılar. Bu düzlüğün doğusunda Bizans’a ait Akyazı, batısında Sapanca’nın güney kıyılarından İzmit ve kuzeyde Adapazarı bölgeleri Osmanlı akınlarına açılmış oldu. Böylece Osman Bey’in 1304 ve Orhan’ın 1305 seferleri İzmit ve İstanbul yolu üzerinde Osmanlı egemenliğini sağladı. Artık, İznik tümüyle Osmanlı gölünde bir ada gibi kaldı.
1305 yılından sonra bölgede yeni uçlarda Konur Alp, Akyazı tarafına; Akça Koca, İzmit üzerine sürekli akınlar yaptı. Konur Alp, Akyazı’da Tuzpazarı’nı aldı ve Bizans kuvvetleriyle Uzuncabel’de iki gün iki gece çetin bir savaştan sonra bütün bölgeyi ele geçirdi. Tuzpazarı’nı yeni uç merkezi yaptı. Daha sonra doğuda Akyazı, Mudurnu ve Bolu’yu ele geçirdi.
Sakarya üzerinde Karaçepüş ve Absu’da Gazi Abdurrahman yerleşti ve Akova’ya akına başladı.
Osman Bey, beyliği, ailenin diğer üyeleriyle birlikte idare etti. Karacahisar subaşılığını kardeşi Gündüz’e verdi. 1303’te Bursa hisarını abluka için yaptırdığı havale kulelerinden birini kardeşinin oğlu Aktimur’a verdi. Oğlu Orhan’ı, kendi sağlığında tecrübeli komutanlar Akça Koca, Konur Alp, Köse Mihal ile seferlere gönderip beylik için hazırladı. Hatta 1305 yılından sonra beyliği fiilen oğlu Orhan’a bıraktı.
Osman Bey 1324 yılında vefat etti. Osman Bey’in vefatı sırasında Orhan Bey Bursa’nın işgaliyle meşguldü. Osman Bey, vasiyeti gereği hisarda, Tophane’de “Manastırda kubbenin altında” defnedildi. Gümüşlü Kubbe denilen manastır 1855 depreminde yıkılınca 1863 yılında Sultan Abdülaziz tarafından şimdiki sade türbe yaptırıldı.
1324 tarihli Mekece vakfiyesinde şahitler kısmında Osman’ın Orhan dışında Çoban, Melik, Hamit, Pazarlı adlı oğulları ve Fatma Melek adlı kızı kaydedilmiştir. Eşi Mal Hatun, Şeyh Edebali’nin kızı idi. Orhan, 1305’ten beri seferlerde komutan olarak ordunun başında olduğu için, babasının ölümünün ardından sorunsuz bir şekilde beylik tahtına oturdu.

I. ORHAN (ORHAN BEY) (1324-1362)

Osmanlı İmparatorluğunun ikinci padişahı olan Orhan Bey, Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Gazi ve Malhun Hatun’un oğludur. 1281 yılında Söğüt’te doğan Orhan Bey, babasının vefatı üzerine 1324 yılında devletin başına geçmiştir.
Osmanoğulları’nın en uzun ömürlüsü olan Orhan Bey’in çocukluğu ve gençliği, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarına denk geldi. Osmanlı tarihlerinde adının ilk geçişi 1298 yılında Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hatun ile evlenmesi nedeniyle olmuştur. 1300 yılında Köprühisar’ın ele geçirilmesinde bulunmuş ve ilk idari görevini de Karacahisar uç beyi olarak üstlenmiştir.
Osman Bey, oğlunun emrine, beylerbeyi anlamında “emir-i kebir” rütbesi ile küçük bir beylik ordusu vermiş ve Orhan Bey, Osmanlı Beyliği’nin büyüme yıllarında ordusuyla birlikte babasının yanında seferlere katılmıştır. Osman Bey, vefatından önce beyliğin yönetimini Orhan Bey’e bırakmıştır. Orhan Bey, babasının Şubat 1324’te vefat etmesinin ardından, kardeşlerinin de onayıyla aynı tarihte beyliğin başına geçmiştir.
Orhan Bey’e, bey olduktan sonra “şücaeddin”, “ihtiyareddin” ve “seyfeddin” unvanları verilmiştir. Günümüzde imza yerine geçen tuğrayı ilk kullanan padişah da Orhan Bey’dir.

Beylikten Devlete Geçildi
Orhan Bey, Anadolu’daki diğer beylikler gibi, beyliğinin ilk yıllarında kendini İran’da kurulu bulunan İlhanlılar’a bağlı sayıp yıllık vergi ödemiştir. Aynı süreçte, devletin sınırlarını Bizans’a doğru genişletmeyi hedeflemiştir.
Orhan Bey 1321 yılında Mudanya’yı fethederek Osmanlı Beyliği’nin sınırlarını Marmara Denizi kıyısına ulaştırmıştır. 1321 ve 1326 yılları arasındaki 5 yıllık süreçte, Konur Alp, Batı Karadeniz dolaylarına; Akça Koca, İzmit dolaylarına; Abdurrahman Gazi, Yalova dolaylarına akınlar yaparak Yalova, Akyazı, Mudurnu, Pazaryeri, Sapanca, Kandıra, Samandıra Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Babası vefat etmeden önce Bursa’yı işgal eden Orhan Gazi, babasının vefatından sonra Bursa’ya ablukayı sıkılaştırmış ve 1326 yılında şehrin fethini gerçekleştirmiştir. Bursa’yı fethetmeden önce Orhaneli Kalesi’ni alan Orhan Bey, sonra Pınarbaşı mevkisinde karargâh kurmuştur. Fakat Köse Mihal Bey’in diplomatik çabaları sonucu kale muhafızı Evranos kaleyi anlaşma yoluyla, 6 Nisan 1326’da savaşsız teslim etmiştir.
Orhan Gazi’nin Bursa Tekfuru Evranos ile yaptığı anlaşmada şu hükümler yer almıştır:
1- Şehre giren Osmanlı askerleri halka zarar vermeyecek (yağma olmayacak, esir alınmayacak).
2- Halktan şehri terk etmek isteyenler mallarıyla Osmanlı askerlerinin himayesinde şehri terk edecek.
3- Teslimde, Orhan Bey’e 30.000 altın ödenecek.
Bursa’nın fethi, çeyrek yüzyıldır işgal altında olan ve Bizans için kutsal kabul edilen İznik’in de direncini kırdı. Bizans İmparatoru III. Andronikos Paleologos, Gebze önünde bugün Eskihisar Geçidi’nde denizi geçip abluka altındaki İznik’i kurtarmaya karar verdi. İmparator, bu amaçla 1328 yılında Anadolu sahilinde Bizans’a ait Kapıdağı ve sahildeki Karabiga’ya giderek Karesi Beyi Demirhan ile anlaşma yapmıştı. Bu, Osmanlı Beyliği’ne karşı bir ittifak anlaşması idi. Bizans imparatoru, Orhan Bey üzerine yürümeden önce Kocaeli valisini yanına çağırarak Türklerin savaş taktikleri ve yetenekleri konusunda bilgi aldı. Kocaeli valisi, imparatoru bu savaşa teşvik etti. Osmanlı Beyliği ile Bizans İmparatorluğu arasında gerçekleşen ve 1 Haziran 1329’da başlayan Pelekanon Savaşı, ikinci günün sonunda Bizans kuvvetlerinin bozgunuyla sonuçlandı. Kazanılan zaferden sonra Osmanlı Beyliği bütün Kocaeli çevresini ele geçirirken, İznik’in de direnişi kırıldı ve iki yıl sonra teslim olmak zorunda kaldı.

Bizans’ı Haraca Bağladı
Anadolu’nun yükselen gücü hâline gelen Orhan Bey, kendisi gibi Bizanslılarla savaş hâlinde olan Aydınoğlu Umur Bey ile de yakın ilişkiler kurdu. Orhan Bey, Umur Bey ile 1330 yılında bugünkü Saruhan’da buluşarak Bizans’a karşı üçlü ittifaka imza attı. Alınan bu karardan sonra, Anadolu’dan gazilerin akın yolunu kesen Gelibolu Kalesi’ne Aydınoğulları, Saruhanoğulları ve Osmanoğulları Beyliği birlikte sefer yaptılar.
Güney Marmara’nın ele geçirilmesinden sonra uç beyleri Konur Alp, Gazi Abdurrahman ve Akça Koca, İstanbul ile Bolu arasındaki bölgeyi tümüyle Osmanlı topraklarına katmak için seferlerini sıklaştırdılar ve Üsküdar’a kadar bölgeyi Osmanlı topraklarına kattılar.
1333 yazında III. Andronikos, Orhan Bey’in büyük bir ordu ile İzmit’i kuşattığı haberini aldı. İmparator, ordusuyla İzmit’in yardımına koşmak için filosuyla İstanbul’dan yola çıktığında Orhan bir elçi heyeti göndererek, anlaşmaya razı olduğu takdirde savaştan çekileceğini fakat savaşmak isterse buna hazır olduğunu bildirdi. İmparator barışa razı oldu. Anlaşmaya göre Orhan, imparatorun dostu olacak ve Bizans’a tabi şehirlere karşı düşmanca hareketlere girişmeyecekti. Karşılıklı değerli hediyeler gönderildi.
Ağustos 1333’te İzmit önünde yapılan antlaşmaya göre imparator, İzmit kuşatmasından vazgeçmesi karşılığında Orhan’a yılda 12 bin altın ödemeyi kabul etti. Böylece Bizans, Osmanlı Devleti’nin haraçgüzarı hâline geldi.
Orhan Bey, İzmit’i ele geçirmek için aradığı fırsatı Bizans imparatorunun 1337 yılında Arnavutluk’ta çıkan isyanı bastırmak için sefere çıkması üzerine yakaladı. Topladığı kuvvetlerle dört yıl aradan sonra İzmit’i tekrar kuşatan Orhan Bey, kısa sürede şehri teslim aldı. İznik’te yapıldığı gibi, şehir ele geçirildikten sonra ilk iş olarak kiliseler mescide çevrildi, bir kilise de medrese için ayrıldı.

Devleti Yeniden Teşkilatlandırdı
Türklerde, mülk, hükümdar ailesinin malı sayıldığı için, Hunlardan bu tarafa ele geçirilen topraklar hükümdar ailesi arasında paylaştırılıyordu. Selçuklular’ın da devam ettirdiği bu geleneği, Anadolu beylikleri de devam ettirdi. Orhan Bey de bu geleneğe uyarak sahip olduğu toprakların yönetimini aile bireyleri arasında paylaştırdı. Hükümdar, ulubey unvanı ile bütün beyliğin yüksek sahibi sayılırdı.
Orhan Bey İzmit’in fethinden sonra ülkesini yeni baştan teşkilatlandırdı. Büyük oğlu Süleyman’a İzmit’in; ikinci oğlu Murat’a Bursa sancağının yönetimini verdi. Bölgeye “Bey Sancağı” adı verildi. Eskişehir yakınında ilk payitaht Karacahisar’a da amcasının oğlu Gündüz Alp’i tayin etti. Orhan Gazi kendi vilayetlerinin “ulubey”i oldu. Süleyman Paşa, İzmit ucundan doğuda Taraklı Yenicesi, Göynük ve Mudurnu’yu doğrudan Osmanlı idaresi altına aldı. İpek Yolu üzerindeki bu kasabalar önemliydi. Süleyman Paşa bu kasabalarda yaşayan halka adil davrandı. Yörenin yerli Rum halkı, Türklerden gördükleri adaletten etkilenerek Müslüman oldu. Rumca bilen bu mühtedileri Yıldırım Bayezid, daha sonra İstanbul’da kurulan Müslüman mahallelerine yerleştirdi.

İstanbul’u Fethetmek İstedi
İstanbul’u fethetmek isteyen ilk Türk hükümdar Orhan Bey oldu. Bizans imparatorunun Edirne’de bulunduğu 1337 yılının yaz ayları sonunda 36 gemilik bir donanma ile İstanbul yakınlarına bir çıkarma yaptı. Olay İstanbul’da panik yaratsa da bu çıkarma gözdağı vermek amaçlıydı.
Bu arada Osmanlı Beyliği’nin bölgesinde güçlenmesi, Kütahya merkezli Germiyan Beyliği ile aralarındaki rekabeti artırdı. Germiyan beyleri bütün Batı Anadolu beyleri üzerinde egemenlik iddiasındaydı. Osman ve Orhan devrinde Germiyan Beyliği, I. Yakup idaresinde en güçlü dönemini yaşıyordu. Osmanlı Beyliği, Germiyan Beyliği’nin Bizans topraklarında akınına engel oluyordu. Bizans, Germiyan akınlarından korunmak için Yakup’a yıllık 100 bin dinar haraç ödüyordu. Germiyan Beyliği’nin rolünü Osmanlı Beyliği üzerine almıştı.
Diğer yandan Balıkesir ve Çanakkale’yi içine alan topraklarda egemen olan Karesioğulları da Bizans’a karşı gazaya devam etmek için güçlü Osmanlı Beyliği ile birleşmek istiyordu. Karesioğulları gazileri, Orhan’ın yanına sığınan Demirhan’ın küçük oğlu Dursun’u, bu amaçla desteklemeye karar verdiler. Hacı İlbey ile Karesioğulları ileri gelenleri, Demirhan’ın 1335 yılındaki ölümünden sonra Dursun’u davet ettiler. Orhan, Karesi Beyliği’ni ülkesine katmak için bu fırsattan yararlandı. Dursun ile yapılan anlaşmada Karesi Beyliği bütünüyle Osmanlı ülkesine katıldı. Dursun’a Behramkale ile zengin tuz geliri olan Kızılca-Tuzla bölgesi bırakıldı.
Orhan Bey, Dursun Bey ile anlaşıp Karesioğulları’nı topraklarına katsa da Dursun’un kardeşi bu anlaşmaya uymadı. Bunun üzerine Orhan Bey, ilk aşamada Balıkesir üzerine yürüdü ve aynı yıl Balıkesir’i de topraklarına kattı. Böylece Osmanlı Beyliği’nin sınırları Ege Denizi’ne uzanmış oldu. Bu sefer sırasında Karesi ile Osmanlı Beyliği arasında gidiş gelişi kontrolü altında tutan Ulubat Kalesi de fethedildi.
Orhan Bey, Balıkesir’i ele geçirdikten sonra Karesi sancağına Süleyman Paşa’yı tayin etti. Süleyman Paşa, kısa sürede Marmara ve Ege sahil kesimindeki kaleleri ele geçirerek Bursa’nın nüfuz alanını iyice genişletti. Böylece, Bursa’dan Lâpseki’ye uzanan sahil yolunu, Anadolu’dan gelen savaşçı gazi, göçmen ve tüccarların Rumeli’ye geçişi için güvenli hâle getirdi. Buna rağmen, Biga Kalesi 1371 yılına kadar Bizans’ın elinde kaldı.
Güney Marmara ve Kuzey Ege’yi Osmanlı Beyliği’ne katan Orhan Bey, devletin egemenlik alanını genişletmek için İç Anadolu’ya akınlar başlattı. Bu akınlar 1354’te Gerede, kurulduğu yıldan itibaren Osmanlı Beyliği’ne destek veren Ahilerin merkezi Ankara kalelerinin de Orhan Bey’in eline geçmesi ile sonuçlandı.

Rumeli’ye Geçmek İçin Bizans ile İş Birliği Yaptı
Orhan Bey, devletin sınırlarını genişletmek için savaş kadar barış yöntemine de başvurdu. Bu amaçla, hükümdarlığının son yıllarında Trakya topraklarına ayak basmak için Bizans İmparatorluğu ile stratejik iş birliğini tercih etti. Stratejik plan çerçevesinde Bizans’a yardım etmek bahanesiyle Rumeli’ye Osmanlı askeri gönderilmesi hedeflendi. Türklerin Rumeli’de toprak edinip şehirlere yerleşmeye başlamasıyla, Orta Avrupa’ya kadar uzanacak Türk fetihlerine kapı aralanmış oldu.
Orhan Bey’in büyük planını uygulamasında Bizans İmparatorluğu’nda çıkan iç isyanın büyük katkısı oldu. Bir iç isyan sonrasında Bizans İmparatorluğu’nun tahtına oturan VI. Yannis Kantakuzenos, ele geçirdiği hükümdarlığını koruyabilmek için Orhan Bey’den yardım istedi. Selanik’te fanatik Hristiyan olan Zealotlar isyan ederek şehri ele geçirmişti. Sırp Kralı IV. Duşan’ın da İstanbul ile ilişkileri bozulmuş ve tüm Makedonya’yı istila etmek için Serez Kalesi’ni kuşatma altına almıştı. Anadolu’da müttefiki olan ve daha önce askerî yardım sağlayan Aydınoğlu Umur Bey’in donanması papanın kurduğu Lig müttefikleri donanması tarafından İzmir’de yakılmış ve İzmir papalık müttefiklerinin işgali altına alınmıştı. Saruhan Beyliği asker sağlayabilecek durumda idi ama bu kuvvetin hem Selanik hem de Sırp kralına karşı bir askerî sefer için yeterli olmayacağı gayet açıktı. Onun için 1345’in ilk aylarında VI. Kantakuzenos, Orhan Bey’e iş birliği teklif etti.
Kantakuzenos, Türkçe bilen tarihçi bir hükümdardı. Yaptıkları görüşmeler sırasında üç kızını da Orhan Bey ile tanıştırdı. İkinci kızı olan Theodora’yı, 1346 yılında Orhan Bey ile evlendirdi. Orhan Bey’i düğün yeri olan Silivri’ye getirmesi için 30 gemilik Bizans donanması kullanılmış ve 3 gün 3 gece süren düğünden sonra aynı filo Orhan Bey’i ve maiyetini geri götürmüştür. Ertesi yıl Orhan Bey yeni karısı Theodora ile bu sefer Üsküdar’da kayınbabası ile buluşmuştur.
Kantakuzenos, Selanik’teki fanatik Hristiyanların egemenliğine son vermek için 1350 yılında harekete geçti. Bunun için damadı Orhan Bey’den destek istedi. Orhan Bey, 20 bin kişilik Osmanlı süvari kuvvetini VI. Kantakuzenos’un oğlu Matthaios Kantakuzenos emrine vererek Selanik’e gönderdi. Ancak yolda Türk birlikleri geri dönmek zorunda kaldı. Türk askerlerin ayrılmasıyla gücü azalan Matthaios’a Selanik yakınlarında Umur Bey’e ait Türk asıllı 22 gemilik bir korsan filosu destek verdi. Böylece Matthaios, Selanik’i ele geçirmeyi başardı.

Rumeli’deki İlk Üs, Çimpe Kalesi Oldu
VI. Kantakuzenos ile eş imparator V. Palaiologos’un arasındaki iktidar çekişmesi, Türklerin Rumeli’ye ayak basması için bir fırsat yarattı. Edirne’yi yöneten VI. Kantakuzenos’un oğlu Matthaios, Sırpların da desteğini alan V. Palaiologos’un saldırısına uğradı. Bunun üzerine İstanbul’da bulunan VI. Kantakuzenos, damadı Orhan Bey’den destek istedi. Bu istek, Rumeli topraklarını keşfetmek için Orhan Bey’e aradığı fırsatı verdi. Oğlu Süleyman Paşa’nın komutasında büyük bir birliği VI. Kantakuzenos’un emrine verdi. Bu Osmanlı birliği ile takviyeli Bizans ordusu, VI. Kantakuzenos’un başkomutanlığında Edirne’ye yürüyüp şehri kurtardı. Edirne’de bulunan Osmanlı birliği, birkaç ay sonra da Sırp ve Bulgarlardan oluşan bir orduyu, donmuş Meriç Nehri üzerinde yenerek imha etti.
Türk birliklerinin elde ettikleri bu başarılar karşılığında, 1353 yılında Gelibolu Yarımadası’ndaki Çimpe Kalesi, Süleyman Paşa’ya askerî üs olarak verildi. Türkler için kansız bir şekilde ele geçirilen bu topraklar, yeni bir hayat vadediyordu. Gelibolu Yarımadası’nın en uç merkezi Bolayır idi. Süleyman Paşa, Bolayır’da uçları teşkilatlandırdı. Ece Bey ve Gazi Fazıl kumandasındaki kuvvetler kuzey ucunda Gelibolu’yu abluka altına aldı. Kuzeyde Süleyman Paşa’nın kendi komutasındaki uç bölgesini, geleneksel Türk stratejisine uygun biçimde sağ kol, orta kol ve sol kol olarak örgütledi. Orta kolu Malkara’ya, sol kolu Keşan’a, sağ kolu Tekirdağ’a doğru teşkilatlandırdı. Süleyman Paşa, bölgeye Anadolu’dan derhâl asker ve halk getirip yerleştirme ve bir köprübaşı kurma konusunda büyük çaba gösterdi. Hisarlardaki Bizans askerleri Anadolu’ya sürüldü. Bizans askerinden boşaltılan hisarları korumak için de babası Orhan Bey’den asker istedi. Birkaç ay içinde, Gelibolu Yarımadası Türklerle şenlendi. Gelibolu Kalesi’nin surları yeniden inşa edilerek savunması güçlendirildi.
Osmanlılar’ın Avrupa’ya geçişinde köprübaşı olan Gelibolu’nun Türklerin eline geçmesi, Bizans Eş İmparatoru VI. Kantakuzenos’ta büyük bir pişmanlığa neden oldu. VI. Kantakuzenos, yaptığı hatayı telafi etmek için Çimpe Kalesi’ne karşılık 10 bin altın tazminat ödemek için Orhan Bey ile görüşmek istedi. Ancak yaşlılığını ve hastalığını ileri süren Orhan Bey, bu isteği kabul etmedi.

Bizans’ın İç Karışıklıkları, Genişlemeyi Kolaylaştırdı
Çimpe Kalesi’ni Türklere kaptıran VI. Kantakuzenos, İstanbul’daki iktidar sorununu çözmek için eş ortağı V. Palaiologos ile mücadele başlatıp onu ortak imparatorluktan atarak Bozcaada’ya sürgün etti. Venediklilerin yardımıyla Bozcaada’da fazla kalmayan V. Palaiologos, Türklerle iş birliği yaptığı için VI. Kantakuzenos’a tepki duyan Rumlardan oluşturduğu ordusuyla yeniden İstanbul’da idareyi ele geçirdi. VI. Kantakuzenos, V. Palaiologos’a daha fazla direnmeyerek 4 Aralık 1354’te kendiliğinden hükümdarlık hakkından feragat etti. Onun bu hakkından feragat etmesi üzerine, oğlu Matthaios, Türklerle iş birliği yaptı. Bizans içindeki bu iktidar çekişmesi de tamamen Türklerin lehine gelişmelere yol açtı.
Gelibolu Yarımadası’nı güçlü bir savunma üssüne çeviren Türkler, Bizans sarayındaki istikrarsızlıktan da yararlanarak Trakya’daki Bizans şehirlerini arka arkaya ele geçirdiler. Bolayır başta olmak üzere, Kuzey Marmara’daki Bolayır, Keşan ve Tekirdağ da 1354 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Süleyman Paşa’nın bu şehirleri ele geçirmesinde 1-2 Mart 1354 tarihinde meydana gelen büyük depremin de yardımı oldu. Korkunç depremde bu şehirlerde yaşayan Rumlar, yıkılan evlerini terk ettiler. Süleyman Paşa da boşaltılan şehirleri süratle Türkmenlerle doldurdu.

Ceneviz-Venedik Savaşı Rumeli’ye Geçişi Kolaylaştırdı
Tabii, 1351-1355 yılları arasında Cenevizler ile Venedik Devleti arasındaki savaşın oluşturduğu şartlar da Osmanlılar’ın Rumeli yakasındaki yerleşmesini kolaylaştırdı.
İstanbul’da Galata’daki Ceneviz kolonisi, varlığını sürdürebilmek için Marmara’nın güneyinde büyüyen Osmanlı Beyliği’ni kendisinin doğal müttefiki olarak görüyordu. Venedik donanması, 1351 yılında Galata’yı kuşatma altına aldı. Galata, Bizans ile iş birliği yaparak kendisine saldıran Venedik karşısında ancak Orhan Bey ile iş birliği yaparak dayanabilirdi. Ceneviz donanması, bu savaş sırasında erzak ikmalini Orhan Bey’e ait limanlardan yaptı. Orhan Bey de İstanbul kıyılarında tutunmak için Bizans ve Venedik’e karşı Cenevizlilerle ittifakı zorunlu görüyordu. Osmanlı’nın Rumeli’ye geçip tutunmasında bu ittifakın büyük yardımı oldu. Bu noktada Ceneviz’le Venedik-Bizans ittifakı arasındaki savaş, Orhan Bey için uygun şartlar hazırladı. 1351 yılının Kasım ayında Ceneviz amiraliyle buluşan Orhan Bey, Galata’nın savunması için Cenevizlilere 1000 okçu gönderdi. Cenevizliler de bu iş birliğinde Osmanlı kuvvetlerinin Rumeli’ye geçişinde, gemi desteği sağladı. Orhan Bey, Türkmenleri Gelibolu Yarımadası’na taşırken bir defasında 60.000 altın ödedi. Böylece Türklerin Çanakkale Boğazı’ndan geçişini kolaylaştırdı.
Türkler ele geçirdikleri toprakları ellerinde tutmak için geniş bir iskân politikası uyguladılar. Anadolu’ya akın akın gelen Türkmenleri süratle yeni fethettikleri topraklara nakleden Türkler, böylece yeni yaşam alanında kalıcı hâle geldiler.
Bu arada Orhan Bey’in Trakya topraklarında da genişlemesini sürdürmesi, Cenevizlilerin yanı sıra Aydınoğulları Beyliği ve Saruhan Beyliği’nden de destek gördü. Böylece Osmanlı kuvvetleri 1356 yılında Çorlu’ya kadar ulaştılar.
Osmanlı Devleti’nin Trakya’daki yayılmasını engellemek için Venedikliler, Sırplar ve Macarların da katılımıyla Bizans Devleti’yle bir savunma ittifakı kurmak istediler. Ancak bu ittifak Rum halkın Katolikleşmeyi, İslamlaşmaktan daha tehdit edici görmesinden ötürü gerçekleşmedi. Bu durum da Türklerin Trakya topraklarında tutunmasını kolaylaştırdı.

Veliahdı Süleyman Paşa Şehit Oldu
Osmanlı Beyliği’nin, Trakya topraklarındaki en büyük kaybı, fetihlerin uç beyliğini yapan Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın, Çorlu yakınlarında sürek avı sırasında atından düşerek 1357 yılında hayatını kaybetmesi oldu.
Türkler karşısında çaresiz duruma düşen Bizans İmparatoru V. Palaiologos, 1355 yılında, Papa V. Innocent’ten haçlı seferini başlatmasını istedi. Bizans imparatoru, haçlıların yardımıyla Türkleri Trakya’dan Anadolu’ya süreceğini ümit ediyordu. 1359 yılında oluşturulan haçlı ordusu, Venedik’in sağladığı gemilerle Rodos, Venedik, Ceneviz ve İngiliz askerleri ile Türklerin Avrupa’ya geçiş iskelesi olarak kullandığı Lâpseki’ye çıkarma yapıp kasabayı yaktı. Haçlı askerleri gemilerine dönerken pusudaki Türkler saldırıya geçti ve haçlı askerlerinin önemli bir bölümünü kılıçtan geçirdiler.
Bu saldırıdan önce, Bizans’ın Osmanlı yayılmasını önlemek için başvurduğu bir başka yöntem de Orhan Bey’in 11 yaşındaki oğlu Halil’i kaçırmak oldu. 1357 yılında Orhan Bey’in küçük oğlu Halil’i İzmit Körfezi’nde esir eden korsanlar, onu Eski Foça’ya götürdüler. Bizans Devleti tarafından kaçırtılan Halil, Orhan Bey’e karşı bir pazarlık konusu yapıldı. Nitekim 30 bin altın karşılığında Halil’in kurtarıldığı 1359 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin yayılması durduruldu. Halil, kurtarıldıktan sonra Bizans İmparatoru İoannes tarafından İstanbul’a getirilip küçük kızı İren ile nişanlandı ve imparator tarafından İzmit’e getirildi. İmparator, Halil’in Orhan’dan sonra tahta geçmesi sözünü de aldı. Bizans böylece Halil’in şahsında Osmanlılar’la bir barış ve denge dönemi açmayı amaçladı. Ancak Bizans’ın planını bozan Orhan Bey’in oğlu Murat oldu.
Türk-Moğol geleneğini izleyen Osmanlı Devleti’nde hükümdarlık için bir veraset, veliahtlık kanunu yoktu. O nedenle Halil için verilen söz unutuldu. Rumeli’deki Şehzade Murat, Bizans ile barış politikasına karşı idi ve Karesili gazi beyler ve lalasıyla birlikte gaza ve yayılma politikasını sürdürdü. Süleyman Paşa’nın vefatı üzerine, Orhan Bey’in yaşlılığında fethin liderliğini Murat üstlendi. Murat Bey, Trakya’da Bizans’a karşı yürüttüğü savaş ile kendisine de taht yolunu açtı.

Osmanlı’yı Beylikten Devlete Kavuşturdu
1324-1359 yılları arasında beylik yapan Orhan Bey, babası Osman Gazi’den 16 bin kilometrekare olarak aldığı devleti, vefat etmeden önce 95 bin kilometrekareye ulaştırdı. Türk orduları, 1361’de Dimetoka’yı fethederken, Edirne de Orhan Bey’in hayatını kaybettiği 1362 yılında Osmanlı topraklarına katıldı.
Orhan Bey’in ölüm yılı hakkında tarihçiler ihtilafa düşmüştür. 1358 yılında vefat ettiğini yazan tarihçiler olduğu kadar, 1362 yılında vefat ettiğini söyleyen tarihçiler de bulunmaktadır.
Orhan Gazi, babası Osman Bey’den Nahçıvan büyüklüğünde aldığı devleti, Azerbaycan büyüklüğüne ulaştırırken yeni yasalar koymuştur. Vezirlik teşkilatını ilk kez Orhan Bey kurmuştur. Yerleşik hayata geçişin hızlanmasına paralel, ilk kadı ve subaşı atamaları da yapılmıştır. Divan örgütü de Orhan Bey tarafından kurulmuştur. Ayrıca vakıf sistemi de hayata geçirilmiştir.
Bu arada ilk düzenli Osmanlı ordusunu da Orhan Bey kurmuştur. Ordu, yaya ve atlılardan oluşurken müsellem denilen ve daha çok Hristiyan gençlerden alınan askerler, yol temizliği, köprü yapımı gibi işlerle görevlendirilmişlerdir. Ayrıca ilk donanma çalışmaları da bu dönemde başlatılmıştır.

I. MURAT (1362-1389)

Osmanlı Devleti’nin üçüncü hükümdarı olan I. Murat, 1326 yılında doğdu. Babası Orhan Bey, annesi Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hatun’dur. Gazi Hünkâr ve Hüdavendigâr unvanlarıyla da anılmıştır. Abisi Süleyman ile aynı anneden doğmuştur. Diğer kardeşleri Sultan, İbrahim, Halil ve Kasım başka annelerdendir.
Murat Bey, henüz 12 yaşındayken, küçüklüğünden beri lalası olan Şahin ile birlikte Bursa bey sancağına; aynı yıl İzmit’in fethedilmesinden sonra Eskişehir sancağına; abisi Süleyman Paşa’nın ölümü üzerine, 1357 yılında lalası Şahin ile birlikte Rumeli’ye gönderildi. Murat Bey, babasının vefat ettiği yıl olan 1362 yılına kadar Rumeli’de şehzade sıfatıyla görev yaptı.
Murat Bey, kardeşi Halil’in kaçırılması nedeniyle iki yıl durdurulan fetihlere, kardeşinin kurtarıldığı Ekim 1359’dan itibaren tekrar başladı. Osmanlı’nın Trakya topraklarından atılması için Papalık ve Bizans haçlılarının 1359 yılında Lâpseki ve Saros Körfezi’ne yaptıkları çıkarmayı püskürterek büyük bir zafer kazanan Murat Bey, Türklerin Trakya topraklarındaki varlığını kabul ettirdi.

Edirne’yi Fethetti
Babasının yaşlılık yıllarında şehzade sıfatıyla devletin yönetimini fiilen üstlenen Murat, 1360-61 yıllarındaki faaliyetlerini belirli bir plana göre yürüttü. İlk hedefi Bizans’ın önemli şehirlerinden Edirne’yi ele geçirmekti. Bu amaçla, önce Edirne’ye gelebilecek askerî yardımları kesmek için akıncıları İstanbul önlerine kadar gönderdi. İstanbul-Edirne yolu üzerindeki başlıca kaleler olan Bantoz, Çorlu, Misinli, Lüleburgaz ve Babaeski’yi ele geçirdi. Ayrıca Meriç Nehri’ne doğru Güney Trakya yol kavşağında Keşan Kalesi, Edirne’nin güneyinde Trakya’nın ikinci büyük merkezi Dimetoka Kalesi ele geçirildi. Böylece Edirne tecrit edilmiş oldu.
1361 yılı bahar aylarında Edirne üzerine yürüdü. Edirne tekfuru, Osmanlı kuvvetleriyle kale dışında savaşa tutuştu. Yapılan savaşta bozguna uğrayan tekfur, Enez’e kaçtı. Böylece 5 Mayıs 1361 tarihinde Edirne Türk toprağı hâline geldi. Edirne’nin güvenliğini sağlamak için Bulgaristan’ın kuzeyinde kalan Eski Zağra ve Yukarı Meriç Vadisi’nde Filibe’ye doğru sefere çıktı. Ancak babasının Mart 1362’deki vefatı üzerine Bursa’ya dönmek zorunda kaldı.
Edirne Türk şehri olduktan sonra, Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki en önemli şehri hâline geldi. I. Murat burada yaptırdığı saray sayesinde bu şehri Rumeli’de ikinci merkez hâline getirdi. Oradan komutanları Lala Şahin, Timurtaş ve Hayrettin Paşa’yı uçlara gönderip fetihleri kontrol etti.

Çandarlı Halil Paşa Olmasa Tahta Çıkamayacaktı
Babalarının vefatı üzerine, kardeşleri İbrahim ve Halil, Karaman ve Eretna beylerinin desteği ile İznik ve Eskişehir’den yola çıkarak Bursa’da tahta oturmak istediler. Ayrıca Amasya emirlerinden Bahtiyar Bey de Ankara’yı almış, Karamanoğlu Beyliği de 1356’da Osmanlılar’ın eline geçen Sivrihisar bölgesini işgal etmişti.
Şehzade Murat, Kadı Çandarlı Kara Halil Paşa’nın da Bursa’da duruma hâkim olması üzerine, babasının yerine hükümdarlık hilatini giydi. Onun tahta çıktığı günlerde, yerine uç beyi olarak bıraktığı lalası, Beylerbeyi Lala Şahin, kendisinin yarım bıraktığı Eski Zağra ve Filibe seferlerini tamamlayarak 1364 yılında iki şehri de teslim aldı.

Anadolu’ya Yöneldi
I. Murat, Osmanlı Devleti’ne hükümdar olduktan sonra, 1365 yılına kadar Karamanoğulları ve Eretna Beyliği’nin tehdidi yüzünden Rumeli topraklarına geçemedi. Eretnaoğlu Mehmet’i tahta çıkaran Karamanoğlu Alâeddin, Ankara’ya hâkim olan Bahtiyar Bey’le ittifak hâlinde Osmanlı topraklarına saldırdı. Bu saldırıya karşılık vermek isteyen I. Murat, 1363 yılının bahar aylarında Eretnaoğlu Beyliği’nin Moğol birliklerini Eskişehir bölgesinde bozguna uğrattı, Karaman ordusunu püskürttü. Bunun üzerine kuşatma altında bulunan Ankara Ahileri kalenin anahtarlarını getirip teslim ettiler.

Sırpsındığı’nda Haçlılara Büyük Darbe İndirildi
Haçlılar, Kıbrıs Kralı Pierre’in öncülüğünde, 1364 yılında Anadolu’ya ve Mısır’a dönük genel bir sefer hazırlığı başlattılar. Ekim 1365’te 16 kadırga ve 10 bin asker taşıyan 68 gemi ile İskenderiye’ye saldıran Kıbrıs Kralı Pierre, şehri ele geçirdikten sonra, her tarafı yağmaladı. Memlûk Devleti’ne büyük darbe indiren bu talan Avrupa’da büyük kutlamalara neden oldu.
I. Murat’ın Anadolu’da bulunduğu yıllarda, Türk kuvvetleri Rumeli’de büyük bir zafer elde ettiler. Uç beyi Lala Şahin Paşa, Edirne’yi korumak niyetiyle orada kalıp Hacı İlbey komutasında bir süvari birliğini Eylül 1364’te keşfe gönderdi. Türklere saldırmak için hazırlanan haçlı kuvvetleri, zaferlerinden emin olup Meriç kıyısında rahatlık içinde kamp kurdukları bir sırada, Hacı İlbey komutasındaki Türk ordusu, 26 Eylül 1364 günü, sabaha karşı ani bir baskın düzenleyerek binlerce Bulgar, Sırp, Boşnak, Macar ve Eflaklı askeri bozguna uğrattı.
Haçlılar, Sırpsındığı’nda yedikleri darbenin öcünü almak için 1366 yılında, Roma’nın öncülüğünde Savua Kontu VI. Amedeo komutasında Osmanlı Devleti’ne bir saldırı düzenlendi. Ağustos 1366’da Gelibolu haçlıların eline geçti. Bu stratejik kale, 10 yıl Latin-Bizans idaresinde kalıp ancak 1377 sonunda yine Osmanlılar tarafından geri alındı.

Bulgaristan Bağlı Devlet Oldu
I. Murat, Bizans’a ve haçlılara karşı Trakya’daki topraklarını korumak için haçlılar saldırıya geçmeden önce 1366 yılının Mart ayında Rumeli’ye geçmiş, Gelibolu Boğazı yoluyla Malkara’ya gelmişti. Haçlılar, Gelibolu’yu aldığında I. Murat ara vermeden batıya doğru fetihlerine devam etti. 1366-1368 yıllarında Bulgarların elinde olan Kızılağaç, Yanbolu, İhtiman, Samakov, Aydos ve Süzebolu kentleri ile Bizans İmparatorluğu’na bağlı Hayrabolu, Pınarhisar, Vize ve Kırklareli’yi de ele geçirdi. Osmanlı kuvvetleri karşısında çaresiz kalan Bulgar Kralı İvan Şişman, kendi statüsünü koruyabilmek için 1368’de kız kardeşi Prenses Marya’yı I. Murat ile evlendirerek Bulgaristan’ın Osmanlılara bağlı bir devlet olduğunu kabul etti. Bulgaristan’ın bağlı devlet olmayı kabul etmesiyle Osmanlı Devleti, Sırp Prensliği ile de komşu oldu.
Türklerin kendileri için de tehdit teşkil ettiğini gören Sırplar, Sırp-sındığı Savaşı’nda büyük darbe yiyen haçlıların intikamını almak için harekete geçerek Bizans Devleti ile ittifak hâlinde Türklere saldırmak için hazırlık yaptılar. İttifakın hedefi, Türkleri Rumeli’den söküp atmaktı. Sırp ordusu, Trakya’dan Arnavutluk’a kadar uzanan bölgedeki 60 bin kişilik yerli Rum ve Sırp kuvvetlerinden oluşmaktaydı. Çir-men mevkisinde 1371 yılında yapılan savaşta, Sırplar yine bozguna uğradı. Papalık Hristiyanların başına gelen bu felaketi ancak 1372 ilkbaharında öğrendi. Papa XI. Gregor, Macar kralına yazdığı 1372 tarihli mektupta Türklerin Sırpları hâkimiyet altına aldıkları, böylece Macaristan, Sırbistan ve Arnavutluk’un arasına sokuldukları, Adriyatik Denizi kıyılarındaki limanlara kadar gelmelerinden korkulduğu ve Türklerin Hristiyanlık sınırları dışına atılması gerektiğinden söz etti.
Çirmen’deki yenilgi haberi üzerine papa, yeni bir haçlı seferi hazırlamak için Venedik, Cenova, Kıbrıs, Yunanistan’daki bütün Latin devletleri ve Aragon kralını toplantıya davet etti. Ancak yapılan toplantıdan bir sonuç alınamadı. Aynı yıl Çatalca da ele geçirilerek İstanbul’a bir adım daha yaklaşıldı. Sırp Despotu Lazar, 1374 yılında yapılan bir anlaşma ile yıllık vergi vermek şartıyla Osmanlı Devleti’ne bağlı devlet olmayı kabul etti.

Bizans İmparatorluğu da Haraca Bağlandı
Çirmen Savaşı’ndan Türklerin zaferle çıkmaları, Bizans imparatorunun ümidini kırdı. Yeni bir haçlı seferi düzenlenmesi ihtimali de ortadan kalkınca Bizans İmparatoru V. Yoannes Palaiologos, I. Murat ile müzakere yaparak, 1373 yılı başlarında imzaladığı bir anlaşma ile Osmanlı Devleti’ne yıllık vergi ödemeyi kabul etti. Bizans İmparatorluğu ile yapılan anlaşma gereğince, Bizans imparatoru Osmanlı Devleti istediği zaman imparatora yakın bir komutan altında asker göndermeyi kabul etti. Böylece Mayıs 1373’te Bizans imparatoru, Anadolu’da I. Murat’ın Candaroğulları’na karşı açtığı bir savaşa katılmak zorunda kaldı.
Böylece Osmanlı Devleti, Rumeli topraklarına ayak bastıktan 20 yıl sonra Bizans, Bulgaristan ve Sırbistan’ı bağlı devlet durumuna getirmeyi başarmış oldu.
Türkler, topraklarını Batı’ya doğru genişletirken, bu durumu fırsata çevirmek isteyen Macar kralı da Dalmaçya’da rakibi Venedik’e karşı savaş ilan etti. Macar kralının Kuzey Balkanlar’da Tuna’nın güneyinde yayılma girişimleri I. Murat’ın da işine yaradı.

Savcı Bey İsyanı ile Sarsıldı
I. Murat’ın Rumeli’de bulunduğu 1373 yılında, Bizans İmparatoru Yoannes’in büyük oğlu Andronikos Palaiologos ve Şehzade Savcı Bey, harekete geçtiler. Savcı Bey, kendini Bursa’da sultan, Andronikos da İstanbul’da kendini imparator ilan etti. I. Murat, oğlunun kendisine isyan ettiğini duyunca Boğaz’ı geçip Biga tarafına geldi ve isyandan habersiz görünerek oğlunu buraya sürek avına çağırdı. Ancak Savcı Bey babasının davetine uymadı. Asker toplayıp karşı koymaya karar verdi. Bunun üzerine I. Murat Bursa’ya yürüdü; Bursa yakınında Kite Ovası’ndaki karşılaşmada şehzade ele geçti; yandaşları kılıçtan geçirildi. I. Murat oğlunun suçunu itiraf ile itaat etmesini istedi. Şehzade sert sözlerle karşı koydu ve babasını hiddetlendirdi. I. Murat, bir daha tahta geçme imkânını ortadan kaldırmak için oğlunun gözlerine mil çektirdi.

Balkanlar’da Toprak Reformu Yapıldı
I. Murat’ın 1375-1381 yılları arasında Rumeli beylerbeyi yaptığı Timurtaş, Rumeli’de önemli reformlar gerçekleştirdi. Yerli Hristiyan askerlere tımar verilerek eski topraklarının bir kısmında Osmanlı ordusunda hizmet şartıyla yerlerinde bırakılması sağlandı. Bu reform Osmanlılar’ın Balkanlaşması sürecinde önemli bir adım oldu. Her şeyden önce Balkanlar’da yerli askerî grupların direnci önlendi, Osmanlı ordusu, Müslüman ve Hristiyan erlerle bir Balkan ordusu hâline geldi.
I. Murat’ın, gitgide devletini büyütmesi, İslam dünyasının da ilgisini çekti. Türklerden başka, Araplardan ve Farslardan da Osmanlı ordusunun hizmetine girenler oldu. Bu askerler sarayın hizmetine alınarak kapıkulu sipahileri yapıldı. Bunlar, sarayın özel savunma birlikleri oldu.
Devlette yapılan bir önemli reform ise yaygın bir hoşnutsuzluk sebebi olan, ölen tımar erinin tımarının alınıp başkasına verilmesi uygulamasının değiştirilmesiydi. Yapılan düzenleme ile ölen tımar erinin tımar hakkı, oğulları arasında bölüştürüldü. Böylece, askerin hoşnutsuzluğu giderildi.

Gelibolu Geri Alındı
Savcı Bey ile birlikte babasına isyan eden İmparator Yoannes’in oğlu IV. Andronikos, babası tarafından yakalanıp kör edilmişti. IV. Andronikos, gözleri iyi olduktan sonra Cenevizlilerin ve I. Murat’ın yardımıyla, 1376 yılının Ağustos ayında Bizans imparatorluğu tahtını ele geçirdi. Babası Yoannes ve kardeşlerini hapse atan IV. Andronikos’un, yaptığı anlaşma gereğince Bozcaada’yı Cenevizlilere vermesi gerekiyordu. Ancak adayı Venediklilerin işgal etmesi, Cenevizliler ile Venediklilerin savaşa tutuşmasına neden oldu. Bunun üzerine, Andronikos, 1367’de haçlıların eline geçen Gelibolu’yu, 1377 yılında Osmanlı Devleti’ne teslim etti.
I. Murat, Gelibolu’yu kurtardıktan sonra Bizans’a karşı yürüttüğü siyasetinde değişikliğe gitti. Haziran 1379’da V. Yoannes zindandan kurtulup Üsküdar’da I. Murat’a sığındı. I. Murat, Yoannes’i devirip yerine oğlunu hükümdar yaptığı gibi, haraç ödemesi, Osmanlı ordusuna asker göndermesi ve Alaşehir’i teslim etmesi karşılığında oğlunu devirip yerine babasını geçirme sözü verdi. I. Murat, sözünü tuttu ve Andronikos, Galata’da Cenevizlilere sığınıp hükümdarlık koltuğunu babasına bırakmak zorunda kaldı.

Düğün Diplomasisiyle Anadolu Beyliklerinde Nüfuzunu Artırdı
I. Murat, 1381 yılında Anadolu beyleri üzerinde kontrolünü sağlamak için diplomatik atağa geçti. Bursa’da Şehzade Bayezid ile Süleyman Şah’ın kızının evliliği için büyük bir düğün düzenledi. Düğüne, Karamanoğlu, Hamitoğlu, Menteşeoğlu, Tekeoğlu, Batı Anadolu’dan Saruhan ve Aydınoğlu, Kastamonu’dan İsfendiyar çağrıldı. Karaman ve Güney Anadolu beyleri üzerinde üstün nüfuz sahibi Memlûk sultanı da davet edildi. Mısır elçisine, birinci elçi protokolü uygulandı. I. Murat, düğünde kızı Nefise Hatun’u Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’e nişanladı. Rumeli’den gelen uç beyi Evrenos, Anadolu beylerini gölgede bırakan bir zenginlik ve satvet gösterdi. Düğüne I. Murat’ın Rumeli’deki haraçgüzâr Hristiyan knezleri de davet edildi. Düğün sırasında önemli anlaşmalar yapıldı. Germiyan’dan, Karaman ülkesine sınırdaş olan Kütahya, Simav, Emet, Tavşanlı ve zengin Gediz şaphanesi Bayezid’in çeyizi olarak şehzadeye verildi. I. Murat, Rumeli’ye hareketinden önce Bayezid’i Timurtaş’la beraber Kütahya’ya yerleştirdi.
Düğün, I. Murat’ın Anadolu beylerine üstün hâkimiyetini kabul ettirdiği bir diplomasi meydanına dönüştü. I. Murat’ın yaptığı bu diplomasi hamlesinin esas nedeni ise Balkanlar’da başlatacağı yeni genişleme hamlesine karşı, Anadolu beylerinden ve özellikle Karamanoğlu’ndan emin olmak içindi. Bu nedenle, Rumeli’deki fetihlerle çok güçlü bir duruma erişen I. Murat’a beyler karşı duramadılar ve bütün isteklerini kabul ettiler.

Göller Bölgesi’ni de Düğünde Aldı
I. Murat, şehzade Bayezid’in düğününde, Hamitoğlu’ndan da Göller Bölgesi’ni istedi. Böylece Karamanoğlu’nun batısına inmek istiyordu. Hamitoğlu, I. Murat’a kalenin satışını vadetti. Bunun üzerine I. Murat, 1382 yılının bahar aylarında ordusuyla Kütahya’ya gelerek Hamitoğlu Hüseyin’den kalelenin teslimini istedi. Hamitoğlu Hüseyin; Akşehir, Beyşehri, Seydişehri, Yalvaç, Karaağaç ve Isparta’yı baskı sonucunda teslim etmek zorunda kaldı.
Bu durum Osmanlı Devleti ile Karamanoğlu Devleti’nin arasının açılmasına neden oldu. Eskiden beri bölge üzerinde hâkimiyet iddiasında bulunan Karamanoğulları, I. Murat, Rumeli’deyken 1385 yılında bölgeyi ele geçirdi. Bunun üzerine I. Murat, 1386 yılında Karaman seferine çıkmak zorunda kaldı. Bu savaş Anadolu tarihinde kesin sonuç veren tarihî karşılaşmalardan biridir. Frenkyazısı denilen yerde yapılan savaşta mağlup olan Karamanoğlu, Konya’ya çekildi. I. Murat arkasından gidip şehri kuşattı. Sultanın emrini dinlemeyerek yağmaya kalkışan Sırp askerlerini idamla cezalandırdı. Karamanoğlu Alâeddin Bey’in eşi Nefise Hatun, babasından kocasını affetmesini istedi. O da katına gelip bağlılığını bildirmek anlamında elini öpmesi şartıyla bağışlayacağını söyledi. I. Murat, Karamanoğlu Alâeddin Bey’den bağlılık aldıktan sonra Beyşehri-Süleymanşehri’ni yeniden topraklarına kattı. Ardından itaatini istediği, Antalya ve İstanoz Beyi Tekeoğlu’nun karşı çıkması üzerine buralar da ele geçirildi.

Teslim Olan Şehirler Yağma Edilmiyordu
Gaza için altı defa Rumeli’ye geçmiş olan I. Murat’ın temel politikası, Balkanlar’da egemen olmaktı. Babai şeyhleri gibi kendini Tanrı ilhamına mazhar bir veli hisseden I. Murat, gazayı dinî bir ödev gibi benimsemişti. 1386’da Karaman seferini yapmak zorunda kalınca bu duygularını “erkân-ı saltanat”ı önünde coşkuyla dile getirmiştir. Anadolu seferleri ona zoraki bir görev gibi geliyordu.
I. Murat döneminde Rumeli, Türkler için ikinci vatan hâline geldi. Osmanlı Devleti Balkanlar’da kesin egemenlik kurdu. Fetihlerde, teslim olan şehirlerin halkına hükümdar güvencesiyle tam güvenlik sözü veriliyor, direnen şehirler savaş yoluyla alındığı takdirde “yağma”lanıyor ve halkı da esir ediliyordu. Osmanlı’nın Balkanlar’daki genişlemesinde uçlarda yerleşen göçer Türkmenlerin de baskısı vardı; Kavala ve Serez’in 1383 yılında ele geçirilmesinde olduğu gibi. Hatta Evrenos Bey’in uç bölgesi olan Vardar ve Serez Ovası’na yerleştirilen Türkler de Manisa’dan getirilip yerleştirilenlerdendi.
Bu arada 1383-1385 yılları arasında bugünkü Arnavutluk’u içine alan Epir Bölgesi Osmanlı egemenliği altına girdi.

İpek Yolu Güzergâhını da Ele Geçirdi
Tebriz-Tokat-Amasya-Bursa güzergâhı, ipek kervanlarının geçtiği ticari bir hattı. Bu hattın ele geçirilmesi, hem devletin gelirlerinde önemli bir artış sağlayacak hem ticaret kervanlarının güvenliği sağlanmış olacaktı. Aynı güzergâhı, Sivas hâkimi Kadı Burhanettin de ele geçirmek istiyordu. Amasya Emiri Ahmet’i koruması altına alan I. Murat, Kastamonu Emiri Bayezid’e karşı bir ordu gönderdi. Bayezid, oğlu İsfendiyar ile Sinop’a kaçtı. I Murat’ın gönderdiği askerle kardeşi Süleyman, Kastamonu’ya hâkim oldu. Böylece Kastamonu Beyliği’nin doğu bölgeleri ile birlikte İpek Yolu üzerindeki Osmancık da Osmanlı himayesini girdi. I. Murat Rumeli’deyken Süleyman halkın desteğiyle Osmanlı işgaline karşı ayaklandıysa da kötürüm Bayezid’in beyliğin başına geçmesi üzerine tekrar Osmanlılar’a sığındı. I. Murat da onu bir Osmanlı kuvvetiyle Kastamonu’ya gönderdi ve Osmanlı Devleti’nin Kastamonu Beyliği üzerindeki hâkimiyeti I. Murat’ın, kardeşi Süleyman Paşa’nın kızı Sultan Hatun ile Süleyman’ı evlendirmesiyle başladı.
Bu arada I. Murat, Sivas Kadısı Burhanettin ile Karamanoğlu’na karşı da Memlûk Sultanı Berkuk ile ittifak kurdu. Memlûkler ve Osmanlılar 1365’ten beri haçlı saldırıları karşısında birlikte hareket ediyorlardı. Bu durum I. Murat’ın şehadetine kadar sürdü.
Osmanlı’nın Balkanlar’daki fetihleri, Çandarlı Hayrettin Paşa’nın 1387 yılında Selanik’i fethetmesiyle devam etti. Aynı yıl Bosna kralının tehdit ettiği İşkodra hâkimi II. Curac Balşic de Kuzey Arnavutluk uç beyi Şahin Bey ile beraber Bursa’ya gelip Murat’a bağlılığını arz etti. Balşic kendisini Sırp kralları neslinden saymakta ve Bosna kralı ile çatışmaktaydı.

Kosova Savaşı’nda Şehit Düştü
Bosna kralının, uç beyi Şahin Bey’i, 1385 yılında pusuya düşürerek ağır bir yenilgiye uğratması, Sırp Kralı Lazar’ı, Osmanlı’ya karşı ittifak arayışına itti. Sırp Kralı Lazar, Kosova ve Üsküp’ün sahibi Vuk Brankovic, Bosna Kralı Tvrtko ve Bulgaristan Kralı Şişman’a ittifak teklif etti. Lazar, aynı şekilde Macar Kralı Sigismund ile de bağlılık ilişkilerini yeniledi. Böylece, Sırbistan Türklerin önünden kaçanların sığındığı bir bölge hâline geldi. Lazar, I. Murat’a meydan okuyacak kadar kendini güçlü gördüğü için, haraç ödemekten de vazgeçmişti.
Balkanlar’da kendisine karşı oluşan ittifakı haber alan I. Murat, Karamanoğlu’na güvenmediğinden Emir Timurtaş’ı ve bazı sancak beyleriyle 5000 askeri Anadolu korumasına bırakarak altıncı defa Rumeli’ye hareket etti. Rumeli’deki diğer haraçgüzâr Hristiyan beylere de hazır olmalarını bildirdi. Bulgar Kralı Şişman ve Dobruca Hâkimi Dobrotic onun talebini reddettiler. Bizans Hükümdarı Konstantin, sultanın ordusuna İhtiman Ovası’nda katıldı.
I. Murat, Bulgar ordusunu arkasında bırakıp Lazar’ın üzerine gitmek istemediği için 1388 yılının kış aylarında Çandarlı Ali Paşa’yı, Timurtaş oğlu Yahşi Bey’i 30 bin kişilik orduyla Bulgar Kralı Şişman ve Dobrotic üzerine gönderdi. Uzunca bir kovalamacadan sonra Bulgaristan egemenlik altına alınarak Kosova’ya hareket etti.
I. Murat, ordusuyla Kosova Ovası’na inerek Gümüşhisar önünde karargahinı kurdu. Savaşın başlangıcında Osmanlı ordusunun sol kolu çöktü. Fakat sağ koldaki oğlu Yıldırım Bayezid’in büyük çabası sonucunda zafer kazanıldı. Zaferden sonra eşiyle birlikte cesetlerin arasında dolaşan I. Murat, kendisini cesetler arasına saklamış bulunan Miloş Kobiloviç tarafından hançerle öldürüldü. I. Murat, iç organları çıkarıldıktan sonra şehit düştüğü yerde defnedildi. I. Murat’ın iç organlarının defnedildiği Kosova’da, Mitroviça yakınındaki yer türbe hâline getirildi. Naaşı ise Yıldırım Bayezid tahta çıktıktan sonra idam edilen oğlu Yakup Bey’in naaşıyla Bursa’ya götürülüp Çekirge’deki türbesine defnedildi.

Donanma Önemli Bir Güç Hâline Geldi
I. Murat’ın devletin sınırlarını genişletmekte kullandığı en önemli diplomasi araçlarından biri, Hristiyan hanedanlardan kız almak, Anadolu beylerine kız vermekti. Evlilik yoluyla kurulan akrabalık ilişkisi, I. Murat’ın başvurduğu başlıca diplomatik araçlardandı.
Onun döneminde Trakya ve Doğu Balkanlar’da yerleşme sonucu Rumeli tımarlı sipahi askeri arttı. Böylece, Anadolu’daki Türk beyliklerine karşı büyük bir üstünlük kurdu. Uçlara sürülen Yörük gruplar, başlıca akıncı kuvvetlerini oluşturdu. Bu arada Çandarlı Hayrettin Paşa da Hristiyanlardan alınan savaş esirleri ile 1363-1365 yıllarında yeniçeri ordusunu kurdu.
I. Murat devrinde klasik Osmanlı ordusu esas kollarıyla oluşturuldu. Orhan Bey zamanında kurulan donanma, onun döneminde önemli bir güç hâline geldi. Biga gibi deniz kıyısındaki şehirlerin işgal edilmesinde donanmanın büyük yardımı oldu. Gelibolu ve Aydıncık başlıca donanma üsleriydi.

I. BAYEZİD (YILDIRIM BAYEZİD) (1389-1403)

Osmanlı Devleti’nin dördüncü hükümdarı olan I. Bayezid, 1354 yılında Bursa’da doğdu. I. Murat’ın büyük oğlu olan Bayezid, 27 yaşına geldiğinde Germiyanoğlu Süleyman Çelebi’nin kızı Sultan Hatun ile evlendi.
Bayezid, ilk sancak beyliğini Kütahya’da yaptı. Yıldırım unvanını, babasının 1386 yılında Karamanoğlu Beyliği ile yaptığı Frenkyazısı Savaşı’nda gösterdiği kahramanlık sebebiyle aldı.
Yıldırım Bayezid, Osmanlı Devleti’nin kaderinde tayin edici görevi ise 15 Haziran 1389’da yapılan Kosova Savaşı’nda üstlendi. Bu savaşta ordunun sol tarafı Sırp kuvvetleri tarafından dağıtılırken, sağ kanada komutanlık eden Yıldırım Bayezid, üstün komutanlığı ile savaşın zaferle sonuçlanmasını sağladı. Bu savaş sırasında babası I. Murat’ın şehit olması üzerine, büyük oğul olarak tahta geçti.

Kardeşi Yakup’u Boğdurdu
Yıldırım Bayezid, babasının şehit olması üzerine hükümdarlık görevini üstlendikten sonra, divan üyelerinin tavsiyesi ile devlet içinde egemenlik kavgasına yol açmaması için kardeşi Yakup’u boğdurttu. Aynı savaşta esir düşen Sırp Kralı Lazar’ı da Kosova Meydanı’nda astırdı.
Yıldırım’ın tahta çıkışı, Anadolu beyliklerinde de kıpırdanmalara neden oldu. Osmanlı’ya kaptırdıkları toprakları geri almak için, Anadolu’daki boşluğu fırsata çevirmek isteyen Karamanoğlu Alâeddin Bey, Beyşehir’i alarak Eskişehir’e kadar uzandı. Germiyanoğlu Yakup Bey de Yıldırım Bayezid’e kızının çeyizi olarak verdiği toprakları geri aldı. Sivas’ta hâkim olan Kadı Burhanettin de Kırşehir’e hükmetti.
Devlet yönetiminde babasının diplomasi taktiğine başvuran Yıldırım Bayezid, Kosova Savaşı’ndan sonra, idam ettirdiği Sırp Kralı Lazar’ın yerine geçen oğlu Stefan Lazareviç ile anlaşma yapıp kız kardeşi Olivera ile evlenerek akrabalık bağı kurdu. Böylece Anadolu’ya dönerken beraberinden Sırplardan yardımcı kuvvet götürmek için anlaşma yaptı. Kurulan akrabalık bağı ve yapılan anlaşma sonrasında, Macar baskısına maruz kalan Sırp Kralı Stefan, Osmanlı Devleti’ne sadık kaldı. Yapılan anlaşmaya, Yukarı Sırbistan denilen Üsküp, Priştine bölgeleri hâkimi Vuk Brankoviç uymadı. Vuk Brankoviç’i etkisiz hâle getiren akını ise 1391 yılında Üsküp’ü alan Paşa Yiğit Bey yaptı. Böylece Bosna ve Arnavutluk’a yönelecek akınlar için Üsküp üs hâline getirildi.

Beylikler Yeniden Fethedildi
Kosova Savaşı nedeniyle Anadolu’da doğan otorite boşluğundan yararlanan Anadolu beyliklerinin ele geçirdikleri toprakları geri almak için tekrar harekete geçen Yıldırım Bayezid, Candaroğlu Süleyman Bey ve Bizans İmparatoru Palaeologus’un da desteği ile 1390 yılının başında Alaşehir’i geri aldıktan sonra aynı yıl, Aydın, Saruhan, Menteşe, Hamit ve Germiyan beyliklerini kendine bağladı.
Yıldırım Bayezid, 1390 yılının Mayıs ayında Beyşehir’i aldıktan sonra Konya’yı kuşattı. Bunun üzerine Candaroğlu Süleyman Bey, Yıldırım’a verdiği desteği çekerek Sivas Kadısı Burhanettin ile anlaştı. Candaroğlu ve Kadı Burhanettin kuvvetlerinin kendisine karşı Kırşehir’de ikinci bir cephe açmaları üzerine Yıldırım Bayezid, Konya kuşatmasını kaldırdı. Yapılan anlaşma sonucunda Osmanlı Devleti ile Karamanoğlu Beyliği arasındaki Çarşamba suyu sınır oldu. Beyşehir ve civarındaki bazı yerler ise Osmanlı hâkimiyetinde kaldı.
Yıldırım Bayezid, 1391 yılında Candaroğlu Beyi Süleyman üzerine bir sefer düzenledi. Ancak Süleyman Bey, müttefiki Kadı Burhanettin’den destek aldığı için bu seferden de bir sonuç elde edemedi. Yıldırım Bayezid, Candaroğlu Beyliği üzerine sonuç alıcı seferini 1392’nin bahar aylarında yaptı. Bizans imparatorunun da destek verdiği bu sefer sonucunda, Süleyman Bey hayatını kaybederken, Sinop hariç Candaroğlu Beyliği’ne ait topraklar Osmanlı topraklarına katıldı. Yıldırım Bayezid, sefer dönüşünde, Kadı Burhanettin’e ait Osmancık’ı da aldı. Fakat Kadı Burhanettin kuvvetleriyle Çorum’da yaptığı savaşı kaybederek geri çekilmek zorunda kaldı. Kadı Burhanettin bu galibiyetin verdiği cesaretle hücumlarını Sivrihisar ve Ankara’ya kadar genişletti, yağma ve tahribatta bulundu.
Kadı Burhanettin’in Sivrihisar ve Ankara’ya kadar uzanan akınları, Amasya ve çevresindeki baskısını gevşetmesine neden oldu. Bunun üzerine Amasya ve çevresindeki yerel emirler, 1392 yılında Osmanlı egemenliğine girmeyi kabul ettiler. Böylece, Amasya ve Samsun çevresi barış yoluyla Osmanlı topraklarına katıldı.

Yeniden Batıya Yöneldi
Kadı Burhanettin dışında Anadolu’da sorunlu beylik bırakmayan Yıldırım Bayezid, 1392’den sonra dikkatini yeniden batıya yöneltti. Uç beyleri Paşa Yiğit, Evrenos Bey, Firuz Bey ve Şahin Bey, Balkanlar’da akınlarını devam ettirseler de Eflak Prensi Mirçea, Bayezid’in Anadolu’da olmasını fırsata çevirerek Silistre’yi geri almayı başarmış ve Karinabad’daki akıncılara karşı başarılı hücumlar yapmıştı. Venedikliler bir yandan Bizans üzerinde baskı kurmaya çalışırken aynı zamanda Mora ve Arnavutluk’ta da faaliyet gösteriyorlar, Macarlar ise Eflak ve Tuna Bulgaristan’ında nüfuzlarını genişletmek için uğraşıyorlardı. Bu durum karşısında Bayezid bütün gücünü Balkan işlerine vermeye mecbur oldu.
Yıldırım Bayezid, 17 Haziran 1393’te Tırnova’yı geri aldıktan sonra, 1394 yılının başında, bütün Balkan prenslerini ve Bizans İmparatoru Palaiologos’u Serez’de toplantıya davet etti. Amacı, prenslerin ve imparatorun bağlılığını teyit etmekti. I. Bayezid, bu toplantıda Bizans imparatorundan Mora’daki belli başlı şehirleri istedi. Bu talebi kabul etmeyen imparator, Venediklilerden yardım istedi. Bunun üzerine Bayezid, Yunanistan seferine çıktı ve daha önce alınmasına rağmen kaybedilen Selanik’i 1394 yılında yeniden ele geçirdi. Ayrıca Tesalya Bölgesi’ni topraklarına kattı. Evrenos Bey’i kuvvetleriyle Mora’ya gönderdi. Aynı seferde Güney Arnavutluk da tümüyle Osmanlı egemenliğine girdi.

İstanbul’u Kuşattı
Yıldırım Bayezid, haraca bağladığı ve sefer zamanında yardımcı kuvvet aldığı Bizans İmparatorluğu’nun kalbi olan İstanbul’un yedi yıldır sürdürdüğü kuşatmasını 1394 yılının bahar aylarında sıkılaştırdı. Bu amaçla Boğaz kıyısında Anadolu Hisarı’nı yaptırdı. Bizans, bu işgalden kurtulmak için Avrupa’dan müttefikler aradı. Venedik gemileri, Mareşal Boucicaut komutasında Gelibolu’daki Türk gemilerini bombalayarak 1399 yılının yaz aylarında İstanbul’a ulaştı. Ancak getirdiği yardım Bizans’ı rahatlatmaya yetmedi. Haçlı kuvvetlerinin Niğbolu’ya saldırması nedeniyle 1396’da gevşetilen kuşatma, 1399 yılına kadar devam etse de İstanbul surlarının sağlamlığı nedeniyle amacına ulaşamadı. Başarısızlığın bir nedeni de doğuda beliren Timur tehdidi oldu.

Haçlılar Niğbolu’da Karşısına Çıktı
Yıldırım, 1395’te Macaristan’a sefer düzenledi. Bu sefer sırasında güzergâhtaki Slankamen, Titel, Beçkerek, Temeşvar, Kraşova ve Mehadiye gibi kalelere saldırdı. Eflak Kralı Mirçea’yı 17 Mayıs 1395’te yenerek yerine Vlad’ı tahta geçirdi. Ardından Niğbolu’da bulunan Bulgar Kralı Şişman’ı yakalatıp 3 Haziran 1395’te idam ettirdi.
Yıldırım’ın lakabına uygun şekilde sürekli fetihlerle devletin sınırlarını genişletmesi, Osmanlı’ya karşı ittifak arayışlarını hızlandırdı. Macarlar ve Venedikliler, ortak savunma gücü oluşturmak için harekete geçen haçlılar, Macar Kralı Sigismund komutasında, 1396 yılında Niğbolu Kalesi’ni kuşattılar. Yapılan bu saldırı, İstanbul’a rahat bir nefes aldırdı. Yıldırım, kuvvetlerini Niğbolu’ya kaydırarak Haçlı kuvvetleriyle büyük bir savaşa tutuştu ve 25 Eylül 1396’da haçlılara ağır bir yenilgi yaşattı.
Yıldırım, Niğbolu’da kazandığı zaferin ardından, son bağımsız Bulgar prensi Stratsimir’den Vidin’i alarak, Türklerin Balkanlar’daki varlığını perçinledi.

Türkler, Fetihten Önce İstanbul’a Yerleşti
Yıldırım Bayezid, İstanbul’u ele geçiremese de Bizans İmparatoru Manuel ile yaptığı anlaşma ile İstanbul’da bir Türk mahallesi kurulmasını, cami yapılmasını ve bir kadı yerleştirilmesini kabul ettirdi. Böylece, İstanbul fethedilmeden önce Türkler İstanbul’a yerleşmeye başladı. Aynı dönemde Evrenos Bey de 1397’de Argos ve Atina’yı alarak Balkan topraklarının Türkleşmesini hızlandırdı.
Karamanoğlu Alâeddin Bey, Niğbolu Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki topraklarını ele geçirmek için saldırılar düzenlemişti. Bu durumu Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki topraklarının güvenliği için tehdit olarak değerlendiren Yıldırım Bayezid, kalıcı bir sonuç almak için 1397 yılının sonbahar aylarında Konya üzerine yürüdü. Karamanoğlu Beyliği ile 1397 yılının sonbahar aylarında Akçay’da yapılan savaştan sonra Alâeddin Bey Konya Kalesi’ne çekildi. Ancak Yıldırım, onu yakalayarak öldürttü. Böylece Karamanoğlu Beyliği toprakları da Osmanlı Devleti’nin egemenliğine girdi.
1398 yılında ise Sivas Kadısı Burhanettin’in hâkim olduğu topraklar ve Canik Bölgesi Osmanlı topraklarına katıldı. Böylece Yıldırım, Anadolu’nun büyük bölümünü egemenliği altına alarak Memlûkler’in egemenliği altındaki Elbistan, Malatya, Behisni, Kâhta ve Divriği gibi şehirleri ele geçirdi. Bu durum Osmanlı-Memlûk ittifakını bozduğu gibi, daha sonra Yıldırım’ın Timur karşısında yalnız bırakılmasına da neden oldu.

1402 Yılında Büyük Yıkım Yaşandı
Fakat İstanbul kuşatmasına iyice hız verildiği ve şehrin düşmesinin an meselesi olduğu bir sırada doğuda Timur tehlikesi baş gösterdi. Moğollardan sonra Anadolu Türkleri için ikinci büyük tehdide dönüşen Timur, Büyük Selçuklular’ın ve İlhanlılar’ın vârisi olmak iddiasıyla Anadolu üzerinde hâkimiyet kurmak istiyordu.
Timur, 1394 yılında Anadolu topraklarına girdikten sonra, seferlerini batıya yönelten Bayezid’e saldırmak konusunda tereddüt geçirdi. Ancak iki hükümdarın arasını açan, Anadolu beyleri oldu. Timur’dan kaçıp Bayezid’e sığınan beyler ile Bayezid’den kaçıp Timur’a sığınan beyler, iki hükümdar arasındaki düşmanlığı körükledi. Timur, kendisinden kaçıp Bayezid’e sığınan Sultan Ahmet Celayir ve Kara Yusuf’un iadesini istedi. Ancak Bayezid, bu istediği sert bir dille reddetti. Bunun üzerine Timur, orduları ile önce küçük bir emirlik olan Erzincan’a, ardından 1400 yılı Ağustos ayında Osmanlı’ya ait Sivas’a geldi. Şehir teslim olsa da Timur, kanlı bir şekilde yağmalattı.
Timur ile Bayezid kuvvetleri, 28 Temmuz 1402’de Çubuk Ovası’nda karşı karşıya geldi. Yapılan savaş Timur’un zaferiyle sonuçlandı. Savaşta esir düşen Yıldırım Bayezid, 8 Mart 1403’te Akşehir’de vefat etti.
Ankara Savaşı, Osmanlı Devleti’nin çöküşüne neden oldu. Anadolu’da beylikler dönemini yeniden başlatan bu savaştan sonra, 100 yıllık mücadeleyle kurulan birlik ortadan kalktı ve Osmanlı tarihinde Fetret Devri denilen dönem başladı. Böylece, Bayezid’in doğuda ve batıda Türklerin ve Müslümanların en büyük devleti olma ideali ortadan kalkarken, Osmanlı Devleti, yeniden I. Murat dönemindeki sınırlarına çekilmek zorunda kaldı. Anadolu’daki topraklarını kaybeden devlet, ancak Rumeli’de tutunabildi.
Fetret Devri, Yıldırım’ın oğulları Süleyman, İsa, Musa ve Mehmet Çelebi arasında hükümdarlık mücadelesine sahne oldu. Yıldırım’ın en küçük oğlu Kasım, Süleyman Çelebi tarafından Bizans’a rehin bırakıldı. En büyük oğlu Mustafa da savaştan sonra Bizans’ın eline düştü. Bizans, onu özellikle II. Murat döneminde Osmanlı sarayını ele geçirmek için kullandı. Bir dönem Edirne’yi de ele geçiren Mustafa Çelebi’yi, II. Murat uzun mücadelelerden sonra yakalatarak idam ettirdi. Mustafa Çelebi’nin Osmanlı taht mücadelesindeki lakabı Düzmece olarak kaldı.

I. MEHMET (1413-1421)

Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu kabul edilen Çelebi Mehmet, 1386 yılında dünyaya geldi. Yıldırım Bayezid’in Devlet Hatun adlı bir cariyesinden doğan dördüncü oğlu olan Çelebi Mehmet, Türk tarihindeki en önemli görevini, Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu olarak yerine getirdi.
Çelebi Mehmet, 13 yaşındayken Tokat, Sivas ve Ankara’nın bağlı olduğu Amasya merkezli Rum vilayetine vali olarak gönderildi. Kardeşi Ertuğrul, Ankara Savaşı’ndan önce 1400 yılında, diğer kardeşi Mustafa da 1402 yılında Timur tarafından yakalanarak Semerkant’a götürüldü. Ankara Savaşı’nda babasının yanında Timur’un ordusuna karşı savaşan Mehmet, savaş sonunda yaşanan hezimetin ardından daha önce valilik yaptığı Amasya-Tokat bölgesine kaçarak devleti yeniden birleştirmek için yeni bir mücadeleye girişti.

Devlet, Babadan Oğullarına Mirastı
Hâkim Türk geleneğine göre bir hükümdarın çocuklarından her birinin babasının yerine geçme hakkı vardı ve veraseti düzenleyen bir kanun olmadığı için onun meşruiyeti tartışılamazdı. Hükümdarlık için mücadele eden şehzadelerin, giriştikleri mücadeleyi kazanmaları için halk dua ederdi. Her ne kadar ilk başlarda Mehmet kendinden büyük kardeşi Süleyman’ın otoriteyi temsil ettiğini kabul etse de yaşta büyüklük prensibi bağlayıcı değildi.
Ankara Savaşı, Türk tarihinde belirleyici bir dönüm noktası oldu. Bu savaştan sonra devletin yeniden toparlanması için çeyrek yüzyıllık bir mücadele verilmesi gerekti.
Osmanlı Devleti’nde, 1402-1413 yılları arası, “çelebi” unvanıyla anılan şehzadeler arasında mücadeleye sahne oldu. Ankara Savaşı’ndan sonra ilk valilik yaptığı Amasya-Tokat bölgesine çekilen Mehmet Çelebi, Batı Anadolu beyleri ve Kastamonulu İsfendiyar Bey’in ittifakını temin eden abisi İsa ile girdiği savaşı kazanarak Bursa’yı ele geçirdi. Daha sonra abisi İsa’yı yakalayarak 1403 yılında Eskişehir’de öldürttü.
Mehmet Çelebi, abisi İsa’dan kazandığı Bursa’yı, diğer abisi Süleyman ile yaptığı savaşta kaybetti. Bunun üzerine yeniden Tokat-Amasya üssüne çekilerek kardeşi Musa’yı Rumeli’ye gitmeye teşvik etti. Musa, Eflak Voyvodası Mircea’nin davetini kabul ederek 1406 yılında deniz yoluyla Eflak’a ulaştığında abisi Süleyman, Rumeli topraklarının hâkimi idi. Musa, Rumeli topraklarına gidince Süleyman da arkasından Rumeli’ye gitti. 1410 yılının Şubat ayında abisi Süleyman ile yaptığı savaşı kazanan Musa, daha sonra yaptıkları iki savaşı kaybederek geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine, ani bir saldırı ile Edirne’yi ele geçirdi ve abisi Süleyman’ı 17 Şubat 1411’de öldürdü.

Bursa’yı Yeniden Ele Geçirdi
Abisi Süleyman’ın, kardeşi Musa’nın peşinden Rumeli’ye geçmesini fırsata çeviren Mehmet Çelebi, Bursa’yı yeniden ele geçirdi. Ancak Musa abisi Mehmet Çelebi ile yaptığı anlaşmaya uymayarak bağımsız hareket etmeye başladı. Bu arada uç beylerine karşı yaptığı hırçınlıklar nedeniyle, Bulgar, Sırp, Bizans gibi bağlı devletleri kendinden soğutarak abisi Çelebi Mehmet’in yanına geçmelerine neden oldu. Mehmet Çelebi, Musa’ya karşı 1411 yılında giriştiği iki saldırıdan da sonuç alamadı. Bunun üzerine 5 Temmuz 1413’te uç beyleri ve bağlı devletlerin de desteğiyle yeni bir saldırı düzenleyerek onu saf dışı bıraktı. Böylece Osmanlı Devleti, 11 yıl sonra yeniden tek otorite altında birleşti.

Timur’un Ayrılışı Birleşmeyi Hızlandırdı
Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun yeniden beyliklere bölünmesiyle birlikte, Bursa da beyliklerin ele geçirmek istedikleri şehir olarak öne çıktı. Candaroğulları, Karamanlılar, Germiyan, Saruhan ve Aydın beyleri, Osmanlı şehzadelerinin başşehir kabul ettiği Bursa’yı elde etme mücadelesine giriştiler. Beylikler, Moğol istilası sonrasındaki statüye dönmek istiyorlardı. Ancak Timur’un ayrılışıyla beyliklerin planları suya düştü. Çin seferine çıkmak üzere Timur’un Anadolu’dan ayrılmasıyla birlikte beylikler de Osmanlı karşısında güçsüzlüklerini fark ettiler. Hatta bazıları varlığını devam ettirmek için Bursa’yı hangi şehzade ele geçirdiyse onun egemenliğine girmeyi kabul etti.
Ankara Savaşı’ndan sonra, Balkanlar’da haraç ödeyen bağlı devletler de bağımsızlıklarını elde etmişlerdi. Bu devletler, şehzadeler arasındaki iktidar mücadelesini kendi lehlerine kullanmaya çalışarak bir şehzadeyi diğerine karşı destekliyorlardı. Osmanlı şehzadeleri arasındaki iktidar mücadelesini de Eflak Voyvodası Mircea ve Bizans İmparatoru II. Manuel’in politik manevraları uzatıyordu.

1413 Yeniden Birleşme Yılı Oldu
Şehzade Musa, kaybedilen toprakları geri almak için uç beyleriyle mücadeleyi sürdürürken diğer şehzadeler Süleyman ve Mehmet, Hristiyan hükümdarlarla ilişkilerini bazen uzlaşarak, bazen taviz vererek devam ettirmeyi tercih ettiler. Bu süreçte merkezî rol oynayan devlet Bizans Devleti oldu. Bizans Devleti, 1403 yılında Süleyman Çelebi ile yaptığı antlaşma doğrultusunda, Bursa’daki Mehmet üzerine yürümeye karar verdiğinde küçük kardeşi Kasım ve kız kardeşi Fatma’yı imparatora rehine olarak bırakmıştı. Daha sonra yatıştırma politikasının bir parçası olarak Süleyman, oğlu Orhan’ı imparator II. Manuel’e rehin olarak gönderdi. İmparator da önce Musa’ya karşı ve o 1413 yılında bertaraf edildiğinde Mehmet’e karşı, Süleyman’ın meşru halefi olarak Osmanlı tahtını talep eden Orhan’ı kullanmayı denedi. Musa’nın sert mizacına karşılık, Mehmet, uzlaştırıcı ve yatıştırıcı tavrıyla, Bizans imparatoruna karşı başarı kazanmayı bildi.
Osmanlı Devleti, 1413 yılında Edirne’de yeniden doğdu. Kardeşleriyle mücadeleyi kazanan Mehmet, Edirne’de tahtın tek sahibi olarak hükümdarlık hırkasını yeniden giydi. Bunun üzerine Bizans, Sırbistan, Eflak, Mora Despotluğu, Atina Prensliği dâhil, I. Mehmet’in tahta çıkış törenine elçilerini gönderdiler.
I. Mehmet, Balkanlar’da devletin bütünlüğünü tesis ettikten sonra, 1415 yılına kadar Anadolu hâkimiyetini yeniden tesis etmeye çalıştı. Musa’yı bırakarak İzmir’e dönen ve orada beyliğini yeniden canlandıran Cüneyd’i 1414 yılında yenen I. Mehmet, sonunda bütün Batı Anadolu’yu ele geçirdi. Aydın’ı işgal etti ve bir Osmanlı sancağı hâline getirdi. Aydınoğulları’na karşı, Germiyanoğulları, Menteşe-oğulları, Sakız Adası’ndaki Cenevizliler, Midilli Adası hâkimi, Foça, Rodos Şövalyeleri Osmanlı Devleti’ni desteklediler. Bu mücadele sırasında Mehmet, şövalyelerin İzmir’de tekrar inşa ettiği kaleyi yıktı. Menteşeoğulları da Osmanlı Devleti’nin egemenliğini kabul etti.

Karamanoğlu Beyliği Yeniden Fethedildi
I Mehmet, Edirne’de hüküm süren kardeşi Musa’ya karşı sefere çıktığında kendi boşluğundan yararlanan Karamanoğlu Beyliği’nin bir ay süreyle Bursa’yı işgal etmesi nedeniyle, Anadolu’ya döndükten sonra, Karamanlılar’ın koruyucusu kabul edilen Memlûk sultanına, Şubat 1415’te pahalı hediyelerle bir elçi gönderdi. Ardından Karaman’a sefer düzenledi ve Mart 1415’te Karamanoğulları’nı yendikten sonra Konya’yı işgal etti. Karamanoğlu barış istedi. Bunun üzerine, Isparta ve çevresi yeniden Osmanlı toprağı oldu.

Bizans Haçlı Seferi Çağrısı Yaptı
Osmanlı Devleti’nin yeniden Rumeli ve Anadolu’nun birliğini tesis etmesi, Bizans Devleti’nin telaşlandırdı. Bizans imparatoru, papa ve Venedik ile birlikte Osmanlılar’a karşı haçlı seferi çağrısında bulunmak için diplomatik faaliyete başladı. I. Mehmet’in Aydınoğulları Beyliği’ni egemenliği altına aldığı 1414 yılında, Nakşa Adası’nın Venedikli dükü, bağlılıklarını yenileyen Ege’deki diğer Latin emirlere katılmamıştı. Bunun üzerine I. Mehmet, Çalı Bey komutasında 112 gemilik Gelibolu donanmasını 1415 yılında Kiklat Adalarına yolladı. Venedik bu saldırıya saldırı ile karşılık vermeye karar verdi. Pietro Loredano kumandasındaki Venedik donanması beklenmedik bir saldırı yaparak, 28 Mayıs 1416’da Gelibolu’daki Osmanlı donanmasını tahrip etti.

Mustafa Yeni Cephe Açtı
1402 yılında Timur’un eline esir düşen I. Mehmet’in kardeşi Mustafa, Ocak 1415’te Timurlu Şahruh tarafından serbest bırakıldı. Şehzade Mustafa, önce Trabzon’a ulaştı. Orada, abilerine karşı iktidar mücadelesinde desteklerini istemek için elçilerini Venedikliler ve Bizans imparatoruna gönderdi. Mustafa, aynı dönemde önce Konya’ya, oradan Kastamonu’ya, daha sonra da deniz yoluyla Eflak’a geçti. I. Mehmet tarafından Niğbolu beyliğiyle uzaklaştırılan Cüneyt Bey de Mustafa’yı destekledi.
Mustafa’nın iktidardan pay istemesi, Anadolu ve Rumeli’deki dengeleri altüst etti. Mustafa, askerî olarak Mircea tarafından desteklenmesine rağmen, uç beylerini yanına çekmeyi başaramadı. Bunun üzerine, İstanbul’a dönmeye mecbur kaldı. Bizans imparatoru da 1416 yılında onu, Cüneyt ile birlikte Makedonya’ya gönderdi.
Mustafa, Niğbolu Kalesi’nin eski beyi Cüneyt ile birlikte Makedonya’da Serez’i ele geçirdi ve elde ettiği başarıyla Osmanlı uç beylerinin desteğini kazanmayı ümit etti. Ancak bunda başarısız oldular. I. Mehmet de onları yine Selanik’e ilticaya zorladı. Bu arada, Bizans’ın kardeşini kendisine karşı desteklemesini düşmanca tutum kabul ederek Bizans’a savaş ilan etti. Sonunda imparator, I. Mehmet yaşadığı sürece Mustafa ve Cüneyt’i hapiste tutma konusunda anlaştı. Karşılığında da Osmanlı Devleti’ni yıllık 10 bin duka altın haraca bağladı.

Şeyh Bedrettin Ayaklanması da Aynı Dönemde Oldu
I. Mehmet’in devletin birliğini tesis etmeye çalıştığı dönemde, toplumsal birliği tehdit eden büyük ayaklanma Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde çıktı. Önemli bir din bilgini olan Şeyh Bedrettin tarafından 1416 yılının yaz aylarında başlatılan ayaklanmadan yararlanan Eflak Voyvodası Mircea, Deliorman’ı işgal ettikten sonra Silistre’ye saldırdı. I. Mehmet, Şeyh Bedrettin’i Zağra’da yakaladı ve Serez’de idam ettirdi.
Şeyh Bedrettin’in Rumeli’de ayaklandığı aylarda, Anadolu beyleri de ayaklanma girişiminde bulundu. Bunun üzerine I. Mehmet önce Şeyh Bedrettin’in Eflak’e geçmesine yardımcı olan İsfendiyar Bey’e karşı 1417 yılının başında bir sefer düzenledi. İsfendiyar Bey aynı yıl I. Mehmet’e bağlılığını bildirerek savaştan kurtuldu.

Macar Kralı Balkanlar’ı İşgal Etmek İstiyordu
Macar Kralı Sigismund, Eflak Voyvodası Mircea’nın da desteğini alarak, Osmanlı Devleti’ndeki yönetim boşluğundan ve istikrarsızlıktan yararlanmak istiyordu. I. Mehmet, Timurlu Şahruh’un da desteğini alan Sigismund’un planını boşa çıkarmak için 1419 yılında Eflak’e bir sefer düzenledi. Sigismund’un planlarını, Timurlu Şahruh da destekliyordu. I. Mehmet’in Anadolu’daki vasalları Karamanlı ve Candaroğulları beyleri de bu sefere oğullarının komutasında destek birlikleri gönderdiler. Seferden önce, üs olarak kullanmak üzere Rusçuk Kalesi’ni inşa ettiren I. Mehmet, ardından “Macaristan vilayetine varıp Severin Kalesi’ni” aldı. Bu sefer sırasında Eflak Voyvodası Mircea teslim oldu ve üç oğlunu sultana rehin olarak gönderip haraç ödemeyi kabul etti.

Timurlular Yine Büyük Tehdide Dönüştü
Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli’de yeniden toparlandığı dönemde, Azerbaycan ve İran’ın batı bölgesinde Karakoyunlu Devleti’nin doğuşuna tanık olundu. Timur’un Anadolu’yu terk ettikten sonra Osmanlı Devleti’nin birliğini yeniden tesis etmesini kendisi için tehdit olarak yorumlayan Timurlular Devleti’nin hükümdarı Şahruh, doğudaki hâkimiyetini tesis ettikten sonra yeniden batıya yöneldi. 1402 yılında esir alınan I. Mehmet’in kardeşi şehzade Mustafa’yı serbest bırakmalarının nedeni de Osmanlı içinde iktidar kavgası başlatmaktı. I. Mehmet’in kardeşlerini iktidar denkleminden düşürmesinden en fazla rahatsız olan da Şahruh oldu. I. Mehmet de Şahruh’a yazdığı mektupta, Osmanlı Devleti’nin bölünmesinin İslam düşmanlarına yarayacağını bildirdi. Zira Şahruh’un 1419 yılında batıya dönük büyük bir sefer hazırlığı vardı. Osmanlı Devleti’ni tedirgin eden bu hazırlık nedeniyle, Osmanlı Devleti ile Karakoyunlu Devleti arasında elçi trafiği yoğunlaştı. Bu süreçte, Timurlular Hükümdarı Şahruh, Azerbaycan’ı işgal ettikten sonra, I. Mehmet’e Aralık 1420’de elçi göndererek Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf’un oğlu İskender’in Osmanlı topraklarına sığınmasına izin vermemesini istedi. Babası Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki yazışmalardan ders çıkartan I. Mehmet, Şahruh’un bu uyarısına diplomatik bir tevazu ile teslimiyet gösterdi. Zira Karakoyunlu Hükümdarı İskender, Akkoyunlu Hükümdarı Kara Osman’ı 1421 yılının Nisan ayında yenmesi üzerine Şahruh Doğu Anadolu’ya girmiş ve İskender’e karşı aynı yılın Temmuz ayında ezici bir zafer kazanmıştı. I. Mehmet de Timurlular’ın tehdidine karşı Memlûkler’in ittifakını tesis etmeye çalıştı.

Son Yıllarında Oğlu Murat’ı Tahta Hazırladı
I. Mehmet, Timurlular tehdidinin arttığı yıl rahatsızlandı. Bu nedenle bütün dikkatini oğlu Murat’ı yerine hazırlamaya verdi. Bu süreçte hükümdarlık için en büyük tehdit, kardeşi Mustafa idi. Mustafa, saatli bomba gibiydi. Bizans İmparatorluğu onu her an serbest bırakabilir ve iç ayaklanma başlayabilirdi. Bu nedenle Şehzade Murat’ı destekleyenler, Mustafa’nın öldüğünü ve taht iddiasında bulunan kişinin “Düzmece” olduğu haberini yaydılar.
Bu arada I. Mehmet, Şehzade Murat’ı tahta çıkartırken sorun yaşamamak için uç beyleriyle de anlaşma yaptı. Buna göre oğlu Murat’ı kendisinin halefi olarak Edirne’ye gönderdi. Oğlu Mustafa’nın da Anadolu’da kalacağını duyurdu. Buna karşılık iki küçük oğlu sekiz yaşındaki Yusuf ve yedi yaşındaki Mahmut’u da Bizans İmparatoru II. Manuel’in yanına rehine olarak göndermeyi kabul etti. Karşılığında imparatordan Mustafa’yı serbest bırakmamasını istedi. Osmanlı Devleti, Bizans’ın iki şehzadeyi koruması karşılığında yıllık haraç alacaktı.
Murat, Mustafa, Kasım, Ahmet, Yusuf, Mahmut olmak üzere altı oğlan ve yedi kız babası olan I. Mehmet, oğlu Murat’ın tahta çıkışı için şartları hazırladıktan sonra 25 Haziran 1421’de Edirne’de vefat etti. Babasının vefat ettiğini haber alan Murat, Bursa’da tahta çıktıktan sonra, kardeşlerini imparatora göndermeyi reddetti.

II. MURAT (1421-1444 / 1446-1451)

Haziran 1404’te Amasya’da doğan II. Murat’ın çocukluğu Amasya ve Bursa’da geçti. Babası gibi, o da 12 yaşına girince Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve Osmancık bölgelerini içine alan Amasya merkezli Rum vilayetine vali olarak gönderildi.
1402’deki Ankara Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin en zor yıllarından biri de 1416 yılı oldu. O yıl, Şeyh Bedrettin Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde ayaklanırken Çelebi Mehmet’in kardeşi Mustafa da Edirne Sarayı’nı ele geçirmek için Eflak voyvodası ile iş birliği yaparak Selanik’i ele geçirmeye çalışıyordu. Venedikliler de Gelibolu’da Türk donanmasını yakarak, 29 Mayıs 1416’da boğazı kesmişlerdi. Aynı yıl Çelebi Mehmet’in Rumeli’de olmasını fırsat bilen Börklüce Mustafa da Manisa ve İzmir yöresinde ayaklanmıştı.
II. Murat, babasının yokluğunda Anadolu’da üstlendiği sorumlulukla, Bayezid Paşa’nın komutasında Börklüce Mustafa’nın başlattığı isyanı bastırmak için Amasya ve Sivas kuvvetleriyle Saruhan ve İzmir bölgesine gitti. Onların Amasya’dan ayrılışını fırsat bilen bölgedeki Kara Tatar denilen Moğol göçebeleri de Amasya’yı talan ettiler. Bu nedenle Şehzade Murat, Bayezid Paşa ile bir yıl sonra Amasya’ya dönerek bu isyanı bastırdılar.

Samsun’u Osmanlı Topraklarına Kattı
Şehzade Murat, Bayezid Paşa’dan sonra yeni atabeyi Rum Beylerbeyi Hamza Bey ile Kara Tatarların isyanını bastırdıktan sonra, Samsun’u İsfendiyaroğlu’nun elinden aldılar. Bu zaferden sonra, II. Murat ölüm döşeğinde olan babası tarafından Bursa’ya çağrıldı. Bursa’ya ulaştığında babası vefat etmişti. Ancak Bizans imparatorunun elinde rehin tuttuğu şehzade Mustafa’yı tahtın vârisi olarak Anadolu’ya gönderip taht mücadelesi başlatmasından kaygılanan vezirler, Çelebi Mehmet’in vefatını bir süre gizli tutarak, güvenliği sağlamak için bir bahane ile yeniçerileri Anadolu’ya geçirdiler. Şehzade Mustafa’nın öldüğü ve Bizans’ın elinde rehin bulunan Mustafa’nın düzmece olduğu haberini yaydılar. Şartlar uygun hâle gelince 25 Haziran 1421 tarihinde tahta çıkma töreni yaptılar.

Kardeşlerini Bizans’a Vermedi
II. Murat, babasının yerine hükümdarlık görevini üstlendiğinde 17 yaşında idi. Çelebi Mehmet, devletin sorumluluğunu oğlu Murat’a bırakabilmek için kardeşi Mustafa’yı rehin tutmaya devam etmesi için Bizans imparatoru ile anlaşma yapmıştı. Murat, Çelebi Mehmet’in en büyük oğlu idi. Küçük oğullarından Ahmet kendisinden önce vefat etmiş, diğer oğulları ise Mustafa, Ahmet, Yusuf ve Mahmut çelebiler idi. Mustafa, 11 yaşında iken Hamit İli sancak beyliğine gönderilmişti. Yusuf sekiz ve Mahmut yedi yaşında idi ve Çelebi Mehmet’in Bizans ile yaptığı anlaşma gereğince, Murat’ın tahta geçmesi ve Mustafa’nın serbest bırakılmaması karşılığında Yusuf ve Mahmut da Bizans’a rehin bırakılacaktı. Diğer oğlu Mustafa’ya da Anadolu’nun yönetimi bırakılacaktı. Ayrıca üstüne haraç verilecekti. Böylece Çelebi Mehmet, taht kavgası olmadan görevi oğlu Murat’a bırakmış olacaktı.
II. Murat tahta çıktığında Bayezid Paşa veziriazam ve Rumeli beylerbeyi olarak devlet işlerini yürütüyordu. Bayezid Paşa, gelen Bizans elçilerine Yusuf ve Mahmut çelebilerin teslim edilmeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine II. Manuel Palaiologos, Limni’de sürgün bulunan Mustafa ile bir anlaşma yaparak onunla birlikte İzmiroğlu Cüneyt Bey’i serbest bıraktı ve on gemilik bir donanma, Dimitrios Leontarios kumandasında Bizans askerleriyle onları Eylül 1421’de Gelibolu önüne çıkardı.

Beylikler Yine Ayaklandı
II. Murat’a karşı sadece Bizans değil, Anadolu’daki beylikler de ayaklandı. Germiyanoğlu Yakup Bey, onun sultanlığını tanımayarak Isparta merkezli Hamit İli sancak beyi olan Mustafa Çelebi tarafını tuttu. Karamanoğlu da Isparta merkezli Hamit İli topraklarını işgal etti. II. Murat elçi gönderip yatıştırma siyasetine başvurdu ve durumu kabullendi. Bu arada 1415 yılında egemenlik altına alınan Menteşeoğlu da ayaklandı ve bağımsızlığını ilan etti. Aynı yıl Menteşeoğulları Ahmet ve Leys, babalan İlyas Bey gibi 1421’de kendi adlarına para bastırdılar. Aydınoğlu ve Saruhan Beyliği de bu sırada bir kısım topraklarını tekrar ele geçirdi. II. Murat, bu ayaklanmaları diplomasi yoluyla bastırmaya çalışsa da sonuç alamadı.
Diğer yandan, İsfendiyar Bey de Çelebi Mehmet’in himayesinde Çankırı, Kalecik ve Tosya’da yerleşmiş olan oğlu Kasım Bey’i ayaklandırdı. II. Murat, İsfendiyar Bey’e karşı kuvvet gönderdi. Sinop’a kaçan İsfendiyar Bey diğer Anadolu beylerinin aracılığı ile 1421 yılı sonbaharında barış yaptı.

Düzmece Mustafa İsyanı Devleti Zor Durumda Bıraktı
II. Murat’ı bu ayaklanmalar karşısında acze düşüren, amcası Mustafa ile giriştiği taht mücadelesi idi. Tarihe Düzmece Mustafa Ayaklanması olarak geçen olayda Şehzade Mustafa, gemilerle geldiği Gelibolu’da halk tarafından iyi karşılandı. Ancak Gelibolu Hisarı’nda Şah Melik Bey ona karşı çıktı. Bunun üzerine İzmiroğlu Cüneyt’e Gelibolu’yu kuşatma altına aldıran Mustafa, kendisi Edirne üzerine hareket etti. Ayak bastığı her yerde Yıldırım Bayezid’in oğlu ve sultan olarak tanınan Mustafa’nın Edirne’ye girmesini önlemek için harekete geçen Bayezid Paşa, Sazlıdere’de karşısına çıktıysa da emrindeki Rumeli askerlerinin Mustafa Çelebi’nin tarafına geçmesine engel olamadı. Bunun üzerine o da zorunlu olarak itaat etti. Ancak Cüneyt Bey’in kışkırtmasıyla idam edilmekten kurtulamadı.
Mustafa’nın Edirne’ye girdiği haberi üzerine, Gelibolu Hisarı da teslim bayrağını çekti. Fakat Mustafa ile Cüneyt, Gelibolu’yu teslim aldıktan sonra Bizans ile yaptıkları anlaşmayı unutup kaleyi teslim etmeyi reddettiler. Gelibolu geçidine ve donanmaya hâkim olan Mustafa Çelebi İstanbul Boğazı’nı da tutmuş oldu.
II. Murat, amcasına karşı Yeni Foça podestası Giovanni Adorno ile ittifak yaptı. Giovanni Adorno, Manisa şap madenlerinden kalan borçlarının silinmesi karşılığında II. Murat için gemi ve asker hazırlama sözü verdi. II. Murat, Cenevizlilerden aldığı bu yardım ile amcası Mustafa’nın isyanını bastırmakta büyük bir güce kavuşmuş oldu.
Şehzade Mustafa, 20 Ocak 1422’de 12.000 sipahi ve 5000 piyade ile Gelibolu üzerinden Anadolu’ya geçti. Bursa yolunu kapatmak isteyen yeniçeriler, Ulubat Gölü’nün ayağı üzerindeki köprüyü yıktılar. Böylece, Mustafa’nın 4000 kişilik kuvvetle yapmak istediği baskın sonuçsuz bırakıldı.
Mustafa’nın Ulubat Gölü’nün karşı kıyısında kaldığı günlerde, Mihaloğlu Mehmet Bey de uç beylerini II. Murat’ı desteklemek için teşvik etti. Cüneyt’e gizlice İzmir beyliği ve Aydın ili vadedilerek kaçması sağlandı. Cüneyt’in kaçışı, Mustafa’nın ordusunu dağıttı. Mustafa geri çekilince Hacı İvaz Paşa yapılan tahta köprüden yeniçerilerle geçip onun yaya askerini, azaplarını kılıçtan geçirdi. Rumeli uç beyleri de gelip II. Murat’a bağlılıklarını bildirdiler.
Ordusunu kaybeden Mustafa Gelibolu’ya geçmeyi başarsa da II. Murat Ceneviz gemileriyle arkasından yetişti. II. Murat, amcası Mustafa’yı Eflak yakınlarında yakaladı ve 1422 yılının kış aylarında Edirne’de idam ettirdi.

Kardeşi Mustafa Sorun Oldu
Amcası Mustafa’nın açtığı yarayı uzun zorluklardan sonra saran II. Murat, ilk iş olarak Haziran 1422’de Bizans’a karşı harekete geçti. Ancak 50 gün süren kuşatmadan bir sonuç alamadı. Zira aynı günlerde henüz 13 yaşında olan küçük kardeşi Mustafa da Karaman ve Germiyan beylerinin desteğiyle Ağustos 1422’de Bursa’yı kuşatmıştı. Bunun üzerine II. Murat, şehri işgal etmek için küçük bir birlik bırakarak Edirne’ye döndü.
Bu esnada İsfendiyar Bey de Şehzade Mustafa’nın Bursa’yı işgaline destek verdi. Rumeli’de Candaroğulları’nın müttefiki olan Eflak beyi aynı zamanda saldırıya geçti. Venedik ve Macaristan da bu ittifakta yerini aldı. Böylece tarihe Küçük Mustafa Vakası olarak geçecek büyük bir sorun daha II. Murat’ın karşısına çıktı. Fakat Şehzade Mustafa, kendisiyle çarpışmaya gelen Mihaoğlu bey kuvvetlerine karşı koyamadı ve İstanbul’a sığındı. Burada Bizans imparatoru ile görüştükten sonra Silivri’ye geçen Mustafa, Rumeli’deki Osmanlı askerleri karşısında da tutunamayarak bu sefer de Kocaeli’ye dönmek zorunda kaldı. Oradan da İznik’e geçerek yanına yeni kuvvetler toplayarak, Bursa Ovası’nın bir kısmını ele geçirdi. İznik’te yerleşen Mustafa’ya Anadolu’nun önemli bir kısmı itaat etmiş görünüyordu. Bu nedenle devlette iki başlı bir hâl ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine, II. Murat, lalası Yörgüç’ün ısrarı ile Bursa’ya gitmeye karar verdi. Yola çıkmadan önce de öncü kuvvet olarak Mihaloğlu’yu gönderdi. Mustafa’nın lalası İlyas Bey kendisine Anadolu beylerbeyliği sözü verildiği için Mustafa’nın yanından ayrılmıştı. Artık İznik savunması zayıflamıştı. Buna rağmen, Mihaloğlu bir çıkış hareketi sırasında ağır şekilde yaralandı. Mustafa’ya ev sahipliği yapan İznik yağmalandı. İlyas Bey, lalalığını yaptığı Mustafa’yı kendisi yakalayıp 20 Şubat 1423’te abisi Murat’a teslim etti. II. Murat, kardeşini İznik’te idam ettirdi.
Güney Marmara’da sükûnet sağlandıktan sonra, Osmanlı kuvvetleri, Taraklı’ya kadar gelen İsfendiyar Bey kuvvetlerinin üzerine yürüyerek imha etti. Karaman Beyi Mehmet Bey de Ocak 1423’te, Antalya’yı kuşattığı sırada kaleden atılan bir top güllesiyle öldü. Karaman tahtı için çıkan iç mücadeleden II. Murat faydalandı ve tahta çıkmasına yardım ettiği İbrahim Bey’e bir antlaşma imzalattı. Karamanoğlu 1421’de babasının aldığı Isparta merkezli Hamit İli’ni bıraktı ve Osmanlı tabiliğini kabul etti.

Bizans ile Yeniden Barış Antlaşması Yaptı
II. Murat’ın Anadolu’daki başarısı Eflak beyinin gözünü korkuttu. Bunun üzerine bağlılığını bildirmek için iki oğlunu rehin gönderip, barış teklif etti. Aynı günlerde Bizans’ı abluka altında tutan II. Murat, 1423 yılının Mayıs ayında Turahan Bey komutasındaki ordu ile Kerme surunu zapt ederek Mora’ya girdi ve Selanik’i kuşatma altına aldırdı. Bu süreçte, Selanik’in yönetimini Bizans’tan devralan Venedik, yeni bir krize sebep oldu.
Venedik Devleti, Selanik’i kurtarmak için bir yandan haraç ödemeyi teklif ederken diğer yandan da Osmanlı’ya karşı genel bir saldırı hazırlığı başlattı. Bu amaçla İzmir Beyi Cüneyt, Eflak beyi ve Macar kralı ile ittifak kurmaya çalıştı. Aynı günlerde Pietro Loredano komutasındaki donanmasını da Gelibolu’ya gönderdi. Bu aşamada Osmanlı İmparatorluğu’nun asıl endişesi, Bizans imparatorunun İstanbul’u Venedik’e teslim etmesi ihtimali oldu. II. Murat, bu nedenle Cenevizliler aracılığı ile Bizans imparatoru ile 22 Şubat 1424’te barış antlaşması imzaladı. İmparator, anlaşma doğrultusunda yıllık 300.000 akçe haraç ödemeyi, Silivri ve Terkos hisarları hariç Marmara, Ege ve Karadeniz kıyılarında 1402’den sonra aldığı yerleri geri vermeyi kabul etti. Böylece Osmanlı Devleti yeniden 1402’den önceki sınırlarına ulaşmış oldu.
Bizans’ı tehdit olmaktan çıkartan Osmanlı Devleti, İzmir Beyi Cüneyt’i de 1425 yılında ortadan kaldırdı. Aynı yıl İzmir ve Aydın da ele geçirdikten sonra, Menteşeoğulları’nın ve Hamitoğulları’nın Teke’deki kolunun topraklarını ilhak etti.

İkinci Düzmece Mustafa Vakası Yaşandı
15. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti karşısında en kuvvetli devlet olarak Venedikliler vardı. Venedikliler, Osmanlı Devleti’ni Avrupa topraklarından uzak tutmak için her türlü yönteme başvuruyorlardı. Başvurdukları yöntemlerden biri de yeni bir Düzmece Mustafa olayı çıkarmak oldu. Venedik Devleti, 1425 yılının bahar aylarında Yıldırım Bayezid’in oğlu olduğunu iddia ettikleri Mustafa adında birini kendi donanmaları ile Selanik’ten yola çıkardılar. Kassandra ve Kavala Venedikliler’in eline düştü. Böylece 1425-1430 yılları arasındaki Osmanlı-Venedik Savaşı başlamış oldu. Ertesi yıl Osmanlılar kayıplarını giderdiler. Selanik’ten tekrar çıkan Mustafa’ya Pazarlı ve Sarıca beyler karşı koydular. Savaş Arnavutluk’a da yayıldı. Osmanlılar burada Venedik’e ait Draç’ı kuşattılar. Ekim 1425’te Venedik ile Macarlar arasında Osmanlılar’a karşı ittifak görüşmeleri başladı. Osmanlı ordusu 1426’da Eflak Beyi Dan’ı ve Macar komutanı Pippo’yu bozguna uğrattı.

II. Murat Üç Koldan Kıskaca Alındı
Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarında tutunması kolay olmadı. Venedik, Sırp, Macar, Eflak ittifakları zaman zaman düzenledikleri saldırılarla Osmanlı’nın yayılmasını engellemeye çalıştılar. Osmanlı’nın Avrupa ile meşgul olduğu yıllarda Karamanoğlu da Macarlarla iş birliği yaparak yeniden eski topraklarını almak için harekete geçti. Beyşehir’i işgal eden Karamanoğlu, Hamit İli’ni de ele geçirdi. Venedik Devleti de Osmanlı’ya karşı Anadolu’da güçlü müttefik olarak Karamanoğulları’yla ittifak kurdu. Aynı günlerde Timurlular Devleti’nin hükümdarı Şahruh da büyük bir ordu ile Anadolu üzerine yürüdü. Bu durum Hristiyan dünyasında sevinçle karşılandı. Venedik, 1429’da Osmanlı Devleti’ne saldırılarını şiddetlendirdi. Önce Gelibolu’yu almak için harekete geçti. Sonuç alamayınca geri çekildi. Bu sırada II. Murat da doğudaki gelişmelere odaklandığı için Batı’dan gelen saldırılara cevap vermek yerine beklemeye koyuldu. II. Murat, Şahruh’u tahrik etmemek için daima bağlılığını bildirerek muhtemel saldırıyı önledi.
Osmanlı Devleti ile Memlûk Devleti arasında sınır Malatya ve Divriği hattı idi. Memlûk Devleti, Osmanlı Devleti’nin Malatya’nın doğusuna geçmesini istemiyordu. Aynı şekilde Dulkadiroğulları Beyliği’ni ve Karamanoğulları Beyliği’ni himayesinde tutmak istiyordu. Şah-ruh, batıya ikinci büyük yürüyüşünü 1429 yılında yaptı. Şahruh’un yürüyüşü, Osmanlı-Memlûk ilişkilerini geliştirdi. Şahruh’un 18 Eylül 1329’da yapılan Selmas Meydan Savaşı’nda Karakoyunlu kuvvetlerini yenmesi Memlûkler gibi Osmanlılar’ı da endişelendirdi. Ancak Şahruh’un Azerbaycan’dan Herat’a geri dönmeye karar vermesi onlara rahat bir nefes aldırdı.

Selanik’i Almak İçin Beş Yıl Bekledi
Şahruh’un çekilmesini fırsata çeviren II. Murat, beş yıldır süren Selanik sorununu çözmek için Şubat 1430’da bütün ordusu ile Selanik üzerine yürüyerek, Venedik donanması yetişmeden 29 Mart 1430’da Selanik’i aldı.
Osmanlı’ya misillemede bulunan Venedik Devleti de Gelibolu’ya saldırarak önemli kayıplar verdirdi. Ayrıca Boğazlar’da Osmanlılar’ın her türlü askerî ve ticari faaliyetini engelledi. Bu yaptırımın Osmanlı Devleti üzerinde caydırıcı bir etkisi oldu. Lâpseki’de yapılan Temmuz 1430 tarihli barış antlaşması ile Selanik’in Osmanlı toprağı olduğu kabul edilirken Arnavutluk’taki şehirlerle İnebahtı’da Venedik hâkimiyeti yıllık 236 duka haraç karşılığında kabul edildi. Ayrıca Boğazlar’da Türk gemilerinin faaliyetleri serbest bırakıldı.

Arnavutluk Osmanlı Toprağı Oldu
Yapılan anlaşma sonrasında Osmanlı Devleti Cenevizlilere ait Arnavutluk topraklarında savaş başlattı. Bu savaş sırasında Venedik’in tarafsızlığı büyük önem kazandı. Osmanlılar, Arnavutluk’un güney ve merkez kısımlarında kendi idarelerini kurmuşlar, kuzeyde ve dağlık bölgelerde kabilelere dayanan Arnavut beylerini haraçgüzâr tabiler olarak bırakmışlardı. Selanik’ten sonra Yuvan İli’ne gelen Osmanlı kuvvetleri, aynı günlerde Yanya ve çevresini de ele geçirdiler. Osmanlı Devleti, fethettiği topraklarda mülkiyet sistemini değiştirirken, yeni bir kayıt sistemi getirdi. Yapılan toprak düzenlemesini kabul etmeyenler isyan ettiler. Asilere karşı hareket eden Evrenosoğlu Ali Bey bir boğazda pusuya düşürülerek ağır kayıplara uğratıldı. II. Murat Serez’e giderek isyanın bastırılmasını komuta etti. İsyan 1433’te bastırıldı. O zaman dağlara sığınan Arnavut asi senyörleri Macar kralı ile ilişkiye girdiler. Kral, Balkanlar’da Osmanlılar’a karşı yeni bir müttefik bulduğuna inanarak onları teşvik etti. Hatta1435’te yanında bulunan Osmanlı saltanat iddiacısı Kosova’da idam edilen Şehzade Yakup’un oğlu Davut Çelebi’yi gizlice Arnavutluk’a soktu. Bu suretle Osmanlılar’ı yarım yüzyıl uğraştıran Arnavut meselesi ortaya çıkmış oldu.

Timurlular Tehdidi, Batıya Gidişi Engelledi
II. Murat, devletin sınırlarını Arnavutluk’a kadar genişletip, Eflak, Sırp ve Bosna’nın bağlılığını sağladıktan sonra Macarlarla komşu olmuştu. Macar Hükümdarı Sigismund, 1431’de Edirne’ye gönderdiği elçisi vasıtasıyla Bosna, Sırbistan, Eflak ve hatta Tuna Bulgaristan’ı üzerinde üstün hâkimiyetinin tanınmasını istedi. II. Murat’ın reddettiği bu mesaj, yaklaşmakta olan büyük savaşın habercisiydi. Macarlar, Balkanlar’da mücadele için hazırlığa geçtiler. Macar Kralı, II. Murat’a karşı kullanmak üzere Osmanlı şehzadesi Davut Çelebi, Yanya üzerinde hak iddia eden Memnon Tocco, Bulgar tahtını isteyen Frujin gibi hükümdarlık iddiacılarını toplamıştı. 1434’te Bosna Kralı II. Tvrtko ve Sırp Despotu Vılkoğlu Georg da Sigismund’a sığındılar. Aslında Sırp despotu, 1433’te kızı Mara’yı II. Murat’ın zevcesi olarak büyük bir çeyizle (400.000 duka) Edirne’ye göndermiş, oğlu Gregor, uç beyi İshak Bey’le İşkodra’ya kadar ilerleyerek Venediklilere karşı Zeta’da eski iddiaları gündeme getirmişti. Buna rağmen Osmanlı Devleti’ne karşı oluşan ittifakın içinde yer aldı.
II. Murat, Osmanlı’ya karşı kurulan ittifakı engellemek için 1436’da uç beylerini Eflak ve Erdel üzerine gönderdi. Fakat Timurlular Hükümdarı Şahruh’un 1435 yılında tekrar batıya yönelmesi, II. Murat’ın Avrupa’ya yapacağı seferi durdurdu. Şahruh, dünyanın tek egemeni olarak tanınmayı ve bütün Anadolu hükümdarlarını kendi himayesi altında görmek istiyordu. Temmuz 1435’te Karayülük ve oğullarına, Dulkadirli Nâsırüddin Mehmet’e, Karamanoğlu İbrahim Bey’e ve nihayet II. Murat’a gönderdiği hükümdarlık kaftanlarıyla kendi naipleri gibi görev yapmalarını istedi. II. Murat, Şahruh’un gönderdiği hilati giydi. Bu durum Memlûk sultanının canını sıktı. Zira Timurlular’a karşı Anadolu’da Osmanlı Devleti ile ittifak içinde hareket ediyordu. Osmanlı Devleti ile Timurlular arasında savaşa neden olabilecek gelişme ise Karakoyunlu Hükümdarı İskender’in Tokat’a sığınması oldu. 1436 yılının bahar aylarına kadar Tokat’ta kalan İsfendiyar’ı, Osmanlılar kısa sürede topraklarından çıkardılar. Çünkü Şahruh, bütün Anadolu hükümdarlarına İskender’i kendi topraklarına kabul etmemeleri uyarısında bulunmuştu.

Anadolu Yine Karıştı
Timurlular tehdidi ortadan kalkınca yeniden Anadolu’yu tek bayrak altında birleştirmek için harekete geçen II. Murat, Karamanoğulları’na karşı Dulkadiroğulları ile ittifak yaptı. Amasya Beylerbeyi Yörgüç Paşa’yı sıkıştıran Karamanoğulları’na karşı Dulkadirliler’le beraber doğudan ve batıdan saldıran Osmanlı kuvvetleri, Mart 1437’de Karaman kuvvetlerini yenerek Konya, Beyşehir ve bütün Hamit İli’ni ele geçirdi.
Macar Kralı Sigismund’un 9 Aralık 1437’de ölümü üzerine Macaristan’da iktidar mücadelesi başladı. Bu mücadeleden yararlanan II. Murat, Mart 1439’da Sırp Despotluğu’nu tamamıyla ortadan kaldırmayı ve Eflak’ta hâkimiyet kurmayı başardı. Ancak altı ay kuşatma altında tutmasına rağmen Belgrat’ı ele geçiremedi. İlk defa Türklere karşı kullanılan tüfek ateşi bu başarısızlığın amillerinden biri gibi görünmektedir.

Süreç II. Kosova Savaşı’na Götürdü
Belgrat savunması, Avrupalıları Osmanlı’ya karşı cesaretlendirdi. Macarlar, Hunyadi Janos komutasında, 1441 yılında başarılı saldırı yaparak Sırbistan uç beyi Mezid Bey’i pusuya düşürdüler. Bir yıl sonra Şehabettin Paşa’nın ordusunu Yukarı Yalomitza’da yendiler. Bu zaferler Venedik’te büyük bir törenle kutlandı. Osmanlı ablukası altındaki Bizans Devleti de ümide kapıldı. Daha 1437’de imparator, bütün yüksek Ortodoks rahiplerini yanına alarak Katolik Kilisesi’yle birleşme işini görüşmek için Avrupa’ya gitmiş, Floransa Konsili’nde kilise birliğini imzalamış, bir haçlı seferi düzenlenmesini planlamıştı. Bizans imparatoru, 1442’de temsilcisi Janaki Torzello’yu İtalya ve Macaristan’a göndererek haçlı planının bir an önce uygulanması için görüşmeler yaptı. Bizans imparatoru, Karamanoğlu İbrahim Bey ile ilişki kurarak onu, 1443 yılında Akşehir ve Beyşehir üzerine yürümeye teşvik etti. II. Murat hemen kapıkulu askeriyle harekete geçti. Diğer taraftan Amasya kuvvetleriyle Şehzade Alâeddin yürüdü. Bu defa Osmanlılar, Konya ve Larende dâhil Karaman İli’ni yağma ve tahrip ettiler ancak Rumeli’deki durumu göz önüne alan II. Murat barış imzaladı ve Edirne’ye döndü.
Büyük kısmı tımarlılardan oluşan Osmanlı ordusunun sonbaharda dağıldığını iyi bilen Hunyadi Janos, yanında Sırp despotu ve yeni Macar Kralı Ladislas olduğu hâlde Ekim 1443’te Tuna Nehri’ni aştı. Rumeli kuvvetlerini bozarak Niş ve Sofya’yı alarak Meriç Vadisi’ne yol veren son Balkan geçitlerine dayandı. II. Murat bunları 24 Kasım 1443’te İzladi Geçidi’nde durdurdu.

Oğlu Alâeddin’in Vefatıyla Sarsıldı
Macarların Balkan içlerine kadar ilerlemesi batıda olduğu gibi Balkanlar’da ve Anadolu’da yeni hareketlenmelere yol açtı. İskender Bey kaçıp Arnavutluk’a koşmuş, isyanı alevlendirmişti. Güney Arnavutluk’ta Araniti tekrar faaliyete geçti. Bu sırada II. Murat’ın büyük güven duyduğu oğlu Alâeddin Ali Çelebi Amasya’da vefat etti.
Oğlunun ölüm haberini alan II. Murat, büyük sarsıntı geçirdi. Aynı günlerde, Macar ordularına karşı gerekli direnci göstermediği gerekçesiyle Rumeli’deki uç kuvvetlerinin büyük beyi Turahan Bey’i yakalatıp Tokat’ta hapse attırdı. Bu arada Anadolu’da Karamanlılar tekrar harekete geçmiş, 1444 yılının bahar aylarında Sivrihisar, Beypazarı, Ankara ve Karahisar’a kadar ilerlemiş, Akşehir ve Beyşehir bölgesini ele geçirmişti. Anadolu’nun karışması üzerine II. Murat, çeşitli tavizler vererek Macarlarla anlaşma yoluna gitti. Zira önceliği Karamanoğlu Beyliği’ne vermesi gerekiyordu. Macarlarla anlaşma yapacağı düşüncesiyle kapıkulu askerlerini yanına alarak Karamanoğulları’nın üzerine gitti. Ancak Konya üzerine yürümek yerine Bursa Yenişehri’nde İbrahim Bey’in elçileriyle yemin mektubu denilen bir “sevgendname” imzalayarak 1438’de aldığı yerleri iade etti. II. Murat böylece batıda ve doğuda aldığı önemli yerlerden çekilerek devlete yönelen iki yönlü tehdidi savuşturmuş oldu.

Tahtını Oğlu Mehmet’e Bıraktı
Batı’da Macarlarla, doğuda Karamanoğlu Beyliği ile yaptığı anlaşmalarla Osmanlı Devleti için barış dönemi başlattığını düşünen II. Murat, büyük bir feragat örneği sergileyerek Ağustos 1444’te, Mihaliç’te kapıkulu ve beyler önünde tahtını oğlu Mehmet’e devrederek Bursa yakınlarında kendini ibadete verdi.
Eğlenceye ve içkiye düşkünlüğüyle de bilinen II. Murat’ın tahtını 12 yaşında bir çocuğa bırakarak çekilmesi devleti ağır bir bunalıma sürükledi. II. Mehmet’in ilk hükümdarlığı günlerinde Çandarlı Halil Paşa büyük bir kudret kazandı. Diğer vezirler, bilhassa Şehabettin ile küçük Mehmet’in lalaları Zağanos ve İbrahim ona karşı cephe aldılar. Osmanlı Devleti’ndeki idari zaafı haber alan Avrupa devletleri, bu durumu Osmanlı Devleti’ne saldırmak için bir fırsat olarak değerlendirdiler. Bizans imparatoru, Venedik, Papalık ve Sırp despotu Yanko ve Macar kralı 4 Ağustos 1444’te Türklere karşı haçlı seferine çıkma konusunda anlaştılar. Avrupa’dan gelen savaş tehdidi Edirne’yi telaşlandırdı. Bir kısım halk, ülkenin daha içlerine göç etmeye başladı.
Avrupa’daki hazırlığa paralel, içeride de saltanat iddiacısı Orhan da aynı yıl yaz aylarında Bizans tarafından İstanbul’dan Çatalca’ya gönderildi. Orhan, Çatalca’da tutunamayınca Dobruca’ya çekildi. Şehabettin Paşa’nın sıkı takibi sonuç verince tekrar İstanbul’a sığınmak zorunda kaldı.

Varna Savaşı’yla Balkanlar’daki Türk Varlığı Perçinlendi
Osmanlı Devleti, haçlılarla Macarların Tuna Nehri’nden geçtiği gün Edirne’de Şia mezhebinin sapkın bir yorumu olan Hurufilik inancını benimseyenlere karşı 18-22 Eylül 1444 tarihinde büyük bir katliam yaptı. Bu katliam sırasında 7 bin ev kül oldu. Bu esnada Tuna’dan geçen Macar-Eflak kuvvetleri Varna’ya kadar ulaştı. Eş zamanlı olarak Venedik donanması da Gelibolu Boğazı’nı keserek Rumeli’ye deniz yoluyla yardım gelmesini engelledi.
Devlet yönetiminde oluşan boşluğu ortadan kaldırmak isteyen vezirler, büyük ısrarlar sonucunda II. Murat’a tekrar tahta çıkmayı kabul ettirdiler. II. Mehmet, padişah olarak Edirne’de kalırken Halil Paşa’nın ısrarıyla II. Murat başkumandan olarak ordunun başına geçti.
10 Kasım 1444’te Varna’da yapılan büyük meydan savaşında Macar kralı, atlı kuvvetleriyle yaptığı şiddetli taarruzla başlangıçta Osmanlı hatlarını dağıttı. II. Murat, karargâhına kadar yaklaşan Macar kuvvetlerinden kaçmak istediyse de Karaca Bey engel oldu. Bunun üzerine asker padişahın bayrağı etrafında tekrar toplandı. Bu sırada Macar Kralı Ladislas yeniçeriler tarafından sarıldı, atından düşürülüp başı kesildi. Bu durum Macar kuvvetlerinin moralinin bozulmasına neden oldu. Haçlı ordusu başkomutanı Yanko, zorlukla meydandan kaçtı. Kazanılan büyük zafer, bütün İslam dünyasına müjdelendi. Bir Balkan tarihçisine göre bu zafer, Bizans’ın kaderini tayin etmiş, Balkanlar’da Türk hâkimiyetini kesinleştirmiştir.
II. Murat, yapılan bütün ısrarlara rağmen tahtına geri dönmeyi kabul etmedi. Edirne’de kısa bir süre kaldıktan sonra Manisa’ya döndü. Aydın, Menteşe ve Saruhan illerinin geliri kendisine tahsis edildi. Varna’dan sonra memlekette nüfuz ve iktidarı tekrar kurulmuş olduğundan Manisa’da bir padişah gibi yaşadı. Bu dönemde Çandarlı Halil Paşa ile rakipleri arasında mücadele şiddetlendi. II. Mehmet’i Bizans, Sırp despotu ve Anadolu beylerine karşı sert bir siyaset takibine teşvik eden Zağanos ve Şehabettin Paşalar Murat’ın müdahalesine sebep oldular.
Varna’da kazanılan büyük zafere rağmen Osmanlı Devleti için tehlike bütünüyle ortadan kalkmamıştı. Macarlar iki yıl sonra yeniden harekete geçtiler. Onlarla iş birliği yapan Eflak beyi Rusçuk’u ele geçirdi. Aynı günlerde Osmanlı tahtında hak iddia eden Davut Çelebi de Bizans tarafından Dobruca’ya çıkarıldı. Ancak bir sonuç alamadı.

İkinci Kez Tahta Çıktı
Devlet yeniden bir cenderenin içine düşürülmek isteniyordu. Zira Çandarlı Halil Paşa’nın tahriki ile yeniçeriler de isyan etti. İsyancılardan bir bölük İstanbul’daki taht iddiacısı Orhan Çelebi’nin yanına gitme tehdidinde bulundu. İsyan ancak halkın desteği ile bastırılabildi.
Durum, II. Murat’ın tahta çıkmasını zorunlu hâle getirdi. Rumeli beylerbeyi Vezir Şehabettin Şahin, onu yeniden tahta çağırdı. II. Murat 5 Mayıs 1446’da Manisa’dan acele yola çıktı. Ardından, belki Edirne’deki isyan sebebiyle fikrini değiştirerek Bursa’ya geldi. Ağustos sonlarında oğlunun haberi olmaksızın Rumeli’ye geçip Edirne’ye ulaştı. Bu arada II. Mehmet’e tahttan babası lehine vazgeçtiği açıklamasını yaptırdılar. II. Murat iki yıllık bir aradan sonra tekrar görevinin başına geçmiş oldu. II. Mehmet de veliaht ilan edilerek Manisa’ya gönderildi.

İkinci Kosova Savaşı da Zaferle Sonuçlandı
II. Murat tahta çıkınca ilk olarak, Mora despotuna boyun eğdirmek için 27 Kasım 1446’da Kerme suru önünde göründü. Surlar ele geçirilip 10 Aralık’ta yıkıldıktan sonra Petras ve Klarentza’ya kadar ilerledi. Bu arada Bizans Devleti de yeniden Osmanlı’ya bağlılık bildirdi. Eflak despotu da barışmak için elçiler gönderdi. Ancak onu Macar Kralı Yanko 1447’de öldürdü. Arnavutluk’ta İskender Bey’den de Kocacık Hisarı alındı. Bu sırada Yanko’nun Arnavutluk’a doğru harekete geçtiği haberi alındı. II. Murat, Macar Kralı Yanko’yu Kosova Ovası’nda karşıladı. 17-20 Ekim 1448’deki savaştan, Macarlar büyük bir hezimetle ayrıldılar. Yanko, 1444’te olduğu gibi ateşli silahlarla takviye edilmiş arabaların himayesinde (tabur cengi) çekilebildi. Sırplar bu defa da Macarlarla iş birliği yapmadılar ve Karamanlılar Murat’a askerî yardım gönderdiler.
1450 yılının yaz aylarında II. Murat oğlu Mehmet’i yanına alıp Arnavutluk’a ikinci sefer yaptı. Bu defa Akçahisar’ı kuşattıysa da Yanko’nun tekrar saldırıya geçeceği söylentisi üzerine uzayan kuşatmayı kaldırarak kuvvetlerini geri çekti. O senenin kışında Murat’ın oğlu Mehmet’in Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile evlenmesi dolayısıyla Edirne’de muhteşem bir düğün yapıldı. Düğünün ardından II. Murat hastalanarak 3 Şubat 1451 tarihinde vefat etti.
İkinci Murat vefat ettiğinde 48 yaşındaydı. 2 Ağustos 1446’da düzenlettiği vasiyetnamesinde, “Bursa’da merhum oğlum Ali yanındaki kabrin katında koyalar… Üzerime bir çâr dîvâr türbe yapalar, üstü açık ola ki üzerime yağmur yağa… Soyumdan sopumdan her kim ki ölecek olursa benim yanımda komayalar, katıma getirmeyeler.” dedi.

Türkleri, Balkanlar’ın Tek Egemeni Yaptı
II. Murat döneminde Osmanlılar’ın Balkanlar’da yayılması ve yerleşmesi kesinleşti. Ducas, “Bugün Gelibolu Boğazı’ndan Atina’ya kadar olan yerlerdeki Türkler, Anadolu’da bulunan Osmanlı tebaası Türklerden fazladır.” der.
II. Murat devrinde merkezde hakiki iktidarı ve merkezle eyaletler arasındaki ilişkileri belirleyen güçler ve şartlar sonraki devirlerden oldukça farklı idi.
II. Murat döneminde Çandarlılar’ın devlet içindeki üstün yeri kuvvetlenmiştir. Birinci Vezir Bayezid, ikinci vezir Çandarlı İbrahim, üçüncü vezir Hacı İvaz Paşa idi. Çandarlılar, Rumeli’de Çelebi Mehmet’in rakiplerine hizmet ettikleri için eski nüfuzlarını kaybetmişlerdi. Çelebi Mehmet, Bayezid Paşa’ya güveniyordu. Bayezid Paşa, II. Murat tahta çıktığı zaman veziriazam ve Rumeli beylerbeyi olarak bütün devlet işlerine hâkimdi. Ulemadan olan ve asker üzerinde doğrudan doğruya bir nüfuzu bulunmayan Çandarlı İbrahim, Hacı İvaz ile beraber Bayezid Paşa’dan kurtulmayı başardı ve veziriazamlığı ele geçirdi, vefat ettiği 25 Ağustos 1429’a kadar bu mevkide kaldı. Çandarlı’nın ardından Amasyalı Mehmet Ağa, Temmuz 1430’da veziriazam oldu.
II. Murat devrinde uç beyleri devlet içinde önemli bir rol oynayacak kudret ve nüfuza sahipti. Başlangıçta Mihaloğlu Mehmet Bey, 1422’deki ölümünden sonra Paşa Yiğitoğlu Turahan Bey uç kuvvetlerinin başı oldu. Turahan Bey, Tırhala ve Yenişehir merkez olarak Yunanistan ve Mora’ya yapılan akınları idare ederdi. İkinci uç bölgesi başlangıçta Selanik’e karşı Serez ve Arnavutluk’ta Ergiri idi. Bu bölge Evrenosoğulları’ndan Ali, İsa ve Barak’a aitti. Üçüncü uç bölgesi Üsküp’tü. Burada Paşa Yiğit Bey’den sonra evlatlığı İshak Bey, onun ölümünün ardından oğlu İsa ve Mustafa beyler hâkimdi. Bunların faaliyet alanı Sırbistan ve Bosna idi. İshak Bey akınlarını Hırvatistan’a ve Dalmaçya’ya kadar genişletti. Dördüncü bölgenin merkezi Vidin olup buradan Sırbistan, Macaristan ve Eflak’a karşı seferler yapılırdı. Niğbolu’da Firuz Bey’in oğlu Mehmet Bey ve Silistre’de Gümülüoğulları faaliyetteydi.
Bu uç sancakları, eski Osmanlı geleneğini devam ettiren irsî ve yarı feodal bir yapıya sahipti. Uç beyleri padişaha ve merkezî kuvveti temsil eden beylerbeyine karşı gelmekten, saltanat iddiacılarını dahi desteklemekten çekinmezdi.
II. Murat uç beylerine hiçbir zaman güvenmedi. Bu dönemde Hristiyan kuvvetlerinin gittikçe daha fazla ateşli silahlar kullanması ve Yanko gibi güçlü bir düşmanın ortaya çıkması üzerine uç beyleri zaaflarını anlamışlar ve merkeze daha sıkı bağlanmak gereğini duymuşlardır. II. Murat’tan sonra onların kudret ve nüfuzu tarihe karışmıştır.
Osmanlı ilim hayatı, II. Murat devrinde büyük bir ilerleme göstermiştir. Bu dönemde müftü ve kadı Molla Yegan’ın kişiliği hâkimdir. Fatih Sultan Mehmet devrinin birçok üstadı, bu arada Hızır Bey ve Hatipzade Tacettin İbrahim onun yetiştirmelerindendir.
Murat döneminde Arabistan, Türkistan ve Kırım’dan birçok değerli ulema gelmiştir. Başlıcaları Molla Gürani, Alâeddin et-Tûsî, Şerefeddin Kırîmî, Seydi Ahmet Kırîmî, “Bahrü’l-Ulûm” sahibi Alâeddin es-Semerkandî, Seydi Ali Arabî ve Acem Sinan’dır. Çoğu Seyyid Şerif el-Cürcânî’nin ve Sadettin et-Teftâzânî’nin talebeleri olup bu iki üstat arasındaki ilmî tartışma konularını Anadolu’ya getirerek ilmî hayata canlılık vermişlerdir.
II. Murat döneminde Zeyniyye ile Mevleviyye devlet katında ilgi görmüştür. Bayramiyye de çok yayılmıştı. II. Murat’ın Hacı Bayram-ı Veli müritlerine vergi bağışıklığı tanıması bu tarikatın yayılıp gelişmesine yardım etmiştir. Bu dönemde Hacı Bayram halifelerinden Yazıcızade ailesi Türk kültür tarihinde seçkin bir yere sahiptir. Yazıcızade Mehmet’in Muhammediyye’si ve Ali’nin II. Murat’a ithaf ettiği “Selçukname”si devrin iki kuvvetli akımını temsil eden eserlerdi. Birincisinde tasavvuf, ikincisinde Oğuz geleneği belirmekte, her ikisi de o devir Türkçe nesrinin mükemmel örneklerini oluşturmaktadır. Bu dönemde hâkim olan Oğuz-Kayı geleneği daha ziyade pratik siyasi bir gayeye hizmet etmekte olup bu da Osmanlı hanedanını Timurlular karşısında yükseltmek ve Türkmen çevrelerinde nüfuz sağlamaktır.
II. Murat devrinde birçok eserin Arapça ve Farsçadan Türkçeye çevrilmesi Osmanlı Türk kültürünün gelişmesi bakımından önemli olmuştur.
II. Murat büyük eserlerini Edirne’de yaptırmıştır. Bu devrin büyük mimari eserleri Yeni Cami ile Ergene Köprüsü’dür. II. Murat 1438’de Macaristan seferine çıkarken caminin temelini atmış fakat cami ancak 1447’de bitirilebilmiştir.

II. MEHMET (FATİH SULTAN MEHMET) (1444-1446 / 1451-1481)

Türk tarihine çağ açıp çağ kapatan hükümdar olarak geçen II. Mehmet, 30 Mart 1432’de Edirne’de doğdu. II. Murat’ın dördüncü oğlu olan II. Mehmet’in veliahtlık yolu, 1443 yılının bahar aylarında abisi Amasya Valisi Alâeddin’in genç yaşta hayatını kaybetmesi üzerine açıldı.
Babası II. Murat’ın 1444 yılında üzüntü ve kırgınlık ile tahtı bırakmaya karar vermesi üzerine, 12 yaşında hükümdarlık gömleğini giydi. Bir süre babasının yanında devlet yönetimi stajı gören II. Mehmet, 1444 yılının Ağustos ayında, Mihaliç Ovası’nda kapıkulu ve paşalar önünde tahtı resmen babasından devraldı.
Osmanlı Devleti’nde kurumların oluşmadığı ve iç ve dış tehditlerin yoğunlaştığı bir dönemde II. Mehmet’in hükümdarlık tahtına oturması, büyük krizlere neden oldu. Sırp despotluğu yeniden canlanırken Eflak beyi üzerinde Macar Krallığı’nın etkisi arttı. Anadolu’da ise Karamanoğlu’na Beyşehir, Akşehir, Seydişehir ve Oklukhisarı terk edildi. Arnavutluk’ta ise İskender liderliğinde isyanlar çıktı. Güneyde Mora Despotu Konstantin de Bulgarlarla iş birliği yaparak, Osmanlı’nın egemenliği altındaki topraklara girdi. Böylece 1444 yılında Macarlarla imzalanan anlaşmanın sağladığı barış ortamı kayboldu. Macarların liderliğinde Avrupa kuvvetleri birleşerek bir haçlı seferi hazırlığına başlarken Karamanoğulları da haçlılarla iş birliği yaparak güneydoğudan Osmanlı’yı sıkıştırmaya başladı.
Dış tehdidin arttığı bu süreçte, devlet bürokrasisinde de paşalar arası çekişme baş gösterdi. Halkta da Edirne’nin Macarlar tarafından işgal edileceği korkusuyla panik havası belirdi. Bütün bu bunalımların yanı sıra Şia inanışının sapkın bir yorumu olan Hurufi tarikatına mensup sapkın kişiler tarafından 22 Eylül 1444’te bir ayaklanma oldu. Bu ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılırken Edirne’de 7000 evin yandığı büyük bir yangın çıktı.

İlk Hükümdarlığı İki Yıl Sürdü
Çandarlı Halil Paşa’nın nüfuzunun son derece arttığı bu dönemde, devlet yönetilemez hâle geldiği için, diğer paşalar II. Murat’ı tekrar göreve davet ettiler. Aynı yılın yaz aylarında Bizans İmparatorluğu, elindeki Osmanlı şehzadesi Orhan Çelebi’yi tahtı II. Mehmet’in elinden almak için serbest bıraktı. Çelebi Orhan, Çatalca’ya kadar geldi. Orada kendine destek bulamayınca Dobruca’ya kaçtı. Rumeli Beylerbeyi Şehabettin Paşa’nın takibinden kurtulamayacağını anlayınca tekrar İstanbul’a sığınmak zorunda kaldı.
Bu arada Macarların liderliğinde toplanan haçlı kuvvetleri de 18-22 Eylül 1444’te Tuna Nehri’ni aşarak Varna’ya ulaştılar. Venedik kuvvetleri de Çanakkale Boğazı’nı tutarak Osmanlı’ya yardım gelmesini engellemeye çalıştı. Devlet çaresiz duruma düşünce II. Murat tekrar hükümdarlık görevini üstlenmek zorunda kaldı.
Haçlı kuvvetlerine karşı ordunun başına geçen II. Murat, Varna’da büyük bir zafer kazandı. Çandarlı Halil Paşa, Varna zaferinden sonra gerçek iktidarı elinde tutan II. Murat’ın görevine devam etmesini istedi. Ancak II. Murat, oğlunun geleceği için tehlikeli olabileceğini düşünerek padişahlık yetkisini II. Mehmet’te bırakarak tekrar Manisa’ya çekildi.

II. Murat Yeniden Padişahlığa Döndü
II. Mehmet, bu yıllarda Zağanos Paşa’nın etkisi altında olduğu için, babasının gölgesinden kurtulabilmek amacıyla onun yarım bıraktığı işleri tamamlamak istiyordu. İstanbul’un fethi II. Murat’ın en büyük ukdesiydi. II. Mehmet, İstanbul’u ele geçirdiği takdirde Osmanlı Devleti’nin gerçek hükümdarı olacağına inandı.
II. Mehmet’in yayılmacı emelleri Sırp despotu ile Bizans imparatorunu endişelendirdi. Aynı şekilde Kastamonu ve Karaman beylerini de telaşlandırdı. Bunun üzerine II. Murat’a elçiler göndererek duruma müdahale ettirdiler. II. Murat, oğlunu ve onu kışkırtan vezirlerini azarlayıp durumu yatıştırmıştı.
II. Murat’ın devletin başına geçmesini en çok isteyenlerin başında Çandarlı Halil Paşa geliyordu. Oğlunun itibarına gölge düşürmek istemeyen II. Murat, bir iç savaşa neden olmadan tekrar görevi üstlenebilmek için Macarların liderliğinde hazırlanan yeni haçlı ittifakını gerekçe olarak kullandı. Zira aynı esnada Edirne’de büyük bir yeniçeri isyanı çıktı. Ayaklanan yeniçeriler, Şehabettin Paşa’nın sarayını yağmaladılar. İsyancılardan bir kısmı İstanbul’da bulunan Orhan Çelebi’yi istediklerini haykırdılar. İsyan, halkın desteği ile bastırılabildi. Böylece II. Mehmet’in devletin yönetiminde yetersiz kaldığı ortaya çıktı. Bunun üzerine II. Murat’ın hükümdarlık yetkilerini üstlenebileceği uygun ortam hazırlanmış oldu. 5 Mayıs 1446’da Manisa’dan yola çıkan II. Murat Ağustos ayında yeniden tahta çıktı.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/hasan-yilmaz/ertugrul-bey-den-sultan-vahdettin-e-tarihin-en-kudretli-haned-69428479/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Alttan alma, yaranma

2
Bey
Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar Hasan Yılmaz
Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar

Hasan Yılmaz

Тип: электронная книга

Жанр: Религиоведение, история религий

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Osmanlı İmparatorluğu, küçük bir beylik olarak doğup kuruluşundan dağıldığı güne dek yaklaşık 600 yıl 3 kıtaya hükmeden dünyanın en güçlü imparatorluğu olmuştur. İstanbul′un Fethi ile bir çağın kapanıp yenisinin açılmasına öncülük eden, sayısız galibiyetler elde etmiş bu imparatorluğun kurucusu Osman Bey’den son padişah Vahdettin’e kadar 36 padişahının çeşitli özellikleriyle tek tek ele alındığı bu eser, Osmanlı tarihine özlü bir bakış atma imkânı sunuyor.

  • Добавить отзыв