İdikut Roman
Ahmetcan Aşiri
Ahmetcan Aşiri
İdikut
BAVURÇUK ART TEKİN
Zaman ömür kuşu uyumaz
Ademoğlu ebedi kalmaz
Kaşgarlı Mahmut
Tanrıdağ’ın kuzeyinde İdikut Devleti’nin yazlık başkenti Beşbalık’ta Nisan ayının başında on gün devam eden muhteşem bir Buda tavafı düzenleniyordu. Beşbalık’a Hanbalık, Tibet, Curcit, Moğol hanedanlarından resmen davet edilenlerle atalarının yaşadığı Göktürk Devleti’nin Karakurum, Selenga, Hatunbalık gibi bölgelerinde kimliğini ve dilini koruyan şarkî Uygurlar, buna ilaveten Kaşgar, Hoten, Kumul hanlıklarından da misafirler gelmişti. İdikut Devleti sınırından uzakta olan ihtiyar Budist rahipler ve tavaf haberini duyan büyük adamlar da gelenler arasındaydı. Buda tavafına Argu[1 - Yedisu’nun en eski adı.], Otrar, Buhara, Semerkant, Harezm, Belh, Horasan, Maveraünnehir, Herat, Bağdat gibi Müslüman şehirlerin ticaret kervanları da iki gün önce ulaşmıştı.
Asya’dan gelen misafirlerle tanınmış tüccarlar, uzun ve eğri boyunlarına çeşitli çıngıraklar asılmış mal yüklü dört yüze yakın deveyi Gumatı mabedinin geniş meydanına çöktürdü. Ağzından ak pamuk gibi köpükler fışkıran çökmüş cüssesiyle kaya gibi develer, dinleniyormuş gibi gözlerini yumarak yatıyor, küçük burunlarını yukarı kaldırarak toprağa bulanmış dudaklarını uzatıyordu. Misafir tüccarlar, deveden indirilen Türkistan’da üretilmiş her türlü malı, altın ve gümüşten yapılmış mücevherleri buraya gelen misafirlere Beşbalık sakinlerine teşhir ederek satmaya uğraşıyordu.
Kervancıbaşı, at ve eşeklerine yem vererek onları direklere sıkıca bağladığından emin oldu. Müslümanlar o meydanda kıpkırmızı, papağana benzeyen çiçek resimleriyle dokunmuş muhteşem halıları yere serip üstünde rahatlığın keyfini çıkarırken Beşbalık’ı övüyorlardı.
Kervanbaşı ejderha resimli fincanda çay içerken,
– Beşbalık bizim altın köprümüzdür. Buradan güvenle geçeriz. Dinimiz farklı olsa da dilimiz birdir! diye övündü.
Başına beyaz, mavi sarıklar saran Müslüman tüccarlar bu sözü duyunca ellerini göğsüne koyup,
– Doğru söylüyorsun, muhterem kervanbaşı! dediler.
Müslümanlar seccadeleri serip namaz kılarken Budistler, Gumatı mabedinde rahiplerle beraber oturup Burhanlara aşağıdan bakarak sığınıyorlardı. Diğer misafirler de Gumatı mabedine yerleşiyorlardı.
Devletin batur hakanı kutlu Bavurçuk Art Tekin uzun boylu, çok güçlü, ak yüzlü, kalkık burunlu, bıyık ve sakalları simsiyah, yakışıklı büyük bir zat idi. O, her seneki Buda tavafından önce Beşbalık’ta bir defa yıllık kurultay düzenlerdi. Bavurçuk Art Tekin bu kez Uygur süvarilerinin gösteri yapması için ferman çıkardı. O, fermanı kendi eliyle yazdı ve imzaladıktan sonra Saray müfettişi Tutun’u çağırdı. Tutun elini göğsüne koyup başını eğerek büyük zatın ağzına baktı.
– Mühürdarı çağır! dedi telaşlı bir tavırla.
– Başüstüne cenabları, hemen çağırayım! dedi Tutun ve dışarı çıktı.
Mühürdar sanki kapı önünde bekliyormuş gibi çabucak gelip, Bavurçuk Art Tekin’in önünde tazim etti.
– Fermana mühür basılsın! dedi hakan, önündeki fermanı parmaklarıyla gösterip.
Mühürdar geri geri yürüyerek kapıya kadar geldi, sonra dönüp hakana tazim ederek kapıdan çıktı. Bavurçuk Art Tekin hemen altı tane dışişleri memurunu, devlet işleri müşaviri baş görevlisi ve tellal başını çağırıp emir verdi.
İdikut, hükümdarane bir edayla
– Bu ferman, devletimizin sınırındaki Kumul’dan Manas’a, kutsal Turfan’dan güney doğu Kansu’daki Enşi’ye, güney batı Bügür’e ve güney Lopnur’a kadar en kısa zamanda ulaştırılsın! dedi.
– İzin verirseniz, hemen yola çıkalım cenabı İdikut!
Onlar baş eğip saraydan dışarı çıktılar ve atlarına binip hemen hareket ettiler.
Bu seferki kurultayda büyük ve önemli işleri halletmek gündeme geldi. Bunlar, İdikut Devleti olarak Kıtan Hanlığına bağlı olmaktan vazgeçmek, yapılan eski anlaşmayı yürürlükten kaldırmak, Cengizhan’dan İdikut’a gelmekte olan büyük tehlikeden kalıcı olarak kurtulmanın yolunu araştırmak gibi hususlardı.
Bununla beraber, toplantıda Turfan, Karahoca ve Astana’da iki üç ayda bir defa toplantı düzenlemek, Oğuz Han Pantekin, Bögü Tekin, İrdimin Han, Aslan Han, Bilge Tekin gibi eski hakanları anarak onların ruhlarına kurban kesme ananesi de dile getirildi. Bavurçuk Art Tekin Tanrıya sığınıp Türk hanlıklarını yöneten İdi-kutları da hatırladı. Haftalık ve aylık toplantılarda; İdikut halkının ulaştığı nüfus, devletin beslemekte olduğu hayvan ve savaşa yarayan atların sayısı gibi bilgiler paylaşılıyordu. Kutlu Bavurçuk Art Tekin’in bu tür toplantılara davet ettiği şairler, tercümanlar, Buda din adamlarından Aprinçur Tekin, Göl Tarkan, Sinku Seli Tutung, Kelime Keyşi, Fırat Yaşrı, Kiki Asığ Tutung, Çisuya Tutung gibi edipler eserlerinin halk arasında geniş ölçüde yayılmasını çok önemli mesele olarak dile getirirlerdi. Sanatçılar, zanaatkârlar ve tabipler de toplantıya davet edilirdi.
Bavurçuk Art Tekin, okuma yazma bilen, birçok dinî kitabı okumuş, derin bilgi sahibi bir tekindi. O, «Irk Bitik», «Altın Yaruk» ve başka eserleri de merakla okurdu. Çalgıyı da çok severdi. O, berbap[2 - Pipa adlı bir çalgı], yirmi beş telli gonga[3 - Kunhu diye adlandırılan bir çalgı] gibi sazları çalabiliyordu. Hakan, atalarının ne kadar kahraman olduklarını iyi biliyordu. İdikut Devletinin tarihini de öğrenmişti, Çin, Kıtan, Tibet, Moğol, Fars, Hind dillerini de öğrenmekten bıkmamıştı. Asker üniformasını giymeyi severdi. Zırh ve miğfer onun iri cüssesine çok yakışırdı. Bazen iki eline de kılıç alıp maharetini gösterirdi. Kılıç, mızrak ve gürz kullanmada eşsiz, savaş saflarını düzenlemede mahir, tedbir konusunda ısrarlı bir komutandı. Akıllı, feraset sahibi, dâhi bir adamdı. Cilalı mızrak kullanırdı. Küçük yaşlarından itibaren sürekli olarak ata binme, mızrak fırlatma ve kılıç talimi yapmakla tanınmış bu büyük tekinin vücuduna hakan kutsallığı, temizliği nüfuz etmişti. Şehrin iç ve dışında başıboş dolaşan miskinleri ibret için cezalandırırdı. Genelev ve meyhanelerde içkili eğlence yapanları, kumarhanede vakit öldürenleri yirmi sopaya mahkûm eder, bunun yanı sıra ülkeden sınır dışına atardı. Onun her zaman akıllı, feraset sahibi bilge adamları yanına çağırıp onlarla istişare etme gibi bir âdeti vardı. İnce ve geniş düşünceli, geleceği düşünerek iş yapan bu dâhi tekinin bütün endişesi Türk vatanıydı.
* * *
Bavurçuk Art Tekin, fenerlerin aydınlattığı mis kokulu tütsüler yakılan sarayda otururken derin düşüncelere daldı, uzun parmaklarını bir birine geçirerek parmaklarından hafif ses çıkardı. Bu hareketi yaptığı zaman hakanın yanına girmeye kimse cesaret edemezdi. Hatta sağ taraf danışmanları olan Beşbalıklı Tora Kaya, Tur-fanlı Tarkan Bilge Bukalar bile girmekten çekinirdi. Bavurçuk Art Tekin’in kendisi de bundan rahatsız oluyordu. Üzerindeki zırh ve zincirli ceketinin altında kalbinin biraz hızlı attığı adeta duyulurdu. “Tövbe istiğfar etmeyeceğim!” diyerek kalın dudaklarını sık ve inci gibi beyaz dişlerinin arasına alarak, at ağzını andıran uzunca çenesini oynattı. Az önce kasılarak ısırılmış dudaklarını kımıldattı.
“Sakin ol, telaş etme!”, dedi kendi kendine. “Hepsini bildiğin doğru, gece gündüz istişare ettiğini unuttun mu? Hayır, unutmadım. Hayır, olmaz, böyle yapma derken elimdeki ıslık çalan ok ve yayı nasıl elime aldığıma şaşırıyorum. Elimdeki gücü alıp acı çektirsen olmaz mıydı? Sen, benim sarsılmaz irademi biliyorsun değil mi? Ben yüce olduğumdan dolayı sen de yücesin!” diye mırıldandı.
Kutlu Bavurçuk Art Tekin böyle kendi kendine konuşurken hayal ve düşünceleri onu son yaşanan kanlı olaylara götürdü. Büyüyünce fal taşı gibi parlayan gözleri sanki ateş püskürüyor ve miğferini yavaşça tutuşturuyormuş gibi gözüküyordu. Kalın kirpiği de ışıl ışıl gözlerini kapatmıyordu. Onun güneş vuran yüzü, birisi kül ya da toprak serpmiş, gözünü açık siyah renk ile boyamış gibi soğuk ve tuhaf gözüküyordu.
Bavurçuk Art Tekin, hakan İyen Tömür’ün vefat etmiş büyük hatunundan kalan tek oğluydu. İyen Tömür oğlunun yiğit, cesur, dayanıklı olma gibi niteliklerini görünce bundan gurur duydu.
Bir defasında “Uygur süvarileri safına girmek istiyorum!” dedi attan sıçrayarak inen Tekin ve hemen babasının önüne gelip diz çöktü, tekrar tekrar yalvardı. Gözleri pırıl pırıl parlıyordu, elini göksüne koyup
– Her şeyi yapabilecek yeteneğim var! Bana güvenebilirsin baba! dedi.
Babası, tereddüdle
– Öyleyse seni bir deneyeyim bakalım! Haydi maharetini göster! dedi.
Beşbalık düzlüklerine iki atlı kişi çıktılar ve ormandaki çalılık içine giriverdiler.
Babası Bavurçuk’a bir tane ok ve yay verip,
– Haydi ok atma maharetini göster! dedi.
Bavurçuk Art Tekin oku elinde tutup,
– Ne yapacağım? diye sordu.
– Ok gibi uçan o doğanı vur. Vurabilirsen kendini süvari asker kabul edebilirsin! dedi.
Bavurçuk Art Tekin, başlarının üzerinden uçup gitmekte olan doğanı vurarak yere düşürdü. Babası İyen Tömür şaşırıp kaldı.
– Aferin! Aferin oğlum! diye mırıldandı.
Bavurçuk şimdi kendine alışmış atla koşarken ok attı ve hedefe tam isabet ettirdi. Mızrak, kılıç ve gürzle de maharetlerini gösterdi. Ama İyen Tömür, oğluna İdikut ordusuna katıl demedi. Bavurçuk babasının bir şeyi gizlemiş olduğunu fark etti ve belki sonra izin verir diye düşündü.
İyen Tömür bir gün aniden devlet erkanını topladı.
Kararlı bir şekilde, – Oğlum Bavurçuk Art Tekin’i kendi tahtıma Kutlu İdikut yapmak istiyorum! dedi.
Başkente çağırılan İdikut beyleri sarayda iki gün münakaşa ettikten sonra kimin tahta geçeceğini belirledi. O da Bavurçuk Art Tekin’di.
Bavurçuk Art Tekin, “Şimdi neden böyle bir tartışma oldu? Neden babamın sözü beyler arasında tartışmaya sebep oluyor? Yoksa babamın yaptığı işler onların hoşuna gitmedi mi? Belki de öyledir?!” diye düşündü.
Gerçekten hakan İyen Tömür, İdikut süvari birliğinin gücüne inanmıyordu ve sayıyı arttırmayı bile düşünmemişti. Bu yüzden batı Kıtanlara savaşmadan teslim olmuş ve onlara her sene yüklü miktarda vergi ödeme pahasına anlaşma yapmıştı. Halk onun bu yaptıklarına karşı, biz Kıtanlara bağımlı olmayız diye isyan etmişti. Bavurçuk Art Tekin, babasının tabiatını bildiği için onun halka hanlık yapamayacağını, onların gazabına uğrayacağını hissediyordu.
İyen Tömür; riyakâr ve dalkavukları seven yumuşak huylu birisi idi. Kısa süre sonra İdikut tahtına yeniden ikinci hatunundan doğmuş küçük oğlunu veliaht olarak atadı ve Bavurçuk Art Tekin’i veliahtlıktan men etti. Buna öfkelenen Bavurçuk Art Tekin aniden gelişen bu olayın başında kim olduğunu öğrendi.
Bavurçuk Art Tekin sinirlenip babasına,
– Bunu nasıl yorumlamak gerek? dedi.
– Bu seni ilgilendirmez, hakan benim, buna ben karar veririm! dedi babası.
– Fikirlerini üvey annem mi değiştirdi? diye sordu Bavurçuk Art Tekin.
– Neticede o senin de annen değil mi? dedi İyen Tömür.
Bir gün İyen Tömür, oğlu Bavurçuk Art Tekin’i saraya çağırdı ve yalnız kabul etti.
– Seni çağırmamdaki maksat! dedi İyen Tömür ciddi bir edayla.
– Kafama takılan mühim bir konu hakkında düşüncelerimi seninle paylaşmaktır.
İyen Tömür, altın simli kalın bir minderde oturuyordu, Bir saniye duraklayıp sözüne devam etti.
– Oğlum Bavurçuk! Seni yeni bir göreve atamak istiyorum. Bu görevi samimiyetle ve en kısa zamanda kabul edeceğine inanıyorum!
Bavurçuk Art Tekin, babasının önünde diz çökerek
– Neymiş bu görev? dedi, şüpheyle.
İyen Tömür, oğluna yapacağı vazifenin devletin kaderiyle ilgili olduğunu anlattı.
– Ben Kıtan hanedanıyla anlaşma yapmıştım. Sen de bilirsin, iki devlet arasında yapılan anlaşma bazan bozulabilir. Bu büyük bir felakettir.
Hepsini söyleyeyim mi acaba diye tereddüt ederken merakla bekleyen oğluna sakin nazarlarla baktı. Sonra söze başlarken. Bavurçuk Art Tekin dayanamadan sordu.
– Nasıl bir görev? dedi.
Babasının endişesi her halinden belliydi.
– Ben seni batı Kıtan devletine gönderiyorum! Yarın yola çıkacaksın! dedi.
Bu, Bavurçuk’un hiç beklenmediği kötü bir haberdi. Kendini bir tuhaf hisseti, vücudu titredi, gözlerini hüzün sardı, kalın kaşlarını çattı. Babasının neden böyle bir karar aldığını anlamaya çalıştı.
– Baba! dedi Bavurçuk Art Tekin, kekeledi ve kendini tutamadan yerinden kalktı.
– Ben halkın atası! dedi İyen Tömür hükümdarane edayla, – Ben İdikutum!
Biraz öfkelendi
– Ben bir hakanım! dedi.
Bavurçuk Art Tekin,
– Bu kararın asıl amacından beni haberdar etmeniz icap ediyor, çünkü hiç bilgim yok, öğrenmek istiyorum! diyerek babasına baktı.
İyen Tömür, bu bakışlardan rahatsız oldu ve yerinden kalkıp sarayın geniş, görkemli kabul odasında ileri geri yürümeye başladı.
– Biz, yani ben İdikutum, bilmek istiyorsan açıkça sana söyleyeyim. Senin batı Kıtan devletine rehin olarak gitmen gerek!
– Rehine! Ben mi?
– Neden Ben?
– Evet, rehine! dedi babası üstüne basarak. Sen benim oğlumsun. Rehin vermek devletlerin birbirine teminatıdır. Yabancı kişi rehine olamaz.
Bavurçuk Art Tekin’in sanki nefesi kesilmiş, göğsü yırtılmış gibi oldu. Durumun farkına varan babası üstüne gelerek sözüne devam etti.
– Şunu iyi bil ki, iki devletin mukadderatı sana bağlıdır. Çocukluk yapma, kaçmayı düşünme, yoksa seni öldürürler. Bunu ben uydurmadım. Kaçıp İdikut’a geri gelirsen burada da kellen gider!
– Sen!… Yalaka, namussuz bir adamsın! Böyle adamın kalbi fesat olur, gölgesi de eğri!
– Yeter artık!
İyen Tömür, başkasını rehine olarak gönderemeyeceğinden bu sözü için oğlunun başını kesmedi. Bavurçuk Art Tekin bunu fark etti. Ama açıkça söylediği «kalbi fesat, gölgesi de eğri» sözü babasının sinirlerini bozdu, yüreğini ezdi. Babası, kendini oğlunun önünde savunmaya başladığını fark edemedi.
– Rehin meselesini ben çıkarmadım oğlum! dedi sinirlenerek, – Benden önceki İdikut Hanı Bilge Tekin böyle yapmıştı. Kırgızların saldırı ve talanına uğrayan Kıtanlar Yenisey nehrinden geçip Beşbalık sınırına gelip dayandığında Tus Taygu önderliğindeki Kıtanlar batıya doğru ilerlemek için İdikut devleti toprağından geçerken Bilge Tekin, Tus Taygu’ya 600 at, 100 deve, 300 koyun hediye etmişti. Üstelik Tus Taygu’ya çocuk ve torunlarını da rehine olarak vereceğini söylemişti!
Bavurçuk Art Tekin, – Bilge Tekin haindir, sen de! Kıtan ise Uygur’un düşmanıdır.
Eğer hayatta kalırsam senden ve Kıtanlardan intikam alacağım!
İyen Tömür esrarlı bir edayla güldü.
– Beşbalık ile vedalaş! dedi emreden bir ses tonuyla.
O, bu sözüyle oğlunun geri dönüş umudunu kırdığını sandı ama Bavurçuk Art Tekin bunu öyle anlamadı.
Bavurçuk Art Tekin, batı Kıtan devletinde neler yaşayacağını hayal edemediği için “Beşbalık’ı bir daha göremeyeceksin!” mesajını veren babası önünde çocukluk ve gençlik dönemlerini hatırlayarak gözyaşı döküp yalvarmaya başladı.
– Babacım, ne olur beni doğduğum yerden, Beşbalık’tan kovma! Beni vatanımdan ayırma!
– Hayır, başka çare yok! diye başını salladı İyen Tömür.
– Bu kararından dönmeni istiyorum baba! Annem hayatta olsaydı beni yabancı bir ülkeye Kıtan’a rehine olarak gönderemezdin, öyle değil mi? Neden konuşmuyorsun?
– Doğru! Ama şmdi annen ölü. Ben şimdi öteki annenle ilgileniyorum! dedi.
Şehzade Bavurçuk bir müddet ağladı ve sustu. İç çekerek kendini toparladı. Sakinleştikten sonra güç bulmuş gibi çekinmeden konuşmaya başladı.
– Ben nerede olsam olayım, hakikati savunurum! Yılmadan usanmadan mücadele edeceğim! Bundan sonra intikam için yaşayacağım!
Bavurçuk Art Tekin gözlerini babasının yüzüne dikip, hiç kırpmadan dik dik baktı.
İyen Tömür oğlunun gözüne bir türlü bakamadı, yerden gözünü kaldıramadı, susup durdu. Sonra oğlunun kızgın sesini duymuyormuş, hiçbir şey olmamış gibi, – Kıtan’a senden başka kimse gitmeyecek! diyerek onu yalnız bırakıp sarayın diğer odasına doğru gözden kayboldu.
O gün Bavurçuk Art Tekin kalabalık bir atlı birliğin himayesi altında Batı Kıtan Devletine doğru hareket etti.
KITAN ÜLKESİNDE
Bavurçuk Art Tekin’in Kıtan hakkında bildikleri şunlardı. Kıtanlar bir göçebe halk. Doğu Kıtanlar, Song Sülalesi ordusunu mağlup etmiş. Budan dolayı Song Sülalesi her sene Kıtan’a yüzbin gümüş, yüz bin top ipek vergi ödüyormuş. Doğu Kıtanlar Amur-Sungarı nehri kenarında yaşamakta olan Nucin kabilesini teslim almış. Curcit Kabilesiyle Song Sülalesi birleşip 210 sene hüküm süren Doğu Kıtan’ı yok etmiş. Doğu Kıtan prensi Tus Taygu ise bazı Kıtanlarla bir olup batıya doğru kaçmış. Tus Taygu Uygur-Orhun Hanedanının Hatunbalık şehrine gelmiş ve kendini Kıtan hanı ilan etmiş, sonra Yenisey vadisine gelmiş. Orda Kırgızlar’dan darbeye yiyen Tus Taygu yine kaçarak Beşbalık’a gitmiş. Ne tuhafdır ki İdikut Bilge Tekin rehine için torununu ona teslim etmiş. Tus Taygu az sayıdaki ordusuyla batıya devamlı ilerlemiş. Güç kazanmış Doğu Karahanlıların hakanı İbrahim Şah, Karluklar İsyanını bastırmak için Tus Taygu’dan yardım istemiş.
İbrahim Şah’a göre Tus Taygu çok kurnaz bir adammış. O Karlukların isyanını bastırmak bahanesiyle Balasağun ile Kaşgar’ı işgal etmiş. Doğu Karahanlılar ise Kıtanlara bağımlı duruma gelmiş. Tus Taygu, Semerkant ile Buhara arasındaki Ketvan çölünde Batı Karahanlılarla Selçukların birleşik ordusunu dağıtmış. Sonra Tus Taygu Batı Kıtan Hanlığı adında bir devlet kurmuş…
Bavurçuk Art Tekin, Kıtanın savaş ve istila seferlerini iyi öğrendikten sonra “Kıtan çok şanslı bir devletmiş, Song Sülalesinde birlik yokmuş. Doğu ve Batı Karahanlı Uygurları da müttefik değilmiş. Uygurlar aşağılanmaktadır. Tus Taygu’yu kökünden yok etmek gerek.” diye düşündü.
Çok geçmeden Bavurçuk Art Tekin Kıtan casusları tarafından sıkı takip altına alındı. Prensin yemek ve giysi gibi sıkıntısı olmasa da hep özlem, üzüntü, bunalım içindeydi. Tus Taygu çok kurnaz, kıskanç ve evhamlı bir adamdı. Üstelik hep bir şeylerden korkuyor, dikkatli olmaya çalışıyordu.
Bu defa duyduğu evham prens Bavurçuk’un rehine olarak gelmesi yüzündendi. Tus Taygu, İyen Tömür’ün bu oğlunu İdikut Devleti tahtının varisi ilan ettiğini biliyordu. Ama şimdi onu rehin olarak göndermişti. Bu, sıradan bir oğlan değildi. Üstün aklı ve zekâsı her halinden belliydi, rehine olarak gönderildiğine inanmak mümkün değildi. O, Kıtan devleti hakkında bir şeyler öğrenmesi için gönderilmiş olmalıydı.
Tus Taygu, onun hakkında adamlarına, – Onu iyi gözetin, o bizimle beraber yaşayacak, İdikut’a kaçarsa tutup bana getirin! diye uyarmıştı. Sonra onun ellerine zincir ayaklarına pranga vurmak suretiyle Bavurçuk Art Tekin’den emin oldular.
Ama Tus Taygu, “Onun kaçmasını engelleyemezsem ne olur? O durumda Kıtan, İdikut’a bir istila seferi başlatabilir mi? O zaman savaş kaçınılmaz olur. İdikut’un asker sayısı kaç? Silah ve savaş gücü ne kadar? Bunu bilmek gerek.” diye düşündü. Geleceğe dönük bir hareket başlamak üzereydi. Ama kuşku ve evhamları kalbine hâkim olduğu için gece gündüz sıkıntı yaşıyordu. Rüyasında, Bavurçuk Art Tekin, hep ateş ya da kaplan olarak görünüyordu. Kum boranı onu gömüyordu, gökte güneş gözükmüyordu, ay tutulup dünya karanlığa gömülüyor ve dehşet çöküyordu. Tus Taygu “Bu nasıl bir rüya?” diye fısıldadı kendine.
* * *
Aradan üç sene geçti. Bavurçuk Art Tekin her şeyi anladı, her şeyi öğrendi. Kıtanlara olan öfke ve nefreti arttı. “Bu dost bir devlet değil. Vereceksin, alacağım diyen bir ejderha. Bunlar, Uygur’un servetinden şan-şöhret ve güç-kudret bulmuşlar. Bu adamlar semirmiş, hazineleri mal ve servetlerle dolmuş. İdikut Devleti adına böyle bir bağımsızlığa lanet olsun! Ben İdikut Devleti’ni göz hapsinden kurtaracağım. İdikut yönetimini kendi elime alacağım” diye yemin etti.
İyen Tömür ise rehin olan oğlunu unutmuştu. Böylece ona olan babalık şefkat ve sevgisi de tükenmişti. Oğlu için “Turfan Beşbalık’a diri olarak gelemeyecek, cesedi Kıtan toprağına defnedilecek.” diye düşünüp, rahatça hakanlığını sürdürmeye devam etti. Genç Tuğçe İyen Tömür’ün kafasını karıştırmasına rağmen kendinden memnundu. Bir gece kocasını kucaklayıp tatlı sözleriyle kandırmaya başladı.
“Kutlu hakanım!” diyerek sıcak dudaklarını kocasının kulağına dayadı, İyen Tömür gözlerini kapatıp onu dinledi
– Devlet beylerinden Tarkan Bilge Buka, Tora Kaya, Bulad Kaya ve Dokuz Tarkanlar size karşı suikast yapmayı düşünüyorlar! dedi çıplak kocasını kucaklayarak.
Tuğçesinin sesi güzel, meltem gibi ılıktı.
– Ne diyorsun sen? diyerek korku ve şaşkınlıkla İyen Tömür bal gibi yapışmış tuğçesini bir yana itiverdi.
– Bunu sana kim söyledi? Söyle bana!
– Sizin aziz kardeşiniz.
– Yangıntar mı?
– Evet, o!
– Bu laf ne zaman ortaya çıktı?
– Siz avlanmaya gittiğiniz gün! Sözümü dinlemenizi istiyorum.
– Söyle, ne yapmamı istiyorsun hayatım!
– Akıllı adamları kafese sokmak lazım. Tüm bu kargaşanın başında Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Buka var. Devleti hainlerden temizlemek çok önemlidir.
– Düşünmek gerek! dedi.
İyen Tömür birden bire harekete geçeceği konusunda yemin edemedi.
– Onlar devlet müsteşarları! Onlar olmadan… Halk bilir!
– Siz düşünüp durdukça iktidardan olacaksınız. Onlar sizi göz kırpmadan öldürecekler! Beni de! Onların niyeti bozuk, iktidar şimdi sizin elinizde. Bavurçuk Art Tekin tosun bir oğlandı, o da Kıtan’da. Sizin fermanınızla gitti. Onları korkutarak yönetmek mümkündür. Bakın, Turfan’daki Hayır İhsan Mabedinde rahipler ayaklanmış. Astana kabristanlığı önüne başka mabetlerden Buda getirmiş, üstelik o yerde konaklayan rahiplerin gözü önünde! İki yüz bin rahip açlık ilan edip, İdikut İyen Tömür tahttan insin diyerek bir saf oluşturmuş orda yatıyor. Az sayıdaki sınır muhafızı asker, “Kıtanlara ölüm!” diye bağırıyorlarmış. İşte son zamanlarda sadece Beşbalık’ta, Gumatı Mabedinde rahipler, “Kıtanlar bizim düşmanımız!” diye gösteri yapmışlar. Bunlar size yapılan kötülük ve suikast değil mi? Bu olayları elbette Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Buka çıkartıyorlar…
Çok geçmeden İyen Tömür akıllı beyleri hapse attı, bazılarını gözaltına aldı. Göstericiler, İyen Tömür’ün kılıç ve mızraklarından, atlı askerlerinin heybetinden korkmadılar ama halkın kanı su gibi aktı. Cesetler dolaşmış ipler gibi yatıyordu. Çok sayıda kişi her yerde darağacına çekildi. Koyun gibi yumuşak, naif İdikut halkı arasında muhalif sesleri yükselten, halkı yolundan şaşırtan adamları arama, şüphelileri tutuklama harekatı başladı. İyen Tömür kendi muhafızlarıyla beraber Tarkan Bilge Buka, Tora Kaya ve Bulad Kaya gibi sağ ve sol kurmaylarını tutuklayıp saray önüne getirdi. Tüm cinayeti o beylere dayandırdı, el ve ayaklarına kelepçe vurup pranga takarak hapse attı.
– Aç susuz bırakınız! Açlıktan ölsünler! dedi zindan yanında.
Tora Kaya cezadan, ölümden korkmadı.
– Ben İdikut ordusu komutanı, bundan böyle Kıtan ve Kara Hıtaylara baş eğmeyeceğiz! Vergi ödemeyeceğiz! Kan için kan, can için can alacağız. Şan ve şeref Bavurçuk Art Tekin’e olsun! Yiğit Kutlu Bavurçuk Art Tekin İdikut Devletinin hakanı olsun! diye halk önünde bağırdı.
Sonra İdikut’ta yaşanan olayları Kıtanlar da haber aldılar. Bavurçuk Art Tekin bunları duyunca sevinip yüreği hopladı. O İdikut’un büyük beylerinden Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Bukaları gecikmeden kurtarmayı düşündü. Bunun tek yolu vardı. Kıtan’dan kaçması lazımdı… Bavurçuk’un bu devlette serbest hareket etmesi imkansızdı. Düşmanları takip ediyordu, hatta aniden kellesi gidebilirdi. Bavurçuk bunları biliyordu.
– Kaçmak! Kaçmak! Kaçmak gerek! diyordu, heyecanla.
O, geceleri uykusuz, gündüzleri rahatsızdı. İlerde başına gelecek felaketi önlemek için bir şeyler düşünmeye başladı. İdikut Devletinin kötü kaderi de onu derinden üzmüştü, devletinin geleceğinden endişeleniyordu.
“Çabuk harekete geçmek gerek! Uygur, Kıtan artık bir biriyle düşmandır. Kaçma fırsatı ne zaman gelir acaba?” diyordu kendine.
Fırsat kollamaya başladı. Kıtan muhafızları onu eskisi gibi sıkı gözetmiyordu. Kıtan hanı İdikut’taki ayaklanmayı duyunca, – Bu onların kendi meselesidir, biz anlaşmaya bakarız, rehine elimizdedir, bu yüzden anlaşma bozulamaz! dedi ve hiçbir şeyi ciddiye almadı.
Bavurçuk Art Tekin hakanın bu tavrından yararlandı. “Yaya kaçarsam muhafızlar köpek gibi koklayıp izimi bulur.” deyip böyle yapmaktan vazgeçti. “Atlı kaçmak gerek, en iyisi bu. Hızlı koşan bir savaş atı gerek, onu nerden bulacağım?” diye kafa yordu.
Bir at vardı. İdikut’un alaca baş atı. Onu İyen Tömür Tus Taygu’ya hediye etmişti. Kıtan hanı bu ata kendi çocuğu gibi özen gösterirdi. Bavurçuk bunu iyi biliyordu ve bu atın iyi beslendiğini kendi gözüyle görmüştü. O bundan başka ata binip kaçmayı uygun bulmadı. Sadece kendi devletinden getirilmiş o ata güven ve umut besledi.
Bavurçuk Art Tekin, bir gün, tavlanın yanına sessizce yaklaşarak kendini gizleyip, elinde ok, yay ve mızrak bulunduran muhafızlardan ikisini boğarak öldürdü, silahlarını alıp atı avludan yavaşça çekti ve etrafına bakarak atın başını boynunu okşamaya başladı.
“Sana güvenirim aygırım, bir tek sana güvenirim! İkimiz memleketimize kaçalım! Duyuyor musun?” diye onun kulağına fısıldadı. Tekrar etrafına baktı, kimseyi görmeyince ata binip kaçtı.
Ertesi gün Kıtanlar onu kovaladılar, izini takip ederek peşinden koştular, ama yakalayamadılar. Bavurçuk Art Tekin tehlikeli kumluklardan, susuz çöllerden, uçsuz bucaksız yemyeşil otlaklardan geçip İdikut Devleti’nin kışlık başkenti Turfan şehrine geldi ve Hayır İhsan Mabedine rahip kılığında girip Budanın kutlu üstadı Atay Sali’nin yanına geldi, tazimden sonra,
– Ben Bavurçuk Art Tekin! Kıtan’dan kaçıp geldim. Beni sakla! dedi.
Atay Sali önderliğinde Turfan rahipleri “Kıtan’a ceza!” naralarıyla ayaklanmıştı. Bavurçuk Art Tekin’in cesaret ve yiğitliğini gören üstat ona hayran oldu.
– Aferin sana oğlum! Halk seni bekliyordu. İdikut’u kendi eline al! Ben seni ibadethanede saklayacağım. Turfan’da bir ordu kurmak lazım! dedi heyecanla.
– Tus Taygu seni kaçırınca bırak gitsin demez. Benim rahiplerim de bir büyük güç sayılır. Onların eline silah verip askeri eğitimden geçir, Tus Taygu’nun İdikut’taki müfettişi Şaykım bunu duymuş ise… dedi ve biraz durdu, – Her şeyi gözetlemek ve felaketi önlemek lazım. Fırsatı kaçırmamak gerek… Şehzadem! Baban İyen Tömür şimdi Beşbalık’ta. Buda tavafı için hazırlık yapıyor. Başında bir tehlike bulutu var. Baban senin İdikut tahtını ele geçirmek için mücadele edeceğini biliyor! dedi rahip.
– Onun sağ taraf tarkanı kim? diye sordu Bavurçuk Art Tekin.
– Kendi adamı! dedi üstat.
– Kamuoyunu belirleme görevlisini mi kast ediyorsunuz? diye sordu Bavurçuk.
– İşte o şehzadem, Yangıntar Tarkan. İdikut’ta onun yetkisi çok. Halk menfaatini düşünen, iradeli, vicdanlı ve soylu insanlar zindanda yatıyor! dedi rahip.
Bavurçuk Art Tekin düşüncelere daldı. Atay Sali önceleri yaşanmış kargaşa ve feleketleri ona detaylı olarak anlattı. Bu, onu derinden etkiledi. Turfan’daki ordu Bavurçuk Art Tekin tarafından ele geçirilse ve yeniden düzenlense, İyen Tömür’ün tahtının devrileceğini düşünen üstat şehzadenin bu hareketini destekleyeceğini söyledi, fakat Bavurçuk Art Tekin üstadın masum halkın kanının dökülmesini istemediğini hissediyordu ve bunun için ihtiyatlı davranmak gerektiğini düşündü. Atay Sali şehzadenin yiğitliği ve azimli olduğunu bildiği için yine de onu uyardı.
– Beyhude kan dökmek ve devleti parçalamaktan daha büyük günah yoktur! dedi.
Bavurçuk Art Tekin bu uyarıyı doğru buldu.
– Babamın halk içindeki itibarı nasıl? diye sordu Atay Sali’ye.
– Halk hakanın yeni beylerine iyi gözde bakmıyor, sen gittikten sonra öyle oldu.
– Halk yanılmaz! dedi şehzade üstadın sözünü onaylayarak
– Hiç kimse yılanı yanında saklamaz! dedi.
– İdikut Devletinin sabık ve sadık hizmetkârları… Onların şan ve şöhretini, halk arasındaki kıymetini çiğnemek çok kötü bir şeydir, şehzadem! Sen halk çocuğusun! Halka faydalı işleri yapacaksın. Orduda disiplini sağla devletin güvenliği için hareket et. Bu fikrimi makul görüyor musun? diye sordu rahip.
– “Babanın evladı olmaktansa vatanın evladı ol.” diye bir söz vardır, vatan ve halk için hizmet kılmak bizim görevimizdir. Sen bana güvendiysen asla ihanet etmeyeceğim! dedi Bavurçuk Art Tekin.
– Evet! Senin böyle diyeceğini biliyordum, şehzadem! dedi rahip.
Bavurçuk Art Tekin Turfan’da bir ay içinde yeniden kurmuş olduğu ordudaki askerlerinin hepsinin sadadakatine inanmadı. Bu durum askeri talim sırasında belli oldu. Bu durum prensi endişeye sürükledi.
“Bavurçuk Art Tekin kaçaktır. İki devleti savaşa sokacak. Babasından tahtı söküp alacakmış! Kıtan’a karşı savaşmak mümkün değil! Bu tekin bencil! Han babasını mahcup etti! Ona pek güvenmeyiniz !” gibi dedikodu ve sözleri duydukça öfkesi arttı. Askerlerine talim verirken, savaş sanatını öğretirken onlara sordu.
– Bana güvenmeyen kimdir?
– Ben! diye bir asker safın önüne çıktı.
– Ben sana güvenmiyorum şehzadem!
Bavurçuk Art Tekin’in duruşu hiç değişmedi.
– Daha kim var? diye sordu.
Kimseden ses çıkmadı. Bavurçuk Art Tekin ıslık çalan ok ve yayını alıp, – Bu oku kime ve neye fırlatsam siz de hiç tereddüt etmeden ona ok atınız. Bunu bana gösterdiğiniz sadakat olarak kabul ediyorum! dedi.
Bavurçuk Art Tekin, Atay Sali’nin bindiği ata doğru ok attı.
– Ya siz? Neden bakıp duruyorsunuz? diye bağırdı Bavurçuk Art Tekin.
– Sen neden atmıyorsun? diye bağırdı kendine güvenmeyen o askere.
O asker ata ok atamadı, ata kıyamamıştı. Bavurçuk Art Tekin, emrine baş kaldıran bu askerin kellesini uçurdu.
– İstirahat ediniz! Yarın yine Yargol kenarında sesli ok ve yay talimine devam edeceğiz! dedi ve onları uyardı.
– Bundan böyle emrime uymayan ve isyan edenlerin akıbeti ölümdür!
– Baş üstüne! Emrinizi yerine getireceğiz! diye bağırdı askerler hep birden.
Prens, Tanrıdağ tepesinde askerî talim düzenledi. Yanına binecek bir at getirdiler, ama ona binmedi. Kundurasıyla taş ve kumlara ayak basarak, başını dik tutup, sakin adımlarla dağa doğru yürüdü. Yürürken karızlardan[4 - Yer altından akan ırmak, pınar suyundan oluşan dere.] birinin içine inip buz gibi soğuk tatlı sudan doya doya içti ve oradan çıkıp yoluna devam etti.
Turfan’da tam bir ay rüzgârlı geçmişti. O gün sabahleyin rüzgâr kesildi. Şehir tabiatın hışmından kurtuldu. İdikut halkı, yer altı evlerinden yavaş yavaş çıkmaya başladılar. Kapı ve pencereleri açık kalmış evlerine girdiler, çoluk çocuklarıyla beraber sevinçlerinden adeta bayram ettiler. Kutsal Turfan, Astana, Karahoca şehirleri şafak ışığında bambaşka bir güzelliğe büründü. Tanrıdağ tepelerinde savrulup oynayan kumlar durdu ve şimdi onlar güneş ışığını emerek uyuyor gibi yatıyordu. Öğle vaktinde toprak ateş kesildi ve Tanrıdağ ateşdağına dönüştü, sanki kumlar ufacık birer kömür ateşi gibi yanmaya başladı. Bu Turfan’da beklenen aşırı sıcak günlerin işaretiydi.
Bir gün sabahleyin Atay Sali, Bavurçuk’un yanına geldi. Bavurçuk üstadını sıcak bir selamla karşıladı ve onun bu vakitte mabedini bırakıp buraya gelmesinin mutlaka bir sebebi olduğunu düşündü.
– Şehzadem, şehzadem! diye etrafına bakındı rahip, – Ordusuyla beraber Beşbalık’tan gelmiş!
– Kim o? diye sordu Bavurçuk endişeli bir tavırla ve elini üstadın omzuna koydu.
– Söyle, kimmiş o?
– Yeni baş Tarkan! Yangıntar!
Bavurçuk biraz sakinleşip
– Demek ki, burada casuslar var. Onlar benim geldiğimi ve ordu kurmakta olduğumu duymuş!
– Evet şehzadem! İyen Tömür’e bu haberi aktaranlar var. Muhterem şehzadem, Yangıntar seni öldürecek mi? Yoksa elini ayağını bağlayıp götürecek mi? Seni götürürse beni de götürüp darağacına çekecek galiba? dedi rahip.
Bavurçuk Art Tekin sükunetini korumaya çalışarak, – Üstadım, sabretmen gerek! diye cevap verdi.
– Yeni askerler sana tam baş eğmedi, bunu biliyorum! diye mukabele etti rahip.
– Üstat! Ben hepsini biliyorum. Neticede askerleri kendime riayet ettireceğim. Şimdilik onlar beni, ben onları denemek aşamasındayız! dedi Bavurçuk.
– Evet! Şimdi ben ne yapacağım? dedi Atay Sali ve ellerini bağlayıp bir emir bekliyormuş gibi durdu.
– Sen, Hayır İhsan Mabedine git. Gelenler beni sorarsa askerlerle beraber Yargol sahilinde olduğumu söyle. Yangıntar isterse benim yanıma gelsin!
– Peki, öyle söyleyeyim şehzadem! diyerek rahip ibadethaneye doğru gitti.
Bavurçuk Art Tekin, Turfan-İdikut surlarının dışında üzüm, şeftali ve kayısıyla bezenmiş bahçeli güzel bir evde oturuyordu. Evde üstüne zırh, başına miğfer giydi. Atay Sali’nin hediye ettiği, kılıfı altın ve renkli mücevherlerle bezenmiş, adeta bir sanat eseri olan kılıcını yanına bağladı. Yanısıra güzel yapılmış sadağını astı. Ok ve yayını aldı. Coşkulu adımlarla avluya çıkıp atına bindi. Yalkundağ tepesindeki mabet harabelerinde, Kumdağ’da, karız vadilerinde, Bezeklik mağaralarında yaşamakta olan, Tuyuk Bin Evleri, yani Buda mağaraları altından akan ırmak kıyısında çadır kurup bekleyen askerlerini toplayıp onları Yargol çarşısına götürdü.
Şehzade bugün askerlerini bir kez daha denedi. Şehzade, topladığı bu askerlere Yargol altındaki büyük nehir sahilinde, çalılar arasında, mağara üzerinde bir birleriyle kılıç kullanma ve mızrak atma talimine başladı. Sonra atlarından inip birebir dövüşme talimine geçtiler. Derken İdikut hakanının gönderdiği Yangıntar Tarkan az sayıda askerle geldi.
– İdikut askerleri! Biraz istirahat edin! Hepiniz çalılardan çıkıp Yargol tepesinde sıraya geçin! diye emir verdi Bavurçuk Art Tekin. O Yangıntar’a selam vermeden kendi askerleri önünde tepeye çıkıp, at üzerinde mağrur bir edayla durdu. Askerler hemen sıraya dizildi. Bavurçuk Art Tekin Beşbalık’tan gelen askerler ile başlarındaki kişiyi tanıtmadı. Oldukça yüksek bir ata binen kısa boylu bir bey atını şehzadenin önünde ileri geri koşturup, sonra durdu.
– Bu zatı âlileri kutlu İdikut İyen Tömür tahtının paha biçilmez cevheri, Tarkanı! diye övmeye başladı.
Tarkan, atta kibirli bir şekilde oturarak Bavurçuk’a aşikâre sövmeye başladı.
– Ben âli zat kutlu İyen Tömür’ün kutsal fermanıyla geldim. Bavurçuk Art Tekin âli zatın gönlünü kırdı. “Bavurçuk benim oğlum değildir!” dedi cenab. Bu bir kaçak haydut! Kıtan ile dostluğumuzu bozan bir hain! Kıtan şimdi bize çok kızıyor, bize savaş açmaya hazır. Siz ona güvenmeyin! Ben şimdi onu tutuklayıp döneceğim. Beşbalık’ta zindan başı beni bekliyor. Zindanda senin yerin hazır!. İdikut hanı adına sizi uyarıyorum! Bize asker, ordu gerekmez! Dağılınız, herkes kendi işine baksın! dedi ve Beşbalık’tan gelen askerlere, – Bavurçuk’u tutuklayın! Haini tutuklayın! diye emir verdi.
İki asker kelepçe ve zincirleri alıp Bavurçuk Art Tekin’e yaklaştılar.
– Attan kendin inecek misin yoksa biz mi indirelim? dediler, dalga geçerek.
Bavurçuk Art Tekin attan inmedi. Tarkana sövmedi. Sakince durdu ve askerlerine döndü, – İdikut’un kaderi bunların elinde. Yani devletin geleceği bunların gücüne, kahramanlığına, kısacası halkın bu evlatlarına bağlıdır. Sana ordu gerekmez, cenabı İyen Tömür’e de. Ama bana gerek. Zindanda yatmakta olan Tora Kaya’ya, Bulad Kaya’ya gerek. Aç kalmış ve giysileri yok kimselere, yeni İdikut devletine ordu gerek! Seni uyarıyorum, bundan böyle İdikut kukla bir hakan değildir.
– Bırak şimdi, gevezelik etme! İn attan! diye bağırarak iki asker iki taraftan koşturup geldi.
Şehzade attan indi, önünde dimdik duran iki askerin boyunlarından tuttu ve güçlü eliyle boğup biraz sonra bıraktı. Onlar bayılmıştı, yere düştüler. Bavurçuk ıslık çalan ok ve yayını Tarkan’a yöneltti ve onun atını öldürdü. Diğer askerler dehşete kapılarak atlarını geri çevirdiler, arkalarına bakmadan kaçtılar. Askerler, – Kutlu Yiğit! Bavurçuk çok yaşa! diye bağırıp her tarafı inlettiler.
Yükselen yüzlerce ses Turfan şehrinden de geçti. Bavurçuk Art Tekin bundan hoşnut oldu ve şükretti.
Bavurçuk kendisinin kurmuş olduğu bu ordunun cesurluk, kahramanlık ve cengâverliklerini bir gün kendine göstereceğine inanıyordu. Ama şimdilik bu halleri görmedi. Şehzade çevik bir şekilde atına binip askerlerine yöneldi.
– Vatandaşlarım! Ben adam öldürdüm! dedi sesini yükseltti, sesinde hiçbir korku yoktu, yine eskisi gibi soğukkanlıydı. Ama suratında haşyet vardı, – Cenabı İyen Tömür’ün ‘saltanat tacının pahasız cevheri’
Tarkan’ın kafasını koparttım. İdikut babam beni affetmez. Belki de Kıtan’a tekrar sürgün eder. Belki derimi yüzüp içini samanla doldurup tulum yapar. Ceza çok. Ben yalnız kaldım! Ama vatan ve onun mutluluğu için her bir canın her yerde her zaman kendini kurban etmeye hazır olması gerek. Ben sizden öyle bir mertlik bekliyorum. Bugün ben memleketim olan Beşbalık’a tek başıma gidiyorum. Ama siz hazırlıklı olun! Zırh, miğfer, sadak, ok, yay, mızrak, kılıç, kalkan ve baltaları yanınızdan asla ayırmayın! Bu mübarek vatanı, İdikut devletini korumak bizim kutsal görevimizdir. Şimdi ekmek başkalarının ağzında, giysi başkaların üzerinde, biz ise aç ve çıplağız! diye konuştu.
Ne var ki askerler onun sözüne bir türlü kulak asmadı.
– Elveda vatandaşlarım!
Bavurçuk Art Tekin kendini teskin etmeye çalışsa da bu ayrılık, belki onlardan ebedi ayrılık acısı yüreğini sızlattı.
Beni takip etmeyin!
Askerler şaşırıp bir birine baktılar. Şehzade ise bindiği atı mahmuzlayıp bir iki kırbaç vurdu…
Ertesi gün rahip Atay Sali’yle vedalaştı.
– Başını tehlikeye sokuyorsun, nasıl bir durumla karşılaşacaksın bilmem? İyen Tömür ahmak olsa da hilekar ve kurnaz bir adam. Aklından geçeni dile getirdiğinde dikkat et. Ölürsen de halk önünde öl. Halk seni görsün! Budamız seni korusun!” diye öğüt veren Atay Sali’ye, – Elveda üstadım! Senin iyilik ve yardımını hiç unutmayacağım! dedi Bavurçuk.
– Bırak bu lafları! Abartıyorsun! İyiliği senden bekliyorum. Burhan Budalarımız seni ölümden korusun! Kendine iyi bak! diye mukabele etti rahip.
– Ya ölüm ya görüm! dedi Bavurçuk ve alaca başlı aygırının yönünü Beşbalık’a çevirdi.
O, ok gibi fırlayıp gözden kaybolduktan sonra Atay Sali,
– Seni ölümden kurtaracağız! dedi ve elini salladı,
– Biz de gideceğiz!
Aradan bir gün geçtikten sonra Atay Sali, sabahleyin Bavurçuk’un askerlerinin önüne düşüp Beşbalık’a doğru hareket etti.
ESRARENGİZ ORDU
Bavurçuk Art Tekin beş büyük kapısı olan Beşbalık surlarını dolaşmadan, kendisinin iyi bildiği, hakana mahsus olan içteki şehir kapısı önüne gelip durdu. Kapı muhafızları asık suratıyla kılıç ve mızraklarını çıkarıp sordular.
– Kimsin?
Bavurçuk yüzünü gösterdi.
– Ben Bavurçuk Art Tekin, şehzade! Neden beni tanımadınız? diye bağırdı
– Aç şu kapıyı!
– Bavurçuk! Bavurçuk Art Tekin gelmiş! dediler ve mızraklarını indirdiler.
– Sizi öldü diye haber getirdi bir haberci!
– Öldüm ve dirildim! dedi Bavurçuk dalga geçip
– Han sarayına girmem gerek!
– Bizde böyle bir yetki yok. Kapıcı başını çağırayım!
Genç muhafız kapıyı azıcık aralayıp içeri girerek kapıcı başını getirdi. Muhafızlar sessiz beklemekteydi. Kapıcı başı uzun boylu, dal gibi ince, saçını kazıtmış bir adamdı. Bavurçuk’u görünce kaşlarını çattı, gözleri kızarıp dudakları mosmor kesildi. Sadece yüzünde değil vücudunda bile bir damla kan yokmuş sanki kemikten ibaret gibi soğuk ve kaskatı bir adamdı. O, aniden Bavurçuk’un elini tutmaya yeltendi ama Bavurçuk çevik bir hareketle onun elini ters çevirdi. O uzun ayağını vücuduyla beraber hareket ettirip darbe indirmeye çalışırken Bavurçuk da ayağıyla hızlıca darbeyle karşılık verdi. Kapıcı başı kılıcını çıkardı, Bavurçuk onun elmas nakışlı kılıç tutan koluna bir tekme indirdi. Kapıcı başının kolu sızladı parmakları fitil gibi yumuşayıp avucunda hiç güç kalmayınca kılıç yere düştü.
– Yeter artık! dedi Bavurçuk hiddetten başı dönmüş şekilde kapıcı başını sert bir şekilde uyarıp
– Ben seninle dövüşmeye, kılıç oynamaya gelmedim. Cenabı zat İdikut babam İyen Tömür huzuruna geldim. Eğer sözüme kulak vermezsen kafanı keserim. Şimdi git, ona söyle, bana izin versin! dedi.
Kapıcı başı Bavurçuk Art Tekinden korktu.
Gururu kırılmış, gözleri açılıp kalmıştı.
– Tamam, şehzadem, tamam! diyerek geri dönüp içeriye doğru yürüdü.
Kapıcı başı beklenmedik bu olayı İyen Tömür’e detaylıca anlattı. İyen Tömür sanki ateşe ayak basmış gibi irkildi. Bir şey söylemek istedi ama elini göğsüne koyup birden bire yığılıp kaldı. Biraz sonra yüzüne kan geldi, kesilmiş nefesi tekrar canlandıktan sonra gür bir sesle bağırdı.
– Girsin! Ne bekliyorsun! Hemen girsin!
– Baş üstüne, hakanım!
Kapıcıbaşı el bağlayıp geriye çekildi.
– Haberci yalan söylemiş! diye düşündü hakan öfkelenip, – O haini bulup darağacına çekmek lazım. Evet, hemen idam etmek lazım. Bavurçuk’u da idam etmek gerek! diye söylendi.
Bavurçuk Art Tekin girdi ve babasının önünde baş eğip diz çökerek oturdu. Uzak süren ayrılıktan sonra İyen Tömür başını çevirip oğluna dik dik baktı. Ama oğlu babasına özlemle bakıyordu.
Yumuşak bir sesle mırıldanıp
– Seni özledim baba! dedi.
– Bırak! diye haykırdı! Babasının gözleri çakmak çakmaktı.
– Ben senin baban değilim! dedi hiddetle.
Bavurçuk, babasının rahmet ve şefkatini değil, katilin cezasını vermesini bekliyordu. Babasının ne düşündüğü belli oldu. Ne olursa olsun Bavurçuk, babasından vazgeçmedi ve ebediyen vazgeçmeyecekti. Ama Bavurçuk kendi derdini, babasının izlediği yolun halkı çıkmazlara sokacağını anlatmaya çalıştı.
– Sözümü reddetme baba! Bu benim seninle son görüşmem ve son sözümdür. Ben kendimi bir aslan olarak görürüm. Sana göre benim boynumda zincir vardır. Ama bunu kalbim asla kabul etmez. Bu bir gerçek. Herkesin sığınacak bir kutsal ağacı olurmuş, seninki karaağaç, rahmetli annemin ise ceviz ağacı… Evet, benim ağacım ise halktır. Ben ona sığınırım… Ben intikam almaya, kin beslemeye gelmedim. Seninle devlet davası gütmeyi kendim için bir noksanlık görmüyorum. Sen beni affetmeyeceksin, bunu biliyorum. Halk senden neler beklemişti, biliyor musun? Bilmiyorsun. Hatalarını, kusurlarını düzeltmezsen bu halk seni asla bağışlamaz. Sen bu devletin kötü bir rehberi olduğunu hiç düşündün mü? Her şeyi fenalığa dönüştürmüşsün. Devlet içinde asalak beyler çoğalmış.
Bavurçuk Art Tekin’in sözünü hiç dinlemeyen İyen Tömür onun sözünü kesti.
– Benim değersiz cevherim Tarkan’ı gördün mü?
– Gördüm, onu öldürdüm.
Buna inanmayan İyen Tömür bir kahkaha attı, gözlerinden yaş geldi.
– Ha ha ha! Pah! Pah! Onun gibi bir aslanı öldürmüş! Bu lafına hiç inanmam. Hepsi yalan! Hepsi boş laf! Ancak, Kıtan’dan kaçıp geldiğin doğru. Kan döküleceği de doğru.
Bavurçuk Art Tekin kendini tuttu.
– İnsan için tac giymek şart değil. Evet, sen onun farkında değilsin. Halbuki namus ve vicdan sahibi olmak, millete karşı kendi sorumluluğunu bilmek şarttır. Ben rehine verildim. Bu benim için hakaret. Kaçtığım doğru! Onlara direnebilen gücümüz, ordumuz var. Bundan böyle Kıtan, İdikut’un düşmanıdır. Sen artık Kıtan’la teke tek savaşacaksın… Şimdi çağır! Zindancıbaşını çağır!
İyen Tömür sustu ve ona baktı, sonra zindancıbaşını çağırdı. Adam sallana sallana girdi ve kazan gibi göbeğine ellerini koyup, ciddi bir tarzda emir bekledi.
– Bavurçuk’un el ve ayaklarını bağla! Götürüp Zindana at! Yarın halk önünde darağacına çekilsin! Ben de göreceğim, ben olmadan öldürmeyin. Bu çok tehlikeli bir hain! Dikkat et! Kaçmasın!
– Baş üstüne! Emrinizi yerine getireceğim! dedi zindancıbaşı el bağlayıp. Adamın suratı karardı. Gözakı, ölmüş öküzün gözü gibi büyüdü ve neredeyse yuvasından çıkacak gibi oldu.
– Yürü, önüme düş! diyerek Bavurçuk’un arkasına geçti.
– Baba! Babacığım! dedi Bavurçuk Art Tekin ve dışarı yürürken rol yapar gibi durup arkasına döndü, babasının bu fermanını kabul etmiş gibi göründü. Atay Salinin fikriyle Bavurçuk Art Tekin’in fikrinde bir benzerlik yaşandı.
– Ne yazık ki ölümümü üstadım göremeyecek, askerlerim göremeyecek, görselerdi, ne güzel olurdu.
İyen Tömür, bir elini altın kemerine dayayıp perişan bir halde nereye bakacağını bilemeden şaşkın bir halde kaldı. Odaya bir sessizlik çöktü. Bu sükûnet sanki hakikatin üstünlüğünü ilan ediyormuş gibi geldi ona…
Ertesi gün Beşbalık’ta bunaltıcı bir hava vardı. Bavurçuk Art Tekin’in ellerine kelepçe ve ayaklarına pranga takılmıştı. İki cellât onu sürükleyerek geliyordu. Bavurçuk Art Tekin’i görmek için Beş-balık sokaklarında ve şehir surlarında büyük bir kalabalık oluşmuştu. İşte infaz vakti geldi. İyen Tömür halkın önüne çıktı. Bavurçuk Art Tekin, kara bulut gibi gelmekte olan askerleri gördü. Öleceğim diye ağlamadı, aksine sevincinden gözlerine yaş doldu. Askerlerin önünde Atay Sali geliyordu. Onlar ipleri sarkmış darağacını kuşattılar. Askerlerin zırh, miğfer, kılıç, mızrak, kalkan ve baltaları güneş ışığında parlıyordu. Bindikleri atlar huysuzlanıp, başlarını silkeleyip, kişneyip, yerinde oynayıp duruyordu. Bunlar neden buradalar? Bu olay İyen Tömür’ü telaşa düşürdü. Ama bunun sebebini Bavurçuk’u idam ettikten sonra soruşturmayı uygun buldu. O başını salladı. Zindancı başı biraz öne çıkıp endişeyle bekleyen halkın önünde fermanı okudu.
– Kutlu İdikut İyen Tömür’ün fermanı! diye okumaya başladı ve herkesin yüreğine korku saldı, yüksek sesle okumaya devam etti.
– Kıtanlardan kaçan hain, İdikut’un tarkanını öldüren katil Bavurçuk Art Tekin darağacına çekilip cezalandırılsın! dedi ve biraz durakladıktan sonra imza ile ferman sahibini okuyuverdi.
– İmza, İdikut İyen Tömür.
Ortalık derin bir sessizliğe büründü. Herkesin gözü Bavurçuk Art Tekin’e dikildi. Başına miğfer, üzerine zırh giymiş İki cellât gelip Bavurçuk’un ellerindeki kelepçe, ayaklarındaki prangayı boşalttı. Kaçmasını önlemek için boynuna kement geçirdi. Başını bir kara tahtaya soktu. Bavurçuk Art Tekin birden haykırdı, – Elimde sesli ok ve yayım yok! Varsa bana verin, ne olur! Kendi kendimi hedef alacaktım. Atmıyor musunuz? dedi mağrur halde askerlerine.
Askerler bu defa da Bavurçuk Art Tekin’in fermanını dinlemedi. Bu yüzden Bavurçuk Art Tekin kendi kendini öldüremedi. Aksine onlar nice bin ok ve yayla İyen Tömür’ü hedefe aldılar.
– Kutlu Yiğit! Bavurçuk Art Tekin! İdikut Bavurçuk! diye haykırdı askerler.
Bavurçuk Art Tekin’in başına geçirilmiş kara bir maske vardı, etrafında neler olduğunu göremiyordu. O sadece sesli ok ve yayın ıslığını duydu ve endişeye kapıldı. Kendisinin keşfettiği sesli ok ve yay kendi yüreğini delmedi, acı vermedi. “Kimi hedef aldı acaba?” diye merak etti. Boynundaki kement ve yüzünü kapatan maskeyi birisi çözdü.
– Hemen, şimdi! diyen sesten bu kişinin üstadı Atay Sali olduğunu anladı.
– Kim öldü?
– İyen Tömür! İdikut!
Bavurçuk Art Tekin’in vücudunu bir titreme kapladı, sonra çocuk gibi sesini koyverdi ve ağlamaya başladı.
– Ah babam! Onu neden öldürdünüz?
– Halkın hükmü böyle! dedi Atay Sali ve onu çocuğu gibi bağrına bastı, kıvırcık saçlarını okşadı
– Bundan böyle senin baban da annen de halktır! diyerek teselli etti.
Ötede bir yerde, ıslık çalan okun isabet ettiği İyen Tömür uzanmış yatıyordu. Yanında kimse yoktu. Bavurçuk Art Tekin titreyen ayaklarıyla oraya, babasının cesedi yanına adım adım yaklaştı, açık kalmış gözlerini usulca kapattı. Cesedini yavaşça kaldırıp kucağına aldı ve hasretle yüzünü onun yüzüne değdirdi, bağrına sıkıca bastı. Yaş dolmuş gözlerini yumdu. Üç dört asker gelip darağacını ateşe verdiler. Zindancıbaşı askerlere uzun uzun yalvardı, yakındı, feryat etti, sonra sesi kesildi.
Atay Sali, Bavurçuk Art Tekin’in yanına gelip,
– Sabret, çok üzülme. Bu adam kendi kabrini kazmış. Bak, cenabı Bavurçuk Art Tekin! diyerek eliyle işaret etti
– Başını çevir, o tarafa bir bak, işte geliyor!
Bavurçuk Art Tekin başını kaldırıp baktı. Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Buka gibi muhterem zatlar geliyordu.
– İşte senin yiğitlerin! Onları kurtardılar! dedi Atay Sali.
Bavurçuk Art Tekin bir şey demedi. Giysileri yıpranmış, sakal bıyıkları uzamış, toprak rengine bürünmüş masum insanlar Bavurçuk Art Tekin’le görüşüp, baş sağlığı dilediler ve mateme iştirak ettiler. Akıllı bir adam olan Tora Kaya, – Sen hiçbir şeyden korkmayan cesur bir aslansın, boynun bükülmesin! Halk seni bekliyordu. Kendi derdinden daha büyük bir dert var! O da halkın derdidir. Onların bağımsızlık ve hürriyet derdi var. Biz seninle beraberiz! Biz seninle olmaktan şeref duyuyoruz! dedi.
Bavurçuk Art Tekin onun güzel söz ve düşüncelerinden memnun oldu. Aslında İdikut onu aydınlatmıştı…
Bavurçuk Art Tekin babasını Beşbalık kabristanına değil başka bir yere ya da rahmetli annesinin yanına defnetmeyi düşündü. Babası için bir yün gömlek dokuttu, ayağına kilimden bir çorap giydirdi. Tabip ve eczacıları getirip, ebedi saklansın diye babasının cesedini mumyalattı ve onu Astana kabristanlığına törensiz bir şekilde gömdü.
Kabir taşına “İdikut İyen Tömür, Halk gazabının kurbanı” diye yazıldı.
GİZLİ DERT
Bavurçuk Art Tekin İdikut Devletinin İdikutu olarak tahta geçti, bu sebeple yapılan kutlama töreninde İdikut halkı şöyle dedi, – Türk sülalesinden İdikut olan hakanımız, hanımız, efendimiz, halkın amiri, Tanrı temsilcisi İyen Tömür’ün oğlu Bavurçuk Art Tekin’den biz çok memnunuz. Tanrı onu yüceltsin. Ona uzun ömür versin ve mutlu yaşatsın. Ona eşsiz bir saltanat ve istikrar versin. Onun toprağını genişletsin ve zenginleştirsin. İdikut halkı onun hayır ihsanı ve iyiliğinden yıldız gibi parlasın, saadet bulsun. Onun gayesi gerçekleşip Uygurlar huzur bulsun. Tanrı onun gazabına uğrayan düşmanlarını zelil ve perişan etsin!
Bavurçuk Art Tekin İdikut devletine İdikut olduktan sonra halkın durumunu yakından öğrenmek için uzun bir yolculuğa çıktı. Tora Kaya ve Tarkan Bilge Buka da ona eşlik etti. İdikut’un atlı muhafızları eşliğinde yola çıktılar. Turfan halkı ve onların toprağı nice yıldır soğuk ve şiddetli rüzgâr, kar fırtınası ve yağmur görmemişti. Yazın İdikut’ta insan tahammülünü aşan aşırı sıcaklar oluyordu. Özellikle bu sene insanlar hep bodrumlarda yaşadı. Kuşlar uçsa kanatları yandı. Bu yüzden bu yerlerde dolaşan hayvanlardan ceylan, ak samur, yabani eşek, Tibet öküzü, kuşlardan ise kartal, şahin, çakırdoğanlar Turfan civarında gezinip duruyordu, hepsi Tanrıdağ sularına susamış da hiçbir şeyden korkmadan, çekinmeden su arıyor, su bulunca hep beraber başlarını sokup su içiyordu. İdikut Bavurçuk Art Tekin’e refakat eden devlet erbabı da subaşına gelip durdular. Bindikleri atlar, ağzına takılan gemler çıkartılmamasına rağmen dudaklarını suya gömmüş adeta suyu sömürüyorlardı.
Tanrıdağ, tepesinde güneş doğmadan önce çobanlar tabak kuyruklu kara koyunlarını bu tarafa doğru sürüp geliyordu. Suya yaklaştıklarında onların sürü sahibi oldukları anlaşıldı. İdikut onların ceketlerinin sırtına sarı sırma iple gül ve ağaç desenleri işlendiğini fark etti, bu onların özel bir işareti olsa gerek. Çobanlar bu sıcaklara alışmış olmalı ki hiç terlemiyordu. Yüzleri, kara taş gibi parlıyordu. Ellerinde sopa, omuzlarında ok ve yay vardı. Onlar selamlaştıktan sonra hakanın sol tarafında oturdular ve avuçlarına su alıp yüzlerini yıkadılar. Bu garip misafirlere kimsiniz, nerden geliyorsunuz diye sorulmadı. Onlar sadece kendi işine bakan dürüst adamlardı.
– İdikut devletinin hakanı, Bavurçuk Art Tekin adlı bir yiğitmiş, doğru mu? Duydunuz mu? dedi bir çoban İdikut’a bakmadan yüzünü yıkarken. Sudan bir iki avuç ağzına aldı ve çalkaladıktan sonra bir tarafa tükürdü, sözüne devam etti, – Babasını kendisi öldürmüş! Cesur bir adammış. Babasını öldürmesi kötü bir şeydir. Ama o yiğit, Kıtanlara karşı hareket ediyormuş. Duyduğuma göre, babası onu Kıtanlara rehine olarak göndermiş. Biz kış olsun yaz olsun Turfan’a hiç giremeyiz, bu dağ, otlak, sulak vadilerde yaşayan insanlarız.
Bavurçuk Art Tekin, yanındakilere sakin olun mesajını vermek için başını hafifçe salladı ve güldü. Tora Kaya, Tarkan Bilge Buka kendilerini tuttular ve onlara sıcak baktılar. Muhafızlar da Bavurçuk Art Tekin’in “Sakın bir şey yapmayın!” mesajı veren işaretini anladılar ve kılıçlarını kılıfından çıkarmadılar. Bavurçuk Art Tekin çobanları biraz daha dinleyip sonra kendini tanıtmayı düşündü.
– Koyun çok, otlatmak da zor değil ama bu işte zorluk çıkaran bir şey var. Hiç hoşuma gitmiyor. dedi çoban.
– Onu öğrenebilir miyiz? diye sordu İdikut ona gülümseyerek bakıp. Çoban sinirlenerek yerinden kalktı ve bu garip yolcuya sert baktı.
– Bir olan Huda’ya et, ekmek, altın gümüş gerekmez. Ama yerdeki hudalar; hakanlar, serseriler; altın gümüş, et, at, sığır… hepsini alıp götürür yer! Namussuz vicdansızlar! Ejderha! Huda’ya yemin ederim ki, gerçekten ejderhalar! Bak kardeşim! Bunlar boş laf değil, hepsi gerçek! Ben yetmiş yaşını geçtim. Ömrüm sürü otlatmakla geçiyor. Sürülerim Kıtan’a gidiyor. İdikut halkının açları yok mu? Aç kalmıyor mu? Hayır, açları çok! Onlar neden et yemesinler? O alçaklar bizden koyun, Beşbalık’tan at toplayacaklar! Neden topluyorlar? Neden Kıtan’a veriyorlar? İşte bunu anlamıyorum. Ben bu defa Kıtan’a hiçbir hayvan vermeyeceğim!
– Vereceksin diye zorlarlarsa koyunlarımı Tuyuk Bezeklik dağ vadilerine ya da Yargol vadisine süreceğim. Bunu da bilerek yaptım diye yeni hakanın huzuruna gideceğim. Onun gazabına uğrasam da gam değil.
Bavurçuk Art Tekin halk arasında Kıtan’a ilişkin gerginlik ve nefretin uyandığını bu çobanın samimi sözlerinden anlayıp çok memnun oldu. Onun omuzundan tutup gülümseyerek, – Kıtan’a hiçbir hayvan vermemeniz doğru bir tavır!
Çoban bu açık sözlü adamın kim olduğunu merak edip sordu.
– Akıllı adama benziyorsun! Sen kimsin?
– Ben İdikut! Bavurçuk Art Tekin!
O yerinden sıçrayıp dizlerini döverek kendini tutamadan kâhkaha attı ve sopasıyla İdukut’u dürttü.
– Bavurçuk Art Tekin’in yolundan git! Sende bende öyle talih nerede! Sen belki abdal yahut dervişsin? Ey ahmak! İdikut böyle dolaşır mı? Subaşında, koyun arasında benim gibi zavallıyla sohbet eder mi? Ahmak! Kafan olsa da aklın yokmuş senin! Dervişliğini yap! Eğer hakan senin gibi halk arasında dolaşıp halkın sıkıntısını ve derdini kendi gözüyle görmüş, şikâyetini duymuş olsaydı benim sevdiğim İdikut olurdu.
Bavurçuk Art Tekin her ne dese de ona kendisinin gerçekten İdikut olduğuna inandıramayacağını anladı ve onun elini sıkarak, – Beni yazda Beşbalık’tan, kışın Turfan’dan bulabilirsiniz! diyerek vedalaştı.
Çoban yine inanmadı.
– İdikut’ta kalender dervişler çoğaldı. Belki tekrar burada görüşürüz! diyerek İdikut’u dervişe benzetip alay etti. O, abasını sürüyüp beş on adım yürüdü, atlarını mahmuzlayıp uzaklaşan adamlara bakarak düşündü.
– Bir düşün ki, öyle güler yüzlü, samimi bir adam derviş değil, tüccar değil, o zaman kim? Muhafızları çokmuş! İdikut diyor! Hayır! Bunlar Tilavet Mabedine giden zavallı rahipler olsa gerek.”
Çoban derin düşüncelere daldı, abasının geniş kolunu sallayarak onların arkasından bakakaldı.
Çobanın açık sözü ve fikirleri İdikut’un aklıda kaldı. Bu gizli yolculukta her türlü kişiyle yapılan görüşmelerde İdikut’un üzülmesinden korkan ve çok mahcup olan Tora Kaya bu tür yolculuğun devam etmesinin şimdi gereksiz olduğunu İdikut’a usulca anlattı.
– Cenabı âli zat Bavurçuk Art Tekin! dedi biraz duraklayıp,
– Böyle yolculuk yapan bir hakanın birden bire saraydan ayrılmasını halk bilmese gerek. Yoksa şimdi olduğu gibi anlaşmazlık ortaya çıkar. Ben sizi yanlış yola sevk etmişim. Halk bizim halkımız olsa da düşman yabancıdır… Bundan kaygılanıyorum.
– Bazılarının bilmiş, bazılarının bilmemiş olması daha iyi diye düşünüyorum muhterem serdar! dedi İdikut nezaketle, – Korku ve endişeyle bu devleti yönetemem.
Tora Kaya, Tekin’in bu güzel cevabını beğendi ve bu konuda bir daha ağzını açmadı.
– Yine dolaşalım! dedi Bavurçuk Art Tekin merakla, – Duymaktansa görmek, dokunmak daha iyidir! diye konuştu.
O, Astana kabristanının yanındaki Turfan kabristanlığına doğru yürüdü. Beraberindekiler onu takip ettiler. Bavurçuk Art Tekin çok büyük bir üzüm teveğinin yanına geldiğinde alaca kır atından yere atladı. Muhafızlar onun atını bir ağaca bağladılar. Diğer iki devlet adamı Bavurçuk Art Tekin’in arkasından girdiler. Üzüm teveklernin ötesinde buğday harmanı vardı. Yanındaki birçok çuvala buğday doldurulmuş ve bir tarafa yığılmıştı. Geniş ve uzun üzüm teveklerinin altında serin bir hava vardı. Gölgelikler temiz süpürülmüş, her şey yerli yerinde, gölgeliğin bir tarafında ise marangozluğa ait aletler asılmış duruyordu. Burada saçları bembeyaz yaşlı bir karı koca bir şeylerle meşgul oluyordu. Kocası kalburla buğday ayıklıyordu, karısı ise at kuyruk ve yelesinden yapılmış elekle un eliyordu. Koyu renkli bir sepette meyveler sebzeler duruyordu. Ocakta yemek, tencerede ekmek pişiriliyordu. Su kabağında soğuk su vardı. Ahşaptan yapılmış teknede elenmemiş unun yarısı duruyordu. Kazan başında kavak kütüğünden güzelce oyulmuş, tam ortasına çubuktan bir sap geçirilmiş kova ve onun gibi kaplar bir şeylerle doldurulmuştu.
Başına takke giymiş yaşlı koca, bu yabancı misafirleri görünce elindeki kalburu henüz elenmemiş çerçöp dolu buğday üzerine fırlattı ve toz toprakla bulanmış ellerini yıkayıp, beyaz gömleğinin eteğine sürdü. Sık sakal ve bıyığını okşayarak, uzun boylu, gövdeli bu gençlere baktı. Bu yabancı kişiler gülümseyerek yaşlı kocaya doğru yaklaşıyordu. Selamlaştıktan sonra yaşlı koca sordu, – Siz nerelisiniz? Buraya neden geldiniz? Burada ne arıyorsunuz?
Yaşlı çiftçi bu sorularla onları tanımak istedi,
– Buyurun, içeri girin, oturun!
– Ben Beşbalık’ta doğdum! diye kendini tanıtmaya başladı Bavurçuk Art Tekin, bu defa kendini gizlemedi
– Adım Bavurçuk! İdikut Devletinin hakanı. Sizin durumunuzu öğrenmek için geldim.
Bavurçuk Art Tekin, yanındakileri tanıtmadı. Onlar da hiç konuşmadan hanı dinlediler.
Yaşlı çiftçi başını sallayıp gözlerini yumup kahkaha attı. Gülmekten kendini tutamayıp yaşlı karısının yanına giderek bir şeyler söyledi, karısı da güldü. Sonra dönüp, kirlenmiş takkesini elinde sıkıca tutarak,
– Buyurun hakanım! buyurun! Yukarı geçin! Sıcak ekmek yiyin çay için! dedi.
Misafirler eski bir minder üzerinde oturdular.
Ak yağlık takmış yaşlı karı temiz kâselere çay döküp, kocasının yanına gelerek yufka ekmekleri böldü. Kocasına, fısıltıyla, bu ekmekleri onların kâselerine koymasını söyledi ve oradan yavaşça uzaklaştı. Misafirler bir birine manalı manalı baktılar. Adet gereği Bavurçuk Art Tekin çaydan birazcık içti, diğerleri ondan sonra içmeye başladılar. Onlar keyifle oturuyordu. Yaşlı koca, kendisini İdikut diye tanıtan kişiye sürekli bakıyor, binbir türlü düşünce kafasını karıştırıyordu.
“İdikut diyor! Hakan diyor! Altın taç takmayı sen de arzu ediyormuşsun! Huda’nın toprağında kimler doğmuyor? Ama yeter ki kendini ve başkalarını kandırma!” diye düşünen yaşlı adamın gözü misafirlere dikilmişti. Bavurçuk Art Tekin’in İdikut olduğuna hiç inanmadı. Kendinden söz etmeye başladı.
– Ben yaşlandım! Gücüm tükendi ama şükrediyorum! dedi. Bavurçuk Art Tekin’e dönerek, – Bir şey sorarsan cevap vereyim ama sizin gibi yalancı değilim!
– Tarlanız var mı? diye sordu Bavurçuk Art Tekin.
– Var ama karnımız aç!
– Neden?
– Buğdayı Kıtan’a vereceğiz. Gördüğünüz şu çuvallardaki aşlık Kıtanlara gidiyor. Bana kalanı işte yerde duruyor. Yaşamak gerek, o yüzden üzüm de satıyorum!
– Niye Kabristanlığa bitişik ev yaptırdınız? diye sordu İdikut.
– Ölülere diri adam gerek! Onları gözetliyorum, koruyorum. Burada İdikut’un önceki kutsal ataları yatıyor. İdikut İyen Tömür de burada. O hakandan bize iyilik gelmedi. Kıtanlara gerek, hakana gerek diye elde ettiğimiz her şeyi tastamam aldı götürdü. Bize bir şey bırakmadı. Bugün İdikut olmuş kişi doğruyla yanlışı, dostla düşmanı ayrıt edebilse, iyilere ödül kötülere ceza vermeyi becerebilse güzel olur diye düşünüyorum. Duyduğuma göre o han, memleketten memlekete dolaşıyormuş. Umarım halk arasında saygı ve şeref bulur! İdikut’umuzun ömrü uzun, hanlığı ebedi olsun! dedi.
Biraz durdu ve Bavurçuk’a,
– Sen kendini iyi bir insan zannediyor musun? diye sordu ciddi ciddi bakarak.
Bavurçuk Art Tekin durakladı. Halk ve devletin önünde büyük hizmetleri başarmadan, “Evet ben iyi bir insanım!” demeye cesaret edemedi.
– Rahat ol! Kimse kendine ben iyi ya da kötüyüm diyemez ki. Han da öyledir! dedi yaşlı koca.
– Ben Beşbalık’a gittiğimde İdikut’a bir mektup yazıp ne gördüm ne duydum, hepsini anlatacağım!
– Okuyan adam nur gibidir. İlim, kalbini aydınlatır. Mektup yazacak mısın? dedi. Mektup yazacağına inanan yaşlı koca
– Yazarsan şöyle yaz!
“Halkının umudu Bavurçuk!
Haset şifasız bir derttir. Hasetten sakınmak gerek! Halk durup dururken zulme maruz kalmasın. Hanın sözü ve ameli doğru olsun! Sarayda hatun kızlar cariyeler azalsın! Sefahat düşkünlüğü olmasın, bizi ara. Gelip bizi bir gör. Senin göz nurun halktır!”
– Tamam, şimdi sen Beşbalık’a vardığında Bavurçuk Art Tekin hakanımıza bu mektubu ilet!
Bavurçuk Art Tekin bu sözleri duyunca ferahladı. Elini göğsüne koyup teşekkür etti.
– Hoşçakal amca! Seninle görüştüğüme memnun oldum. Doğru söylüyorsun, Bavurçuk’un göz nuru halktır. Bunu unutmamak gerek!
Bavurçuk Art Tekin gene yoluna devam etti. Bu defa pamuk tarlasını gezdi. Gökten bulut parçaları inmiş gibi görünen pamuklara hayran oldu. İpek dokumacılarıyla tanıştı, ipek böceklerini gördü. İpek çekip güllü ipek yapanların maharetlerini merakla seyretti. Turfan şehrinin kadın ve kızları ipek dokuma hünerinde mahirmiş. İpeğin çeşitli renkleri göz kamaştırıcıydı.
Bavurçuk Art Tekin bu küçük ama görkemli atölyede bir hayli dolaştı. Kızlar Bavurçuk’u kuşattılar. Tatlı sözlü, güzel kızlar,
– Vergi için mi geldiniz? diye gülmeye başladılar.
Bavurçuk Art Tekin onlardan hemen sordu.
– Bir yılda kaç top ipek ödemek zorundasınız?
– Üç yüz bin top ipek! Fermanda böyle yazılmış.
– Kime veriyorsunuz?
– Kıtanlara, kime olacak! diye söylendi kızlar.
– Biz Bavurçuk Art Tekin’in emriyle buraya geldik. Bundan böyle Kıtan’a bir top ipek bile verilmesin! Bavurçuk Art Tekin’in fermanı böyle! dedi.
Dokumacı kızlar bunu duyunca çok sevindiler.
– Bu müjdeniz için size beş çeşit renkli ipten dokunup dikilen kaftan giydireceğiz! dedi kızlar ve sevinçli bir şekilde Bavurçuk Art Tekin’e o kaftanı giydirdiler.
– Size çok yakıştı! Biliyor musunuz? Giydiğiniz bu kaftana bizde “kış kış” denir.
– Duymuştum, ama giymeye fırsatım olmamıştı. Hakikaten güzelmiş.
– Altın ip, yani zer ip yapmakta ustayım! dedi çok güzel bir kız. Onun ince, kıpkırmızı dudakları arasında bembeyaz ve düzgün dişleri belirli belirsiz bir şekilde görünüverdi
– Evlendiğiniz zaman bize haber verin! Biz ipekten istediğiniz şeyi dokuyacağız. Ama düğününüze bu kızların hepsini davet edeceksiniz.
– Ben evli bir delikanlıyım! dedi Bavurçuk Art Tekin. her hangi bir dedikoduya mahal vermemek için onlara doğruyu söyledi.
– Hakan olsaydınız hepimiz sarayınıza gidip hizmetinizde bulunurduk. Ne çare, hanlık her gence nasip olmaz ki! Eşiniz güzel mi? Nereli? diye sordu kızlar merakla.
– Bana göre güzeldir! dedi Bavurçuk Art Tekin gülümseyip, – Beşbalık’lıdır. Turfan’da ve Beşbalık’ta sarayım var.
Bu söz kızlara tuhaf geldi, birbirlerine baktılar ve
– Bazen büyük laf ediyorsunuz değil mi? diye gülüştüler.
– Siz de çok şakacıymışsınız. Sarayın kapıcıbaşı desenize! Hanmış gibi sarayım var diyor ya! Biz size yiğit bir muhafız desek… Olsun! Dilediğinize kavuşun! Size hakanlık yakışır! Bizim kaftan üzerinizde durduğu müddetçe İdikut olabilirsiniz! diyerek kızlar tekrar gülüştüler.
Bavurçuk Art Tekin’in bu kızlarla konuşması da iyi geçti ve her iki tarafın gönlünde güzel izler kaldı. Bavurçuk Art Tekin dışarıya çıktığında düşünceli bir şekilde Tora Kaya’ya sordu.
– Devlet hazinesinde ne var?
Tora Kaya hiçbir şey yok demeye cesaret edemedi.
– Var, yok… diye kekeledi.
– Açık söyle! diye ona sertçe baktı Bavurçuk Art Tekin
– Kıtanlar bizden kaç bin gümüş aldılar?
– İki yüz bin gümüş.
Bavurçuk Art Tekin, birdenbire üzüldü.
Sonra kuyumcularla görüştü. Altın gümüşten yapılan mücevherleri gözden geçirdi ve oradan çıktı. Öyle sessizce yürüyerek Tuyuk ve Beşbalık mağaraları, dağlar oyularak yapılmış mağara evlerindeki Budaları gördü, secdeye kapandı. Bindikleri atları bir hayli uzakta, mağara üzerinde bırakmışlardı.
– İrdiminhan İdikut, Aslanhan İdikut’un yaptırdığı bin evler! Bu evlerdeki Budaları korumamız lazım! dedi İdikut. Tarkan Bilge Buka’ya bakarak
– Muhafız yokmuş, bundan sonra gönderelim.
– Baş üstüne hakanım! diyerek Tarkan el bağlayıp başıyla tasdik etti.
– Olur!
– Siz! Cenabı Tora Kaya! Bundan bizzat sorumlusunuz. Güç elinizde, asker de. Korumayı artırmada fayda var.
Tora Kaya el bağlayıp, – Baş üstüne! Hepsini yerine getireceğim. Fermanlarınız uygulanacak! dedi.
Bavurçuk Art Tekin Bin Evlerden çıkmadan düşüncelere daldı. “İdikut halkına aferin!” fikri geçti içinden.
– Bu ne büyük emek! Mağara gibi oyulup yapılmış yüzlerce ev, yüzlerce Buda! Hepsi sapasağlam duruyor. Kimse dokunmamış. Kutsal toprak, kutsal evler!
– İdikut hanının cevheri ve ruh zenginliği halktır. Halk Budaları korumuş gibi geliyor bana! diyerek Tora Kaya hikmetli sözleriyle İdikut’un dikkatini çekti.
Tora Kaya’ya başını çevirip.
– Doğrudur! dedi İdikut.
Tora Kaya, İdikut’un arkasından geliyordu. O, hanın dönüp bakarak söz dinlediğini belli etmesini lüzumsuz olarak düşündü. O yüzden o yüksek bir yerde dimdik duran Bavurçuk Art Tekin’e bir adım yaklaşıp, Müslümanlarla Budistler arasında yaşanmış feci olayları anlatmak istedi. Lakin Cenabı Bavurçuk Art Tekin buna dikkat etmiyor gibi görünüyordu. Eğer böyle olursa onun şöhreti zarara uğrar diye düşünüp korktu. Ama Bavurçuk Art Tekin ilginç tarihi olayları biliyor olmasından mı yoksa Tora Kaya’yı denemek istediğinden midir, ondan sordu.
– Karahanlılar kim?
– Uygurlar! Müslüman olmuş Uygurlar.
– Satuk Buğrahan aslında Budist değil miydi?
– Evet! Uygur, ilk Müslüman olmuş Uygur. İdikut Budistleri de Uygurdur. Dini ayrı, ama dili birdir. Satuk Buğrahan İdikut te-basını dininden döndürmek için zorlu baskılar yaptı. Ama İdikut tebası Budistler kendi dini için kan döktü. Dinini korudu. Burada Budistlerin kanı vardır.
– Büyük zafermiş. Benden önceki İdikutlar nasıl cesaret göstermişler?
Tora Kaya telaş etmeden cevap verdi. Bavurçuk Art Tekin’in tarihi iyi bilen bir hakan olduğunu biliyordu.
– Pan Tekin, Tibetleri Turfan’dan kovdu. Önce Beşbalık’ı başkent yaptı. Orhun devletini kurdu. Orhun nehri sahilindeki Karabalasagun’u merkez durumuna getirdi. Bunu Cengizhan iyi biliyor. Pan Tekin akıllı, iyi bir komutandı.! diyerek devam etti.
– Bögü Tekin meşhur komutandı. Uygur askerleriyle Manas, Urumçi, Beşbalık’tan Kırgızları kovdu. Tibetlerin serdarı Sankungra’nın kellesini kopardı. İrdiminhan Karahanlıların saldırısına dayanabildi. Samani’nin oğlu Abdulfettah’la savaştı. Ama Art Tekin onu yendi ve Kuçar, Aksu, Karaşehir’i ele geçirdi. Aslanhan Beşbalık’ta geçici bir mağlubiyete uğradı. Art Tekin, Turfan’ı kendine bağladı. Ama Aslanhan Beşbalık’tan İdikut şehrine uzanan, Tanrıdağ’dan geçen dağ yolu geçidine çok sayıda asker toplayıp hücum etti. Art Tekin’i öldürdü. Turfan ve Karaşehir’i tekrar ele geçirdi. Sonra İdikut Uygurları bağımsız yaşamaya başladı. Demek ki İdikut’da düşmana baş eğmeyen ulu İdikutlular yaşamıştır.
– Siz bana nasıl bir akıl vereceksiniz cenabı Tarkan? diye müracaatta bulundu Bavurçuk Art Tekin .
– Bakalım siz ne diyeceksiniz?
– Güçlü bir ordu kurmak lazım! Kıtan’dan kurtulmak gerek. Cengizhan’ı dost edelim. Yabancıların eliyle yabancıları yok edelim!
– Siz ne dersiniz Cenabı Tora Kaya?
– Kıtan temsilcisi Şaykım’ın kafasını hemen koparmak gerek. Böylece biz Kıtan’dan ilişkimizi tamamen kesmiş oluruz. Cengizhan bunu elbette dikkatle izleyecek. Cengizhan’ın şöhretine güvenelim! Onun heybeti şaşırtıcıdır, önlem almak gerek. Ama bütün İdikut’un hatun kızları, genç ve yaşlıları Uygur ordusuna katılsın! Güç toplayalım!
– Doğru fikir! Öyle olsun! Önce Buda tavafını bir yapalım! Beşbalık’a dönelim. Evet! Beşbalık’a çabuk dönelim!
Onlar saraya doğru hareket etti. Önlerinde bu gizli yolculuğun engebelerini aşmak gibi zorluklar vardı.
BEŞBALIK
Kahraman Şehzade ve sabık İdikut’lar Beşbalık şehrini İdikut Devletine başkent yaptığında en evvel Beşbalık’ı düşmanın beklenmedik hücumuna dayanabilmesi hususunu ciddi olarak düşünmüşlerdi. Özellikle İdikut Aslanhan iç ve dış şehrin etrafını geniş ve yüksek surlarla çevirtmişti. Şehrin beş girişi vardı. Beşbalık surları önce sakız topraklar doldurularak bastırıp sıkıştırılmış büyük duvarlardan oluşmuştu. İhtişamlı, görkemli evler ise özel ocaklarda pişirilmiş, sonra mahir ustalar tarafından gül nakış oyulmuş tuğlalardan yapılmıştı. İdikut Bavurçuk Art Tekin, kolay bir şekilde inşa edilmiş, bu han şehrinde yaşıyordu. İdikut sarayı da bu şehirdeydi. Burada Tora Kaya, Tarkan Bile Buka, kapı beyleri, üstat Atay Sali, Uygur atlı süvarileri, sanatkârlar, heykeltıraşlar, mimarlar, saray hattatları ve hizmetkâr cariyeler yaşıyordu. Bunun dışında İdikut’un özel muhafızları, hatunu Aygümüş Melike ve onun harem ağaları da vardı.
İdikut Bavurçuk Art Tekin, devleti yönetmenin yeni yöntemlerini araştırdı. Fikir ve düşüncelerini saray müsteşarlarından gizledi. Sabahleyin han şehrinin surlarına çıkıp herkesi şaşırttı. Geniş ve derin hendekler boyunca yürüdü.
“Ben hürriyet istiyorum… Bu silahlı ev farelerinin bende ne alacağı olabilir? Beni neden takip ediyorlar? Kimden korkuyorlar? Elbette düşmandan, katilden! Düşman kimdir? Beni İdikutlu Uygurlardan koruyan ve saklayan kişi mi? Onlara güvenen kişi mi? Beni o anda darağacına neden çekmediler, ben Uygurlarıma neden inanmıyorum ki? Ben yabancıların mekânından gelmedim. Beşbalık toprağında doğdum. Kim benden üstün, kim benden yüce? Bana muhafız gerekmez! Saray yalnız İdikut Bavurçuk Art Tekin’in değil, bütün İdikutlu Uygurların kutsal evi olsa ne olur? Öyle olması daha münasip. Halk beni görsün, onlarla devamlı yüz yüze görüşebileyim. Onların arzu ve maksadını devamlı öğrenebileyim. Saraydaki en akıllı müsteşarları görevden alacağım, başkasından da vazgeçmek gerektir. Bana göre, ok çekip yay atmak, ata binmek, kılıç sallamak, mızrak fırlatmak çok kolaydır. Fakat İdikut olmak kolay değil. Durum şimdi çok çetindir!” diye düşünüp surlardan yavaşça inerek kimseye görünmeden saraya girdi ve Tarkan Bilge Buka’yı çağırttı.
Hemen hakan huzuruna gelen Tarkan Bilge Buka’ya İdikut’un fikri çok garip geldi, suratı bembeyaz oldu.
Bavurçuk Art Tekin, – Başka bir şekilde düşündüğümüzde, siz ilim hazinesine girmiş akıllı bir adamsınız! Benim en yakın müsteşarlarımdan birisiniz. Fikrinizi kabul etmeden hiçbir tedbir alınmaz, hiçbir ferman verilmez, hiçbir hüküm çıkarılmaz! derken büyük vezir hayatta kalacağını anladı, yüzüne kan geldi.
– Islahatınız çok doğru ulu hakanım! dedi baş eğip, – Doğru söylüyorsunuz! Başlatılan iş neticeli olsun. Fermanınızı halka duyuralım. Öyle olsun! dedi ve Tarkan Bilge Buka nezaketle dışarı yürüdü. Ondan sonra giren Tora Kaya, İdikut’un yüklediği vazifesini yerine getirip, şehir hazinelerinin tarihi hakkında hikâye anlattı. İdikut merakla dinledi.
– Peki erbabım! diye müracaat kıldı İdikut. Önünde diz çöküp oturan Tora Kaya’ya tebessümle baktı, – Bu devlette beş şehir vardır demişti atamız, âli zat, büyük âlim
Kaşgarlı Mahmut. ‘O şehirlerin halkı aşırı kâfir, en usta atıcılardı’ diyor. Bu şehirler; Sulmi, Koço, Hanbalık, Beşbalık, Yenibalık’tır diye yazmış Divanu Lügatit Türk adlı büyük eserinde.
– Peki! Buyurun hikâyenize devam edin! Beşbalık’ın eski bir şehir olduğu kesinleşti.
– Öyledir hakanım!. Şimdiki bu yazlık başkentimiz olan Beşbalık, Hunlar devrinde de bilinen bir şehirdir. Beşbalık toprağı kutsal topraktır. Burası Hun, Türk, Han ve Tang sülaleleri, Tibetler ve Karahanlı askerlerinin kanları dökülmüş kutsal bir yerdir. Ticarette meşhur olmuş bir şehirdir. Gök Türk Kağanlığı, Doğu Orhun Kağanlığı devride de ilişkiler kesilmemiştir. Doğmuş olduğunuz Beşbalık’ın ise çok mühim bir yerde inşa edilmiş olduğu tezkirelerde detaylı, net bir şekilde kaydedilmiştir. Kesişen yolların başucunda Turfan çok stratejik bir yere sahiptir diye düşünüyorum. Şimdilik bildiklerim bu kadar.
– Başka söyleyecekleriniz yok mu? dedi İdikut.
– Var! dedi Tora Kaya bu soruyu bekliyormuş gibi.
– Beyan buyurun, dinleyelim! dedi İdikut merakla.
Tora Kaya askerî işlere yönelik mühim, kritik bir meselenin ipucunu verdi. Onun fikri, Bavurçuk Art Tekin’in herkeslerden gizleyegeldiği fikirleriyle örtüşüyordu.
– Cengizhan! dedi Tora Kaya ve Bavurçuk Art Tekin’in yüzüne baktı, onun hiç surat değiştirmediğini görünce ciddi düşünmeye başladı.
– Cengizhan dünyaya egemen olacağım diye ilan etmiş. Eğer o Türkistan’a sefer düzenlerse, göreceksiniz ki, askerlerini buradan geçirmek için sizden izin isteyecek!
– Zor bir mesele! dedi İdikut fısıldayarak
– Peki bunun çözümü ne?
Bu sohbetin sonucunu Bavurçuk Art Tekin çıkaracak olsa da, bu soruya kendisinin cevap vermek zorunda olduğunu Tora Kaya hissetti.
– Siz kendi menfaatinizi, Cengizhan da kendi menfaatini düşündüğünde çözüm bulabiliriz diyorum.
– Benim fikrim de öyle! dedi Bavurçuk Art Tekin.
Bu, elbette Tora Kaya’yı en büyük müsteşar rütbesine getirdiğinin bir ifadesiydi.
– Bizim hal ve hareketimizi elbette Cengizhan takip ediyor. Eğer biz Kıtan elçisi Şaykım’ı öldürsek, Cengizhan bunu duyunca belki İdikut’a hemen elçilerini gönderir! diye kendi görüşlerini açıkladı Tora Kaya.
– Siz ve Cengizhan aynı çağda yaşıyorsunuz, aynı devrin insanlarısınız, bir birinizin ışık ve gölgesini bile görmeden yaşayamazsınız. İşte mesele burada.
Bavurçuk Art Tekin akıllı birisi olsa da “Moğol ve İdikut, her ikisi huzur içinde yaşayacak mı yoksa perişan mı olacak?” bunları şimdilik tam kestiremiyordu. Ama Cengizhan ile dostluk ilişkilerini başlatabileceğine inanıyordu. İdikut, gönülleri endişeye sürükleyen bu sohbete başka bir soruyla son verdi.
– Kaç tane at satıldı?
– On bin tanesi satıldı! Her bir at için kırk top atlas aldık!
– Beşbalık atlarına merak duyan devletler çok. Bu bizim için iyi. Ama bizden sonra at satılmasın. dedi İdikut kesinlikle – Bu bizim hazinemizdir!
– Baş üstüne cenabı Tekin! diyerek baş eğdi Tora Kaya.
Bu da onun kafasındaki bir fikirdi. Bavurçuk’un ağzından duyunca gönlü ferahladı, çok sevindi.
– İyen Tömür’e öyle demiştim, ama o kulak vermedi! dedi ve İdikut’a gülümseyerek baktı.
Bavurçuk Art Tekin, kendini öven adamı sevmiyordu.
– Ben övülmeyi sevmiyorum! dedi gülümseyerek ve mütevazi şekilde elini Tora Kaya’nın omuzuna koydu.
Tora Kaya, İdikut olduğundan beri Bavurçuk Art Tekin’de değişiklikler olduğunu hissetti.
– Sizi atlı askerler ve halk bekliyor. Sizi görmeyi istiyorlar. dedi Tora Kaya.
– Ben hazırım! Sizin de orda olmanız gerek. dedi Bavurçuk Art Tekin.
Tora Kaya,
– Ben sizinle … dediği an İdikut,
– Tek başıma çıkacağım. Beni koruyan asker ve muhafızlara gerek yok! Benim için özel çadır dikmeyi bırakın. Gün ışığında yanmam daha iyi. Halkımı yakından, kendi gözümle görmeyi istiyorum– dedi.
– İdikutlar tarihinde görülmemiş bir olay! dedi Tora Kaya
– Size halkın saygısı büyük!
– Kendimi bir deneyeyim, halk da beni denesin!
Tora Kaya münakaşadan çekindi, İdikut’un izniyle saraydan çıktı ve hazırlanan atına bindi. Komutanın özel muhafızları da atlarına binip ona yaklaşırken,
– Tek başıma gideceğim, bana şimdi gerekmezsiniz. Atlı seferime katılın! Bir ihtiyaç olursa söylerim! dedi.
Atlı muhafızlar şaşırıp kaldı.
Bavurçuk Art Tekin, güllü kumaştan ve mavi atlastan giysi giyip altın ve yakutla süslenmiş kemerini okşadı, başına altın taç taktı. Eline kılıç ve mızrak almadı. Sadece bir ucunda küçücük Buda heykeli bulunan hanlık asasını eline alıp dışarı çıktı. alaca kır aygırı, yeşim taşıyla süslenmiş eyer ve dizginle beraber hazırdı. O, çevik bir hareketle sıçrayıp ata bindi ve ok gibi fırladı. Beşbalık surlarında askerler dizilmiş duruyordu. Onlar Bavurçuk Art Tekin’i bekliyordu. Onların arkasında Beşbalık halkı süvarilerin maharetini izlemek için toplanmıştı. Kır atla onların önünden ileri geri koşarak geçen İdikut’u görünce,
– Kutlu Yiğit! İdikut Bavurçuk Art Tekin çok yaşa! gibi sedalar yükseldi.
Atlı ordu safında Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Kaya’lar bulunuyordu.
Askerî oyunlar başladı. Askerler topluca bölündü. İlk başta at üzerinde kılıç sallama, sonra mızrak, ok ve yay maharetleri ile merdivenle surlara çıkış hareketleri gösterildi ve savaş oyunları devam etti. Genç askerler, ellerine kılıç, mızrak, gürz alıp düşmanları mağlup etme maharetlerini de sergiledi. Onlar çok cesur ve çevik idiler. Savaş sanatı gösterisinde ise casusları takip ettiler, mızrak sapladılar, sesli ok yay attılar, Teke tek güreş ve dövüş yaptılar. İdikut bunları dikkatle izledi ve memnun oldu. Memnuniyetinden dolayı, elindeki Buda başlıklı asasını kaldırarak konuşma yaptı.
– Ey kahraman Uygurlarım! Ben sizden gizli hiçbir şey yapamam. Önce Batı Kıtan’dan kurtulmamız gerek. Bugün İdikut devleti tehlike altındadır. Cengizhan çok güçlüdür. O, Doğu Kıtan, Tibet, Curcit, Kuzey Doğu Çin hanedanını yerinden etti. Ona tabi olalım. Anlaşmaya varalım! Size baş eğeceğim. Büyük birliğimizi Tanrı korusun, Tanrımız Buda bize yardım etsin! Hepinizi Buda sergisine davet ediyorum. Kutlu günleriniz mübarek olsun!
BUDA MABEDİ SERGİSİ
İdikut devletinin resmî dini Budacılık idi ve şehirlerinde çok sayıda Buda mabedi vardı. Rahiplerin sayısı ise binlere ulaşmıştı. Onlar halka Budaları gösterme çabasıyla her sene kutlama düzenliyordu. Halk ise sergi yapılacak sokakları temizliyor, su serpiyor, evlerini süslüyor, bayram kıyafetlerini giyiyor, Büyük Araba, Küçük Araba Rahiplerinin karşısına çıkıp sevinçli bakışlarıyla ağırlıyorlardu. Erkek ve kadın giysileri de çok özeldi. Çocuklar ve gençler başlarına atlas takke, yaşlılar ise üzerinde bir kuş tüyü bulunan takke takıyorlar, etekleri sol tarafa açılan yuvarlak yakalı, dar kollu giysileri giyiyordu. Kızlar ve kadınlar ise dar kollu, güzel yakalı, etekleri önde açılan, vücut güzelliklerini belli eden giysiler giyiyordu. Kadınların başında altın sırma iplerle süslenmiş, üzerine baykuş tüyü dikilmiş takkeler vardı, bu tüyler arkaya eğilmişti. İdi-kut’taki Buda mezhebi eski Uygur dilinde “Büyük Kölüngü”, “Küçük Kölüngü” olarak adlandırılıyordu. Bunun manası “Büyük Araba”, “Küçük Araba” idi. Beşbalıklı hanım kızlar kulaklarına sarkma küpeler, saçlarına altın tokalar takmış, sokaklarda eğlenip Buda mabedi sergisini izlemeyi bekliyorlardı.
İdikut Devleti rahiplerinin üstadı Atay Sali davul çaldırıp Gumatı Mabedinin rahiplerini yemeğe davet etti. Mabette çeşitli tütsü ve fenerler yanıyordu. Mabedin içi aydınlık ve temizdi. Atay Sali yabancı misafirleri mabede yerleştirmişti. Onlar da rahiplerle beraber yemek yiyordu. Saçı tam kazıtılmış rahiplerin sesi hiç çıkmıyordu, başları yağlanmış gibi parlıyor, sürekli sallanıyordu. Bu, üstat Atay Sali’ye olan büyük saygının ifadesiydi. Üstat Atay Sali de iri cüssesiyle oturdu. O herkese göz gezdirdi. Bugün rahipler onun yüzünde nur parladığını keşfetti ve bu büyük saygıya şahit olurken sevinçleri daha da arttı. Üstadın su kabağı gibi parlayan ak ve büyük başı başka rahiplere göre yüksek gözüküyordu. Üstat bir yandan neşelenirken bir yandan da endişeleniyordu. Neşesinin sebebi, Buda kutlamasını kendisinin organize etmesi ve yönetmesi idi. Endişesine gelince, Bavurçuk Art Tekin’in önünden “Büyük Araba” Budaları sergilenirken rahiplerin aniden tepe taklak olup yere düşmesi ve Budaların kırılması idi. Bu yüzden rahipleri uyarmıştı. Tapınağın tavanındaki küçük pencereden inen güneş ışığıyla aydınlanan başı, büyük damarı kesilmiş gibi birdenbire göğsüne düştü. Bu, büyük davulculara töreni başlatmak için verdiği işaretti. Mabette nice yüz davulun sesi yükseldi. Beşbalık’ı titreten bu kalabalık sesten dolayı rahipler ve misafirler hep birden ayağa kalktılar. Atay Sali, rahiplerin dikkatini çekmek için biraz bekledi ve yumruklarını yere dayayıp derin bir nefes aldı. Fenerler yanarken yürüyerek iri cüssesini rahiplere doğru çevirdi, herkes ona bakarken gür sesiyle,
– Aziz rahipler! Tanrının kulları! diye konuşmaya başladı, sesi mabedde dipdibe sıkışmış vaziyette oturan rahiplerin kulağında çınlıyordu,
– Siz ve ben Tanrıyı yüceltiriz, onu elimizde yüksek tutma şansına sahibiz. Büyük Araba Rahipleri, büyük kut sahibi Bavurçuk Art Tekin’in önünden geçecek. Küçük Araba Rahipleri halkın önünden geçecek. Şimdi ben İdikut sarayına gidip Buda bayramı için hazırlıklar tamam diye hakandan başlatma izni isteyeceğim. Hemen kıyafetinizi değiştirip hazırlanın, gürültü çıkarmayın, düzenli olun!
Sonra Gumatı Mabedinin hazinebaşı olan yaşlı rahibi çağırdı ve
– Onlara ayakkabı ve giysi dağıt! diye emir verdi, kendisi İdikut’a gitti.
Yaşlı rahip ince sesiyle, – İnci gibi dizilin! diye bağırdı, – Düzene dikkat edin! Şimdi size bayram giysileri getireceğim! diye seslendi.
Onlara ak kumaştan dikilmiş dantelli takke ile kara koyun derisinden yapılan çizmeleri verdi. Rahipler kıyafetlerini değiştirdikten sonra Atay Sali’nin emrini bekledi.
Atay Sali, büyük Araba Rahipleri temsilcisi olarak Bavurçuk Art Tekin’in izzet ve hürmetine nail oldu. Bu yüzden önceden Bavurçuk Art Tekin’in huzuruna gelmişti. Bavurçuk Art Tekin, önceden kabul makamında giydiği giysileri çıkarmamıştı. O Atay Sali’yi bekliyordu. Saray muhafızlarına da üstadın geleceği bilgisini ulaştırmıştı. Atay Sali uzun boylu olduğundan öne eğilerek yürüyordu. O kapıdan zorlukla girip İdikut önünde diz çöküp dokuz kez tazim etti.
– Üstadım! dedi Bavurçuk Art Tekin. Mütevazı bir şekilde tahttan inip onun yanına geldi ve elinden tutup kaldırdı.
– Bana öylesine tazim etmeyin dememiş miydim? Siz benim üstadımsınız. Hazırlıklar tamamlandı mı?
– Tamamlandı! Gösteriye izin vermenizi bekliyorum!
– Beşbalık’ta Buda bayramı başlasın! diye emir verdi.
Atay Sali, İdikut’un huzurundan çıkarken kendini rahat hissetti. Bavurçuk Art Tekin’in tavrından sevinip heyecanlandı, vücudu sanki süt gibi ağarmış oldu. Önceki ağır adımlarının aksine tez adımlarla yürüdü ve araba yapılan atölyelere nasıl geldiğine şaşırdı. Yolda gelirken yine kaygılanmıştı. “İdikut’un güvenine layık olamazsak ne olur acaba? Rahiplerin kusurundan dolayı Budaların kırılmasından Tanrı korusun! Yeter ki halkın suçlamasına maruz kalmayalım!” diye düşündü.
Aradan on sene geçmişti. İdikut devletinin şanını yükseltme yolunda Bavurçuk Art Tekin’in uyguladığı ıslahat tedbirlerini Atay Sali her zaman destekledi. “Ali zatın bu ıslahatı bir kahramanlıktır. Kimsenin elinden gelmediği bir şeydir bu. Tanrı sana uzun ömür versin. Tavrından bir an geri dönmemelisin!” diyordu içinden.
Atölye önünde surlar gibi yüksek arabalar dizilmişti. Üstat arabaları izledikten sonra ustalardan,
– Budaların oturtulacağı bu araba güvenilir mi? diye sordu.
Marangoz ve nakkaş rahiplerden kendi maharetine güvenen birisi cevap verdi,
– Araba güvenlidir. Kuşku duymayın üstat! Bütün marifetimizi kullanıp yaptık bunu, buna ne kadar emek, ne kadar hüner sarf edildi bilseniz? Bu oyma nakışlar göz kamaştırıcı değil mi?
– Evet, memnun oldum! Dedi. Atay Sali rahip zanaatkârların hünerlerini takdir ederek,
– İdikut’un beğenisine nail olacağınıza inanırım, buraya hakikaten büyük ustalar toplanmışsınız! Şimdi büyük ve küçük arabaları altın gümüş, atlaslarla süslesek Budalara sanki can vermiş oluruz.
Burada rahipler çoktu. Onlar, Buda arabasını çekerek Gumatı Mabedine doğru yürüdü ve çok geçmeden mabede vardılar. Binlerce rahip bu yeni muhteşem arabaları görünce hayran oldular ve merakla seyrettiler.
– Pah pah! Bu ne büyük, ne güzel araba! diye usta rahipleri övmeye başladılar.
– Ölseniz kaplan olursunuz! İnsan olarak dirildiğinizde kaplan gibi cesur, yiğit olarak yaşayacaksınız! dedi birisi.
– Elbette! Budanın söylediğine göre insan ölmeyecek, ölürse hayvan olarak yaşayacak. Sonra yine insan olarak yeniden doğacak.” diye devam etti bir başkası.
Rahipler buna inandığı için kendilerine göre güzel niyetlerini bildirmekte idi.
– Kimin nasıl yaşayacağını yalnız Tanrı bilir! dedi konuşmaları duyan Atay Sali.
– Birimiz at, birimiz ayı, Tibet sığırı, tilki, kurt, ceylan, sığır, işte bir gün akıbet böyle olur. Biz İdikut devletinin ebedi insanlarıyız. Bu doğrudur, şimdi sizi uyarıyorum ki, Budanın eli kırılırsa kutsal Buda’nın oturduğu arabayı çeken rahibin elini kıracağım ve onu Gumatı Mabedinden kovacağım. Buda’nın ayağı kırılırsa kıranın ayağı da kesilecek. Eğer Budanın başı parçalanırsa sebep olanın kafası kopacak! Zaman çok kısa, hadi arabayı hemen süsleyin! diye söylendi.
Onlar büyük arabada oturtulan Budayı Gumatı mabedinde saklanmakta olan altın gümüş, mücevher ve incelerle süslediler, mücevherleri çokça kullanmaktan çekinmediler. Rahipler, süslenmiş Budaları kaldırıp mabetten çıktılar ve onları yüksek büyük arabaya yerleştirdiler. Bunu iki pusar korudu. Rahipler “He! Hu! diyerek arabayı çekmeye başladılar. Bununla birlikte Beşbalık’taki başka mabedler tarafından hazırlanmış ve yapılmış binlerce küçük arabaya Budalar yerleştirilmiş ve onlar da halkın seyrine sunulmuştu. Her iki arabaya oturtulmuş Budalar sanki diriymiş, canlıymış gibi gözüküyordu.
Buda bayramı on gün devam etti.
Bavurçuk Art Tekin, büyük ve küçük arabaları harekete geçiren binlerce rahip ve Budaya tapan halkın hepsini devletin orta sarayı önündeki meydana topladı.
İdikut, önce devletin bağımsızlığı ve Cengizhan’la anlaşma yapacağı hususunda konuştu. Halk her taraftan baş gösterip hakanın bu kararına destek vereceğini ifade ettiler.
– Bize bağımsızlık ve hürriyet gerek! diye bağırdılar.
– Sen bizim önderimizsin, yeter ki bizi doğru yola iletin!
– Gayeniz gerçekleşecek! Benim hedefim de zaten odur! diye cevap verdi Bavurçuk Art Tekin.
Tora Kaya, Bavurçuk Art Tekin’in sağ tarafına geçti ve onun kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonra yanına yaklaşan birisi, – Makamı büyük İdikutumuz! Biz sizi hakikaten Devlete İdi-kut seçtik. Halk arasında adaletle hüküm vereceksiniz. Nefsinize uymayın ki doğru yolda olasınız.
Bu kişi Turfan’da karşılaştıkları çobandı.
* * *
– Cengizhan iki elçi göndermiş. Birinin adı Utak, diğerinin ise Darbay’dı. Misafirler Turfan sınırında bekliyor.
– Halkın gözü bizde, halk çok hassastır. Onları gizlemeyelim! dedi İdikut açıkça ilan edip.
– Cengizhan’ın elçileri gelmiş! Utak ve Darbay! İki kişiden ibaretmiş! diye duyurdu.
Halk dağıldıktan sonra Bavurçuk Art Tekin, Tora Kaya’ya dedi ki,
– Şunu unutmayın! Elçi, hakanın dili aklı ve kalbidir. Moğol elçisinin akıl ve tefekkürüne göre onları gönderen Cengizhan’ın fikir ve maksatlarını öğrenmek lazım. Elçilerin kendi hanlarının izzet hürmet, şan ve şöhretine zarar vermemesi lazım. Elçileri sıcak karşılayalım! Turfan’a bugün gidin, sonra misafirleri Beşbalık’a getirin! diye emir verdi
ELÇİLER
Ünlü komutan Tora Kaya, İdikut’un fermanı üzerine elçileri Turfan’da büyük hürmetle karşıladı, toy düzenledi. Sonra Utak ile Darbay’ı Beşbalık’a götürdü. Beşbalık’ta yaprak kımıldamıyordu, hava çok sıcak ve sıkıcıydı. Elçiler ve bindikleri atlar da çok terlemişti. Eyerlerin altında kilim olsa da atların tüm vücudu sudan çıkmış gibiydi. Hatta atların boynuna takılan taş boncuk, aslan tırnağından yapılmış muskalar, ata yüklenen çuval torba ve atın yelesi de ter içinde kalmıştı.
Misafirleri ağırlamak için Bulad Kaya, Tarkan Bilge Kaya gibi devlet adamları saray meydanı önünde bekliyordu. İdikut Devletinin kurt başlı bayrağı saray tepesine dikildi. İdikut Uygurları arasında Bavurçuk Art Tekin’in nice yıllar önce İdikut hanı olmuş Bayançur, Eltekin, Bögü Tanrı kağan tarafından kabul edilen Şaman ve Mani dini ile Budizm beraber yaşamaktaydı. Bu yüzden Cengizhan’ın elçileri, Bavurçuk Art Tekin’in huzuruna girmeden önce Uygur ananesine uyarak İdikut’un bayrağı önünde eğildi. Uygurlar gibi dans etti. Taş ocakta yanmakta olan tütsüden atlayıp geçmek için hazırlandı. Tora Kaya yolda gelirken bu gelenekleri onlara anlatmıştı. Onlar bu hareketleri hiç şaşırmadan, tereddütsüz yerine getirdi.
Bavurçuk Art Tekin, uzak bozkırlardan gelen elçilerin İdikut’da gerçekleştirdiği bu dayanılmaz yolculuk hakkında kafa yorup düşünmeye başladı.
“Hayırdır?” diye kendi kendine fısıldadı İdikut tahtı etrafında dolaşarak, “Bunlar aydınlığın elçisi mi yoksa Uygur devletine gelecek felaketlerin işareti mi? Bende bir sıkıntı yok. Cengizhan neden bu kadar acele etti? Maksadı ne? Kıtan’a bizim vergi verdiğimizi bilse gerek. Elbette biliyor. İdikut, hiçbir vakit Cengizhan’ın düşmanı olmadı. Ticaretimiz canlandı. Moğol tüccarları Uygur at pazarına geldi. Çok değerli malları karşılığında Uygur atlarını satın aldı. Ticaret kapısı onlar için her zaman açık. Burada başka mesele, başka büyük bir maksat mı var acaba? Cengizhan ahmak değil, o bana ne gibi tuzak kurmayı düşünüyor? O bizim devletimizi seçerek neyi hedeflemiştir? Beşbalık, Türkistan’a açılan kutsal bir kapıdır. Öyleyse han buradan Müslüman devletlere geçmek için mi geliyor? Onun için Beşbalık’ın önemli bir güzergah, kilit bir şehir olduğu kesin!” düşünceleri kafasından geçti.
Bavurçuk Art Tekin böyle belli belirsiz düşüncülerle misafirleri ağırladı. Onları Cengizhan olarak görmediğinden her hangi bir şölen ya da eğlence düzenlemedi. Onlara devletin durumu, Moğol ordusu ve Cengizhan hakkında da fazla bir şey sormadı. Fakat onları bir hafta misafir etti. Utak ile Darbay devletimize döneceğiz dediği anda İdikut onlara izin verdi.
Bavurçuk Art Tekin, Cengizhan’ın mektubunu Tora Kaya, Bu-lad Kaya, Tarkan Bilge Kaya’ya anlattı ve “Ne yapalım? Ne cevap vereceğiz?” diye görüşmek için onları davet etti.
– Cengizhan bana öyle bir vazife yükledi ki; benim, sizin, devletimizin varlığı ve geleceği bu vazifenin yerine getirilmesine bağlıdır. Şimdi her birinizin bu mesele hakkında samimi konuşmanızı istiyorum. Fikriniz de kendi aklınız olsun! dedi.
– Ey kutlu han! Saygıdeğer düşünceli ve kibar hakanımız! diye söze başladı Tora Kaya, – Sizi akıl sahibi olarak yaratan Tanrıya yemin ederim ki bizim aklımız her vakit sizin aklınızın altındadır. Siz bizim önderimizsiniz. Aramızda böyle kararlarda sizden daha salahiyetli kimse yoktur. Siz bizim şan ve şöhretimizsiniz. Biz sizin ve yüce halkımızın yardımına muhtacız. Öyle olduğu takdirde de biz talebinizi yerine getirmek için bütün gayretimizi göstereceğiz. Bu çok önemli bir olay! İyi düşünmemiz lazım! diye bitirdi konuşmasını.
İdikut, Tarkan Bilge Kaya’ya döndü.
– Peki, sen ne dersin?
Tarkan Bilge Kaya bu meseleye cevap vermeye hazır ve hakanı ikna etmek için yeterliydi.
– Cengizhan’a karşı savaşmaya gerek yok. Çünkü o şimdi bize göre güçlü, şan ve şevketlidir. Bu yüzden bir mektupla elçi gönderelim, Cengizhan’la bir anlaşma yapalım. Vergiyi Kıtan’a ödemektense Cengizhan’a ödeyelim. Onlar için savaş, bizim içinse anlaşma faydalıdır. Güçlü düşmana tabi olmaktan başka çare yok. Onlar bize hile yapmaktadır, biz de hileye başvuralım. Sığınmak isteyenlere kapımızı açalım! Dedi.
Bulad Kaya sabırla bekledikten sonra,
– Ben şunu vurgulamak isterim, bizim gaflet uykusundan uyanıp gözümüzü açmamız gerek. Cengizhan’la ilişki kurmanın sakıncası var mı yok mu hepimiz iyi düşünelim, bu bizim kutsal görevimizdir. Ben bu meselede tereddüt ediyorum. Cengizhan’ın hilesine kanmayalım, kafamızı iyi çalıştıralım! diye konuştu.
– O bizim için büyük düşman! dedi Tarkan Bilge Kaya, Bulad Kaya’nın sözüne destek verip,
– Cengizhan, her hangi bir devlete uzak olsa da savaş açabilir, bu yüzden yaklaşma yolunu seçmiş gibi geliyor bana. Elçi gönderme yoluyla sırdaş olur, sırlarımızı öğrenip gerekli bilgileri aldıktan sonra fırsat kollayarak saldırır ki, onun getireceği felaket ve yaralar yüz yıllar boyunca giderilemez. Hiç olmazsa onunla düşmanmışız gibi davranmanızı istiyorum şehzadem! Şunu da ekleyeyim ki, onların bu ülkede bulunması Uygurlara mutsuzluktan başka bir şey getiremez! dedi.
Bavurçuk Art Tekin, Tarkan’ın bu sözlerini önemsemedi. Tora Kaya İdikut’un bu tarzını sezdiği halde çekinmedendüşündüklerini açıkça söyledi,
– Tarkan Bey doğru söyledi. Ben de bu fikre katılıyorum şehzadem! Yeter ki aşağılanmayalım, yerde sürünmeyelim!
Bavurçuk Art Tekin, bu üç müsteşarın Cengizhan hakkındaki fikirlerini doğru ya da yanlış diye kestirmedi. Ama Cengizhan’la irtibat kurmayı kendince doğru kabul etti.
– Halk telaşlansa ne olur? dedi Tarkan Bilge Kaya,
– İdikut halkınınun dikkatini çekip akıldan yoksun durumuna düşmeyelim, doğru yoldan sapmayalım. Üç dört günden beri Beşbalık halkı arasında İdikut’u Cengizhan işgal edecekmiş gibi söylentiler yayıldı.
– Ne demek istiyorsun? dedi İdikut, Tarkan’a öfkeyle bakarak.
– Ne var ki! Halk Yedisu’ya göç etmeye başlamış. Bugüne kadar İdikutlular korku nedeniyle Balasağun, Otrar ve diğer şehirlere göç etmektedir.
– Böyle çene çalmaya devam edersen çenen kopar, ağzın daılır! dedi Bavurçuk Art Tekin ve onun konuşmasını istemedi.
– Evet, yüce hakanım! Senin sormadığın bir şeyi söylediğim için af diliyorum! dedi ve yüzünden boncuk gibi terler akmaya başladı.
– “Yer çivisi dağ, halk çivisi bey!”, bunu unutma, sana lazım olur cenabı Tarkan’ım! diyen Bavurçuk Art Tekin bu sözünün ince manalarını Tarkan’a anlatmadı. Ama akıllı ve tecrübeli Tarkan,
– Ben bu göç hareketini durduracağım! dedi sorumluluk hissederek.
– Yer dağlarla, halk beylerle yerinde durur, çünkü halkı beyler yola getirecek değil mi?
Tarkan başını hafif salladı.
– Hiç kimse bir yere gitmesin! Bu fitneyi sokanlar kim? diye sordu Tora Kaya, Bulad Kaya’ya öfkeyle bakarak,
– O hain kim? Siz bulmazsanız ben bulurum!
– Devletimizi düşmandan nasıl koruyabiliriz? Yolu ne? Onun tek bir yolu var! O da Cengizhan’la müttefik olmak. Ben öyle düşünüyorum. Orhun Kağanı Pan Tekin’in dediği gibi, “Kim bugün yapacağı işini yarına bırakırsa parmağını ısırır.” Cengizhan’a düşmanlık taslayıp devletimizi kaybetmeyelim!
Bavurçuk Art Tekin hemen yazıcıyı çağırdı.
– Hemen! dedi yazıcı baş eğip, elini göğsüne koyup hanın ağzına baktı.
– Kâğıt kalem var mı?
– Var şevketlim! Yazıcı koltuğunun altına sıkıştırdığı kâğıt ile cebinden kalemini çıkarıp gösterdi.
– Buraya gel! dedi İdikut bir masayı gösterip. Yazıcı masaya doğru geldi ve
– Buyurun! dedi.
İdikut Cengizhan’a göndereği mektubu Moğolca yazdırdı.
– Moğolcayı nereden öğrendin? diye sordu İdikut gülümseyip.
– Öğreniyorum işte şevketli hakanım! diyen hattat biliyorum diye kesin cevap veremedi.
– Yaz! dedi parmağıyla kâğıdı işaret edip “Bendeniz han âlilerinin kudreti ve ahvalinden haber aldığım zaman Kıtan’la olan soğuk ilişkilerimize son verip, âlilerine arzumu izhar eylemeye karar verdiğimde han âlilerinin elçileri devletimizi teşrif ettiler. Bundan sonra tüm vatandaşlarla hizmetinizde bulunmaya hazırım!” İdikut Devletini temsilen, Bavurçuk Art Tekin parmağındaki altın yüzükten mührünü çıkartıp kâğıdın imza yerine bastı.
“Üçümüzden birini Moğollara elçi olarak gönderir belki!” diye düşünüyordu orada ayakta duran Tora Kaya, Bulad Kaya ve Tarkan Bilge Kaya’lar. Ama onların düşündüğü gibi olmadı. Bavurçuk Art Tekin kapıcı beyi çağırdı. O hemen İdikut huzurunda hazır oldu. Buyurun hakanım diye baş eğdi.
– Atay Sali huzuruma gelsin!
Üç müsteşar bir birine bakıp şaşırdılar. Kapıcı bey elini göğsüne koyup arkasına doğru yürüyerek nakışla süslenmiş ağır kapıyı hafifçe kapatıp dışarı çıktı.
“İdikut Devletinin Cengizhan’ın gazabına uğramadan sağlam kalmasını temenni ediyorum!” diyerek Bavurçuk Art Tekin aklını toparlayıp kendi kendine konuştu.
Bavurçuk, bir köşedeki altınla süslenmiş Budanın önüne gelip yalvarmaya başladı.
– İdikut devletini felaketten koru, bana sığınak ol!
Çok geçmeden kapıcıbaşı girip, Atay Sali’nin geldiğini söyledi.
Bavurçuk Art Tekin Budaya tapınmasını bitirdiğinde Atay Sali gelerek eğilip selam verdi.
– Emirle çağırmışsınız cenabı kutlu han! dedi Atay Sali sevinçli bir sesle.
Hakan, üstadını sıcak karşıladı ve önüne gelerek el sıkıp görüştü. Ötede kat kat süslü minderlerle döşenen huzuruna davet etti. Onlar burada teke tek rahat rahat konuşmaya başladı.
– Ben size çok saygı duyuyorum ve güvenirim! dedi Bavurçuk Art Tekin
– Sizin vatanımızın büyük meselelerine katkıda bulunmayı istediğinize inanıyorum.
– Kutlu hakanım! Ülkeme ebedi ömür diliyorum!
– Üstat! Sözünüzü çok beğendim, kalbimi derinden etkiledi. Siz olgun bir insansınız, başınızdan nice olaylar geçti, zorlukları aşabilen bir insansınız!
Bavurçuk Art Tekin, mektubu ona verdi ve okumasını buyurdu.
Bunları anlayan Ata Sali, – Cengizhan’a gitmem gerek, öyle mi hakanım! Eğer öyle buyurursanız harika bir şey olur! Büyük bir iş! Halk için şerefli bir iş! İdikut’u büyük bir felaketten kurtarmış oluruz. Bu güzel düşüncenizden dolayı kutlarım!
Bavurçuk Art Tekin, üstadından makul cevap aldıktan sonra onun mektubu korumasını, hiçbir şeyden korkmamasını, mektubu Cengizhan’ın bizzat kendisine vermesini, mektubun düşmanın eline geçmemesi için gerekirse Moğol elçilerinin aracılığı ve yardımına başvurmasını, Cengizhan’ın önünde fazla söz söylememesini özellikle tenbih etti.
Atay Sali, İdikut’un bu büyük ve kesin kararını cesaretle uygulamaya koymasına sevindi. Onun yüzünde beliren yorgunluk ve endişeleri de fark etti. Ona acıyan bir edayla,
– Kendinize çok dikkat edin ey mübarek insan! Siz büyük bir işi başardınız. İdikut halkının sonsuz saygı ve sevgisine mazhar oldunuz. Sizin bana olan sevginiz benim için her şeyden değerlidir. Sizin selamette olmanızı diliyorum. Bu şerefli teklifinizi kabul ediyorum ve vazifeyi yerine getireceğim! dedi.
– Biz acaba yanlış mı yapıyoruz üstadım? dedi Bavurçuk.
– Cengizhan ile dostluk kurmaya kararlı mısınız şakirtim!
– İradem güçlü, aldığım karar yanlış değil. Size iyi yolculuklar dilerim üstat! Yarın sabah yola çıkacaksınız!
– Baş üstüne!
– Cengizhan’ın sözünü unutmamak lazım!
– Aklımda tutarım. Bana yüklenen sorumluluğun ne kadar büyük olduğunun farkındayım!
Onlar vedalaştı. Atay Sali saraydan çıktı ve Gumatı mabedine gelip, rahiplere bir müddet burada olmayacağını bildirdi.
Bavurçuk Art Tekin ise bu işten emin oldu. Kendisini halâ beklemekte olan üç müsteşarın oturduğu toplantı odasına girdi ve Tora Kaya’ya emir verdi.
– Atay Sali’nin bineceği attan siz sorumlusunuz! Yaşı küçük, yorulmayan atlarımdan birini hazırlayın, binip denesin!
– Baş üstüne şevketli hakanım! Bu emrinizi yerine getireceğim! dedi baş eğip.
Atay Sali yola çıktı.
“Elçi göndermemiz doğru oldu diye düşünüyorum!” dedi. Sarayda tek başına kalan İdikut kendi kendine “Eğer elçi göndermeseydim Cengizhan ne yapardı acaba? Atay Sali’nin gitmesi Cengizhan’a olan büyük saygı ve mevcut vaziyete verdiğimiz önemdir. Hakan bunu anlar elbette. Ama Cengizhan’ın mektubuma güvenmemesi de muhtemeldir. Ne yapsam onun güvenini kazanabilirim? Batı Kıtan’a ödeyeceğim vergiyi durdursam, Kıtanlar devletimize saldırsa ne olacak? Cengizhan ise Kıtan İdikut savaşından yararlanarak bize istila seferi başlatırsa ne olacak? Hayır, bu düşünce doğru değil. Cengizhan’ın sihirli talebi ne? Elimden gelecek bir şey mi? Atay Sali döndükten sonra ne yapacağımız belli olur. Bu yanlış bir adım mı? Hayır! Hayır!” şeklinde muhakeme yaptı.
* * *
Cengizhan ise elçilerini bekliyordu. – “«Talihsiz biri, kuytuya sığınsa başına kum yağar.» sözünde belirtildiği gibi işi ilerlemeyen bir kağan değilim ben!” diye kendi kendini teselli etti. “Uygurlar devlet kurmuş, yönetim geleneğine sahip, büyük medeniyet yaratan kadim bir halktır. Moğollar hiçbir zaman onlarla savaşmamış, birbirini öldürmemiştir. Bavurçuk Art Tekin bunu bilmiyor mu? O babasına göre akıllı bir İdikut, hepsini biliyor, derinden anlıyor. Bu İdikut, Kıtan’a rehin oldu, kaçtı, Kıtan onun düşmanı oldu. Batı Kıtan benim de düşmanım. Bavurçuk Art Tekinle mesafemizi yaklaştıran şey, işte budur. Ben Bavurçuk Art Tekin’i bir deneyeyim. Eğer o dediğimi yaparsa hayatta kaldıkça onu koruyacağım!” diye Kerulen vadisinde bazen yaya, bazen atlı yürüyerek uzun uzun düşündü. Cengizhan elçilerini bu vadide görmedi. Atının gemini çekip birkaç defa durup batıya uzun uzun baktı. Gene kimseyi görmedi. Morali bozulup yüzünün rengi değişti. Elindeki gümüşle süslenen kırbacını havaya kaldırıp bindiği atın sağ yanına bir darbe indirdi. At bu darbeden irkildi ve ok gibi fırladı. Cengizhan bargâhtan çok uzakta olduğu halde nasıl olup da böyle hızlı döndüğünü anlayamadı. Attan inip sarı çadırına girdi ve Angurat Noyan’ı hemen çağırdı. Hakanın atını özel muhafızlardan biri teri kurusun diye tutup yürümeye götürmüştü, sonra sarı çadırın ötesinde bulunan özel bir dirseğe atı bağladı. At hâlâ kıpırdanıp taş gibi toynağını yere vurup toz kaldırıyordu.
– Sakin ol! dedi muhafız atın kalın yelesini okşayarak,
– Bana sert bakma, sana vuran ben değilim. İyi ki kırbaçla vurmuş, eğer bir yere takılmış olsaydın mızrağı sana saplardı, hançerle kanını akıtırdı! Şükret!
At bu sözü anlamıyordu, fakat kırbaç acısından kıpırdanıp duruyordu.
Cengizhan çabucak gelip, çadırın aşağısında oturan Angurat Noyan’a bağırdı ve ona karşı dikildi.
– Atlı asker göndermen lazımdı!
– Elbette cenabı kağanım! Bugün yine atlı asker gönderdim. Elçiler İdikut’tan çıkmış olsa bizimkilerle karşılaşır.
– Sen böyle mi düşünüyorsun? diye bağıran Hakanın boyun damarları kabardı.
– Evet, böyle düşünüyorum, bugün bir haber olacak!
– Neden bugün, şimdi bul! Şimdi! hâlâ kepekli başını kaşıyıp duruyor musun? Önüne çık, şimdi getir! “Köpeğin namusu olsa ayağını dişlemez.” dendiği gibi, sözü kestirip atmandan önce utan! Yanlış olsa da umudunu Tanrıya bağla!
– Ben elçileri karşılamaya çıkacağım! Angurat Noyan bu eleştirilere dayanamadı ve çadırdan çıkınca üç atı beraberinde götürüp, elçileri getirmeye gitti.
– Yılkı gibi yoldan şaşma! Yoksa hepinizi kovarım! diye bağırdı kağan.
Çadır dışındaki muhafızlar bunu duyunca tüyleri diken diken oldu.
Cengizhan’ın teveccühüne nail olmuş Angurat Noyan neden böyle azarlandı? Bunun nedenini sadece Cengizhan biliyordu. İdikut’tan gelecek haberin gecikmesi onu endişelendirmişti.
– Bavurçuk Art Tekin kibirli, küstah, akılsızsa bana kazık atar. Bu, “Eğer cesursan sınırımızdan geç bakalım!” anlamına gelir. Eğer o böyle düşünürse ben ve Moğollar için bir felaket olur. Evet! Ben, yiğit Bavurçuk Art Tekin’in kibirden sallanan ayağına pranga takacağım. Benim o Uygurlara gücüm yeter. Kadimde büyük hanlık olan devletinin mirası toprağa gömülür, hepsini yerle bir ederim. Dağ keçisi gibi tepelere çıktığını görelim bakalım… Savaşta düşman saflarını perişan eden yiğitlere ferman verirsem tahtı at toynağım altında kalır. Eğer sözüme kulak vermez de üzerine saldırsam ne olacak? Kalkan, mızrakla savaşalım mı, öyle yaparsak düşman yenik düşecek. Hayır hayır! Yedi kat gökten inen şeytan beni kandırma!” diye korkulu karmaşık düşüncelere daldı Cengizhan.
– Bu telaş nerden çıktı?
Ey Tanrım! Bavurçuk Art Tekin’in kalbine iyilik ver! Ben çok güçlüyüm ama Uygurlara asla istila seferi yapmayacağım. Ey Tanrım! Sözümü tutmazsam gazabına uğrayayım. Beni şimşek çarpsın, lanetin üzerimde olsun!
Cengizhan şimşekten, Tanrının gazabından çok korkardı. Onun bu defa Tanrı karşısındaki yeminine sadık olduğu sonradan Bavurçuk Art Tekin’le olan ilişkilerinde ifadesini buldu. Şimdi ise Cengizhan, sanki birisi yüreğini okla delmiş gibi sendeleyip durdu. Şu an Kerulen vadilerinde esen meltem onun ağır gövdesini hafifletmiş oldu.
Sarı çadır etrafındaki muhafızlar arasında birden kargaşa koptu, onlar her taraftan koşarak geliyordu. İki atlı atlarını hızla koşturup gelmekteydi. Cengizhan, çadır önüne geldi. Çadırı savaşçı askerler kuşatmıştı. Angurat Noyan Uygur devletinden gelmekte olan misafirler hakkında Cengizhan’a bilgi verdi.
– Geliyorlar kağanım! dedi Angurat Noyan, attan atlayarak yere diz vurdu
– İdikut’tan, Beşbalık’tan elçi geliyor!
–Azametli Yiğit! dedi Cengizhan onun omzuna hafifçe dokunarak, – Sonunda bulmuşsun! Aferin sana!
Kağan, müjde için çok sevindiğini ifade etti. Böyle ifadeleri önceleri çok nadir kullanmıştı. Ama o hiç kimseyi böyle telaşla beklememiş ve rahatsız olmamıştı. Şimdi endişelerini bir kenara bırakıp kendine geldi. Umut kıvılcımları aleve dönüşüp kalbini aydınlattı.
– Kaç adam? Bizimki mi? Yoksa İdikut’tan gelen adam var mı? diye sordu kağan.
– Uygur! Yalnız! diye cevap verdi Angurat Noyan gözünün çapağını çıkararak.
Cengizhan iki gündür göz kamaşma hastalığına yakalanmıştı, bazen at kuyruğundan yapılan bir ağı göz önüne takıyordu. Şimdi onu bıraktı, gözü aydınlandı.
– Hemen git! Muhafızlar saçma sapan konuşup o elçiyi rencide etmesinler! dedi kağan.
– Baş üstüne kağanım!
Kağanın düşündüğü gibi iki muhafız Utak ile Darbay’ın sözüne inanmayıp, Uygur’u kuşatıp, ondan soru sordu, giysileri ve eyerinin üstüyle altını araştırdı.
– Nereden geliyorsun? dedi esmer saçlı muhafız,
– Adın ne?
– Beşbalık’tan, ismim Atay Sali! İdikut Devletinden!
– Niçin geldin? Kiminle görüşeceksin?
– Ben İdikut elçisiyim! Kutlu Cengizhan’la görüşmek için geliyorum.
– İdikut! Ne demek İdikut? Otlak mı, çöl mü, dağ mı, ne? Yoksa İçecek bir şey mi?
– Yeter artık! Ahmak! Darbay ona kızdı, – Belki bizi de tanımıyorsun ahmak!
– Sus Kaplan baş! Tanımıyorum seni! Belki Uygur’un arasına sokulmuş bir hainsin! Şimdi söyle, kim olduğunu söylemezsen atın kuyruğuna bağlatıp cesedini kağana götüreceğim!
Utak’la Darbay birbirine, Atay Sali’ye ne diyelim diye bakıştı.
– Bıçak yahut zehirli ilaç var mı?
– Ara! dedi ses çıkarmadan duran Utak öfkeyle.
Muhafızlar sakince araştırmaya başladı, bir şey bulamadılar. Eyer ve kilimlere baktı, atların yele ve kuyruklarına da baktı.
Atay Sali’nin eyeri göz kamaştırıcıydı. Eyerin ön ve arkasını tutup baktılar.
– Bu sizde yapılır mı? diye sordu eyere göz diken kısa boylu muhafız.
– Evet, bizde, Beşbalık’da, İdikut Devletinde yapılır. Nasıl, beğendiniz mi bu eyeri?
– Evet, çok beğendik!
– O zaman al sana hediye ettim! dedi Atay Sali, yalandan.
– Bizde böyle eyerler çok!
O, Atay Sali’nin eyerini alıp kısa boylu atına taktı ve kendi eyerini Atay Sali’nin atına koydu.
– Şimdi sizi araştıracağım! dedi kısa boylu muhafız.
Utak ile Darbay ona Moğolca küfretti. Atay Sali’nin burada morali bozuldu. Bunun nedeni, biraz önce Atay Sali muhafızların önünden geçerken Bavurçuk Art Tekin’in mektubunu hemen Darbay’a vermişti.
– Bana Bavurçuk Art Tekin, “Mektubu iyi sakla! Kimseye verme, sadece Cengizhan’ın eline ver! dememiş miydi? Kafam dönmüş!” diye başını tuttu, “Ne yapmak gerek? Mektubu yırtıp atarsa ne olur? Bu salaklar öyle kötülük yapmaz diyemem!” diye düşündü.
Kısa boylu muhafız Darbay’a doğru okunu nişan aldı ve öbürüne emir verdi.
– Hemen ara! Sana dokunamaz. Eğer dokunursa okla yüreğinde delik açacağım!
Genç muhafız aramaya bir türlü cesaret edemeden titriyordu.
– Abi sen duymamış mıydın? diye şikâyet etti.
– Neyi?
– Önderimiz Angurat Noyan abim, “Hemen koşun, elçiler gelecek. Saçma sapan konuşmayın!”, demişti. Bunlar belki elçilerdir!
– Ara dedim ara! diye buyurdu, diğeri bu sözleri duymazlıktan gelerek, – Çabuk ol çabuk!
– Beni vur abi, arayamam! Bunları götürüp önderimiz Angurat Noyan’a teslim edelim! Bunlar gerçekten elçiler olursa yaptıklarımız için her ikimiz idama mahkûm oluruz. Bunu biliyorsun değil mi?
“Altın gümüşle süslü eyerle kemeri geri alacağım dersem ne derler?” diye düşündü Atay Sali ve onların geri verilmesini kesin bir dille istedi. Kısa boylu muhafız eyerini İdikut’un atı üzerinden alıp yere fırlattı ve
– Al bu eyerini! Ver benim eyerimi! Bu eyer kimin, biliyor musun aptal! Bu eyer hakanımız Bavurçuk Art Tekin’in. Sen bizi kim zannediyorsun? Kağanın huzuruna selametle varabilirsek hepsini tek tek anlatacağım. Siz haydut musunuz, hırsız mı? Yaptıklarınıza bakın, siz kağanın muhafızları değilsiniz.
– İdikut muhafızları, Utak ile Darbay’ı sıcak karşılamıştı, öyle değil mi?
– Hoş geldiniz, merhaba diye karşıladılar! Ya sizler? Kağana hepsini söyleyeceğim!
İki muhafız sus pus oldu.
– Sana dememiş miydim kaç kere! Bunları büyük kağanımız bekliyor. Biz onları çabuk götürmek yerine onları oyalıyoruz! dedi genç muhafız korkarak ve kızarak. Yine bir şey söyleyecekti, ama sözünü kesti ve
– Bak! Angurat Noyan da buraya geliyor! dedi.
Kısa boylu muhafız, Atay Sali’nin verdiği eyeri tekrar onun atına yerleştirdi, onun ata binmesine yardım etti ve
– Eyeri kendin verdin değil mi? diye Atay Sali’nin kulağına fısıldadı.
– Doğru, ben sana hediye ettim! Emin ol! Şikâyetim yok! dedi Atay Sali ve ona karşı birden kalbi yumuşadı.
Bunun nedeni, Utak ile Darbay olup biten her şeyi Cengizhan’a anlatacak. Gelmekte olan Noyan da bunları öğrenecek. Darbay gazabından ellerini kaldırıp durmadan gevezelenen muhafızın sağ ve sol yanağına bir kaç tokat attı.
– Tüh! Tanrı kahretsin sizin gibi salakları! diye saldırdı. Az önce kendini zorla tutmuş olan Utak ve diğer muhafızı tekmeleyip yere düşürdü, ağız ve burunlarından kan aktı.
– Eblehler!
Onlar Angurat Noyan’ı görünce hemen ayağa kalktı.
– Bizi dövdüler! diye şikâyet etti kısa boylu muhafız.
Akıllı Angurat Noyan buradaki herkesi süzdü, at ve eyerlere de bir baktı, sonra hepsiyle selamlaştı.
– Hepinize merhaba aziz misafirler! Cengizhan âlileri sizi bekliyor! Hadi gidelim! dedi sevinçle.
Kısa boylu muhafız, – Bizi bunlar… diye şikâyet etmeye başlayınca, Angurat Noyan, – Bırakın Eşekler! Çabuk gidin! Tembel herifler, Ben ne demiştim size! Şimdi kağan önünde sorguya çekileceksiniz!
Muhafızların tüyleri diken diken oldu. Dizlerinde can kalmadı ayakları üzengiye ulaşamadı. Bilhassa genç muhafız haksız yere öleceğini düşünürken dayanamadı, atın önünde dizlerini kucaklayıp ağlamaya başladı.
– Ben suçlu değilim. diye başını sallayıp, atına dizini vurdu.
– Bu böyle kötülük yapıyor diye bana gelip söylemen gerekti. Senin suçun işte burada! dedi Angurat Noyan yüzünü ekşitip,
– Ben seni uyarmıştım!
Genç muhafız endişeyle atına bindi, başını kaldırmadan onların arkasından yürüdü, yüreği çarpıyordu.
– O benim başımı döndürdü, yoldan saptırdı! diyerek eyer üzerinde sallanıp oturuyordu genç muhafız
– Işığı görmek istemiyorum Angurat Noyan, beni affet! Dikkatli olacağım, daha dikkatli!
– Doğru! Bu çocuk suçlu değil! dedi Darbay gencin feryatlarına dayanamayıp.
– Ona acıma! Affetmek yok, cezaya mahkûm bunlar!
Angurat Noyan’ın kararından dönmeyeceği kesindi.
– Güneşte çatlak yok, bende de dönmek yok! Bunu bil! Bunlar yabani kurt değil, aslan yavrusu da değil! Bunlar durmadan havlayan küçük köpekler!
Atı oynayarak yürüyordu.
– İşte aziz misafir! dedi Angurat Noyan,
– Sizin İdikut’tan geldiğinize çok memnun oldum. Mutluluktan neredeyse yüreğim göğsüme sığmayacak oldu. Biz sizi dört gözle bekledik. Sizi gönderen Tanrıma şükür! Bakın, bu uçsuz bucaksız otlak kağanın otlağıdır. Bu sınırsız gök kağanın asumanıdır. Kağanım açık asumanı görmek istiyor. Özellikle sizin Beşbalık’ın geniş arazi ve yaylağını görmek istiyor!
– Dileğiniz gerçek olsun! dedi Atay Sali,
– Kalbi pak büyük zata kapılarımız açıktır!
“Neden böyle konuşuyorum, ben İdikut muydum? Ağzımı yummam gerekiyor. İdikut beni uyarmıştı!” dedi Atay Sali kendi kendine. Cengizhan’ın huzuruna gelinceye kadar yeni bir söz söylemedi. Angurat Noyan kör gözünü silerek Cengizhan’ı övmeye hatta putlaştırmaya başladı.
Angurat Noyan, elçilerin gelişi hakkında Cengizhan’a malumat verdi.
– Her şeyden üstün Tanrıma şükür! Beşbalık’dan elçi göndermişsin! dedi. Kağan, sevinip ak çadırın içinde ileri geri yürüdü. En son kendini tutamayıp çadırdan çıktı.
– Buyurun! dedi çadırdan çıkan kağan.
Kağan, Atay Sali’yle sağ eliyle tokalaşarak görüştü. Atay Sali’nin önüne hemen bir yaşlı keçi getirdi. Ayağından kaldırıp yere düşürdü. Keçi meledi, sesi göğe yükseldi. Kasap, sapı yabani koyun boynuzundan yapılmış olan bir bıçağı alıp çıktı. O mantis gibi ince, kuru deri gibi sert bir adamdı. O keçiyi kesmeden karnını yarıp yüreğini sıkıca tutup bekledi.
– Size olan saygıdan! dedi Kağan. Sanki büyük bir hazine bulmuş gibi neşeliydi.
– Bu, bana değil büyük hakanımız Bavurçuk Art Tekin’e gösterilen bir saygıdır, kağanım! dedi Atay Sali elini göğsüne koyup.
Kağan güldü.
– Bu, Bavurçuk Art Tekin’e değil ilk misafirim olan size saygımdır!
– Aziz misafir neden geç kaldı? diye sordu Kağan, Angurat Noyan’a bakıp.
– Cenabı kağanım, aziz misafirlerimiz bizim aptal muhafızlar tarafından biraz baskı görmüş! deyip Angurat Noyan elçilerle muhafızlar arasında yaşanan olayları anlattı.
– Bu kadar sıkıntı görmüşsünüz öyle mi! Neredeyse Tanrı korumuş, şükür demek lazım!
Atay Sali ne diyeceğini bilemedi, iki muhafızın suratının beyaza dönüştüğünü fark etti. “Bunların kaderi ne olur acaba?” diye merak etti, onlara sürekli baktı. Kağan, Bavurçuk Art Tekin’e hiç benzemiyordu. Bavurçuk Art Tekin bir güneş, kağan ise ona tutulmuş bir aydı. O, öyle düşündü.
Cengizhan ay da değil, tam bir katil kesildi.
– Bunların kafasını çevir! Ömrünü kısalt! İşkence yap, derisini soyup al! Vücudunu parçalayıp çuvala sal, uzaklara at! dedi Kağan; uzun, şişman parmağıyla muhafızlara işaret edip. Sanki kendisi ceza uyguluyormuş gibi söylüyordu.
Angurat Noyan yan kılıcını asıp, el kılıcını kaldırıp bir muhafıza yol gösterip, onları tekmeleyerek döverek dışarı götürdü.
– Salaklar yine nerede olduğunuzu unutuyorsunuz! diye çizmeleriyle tekmeledi, çiğnedi
– Yürü, yürü, yürü diyorum!
– Hey Uygur! Beni kurtarsana! diye yalvardı genç muhafız
– Ben sana hiç dokunmadım değil mi? Tanrı buna şahit. Benim suçum yok!
Atay Sali sustu, fakat onlara acıdığını belirten bir göz teması oldu. “Tanrı bunu kabul etmez!” dedi o içinden “Katilmişsin! Neden bunu benim gözüm önünde yapıyorsun? Bu boşuna değil!” diye düşündü. O, kağanın daha ne olduğunu bilmiyordu. Bilse de ne yapabilirdi? “Bu, kağanın hatası mı? İşkence siyasetinin bir ifadesi mi? İradesini mi göstermek istiyor? Ya da ben çok güçlüyüm mü demek istiyor? Seni Tanrı yaratmışken, sen de bir şeyden korkuyorsun. Acaba neden korkuyor bu kağan? Suçları bir terazide ölçülürse ne kadar olur? Suçlarının ölçüsünü bilmenin Atay Sali’ye göre ne anlamı var? Katilleri hali hazırda yeterliymiş! Öldürüp tüketmek mümkün olmayan hırsız alçaklar çokmuş.” diye düşünürken ötede bir yerde yalvarıp yakınmakta olan genç muhafızın tüyler ürpertici acı sesleri buradan duyuluyordu.
– Siz bedbahtların cezasını çektirmek lazım. Kendi haline bakmadan Kaplan’ın bıyığını koparmak istiyorlar! Baş eğmezseniz hepinizi kılıçtan geçireceğim! diye bağırdı Cengizhan sanki sokak zorbaları gibi. Onun kabalığı Atay Sali’ye tuhaf gelse de Utay ile Darbay’a doğal geliyordu. Çünkü onlar böyle acımasızlık ve vahşiliği çok görmüşlerdi. Cengizhan her bir muhafız, komutan ve Noyan’dan disiplinli olmalarını, büyük yasada belirtilen talep ve vazifeyi yerine getirmelerini istiyordu.
Onun bu pespaye kişiliği Atay Sali’ye ters geldi. “Gerçekten bir inancın varmış!” diye ona lanet okumaya başladı “Göz kırpmadan iki cana kıydın!” diye düşündü.
“Ne düşündüğümü bilseydi gazabına uğrardım. O çiyana dokunmamalı. Adam öldürmekten çekinmeyen bir mahlûk o. Hiçbir şey görmedim, hiçbir şey duymadım. Ben bir misafir, elçi, yabancı elçi, işte hepsi bu!” diye içinden geçirdi.
Baş belası bu olaylar toz topraklardan veya zorluktan olmuş değil. Ama sanki kıvılcım yukarı mı uçuyor? İnsan kötülük üzerine mi doğmuş?
Biraz sonra Cengizhan; Atay Sali, Utak ve Darbay’ı kabul evi Sarı Çadıra davet etti.
Elçiler çekinerek çadıra girdi. Cengizhan ejderha tasviri nakşedilen altın tahtında oturdu.
– Kaderde görüşmek nasip oldu, öyle değil mi Uygur elçi?
– Evet, âlicenap kağanım! dedi. Bu cevap içten değildi.
– Utak! Sana teşekkürler! Darbay! Sana da teşekkürler! Vazifeyi tam yerine getiren becerikli adamlarsınız!
– Kağan için hizmet kılmaya canımız feda! dedi onlar sevinçle.
Atay Sali, sağ tarafta asılı kılıç, hançer, ok-yay, sapan, gürz gibi silahları görünce “Bu tür silahlarla nice adamın kafası koparılmıştır?” diye düşündü.
– Mektup nerde? diye sordu Cengizhan, ayı tabanı gibi elini uzatıp.
Kağan sözünü tekrarlamadı. Atay Sali buraya gelirken mektubu Utak’tan geri almıştı. Mektubu elbisesinin koynundan çıkarıp, taht önüne iki adım yaklaşarak iki eliyle kağana teslim etti.
“Tanrıma çok şükür, kendi elimle teslim ettim!” diye sevindi ve sırtından ağır bir yükü kaldırmış gibi hafif hissetti kendini.
Cengizhan mektubu aldı, evirip çevirip baktı. Tebessümle açılmış dudaklarını kıpırdattı. Sonra o saksağan tasviri nakşedilen ok ve yayını alıp yayını çekip okunu açık kapıdan fırlattı. Bu, kendisi tek başına otururken birisi hizmetime gelsin anlamına geliyordu. Sarı Çadırın kapı beyi hemen girip diz çökerek oturdu.
– Emir fermanınıza hazırım! dedi muhafız bey, gür sesiyle.
– Tatatunga hemen gelsin!
– Baş üstüne kağanım! deyip muhafız bey eğilerek kapıdan çıktı.
– Sizi? dedi kağan sıkılmış vaziyette oturan Utak ile Darbay’a keskin gözüyle bakarak, – Bavurçuk Art Tekin nasıl karşıladı?
– Sizin nam şerefiniz, şan şevketinizden Bavurçuk Art Tekin onur duydu ve bize kucak açıp ağırladı. Size olan güveni tamdır. Sizin İdikut’a iyilik yapmanızı istiyor! diye cevap verdiler.
– Peki, halkı ne diyor?
– Onlar Batı Kıtan’a düşmanlar!
– Bavurçuk Art Tekin’i davet edeceğim! Davet kabul görürse onu siz ağırlayacaksınız! Şimdilik Angurat Noyan’ın emri altında hizmet edeceksiniz! derken muhafız bey kapıdan eğilerek giriverdi.
– Kutlu Kağanım, emir fermanınıza binaen Uygur Tatatunga’yı kutlu huzurunuza getirdim!
– Girsin! Utay ile Darbay’ı Angurat Noyan’a götür! Çıkın!
– Baş üstüne kağanım! dedi muhafız beyi. Kağanın emrini kutsal sayarak Angurat Noyan’ı bulup ikisini teslim etti.
Kağanın huzurunda iki Uygur, iki kardeş, Beşbalık’lı vatandaşlar Moğol toprağında, sarı çadırda karşılaşırız diye hiç düşünmemişti. Bu tesadüfen görüşme, Beşbalık’ı çok özleyen Tatatunga için unutulmaz bir mutluluk ve eşsiz bir fırsat olmuştu. Atay Sali, dinî aydın Tatatunga’yı ilk bakışta tanıdı. Bu genç, Budist tapınağında eğitim görmüştü. Buda, Mani, Şaman akidelerini iyi biliyordu. Çok kitap okuduğu için İdikut’da “Altın başlı çocuk” diye ün kazanmıştı. O; Çin, Moğol, Türk kabilelerinin dil ve kültürlerini mükemmel biliyordu. Çince eserleri rahatça okuyup anlayan, Uygur devletleri ve o devletlere hakan hükümdar olan zatların serüvenlerini iyi bilen, canlı tarih gibi çok değerli bir insandı. Babası büyük bir tüccar, ipek yolunu en iyi bilen kişiydi. Türkistan, Hindistan, Bağdat, Mısır, Çin, Moğol devletleri ile İdikut devletini bağlayan, kendi devletinin kültür ve ticaretini canlandıran, çok akıllı ve milliyetçi bir adamdı. Atay Sali, Tatatunga ve onun babası Yağma Buğra’nın Gumatı mabedinde Budaya taptıklarını biliyordu.
Bir defasında Yağma Buğra, Atay Sali’ye şöyle demişti.
– Ben İyen Tömür’e gelip “İdikut neden bağımsız değil!”, dedim, ama o cevap veremedi! “Uygurlar neden batı Kıtan’dan korkuyor?” diye sordum, İyen Tömür tepeden baktı yine cevap veremedi.
“İdikut devleti seksen yıl Kıtan’a bağlı kaldı, halk hazinesini onlara vermekteyiz. Yeter artık! demek zamanı hâlâ gelmedi mi?” dedim. İyen Tömür bana sert baktı,
– Kişi zengin olunca şişmanlayıp derisine sığmaz olur değil mi? dedi Tarkan Bilge Buka zehir saçarak,
– Servetlere gömülmüşsün galiba, ama bunlarla avunarak yaşamakta olduğunu unutmuşsun öyle mi?
– Uygur’un saadetini zulümle berbat ettiler, bu zulümden, zorluktan kurtulalım diyorum. Kıtan kalesi neden böyle sarsılmaz?
– Paranın değeri düşünce vatanın kurtarıcısı oluvermişsin değil mi? dedi gene Tarkan Bilge Kaya.
– Sürünün önünde toz duman koparmayın Yağma Buğra! Önceden laf etmeyin. Kimdir seni azdıran?
– Hiç kimse! Kalbim öyle söylüyor!
– Senin içine şeytan olarak yerleşen kim? Söyle! Söylemezsen hemen öleceksin ya da İdikut’tan kovulacaksın! O kişi belki de Bavurçuk Art Tekin’dir. Öyle mi?
– Hayır! Bu, benim ve oğlum Tatatunga’nın fikridir! Bavurçuk Art Tekin’i hiç görmedim ve onunla konuşmadım!
– Bavurçuk Art Tekin’le biz konuşacağız!
Bu, az önce surat asıp ağzına su doldurmuş gibi konuşmadan oturan İyen Tömür’ün sözüydü.
– Ne yapalım? Çaresi ne? diye sordu İyen Tömür, Tarkan Bilge Buka’ya.
– Başka devlete sürgün etmek lazım. Çölleri gezsin! Yayan yürüsün! “Yayan yürüyen dayak yer!” diye güldü Tarkan Bilge Buka.
– Kıtan, Tibet ve Naymanların atını beslesin!
– Dolunay elle gösterilmez. Onu gözü açık herkes görebildiği gibi İyen Tömür ile Tarkan Bilge Buka’nın takip ettiği yolu da halk anlayacak! dedi.
– İyen Tömür ile Tarkan Bilge Buka bizi öyle kovdular. Oğlumla ikimiz Beşbalık’tan sürgün edildik. Siz Atay Sali kardeşim, Kıtan’da rehinde bulunan Bavurçuk Art Tekin’e derdimizi anlatırsınız! demişti.
Atay Sali bunlar hakkında Bavurçuk Art Tekin’e bilgi verdiğini hatırladı. İdikut, babası ve Tarkan Bilge Buka’dan nefret etmişti. “Seni tutarsız, geri zekâlı yaramaz çocuk! Devletimizin birlik ve bütünlüğünü bozan Yağma Buğra’yı desteklediğin için seni de kovacağım!” diyerek Bavurçuk Art Tekin’i batı Kıtan’a rehine olarak gönderdiğini biliyordu.
Tatatunga, Cengizhan önünde el bağlayıp durdu.
– Buyurun yüce kağanım!
Tatatunga; Cengizhan’ın kedisini beğendiğini, akıl ve bilgi bakımından oğullarından da üstün görüp özgürlük verdiğini bilse de fazla söz söylemekten çekinirdi.
Tatatunga, Atay Sali’yi tanıdı. Vücudunu ılık bir duygu sardı. Heyecandan mı yoksa nice yıldır memleketini göremediği için mi nefesleri hızlandı, dudakları titredi, kendini zorla tuttu. Ama Cengizhan’ın önünde onunla göz göze gelmekten de korktu.
– Bu Tatatunga!
Yere bakıp oturan yakışıklı delikanlıyı Kağan eliyle işaret etti.
– Uygur, Nayman’ın kölesi iken şimdi benim kölem oldu!
Biraz düşündü,
– Akıllı Uygur bu! O olmasaydı hazinem savrulup tükenecekti, işini mükemmel yapıyor. Suçsuz yiğit. Ama onun suçsuz babasını Naymanlar öldürmüş. Nayman hanı ona mühür verip hizmetinde bulundurmuş. Onu tutuklayıp öldürmek istediğimde “Ben mühürdarım, size büyük hizmet edeceğim, öldürmeyin beni!” diye yalvardı. Ona inandım. O hayatta kaldı. Verdiği sözünü yerine getirdi. Okuma yazmayı bilen çok bilgili birisiymiş. Kendi intikamım ve onun babasının intikamını aldım. Nayman’a saldırmasaydım bunun gibi bilgili adamı bulamazdım!
Cengizhan’ın övgüsünü duyan Atay Sali bundan çok memnun oldu. Ama bunun gizli bir amacı olduğunu da fark etti. “Bence kağan Uygurları seviyor. Bununla birlikte onlardan faydalanmak istiyor! Olsun! Uygurlara kötü bakmıyorsa bunlar kafi!” diye düşündü.
Atay Sali, kendi düşünceleriyle başbaşa kaldı, onların sohbetine katılmadı.
– Tatatunga Beşbalık’lı, hem sizin şehriniz sayılır. Tanıyor musunuz? diye sordu Cengizhan esrarengiz bir edayla.
“Tanıyorum desem ne olur? Tanımıyorum desem ne olur?” diye düşündü Atay Sali bir şeylerden endişe duyarak. “Tanımıyorum desem, Tatatunga benim hakkımda yanlış mı düşünür? Tanımıyorum demem uygun mu acaba?” diye muhakeme etti. Kafasından geçirdiği şeylerden dolayı zihni oldukça karıştı.
– Tanımıyorum, büyük kağanım! dedi Atay Sali, – İlk defa gördüm!
– Beşbalık’da böyle yiğitler çok mu?
– Beşbalık’ta rahipler çok. Ben rahiplerin üstadıyım!
– Hangi dini öğretirsiniz onlara?
– Buda dinini, kağanım!
Cengizhan şimdi Atay Sali’yi bırakıp, mektubu Tatatunga’ya verdi.
– Oku bunu!
Tatatunga mektubu açıp yavaş yavaş okumaya başladı…
Cengizhan mektupta denilen sözleri duyunca yerinden kalktı,
– Aslan! Kaplan! Erkek! Yiğit! Teşekkürler! diyerek mektubu Tatatunga’nın elinden aldı
– Bu benim için büyük bir müjde, büyük bir iyilik! Sayın elçi! Müjde getirdiğiniz için size çok müteşekkirim!
– Sizin teşekkürünüzü Bavurçuk Art Tekin’e diye kabul ediyorum!
Atay Sali her defasında İdikut’u yüceltmekten çekinmiyordu. Cengizhan onun bu tavrına saygı gösterdi.
– Evet! Sözünüz doğru! Bavurçuk Art Tekin’e teşekkür ederim!
Atay Sali, gönlünü ferahlatan bu sözden memnun halde gülümsedi. Cengizhan, Atay Sali’ye bir kaftan giydirmeyi uygun gördü.
– Atay Sali gibi aziz Uygur elçisine içten saygımın nişanesi olarak kaftan giydireceğim! Getirin kaftanı! diye Tatatunga’ya hazineden bir kaftan getirmesini emretti.
Tatatunga, tazim ederek teşekkürünü ifade etti. Kaftanı hemen getirdi. Cengizhan hürmetle onu Atay Sali’ye giydirdi. Moğol geleneğince, sevilen misafir ata bindirilir ve askerlerin nezareti altında Kerulen vadisini bir defa dolaştırılırdı. Bu tören de yerine getirildi.
Atay Sali, Cengizhan’ın kabul töreninde müsteşarların giydiği, siyah yünden bir elbise giydi, Cengizhan’ın önüne gelip secde edercesine eğilerek tazim etti ve başını kaldırmadan durdu. Cengizhan ona,
– Eee! Büyük Uygur elçisi, başını kaldır! Bu gün matem günü değil, mutluluk günüdür. Bavurçuk Art Tekin bana yardım ve zafer verdi!
Atay Sali, Cengizhan’ın gizli bir hilesinin olduğunu anladı. “‘Kötüye yanaşan yere düşer, çamura batar.’ sözünde belirtildiği gibi bu kötü niyetli, kuşkucu, zalim, hilebaz adamın kafasında İdikut’un bilmediği nice sırlar, kin ve sinsi düşmanlıklar vardır. Ama biz Uygurlar Cengizhan için bir kalkan oluruz!” diye düşünen Atay Sali yine de, Uygur-Moğol dostluğundan yanaydı.
Bu gece kara bulutlar gök yüzünü kapattı, yağmur yağdı. Atay Sali sabahleyin dışarı çıktı. Hafif esen sabah rüzgârı, yağmurların yıkadığı otları yalayarak geçti. Hava öylesine temiz, gök öylesine masmaviydi. Etraf, âleme kut yağmış gibi oldukça güzeldi. Bitkiler üzerindeki yağmur damlaları, rüzgâr estikçe civa gibi dökülüyordu. Kerulen nehrinde akan suların sesi, uçsuz bucaksız vadi ve otlağın sessizliğini geceden beri bozmaktaydı. Atay Sali,
“Bizim sohbetimize kimse katılmadı, törene de kimse iştirak etmedi. Cengizhan, beni kendisi kabul etti. Bunun sebebi ne? Belki de Bavurçuk Art Tekin’e hâlâ inanmıyor. İdikut’tan mektup geldiğini Tatatunga’dan başka kimse bilmiyor. Mektubu neden kendisi saklıyor? Bunda bir plan var? Bu plan ne? Belki Bavurçuk Art Tekin’i davet edecek? Her neyse, bunu bugün öğreneceğim. Beni neden öyle gözetliyor bunlar?” diye düşünerek Ak Çadıra doğru yürüdü. Geldiğinde Kerulen vadisinin tepelerinden inmekte olan Cengizhan’ı gördü. O yalnızdı.
Kağan, kendisinin inanmadığı fikirleri başkalarına hemen anlatmaz, gizlerdi. Hatta hatunu Börte, oğlu Cuci, Üketay, Toli, Batur ve Sebetay’dan da gizlerdi. Kendim bilirim, kendim yaparım, baş benim, beyin benim derdi. Tanrının verdiği akıl ve feraset bana yeter diye kimseyle istişare etmezdi. Bu defa da böyle yaptı. Atay Sali de bunu anladı, farketti. O, Bavurçuk Art Tekin’in sayesinde Moğol ülkesine gelip, efsanevi Cengizhan’ı gördü. Ziyaret esnasında onu yakından tanıdı, yeni bilgiler edindi. Bu adam, acıma ve şefkati hiç bilmeyen, gaddar, vahşi bir adamdı.
“‘Özü sözü bir olmayan ehli riyadan kaç.’ sözü manasınca, bu adamdan uzak durmak gerek. O; başkalarının rızkını çalan, insana korku, vehim, endişe vermekten haz duyan bir Moğol atamanıdır. Bavurçuk Art Tekin, büyük zat. İkisini mukayese etmek imkânsız.” diye düşünen Atay Sali, Kağanın iç dünyasını, geçmişini, duygularını anladı. Sözü ve ruh haline bakarak durumunu idrak etti. “Beşbalık’a döndükten sonra burada şahit olduklarımı, düşündüklerimi Bavurçuk Art Tekin’e bir an önce anlatmalıyım!” diyordu.
Özel muhafızlar sanki yer altından çıkmış gibi her taraftan peyda olup Cengizhan’ın sağ ve sol tarafına geçti.
Yemekten sonra Cengizhan gene Atay Sali’yle yalnız kaldı.
– Getirdiğin mektuptan dolayı Bavurçuk Art Tekin’e asla inanmıyorum! dedi kağan birdenbire.
Kendini zorla tutmaya çalışsa da yüzü kehribar gibi sararmaya başladı.
“Kendince düşünüp bir şey buldu bu adam?” dedi Atay Sali kendi kendine ve “O zaman size ne gerek? Açık söyleyin!” der gibi onun gözüne baktı, “Yabani eşeğin huyunu huy edinmişsiniz, ne istiyorsunuz?” diye düşündü.
Atay Sali, bu kurnaz ve hilebaz adam kendisi söylesin diye hiçbir cevap vermedi.
Cengizhan hiç renk vermeden,
– Bana delil gerek! diye alelacele söylendi.
“Ne diyor bu adam?” diye düşündü Atay Sali.
– Bana güven için bir belge lazım. Bana dost olan adamın bir er kişiyi öldürüp kellesini takdim etmesi gerek!
– İdikut’a güvenmek için ispat mı gerek?
– Bavurçuk Art Tekin gelsin! dedi. İki elini kaldırıp sonra sertçe silkeledi.
– İdikut kendisi gelse inanırım! Bu bir! İkincisi, Kıtan elçisinin kellesini kesip bana getirsin! Görünce inanırım! O zaman benim beşinci oğlum, çocuğum Bavurçuk Art Tekin olur! dedi açıkça.
– Getirmezse? Başka çare yok! O zaman İdikut benden korksun, yerle yeksan ederim! dedi.
Cengizhan’ın bu talebini Atay Sali tam olarak anladı.
Cengizhan, Atay Sali’ye dediği sözü Tatatunga’ya yazdırıp sonra okuyarak dinledikten sonra mührünü bastı.
– İşte bu mektup! Kimseye göstermeyin, yabancı ya da kardeş, kim olursa olsun övünüp okuyuvermeyin! Kaybetmeyin! Sınırdan sorunsuz geçersiniz. O tarafı zaten İdikut’tur. Düşmanlarım çok! Dikkatli olun! Sözümden biraz rahatsız olduysanız kusura bakmayın elçi cenapları!
– Baş üstüne Kağanım!
– Tatatunga’yla vedalaşın! dedi. Tatatunga’ya keskin gözüyle bakarak, – Sizinle kardeş gibi konuşmayı istiyor, bunu biliyorum! diye ilave etti.
– Ben, Beşbalık ölmesin, altın vatanım bölünmesin, İdikut Bavurçuk Art Tekin ile kutlu kağanım, kurulacak bu köprüden geçip Moğol Uygur dostluğu yaşasın, büyük her iki zata dehalık nasip olsun, irade ve kudret nasip olsun!” diyerek Tatatunga sözünü bitirirken olması gerekmiş gibi Cengizhan’ı övdü, ona kut ve bereket diledi.
– Kağanın hazinesinde rengarenk inciler, yakutlar, mücevherler daima parlasın! Hepsi bir birinden güzel, göz kamaştırıyor. Kerulen, altın saraya benziyor. Kağanım bu dünyanın muhafızı olsun!
Tatatunga içten konuşmak istedi, ama cesaret edemedi. Sadece sustu.
“Zatım ve ruhum ulu idi değil mi? Nura dolmuş gözlerime yaş dolacak diye düşünmemiştim. Yaban vatanında gurbette yaşarken yüreğimin ezileceğini nerden bileyim? Beşbalık vahasını bir daha görebilir miyim?” diyordu kendi kendine. Sonunda kendini tutamadı, kalbini bir hüzün sardı, ağlamak geldi içinden, bunu Atay Sali’nin de fark ettiğini anladı.
– Selamını ileteceğim oğlum! dedi Atay Sali. Kendi kendine “Sen de azap çekmişsin. Zor durumda olduğunu gördüm.” diye düşündü.
İki vatandaşın bakışları karşılaşınca Tatatunga’nın dudakları titredi, gözünden iki damla yaş yuvarlandı.
– Tanrım korusun! dedi Tatatunga. Atay Sali’nin vatanına selametle ulaşmasını diledi.
Atay Sali, edindiği derin kanaatlerle Beşbalık’a doğru yola çıktı. Kısa boylu atlara binen muhafız ve casuslar Angurat Noyan’ın önderliğinde onu Moğol sınırından geçirip vedalaştı. Bütün muhafızlar atlarından inip ona baş eğip veda ettiler. Angurat Noyan, cezaya çarpıtılan o iki muhafızın yaptıkları için özür diledi.
– Affedin Sayın Sali cenapları! Onlar kötülük işlediler! İşte bu sizden alınmış eyer!
Atay Sali kendi eyerinde oturmadığının farkına vardı.
– Ben o yiğide armağan etmemiş miydim? dedi Atay Sali. Bu işi aklına getirmekten hoşnut olmadığını belirterek
– O, benim bu eyerimi çok beğenmişti?!
– O, şimdi bu dünyada yok, ebediyyen yok! Eyeri geri vereceğim, bunu alın!
Atay Sali eyeri alıp evirip çevirip bir baktı ve öfkelenerek, – Bana artık gerekmez! dedi ve onu bir yana fırlattı.
– O yiğitler burada değilseler bile, ruhları bari görsünler. “Ölüler razı olmadıkça diriler ileri gidemez.” diye bir söz var bizde. Elveda cenabı Angurat Noyan!
Atay Sali’nin atı başını silkeleyip hızla koşmaya başladı…
“‘Ölüler soğuktur.’, denir. Öldüyse Moğol öldü, öldürdüyse Moğol öldürdü. Atay Sali’ye ne?” diye düşünmeden edemedi Angurat Noyan.
Atay Sali kaybolduktan sonra Moğollar “hıy hıy” çığlıklarıyla atlarını koşturup uzaklaştılar…
Açık hava, mavi gök Atay Sali’yi ferahlattı. Atını durdurdu ve arkasına dönüp baktı. Annesi soylu, babası sıradan bir kişi olan Tatatunga’yla açıkça konuşamadığına çok üzüldü.
“Tatatunga! Biz seni asla unutmayacağız, seni Bavurçuk Art Tekin’e anlatacağım!” dedi gururlanarak. “Tarkan Bilge Buka ne diyecek acaba, göreceğiz! Şimdi gelelim Cengizhan’ın ufak tefek sözlerine, bunlar dedikodudur. Onun sözlerini taşımak casusluk sayılmaz!” diye düşünerek gene atını kırbaçladı.
İdikut otlaklarında yayılan ceylanlar koşa koşa geçtiler. Bozkırlarda otlayan, sağrısı büyük tosunlar da onun önünden koşarak gittiler. Dalga gibi dağlar, tepeler, yamaçlar, çalılar heybetli gözüküyordu. Atay Sali, atını mahmuzlayıp koşturarak yürürken üzenginin bağı koptu ve yere düştü. Bu Moğolların eyer ve üzengisiydi. Attan inip üzenginin iki tarafındaki kayışı gördü. Üzengi işte bu kayışların ortasında duruyordu. O üzengi bağını buldu, tutup bağladı. Moğolların eşek palanına benzeyen eyer örgüsünün yırtılan kısmını onardı, sonra tekrar atına bindi. Beşbalık surlarının tepesinde küçük burçlar göründü. Kolza tohumuyla ıslanan yumuşak pamuk kumaşlar tüterek yanmaya başladı. Sarayın dış surlarını gözetlemekte olan muhafızlar atlarını koşturup Atay Sali’nin önüne çıkarak karşıladı. Kapıcı bey ise Bavurçuk Art Tekin’e haber verdi.
– Muhafızların kalesinde ateş tüttü! Haber geldi ey kudretli hakanım!
– Duydum! Çıkabilirsin!
– Tora Kaya, Tarkan Bilge Buka gelsin!
– Baş üstüne! dedi muhafız beyi ve hakanın emrini yerine getirdi.
KITAN BAŞI
Bavurçuk Art Tekin; Tora Kaya, Bulad Kaya ve Tarkan Bilge Bukalarla beraber Atay Sali’nin yoluna çıkıp karşıladı. Gumatı mabedinin rahipleri, üstadlarının Moğol devleti yolculuğundan geldiğini sonradan öğrenip şehrin dış surları önünde üstadlarını heyecanla karşılayarak ellerinden öptüler.
– Üstadımız! Üstadımız! diye bağırıyorlardı rahipler. Üstadlarının kaftanının eteğini bırakmıyorlar, yerden kaldırıyorlar, elini öpüyorlardı.
Bavurçuk Art Tekin onu bağrına basıp sordu, – Yalnız sohbet edelim mi üstadım?
– Siz nasıl istiyorsanız Hakanım!
– Sadece ikimiz sohbet edelim!
– Olur, cenabı Hakanım!
Onlar sarayda güzel yemekler yedi. İlginç ve önemli sohbet başladı.
– Sizi dinliyorum üstadım! dedi kırmızı halı üzerinde yastığa yaslanan Bavurçuk Art Tekin.
– Hayırdır! Yolculuk nasıl geçti? Cengizhan nasıl? bunlar manalı, derin ve doğru cevap bekleyen sorulardı.
– İyilik! diye söze başladı Atay Sali. İdikut’un gönlünü coşkuya sürükleyip.
– Mektubunu görünce Cengizhan çok sevindi!
– Cengizhan nasıl bir adammış?
– Gördüğüm kadarıyla kurnaz, hilebaz bir adam! Ejderha! Canavar! Bildiğim kadarıyla o büyük bir istila seferi başlatmaya hazırlanıyor. İdikut devletine değil elbette! Beşbalık’tan geçerse nereye gidecek? Elbette Türkistan’a!
– Türkistan’a mı? dedi İdikut yerinden kalkıp.
“O neden İdikut ile dost olmaya çalışıyor?” sorusuna Atay Sali kendisi cevap verdi
– Burada büyük bir maksat var. O da Türkistan’a seferdir. Önce sizden güç almak, Beşbalık’tan faydalanmak! İşte bu!
– Demek ki Cengizhan’ın aklında hep Beşbalık var! derken onun yüreği biraz hızlı çarptı.
– 1125’ten 1209’a kadar, yani 84 yıl Batı Kıtan’a bağımlı olarak yaşadık. Gene bağımlı kalsak olmaz üstadım! İdikut Halkı Kıtan’dan nefret ediyor. Onu gördüm, halk arasındaki sözleri duydum!
– Biliyorum! Ama Moğol Kıtan’a benzemiyor. Hayır! Derseniz yarın Moğol askerlerini Beşbalık’ta görürsünüz. Kanaatimce, Cengizhan Uygurları seviyor. Bizim için en mühim olanı işte budur. Sizin mektubunuza inanmıyormuş! Bunu açık ve kesin olarak söyledi.
– Bize güveni nasıl?
– Sizden kuşku duymuyor ama onun tam güvenini kazanmak için ispat etmek lazımmış.
– Dostluğun bir belgesi olarak Kıtan’ın başını istiyor.
– Kıtan’ın başı?
– Evet! Kıtan başı cenapları! Kendinizi de ziyarete davet etti. “Bavurçuk Art Tekin gelsin!” dedi. İşte bu mektupta hepsi yazılmıştır. Mübarek elinizdeki bu mektubu Beşbalık’lı Tatatunga yazmıştır.
– Tatatunga! Yağma Buğra’nın oğlu mu?
– Evet Hakanım! Yağma Buğra’nın oğlu Tatatunga!
– Bu doğru mu?
– Kendi gözümle gördüm! Görüştüm!
– Babam İyen Tömür, onları Beşbalık’tan kovdu. Nerde yaşıyorlar diye merak etmiştim. Moğolistan’daymış. Buna sebep olan kişi Tarkan Bilge Buka! Benim sözüm hâlâ aklınızda mı?
– Evet, aklımda! Cengizhan’ın daveti üzerine oraya giderseniz Tatatunga’yla muhakkak görüşürsünüz.
– Müjdeniz için çok memnun oldum üstadım!
– Ulu Hakanım! Çoluk çocuğumla görüşmeye izin vermenizi istiyorum. Saray dışında rahiplerim de beni bekliyor olmalı.
– Buyurun üstadım! Buyurun! Sizin gibi sadık, pak ve samimi bir kişinin İdikut’ta doğmuş olduğundan onur duyuyorum!
– Ey saadetli Hakanım! Saltanatınız ebedi olsun! Ne söylemişsem sizin iyiliğiniz için söyledim!
Bavurçuk Art Tekin onun biraz oturmasını buyurdu. Atay Sali oturdu.
– Üstadım, biraz sonra ben sizin Cengizhan’a yönelik ziyaretiniz hakkında Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Buka’ya bilgi vereceğim. Tarkan Bilge Buka ne diyecek? Bir görseniz! Gazap anında kendinizi tutabileceğinizi umuyorum. Çünkü gazap her şeye göre nefrete daha layıktır.”
– Sözünüzü dinlemem, fikrinize saygı duymam lazım Hakanım! Sizden razıyım hem de memnunum!
İdikut, Atay Sali’nin sözünü tasdik etti ve onun gitmesine izin verdi. Atay Sali, Bavurçuk Art Tekin’in bundan sonra yollarının kesişeceğini, karmaşık işlerle karşı karşıya geleceğini bir daha vurguladı. Onun çok dikkatli olmasını, bir iş yapmadan önce onu akıl mizanına koymasını tavsiye etti.
– Her şeyden önce Tanrıdan dileğim şudur! Uygur Hanının ömrü uzun, tahtı ebedi olsun! Siz bana büyük saygı gösteriyorsunuz. Size fikrimi söylemeye mecbur kılan şey, iyi bir teklif sunmaktır. İdikut’un şair ve yazarlarını, şarkıcı ve müzisyenlerini, heykeltıraş ve mimarlarını, örf-adet ve ananelerimizi, yemeklerimizi, kesif hünerlerimizi, tarihi miras ve kalıntılarımızı Cengizhan’ın önünde sergileyiniz. Kadim Türk halklardan olan Uygurların büyük medeni mirasıyla gurur duyacağını onlara bildirmek lazım. Öyle yaparsanız halk sizden razı olur diye düşünüyorum. İdikut sarayında hikmet, akıl, kanaat ve adaletin bulunması gerek! Bunları gerçekleştirmek mühim vazifedir. Cengizhan’la sohbet etmek için ilim hikmetten haberdar olmak, her şeyi iyi kavramak gerek. Buna özen gösteriniz. Tedbir, sabır, nezaket ve rahmetin kaynağı olan akla güvenin. Âlicenaplık, kendini tutmayı bilmek, kendi hakkını tanımak ve kanaatli olmaya dayanır. Vadeye vefa kılmak, iyi işler yapmak, güzel huylu olmakta adalete güvenin. Bu erdemler sizde vardır. Cengizhan çok kurnaz olmakla birlikte akıllı ve çok şey bilen bir adamdır. Siz ise genç ve çok saadetli bir adamsınız.
Şan şevketli hakanım! Sizden korkuyorum! Beyhude söz söylemiş olsam cezasını çekmeye hazırım. Tanrımın günahkâr bir kulu olarak ben, söylemediğim söz için pişman olmuş değilim. Ama söylediklerimden her zaman bin türlü pişman oldum. Tanrım sizi uzun yaşatsın. Siz bana özgürce konuşmak için fırsat tanıdınız. Siz, atalarımızın şanlı tahtına oturdunuz. Onlar şehirler, surlar, kaleler inşa ettiler. Askerlere komutanlık yaparak servet toplayıp uzun yıl yaşadılar.
Ey cenabı Hakan! Baht yıldızı tüm yıldızlardan parlak olan İdi-kut! Şimdi siz onların düşmana vermediği toprağına, şehirlerine, halkına, kutsal devletine varis oluyorsunuz. Tanrım size saltanat verdi. Size; Pan Tekin, Bögü Tekin, İrdiminhan, Aslanhan, Bilge Tekin, İyen Tömür gibi İdikut’lardan devlet ve asker miras kaldı. Sırtınızda çok ağır bir yük taşıyorsunuz. İdikut En Tömur’e hiç benzemiyorsunuz. O haddi aşmıştı, zulüm ve baskıyı arttırmıştı. Kibirlendi, sonunda öldü. O, şöhret ve makam-mevki uğrunda yaşadı. Bu yüzden Tarkan Bilge Buka ondan faydalandı. Ulu hakanım! Siz iyi düşünün, söylediklerim size ağır gelmesin. Ben vicdan azabı çekmekte olan samimi bir dost ve üstat olarak huzurunuzdayım!
Atay Sali söyleyeceklerini söyledi. Kalbinde ne varsa ortaya koydu. Bavurçuk Art Tekin’de bu samimi sözlerden duygulandı, derin hisleri uyandı ve şöyle dedi:
– Söylediklerinizin hepsi benim iyiliğim içindir! Biliyorum!
– Ben de öyle düşünüyorum kutlu Hanım…
* * *
Bavurçuk Art Tekin Budanın sureti bulunan asasını tutup sarayında ileri geri yürüdü. Atay Sali’nin sözlerinden sonra İdikut; devleti, Cengizhan, Batı Kıtan, halk ve vatanı hakkında düşünüyordu. İdikut, Uygur ulularının başından geçen türlü olayları hatırladı. Doğu ve batıdaki devletlerin ne kadar gücü var? Kim kimlerin gölgesinde yaşıyor? Hangi devlet mağlup oldu, hangisi güce sahiptir? Hepsini düşünce mizanına koydu, inceledi. Böyle bir vaziyette kendi devleti hakkında derin derin düşündü. Önce bağımlılık meselesine odaklandı.
“Biz bugün Kıtan’a bağımlı olarak yaşıyoruz. İyi mi kötü mü? Haddi aşan Tus Taygu Curcitlerden oldukça darbe yedi. Bu kafi değil mi? Ama ders almadılar. Tus Taygu bir kısım Kıtanlarla Uygur Orhun Kağanlığının büyük şehri Hatunbalık’a kaçtı. Oradan Yenisey Nehri sahilindeki Kırgızların mekânına gitti, hemen onların ağır saldırısına uğradı, yine kaçtı. Beşbalık etrafına gelip çadır dikip oturdu. Bu yerde de sakin olamadı, her taraftan gelen kırk bin çadırlı Kıtan’dan bir atlı ordu kurdu. Türkistan’a casuslarını gönderdi, durumu anladı, İdikut hanı Bilge Tekin’le irtibat kurdu. ‘Batıya gidecektim. Beşbalık’tan geçmeyi çok istiyorum.’ dediğinde Bilge Tekin ‘Endişe etme!’ diye ona izin verdi. Hatta Tus Taygu’nun bargâhında Bilge Tekin misafir oldu. O batıya doğru yürürken bizim Bilge Tekin Tus Taygu’ya altı yüz at, yük taşıyan yüz deve, üç yüz koyun hediye etti. Olsun, ama bize dokunma diye çocukları ve torunlarını rehin olarak Tus Taygu’ya vermesi nasıl bir durumdur! Bunu komşu Uygurlar ‘Dalkavukluk sayesinde yaşadılar!’ diye yorumladı, yakasını tuttular, gücendiler. Doğu ve Batı Karahanlılar da Tus Taygu’ya boyun eğdiler. Tus Taygu Selçukluları tarumar etti. Hanın öyle bir zaafı olmasa Kıtan güçlü bir devlet olabilir miydi? Hakan Bilge Tekin neden Kıtan’a uğurlama hediyesi verdi?” Bavurçuk Art Tekin kendine bu soruyu sordu.
Biraz sükûttan sonra duramayarak kendine fısıldadı. “İdikut Bilge Tekin neden onunla yakın dost oldu? Anlaşma yaptı? Neden o vatansız köpekle ülfet oldu? Onunla neden savaşmadı? Belki Bilge Tekin kan dökmeye razı olmamıştı. Halk esen, niyet doğru ise servet, hazine bunlardır.” diye düşündü. Evet, öyle olmalı. Elbette öyle!
“1126 At Yılından itibaren Kıtan’a bağımlı olarak yaşadık. Bugün ise 1209’uncu yıl. İdikut devletine ben han oldum. Ben batı Kıtan’a bağımlı olarak yaşıyorum. Büyük hakan Bilge Tekin’in takip ettiği yoldan şaşmadan gidiyorum diyelim, o akıllı İdikut idi. Ama Orhun, Kerulen nehri sahilinde Moğol denilen çok güçlü bir devlet ortaya çıktı. O, Cengizhan denilen büyük kut sahibi birinin elinde. Onlar, Moğolların gücünü tanımayan kabul etmeyen devleti yok edecek bir güce sahip. Büyük Tangut devletine de korkmadan saldırıp malları talan etmişler. Ben bunu gözlüyorum. Güçlü kudretli, vahşi Cengizhan bize de göz dikmiştir. Cengizhan dünyanın dört bir yanındaki hanları büyük bir endişeye sürükledi, telaşlandırdı. Ben de endişede kaldım. Hayır desek Uygur’un ipi kesilecek. Barış içinde yaşamakta olan halkımızın hali ne olur? Bana kan dökmek gerekmez. Bizden öncekiler bağımlı olarak yaşama yolunu seçmişken, ben de aynı yolu takip edeyim.” diye düşünürken Tora Kaya, Bulad Kaya, Tarkan Bilge Kaya’lar Saraya girdi. İdikut, keskin gözlerini Tarkan Bilge Kaya’ya dikti. Tarkan Bilge Kaya, – Cenabı İdikut! diyerek onun keskin gözüne baktı, – Benden bir kuşku mu duyuyorsunuz? Bu Kuşkunun nedeni ben miyim?
– Yağma Buğra’yı biliyor musunuz? dedi İdikut.
Tarkan Bilge Buka, tesadüfen duyduğu bu sorudan irkildi. Ama kendini tutmaya çalıştı, soruya kısaca cevap verdi,
– Biliyorum! İyen Tömür hakkında dedikodu, eleştiri yapan adam. Bana neden bunu sordunuz hakanım?
– Peki ya Tatatunga?
– Biliyorum, okuma yazmayı bilen yiğit. Babası için İdikut İyen Tömür’den af dilemişti. İdikut her ikisini affetmedi. Zati âlinin emriyle sürgün edildi. Babanız İyen Tömür, Yağma Buğra gibi hasetleri, fitne çıkaranları, halk arasında uyduruk sözleri yayanları da sürgün etti! Doğru şey yaptı. Halk da zaten bunu bekliyordu! O yüzden İdikut’a teşekkürlerini bildirdi. İyen Tömür gibi İdikutların namı bugüne kadar hep iyilikle anıldı.
– Onlar hayatta mı?
– Duyduğuma göre, Cengizhan’ın mızrağına hedef olup ölmüş.
– İyen Tömür’e hiçbir fikir vermediniz mi?
– Hayır! İyen Tömür’ün saadetli aklı kendisine yeterdi!
– Peki, Eğer Tatatunga hayattaysa?
– Ölen adam dirilmez, hakanım! dedi ve kahkaha attı.
– Dirilmiş! Cengizhan’a hizmet ediyormuş!
– Hain!
– Hazinedar, hem de mühürdarmış!
– İnanmıyorum!
– Atay Sali görmüş!
– Yalan! Yağma Buğra ile Tatatunga’yı öldür diye zindan beyine emir vermemiş miydi? Zindan beyi emri yerine getirdim diye İyen Tömür’e haber verdiğine ben de şahit olmuştum.
Tarkan Bilge Buka, Tatatunga’nın hayatta olduğuna asla inanmadı.
– Atay Sali yalan söylüyor! Sözüne yalan katıyor!
– Cengizhan beni çağırmış! Tatatunga’yı ben de tanıyorum! Gittiğimde onunla görüşmem muhtemeldir!
– İnanmıyorum! diye ısrar etti Tarkan Bilge Buka
– Tatatunga hayatta demek ben yenildim demektir. Kendimi at direğine ilmek atarak intihar ederim. Ama Atay Sali’nin sözüne inanmak gerçekten zor!
Onun ak yüzünde bir değişikliğin olduğunu görmek mümkün değildi. Tarkan Bilge Buka, bugünkü İdikut’la olan sohbetinin akıbetini iyi biliyordu. Ama İyen Tömür’ü azdıran adam, bu genç İdikut’un kafasını karıştırmaya da kadir bir hilebazdı.
Bavurçuk Art Tekin, Atay Sali’nin getirdiği haberin genel hatlarını bunlara iletti.
– Cengizhan’a şimdi bir teminat gerekmiş!
– Nasıl teminat? Mektubu aldı, daha ne teminatı? Bu nasıl bir şey? dedi Tora Kaya şaşkın halde.
– Bizden ne istiyor?
– Elbette, Kıtan’la ilişkiyi tamamen kes diyor. Cengizhan tarafına geçmenin şartı bu. Duyduklarıma göre Cengizhan, mektuba ve bana inanmıyor. “Eğer Bavurçuk Art Tekin benimle dost olmayı isterse Kıtan elçisinin başını getirsin.” demiş. Olsun! Cengizhan ne isterse öyle yapalım! Elçiyi kim öldürecek? dedi İdikut. Yüzü moraran Tarkan Bilge Buka,
– Elçiyi öldürmek mi gerek? O zaman ben hazırım! dedi.
– Ben yapacağım! Şaykım’dan nefret ediyordum. Ama büyük İdikut İyen Tömür, Kıtan’la ilişkiyi kesmeyi istemiyordu. Onu siz bilirsiniz. Ben İdikut’un müsteşarı değil sadece emrni yerine getiren bir hizmetkârım!
Bavurçuk Art Tekin, Tarkan’ın fırsattan yararlanmak suretiyle hile yapacağını hemen anladı.
– Neden hemen öldürmek gerek? diye itiraz etti Bulad Kaya, İdikut’un önünde doğru söyleme cesaretini göstererek, – Cengizhan öyle demiş olsa da tekrar düşünelim! Başımızın üstünde şimdilik fırtına kopmuş, kar yağmur yağmış değil!
Bu söz Bavurçuk Art Tekin’e makul geldi. Bunun farkına varan Tora Kaya havayı yumuşatmaya çalıştı.
– Bu işi geciktirmeyelim! Yoksa Cengizhan gözünü yumarak İdikut’a saldırmak için hareket edecek. Sonra istila seferi başlatırsa onu durdurmak çok zor olur!
– İşte, bu doğru fikir! dedi Tarkan Bilge Buka, İdikut’un düşüncesini anlayıp.
– Dalkavukluğun da bir sınırı vardır! diyerek gene bu hareketten kaçındı. Bulad Kaya,
– Kıtan’a her sene belli ölçüde vergi ödeyerek gelmekteyiz. Vergi ne eksildi ne çoğaldı, tam yerindedir. Toz duman gibi tozup gitmedik. Kan dökülmedi. İdikut’un elinden talih kaybolmadı. Askerlerimizin sayısı da gitgide çoğalmaya başladı. Ticaret işleri de sağlam gidiyor. Semerkant, Buhara, Fergana, Hocent, Belh, Nişapur, Bağdat, Pakistan, Hindistan, Çin ve Moğollarla olan ticari ilişkilerimiz iyidir. Kervan taşımacılığı ve diğer ticaret işleri kurallara uygun bir şekilde devam ediyor. Bunları görmezlikten gelemeyiz. Batı Kıtan’a bağımlı bir devlet olsak da İdikut bir devlettir. Cengizhan’la da ebedî bir dostluk kuralım. Ama onun talebi bana ters geldi. Neden? Eğer Moğollara baş eğersek Kıtan’a ödenecek vergi Cengizhan’ın hazinesine gidecek. Cengizhan kazanacak. Biz kandırılacağız. O zaman onlar ejderha gibi bizi yutacak, hiç doymayacak. Cengizhan bir ejderhadır. Bizi neden korkutuyor? Savaşıp teslim olsak başkaydı, dünyada ün almış Cengizhan’ın istila seferi yalnız Beşbalık’la sınırlı değil. Belki Türkistan’a göz dikmiştir. Olsun, Beşbalık kapısını ona açalım. Ama bize onun bedelini ödesin!
– Yeter, şimdi konuşmayın! dedi onun uzun konuşmalarına tahammül edemeyen Bavurçuk Art Tekin.
– Bir elçi vardı, o geldi. Kağan teminat istemiş. Mektubu bu!, Sonra sizin dediğiniz gibi yarın Beşbalık’ta kargaşa çıkacak. Bu işte bizim hataya düşmememiz gerek. Orhun’da Uygur Hanlığı hüküm sürmüştü. Moğol kabileleri Uygurlara dokunmamıştı. Cengizhan kendisi bizi devlet olarak kabul etti. Elçi gönderip dostluk dileğini iletti. Bunun nesi kötü?
– Ben de öyle düşünüyorum! dedi Tora Kaya, – Hakanım! Siz doğru düşünmüşsünüz. Kağanın teminatını yerine getirip onun huzuruna varmak lazım! Attığımız bu adım bence kutsal bir adımdır. Bağımsızlık adımıdır!
– Anlaştık! Kıtan elçisi Şaykım’ı öldüreceğiz! Kim öldürecek! diye sordu İdikut.
– Ben! Ben onun kafasını koparacağım! Bana güvenin cenabı hakan! dedi Tarkan yerinden kalkıp, elini göğsüne koyarak.
– Şaykım’ın kafasını hemen mumyalayın!
– Baş üstüne hakanım!
– Bu kanlı baş vasıtasıyla İdikut meselesine çözüm getiririz!
– Bu aziz vatanımızda ben de yaşıyorum. Vazife büyüktür. Korkmuyorum, gereğini yapacağım!
– Güzel! dedi Bavurçuk Art Tekin. Kaşını çatıp,
– Şaykım’ın başı kesilmezse sizin başınız kesilecek! Önceden uyarmış olayım!
– Başım vatanıma feda olsun! Devleti korumaktan başka yol yok. Fermanınızı canım pahasına yerine getireceğim! Kafasını hiç acı çektirmeden keseceğim! Bunda şek yok. Kargaşa çıkaracak! Bu işin başıma bir bela olacağını da biliyorum. Sizin hiç şüpheniz olmasın! Yaptıklarım ve zaferim sadece vatana olan sevgimden kaynaklanır. Hürriyet güneşi başınızdan eksik olmasın!
Cesur ve inatçı Tarkan’ın bu sözleri karşısında Bavurçuk Art Tekin hiç tereddüt etmedi.
* * *
İdikut devletine müfettiş olarak gönderilen Şaykım, Kıtan hanı Çoruk’un güvenini kazanmış paragöz bir adamdı.
Şaykım, İdikut Devleti’nin Kıtan’a ödeyeceği vergiyi her zaman sıkı denetim altına alıyordu. Son zamanlarda o İdikut’un ödeyeceği üç yüz bin altın, gümüş, iki yüz bin top ipek ve diğer mallar konusunda sorgu başlatmıştı. Daima içki içip sarhoş geziyordu. Geçen sene eşi öldü, Beşbalık’da defnetti. O, kendine İdikutlulardan hiç tehlike gelmez diye düşünüyordu. Bu yüzden kendini yerli zannederdi, bir eş aramak için memleketleri gezdi, dolaştı. Sonunda ince belli, hilal kaşlı bir Uygur kızı Turfan ya da Beşbalık’tan çıkar diye tatlı hayaller kurup bekledi. Uygur kızlarını görmek için her gün tavaf mahalline gider Buda mabedlerini ziyaret ederdi. Ölmüş eşini neden Kıtan’a değil de İdikut toprağına defnetmeyi tercih etti? Bunu sadece kendisi biliyordu. Eşi tanrının bu topraktaki suçlu bir kuluydu, dünyaya geldi, eceli geldiğinde gitti, toprağa gömüldü, o kadar. Eşini toprağa verdiğinde Atay Sali ona taziye bildirdi ve merasimden döndüğünde İdikut’a,
– Gördünüz mü! Kıtan asla beyhude bir iş yapmaz. Bugün biz hoşgörüyle onun eşinin bu toprağa gömülmesine izin verdik. Her yer Tanrının yeridir, olsun, “Eşinin cesedi horlanmasın.” dedik. Erdemliliğimizi gösterdik. Ama aradan zaman geçtikten sonra bir Kıtan çıkıp da “Mezar bizim, toprak da bizim!” diyebilir. Bunu neden düşünmedik?
– Siz neler düşünürsünüz üstadım?
– Onlar, yılları, asırları hesap ediyorlar. Vaziyet onlar için uygun olduğunda “Mezar konuşsun!” diyerek meseleyi hiç tartışmadan halletmek isterler. Bundan hiç şüphem yok!
Uygurların toprağı, dini ve mezarlar hakkında konuşarak yürüdüler.
* * *
Tarkan Bilge Buka, iki dövüşçüyle beraber gece, yarısı kerpiçten yarısı tuğladan yapılmış bir eve geldi. Etrafı yüksek kerpiç damla kuşatılmış, içinde; elma, kayısı, şeftali, armut gibi meyve ağaçlarıyla dolu güzel bir bahçe vardı. Bahçıvan ise Uygur’du. Geniş avlunun kenarında üzüm tevekleri vardı öbür tarafında çeşitli çiçekler yetiştirilmişti. Çiçeklerin güzel kokusu kişiyi rahatlatıyordu. Avluya pencereden mumun soluk ışığı geliyordu. Gece misafiri, avluya kedi gibi sessiz adımla girdi ve boğuk sesiyle Şaykım’ın adını bağırdı.
– Şaykım cenapları!
Evden ses çıkmadı.
– Huzurunuza geldik! Mühim vazife! Acil bir vazife var! Dinliyor musunuz?
Gece misafirleri birer tıkırtı bile duymadı. Öyle olsa da biri kapı yanına geldi, biri kapının arkasına gizlendi.
Tarkan Bilge Kaya onun bu gün hiçbir yere gitmediğini, evinden çıkmadığını biliyordu. Casusları da onun bugün şüpheli bir şey yaptığını görmemişti. Casusların buraya gelip gidip dolaşıp durduğundan kuşku duyan birisi onu “Dikkatli ol!” diye uyarmış mıydı acaba? Bu kadar bağırmalarına rağmen kimse dışarı çıkmadı, çok tuhaf. Casuslar arasında hain var mı? Hayır, mümkün değil! Onlar Sarayın en güvenilir, en güçlü, en iradeli, en kurnaz yiğitlerinden seçilmiştir, onlardan kuşku duymak Tarkan için büyük hata, tehlikeli bir durumdur. Eğer öyle bir hainlik yaşanmışsa Tarkan Bilge Kaya’nın başı belada! Lakin mesele Şaykım’da.
Uzak bir sükûttan sonra pencerenin önünde bir gövde belirdi. Bu gövde bir şeyi fark etmiş gibi hemen bir yana çekildi, kendini gizledi. Gece misafirleri Şaykım’ın evde olduğunu anladı, kuşku ve endişeleri azaldı.
“Uygur dostlarım olmalı!” diye düşündü Şaykım, yavaş yavaş yürürken kadehe şarabı döküp onu bir dikişte içiverdi. “Ooooh! Ne güzel mey bu! İdikut üzümlerinin tadı başka, bu yüzden şarapları da harika! Şimdi Uygur yiğitleri belki beni Mey Bulak meyhanesine götürmek için çağırıyor. Belki de onlar çok sarhoştur. Bu yüzden bir iki defa çağırıp sonra sesleri kesildi.” diye gözlerini oğuşturdu.
Şaykım bu anda kimseden korkmuyordu. “Gecenin bu vaktinde kim olacak?” dedi, kuşkular aklından çıktı. O her zaman olduğu gibi bugün de sarhoştu. Arada bir, “Birisi beni çağırıyor mu? Uygur dostlarım mı, değil mi?” diyor ve sonra her şeyi unutup oturuyordu. “Evet! Kulağıma böyle geliyor olmalı. Yok! Kıtan elçisine tehlike yok!” deyip gene şarap içmeye devam etti. Vakit çok geçti. Beşbalık’ın çerağları eninde sonunda sönmeye başladı. Şaykım kaftanını sürüyerek terliğini çıkartıp koltukaltına kıstırıp öteki odasına girdi. Bu odaya kendisinden başka kimse girmezdi. Bu gizli odada gizli şeyler saklanmıştı. Yeşim taşından yapılan sandık göz kamaştırıcıydı. Onunla beraber samur kürkü, böken boynuzu, elmas, yakut, mavi ve kırmızı ipekler, güllü kumaşlar, baharat, nişadır tuzu ve başka değerli mallar bulunuyordu.
O yeşim taşı sandığın önünde diz çöktü. Kepçe gibi ince uzun-boynuna anahtar asmıştı. O, gümüş anahtarlar geçirdiği mavi renkli ince ipi uzun saçlı başından zorla çıkarttı. Her gün bu sandığı bir defa açıp görmeye alışmıştı, bundan haz duyardı. Hatta bundan dolayı uykusu bile gelmiyordu. Her gün yatağından kalktığında boynundaki anahtarı sağ eline alıp evirip çevirip zevkle bakardı, kalın dudaklarıyla öper, diliyle yalaa, sonra onu koltukaltında saklardı. Böylece o güven bulur, işine güvenle devam ederdi. İşte bugün o eski alışkanlığıyla anahtarını okşayıp duruyordu. Sandığı açtı, sandığın sırrı onun içindeydi, orada altın, işlenmiş küpe, yüzük, bilezik ve gümüş eşyalar vardı. O sessizce fısıldadı. “Bunu cenabı Çoruk’a armağan etsem İdikut devletinde devamlı görev yapabilirim!”
Evet, öyle yapsaydı İdikut’un mallarıyla devamlı olarak Kıtan elçisi olup huzur içinde yaşayabilirdi.
Evet, o bu düşünceyle yaşıyordu. Bu servetlerde kendisinin de payı olduğunu biliyordu.
Dışarıdan çok net bir ses duydu.
– Cenabı Şaykım! Kapıyı açın!
Yabancı bir ses onu endişeye soktu. Sandığı hemen kilitledi. Pencereye baktı, gövdesini gösterdi,
– Kim o? Kimsin sen? diye sordu.
Dışarıdan gene aynı ses,
– Cenabı Şaykım! Size Çoruk cenaplarından mektup var!
Hakanının adını duyunca az önce kapıyı niçin açmadığına pişman oldu.
– Mektup? Kapıyı hemen açacağım! diyerek titreyen elleriyle kapıyı ardına kadar açtı.
– Buyurun! Mektubu bana verin! Nerde mektup? diye bağırdı.
Kapının önünde onun tanımadığı iki uzun boylu delikanlı yere çakılmış bir kazık gibi dimdik duruyordu. Bütün vücudu sarsıldı.
– Ne korkunç adamlarsınız! Cenabı Çoruk’tan mektup getiren siz misiniz?
– Biz! dedi onlar acele etmeden.
– Biz diyen kim? Öğrenebilir miyim? Bu ne hal?
Şaykım, kapının arkasına gizlenen Tarkan Bilge Kaya’yı önüne atlayarak geldiğinde tanıdı.
– Siz misiniz? Buyurun, cenabı Tarkan! Eve buyurun! Gecenin bu vaktinde gelmişsiniz, acil bir şey mi var? Ne yapıyorsunuz Tarkan beyim?
Şaykım çubuk gibi eğilip dokuz defa tazim etti.
– Buyurun! Eve buyurun! diye telaşa kapıldı Şaykım.
– Hayır, girmeyeceğiz! dedi Tarkan bey soğuk ve sert bir üslupla
– Çabuk kıyafet değiştirin!
– Nedenini öğrenebilir miyim cenapları?
– Şimdi hemen memleketinize döneceksiniz. Üç at hazırladım. Bavurçuk Art Tekin’in özel muhafızları da var. Çabuk olun!
Şaykım Tarkan beyin sözüne inandı. Kapıyı kapatıp karanlık avluya çıktı. Çıkarken uzun boylu, garip kıyafetli, yüzünü kapatmış iki yiğidi görünce tüyleri diken diken oldu.
– Cenabı Çoruk’tan gelen mektup nerde? Kim getirdi? Görmem lazım! dedi. Ama burada bir tehlikeli oyun var gibi düşünüp yere bakarak arkasına döndü,
– Bekleyin Tarkan bey! Şimdi yola çıkacak olursam Çoruk cenaplarına az çok armağan götüreyim!
Tarkan Bilge Buka onun odaya girmesine izin vermedi.
– Durun! diye Tarkan o iki yiğidin yanına koşarak geldi.
Şaykım durup, bütün gövdesini arkaya çevirdi. Yiğitler bu fırsatı yakalayıp Şaykım’ın başına siyah bir torba geçirdi. Birisi onu boğazını sıktı, diğeri karnının altına bir yumruk indirdi.
– Hey herif! Aramızda hiçbir kin nefret yokken neden İdikut’a suikast yapmaya kalkıyorsun? dedi Tarkan Bilge Buka. Yalandan kızarak,
– Ben hepsini biliyorum!
– Vay dat! Kurtarın beni! İdikut’a hiç suikast düşünmedim. Yoksa Bavurçuk Art Tekin’in yanına götürün beni! İftira ediyorsunuz cenabı Tarkan! Vay dat! Bavurçuk Art Tekin’e hiçbir zaman suikast düşünmedim!
– Bilirsin, “Tığ yarası iyileşir, dil yarası iyileşmez.”, senin İdikut’a yaptığın gönül azabı affedilemez! diye bağırdı Tarkan
– Öldürün bu bedbahtı !
– Vay dat! diye bağırdı Şaykım. Sesi göklere ulaştı.
– Ayağını öpeyim! Ellerini öpeyim! Ne olur beni affet ağa! Sana canım feda olsun!
Korktuğundan dolayı ölmeden önce canı çıkmış gibi oldu. Duraklayıp bir adım bile atamadı.
– Sen bani koru ey Tanrım! diye bağırarak yalvardı.
– Suçum ne benim? diyerek kaçmaya davrandı.
Yiğitler onun arkasından yetişip biri sırtına hançeri sapladı, o yere düştü. Sonra Tarkan Bilge Buka yiğitlere,
– Başını kesin! dedi öfkeyle.
Şaykım’ın başı kesildi, siyah torbaya kondu, torbanın ağzı sıkıca bağlandı.
– Cesedini parçalayıp çuvala doldurup, götürüp bir yere gömün!
– Çabuk götürün!
Yiğitler denileni yaptı. Cesedi çuvala koyup ata yükleyerek ötede bir yere gömüp hemen döndüler.
– Gömdük! dediler, avluya ok gibi giren yiğitler.
– Güzel! dedi Tarkan Bilge Kaya memnuniyetle.
Tarkan Bilge Kaya, yiğitler dönmeden Şaykım’ın odasına girip araştırarak yeşim taşı sandığı alıp çıkmıştı. At üzerinde oturup yiğitleri bekledi.
– Şaykım’ın başını torbaya koyun! diye emir verdi.
Yiğitler kana bulanmış başı tiksinerek torbaya koydu.
– Sandığı getir! Yavaş! Dikkat et! Sakın elinden yere düşmesin! diyerek, bu uyarılarla bu şahane sandığı kucağına aldı.
– Evi ateşe verin! Anladınız mı?
– Anladık cenabı Tarkan! Biz hazırız!
Onlar buraya gelirken kolza yağı getirip bir avuç samanla birlikte evin arkasına gizlemişti. Bunları aldı, sonra odaya girip bir yatağın üzerine yağ döküp ateş yaktı ve onu kırmızı halının üzerine bıraktı. Halı ağır ağır yanmaya başladı. Şaykım’ın evi uzun süre yandı. Sabahleyin komşular bu faciayı Şaykım’ın kabahati olarak gördü.
– Çok şarap içiyordu, yanarak ölmüş bu herif! diyerek, yanan eve baktılar, ona zerre kadar acımadılar, cesedini hiç aramadılar.
O gece Tarkan Bilge Buka Beşbalık sarayının İç kapısı önünde durup attan indi. Kapı beyi çıktı.
– Kim? diye durdurdu.
– He!… Siz mi?
– Benim! Gözün kör mü senin!
– Cenabı Bavurçuk Art Tekin sizi bekliyor!
Tarkan Bilge Kaya memnuniyetle İdikut’un huzuruna girdi, eğilip tazim etti.
– Her şey yolunda mı? Getirdin mi? diye sordu Bavurçuk.
– İşte bu! Torbayı İdikut’un önüne usulca bıraktı
– Kıtan elçisi Şaykım’ın başı!
İdikut, Tarkan’a bu iş için iltifat etmedi. Ama Tarkan, İdikut’un böyle soğuk bakışını, esrarengiz bir edayla duruşunu hiç beklemiyordu.
– Bu defa da elin kana bulaştı! dedi İdikut kaşlarını çatıp.
Tarkan Bilge Kaya, “Ölmüş Yağma Buğra’yı kafama kaktığına bak! Bu haramzade muhakkak bir gün benden intikam alacak. Ben Kıtan’ın kafasını koparmış olsam, sarı arı, kıllı arı, kırmızı arı, kabak arı Cengizhan senin başını kesecek, göreceğiz! Senin bana karşı kötü niyetli olduğunun farkındayım. Seni kandırıp Cengizhan’a dost bol diyerek destek vermem gerekir. Baban İyen Tömür’ün kafasını karıştırmayı nasıl başarmışsam, sana da yapacaklarım var!” dedi içinden.
– Sizin emrinize binaen yaptım cenabı kutlu Hakanım! dedi güvenle.
– Evet, elim kan! Sizin Tarkanlarınızın eli de kan!
Derken saraya Atay Sali girdi.
– Başı olan baş eğer! diyerek başını eğdi
– Dizi olan diz çöker! diyerek Atay Sali diz çöküp selam verdi.
Atay Sali’nin sağ tarafında Tarkan Bilge Kaya baş eğip duruyordu, önünde kana bulanmış torba vardı.
– Bu Kıtan elçisi Şaykım’ın başı. Cengizhan’ın istediği teminat.
– Kim öldürdü? diye sordu Atay Sali.
– Elbette babam ve benim Tarkanım! Eli kanlı adam! Emir istek benden. Teşebbüs Tarkan’dan oldu!
– Ben kutlu Bavurçuk Art Tekin’in emrini yaptım!
– Benim geçmişim çok temiz, Cenabı Tarkan Bilge Kaya! dedi. İdikut geçmişi hatırlatıp
– İdikut İyen Tömür, sizin razı olmadığınız hiçbir şeye acil tedbir alamıyordu, hiçbir ferman veremiyordu, hiçbir hüküm çıkaramıyordu. Doğruyu söylemeniz lazım. Bunu siz iyi bilirsiniz Tarkan!
– Evet, biliyorum! diye cevap verdi Tarkan.
– Yağma Buğra’yı kim öldürdü?
– İyen Tömür! İdikut! Yağma Buğra’nın ruhu buna şahittir. Başka şahit yok!
– Tatatunga’yı ben gördüm, ben şahidim! dedi Atay Sali öfkelenip.
– İnanmıyorum! Kimi? Tatatunga’yı mı diyorsunuz? Yalan! Sanki onun için mezar kazmış gibi söylüyorsunuz, Budaların atası!
Atay Sali’nin gözleri parladı.
– Ya eğer hayattaysa? Onu ben gördüysem size de onu görmek nasip olacak. O, bugün Cengizhan’ın hazinedarı, sarayın bir tek kâtibi, hattatı!
– İnanmam! Siz Buda Tanrılarımızı kandırıyorsunuz! Ölenlerin ruhu ölmez. Belki siz onun ruhunu gördünüz!
Bavurçuk Art Tekin kesin bir ifadeyle,
– Ben Cengizhan’ın huzuruna gideceğim. Bu başı üstadım Atay Sali, mabedde biraz saklasın. İki gün sonra büyük bir yolculuğa çıkacağım. Belki Tatatunga’yı görebilirim. Döndükten sonra iş bambaşka olacak.
Tarkan Bilge Kaya kendi gayretiyle ayakta durdu. Yeşim taşıyla süslenmiş küçük sandığı Bavurçuk Art Tekin’in önüne koydu ve yavaşça açtı.
– Cengizhan ağanıza armağan! dedi. Yüzü bembeyaz kesildi, dudaklarını ısırdı, dişlerini sıktı.
– Batı Kıtan hanı Çoruk’a nasıl haber vereceğiz? diye sordu Tarkan Bilge Kaya. Sonra konuyu değiştirip
– Cengizhan’la anlaşma yapmadan önce Çoruk Han gazaptan size saldırsa ne olacak?
– Diyeceksiniz ki! “Muhterem Çoruk, İdikut devletimize gönderdiğiniz müfettişiniz Şaykım’ı biz öldürdük. Cengizhan’la anlaşma imzaladık! diye haber gönderin.”
– Baş üstüne hakanım, baş üstüne! dedi Tarkan ve bu olaylar hakkında Çoruk’a biraz bilgi iletmek için acele etti. Çünkü Tarkan Bey işte bu vaziyetten yararlanmayı niyetine aldı. “Bavurçuk Art Tekin’le Çoruk savaşa girer mi?” diye düşündü ve bu haberi görevli askerlere acilen bildirmek istedi. Saraydan çıkınca askerlerin hanesine hemen girdi ve uzun boylu, ince bıyıklı bir yiğide şöyle dedi
– Şimdi hemen yola çıkacaksın! At hazır!
– Nereye gideceğim?
– Nereye mi diyorsun? Mutlu ol! Kıtan hanlığına! Çok hızlı koşan bir ata bineceksin!
– Ne haber iletmem gerek?
– Kıtan elçisi Şaykım’ı Bavurçuk Art Tekin öldürdü, başını Cengizhan’a gönderdi diyeceksin!
Asker biraz korktu.
– Ya beni öldürürse? Bavurçuk Art Tekin gibi büyük zat nasıl öldürmüş onu?
– Bu Bavurçuk Art Tekin’in fermanı. Gidemem dersen şimdi seni ben öldüreceğim! Gevezelenmeden çabuk git, vazifeni yap. Belki Kıtanlar seni öldürmez!
– Neden beyhude ölmem gerek? Olsun! Gideyim o zaman!” diye mecburen razı oldu.
– Evet! İşte bu erkek tavrıdır!
Ertesi gün haberci askerler Kıtan’a doğru hareket etti.
* * *
Bavurçuk Art Tekin büyük hazırlıklarla Cengizhan’ın huzuruna gitmek üzereyken Tarkan Bilge Kaya ona kötü bir haber getirdi. Ama Tarkan bundan memnundu.
– Gönderdiğiniz askeri, yani Beşbalık’tan giden askeri Çoruk Han öldürmüş, kellesini kesip, atının kuyruğuna bağlayarak salıvermiş!
– Vay! Bu ne vahşet! dedi İdikut. Tarkan onun Çoruk Hana duyduğu nefreti hissetti, Kıtan’ı kötülemeye başladı. Ama içinden Çoruk’un bu hareketini destekliyordu. İdikut onun içindeki bu karanlığı hâlâ tam keşfedememişti.
– Çoruk Hanın bu kadar aptal olmasını anlayamadım! Askeri neden öldürmüş? Onun suçu ne? Vay ahmak! İntikamını almış sanki! Askerle elçiyi fark edememiş o pis herif! Olsun! Olacak iş olmuş! Ben Kıtan’dan yüz çevirdim. Kıtan, İdikut devletinin düşmanıdır! Şimdi siz, Cengizhan’a götürülecek armağanları hazırlayın!
– Baş üstüne cenabı hakan! diyerek Tarkan dönüp saraydan çıktı.
Bavurçuk Art Tekin onun arkasından
– Sönük suratta sönük vicdan olur, maksadını biliyorum! dedi surat asıp, – Yer altında yılan yürüse bile sesini duyabilen adamsın! diye fısıldadı.
Bavurçuk Art Tekin saraydaki özel bir odaya girdi. Bu odada altın işlemeli bir Buda vardı. O böyle yoğun, telaşlı zamanlarda bu Budaya secde ederdi. Şimdi de bu Budaya dua etti.
– Bana iyilik yap, beni koru! Cengizhan’ın kalbini aydınlat! Uygur’la Moğol’un kaderi sıkı bağlansın! Ey Tanrım! Uygur toprağı Cengizhan’ın atlarının ayağı altında kalmasın! Uygur’u rızıksız bırakma! Halkımı ağır azap ve külfetlerde bırakma! Sözümü duyuyorsun, yalnız sana güvenirim ve dayanırım! Sen büyüksün! Bana güç ver. Beni azdırma! Savaştırma! Sana inanırım!
Buda öylece susup duruyordu. Birisi bu sessizliği bozup kapıyı yavaş açtı. Bavurçuk Art Tekin başını çevirip baktı. Gelen Tarkan Bilge Buka’ ydı. Söze başladı, – Ne zaman yola çıkacaksınız hakanım? diye eğilip sordu.
– Sizin için önemli mi Tarkanım?
– Evet, önemli!
– Hazırlık nasıl?
– Hepsi tamam! Hazineyi topladık, bağladık, paketledik! Sizi bekliyoruz! Cengizhan’ı endişeden bir an önce kurtarmak gerek! diye hakanın dikkatini çekmeye çalıştı
– Siz çabuk hareket edin, Cengizhan’a yardım gerek! Sizi bekliyor. Siz, kimseden yardımını esirgemeyen şevketli, cesur, cömert bir zatsınız. İnanıyorum ki bu işleri yapmak suretiyle en merhametli İdikut olacaksınız?!
Tarkan Bilge Buka, İdikut’u böyle övse de Bavurçuk Art Tekin sabredip sordu,
– Ya bu işler başımıza bir dert açarsa! Eğer çözülemeyen bir dert ve sıkıntıyı bana tavsiye ediyorsanız boğazınız kesilir!
Tarkan Bilge Kaya kedi gibi yumduğu gözünü açıp birdenbire kahkaha attı ve durdu,
– Boynuma ilmek saldığınızın farkındayım. Boynumdaki ipi kendiniz çekin. Sizin elinizden ölmeye razıyım! Hayattaysam sözümün doğruluğunu bilip aferin diye omzumu tıpışlayacak bir an yakında gelecek. Her ikimizin dini Buda, dilimiz bir, ben de Budaya taparım. Hey vefasız dünya! Ben bu Moğol-Uygur ilişkilerinde size bir zarar gelmesinden endişe ediyorum. Hayatta kısas vardır, kötü maksat vardır, suikast vardır! Tanrı sizi bu felaketlerden uzak kılsın! Hiçbir zaman mağlup olmayın! Siz bir kılıçsınız! Cengizhan da bir kılıç! İki kılıç bir kına asla sığmaz! Sığsa da kılıf yırtılır! Taç sahibi, hâkim olan büyük İdikutum! Gitmeme izin verin! dedi.
– Buyurun Tarkanım!
Bavurçuk Art Tekin’in suratı hâlâ asıktı. Tarkan bunu görünce tedirgin oldu ve
– Yanlış söylemişsem Buda Tanrıya tövbe ederim. Saltanatınız büyük, hanlığınız ebedi olsun! dedi ve saraydan çıktı.
– Bu adamın kılıç gibi keskin bir dili var, onu kesmek lazım! diye düşündü Bavurçuk Art Tekin. Tarkanın çıktığı kapıya bakarak, – Sözün hiledir, yüzün kansız, gözün aldatıcı, şeytanı kandıran bir sihirbazsın. Senin gibi zalimden vefa beklemem. Babamın beynini yıkayıp beni Kıtan’a rehine olarak gönderdiğin aklına geldi değil mi? Maksadına ulaşamazsın! Yağma Buğra ile Tatatunga’yı sürgün edip hiçbir şey olmamış gibi yaşamana bak! dedi öfkeyle.
Bavurçuk Art Tekin yolculuk hazırlıklarını görmek için dışarı çıktı. Öyle ki, Tarkan’ın sözünden sonra demir yutmuş gibi rahatsız oluyordu. Yüreği ağrıyor, içi bunalıyordu.
O, sabah ve akşamın gelini güzel aya baktı. İki üç gün sükûnet çöktü. Geceleri sakin geçti, gözü dönük, suratı sönüktü. Kimseye sırrını vermedi, soğukkanlı oldu. “Tarkan ‘Buza yaslanma, düşmana sığınma. Kuş buğdaya sığınır.’ diyerek saman altından su yürütüp, halk arasına bir fitne sokuyor olmalı. Benim tevekkülle gayret gösterdiğimi, tevekkül diye adım attığımı halk belki anlayamayacak. Evet! Uygur’umun geleceğini düşünerek yapmakta olduğum bu işleri Buda Tanrım bilse yeter!” diye kendini teselli etti.
O altın kafesi olan evine doğru yürüdü. Onun arkasından yakışıklı, keskin gözlü bir kişi geliyordu. Beline gümüş kabzalı kılıç, omzunda ok, yay ve yedi ok konulan sadak asan atlı kişi Bavurçuk Art Tekin’in yaveri Tora Kaya idi. Bavurçuk Art Tekin gümüş gemli atının başını çekip durdurmadı. Şu anda iki at beraber gidiyordu. Beşbalık rüzgârı, arada bir sıcaklığı düşürüyordu.
– Hazırlıklar nasıl gidiyor? diye sordu İdikut.
– Düşündüğünüz ve buyurduğunuz gibi!
– Söyleyin bakalım Tora Kaya cenapları! Biz acele edip acemilik mi yapıyoruz?
Tora Kaya bu sözün mesajını anladı.
– Hayır! Önünüzde zikzaklı yollar, dar geçitler, dağ tepeler, engeller olacak tabii, “Eski düşman dost olmaz, eteği kessen kol olmaz.” sözünde olduğu gibi, eğer iki taraf bir birini düşman saymazsa işin başlangıcı iyi olacak.
– Ben Cengizhan’ı düşman olarak görmüyorum! dedi İdikut içtenlikle.
– Cengizhan da sizi dost görmüş olmalı, Cenabı hakanım! Siz, vatan ve gelecek nesiller için cesur bir adım attınız!
Bavurçuk Art Tekin kendini iyi hissetti.
– Gökteki yıldızlar yolunuzu aydınlatsın! Yıldızınız sönmesin! Kaldı ki vatana zarar gelmesin!
– İdikut Devletinin bağımsızlığı için zarar görürsek görelim! dedi Bavurçuk Art Tekin, kararlılıkla. Sonra biraz düşündü
– Dünyadan çekilmek bu dünyayı tamamıyla terk etmek anlamına gelmez, değil mi? dedi.
İdikut’un başka çaresinin olmadığını Tora Kaya biliyordu.
– Başka çare, başka yol yok! Başka menzil görünmüyor! dedi Tora Kaya, İdikut’a moral vermek için, – Cengizhan’ı kızdırmayın. Onun eteğinden tutmamız iyi olur.
İnsan gevheri kabiliyettir. Sizin de büyük işlere muktedir olduğunuza inanıyorum! dedi.
Bavurçuk Art Tekin ona memnuniyetle baktı.
– İyiye bakıp tefekkür et, kötüye bakıp şükret! dedi Bavurçuk Art Tekin bu sohbetlerden memnun,
– Filhakika, sözlerin doğrudur!
İyi arkadaş, samimi dost olan bu iki cesur, azametli insan bir birine destek verdi, ama bundan sonra ne olacağını, ülkeye ne felaketler, başlarına ne belalar geleceğini tam olarak bilemiyordu.
Bu uzun boylu yakışıklı yiğitler Beşbalık kırlarına gidip at koşturdu, dinlendi ve sonra evlerine döndü.
– Buraya gelin! dedi Bavurçuk Art Tekin. Tora Kaya atını koşturup İdikut’un yanına geldi.
– Cengizhan’a nasıl armağanlar götürürüz? Aklınızda bir şeyler var mı?
– Evet! Hepsi aklımda! dedi Tora Kaya ve onları tek tek saymaya başladı.
– Armağanlar için kervanlar tahsis edildi. Yük taşıyacak beş yüz deve, üç yüzden fazla yeşim taşı, kırk çeşit nişadır tuzu, binlerce top yün kumaş götüreceğiz. Yeşim taşıyla süslenen eyer ve gemler de var. Atların sayısınca gümüş tabaklar, güllü kumaştan yapılmış geniş kaftan, altın kemerler var. Kağanın Börte adlı hatununa yüz çeşit giysi, üç yüz tane gümüşten yapılan kâse, çocuklarına birer eyerli at hazırlandı. Bununla birlikte elmas, güzel kokulu eşyalar, inci, ak şahin, akrep, baharat ham maddeleri, kulan derisi, at derisinden işlenmiş kürklü kaftanlar var. Büyük oğlu Cuci’ye kürk giysiler, terlik, yakutlarla süslenen kemerler, böken boynuzu, kırmızı tuz, güllü kumaş, pamuk ve yün kumaş, ipek, Tibet öküzü kuyruğu götüreceğiz. Eşyalar yüklenmiş at ve develer yola çıkmamızı bekliyor!
– Güzel! dedi İdikut memnuniyetini ifade edip,
– Büyük bir iş başarmışsınız. Ben Şaykım’ın mumyalanan başını götürürüm! Yine de bir tane dökme demir gürz ekleyin. Bu defa yolculuğumda Cengizhan’ın kılıcını bir deneyeyim bakalım! dedi ve güldü.
Tora Kaya bu tebessüme katıldı.
– Belki Cengizhan sizinle karşılaşmanın başka bir yolunu bulmuştur.
– Elbette, doğru. Tora Kaya cenapları, siz de denemeyi seviyorsunuz değil mi? Karşılaşmaya hazırlık yaptınız değil mi? Cengizhan’ın canını biraz sıkmayı düşünüyorum!
– Aferin! Aferin! dedi Tora Kaya ona gülen nazarla bakıp.
Bavurçuk, Beşbalık’ta doğmuştu. Moğolca, Çince, Tibetçe biliyordu. Bu yüzden bu yolculuğunda tercüman bulundurmayı düşünmedi.
– Bana tercüman gerekmez. Moğolcayı biliyorum! dedi İdikut güvenle, – Yarın sarayda sizin vesilenizle ziyafet olacak. Tercümanı çağırmayasınız. Sarayda Atay Sali, Bulad Kaya, siz ve Tarkan Bilge Buka bulunsun! diye ekledi.
– Baş üstüne hakanım! Fermanınızı hemen yerine getireceğim! dedi ve ikisi iki tarafa gitti.
* * *
Bavurçuk Art Tekin’i Aygümüş Melike bekliyordu. İdikut’un önüne yakut fincanlar kondu. Aygümüş Melike gümüş demlikte demlenen çayı mutlu bakışlarıyla fincana döktü. İdikut, mutfakta pişirilen çeşitli yemeklerin güzel kokusunu aldı. Melikeye baktı, “Güzel yüzlü kadın! Melikeler olsa olsa böyle güzel olur! İşte nezaket, işte letafet!” diye içinden geçirdi. İnce sedef gibi dişleri, kırmızı çiçek gibi dudakları arasından parlıyordu. Bu dudaklar İdikut’u kendine çekti. Melike güzelliği yanında akıllı ve gururlu kadındı. Bavurçuk Art Tekin, Melikenin yönetim işlerine hiç karışmamasını; bir insan olarak hoş görülü, ağır başlı olmasını, nefsini terbiye edip hiçbir iş görmemiş gibi yaşamasını emrederdi. “Alışmış gönül tutuşsa da yanmaz.” sözündeki gibi Melike Bavurçuk Art Tekin’in bir saniye olsa da yanından ayrılmasına tahammül edemiyordu. İşte mesele bu idi. İdikut, Melikeye tekrar bakarak çay içiyordu. O, sarayda yaşanmakta olan işleri, Cengizhan’a neler armağan edeceğini Melike’ye anlatmayı istemedi. Ama kısa süre sonra Melike’den ayrılacağını söylemeden edemedi.
– İki gün sonra yola çıkacağım Melike’m!
Melike bir şey söylemeden parlak gözlerini sessizce İdikut’a dikti. Önce hiç üzülmedi. Biraz sonra yüzü değişti ve gözlerinde yaş belirdi. Ama yine de sabretti. Yolculuk nereye diye sormadı.
– Size iyi yolculuk diliyorum! dedi Melike dantelli başörtüsünü sedef gibi dişleriyle ısırarak.
– At izleri ve tezekleriyle dolu kırlara yolculuk edeceksiniz galiba? dedi endişelenerek.
– Evet, öyle bir mekâna gideceğiz! Cengizhan Baturun huzuruna gideceğim!
– Affedersin sevgilim! Bu sözü söyleyen dilim kesilsin, dişlerim kırılsın!
İdikut, Melikenin çekici bir afallayışını, sevimli hüzünlerini gördü.
– Oraya sığınmak için gitmiyorum melikem! dedi yumuşak bir biçimde, – Gönlünde şek şüphe olmasın!
İdikut’un bu sözleri Melikenin perişan gönlünü sakinleştirdi.
– Ben yemek getireyim! diyerek Melike mutfağa gitti, gül tabaklarda yemek ve meyveler getirip masaya dizdi.
– Buyurun, çok acıktınız belki! dedi Melike.
– Ya sen! Yemeyecek misin? dedi İdikut tebessümle.
– Ben! Size baksam yeter, kalbim aydınlanır!
– Öyleyse Melikem hiçbir şey yapmadan gece gündüz yanınızda oturayım! diye güldü İdikut.
– İyi olurdu! Emin olurdum!
– Ebedî beraber yaşayacağız!
Melike kalkıp eşinin sıcak ellerini tutarak ateşlenen yüzüne usulca yaklaştırdı, heyecanlandı. Eşi onun siyah saçlarını okşadı.
– Yüreğin hızlı çarpıyor, benden endişe mi ediyorsun?
– Endişem kaygım yok! Mutluluk anında yüreğim beni dinlemiyor, çırpınıyor. Nefsim, mutluluğum, özgürlüğüm sizin elinizde. Dileğim sizi şeytan azdırmasın!
Bavurçuk Art Tekin hassas eşinin esrarengiz tebessümünden bir endişe sezdi.
– Gönül sırrını bana ayan eyle, yoksa sana bakıp ben de üzülürüm!
Melike yarı açık dudaklarını beyaz inci dişleriyle “Ne yazık ki Cengizhan zamanında doğmuşuz!” der gibi ısırdı.
– İkimizi Cengizhan ayırmasın diyorum! Endişem budur. Düşüncem de budur!
Bavurçuk Art Tekin kırmızı halının yukarısında asılı bir eski dutarı[5 - İki telli çalgı, enstrüman] eline aldı.
– Vay be! Ne güzel! O güzel sesinizi bir dinleyeyim! Hayatımın efendisi, hakanım benim! diyerek çok sevindi Melike,
– Duygu kapılarını açıp hayata güzellik katan bir müzik sesini çok özlemiştim. Şimdi dileğim gerçek oluverdi! Ne güzel! Gönlümün baharı, buyurun sizi dinliyorum!
Bavurçuk Art Tekin, dutarı ezgin bir melodiyle çaldı, inletti, ağlattı, sonra müziği hüzünden kurtardı, durdu. Dutarı halı üzerine usulca koydu. Melikenin elinden tutup güllü kumaş ve atlasla örtülen yataklar, gömme dolaptan alınan yün yastıklar üzerine çekti, öptü ve yatırdı…
– Kusmayin bugün yine gelmedi! dedi Melike ipek gibi yumuşak saçını parmakları arısına alıp,
– Onun evi mağaralardır, yakışıklı bir yiğit olarak gelişiyor. Karakteri size benziyor. Kendi odasını hep unutuyor. Av avlamayı çok seviyor!
– Onu kendisine bırak! Bence o ok atmaya ve okumaya çok meraklı.
– Orası öyle! Ama yüksek dağlardan korkuyorum!
– Oğlumuz korkmuyor da sen neden korkuyorsun ki?
– Endişe ediyorum… Ama o gayretli, cesur birisi!
– İradeli, azametli olmak kolay değil. O eğer İdikut askerlerine katılıp sınırımızı korumak isteseydi bundan memnun olurdum!
– İstiyor! Ben çok defa duymuştum!
– İzi takip et! Bul! Yola düş! diyerek bir telaşla gittikçe büyüyor. Ama güzel çağlarının hızlı geçmekte olduğunu fark edince mutlulukları bir anda kaybolmuş gibi hüzünlü bir suratla eve geliyor.
– Yeter ki Babam Cengizhan’a aldanmasın diye yanıma gelip diz çökerek oturup benimle konuşuyor.
Ay çıktığında gecenin sessizliği daha da artmış gibi oldu. Melike saçları çözülmüş ve yastıklara dağılmış bir halde uyuyakaldı.
İdikut, eşinin güzel yüzüne sevgiyle uzun uzun bakarak oturdu. Avluya çıktı. Geniş üzüm tevekleri altında yürüdü. Çeşitli çiçeklerin hoş kokuları gönlünü ferahlattı.
Sarayın dış ve iç kapıları sonuna kadar genişçe açıldı. İdikut beyleri önceden anlaşmış gibi bir birinin arkasından giriyordu. Bavurçuk Art Tekin de hoş bir surette rahat adımlarla saraya geldi. Beyler onu görünce yerlerinden hemen kalktılar, ellerini göğüslerine koyup baş eğip ihtiramlarını ifade ettiler. İdikut tahtına geçtikten sonra onlar oturdular ve hep birlikte İdikut’a baktılar.
İdikut,
– Bugün yüce halkım için yolculuğa çıkıyorum. Tanrım büyük ve her şeye kadirdir. İstikametim halkıma dönüktür. Halk için kurban olmaya hazırım. Halkım benim saadetim ve onurumdur. Bu yolculuğum halkım içindir! diye hararetli bir konuşma yaptı
– Kıtan’ın başı elimde, onu Cengizhan’a armağan etmem lazım. Rüyamda bile görmediğim kağanın huzuruna gitme zamanı geldi.
– Ne kadar çabuk olursak o kadar iyidir! dedi Atay Sali.
– Doğru söylediniz üstadım!
– Cenabı Tora Kaya’nın söylediğine göre çok sayıda hediye sunacakmışız! dedi İdikut hiçbir şeyi gizlemeden
– Cengizhan’a Beşbalık’da yetişmiş, hızlı koşan savaş atlarından birini verelim. Şimdi en önemli mesele, yolculuğu başlatmaktır. Yola çıkış tarihini hepimiz anlaşarak belirleyelim!
Müsteşarlar bir birine bakıp yolculuk tarihini büyük zat İdikut kendisi belirlese daha iyi olur diyerek mütevazı bir tavır takındılar, kimse bir şey söylemedi.
– Öyleyse ben söyleyeyim! dedi İdikut sözü uzatmak istemiyor gibi
– Cengizhan huzuruna yapılacak ziyaretimiz 1210’cu yıl Başak ayının 15’inci günü olsun!
Atay Sali ,
– Tanrım bizi maksadımıza kavuştursun! dedi.
– Bu yıl, bu ay, bu gün hepimiz için kutlu, unutulmaz bir zaman olsun!
– Tanrımız hepimizin yolunu açık kılsın. Sağ salim dönelim!
– Tanrıdan gece gündüz dileğimiz budur! dediler hep birlikte.
– Varış tarihimizi Cengizhan’a bildirmemiz gerek, kutlu hakan! dedi Bulad Kaya yerinden kalkıp
– Yarın elçiler yola çıksın… Bu müjdeden Cengizhan haberdar olsun!
Bavurçuk,
– İyi fikir! Öyle yapalım!
Tarkan Bilge Buka, – Yarın elçiler yola çıksın! dedi.
Tarkan Bilge Buka elini göğsüne koyarak mutlu bir ifadeyle, – Kimler gidecek? diye sordu.
– Kalmış, Kata, Ömer oğul, Hadır gidecek! diye cevap verdi Tora Kaya.
– Fermanınızı yerine getireceğim, yarın elçiler yola çıkacak!
– At ve develer hazırlansın! dedi Bavurçuk.
– Baş üstüne hakanım!
– Sarayda Bulad Kaya, Tarkan Bilge Kaya kalsın. Üstadım Atay Sali’nin de rahipleriyle beraber İdikut devletinin saadetini tanrıdan dileyerek yanımda kalmasını istiyorum.
Moğol Evladı
Başak ayının 15’inci günü de geldi. Bavurçuk Art Tekin, oğlu Kusmayin ve eşi Aygümüş Melikeyle vedalaşarak evden çıktı. O saraya gelip hanlık elbisesi ile çep çekmen giydi, başına değerli mücevherlerle süslenmiş hanlık tacını taktı, beline altın kılıç astı, sol parmağına zümrüt yüzük, sağ parmağına “İdikut Devleti” yazısı kazınmış altından yüzük mührünü taktı. Yol arkadaşı Tora Kaya da belindeki kemere kılıcını asıp, çizmesini parlatıp hazır olmuştu.
– Hakanım! dedi o İdikut’un önüne yaklaşarak.
– Kervan yola çıktı, yedek atlar da gitti. Özel muhafızlar da hazırlandı.
Bu vakitte tüm saray memurları, beyleri Bavurçuk Art Tekin’e hürmet ve saygı için büyük meydanda toplanmıştı.
– Saman yorgayı eyerlettim! dedi Tora Kaya
– Atı getirin! diye buyurdu.
Tarkan Bilge Buka atı Bavurçuk Art Tekin’in önüne getirdi. Bulad Kaya ise İdikut’un ata binmesine yardımcı oldu. İdikut gümüş üzengiye ayağını basarak ata bindi.
– Hoşçakalın vatandaşlarım! dedi Bavurçuk Art Tekin üzüntüyle.
– Hepinizle selamette tekrar görüşmek diliyorum!
– Güle güle!
Bavurçuk Art Tekin’in özel muhafızları, başlarına zırh giyen, ellerinde kalkan, özel seçilmiş savaşçı süvarilerden oluşmuştu. Onlar ok, yay, kılıç, mızrak, hançer ve baltalarla donatılmıştı.
İdikut’un atı yan tarafına inen kırbaç darbesinden irkildi ve ileri doğru fırladı.
Aygümüş, ok gibi fırlayıp kapı önüne çıktı. İdikut halkı ise şehir dışında bekliyordu. Melikenin bir noktaya dikilmiş gözlerini hüzün sardı. Gözyaşları küçük inci taneleri gibi yüzünde yuvarlamaya başladı.
– Neden geldim buraya? diye iç çekti Melike ve yavaşça arkasına döndü.
Bunu uzaktan fark eden Tarkan Bilge Buka Melikenin yanına çabucak geldi ve aceleyle, – Tanrı dilediğinize kavuştursun Melike âlileri! dedi.
Melikenin suratı birden değişti. Melike bu kötü niyetli adamı hiç sevmiyordu. “Yalan söylüyor.” diyordu içinden.
Tarkan Bilge Buka Melikenin tedirgin durumunu görünce onu daha da kaygılandırmaya çalışarak riyakarca güldü.
– Benim gönlüm de üzüntü var. İdikut devletinin refahı, huzuru ve mutluluğuna gölge düşmesin diliyorum. Tanrı Cengizhan’a insaf versin! Onun ne kötü niyetleri var kim bilir? Biz taş sayarsak o kum sayarmış! Sizinle avamın kaderi ve Bavurçuk’un kaderi nasıl olacak ki? Küçük ejderhadan kurtulup şimdi acaba büyük ve vahşi ejderhaya mı tutulacağız diye çok endişeleniyorum!
– Cenabı İdikut önünde böyle kötümser kuşkularınızı niye söylemediniz? Şimdi gelip de şeytan gibi laf ediyorsunuz! dedi onun art niyetli konuşmalarından nefret eden Melike.
– Size söyleyeyim, o büyük zat benim fikrime karşı çıktı. Belki sizin izzet hürmetinize de itibar etmedi! dedi Tarkan Bilge Buka.
Melike onun sözlerinden, İdikut ile arasında büyük bir kin ve düşmanlık olduğunu hissetti. İdikut’un dediği “Tarkan’dan sakın!” sözü aklına geldi.
– Cenabı İdikut sizden, “Babamın veziri, akıllı adam.” diye bahsederdi. Sizinle konuşulacak bir mesele var! Bunu Cenabı İdikut bilir galiba? diyerek Melike bilgi almak için onu biraz övdü.
– Günahım büyükse cezam da büyük olur. Biliyorum, ama Cengizhan sonradan Türkistan’a istila seferi başlatacağım derse ne olur? diye devam etti Tarkan Bilge Buka.
– Ne demek istiyorsunuz? dedi Melike endişeyle.
– Cengizhan, Bavurçuk’u kendisiyle beraber Müslüman devletlerine götürürse ne olacak? Bilgili, akılla insanların Cengizhan’a hizmet etmesi mümkündür. O zaman Beşbalık’da kim kalacak? Tora Kaya? Hayır! Eğer söylediklerim doğru ise gelişmeler aynen böyle olacak. Cengizhan’ın kaplanları, köpekleri, güvendiği adamları, casusları, kadına düşkün sapıklarının Beşbalık’da hakan olacağı muhtemeldir. Sahipsiz bir eve fare de sahip çıkabilir. O zaman onlar istediği her şeyi yapabilir. Ben öyle düşünüyorum! diyen Tarkan Bilge Buka’ya
– Beni bu kadar üzüntüde bırakmayın! dedi Melike asık suratlı Tarkan’a ve devam etti,
– Kutsallarımız çiğnenemez! İdikut var! Mutlu Uygur var! Neden hor görülsün halkım! Buna inanmıyorum! Hepsi boş laf! Niçin öyle dehşetli günler olsun? Olmayacak! Halkım aşağılanamaz! Bu kötümserlikten vazgeçin! sözüne Tarkan Bilge Buka,
– Bavurçuk Art Tekin yabancı yerlere, uzak mekânlara niçin gidiyor? Başıyla secde etmeye, diziyle diz çökmeye giden o mutlu kocanızdan ne saadet bekliyoruz? İster inanın, ister inanmayın yakında her şey belli olacak, değişecek! İdikut devleti kökünden kuruyup gidecek! Affedersiniz Melikem!? Bu belayı önlemeniz lazım! Biz İdikut’a göre aciz miyiz? diye mukabele etti.
Melikenin yüreği daraldı ve içinden, – İdikut’u koru ey Tanrım! dedi ve yanaklarına süzülen gözyaşlarını sildi.
Tarkan bu gözyaşlarını görünce daha da üzerine gelerek konuşmaya başladı.
– İdikut’un yakışıklı oğlanları, güzel kızları da saldırıya, tacize uğrayacak. Reziller onları kötüye kullanacak. Kötü bir kaderle arzu ve emelleri kül olup savrulacak. Horlanıp hakaret ve işkencelere maruz kalacaklar. Ah Tanrım, bu ne felaket! diyen Tarkan Bilge Buka’ya
– Yeter artık! dedi Melike
– Yüreğime indirmeyin! Bahar gelecek, saltanat kalacak! Uygur’un özgürlüğü, mutluluğu yok olmayacak!
Melike bu korkunç ve kötümser sözlerin etkisinden kurtulamayarak kaygı ve endişe içinde evine döndü.
Bavurçuk Art Tekin İdikut sınırını geçmiş Moğol toprağında ilerliyordu. O, Moğol muhafızlarının koruması altında kendini hiç mutlu hissetmedi, üzüntü de duymadı, sürekli hayal ediyordu. Her yer kum, ak kum, çöl denizi… Atların yürüyüşü sanki yavaşlamış. İdikut kendi vatanı hakkında düşünüyordu. “Kutsal vatan, yüce halkım. Sana köprü olarak hizmet etsem, o zaman bahtım açılacak. Atalarımın cesedinin yattığı, onların güç kuvvetiyle inşa olan Beşbalık’ı aç gözlülerden korumak için gidiyorum… Nilüfer gibi Aygümüş Melikem benim gibi vatansever bir insan. O da kaygı duyuyor galiba. Tarkan Bilge Buka Aygümüş Melikeye Cengizhan’a gittiğimi muhakkak söyledi. Ama bu söylentileri ballandırarak, abartarak söylemesi muhtemeldir. Aygümüş Melike iradeli kadındır ama fitne fesat çıkaran sözler aydınlık kalplere gölge yapabilir. Ey Buda Tanrım! Töhmeti reddet! Ona itibar etme! Ey Tarkan, uzun dilini kesecek bir zaman da gelir! Önce memleketime aman esen döneyim. Beyhude gözyaşı dökme Melikem! Elimde senin mızrak ve kılıcın var. Beni koruyacak, ejderhadan kurtaracak…” diye düşündü.
Haberciler Kutlu Uygur’u karşılamak için özel bir orduyla atlanıp ihtiram debdebe ile çıkmışlardı. Atlı ordu gürültü ve şakırtı kopararak onların önüne gelip durdu. Atlarından inip Bavurçuk Art Tekin’e selam verdiler. Onlar tam bugün karşılaştılar. Arka tarafta yüksek ve geniş gök kubbe altındaki zeminde armağan edilecek şeylerle yüklü arabalar, atlar, develer geliyordu. Onların arkasından kopan toz duman arasından kağnı yolu gözüktü. Güneş battıktan sonra etrafı alaca karanlık ve esrarengiz bir sessizlik bastı.
– Bu yollar eski yollardır! dedi muhafızlardan biri Moğolca.
– Bize gösterdiğiniz saygı için teşekkürler! diye Moğolca mukabele etti İdikut da
– İşte ben bu yolda yürüyorum! diye güldü.
Uygurlar bindikleri atları başka atlarla değiştirdi. Şimşek hızıyla koşan atlara kırbaç gerekmiyordu. Üzengisiyle iki yanına hafif bir dokunuşla ayaklarının yere değdiği bile zor görülen atlar rüzgâr gibi uçmaya başladı. Boyu kısa sırtı geniş Moğol atları da İdikut atlarının çıkardığı dumanı bastırarak arayı açmadan koşuyordu. Susuz, ağaçsız çöl arkada kalıyordu. Uzakta tepeler, tepelerin üstünde turalar gözüktü. kulelerde ateş yanıyordu.
– Kağana bizim gelmekte olduğumuzu haber veren ateş! dedi Bavurçuk Art Tekin’le beraber gelmekte olan zayıf adam.
Bu adam yedikleri hiç vücuduna yansımayan bir Noyandı[6 - Noyan: Moğol soyluları, Moğol beyleri] Onun sözünü İdikut kimseye tercüme etmedi.
Ateşi görünce bunun ne anlama geldiğini hemen anladı Tora Kaya. Çünkü Beşbalık tepelerine de böyle gözetleme kuleleri yapılmıştı. Oraya yaklaştıkça tepeler etrafında at koşturan gruplar çoğalmaya başladı. Gene açık ve düz bir alan göründü.
Tora Kaya atının gemini biraz çekerek arkasına dönüp baktı. Kimse gözükmedi. Fakat haydutlar kervanın önünü kesmiş düşüncesiyle endişeye kapıldı Tora Kaya.
Tora Kaya’nın bu endişesini Enjirga isimli adam hemen fark etti. Atını kırbaçlayıp Tora Kaya’nın sağ tarafına geçti ve
– Onlar sizin zannettiğiniz gibi değil, emin olun! dedi ve sadaktan fırlayan ok gibi uçup en öne geçti. Ama İdikut, Tora Kaya’ya
– Muhafız Enjirğa’nın ne dediğini tercüme etmedi ve ona, – Sen Moğolcayı biliyorsun değil mi? diye dönüp bakınca, Tora Kaya güldü.
Tora Kaya Moğol ve Çin dillerini biliyordu. Bavurçuk Art Tekin’e kısa cevap verdi.
– Anladım! dedi samimiyetle.
Kutlu Uygur onun sözünü tastik etti.
– İşte Şarıngoy Dağının zirvesi göründü. Bu Kerulen Nehrinin başlangıcı! dedi muhafız Enjirğa. Kendini rahatlamış gibi hissederek bindiği atın dizginini biraz çekti, elini önüne uzatıp konuştu.
– Burada kale ve surlar yok, verimli bağlar yok. Ama… Ama bizim kale ve surumuz, bağımız kutlu Cengizhan var. Sarı çadırlarımız var!
Tora Kaya, İdikut’un mühim bir şey düşünmekte olduğunu fark ederek başka söz söyleyip onun düşüncesini dağıtmak istemedi. Bavurçuk Art Tekin.
Cengizhan, elçilerine “Önden gidip görün bakalım, keşfedin, konuşun, görüp de arkaya dönmeyin, onları alıştırın, alışmazsa eşyalarını yağmalayın!” demişse, ben şimdi alıştım mı? Eğer Kağan öyle düşünmüşse tamamen yanlış düşünmüş olur dedi.
İdikut, Cengizhan’dan öyle bir fikir ve icranın ortaya konulabileceğinden hiç şüphe duymadı.
– Kafamızı böyle karıştırmayalım! dedi Tora Kaya. İdikut kafasını çevirip
– Onun huzuruna gidiyoruz. Bu bir hakikat! dedi. İdikut,
– Evet, doğru! Cengizhan’ın huzuruna gidiyoruz! Onu sevindirelim!
– Cenabı İdikut, içimdeki bir sırrı söylememe izin verir misiniz? diye Tora Kaya’nın izin istemesi İdikut’u şaşırttı. Ama bu komutanın nasıl bir sırrı olduğunu merak edip ona gülümseyerek,
– Söyle bakalım nasıl bir sırmış? dedi İdikut.
– Biz bir kölenin kölesi olmak için mi gidiyoruz acaba? diyen Tora Kaya kendi hakanına ok attığının farkına varamadı. Bu yüzden İdikut’un gözleri fal taşı gibi büyüdü.
– Beşbalık’ta neden bunu söylemedin? dedi.
– Şimdi gerçeği söylesem! diye kekeledi ve
– Bunlar bu güne kadar şehir merkezi kuramamış, kale sur yapamamış. Cengizhan Kerulen nehri kenarından uzaklaşamamış. Pan Tekin dedem ise Uygur Orhun hanedanının merkezini Kara Kurum olarak kararlaştırmış ve büyük şehirler kurmuştur. O zamanda bunların Bodançara uruğundan türeyen ilk Moğol kabileleri olan Borulas, Odorkınlar, Oyratlar, Mangutlar, Pan Tekine bağımlı olmuşlar, sonra onlar Tangutlar, Besutlar, Hon hotan, Orulad olarak adlandırıldı. Bunlar da Uygur Orhun Hanedanına bağımlı olmuşlardı. Pan Tekin dedem Orhun’u terk edip göç ettiğinde gene bunlar bir araya gelemediğinden kendi aralarında birleriyle savaşıp bir haydut gibi birbirlerini, soydular! dedi.
Tora Kaya sözüne devam etmedi. Bavurçuk Art Tekin küçük kabilelerin kaderini Tora Kaya’dan iyi biliyordu. Fakat doğru bulmadığı fikirleri tekrar dile getirdi.
– Biz kölenin kölesi olmaya gitmiyoruz! Bunu bilmeniz gerek! dedi kesin bir sesle.
Tora Kaya yine de aldırmadan devam etti,
– Cengizhan’ın bu hareketinde, yani Uygurlar ile yakın irtibat kurmasında her halükarda iki niyet bulunmaktadır. Birincisi, Uygurları Moğol kültürüne çekmek ve eritmek; ikincisi ise yabancıları yabancıların eliyle mahvetmek ya da yakın komşularına saldırmak, uzaktakilerle dostluk kurmak. İkinci düşünce bence en tehlikeli olanıdır. İdikut’un ister gönüllü ister korkutularak bu ikisinden birini seçmesi gerekmektedir.”
– Şimdi bizim bu işe iki sebeple girmemiz gerek!dedi Bavurçuk Art Tekin ve devam etti.
– Ama ilk şart, Uygurlara zarar gelmesin diye!
– Sizin sevinmenizi çok istiyorum! dedi Tora Kaya.
– Beraber sevinelim! Fikrimizde sabit olalım! Bu göçebe, cahil, kültürsüz Moğolların bize haksızlık etmesine asla müsaade etmeyiz! dedi Bavurçuk Art Tekin.
– Ama Cengizhan da bir insandır. Onun vahşi bedevi kibirli haline bir bakalım. Tangut, Nayman ve Curcitleri perişan eyleyip daha mağrur olmaya başladı. Şimdi bize ve başkasına göz dikip irtibat kuralım diyor! diye karşılık verdi Tora Kaya.
– Bekleriz o zaman! En mühimi, Cengizhan ile bizzat görüşmek. Belki bize düşündüğümüz gibi kötü davranmaz?! diyerek Bavurçuk atını eyeri üzerinden kırbaçladı.
– Kağana çok itibar göstermeyelim! iyendi Tora Kaya’ya Bavurçuk.
– Karşılaştığımızda belli olur zaten, iyi mi kötü mü hepsini hissederiz. O ana kadar sabredelim
Onlar çok yürümedi, yem yeşil vadinin yem yeşil tepesine dikilmiş Cengizhan’ın karargâhı; büyük, geniş, görkemli Sarı Çadır, göründü.
– Tanrıya çok şükür! dedi heyecandan tüm vücudu sarsılan muhafız ve kırbacını başı üstüne kaldırdığı zaman has muhafızlar,
Kihe! kihe! kihe! diyerek, sanki Kağanın duymasını istiyor gibi her taraftan hep bir ağızdan bağırdılar. Bu sert, kaba sesler etrafta yankılandı.
Bavurçuk Art Tekin bu vadide beslenmekte olan ya da o yandan bu yana koşturup duran atlıları hiç görmedi. Fakat Sarı Çadırdan biraz uzakta bulunan yüksek ve büyük bir kazığa bağlanmış bir at dikkatini çekti. Bu Cengizhan’ın atıydı. Gök kubbe öylesine güneşli, hava öylesine temizdi. Güneş bu vadiyi ışıklarla sarmış, rüzgârlar bitkileri oynatıp tüm vadiyi dalgalandırıyordu. Çöpler arasında bir tane bile at gübresi bulunmuyordu. Vadi ev gibi temiz ve düzenli gözüküyordu. Ama ortada gölgelik bir ağaç bile yoktu.
Çok geçmeden, uzakta atlı askerler göründü. Onlar gittikçe çoğalıp Cengizhan’ın karargâhını yüzük şeklinde kuşattı. İdikut Devleti’nin hakanı Bavurçuk Art Tekin ve beraberindekiler, İdikut askerleri ve onların komutanı Tora Kaya, at muhafızı, at surlarının içinde kaldı. Bu hareket misafirleri çok duygulandırdı. Tepenin arkasında askerlerin karargâhı vardı.
– Mirza mahpus kaldık! diyerek Tora Kaya güldü ve İdikut’a baktı.
Derin duygularına güvenen İdikut bunu hapis değil, hürmet ihtiram olarak düşündü.
– Cengizhan ile hapis içinde konuşmayacağız ki! dedi Bavurçuk Art Tekin mağrur halde
– Endişe ve şüpheden uzak duralım şevketli Tora Kaya cenapları! Uygurlara büyüklük ve metanet yakışır!
– Yaratan Tanrım bize yardım etsin! diye mukabele etti Tora Kaya.
İdikut’un hızlı koşan savaş atları dizginleri çekildikten sonra yavaşlamaya başladı. Ama uzun yoldan gelen atların gözleri hâlâ yuvasından fırlamış gibi gözüküyordu.
– He barı![7 - Yaratan Tanrı korusun.] dedi İdikut.
Atlı ordu şimdi bu tarafa doğru koşarak geliyordu. Çok geçmeden atlı askerler sarı çadırdan başlayıp Bavurçuk Art Tekin’e kadar iki saf olarak dizildi. Bavurçuk Art Tekin gösterilen bu itibar (belki dalkavukluk) ve saygıdan dolayı sevindi. O hâlâ at üstünde geliyordu. Sarı Çadırdan başlayarak yüz adımlık mesafeye Kaşgar’ın güllü halısı, Hoten, Belh, İran, Buhara, Semerkant, Nişapur ve Bağdatlardan getirilmiş kırmızı halılar, Moğolların süt gibi beyaz kilimleri serilmişti. İdikut bu döşemeleri görünce durdu, ama gümüş ve yeşim taşından yapılmış eyerden inmedi.
Moğol askerleri,
– Kağan! Kağan! Kut sahibi! Şeref!
– Kağan Büyük! Kağan deniz!
– Geliyor! Kut sahibi geliyor! diye seslenerek sarı çadırı işaret ediyor, kurt gibi uluyorlardı.
Sarı Çadırdan büyük zat, sarı sakallı Cengizhan çıktı. Herkes susmuştu. Kağan, Bavurçuk Art Tekin önünde dikilip durdu. İdikut da at üstünde ona bakıyordu. Cengizhan iki adım ilerleyince İdikut attan indi ve ona doğru sakin adımlarla yürüdü. Moğol askerleri, – İdikut! Şanlı İdikut! diye bağırdılar.
Bavurçuk Art Tekin, Kağan’a değil vadiye bakıyordu…
Nehri takip ederek gelmekte olan atlı Noyanlar Cengizhan’ın karargâhtan çıkmasını bekliyormuş gibi gitgide çoğalmaktaydı. Onlar uzakta durup, biri karargâhın önüne, biri arkasına, bir grup askerse sağ ve sol tarafa geçerek İdikut ve beraberindekilere saygı gösterisinde bulunuyorlardı.
Kerulen Nehri ve etrafı çok güzel bir yerdi. Yem yeşil yaylak, nehir kenarında yetişmiş yaban söğüt ve dikenli çalılar, biraz uzaktaki yamaç ve tepelerde yetişmiş hayıtlar, çıngırak dikenler, kabuklarından toz duman kopan ve sertleşmiş timsah derisi gibi gözüken çınarlar boy gösterip etrafı gözetliyormuş gibi dik duruyor ve eğri dalları nehri gölgelendiriyordu. Etrafta gözün gördüğü her yer yemyeşil otlarla kaplanmıştı. Sesinden gür aktığı hissedilen nehir ve serin hava insana huzur veriyordu. Uçsuz bucaksız vadide açan çeşitli çiçeklerin hoş kokuları her taraftan geliyordu.
“Pan Tekin dedem bu bereketli Kerulen Nehri kenarında kaç defa otağ diktirip emirler verip kutsal hanedanını yönetmiş olmalı! diye düşündü İdikut hayranlıkla.
“Ya hazret! Manzarası ne kadar güzel bir vadi bu! Belki Pan Tekin dedemin ve ona tabi olan doğu Uygurlarının duasını aldığı için mi burası bize böyle güzel, böyle hoş geliyor acaba! Cengizhan’ın kalbi şu an görmekte olduğum bu tabiata mı benziyor yoksa tam tersi mi?” diye içinden geçirdi.
Bavurçuk Art Tekin’in derin düşüncelere daldığını Tora Kaya fark etti ve ona Cengizhan’ın buraya yaklaşmakta olduğunu hatırlattı.
Bavurçuk Art Tekin, Cengizhan’a göre uzun boyluydu, yaş bakımından da ondan çok gençti. Hakanlık kıyafeti, belindeki altın kılıç, sol elindeki zümrüt yüzük, sağ elindeki “İdikut Devleti” yazan altından yapılmış mühür herkesin dikkatini çekiyordu.
Bavurçuk Art Tekin güvenle yere ayak basarak Cengizhan’ın önüne gelip durdu. Kutlu hakan, dünyaca meşhur Cengizhan’dan hiç çekinmedi, aksine rahat ve mağrur bir eda taşıyordu. Yakışıklı bir yiğit olan İdikut’un bu tarzda kendisiyle görüşmesi Cengizhan’ı hayran bıraktı. Onun önünde akıllı, zeki bir delikanlı duruyordu. Cengizhan da onu aslında böyle hayal etmişti. Böyle etkileyici, büyük bir hakan ile rahatlıkla fikir alış verişinde bulunacağına inanan Cengizhan’ın gönlü ferahladı. Ayakta dikilip İdikut’a biraz inceledikten sonra,
– Tanrıya şükür! Tanrım seni sevmiş galiba. Ne kadar yakışıklı bir Uygurmuşsun! diye ona iltifat ederek yakınlık gösterdi. Yüzüne baktıkça tekrar bakmak istiyordu. Kağanlarının yüzünün güldüğünü gören askerler de gülümsediler. Noyanlar ve askerler Kağanın yüzünün sevinçle güldüğünü böylece ilk defa görmüş oldular. Onlar bu görüşmenin hayırlı sonuçlar vereceğini düşündüler. Kağan kamış gibi parmaklarını beline dayayıp ayaklarını gererek duruyordu. Çekirdek gibi küçük gözlerinden ateşli bir ışık yansıyordu. Bunu İdikut iyi fark etti. Bu ateşli ışıktan insanoğlu korkuyordu, dik bakamıyordu. Onun yassı burnu altındaki bıyık ve sakalları sarı ve seyrek idi. Cengizhan, İdikut’a bakıp “Kulan gibi genç ve rahat gözüküyor, huzuruma gelmek büyük bir iradedir. Fikir ve düşüncesi nedir? Aklından neler geçiyor acaba!?” diye düşündü.
İdikut, Kağanın parmakları ve gözlerine bakınca “Bu eller nice kan döktü, bu gözler nice kan gördü.” diye içinden geçirip, “Kerent Hanı Banghan, Nayman Hakanı Tayan Han’la savaşıp dere gibi kan akıttığı anlarda bu eller nice insanı boğarak, nesillerini kurutup yok etmiştir. Atası Esugey’in ikinci hatunundan doğmuş Bekter’i boğarak öldüren de bu ellerdir.” diye düşündü.
Cengizhan, “Bavurçuk Art Tekin, ben senin iştahını deneyeceğim. Gururlusun, sıradan bir Uygur değilsin!” diye düşündü.
Bavurçuk Art Tekin ise “Sözüm açıktır. Denemek için gelmedim. Sizde samimiyet ve sadakat var. Ben buna inanarak geldim. Doğru, bende Uygur’un gururu mevcut.” diye düşündü.
Bunu hisseden Kağan sevindi, yüzü güldü. Keskin gözlerinde heyecan kıvılcımları belirdi.
– Ben istilacı, cihanı alt üst eden, insanları baş eğdiren cihangir! dedi Cengizhan kasıtlı olarak kaba bir şekilde.
– Cihangir! Sizi biliyorum! diye hemen mukabele etti İdikut.
– Huzuruma gelmekten korkmadın mı? dedi Cengizhan sırtlan gibi keskin gözüyle bakarak.
– Uygurlar korkmaz! Sizin davet ve iltifatınız üzerine ben geldim işte! diyerek İdikut hükümdarane bir edayla cevap verdi. Ancak samimiydi.
– Umut, dilek ve istekle huzurunuza geldim.
– Ben seni böyle bir Uygur diye hayal etmiştim zaten!
Ancak Kağanın düşündüğü başkaydı. Bavurçuk Art Tekin bunu anladı ve cüretkâr açık konuşmasıyla Kağanın onlar bize yalvaracak, yardım isteyecek zannını yok etti.
İdikut, “Aman sakin ol! Dikkat et!” diye kendi kendini uyardı, “Acele sevinme, kendini kaptırma!” diye düşündü.
Bavurçuk Art Tekin bu topraklara ayak basmasının en büyük nedenini açıkça söyledi.
– Sen bizim Sayan Noyur kutlamalarımıza da gelmişsin! dedi millî bayram kelimesini Moğolca söyleyip, – Bu ne demek? dedi Cengizhan.
– Uygurlarda ona Ak Göl denir! dedi İdikut kısaca.
– Doğru! dedi Cengizhan.
– Moğolca biliyorsun demek!
– Biliyorum! dedi Bavurçuk.
Onlar Ak Çadıra yavaş yavaş yürümeye başladı.
– İşte bu ak kilim ev! diye eliyle işaret edip Kağan İdikut’u içeri buyurdu. Bu bir ev değil, ak saraymış. Sol tarafta sarıçiçek gibi güzel sarı çadırlar vardı. Her iki mühim karargâh etrafını kuşatan atlı ve yaya Noyanlar kılıçlarını asıp misafirleri ağırlamak için ip gibi dizilmişti.
Namı meşhur olan bu beyaz ev şu anda Bavurçuk Art Tekin’e hiç güzel ve şatafatlı gözükmedi. “Bu nasıl bir ev, nasıl bir saraydır!” dedi kendi kendine “Beşbalık, Turfan, Karağoca, Kumul gibi şehirleri olmayan bir halkmış bunlar. İyi ki Pan Tekin dedem hanken Uygur Orhun Han devletinde büyük şehirleri inşa ettirmiş. Yoksa bunlar sürü gibi yaşarlardı. Ama bunlar toprak, vadi, otlak ve sürüleriyle övünüyor olmalı. Moğolların hayat tarzı, geleneği ve hayat kaynağı bizden çok farklıymış. Bu evde gece gündüz yer, altın, dünya, hatun, baylık, doğruluk, kötü düşünceler hep mevcut mu? Bu kağan Dünya haritasını göz önüne getirip kimin varlığı çok, kimin toprağı geniş, buna bakarak onların neden varlığı çok, toprağı büyük diye kıskançlık duyuyor mu acaba? Benim toprağım neden onlarınki gibi geniş değil, altın gümüş neden hazinemi dolduramıyor diye düşündüğünde kıskançlık duyuyordur.”
Bavurçuk Art Tekin’e hürmeti için kısa boylu ama şişman bir Noyan önceden hazırlanmış bir ak koyunu bağlayıp önüne getirdi. Bavurçuk Art Tekin koyuna bir baktı. Noyan belindeki eğri bıçağını alıp, koyunun boynunu kesmeden karnını yardı, kıllı elleriyle koyunun yüreğini sıktı ve koyunun vücudundan akan kırmızı kan duruncaya kadar öylece bekledi. Bavurçuk Art Tekin böyle saygı göstermekte olan Kağana tazim etti ve elini göğsüne koyup ihtiram ifadesiyle gülümsedi. İdikut, şimdi canı çıkmış, çok acı çektirilen o koyunu çekip giden kasap Noyanı aç kurta benzetti. Cengizhan bir defa edilen tazimi az bulmuş gibi gene ona bakıp duruyordu. İdikut taç takmış başını olur olmaz bir kez daha eğmiş oldu.
Bavurçuk Art Tekin beklenmedik başka bir olayın şahidi oldu. Cengizhan bir Noyanı sert bir şekilde yanına çağırdı. Çekirdek gözlü, orta boylu Noyan onun önüne geçip diz çöktü.
– Bavurçuk Art Tekin oğluma tazim etsin! Çabuk git, ona söyle! dedi Cengizhan daha da sert bir şekilde.
Bavurçuk Art Tekin Cengizhan’ın baktığı tarafa baktı. O Noyan koşarak ellerini aşağı yukarı sallayıp bir şeyler söyledi. O asker bunu duyunca atını koşturup hemen gitti. Sonra en yüksek tepede oturan Noyan ateş yaktı ve onu yükseklere kaldırdı. Bunun üzerine Cengizhan, Bavurçuk Art Tekin ve Tora Kaya’dan başka herkes diz çöküp, kellesi kesilmiş gibi yere bakarak sessizce durdular.
– Bu sana olan saygıdır! dedi Cengizhan ona gülümseyerek.
– Çok memnunum Kutlu kağanım. Halkınıza aferin! Bundan çok bahtiyarım! diye karşılık verdi Bavurçuk.
Bu kadar ihtiram gösterdikten sonra kağan şimdi ne istiyor! Belki Moğolların töreni öyledir. İdikut gizli bir amaçla yapılmakta olan bu hareketlerin akıbetini bilmiyordu.
Cengizhan beyaz çadır önünde diz çöküp oturan çocuklarıyla İdikut’u tanıştırdı.
– Bu Cucihan! Ferasetli oğlum. Çok kahraman, büyük direğim!
Cuci, yüz derisi buğday renginde olan, şişman, orta boylu, keskin gözlü bir yiğitti. İdikut’a baş eğerek selam verdi.
O, bir şeyler söylemek istedi fakat babasından korktuğu için sustu. İdikut’a hoş bir tavırla bakıyordu. İdikut onun kalbini çözemediği halde onu beğendi. Cuci de İdikut’a sürekli bakıyordu ve “Ya hazret, Bavurçuk Art Tekin denilen büyük insan senmişsin. Ben nice savaşlara katılıp sen gibi parlak yüzlü birisini hiç görmedim. Eninde sonunda babamın eline düşeceksin. Büyük seferde belki karşılaşırız, belki kardeşler gibi sırdaş dost, sohbet arkadaşı oluruz.” diye içinden geçiriyordu.
Kağan içki içip hep sarhoş dolaşan Üketay’a büyük itibar gösterirdi, onu asla kırbaçlamamıştı.
Üketay’ın karakterini kağan iyi biliyordu. Bu yüzden onun iyi kötü yanlarını İdikut’tan hiç gizlemedi.
– Bu Üketay! dedi Cengizhan,
– Kendisi haylaz, tembel, hatunlara düşkün, ama taş gibi sert bir batur. Kandan korkmaz bir yiğit!
Üketay yerinden kımıldamadan Bavurçuk Art Tekin’e sordu.
– İdikut’ta hatunlar var mı?
Bu soru Cengizhan’ın hoşuna gitti. Oğlum doğru söylüyor der gibi İdikut’a baktı.
Bavurçuk Art Tekin dişini sıktı ve bu soruya cevap vermedi. Kağan buna aldırmadı. O hiçbir şey duymamış gibi tanıştırmaya devam etti. Üketay ise evden sallana sallana dışarı çıktı.
– Eğlensin, hâlâ gençtir! dedi Cengizhan oğlunun ayıbını örterek.
– Bu, Çağatay! dedi Cengizhan, İdikut’un dikkatini çekerek,
– Kendisi atik! Yırtıcı! Kartal! Ejderha!
Çağatay bir şeyden incinmiş gibi yere bakarak duruyordu. Babasının kendisini böyle tarif etmesini abartılı buldu ve hiç hoşlanmadı.
Çağatay, Cuci’ya göre biraz uzun boylu, yassı burunlu, çekik gözlü, göz kapağı badem şeklinde olan, dişleri kurt dişleri gibi keskin birisiydi. Bu dişleriyle dudaklarını hep ısırıyordu, böyle bir alışkanlığı vardı.
O, Bavurçuk Art Tekin’e teke tek savaşmaya, intikam almaya gelmiş gibi dik dik bakıyordu. “Devletin babam hayattayken devlettir, bana kalırsa yerle bir edeceğim!” der gibi sık dişleri altındaki dudaklarını kıpırdattı. Bir saniye içinde kağanın ruh hali değişti, bambaşka bir kılığa büründü. İşte bu anda söylemese hiçbir şey olmayan, söylese İdikut’un hoşuna gidip gitmesine itibar etmeyen Çağatay övünüp durdu. Cengizhan onun böyle devam etmesini istiyordu. İdikut bunu fark etti.
– Bu çocuklarımla bulduklarımızı beraber paylaşırız. Bunlara dünyayı da taksim edeceğim. Aldığım devletlerin toprağını bu baturlara eşit olarak taksim edeceğim. Hepsi korku nedir bilmez yiğitler! diyerek Cengizhan istila niyetini belli etmiş oldu.
Bavurçuk Art Tekin, Tora Kaya’ya baktı ve onun yüzünün solduğunu fark etti. “Bu fikre katılmıyorum!” der gibi başını salladı o. İdikut da Cengizhan’ın bu kötü niyetinden kaygı duydu. “Dur Tora Kaya, şimdilik sabredelim, fikirleri dinleyelim. Sonra biz de kendi görüşümüzü ortaya koyarız.” der gibi esrarlı bir şekilde gülümsedi. Ancak bu iki Uygur ejderha vadisine geldiklerini, bu vadi sahibinin Cengizhan olduğunu, ondan kurtuluşun kolay olmadığını sezmişlerdi. Öyleyse onlar da kendilerini ezdirmeden “Bu görüşmeden sonra İdikut kurtulacak, geleceği güzel olacak!” diye düşünerek kendilerine moral verdiler.
– Ama senin düşündüğün gibi değil! dedi Cengizhan, İdikut’un hissettiklerini sezmiş gibi birden,
– Ejderha seni koruma altına alacak, benim hayatta olduğum müddetçe hiç kimse senin İdikut devletine göz dikemez!
Cengizhan’ın her şeyi fark etme, hissetme sezgisine Bavurçuk Art Tekin hayran oldu.
– Atalarının inşa ettiği Beşbalık, Turfan, Karağoca, Astana gibi büyük şehirlerin bir binası bile yıkılmaz. Sana söz veriyorum!
Bu, kağanın yemini idi. Bavurçuk Art Tekin bu söze inandı.
– Aydınlık kalbinizden yansıyan bu açık sözlerinize inanıyorum! diye mukabele etti.
– Sen şimdi benim beşinci evladımsın! diyerek Cengizhan büyük bir sırrını açıkladı, elleriyle İdikut’un omzunu okşayıp onun yüzüne gülümseyerek baktı ve
– İdikutlular benim beşinci ulusum! dedi.
– Güvenilmez adamlara sözüm yok! diyerek Bavurçuk Art Tekin’in omzundan elini indirdi.
– Sen! Sen benim evladımsın! Ciğerimsin! Çocuğumsun! diye tekrarladı.
Bavurçuk Art Tekin kendisinin Cengizhan’ın beşinci evladı, İdikut Devletinin ise onun beşinci devleti olacağını duyunca vücudu ürperdi. “Cengizhan bu sözünde beni koruma altına almayı kast ediyorsa ekmeğime yağ sürmüş olur. Ya böyle değil de bu fikirle beni kandırıp başka yönden başıma iş açarsa peki? Ya bu Moğol bana ve halkıma tuzak kurmuşsa? Hayır, belki böyle bir şey olmayacak. Ben ona inanmaya devam ediyorum değil mi? Kıtan’ın başı gerek dedi, getirdim. Tekrar ona neden inanmayayım? Bu Kağan öyle zorba birisi değil. O, çok zeki ve düşünen bir adam. Ona inancım tamdır.” diye düşündü.
Cengizhan onun düşüncelere daldığını görünce bir iyilik doğduğunu hissetmiş gibi Bavurçuk’u daha sevindiren inandırıcı bir söz söyledi.
– Tangut, Çin ve Kıtanlara hiç merhamet göstermedim. Onlar benim dostlarım değil!
– Kanaatiniz doğru! dedi Bavurçuk Art Tekin,
– Akibetiniz güzel olsun!
– İşte bu kültürlü bir Uygur’un sözüdür! diye karşılık verdi Cengizhan.
Cengizhan’ın sol tarafında Üketay, sağ tarafında Toli oturuyordu. Kapı yanında büyük hatunu Börte Hatun diz çöküp oturdu. Moğol aşçılarının elinden çıkan lezzetli yemekleri Ak Çadırın hizmetkâr kızları getirmeye başladı. Yabani ceylan gibi sahra hayvanlarının etleri büyük tabaklarda getiriliyordu. Bununla beraber kımız, ayran, peynir, mis kokulu kırmızı şarap, karpuz çekirdeklerinden yapılmış Çin şarabı, Türkistan’dan getirilmiş nar, kuru üzüm, ceviz içi, fıstık badem, kuru kavun ile hazırlanmış güzel tabaklar da göz alıcıydı.
Ak Çadırın hemen arkasına dikilmiş has çadırdan Moğol çalgıcılarının icra ettiği hoş bir müzik sesi geliyordu.
– Hoş geldiniz büyük zat! dedi Kağan sakin ve sabırlı bir edayla.
– Benim Moğol’umun gönlü deniz! Sizin gibi doğru, dürüst adamları başının üstüne koyar!
Kağan, Bavurçuk Art Tekin’in hiç tereddüt etmeden buraya gelmesine bakarak bu Uygur hakanının akıllı, ferasetli birisi olduğuna, millî hassasiyetinin yüksek olduğuna ikna oldu. İdikut şu anda bilemiyordu ki kendisine gösterilen bu itibar ve saygı boşa gitmeyecekti. Moğollar, Uygurlar vasıtasıyla büyük zaferler kazanacak ve kendisi eşi rastlanmamış kanlı facialara da şahit olacaktı.
– Sizinle dost olmak yalnızca bu itibarınızdan dolayı değil büyük kağanım! Bizim dostluğumuz geçici bir dostluk değil belki de tarih sayfalarına geçecek büyük bir dostluk olacak! Ben böyle düşünüyorum. Uygur tarihinin yeni bir sayfasının açıldığına inanıyorum. Bu sayfayı siz yazacaksınız kağanım! Birlikte yürüyeceğimiz yollar hayırlı olsun! diyen İdikut’a
– Bu güzel düşünceleriniz takdire şayandır İdikut!
– Uygurlar gelecekte Moğollar için hizmet edecek! dedi İdikut onların inancını daha pekiştirip.
– Moğollara akıllı ve marifetli Uygurlar gerek! dedi Kağan onun sözüne vurgu yaparak.
Resmî kaideye göre ihtiram gereği İdikut Devletinden getirilen armağanların teslim töreni başladı. Bavurçuk Art Tekin, armağanların hepsini teslim etmeyi Tora Kaya’ya havale etti.
Uygur devletinden getirilen, birkaç deveye yüklenmiş eşyalar indirildi. Tora Kaya tomarları kendisi çözdükten sonra,
– Kutlu İdikut’um! Bavurçuk Art Tekin hazretlerinin emri üzerine Uygur memleketinden getirilen değerli hediyeleri teslim etmeme izin veriniz!
Cengizhan, memnuniyet ifadesiyle başını salladı. Sonra teşekkürünü ifade etti.
– Memnun oldum! diye kısa kesti sözünü. Ama hayalinde başka bir şeyler vardı. “İdikut niye kendi eliyle teslim etmedi? Kendini benden üstün görüşüne bak!” diye düşünüp Bavurçuk Art Tekin’e baktı. Onun gözü de Kağan’a düştü. Bavurçuk Art Tekin’in yüzü değişmedi. Aslında Cengizhan, bana hediye getirsin diye Atay Sali’ye bir şey söylememişti. Bu yüzden Bavurçuk Art Tekin buna pek önem vermedi. Cengizhan’ın kanaat getireyim dediği hediye ise Kıtan elçisi Şaykım’ın torba içine konulan kellesiydi. İşte bunu İdikut, Cengizhan’a kendi eliyle teslim edecekti, ama acele etmedi. Kağan ise teminat kellesini hemen almadığı için biraz sinirlenip rahatsız oluyordu. Bu sırada Bavurçuk Art Tekin’in düşündüğü şey Kağandan farklıydı. Şimdi İdikut, Kağan’a samimi ricada bulundu. Bu arada Ak Çadırın ötesinde bulunan büyük kazığa bağlanan İdikutluların atları kişneyip Bavurçuk Art Tekin’in dikkatini dağıttı. Tora Kaya Atların sesini duyunca İdikut’a bir baktı ve dönüp Cengizhan’a göz dikti. Atı armağan olarak vermeyi işaretle bildirdi. Bavurçuk Art Tekin ise Kağanı ata bindirmenin eve girmeden önce olmuş olsa iyi olacağını düşündü ama bu da mahcup olacak bir şey değil diye düşündü, hediyeyi eninde sonunda ne zaman verse fark etmezdi. Bunu, Tora Kaya da hissetti. Bavurçuk Art Tekin siyah sakalını mühür yüzük taktığı sağ el orta parmağıyla okşadı. Tora Kaya yerinden kalktığı an, İdikut “Bu hareket ayıp olur.” işaretiyle neredeyse alnının yarısını kaplayan kaşını kaldırdı. Tora Kaya, İdi-kut ile toplantı meclislerinde çok defa beraber olduğundan, ciddi anlarda onun kaşının harekete geçeceğini biliyordu. Bavurçuk Art Tekin’in ağzına bakarak yerinde oturmaya devam etti. Bavurçuk Art Tekin gün ışığında parlayan yüzüyle Kağana bakarak başını kaldırıp konuşmaya başladı.
– Kutlu kağanım! Size İdikut’tan at getirdim. Şimşek hızıyla koşar. Sanki kanatlı kuşa benzer. Kişneyip duran o ata sizi bindirmeme izin veriniz!
Cengizhan’ın at binmeye pek meraklı olmadığını onun yüzünden fark etmek mümkündü. İdikut’un hediyesini almamaya çare yok. Hayır diye ters çevirse İdikut’un gönlünü kıracaktı. O zaman bu gönlü onarmak çok zor olurdu. Cengizhan bunu iyice düşündü. Bu yüzden Uygur misafirlerin isteğine uygun davrandı.
– Teklifinizi kabul ediyorum! dedi Cengizhan gülümseyerek. Yerinden yavaşça kalktı ve herkesin önünde dışarı çıktı. Kağanın özel muhafızları hemen onun yanına toplandı. İdikut’u takip eden Tora Kaya çabucak gidip kazığa bağlanmış atı alıp ipini İdikut’un eline tutuşturdu. Kendisi yeşim taşıyla süslenen eyeri atın sırtına yerleştirdi. At kişneyip ayaklarını kıpırdattı. Avuca benzeyen kulakları dik duruyordu. Onun etrafını kuşatan atlar kendisiyle beraber otlayan atlara benzemiyordu. “Cengizhan bu atı yabani at olarak görüyor olmalı.” diye düşünen Bavurçuk Art Tekin herkesin önünde Cengizhan’ın koltuk altından tutup ata binmesine yardım etti. Atın dizginini kağanın eline bıraktı. Cengizhan’ın ağır gövdesine rağmen at kımıldamadı bile.
– Uygur atı size yakıştı!dedi Bavurçuk.
Cengizhan, hayatta attan düşen insan değildi. Her hangi bir huysuz ata binerse ağır gövdesiyle onu aciz duruma düşürür, sert kırbaçlarıyla onu kendine alıştırırdı. Cengizhan, bir şey demeden ata bir kırbaç vurdu. Beşbalık atı kırbaç darbesine dayanamadı, kişnedi, ağır ayakları altında kazılan yer eşildi, toz dumanı göklere yükseldi. Cengizhan Kerulen nehrinin güney ve doğu tarafını atla dolaştı. Buraya toplanan Noyanlar, Kağanın hatunları Börte, Çahe, Kızı Altın Bike, Oğulları Cuci, Çağatay, Toli, Üketay, batur komutanlar Subetay ve özel muhafızları bunu büyük bir zevkle seyrediyordu. Cengizhan Beyaz Çadıra yaklaştığında, atın dizginini sert çektiğinde at direnerek hızlı koştuğunda onlar,
– Kağan! Kağan! diye bağırdılar ve muhafızlar kısa boylu atlarını koşturarak onun sağ ve sol tarafına yanaştılar.
At kendini kontrol edemeden Beyaz Çadır etrafında birkaç defa döndü… Kağan özel muhafızlarını yanına hiç yaklaştırmadı. Ayağını üzengiye dayayıp dizgini güçlükle çekti ve attan atlayarak indi. Atın boynunu geniş avucuyla okşadı ve
– Yorulmaz bir atmış! diye övmeye başladı.
– Gücü de yeterince varmış. Ona göre tepe ve düzlüğün hiç farkı yok!. Sanki bir insan gibi her yeri gözetleyerek koşuyor. Harika atlar beslemişsiz. Bu benim için büyük bir armağan!
Cengizhan, Bavurçuk Art Tekin’in elini eline koydu.
– Size at gerekse biz hiç esirgemeyiz! dedi İdikut rahat bir tavırla.
Cengizhan atın dizginini muhafızların komutanı Angurat Noyan’a verdi ve
– İyi bağla! Kaçarsa, seni binerek kovalarım! diye uyardı.
– Türkistan seferimizde bineceğim. Bu at sadece savaş için yaratılmış. Büyük, kanlı savaş meydanı bana yabancı değildir. O Müslümanların memleketi olan Türkistan, Karahanlılar…
Bavurçuk Art Tekin bu sözlerden sıkıldı, yüzü değişti. “Bu adam ne diyor? Ne söylediğinin farkında mı? Karahanlılar kim? Onlar Uygur kardeşlerimiz değil mi?” diye kendi kendine söylendi, dudakları titriyordu. Tora Kaya, Cengizhan’ın İdikut Devleti ile dost olmasının maksadını anlayıp endişe içinde yanmaya başladı. Pişmanlık onun kalbini ezdi. Bavurçuk Art Tekin, Kağan’dan çekinmeden,
–İdikut, kan dökülmesini istemiyor kudretli Kağanım! Uygur Orhun devletinde yaşayan atalarım, o aziz ceddim de öyle yapmışlardı!
Cengizhan’ın, Türkistan’da kimlerin yaşadığına hiç itibar etmediğini anlayan Bavurçuk Art Tekin cevap vermedi. Çok kurnaz olan Kağan, İdikut’u şimdilik rencide etmek istemedi ve onu rahatlatmaya çalıştı.
– Biliyorum, İdikut kan dökülmesini istemiyor. Ben de istemiyorum! dedi
Cengizhan iki elini yükseklere kaldırdı ve gülerek göğsüne koydu, – Benim ekmek ve tuzum hep İdikut ile beraberdir. Buyurun cenabı İdikut, eve girelim!
Bavurçuk Art Tekin İdikut’tan getirilmiş değerli sandığı onun eline verdi. Cengizhan oturanların önünde sandığı usulca açtı ve hafif bir soluk alarak içine baktı. Gözlerinde şimşek çaktı ve heyecanla bir süre baktı.
“Harika! Harika!” diye düşündü. Sandık içindeki altın gümüşleri elinin ucunda birden tutup göstermeye başladı.
– Bu değerli mücevherler İdikut’ta yapılmış değil mi? diye sordu Cengizhan, anlamak için.
– Ne kadar ince hüner bu! Bu nazik küpe, bu cilalı bilezikleri sizin mahir ustalarınız mı yaptı! diye anlamak için sordu.
– Evet, hepsini İdikut ustaları yapmıştır. Cenabı Kağan, sizi İdi-kut Devletine davet ediyorum. İsterseniz merak ettiğiniz o ustaları sizle tanıştıracağım!
– İstiyorum!
– Beklerim o zaman!
– Mahir ustalar Moğollara da gerek!
– Öyleyse onları size göndereceğim!
Cengizhan elini sandıktan çekmeden öylece durdu ve aniden güldü. Onun bu gülüşü memnun olduğundan değil, belki “Bu kadar mücevher bende olsa ustaları bulmak benim için kolay.” diye düşündüğünden idi.
Ne gariptir ki o, Bavurçuk Art Tekin’in biraz önce söylediği samimi fikrine bir türlü inanamadı ve onu reddetti. Dinlemeyi de istemedi. O, “Her iş, güç ve zorbalıkla gerçekleşir.” diye kendine kendine söylendi. O karşısına çıkan her gücü yenip, her şeyi yutup sonra onu tükürmekle karşı tarafı korkutmayı istiyordu. Bavurçuk Art Tekin’i bir saniye bile dinlemediği halde sonunda İdikut’a baş eğeceğinin farkına varamadı.
Cengizhan’ın Bavurçuk Art Tekin ile olan ilişkilerini güçlendirmeyi unutmaması lazım. Oğulları da bu yolu takip etmenin gerekliliğini biliyor, İdikut’un Moğollara yaptığı iyilik için teşekkürlerini ifade etmek istiyordu. Ama onlar babasının izni olmadan ağzını bile açamıyordu. Onlar babasının kendini bir an önce toparlaması için Tanrıya gönülden yalvarmaktaydı.
Cuci babasına dimdik bakarak “Sen İdikut’a teşekkür et! Sen çok mutlusun! Çünkü Uygurlar sana hizmet edeceğim diye huzurunda oturuyor!” der gibi dudaklarını kımıldattı. Asık suratlı Kağan göz kapağını biraz kaldırdı ve Cuci’nin neler düşündüğünü sezdi. Bu kez surat asmadı. Oğulları bunu görünce bir birine sevinçle baktılar. Cengizhan her ne kadar vahşi olsa da çocuklarına merhametliydi, onları seviyordu ve onlara bakarak kendini toparlıyordu. Kendi şan ve şöhretinin sadece Cuci, Üketay, Çağatay ve Tolilar ile ilgili olduğunu çok iyi biliyordu. O altın gibi batur çocuklarını hep “Altın Şura” diye adlandırıyordu. Bir büyük iş yapacaksa onlarla istişare meclisi düzenliyordu. O, böyle kahraman çocuklarını dünyaya getiren en saygıdeğer Börte Hatunundan çok memnundu. Çocuklarını seviyor, onlara inanıyordu. Çocukları da babasını seviyordu. Her şeyi gözetlemekte olan Börte Hatun, eşinin kalbine ışık saçıp akıllıca konuştu, Cengizhan da onu dinledi.
– Sizi Tanrı hakan yaptı. Siz de Tanrıdan akıllı ferasetli hakan olmayı istediniz. Tanrı bu isteğinizi yerine getirdi. Tanrı size küsmesin. Aniden gök gürültüsü çıkmasın, ateşli şimşek de çakmasın. Tanrının gazabı çok şiddetlidir. Ceza vermesi çok kolaydır. Bavurçuk Art Tekin sizin büyük bir misafiriniz. Bundan halka ve size bir zarar gelmez. Bavurçuk Art Tekin, sizin gerçek dostunuz olacak. Şek şüphe içinde akıldan daha değerli bir rehber olamaz. Siz akıl nuruyla hakikati görebilen büyük bir zatsınız, öyle değil mi?
Börte Hatun sözünü burada kesti. Cengizhan en yüksek makam ve mevki sahibi olduğu halde kibrine çok düşkün, aşırı derecede kuşkucuydu. Bu, onun davranışlarından, söz ve hareketlerinden belli oluyordu.
Cengizhan başını kaldırıp, kaplan gibi korkusuz oturan İdikut’a baktı ve “Halkıma yardım et!” dedi içinden. Bunu fark eden Bavurçuk Art Tekin de “Ben sana yardım edeceğim.” dedi içinden. Her ikisi herkesi hayran bırakacak şekilde kahkahalar attı. Böyle anlarda Kağan gözüne çarpan herhangi bir şeyi eline geçirip kırıyor, dağıtıyordu. Evet, Kağan böyle güçlü birisiydi. O, Ak Çadır içinde gerilmiş ipi eli ve ayağıyla parça parça üzmeye koparmaya başladı. Bir defasında onun bir atı eliyle yükseklere kaldırıp Kerulen Nehrine attığına bazıları şahit olmuş ve kendi gözüyle görmüştü.
– Tanrı, beni Tanrının halkına yardım etmek için böyle güçlü yaratmış! diye övündü.
– Tanrının ve benim halkım Moğol’dur. Başkalarına azap ve külfet lazımdır. Onların gözlerinden kanlı gözyaşlarını akıtmak gerek. Onların musibet ve azap çekmesi benim için sevinç vesilesidir.
Cengizhan, bir an durdu ve Börte Hatuna bakarak,
– Başıma kötü günler geldiğinde, çok kötü olaylar ortaya çıktığında sen benim dert arkadaşım, müsteşarım ve koruyucum oldun. Sen bir akıl hazinesisin! dedi.
Annesi hakkındaki bu sözleri duyan çocukları babasından çok memnun oldular. O şimdi kuyruğu kesilen yılan gibi kıvranıp, akrep sokmuş adam gibi irkildi, sabırsızlandı.
– Baş nerde? Kıtan’ın başını soruyorum?
– İzin verirseniz, Tora Kaya dostum hemen getirecek.
– Getirsin! Göstersin! Müsaade! dedi Cengizhan.
Tora Kaya dışarı çıkıp, kellenin getirilmesini bekleyen İdikut’un muhafızlarının yanına geldi.
– Ne oldu cenabı Tora Kaya? diye sordu İdikut’lu yiğit,
– Üzgün görünüyorsunuz.
– Kelleyi soruyor! diye kısa kesti Tora Kaya,
– Kıtan’ın kellesini yiyecek galiba?
Tora Kaya, Şaykım’ın mumyalanan kellesini beyaz bir beze sarılmış halde eline aldı, iğrendi, yüzünü ekşitti ve Ak Çadır tarafında hızlı adımlarla yürüdü. İdikut’lu yiğit Tora Kaya’nın arkasından bağırdı, Tora Kaya arkasına dönüp ne olmuş diye yerinde durdu.
– Şaykım’ın kellesini geri alırsanız, şunu bilin ki, ben onu saklamam! Sözüm bu!
– Bu iş Kağana bağlıdır, ama bunu biz getirdik. Biz İdikutlu Uygurlar verdiğimiz sözde dururuz. Bu kelleyi Kağan çiğ mi yiyecek yoksa pişirip mi yiyecek, kendisi bilir!
– Yine bir daha söylüyorum! Ben onu saklamam! dedi İdikutlu yiğit
– Cengizhan’ın kellesi olursa saklarım!
Tora Kaya “Bu sözü Noyanların birisi duysa rüsva oluruz.” diye korktu.
– Sus, konuşma! Sözüne dikkat et! Etrafa bir baksana, herkesin gözü ikimizde!
– Nasıl olsa sözümüzü anlamazlar. Boş ver! Bakarsa baksın! Ama Şaykım’ın başı elime verilirse Ak Çadırına sokup her şeyi alt üst ederim!
– Büyük konuşma yiğit! Ölü başa göre diri baş yansa bedeli çok ağır olur!
Yiğit biraz sustu, ama yine söylenmeye devam etti.
– Bak!Muhakkak öyle yaparım!
Tora Kaya çadıra girdiğinde Kağan sinirli ve sert bakıyordu. Tora Kaya kelleyi kendi hakanı İdikut’a verdi. İdikut kelleyi aldı ve Cengizhan’ın yanına getirdi. Orada bulunan bir özel tabağa kelleyi koydu ve sarılmış bezi çözüp kelleyi açtı.
– Buyurun cenabı hazret! Benim düşmanım Kıtan elçisinin kellesi. İstediğiniz teminat!
Cengizhan aslında Bavurçuk Art Tekin’e pek inanmamıştı. O, kesilmiş kelleye ağzı açık halde bakıyordu. Niçin Cengizhan bu kelleye inanamamış gibi gözünü dikmiş bakıyordu. Kağan’ın böyle şüpheci davranışı Bavurçuk Art Tekin’i sinirlendirdi. “Neden Kıtan elçisinin kellesi olduğuna inanmamış gibi bakıyor? Bu kelle için nasıl olur da bir kusur bulur?” diye düşündü ve bu kötü haberi duyan Kıtan hanının gazaba boğulduğunu Kağana anlatmaya çalıştı.
– Bunu Çoruk biliyor!
Cengizhan o an bunun Şaykım’ın kellesi olduğuna inandı.
– İnandım! Çoruk, İdikut’u sömürdü. İdikut bağımsız yaşayamadı!
– İdikut Devleti 275 yıl ya da 850’den 1125 yılına kadar bağımsız hüküm sürüp kalkınmıştı. Sonra sürekli bağımlı kaldı. En son bağımlı kaldığı devlet ise batı Kıtan’dı…
– Bundan sonra İdikut Devleti bağımsız olacak. Ben buna güvence vereceğim.!
– İnanıyorum! dedi İdikut. Kağanın bu kesin sözüne gerçekten inandı.
– Kederlenip mahzun olmayasın! İyilik yapacağım! Sözün ile yaptıkların bir birine uyuyor.”
– Ben kendimi akıllı sanıyorum. Ben, dört şeye güvenmem! Kuyruğu basılmış yılana, aç bırakılmış vahşi hayvana, insafsız ve merhametsiz han ve hakana! dedi.
Bavurçuk Art Tekin,
– Ben de akıllı bir İdikutum.
– Sen merhameti ihanetten ayırt edebiliyor musun cenabı Bavurçuk Art Tekin? diye sordu Cengizhan onun denemek istiyormuş gibi.
– Sizin gibi şanlı büyük bir kağanla karşılaştığında kendince büyüklük taslayan cariye olmamak, kendinden daha merhametsiz bir cellâdın eline düşüp de ölümü bekleyen zalime benzememek.
– Aferin! Aferin! Bilgili İdikut muşsun!
Bavurçuk Art Tekin, Cengizhan’ın kalbini kazanmaya başladı.
– Ben senin aklından memnunum!
– Sizden fazla olmasa gerek! dedi Bavurçuk Art Tekin ve mütevazı bir şekilde elini göğsüne koyup başını eğdi. Tora Kaya, Bavurçuk Art Tekin’in hiç çekinmeden açıkça ve akıllıca konuştuğuna inandı ve vaziyetin düzelmeye başladığına sevindi.
Cengizhan’ın keyfi yerine geldi. Özel muhafızlar komutanı Angurat Noyan’ı çağırdı. Kapı önünde vazifesini yapmakta olan Angurat Noyan evin içine girdi. O sert bir adamdı, Bavurçuk Art Tekin onu bir türlü sevemedi, “Kötü niyetli bir adam.” diye düşündü.
– Emredin kağanım!
– Kıtan’ın kellesini yakıp külünü Karaağaca as! diye buyurdu,
– Kıtan uruğunu yok etmek gerek. Han Çoruk da ölmüş, dışarı götür!
Angurat Noyan kelleyi tabakla beraber kaldırıp dışarı çıktı. Kağanın fermanını yerine getirdi. Kelleyi ötede bir yerde hayıtla yaktı, iğrenç kokusuna zor dayandı, sonunda onun külünü sarı torbaya dikkatlice koyup, ağzını kapatıp bağladı ve sarı çadır üstünde yüzen siyah tuğ çubuğunu yere indirip torbayı ona bağlayarak tuğu yeniden yerine dikti.
Angurat Noyan kapıdan girdi ama eşikten geçemeden diz çöküp,
– Fermanınızı yerine getirdim kutlu Kağanım! dedi.
Cengizhan yassı çenesini kaldırdı. Bu onun “Şimdi dışarı çık git!” anlamdaki işaretiydi. Angurat Noyan yerinden kalktı ve geri geri yürüyerek dışarı çıktı.
– Kıtan, Moğol ve Uygur’un önünde nedir? Şimdi onlar senden korkuyor! Neden? Çünkü ikimiz dostuz! Çoruk, Cengizhan’ın dostu olamaz, bunu söylemiştik. Bu söz Tangutlar için de geçerli! Şimdilik boş versin. Ben acımasız bir kut sahibiyim. Kimseye acımam ve affetmem! Onları bağışlamak yok! 1207 yılında Tangutlara darbe indirdim. Han Ani Diyoani, ben onu Burhan diye adlandırdım. Verdiği söz büyük, yardımı da büyüktür. Durdur kanlı saldırıyı. Ben sana bağımlı olacağım dedi. Deneceğim gelecekte. Burhan kızını verdi, benim hatunum oldu. Burhan’a saldırıyı durdurdum. Eğer o verdiği sözü tutmazsa Tangutlar’a istila seferi düzenleyeceğim ve onları yeryüzünden sileceğim!
– Burhan nasıl söz vermişti? diye düşündü Bavurçuk Art Tekin, “Bizim gibi bağımlı olacağız mı dedi?”
İdikut için Cengizhan’ın verdiği söz şimdilik büyük bir sır olarak kaldı.
– Sen bana sadık bir Uygursun, sana inanırım. Ama Tangutlara pek inanmam.
Bavurçuk Art Tekin, Burhan’ın Kağan’a nasıl söz verdiğini bilmediği için, “Duymuş kulakta ayıp çok.” sözügereği söze karışmadan onu dinlemekle yetindi.
Börte Hatun; güzel, uzun boylu, uzun saçlı bir hatunla yemek getirtiyordu. Bavurçuk Art Tekin bu hatunu beğendi. Cengizhan bunu görünce, – Burhan’ın kızı! Benim hatunum! İsmi Çahe!
Börte Hatun, Çehe’nin misafirlere tanıştırılmasını içine sindiremedi, kaşlarını çattı, yüzünün rengi değişti.
– Çabuk ol! diye emretti,
– Bir yere takılma.
Büyük hatun herkesin gözü önünde küçük hatuna sert davrandı. Töreye göre onun bu küçük hatundan daha rütbeli olduğu belliydi. Büyük hatun ağırbaşlı, akıllı, herkese sözü geçen; ama çok alıngan, hassas bir hatundu. Kendisinin ilk önce tanıştırılmamasını kabullenemedi.
“Ben kimim?” diyordu kendi kendine. “Tangut Hatun neden benden önce tanıştırılıyor? Ben büyük hatunluk rütbesini hiç zaman kaybetmedim, kaybetmeyeceğim!”
Kağan hata yapıp Börte’yi incittiğini fark etti.
– Bu benim büyük hatunum Börte Hatun. Benim bitmez tükenmez manevî hazinem!
Bu büyük bir takdir ve taltifti. Çok sıkılan Börte, Kağan’ın, iltifatını duyunca rahatladı. “İkinci sırada övme birinci sırada tanıtmaya göre bir şeye yaramaz kağanım!” dedi içinden.
– Tekrar hoş geldiniz diyorum aziz misafirim! Yolculuğunuz kutlu olsun! Tuz kutsaldır. Bu, Kağanımın size açtığı sofrasıdır! dedi Börte.
Cengizhan, Börte’nin aklına hep uyardı. Bavurçuk Art Tekin’e bakarak, “Doğru söylüyor!” der gibi başını önüne eğdi. Börte’ye de memnuniyetini ifade etti.
– Aferin size! Kalbiniz nurla dolsun! Âlicenap Melike! dedi ve tazim için başını eğdi İdikut,
– Tuz gerçekten kutsaldır!
Büyük bir medeniyetin alametlerini üzerinde taşıyan İdikut’un gösterdiği ihtiram Börte’nin kırılan gönlüne merhem ve ilaç oldu, samimiyetle güldü.
Cengizhan, Bavurçuk Art Tekin’i her bakımdan denemeye çalışıyordu.
– Ben hırsızlıktan şöhret bulmadım. Ahlaksızlıktan ün almadım. Yalan söyleyip şanımı yüceltmedim. Aklım eksik, ağzım boş değil. Şimdi ben itibardan düştüm mü?
– Hayır! Öyle olsaydı itibarınızı kaybederdiniz.
– Doğru cevap! Kalbimde eskiden olmayan büyük bir kaygı, öyle derin bir dert var ki… Bunun şifası var mıdır acaba?
– O, nasıl bir kaygı ve dert, bilmek mümkün mü? dedi Bavurçuk Art Tekin.
– Yer! Altın! Hatun!
– Şifası vardır! Hepsi savaşla elde edilir! Ama en ağır dert ise yer davasıdır. Yer, toprak dediğimiz şey hatun değil ki arabayla taşınsın. Toprak çok cömerttir, ama aynı zamanda o bir ejderhadır ki her şeyi yutar. Kendisi de her şeye rağmen yerinde sabit durur. Onunla beraber yaşamak mümkün değil!
– Doğru söylüyorsun! Söylesene, hatunlar hasret çekmeye değer mi?
– Hükümdar ve hanlar için böyle hasret çok mühim!
Börte Hatun, Bavurçuk Art Tekin’in böyle konuşacağını hiç tahmin etmemişti. Erkeklerin hatunlar için nasıl hasret çekeceğini onun ağzından duymak için kulak verdi.
– Alicenap, namuslu ve güzeller için! diyerek bunun hikmetini anlatmaya başladı. Bavurçuk Art Tekin yıllarca kafasında olgunlaşan felsefi görüşlerini herkese dinletti. Bu sırada bir genç kız eşikten geçerek çadıra girip bir yerde oturdu ve İdikut’un sözüne kulak verdi. Kağan, Börte, Çahe, Cuci, Üketay, Toli o kıza hiç bakmadı.
– Her şeyi düşünerek yapan, eşi yanında olsun olmasın ona sadık olan, namusunu koruyanlar!
– Sadece iyi kötü günlerde mi? diye sordu Kağan.
– Onların fedakâr olma vazifesi vardır! Bavurçuk Art Tekin biraz durdu ve kapı önündeki kıza baktı, sonra kendisini dikkatle dinleyen Börte Hatun’a hitaben söylüyormuş gibi manalı gülümsedi ve
– Akıllı, kanaatkâr, namuslu ve sadakatliler hasret çekmeye değer. Dili tatlı, eli bereketli, bastığı ayakları kutlu hatunlar bizim koruyucumuzdur.
Bavurçuk Art Tekin’in sözünü dinleyen Börte Hatun’un yüzü güldü. O İdikut’un akıllı ve büyük bir zat olduğunu kabul etti. “Gerçekten İdikutmuşsunuz. Tanrı sizi hep korusun!” diye düşünerek ondan memnun oldu. Kapı önünde kimsenin dikkatini çekmeden oturan kız da Bavurçuk’a dik dik baktı “Cuci olmasaydı bunlar benim için domuz derisine bürünmüş aptallardır!” dedi içinden. Domuzlardan kötü bir şey duymamak için yerinden kalkıp dışarı çıktı. Fakat Cuci ona bakarak ağırlamış oldu.
Cengizhan biraz düşündükten sonra,
– Senin alicenaplığına nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Adalet ve cömertliğine inanıyorum. Akıl ve bilginle beni ikna ediyorsun. Bundan sonra senin makamın da benim gibi yüksek, itibarın diğer hanlara göre yüksek olacak. Sen benim evladımsın! Aramızda kin ve husumet olmasın istiyorum! dedi.
Bavurçuk Art Tekin samimiyetle güldü ve
– Siz kurt, ben koyun, siz kedi, ben fare, siz kartal ben güvercin değil. Nasıl olur da kin olsun?
– Ama seni yine de deneyeceğim!
– Ben de sizi deneyeceğim!
– Ne zaman ve nasıl deneyeceksin?
– Siz bana dostsunuz! İhtiyacınız olduğunda bana elçi göndereceksiniz. İşte dost önünüzdedir. Savaşa girdiğimizde eğer ikimiz kardeş olursak, üzüldüğümüzde ya da bir felaket ortaya çıktığında sabır ve metanette, çok zengin olduğunuzda cömertlikte, eğer devletiniz ve hatunlarınız elden gitse dayanıklı olmanızla deneyeceğim! Siz kötü söze sebat gösterdiniz, gazabınız yükseldiğinde kendinizi tutup oturdunuz. Bundan daha büyük imtihan olmaz! dedi Bavurçuk Art Tekin, Kağan’a bakarak,
– Kutlu Kağan’ın ömrü uzun, devleti ebedî olsun! Size denk bir hakanı bu dünyada görmedim, duymadım. Hangi hakanda güç kudret var ki benim gibi kestirip atsın. Hâlâ dünyaya gelmemiş İdikut’un sert ve hikmetli sözlerini, dengesini kaybedip söylediklerini sabırla uzun uzun dinlesin! Dinlemez belki! Ama siz, derdi çok büyük Kağan, kendinizi tutup gazabınızın üstün gelmesine izin vermediniz. Sizin, benim gibi bir hakana adil ve merhametli davranmanız halkım tarafından bilinecek. Cömertliğiniz gönüllerde sevgi uyandıracak. Hoş görülü olmanız halkımızın dilinde destan olacak. Velakin dostu cisminden cüda etmeyesiniz. Bu, sizin gibi hakanın dehasıdır! diye düşünüyorum!
Bu sözleri dinleyen Cengizhan çok sevindi, yüzü güldü.
– Ben senin hakkında yanılmadığımı anladım! dedi Cengizhan samimi bir tebessümle,
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/ahmetcan-asiri/idikut-roman-69499867/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
Yedisu’nun en eski adı.
2
Pipa adlı bir çalgı
3
Kunhu diye adlandırılan bir çalgı
4
Yer altından akan ırmak, pınar suyundan oluşan dere.
5
İki telli çalgı, enstrüman
6
Noyan: Moğol soyluları, Moğol beyleri
7
Yaratan Tanrı korusun.