Eşber

Eşber
Abdülhak Hamit Tarhan
Türk edebiyatının en üretken isimlerinden olan Abdülhak Hamit Tarhan, yeni Türk şiirinin kurucuları arasında yer almakla birlikte birçok başarılı tiyatro eserine de imza atmıştır. Abdülhak Hamit Tarhan'ın konusunu Antik Çağ tarihinden alarak yazdığı eseri Eşber, temelde Makedonya Hükümdarı İskender ile Keşmir Meliki Eşber’in mücadelesini anlatmaktadır. İskender'in, fethetmek üzere gözünü Pencap'a dikmesiyle birlikte Eşber; teslim olmayı kabul etmeyerek olası bir savaşı göze almıştır. Vatanını savunma arzusu ve cihangirlik duygularıyla dolan Eşber; kardeşi Sumru'nun dahi varlığını görmezden gelmiş, kendisini bekleyen sona emin adımlarla ilerlemiştir. "Eşber", tüm bu duygular arasında boş yere yitip giden hayatların hikâyesidir. "İskender: Efkârımı sen de etme tehyîç!.. Rastû, bu nedir?.. Aristo: Zafer veya hiç!.."

Abdülhak Hamit Tarhan
Eşber

EŞHAS-I VAKA
Eşber: Keşmir meliki
Sumru: Eşber’in hemşiresi ve refika-ı hükûmeti
İskender: Hükümdar-ı meşhur
Rokzan: Dârâ’nın kızı. İskender’in namzedi
Aristo: Hakîm-i meşhur
Batlamyos:
Melyagros:
Parmenyon:
Kinos: İskender’in maiyyetindeki serdarlar Peridas:
Perdikas:
Amentas:
Stalkis, Kratros, Etalos, Ariston, Ekaryos, Protomahos, vesair ümera ve zabitan-ı İskender, leşger-i İskender, leşger-i Eşber, sâîler

TEMSÎL-İ KATİYE MUKADDİME
“Eşber”de
Yıldızları eyledim temâşâ:
Eş’âr ki Halık etmiş inşâ!
diyen İskender, Aristo’dan tarih-i üluhiyeti okumamış idi. Onun nezdinde cennet ve cehennem hayalleri dünyaya gelmemiş, şeytanlar, melekler doğmamış idiler. Bunlar, meşkuk-u-muzlim, Tevrat ile Zebûr’da yaşıyorlardı. Semâ-yı Mısr ile arz-ı Filistin miyanında düçâr-ı mukaseme ve muhasame olan kuvâ-yı ilahiye bu cihangirin mıntaka-i idrakine istila edememiş ve ordularına galip gelememiş idi.
Hıtta-i Mısriyye’nin bir kenarında (Bilmem ibka-yı nam eden mi demeli?..) on yedi günde bir şehir bina ederek ona kendi namını veren bu dâhiyenin mabudu da kendisi idi denilebilir ve onun cenneti baka, cehennemi fena ve zebanilerle melekleri zihnindeki düşmanlarla kalbindeki taife-i hasna olmak lazım gelir. Dârâ ile Eşber’de, Rokzan ile Sumru’da vâki’ olduğu gibi.
Her hâlde rub’ı meskûnun mesken-i asnâm-u-ev-sân olduğu ve insanların tamamıyla insan olmadığı zamanlarda “Eşber”deki İskender’in dediğim nâzilât-ı semâviyyeden bahsetmesi nâbemahal veyahut nâ-be-tarihtir. İskender bunları ihtimal ki mükâfât-umücâzât ve kabâhat-u-sabâhat mefhumlarını murat ederek yâd etmiş oluyor. Zaten bu işaret-i maneviyenin medlûl-i makulü de odur; ahiretinki istikbal demek olduğu gibi.
“Eşber” ibtida-yı emrde “Nazife” gibi bir perdelik bir facia idi. Merhum Namık Kemal evvela onu görmüş, pek beğenmiş, Horace’dan muktebes demiş; fakat galiba biraz muhtasar bulmuş idi.
Keşmir hükümdarı ile refika-i hükûmeti olan hemşiresinin taht-i inhisara aldıkları bu perde-i hamasete sormadan ilave-i müzahrafât edilmesi buna mübtenidir.
“Eşber”in en ruhlu yeri ve en canlı parçası bu perdedir; o da Horace’dan münakisdir; “Nesteren”, “Le Cid”den muktebes olduğu gibi.
Bu inikas ile iktibasın membalarına mealen ne kadar yakın veya uzak bulunduğunu yahut bu iki gölgenin sahiplerine mevzu itibarıyla ne dereceye kadar mümasil olduğunu kariîn-i kiram tayin buyursun. Ben o büyük Fransız şairine benzemek iddiasında değilim.
“Horace” ve “Le Cid” denilen bu “Corneille” hâilelerini sahnede görmedim. Onları Paris’te iken okumuş, “Nesteren”i orada yazmış, tabettirmiş, “Eşber”i ise Paris’ten avdette, mazul iken, İstanbul’da yazmış idim.
“Nesteren” Paris’teki memuriyetimin ilgasına alet olmuş idi. Londra’daki mevkimden infisale “Zeyneb” illet olduğu gibi. Bu iki eserin macera-yı garibi müessirin terceme-i-hâline girebilir; hissedâr-ı sernüviştidirler. Şerik-i sergüzeştidirler.
Merhum Kemal “Nesteren”den pek o kadar hazzetmemişti. Hece vezniyle tiyatroda muvaffak olunamayacağına onu delil göstermiş idi. Ancak benim muvaffak olmayışım o veznin kusuru addolunmaz. Bence, nazımdan ziyade nesre benzediğiyçün, vezn-i hecâ sahnede daha becâ görünür. Vezn-i hecâ ötmez; arûz ise nağme-serâdır. Operanın hakkı olan taganni bir mükaleme-i manzume demek olan gayr-i mensur facialar lisanına yakışmaz. Aruz veznini tercih edenler tiyatro şiirinde o veznin tannaniyyetini hissettirmemeli, Fâik Ali gibi yazabilmelidirler. Biraz daha tenkih ile diyeceğim ki aruz vezninde olsa da manzum bir tiyatro mensur okunabilmelidir; o büyük sanatkârın “Nedim” tiyatrosunda olduğu gibi.
Bundan birkaç nümune “Yâdgâr-ı Harb” oyununda vardır. “Liberte” ve “Nesteren” facialarında da, fakat hece vezninde olarak, nesre mukareneti gözetmiş idim. “Bâlâdan bir ses” neşîdesine gelince, ona ne manzum denilebilir, ne mensûr; hem mukaffadır, hem kafiyesiz. Gayr-i matbu’ olan “Cünûn-ı Aşk” tiyatrosunda bunun bir naziri görülecek olduğu gibi.
Eşber mukaddimesinde bunları yâd edişim şunun içindir ki Eşber bunlara benzemiyor. Ve eğer benzemiş olsa sahnede o kadar haykıramaz idi.
Recaizade merhum, merhum Kemal’in beğendiği “Eşber”i muakkad bulmuş ve cidden müteessif olmuş idi. “Nesteren”i pek haklı olarak tenkit etmiş, “Tezer”i çok sevmiş ve bugün nâm-u-nişânı kalmayan “Zeyneb”i ondan evvelki asarımın fevkinde görmüş idi. Validem eserini bizzat müellifin sair asarına tercih etmekte olduğu gibi.
Büyük bir sima-yı tarihî olan İskender’in karşısındaki şahs-ı Eşber ise bir mahluk-ı hayalidir. Son perdede oynayan bu hayal Eşber’den ziyade Horace’ın ve benden ziyade Corneille’indir. “Makber”le “Ölü”ye ve benim bu kadid eserlerimle rahmetli matemime hayat-ı taze veren Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin Beyefendilerin ıhyâkâr kalemleri olduğu gibi.

    Viyana, 16 Ağustos 1922
    ABDÜLHAK HAMİT

BİRİNCİ PERDE


BİRİNCİ MECLİS
İSKENDER, SONRA ARİSTO
İskender
Halketsem esirlerle leşger,
Mahveylesem ordularla asker,
Olsa bana, hep mülûk çâker;
Cinsince o iktidar münker.
Fevkimde uçar tuyûr-ı kemter!..
Âvâze-i dehr iken tanînim,
Gördüm ona deymiyor enînim;
Milletlere karşı âhenînim,
Bir âfete karşı nâzenînim.
Âfetse de ey İlâh, göster…[1 - Burada te’lih ettiği Jüpiter’dir.]
Bilmem bana an mı, şan mı lâzım?..
Gülbün mü, ya kehkeşan mı lâzım?..
Âğûş-ı vefâ-nişan mı lâzım?..
Bir pençe-i hun-feşan mı lâzım?..
Cânan mı güzel, cihan mı hoşter?
Yâ ferş-i çemende zülf-i zerrîn,
Yâ taht-ı cihanda bûy-i nefrîn,
İşte melek, işte huld-i berrîn!..
Cennet mi güzel, melek mi şîrîn?..
Elbette biri ferâgat ister.
Gülşen gibidir cihan, süreksiz:
Bir gül koparılmıyor emeksiz.
Cennetse de neyleyim meleksiz!..
Bir fasl-ı bahâr olur çiçeksiz
Gülmezse bana o gonce-i ter.
Aristo
Bilmem ne bu ihtiyâr-ı halvet?..
İskender
Vay!.. Siz misiniz?.. Büyük mürüvvet!..
Aristo
Eş’âr okuyordunuz, işittim.
İskender
Birkaç gecedir ki âdet ettim;
Yıldızları eyledim temâşâ:
Eş’âr ki Hâlik etmiş inşâ!..
Aristo
Bir nazrada bin cihânı rü’yet;
Ya’nî bu da bir muvaffakiyyet!..
İskender
Ah kâşki ben ilâh olaydım!..
Hep bildiğimi hemen bulaydım.
Her yerde görüp o yârı elbet,
Her lâhza eder idim mahabbet!..
Hem etmek için mahabbet ibrâz,
Her şeyden onu ederdim ifrâz!..
Aristo
Şimdi dahi nezdinizde mevcûd.
İskender
Bir dür gibi kim denizde mevcûd!..
Aristo
Îzâha sezâ bu bir ifâde.
İskender
Ya’nî edemem ben istifâde.
Etmiş ne çıkar o, bahri mesken,
Zîb-i ser-i devletim değilken?..
Ol tâca bedel, misâl-i ehrâm,
Sevdâ ediyor serimde ârâm!..
Aristo
Tervîc-i meramı etti imâ.
İskender
Birleşmek için onunla ammâ
Lâzım geliyor hemen bu sâat
Şehrâh-ı azimetimde ric’at.
Pencâb ile sûrgâh-ı Lâhûr.
Keşmîr-i azîm, o şehr-i meşhûr,
Eşber’de bulunmak üzre mahzâ,
Vaz’eyleyecek nikâha imza.
Aristo
Şâyeste-i bâğınız değil bu,
Pek sert esiyor o bâd-ı hoş-bû!..
Galib gelecek kavîye hasnâ:
Lafz eyliyecek meali ifnâ!..
Dûr etmek için uyûnu ferden,
Mehcûr edecek sizi zaferden!..
İskender
Bilcümle mahâsini cihânın
Hükmünde o hüsn-i bî-bahânın.
Kim olsa bugün o mihre mâlik
Olmüş sayılır sipihre mâlik!..
Dünyâmı benim o bir ferişte,
Benzetmeğe muktedir behişte!..
Aristo
İskender onu cehennem etsin!..
Tûfân-ı belâyı şebnem etsin!..
İskender o şâh-ı âlem-ârâ,
Kisrâlara etmiyen müdârâ;
Ömründe, değil debîr-ü-kâhin,
Asnâma da olmıyan müdâhin;
Sahrâyı şebîh edip mesîle,
Deryâ kuşanan talîasiyle;
Ebrûsu ederken, olsa pür-çîn,
Ehramın içinde asrı tescîn;
Şemşîri kılarken, etse îmâ,
Çin’i, Efgan-u-Hind’i yağmâ;
Mâzîyi iâde, hâli ibka;
Müstakbel-i dehre sür’at ilka;
Gülzârın içinde, misl-i nisvân,
Mutadı olup da meyl-i elvan
Izhâr ile iktitâfa rağbet,
Bir gonce için eğilmez elbet.
İskender
Bence onu çiğnemek de bir zül!..
Aristo
Dehşetli olurdu ol tenezzül,
Merrîh iniyor gibi felekten.
İskender
Rü’yâlarıma giren melekten
Hiç farkı yok âh o dilrübânın!..
Aristo
Dilbürdesi olmayın sabânın;
Aslı aranırsa bir havâdır.
İskender
Tazyîk-i nefes de nârevâdır.
Aristo
Zaptetmeyiniz o halde şehri.
İhsân ediniz dilerse dehri!..
İskender
Peyveste değil mi aşka ilmi?..[2 - Bu mısranın başındaki “Rastû” kelimesi, “Aristo” isminin en çok şiirde kullanılan kısaltma şeklidir.]
Rastû bu sözümle münfail mi?..
Aristo
Dehre sarılan bir öyle ejder
Âğûş-ı nigâra mı mukadder?..
Gördüm sizi, nûra kail oldum;
Zulmet gibi belki zâil oldum.
Baktım size, Hakk’a tâat ettim;
Var olduğuna kanâat ettim.
İskender
Ancak bana en küçük o mevcûd
Oldu bu büyük cihanda mescûd.
Aristo
Her şeyde olan o yolda mu’ciz;
Bir duhtere karşı böyle âciz!..
Merdân-ı veğa görür mü şâyân,
İskender’i de bulursa giryân?..
Ben ilmini eyledimse tezyîd,
Etmişti o da zekâmı te’yid.
Her ibreti sûretinden aldım;
Her hikmeti sîretinden aldım.
Bir hikmet-i evvel oldu zâti;
Hallâka muhavvel oldu zâti.
Çeşmim erişince ol cemâle,
Aklım güzer eyledi kemâle:
Bir vech-i Hudâ-nümâya düştü;
Gûya ki zemin semâya düştü.
Olsun mu o hüsn-i nîm-zinde
Mihrâb o kemâle yeryüzünde?..
İskender
(latife ile)
Olsun, dilerim, cihanda dâim,
Hûbân-ı cihan benimle kaim.
Ya’nî dilerim ki olduğum yer,
Fermânım içinde lâ-yuğayyer
Kevkebler ile muhât-u-mazbût,
Sükkân-ı bürûc-ı arşa mağbût;
Her sûret ile behişte benzer;
Sîmin suları, türâbı pür-zer;
Hem hâkte, hem semâda hâzır,
Bir yer ola kâinata nâzır.
Aristo
Her semtine müştemil nigâhın,
Dönsün de, Olimp’e ceyşgâhın.[3 - Olimp (Olympe): Makedonya ile Tesalya arasında bir dağ ki Yunan-ı kadîmin efsanelerinde ilahların ikametgâhı idi.]
İskender
(ciddi)
Dönse bu cihan, misâl-i dûlâb,
Her hâdise olsa ayn-i seylâb,
Ben bir kayayım ki duymam aslâ!..
Tûfan yaparım ben ondan a’lâ!..
Günler doğurur benim leyâlim!..
Yıldızlar içindedir hayâlim!..
Yerlerde olup da ıztırarî.
Bir kızda bulur mu hiç karârı?..[4 - Bu beyit eskiden kullanılan göz kafiyesine göre takfiye edilmiştir.]
Aristo
İskender’i şimdi gördüm işte!..
Bir gözle bakar o hûb-u-zişte.
İskender
Ecrâm-ı sipihr hep sökülse,
Leşger leşger melek dökülse,
Hüsn olsa yesâr ile yeminim
Olmaz bana sedd-i râh, eminim.
Aristo
Eşber’le sefer demek mukarrer.
İskender
Dilberle zafer demek mukarrer.
Aristo
Bir öyle büyük gönülde sevdâ
Gaybûbet eder, kim etse ihdâ.
Nisvâna yarar mı burc-u-bârû?..
Âteş içine girer mi Sumrû?..
İskender
Bir berk ile bir perî-i dilber,
Kaim ya sehâbda berâber.
Aristo
Birlikte ederse de ikamet,
Yoktur o ferişteden alâmet.
Ancak yine berkdir nümâyân,
Cismi meleğin ademle siyyân.[5 - Eski yazıdaki ilk tabının bu noktasına Hamit’in sonradan yazdığı satırlar: “Bulutlarda şimşek de, melek de beraber farzolunmakta ise de daima şimşek görünür de melek görünmez demek olacak.”]
İskender
Hakkın var Aristo, ettim ikrâr.
Aristo
Lâzım da değil bu sözde ısrâr.
Hüsniyle nişanlınız zebanzed:
Bahşâyiş-i pâk-i Rabb-i Îzed…
PERDE

BİRİNCİ PERDEYE İLAVE-Î ÜLÂ


BİRİNCİ MECLİS
Rokzan
(yalnız)
Bir âleme eyledik ki rıhlet,
Mevcûduna münkalibti vuslet;
Hem var idi, hem de yoktu mühlet,
Cânân idi serbeser o hâlet,
Şâyeste desem: Cihân-ı dîdâr…
Ahterler ederdi zîr-ü-bâlâ,
Efkârımı âsmâna i’lâ;
Bir leyle idi aliyy-ül-a’lâ,
Alem dolu mahşer-i muallâ,
Her şey oluyor idi bedîdâr.
Âzâde rüsûm-ı encümenden,
Olmuştu nişîmenim çemenden;
Bir bistere yatmışım semenden,
Meş’al baş ucumda yâsemenden,
Rü’yâda idim, velîk bîdâr.
Mânende-i kisvet-i tezevvüc,
Baktım çemen oldu pür-temevvüc;
Envâr ile kûh edip tetevvüc,
Gündüz diye eyledim tehevvüc,[6 - “Tehevvüç” yerine “teheyyüc” denebilirdi. A. H.]
Kılmakta idim teveccüh-i dâr.
Hemreng-i şafak, ferîh-ü-şâdân,
Bir burca müşâbih oldu büldân;
Sandım ki o burca düştü, handân,
Nûr-i nazar-ı Cenâb-ı Yezdân…[7 - “Yezdân” dediği Zerdüşt’tür. A. H.]
Gelmiş yanıma meğerse dildâr!..
Mehtâbda ol ferişte-peyker
Bir nûrun içinde nûr-ı-dîger.
Zerdüşt demek beni esirger,
Dünyâyı yakardı ol sitemger.
Te’sîri olaydı nûru mikdâr!..
İşküfte-i nâz idi dehânı,
Bir gönce gibi; fakat nihânî.
Baktım yine öyle nâgehânî,
Gayb oldu o âlih-i cihânî;
Çıktı başıma buhâr-ı ekdâr.
Deryây-ı gumûm cûş-ber-cûş.
Dünyâları eyledim ferâmûş.
Mecnun gibi ben meğerse bîhûş,
Ol âfeti etmişim der-âğûş,
Rûhum bile olmamış haberdâr!..
Bilmem ikimiz de bir dumanda.
Uçmakta idik mi âsmanda?..
Kaldım mütehayyiren gümanda;
Mevlâmı unuttum ol zamanda,
Cân-u-dilim oldu vakf-ı dîdâr.
Birden o dahî teğayyür etti,
Fûlâdını âteşim eritti.
Reng-i rukhu, gördüm, uçtu, gitti;
Hüsnü kalarak vücûdu bitti:
Meh gaib u tâbişi nümûdâr!..
Mehtâb idi, sanki nîm-mehtâb;
Tâbende idi o, hem de bîtâb…
Bîtâb o kadar ki germ-i şebtâb.
Öptüm heyecanla etti pertâb,
Hâbîde imiş o rûh-ı bîdâr!..
Kızdı, utanıp acâib oldu;
Izhâr-ı cemâle tâib oldu.
Sandım ki şeb-i Regaib oldu.[8 - Burada “Şeb-i- Regaib”in “Meserret gecesi” manasına istimali tecviz olundu. A.H.]
Geysûsu içinde gaib oldu;
Lâyıktı beni lalaydı berdâr![9 - İskender’in saçlarının uzun olduğuna işarettir. A. H.]

BİRİNCİ PERDEYE İLAVE-İ SÂNİYE


MECLİS-İ EVVEL SUMRU, SONRA ROKZAN
Sumru
Âheste revan nesîm-i gülbîz,
Asvâtı da eylemezdi tehzîz;
Hâmûş idi nâle-î seher-hîz.
Bir sohbet idi sükûnet-engîz,
Hoş yatmışıdık çemende bî-hâb!..
Çökmüştü havâya reng-i sünbül,
Her gonce verirdi neş’e-i mül,
Girmiş idi cûybâra bülbül.
Sandım ki eder tebessüm ol gül,
Vurmuş yüzüne meğerse mehtâb!..
Bir feyz-i latîfi varki, bilmem!..
Çeşmimden akan sirişk-i pür-sem,
Vechinde dururdu ayn-i şebnem;
Leb-beste iken o şûh-ı gülfem,
Dendânı olurdu dürr-i nâyâb.
Geçmezdi o gönce gülşeninden,
Hoşnûd idi ya’ni meskeninden;
Rengâver idi nişîmeninden,
Etmezdi güzâr gerdeninden,
La’linde dururdu bâde-î nâb.
Hem âlemi fêth matlebinde,
Hem nâzik o rütbe meşrebinde;
Kim nısfı kalır iken lebinde,
Bir nısfı da zîr-i gabgabinde,
Yek cür’a ile düşerdi bîtâb!..
Oldukça karîb-i bezm-i işret,
Ruhsârını setr ederdi humret;
San humret ederdi kesb-i sûret;
Çeşmâne gelüb nıkâb-ı hayret,
Görmezdi o nâzenîni ahbâb.
Meyden kızarıp o vech-i mahzûn,
Gûyâ ki olur hicâbı efzûn.
Arz eyler, edüp onunla meşhûn,
Mînây-ı tehîyi câm-ı gülgûn:
Bir bûse demek o ayn-i nûşâb.
Gülbûse-i iltifâtı gûyâ
Ol sûret ile ederdi îmâ;
Ben de buna karşı, bi-mehâbâ,
Kılmakla peyâpey arz-ı sahbâ
Sûz-i dilimi ederdim işrâb.
Ol şâh-ı cihanı Zât-i Yezdân[10 - Yezdan dediği Brahma’dır. A. H.]
Kılmış bu cihanda şâh-ı hûbân;
Vîrân-ı celâli hüsn-i Îrân,
Nâlan gazabiyle mülk-i Efgan,
Kalsa nola pençesinde Pencâb?..
Vechi görünürdü ahterinde;
İklîl idi kevkebi serinde;
Bahtı yazılıydı efserinde;
Zâhirdi cemâl her yerinde,
Esyâda misâl-i Rabb-ül-erbâb.
Ben hemdem idim o mehle bir şeb;
Olmuşdum o nûr ile lebâleb;
Gelmişdi vücûda rûh-ı matleb;
Hurşîd idi tâli’imde kevkeb.
Mehtâb idi âleminde şebtâb!..
Ol şû’le-i dilfirîbi gûyâ
Kesb etmeğe serbeser müheyyâ,
Nâzır duruyordu cümle eşyâ
Olmuşdu bana rakîb dünyâ,
İskender idi ne lâzım ıtnâb!..
Rokzan
(hod-be-hod)
Dikkatde devâmı ol cemâle
Bahşetmede kuvvet ihtimâle!..
Bir gün edecek bu bî-necâbet
Rokzân’a da gaalibâ rekaabetî…
Mevki’leri âşıkaane mevki’,
-Ma’şûkaane desem de vâkı’-
Olmuş idiler çemende hemdem!..
Eyler mi buna tahammül âdem?..
İşte yine, kim bilir, ne bekler?..
Mev’idleri hep de böyle yerler!..
Bilmem ki ne var miyanlarında?..
Hiç kimse de yokdu yanlarında!..
Fikri ile zâhır oldu gayret,
Elbette değişmeli bu sûret!..
Nâkıs mı ya bende şân ile ân!..
Ben, bak, çekemem bu hâli bir ân!..
Elbette bozulmalı bu ülfet,
Mutlak beni sevmeli o âfet!..
İllâ ederim cihânı sûzân.
(Sumru’ya takarrub ederek)
Dilber Melikem, nedir bu?..
Sumru
(mütelâşiyâne)
Rokzan…
Rokzan
Tenhâ tenhâ nedir bu âlem?..
Sumru
Zannım sana vâsıl oldu nâlem.
Rokzan
Bir şi’r idi duyduğum, musaffâ.
Sumru
Bir âh idi ettiğim, mukaffâ.
Rokzan
Kimdir acaba sebeb o âha?..
Sumru
Esbabını sormalı ilâha!..
Rokzan
Hükmünde iken bütün halâyık,
Bir âliheye keder ne lâyık?.,
Emretse ferişte-i fusûle
Bin subh-ı safâ gelir husûle.
Hurşîd-i emel olub şitâbân,
Eyyamınızı ederdi tâbân.
Sumru
Sevdası beni, olunca kısmet,
İshak gibi etdi vakf-ı zulmet.
İshak gibi derdimi edip yâd,
Kılmak için inzivâda feryâd,
Her şeyde sükûta mâil oldum;
Âhımla zevâle kaail oldum.
Ârâmgehim nihâl-i zeytûn.
Dîdâr-ı latîf-i sulha meftûn.[11 - Zeytun Avrupalılarca min-el-kadîm sulh-u- müsâlemetin remz-u- alametidir (Tâbi’).]
Rokzan
Yenmiş sizi hasmınız emeksiz.
Teslîm olacaksınız demek siz.
Sumru
Yenmiş beni âh o tâ ezelden,
Azminde sipihr-i lem-yezelden!..
Nâhîd-i kazâda kısmet olmuş,
Gûyâ o zaman bu ay tutulmuş!..
Rokzan
(biraz hazm ile)
Mahzun yüzünüz o mâh-ı muğber!..
Vâkıf mı bu sûz-i kalbe Eşber?..
Nâmûsunu etmeyin ferâmûş.
Eyler onu hûnunuzla hâmûş!..
Sumru
İşte o zaman kopar kıyâmet!..
Hep doğduğuna eder nedâmet.
Deryâ gibi cûş eder de kanlar,
Âlemler olur batup çıkanlar.
İskender olur da âhız-i sâr.
Kalmaz bu cihanda Hind’den âsâr.
Lâyık şu ki arzedüp uhuvvet,
Olsun o da nâil-î fütüvvet.
Rokzan
(hiddetlice)
Eyler mi hiç ol dilîr-i meşhûr,
Bir nefsi içün fedây-ı cumhûr?..
Hemşîresi de bu yolda hattâ
Elbette olur onunla hemtâ.
Ma’şukuna olmak üzere mâlik,
Olmaz o reh-i sakîme sâlik.
Gösterdiği sûziş olsa müşted
Hem hâin olur o, hem de mürted!..
Sumru
Meyl etdi benim gibi garîbe;
Meş’al o ziyây-ı dilfirîbe,
Tâ haşre kadar yanar bu gözler.
Rokzan
Hayrân ediyor beni bu sözler.
Sevdâ gibi ahdiniz süreksiz;
Şâyeste sayılsanız yüreksiz.
Mülkü edecek olursa teshîr,
Etmekle onu yolunda te’hîr,
Harb etmek idi merâm-ı aksâ;
Ahdeyledinizdi siz; hususâ
İskender’e ben haber götürdüm!..
Sumru
Peyman ne demek?.. O Şâhı gördüm.
Meze oldu içimde küfr-ü-îmân;
Birleşdi gözümde derd-ü-dermân!..
Rokzan
(Birdenbire parlayarak)
Öyleyse gebermedir vazîfen!..
Birleşmiş olur döşekle medfen.
Sumru
(mütehayyir ve mütehevvir)
Şiddet neden eyliyor ya neş’et?..
Haddin mi senin bu yolda cür’et?..
Sen kim oluyorsun?..
Rokzan
(mütemeddih)
Aslı kisrâ,
Hemşîre-i hâkim-i Buhârâ,
Meydân-ı kıtalden girîzân,
Dârâ kızıyım, adım da Rokzân.
Sumru
Sen mi?..
Rokzan
Kulunuz!..
Sumru
Benim nedîmem?..
Rokzan
Sultân idi künye-î kadîmem;
Sultân olacak yine karîben!..
Senden hele çok şerefliyim ben.
Gülşende misâl-i nûr-i hurşîd,
Mastûr yüzümde nâm-ı Cemşîd!..
Sumru
Cemşîd kızı, aman… Ne dersin?..
Rokzan
Yâ duhter-i rez mi zannedersin?..
Sumru
Anlat bu ne devr-i istihâle?..
Bâis ne bu inkılâb-ı hâle?..
Kasdın ne idi mücâveretden,
Keşmîre kadar muhâceretden?..
Hem terk-i vatanla azm-i gurbet,
Hem sonra bizimle kesb-i nisbet?..
Bir câriyeyim deyüp mukaddem,
Hidmetle sarâyımızda ber dem.
İhrâz-ı nigâh-ı mahremiyyet,
Ibrâz-ı vazîfe-i hamiyyet
Her şeyde bize itâaten ram,
Her yerde bizimle seyr-ü-ârâm;
Hicrân-u-vusâlde hem-efkâr,
Ma’şûku bizimle yâd-u-tezkâr;
Bizden ederek bu gün şikâyet,
Dârâ kızıyım demek nihâyet!..
Evvel ne idi?.. Nedir bu ikrâr?..
Anlat bize; etme ketm-i esrar.
Rokzan
Vaktâ ki – Ayas – da çeng-ber-çeng,
Kisrâ ile Kaysar etdiler ceng,
İfrît-i şafak likaay-ı heycâ
İskender’i etdi pây-bercâ;
Hicran ile ayrılıp pederden,
Rehyâb-ı firâr idim kederden.
Bilmem ki neye müşâbehetde.
Gavgaa oluyordu her cihetde!..
Sahra sahra tebâüd etdim,
Âhû gibi hep Hatâya gitdim.
Almışdı reh-î firân sayyâd,
Dağdan, dereden gelirdi feryâd!..
Zulmet gibi serbeser suvâri,
Tutmuştu cüyûşu her civâri.
Fersah fersah koşub uzaldım,
Ancak yine içlerinde kaldım!..
İskender, o peyker-î sitemkâr,
Ol dâirenin içinde peykâr.
Kaysar idi Rûm’a, Çin’e Hâkaan;[12 - İskender Çin’e gitmediyse de tebaası kendisine hakan unvanını da vermişlerdi. A.H.]
Kisrâ idi Fürse, Mısra sultân.
Han şimdi ve sonra Sardanappâl;
Fir’âvn bugün, yarın da Çipâl.
Sevk eyler idi e sâhib-i nâm,
Îrân’a lehîb, Rûm’a asnâm;
Tûrâna galâ ve Türk’e sarsar,
Elgaana veba ve Rûm’a Kaysar!..
Âteşgedeler onun yüzünden,
Bî-fark idi meyyitin gözünden.
Âvâzesini edince idhâl,
Lerzân olarak düşerdi tebhâl.
Gâhî nazarım medîd olurdu;
Mâzî dönerek bedîd olurdu.
Ben vakt-i seher kıyâs ederdim
Gün doğdu deyüp yürür, giderdim.
Handân idi mâderim semâdan,
Bir mertebe-î cihannümâdan.
Gâhî pederim ona muâkıb,
Mânend-i şihâb olurdu sâkıb.
Rokzan… Der idi hazin bir âvâz;
Rûhum edecek olurdu pervâz.
Sönmüş idi ahteri görürdüm;
Zerdüşt’ü de Müşteri görürdüm!..
Yekdîgerine hücûm matleb;
Şemşîr bedest ü cân-berleb,
Kisrâ ile kaysarı görürdüm;
Dünyâ ile mahşeri görürdüm.
Yekdigere hem o hem bu gaalib;
Tûfân-ı sirişk-u-hûna tâlib.
Gûyâ ki hidîv suretinde,
Yâhut iki dîv sûretinde.
Bilcümle vakaayi’-i zamâne
Tersîm olunurdu âsmâne.
Kılmakla beni Cenâb-ı Zerdeşt
Seyyâh-ı cebel, seferber-î deşt,
Kat’ eyledim ol kadar mesâfât;
Yaklaşmadı menzil-î mükâfat
Her nerde bir az karâr edersem,
Hangi cihete firâr edersem,
Karşımda dururdu mevkibiyle;
Sanki yarışırdı kevkebiyle!..
Hem bâhrde, hem dümu’da gördüm;
Mağrıbda bakıp tulu’da gördüm.
Geldikçe huzûruna mukaabil,
Seyyâre olurdu burc-ı Bâbil.
Eflâk kadar büyürdü mehtâb;
Mehtâba nazîr olurdu şebtâb.
Yerde ehrâm, gökde ecrâm
Olmuşdu o şâha cây-ı ârâm.
Dünyâda cünûdunu görürdüm;
Bâlâda vücûdunu görürdüm.
Her yerde o şehsuvâr-ı kaahir
Hurşîd gibi olurdu zâhir.
Ba’zan bana mün’atıf nigâhı,
Bir katra olurdu cilvegâhı.
Herkes bakıyordu vâlihâne,
Nâzırdı bu dehre âlihâne.
En sonra gelib diyâr-ı Hind’e,
Kaldım yine ben nazar-gehinde.
Bitsin diye derd-i bî-hisâbım,
Ondan sana oldu intisâbım.
Görmekdeyim işte, bi-t-tahayyür,
Hâlim yine etmemiş tagayyür:
Kıldı beni ol meh-î fürûzân
Tâ esfel-i sâfilinde sûzân!..
Nezdinde de bitmeyip o efkâr,
İskender’e dâir oldu ezkâr.
Gördük onu zâid oldu her şey;
Dîdârına âid oldu her şey.
Kerrât ile verdiğin sefâret,
Ettirdi bana onu ziyâret.
Azmimde bihişt olurdu berzah;
Avdette çemen gelirdi dûzah.
Geçkin geçkin koşup giderken,
Arkamda gözüm, dönerdim erken.
Gittikçe füzûn olurdu derdim;
Memnun olarak fakat giderdim.
Yokdu haberim ne ettiğimden,
Kimden kime elçi gittiğimden!..
Aklım başıma gelince, nagah,
Oldum hele illetimden âgâh:
Vaktiyle meğer garîb Rokzân,
Zannı gibi olmamış girîzân;
Geçmiş nice fâsllar, habersiz,
Geh meyveli, gâh berk-ü-bersiz.
Zillet geçip iştihâr gelmiş;
Buhran giderek bahâr gelmiş.
Bir gülşene benzemiş de mer’â,
Ben olmamışım habîr kat’â.
Rokzan o zaman firâr ederken,
Nezdinde bugün karâr ederken,
Elçisi olur iken bu şehrin,
Bîçâre, o şehriyâr-ı dehrin
Ceyşinde esîr imiş meğerse!..
-Meftûnu kıyâs edin, değerse!..
Sumru
Meftûnu mu!.. Sen mi?..
Rokzan
Ben!..
Sumru
(zehr-hand ile)
Acaib!..
Rokzan
Mudhik, bu ne sahne-î garâib!..
Ancak bu benim için tenezzül…
(Sumru kahkaha eder.)
Zâid hele hande-i tehezzül;
Hem belki eder bükâyı intâc!..
Sumru
Pençemde benim başımdaki tâc.
Cemşîd kızı mukayyedimdir;
Âzâd edecek benim yedimdir.
Uçmuş, gitmiş hümây-ı ikbâl;
Düşmüş bu hadıyd-ı hâke şehbâl.
Şimdi ne baban, ne kardeşin var;
Değmez bu müfâhirâne atvâr!..
Eyler mi o Şeh, bulup da nevbet,
Hiç ben var iken sana mahabbet?..
Zerdüştüne pençezen Berahmam,
Keyfimce eder bu kârı itmâm!..
Rokzan
Meyl etmesini asir mi sandın?..
Gerçek beni sen esir mi sandın?..
Gel olma emîn esâretimden!..
Zâhir mi değil cesâretimden?..
Hiç görmez misin ya gözlerimde?..
Îmâ dahi yok mu sözlerimde?..
Senden daha anlı, şanlıyım ben!..
İskender’e de nişanlıyım ben!..
Sumru
Sen mi?..
Rokzan
Neden ettiniz ya lerze?..
Sumru
Zîrâ o kadar soğuk bu herze!..
Rokzan
Çıkmakdı meram taht-ı Rûm’a,
Nezdinde sebeb bu serfürûma!..
Emretse, esiri, ol perîzâd.
Eyler seni bir kılıçla âzâd.
Olsan da, ya olmasan da kaail,
Rokzan olacak o şâha nail.
Etsen de, ya etmesen de gavgaa,
Kaysar seni istemez!..
Sumru
Dirîğâ!..
Bîçâre kadın tecennün etmiş!..
(gülerek)
Cinnette ise tefennün etmiş!..
Sûzân-ı hased o kalb-i hâsid,
Ondan geliyor bu aşk-ı fâsid.
(güldükten sonra)
Ancak yine ihtiyat lâzım;
Bizzât olalım huzura âzim.
PERDE

İKİNCİ PERDE


BİRİNCİ MECLİS
İSKENDER, SUMRU
İskender
Dâim değil eski müjdeberler;
Gaayet kötü aldığım haberler.
Duydum ki birâderin de gûyâ
Harbe oluyor imiş müheyyâ.
Sumru
İkbâlini eylemişler ihbâr.
Zâhir ki onun nasîbi idbâr;
Nusrat da senin mukadderindir.
İskender
Lâkin acırım birâderindir.
Te’yîd-i devâm-ı sulha mahzâ
Sensin edecek o merdi irzâ.
İhtâr ediver, kanâat etsin;
Ceng etmiyelim, itaat etsin.
Nâ-hak yere, söyle, akmasın kan.
Mahcûb oturur gazabla kalkan.
Hiç ibreti yok mu şöhretimden?..
Gaafil mi o yoksa kudretimden.
Sumru
Karşı duracaksa, bence, haklı.
İskender
Yok farz olunur o halde aklı.
(gülerek)
Karşı duracak; fakat kazanmaz!..
Serkeş gezen ölmeden uzanmaz.
Sumru
Tâcı düşecek, ne yapsın Eşber?..
Nefsi küçük; amma hakkı ekber.
Her âcizi her kavi vurur mu?..
Vursun diyelim; zebun durur mu?..
Sen mülküne gir o nâtüvânın,
Emlâkini al da bî-nevânın,
Hem sonra itâat emret, a’lâ!..
(güler)
Galibsin onun için mi?..
İskender
Aslâ.
Maksûdum izâle-i haleldir.
Sumru
(handan)
Tevhîd-i revâbıt-î mileldir!..
İskender
Sence emelim değil ya pinhân:
Pek çok geliyor cihâna şafrân.
Sumru
Eşber, o yegâne-î zamandır;
Kardeş diye söylemem, yamandır…
İskender
Nezdimde fazâili müsellem
Sumru
En sonra senin olub da âlem,
Her sûyuna eylesen isâbet,
Senden o yine çekinmez elbet,
Harp istemiyorsan, etme şiddet
Serdârlara ver emr-i avdet;
Pencâba giden talîa dönsün.
İskender
Dönsün de birâderin övünsün…
(mekânetle)
Nefsimce benim değil bu da’vâm;
Maksûd hep ittihâd-ı akvâm;
Emlâkime olsa mülkü merbût
Elbette olur idâre mazbût
Sumru
(handan)
İllâ bu harîk olunmaz ıtfâ.
İskender
Fikrimce benim, ne lâzım ihfâ!..
Bir Pâdişeh elverir cihâne.
Sumru
Feth etmek için ne hoş bahâne…
İskender
Ben feth-i cihan azîmetinde,
Rabteylemedim mi Rûmu Hinde?..
Deryâları etmedim mi tezvîc,
Şâhıkları kılmadım mı tetvîc?..
Oldu, taşınub ulûm-i Yûnân,
Nevreste-i Hinde ayni cânân;
Etti, dökülüp letâif-î Sind,
Allâme-i Kûmu âşık-î rind.
Az çok nefes aldı ehl-i irfân;
Meyl-i heves etti feylesûfân.
Düştü, işi hatmedince ordu,
Her bir ere bir nigâr-ı Hindû.
Bir de bana gel; ya ben ne buldum?..
Sultân-ı cemâle nâil oldum…
Ben mülkünü aldım ondan; ammâ
Efkârımı da o etti yağmâ.
Kılmakla bana nigâhı rağbet,
Dünya kadar eyledim mahabbet…
(Dikkatle Sumru’ya bakar. Sumru düşünür.)
İskender’e, böyle anlı şanlı,
Dünyâ gibi sen de ol nişanlı.
Sumru
Sultân-ı cemâl… Aceb o kimdir?..
İskender
Sevmez beni; çünkü sevdiğimdir.
Sumru
Rokzan mı?..
İskender
Hayır!.. Tecâhül etme.
Sumru
Öyleyse, sakın, teehhül etme.
Dünyâ dediğin nişanlıdan geç.
İskender
Emrin güzel; amma âh, pek geç!..
Denmezse de bi-t-tamâm o cismen,
Âğûşuma dâhil oldu kısmen;
Va’deyler iken tamâmı Hallaak,
Câiz mi olur o kısmı ıtlaak?..

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/abdulhak-hamit-tarhan/esber-69428158/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Burada te’lih ettiği Jüpiter’dir.

2
Bu mısranın başındaki “Rastû” kelimesi, “Aristo” isminin en çok şiirde kullanılan kısaltma şeklidir.

3
Olimp (Olympe): Makedonya ile Tesalya arasında bir dağ ki Yunan-ı kadîmin efsanelerinde ilahların ikametgâhı idi.

4
Bu beyit eskiden kullanılan göz kafiyesine göre takfiye edilmiştir.

5
Eski yazıdaki ilk tabının bu noktasına Hamit’in sonradan yazdığı satırlar: “Bulutlarda şimşek de, melek de beraber farzolunmakta ise de daima şimşek görünür de melek görünmez demek olacak.”

6
“Tehevvüç” yerine “teheyyüc” denebilirdi. A. H.

7
“Yezdân” dediği Zerdüşt’tür. A. H.

8
Burada “Şeb-i- Regaib”in “Meserret gecesi” manasına istimali tecviz olundu. A.H.

9
İskender’in saçlarının uzun olduğuna işarettir. A. H.

10
Yezdan dediği Brahma’dır. A. H.

11
Zeytun Avrupalılarca min-el-kadîm sulh-u- müsâlemetin remz-u- alametidir (Tâbi’).

12
İskender Çin’e gitmediyse de tebaası kendisine hakan unvanını da vermişlerdi. A.H.
Eşber Абдулхак Хамид Тархан

Абдулхак Хамид Тархан

Тип: электронная книга

Жанр: Кинематограф, театр

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Türk edebiyatının en üretken isimlerinden olan Abdülhak Hamit Tarhan, yeni Türk şiirinin kurucuları arasında yer almakla birlikte birçok başarılı tiyatro eserine de imza atmıştır. Abdülhak Hamit Tarhan′ın konusunu Antik Çağ tarihinden alarak yazdığı eseri Eşber, temelde Makedonya Hükümdarı İskender ile Keşmir Meliki Eşber’in mücadelesini anlatmaktadır. İskender′in, fethetmek üzere gözünü Pencap′a dikmesiyle birlikte Eşber; teslim olmayı kabul etmeyerek olası bir savaşı göze almıştır. Vatanını savunma arzusu ve cihangirlik duygularıyla dolan Eşber; kardeşi Sumru′nun dahi varlığını görmezden gelmiş, kendisini bekleyen sona emin adımlarla ilerlemiştir. "Eşber", tüm bu duygular arasında boş yere yitip giden hayatların hikâyesidir. "İskender: Efkârımı sen de etme tehyîç!.. Rastû, bu nedir?.. Aristo: Zafer veya hiç!.."

  • Добавить отзыв