Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü

Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü
Anonim

Ekrem Arıkoğlu, Cıldız Alimova , Rahat Askarova , Bilge K. Selçuk , Döölötbek Eşkenov
Kırgızca-Türkçe Deyimler Sözlüğü

SÖZLÜK HAKKINDA
Sözlükler dillerin hazine sandıklarıdır. Deyimler sözlükleri bu sandıkların içinde en kıymetli hazineyi barındıranlarıdır. Tek tek kelimeleri canlı insanlara benzetirsek, deyimleri birden çok insanın bir araya gelerek sosyalleştiği, daha derin ve anlamlı birlikleri oluşturduğu yapılar olarak kabul edebiliriz. Bu yüzden deyimler, dilin en önemli yapıları arasındaki kalıp ifadelerden biri olarak düşünülebilir.
Elinizdeki deyimler sözlüğünün temelini büyük oranda daha önce iki cilt olarak hazırladığımız ve Manas Üniversitesi tarafından basılan büyük Kırgızca-Türkçe Sözlük oluşturmaktadır. Kırgızca-Türkçe Sözlükte bulunmayan deyimler çeşitli zamanlarda çıkarılan Kırgızca Deyimler sözlüklerinden derlenmiştir ki bu eserlerin listesi sözlüğün sonunda verilmektedir.
Deyimler ,“genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir” şeklinde açıklanır. Biz de eserde bu tanıma uygun yapıları verdik. Böylece sekiz bin beş yüzün üzerinde deyim içeren elinizdeki eser ortaya çıkmış oldu.
Eserde önce kalıp yapının Latin alfabesine göre dizilmiş şekli, parantez içerisinde aynı yapının Kiril alfabesiyle yazılışı verildi. İki dilli deyim sözlüklerinin çoğundan farklı olarak deyimin kelime kelime aktarımını da verdik. Daha sonra Türkiye Türkçesindeki karşılığını veya açıklamasını yazdık. Varsa içinde geçtiği örnek cümleyi yatık yazı ve Latin alfabesiyle, bu cümlenin Türkiye Türkçesine aktarmasını parantez içerisinde gösterdik. Yatık yazı şeklinde verdiğimiz cümleden sonraki kısaltma cümleyi örnek aldığımız yazarı göstermektedir ve bu yazarların listesi eserin sonunda bulunmaktadır.
Arkadaşlarımızla birlikte uzun yılların emeğine dayanan bu çalışmanın gün yüzü görmesinden mutluyuz. Eserin yayımlanmasında emeği geçen sevgili İbrahim Sağlam kardeşimize ve Avrasya Yazarlar Birliği başkanımız Yakup Ömeroğlu’na teşekkür ederiz.

    Ekrem ARIKOĞLU
    Ankara/2023

A
a dedirbey (А ДЕДИРБЕЙ) [a dedirmeden] Hiç konuşturmadan, laf ettirmeden, ağzını açtırmadan: “A dedirbey abañız / Kötörüp cerge salıptır.” -SO. (Ağzını açtırmadan amcanız / Kaldırıp yere vurmuş.)
a deerge alı kalba- (А ДЭЭРГЕ АЛЫ КАЛБА-) [a demeye gücü kalmamak] bk. a deerge alı kelbe-.
a deerge alı kelbe- (А ДЭЭРГЕ АЛЫ КЕЛБЕ-) [a demeye gücü gelmemek] 1. Çok yorulmak, konuşacak hâli kalmamak, dermanı kesilmek. “А dееrgе аlı kаlgаn cоk / Аzır ölsö аrmаn köp.” -ET2. (Konuşacak hâli yok / Şimdi ölse içinde ukdesi çok.) 2. Gülmekten ya da ağlamaktan katılarak anlatamamak.
a degende (А ДЕГЕНДЕ) [a deyince] Öncelikle, ilk olarak, her şeyden önce: “Cееnаlının а dеgеndе оygоnup, ооdаrılа bаştаgаnın tuyup…” -ЕB. (Öncelikle Ceenalı’nın uyandığını ve yatakta döndüğünü duyup…)
a dep (А ДЕП) [a deyip] İlk sırada, ilk önce: “А dеp ızаsınаn uñuldаp ıylаdı.” -АTC. (Önce gururuna dokunduğundan boğuk boğuk ağladı.)
a dese, b deyt (А ДЕСЕ, Б ДЕЙТ) [a dese b der] “Ben ne diyorum o ne anlıyor” anlamında anlayışı kıt, söyleneni yanlış anlayan.
a düynö (А ДҮЙНӨ) [o dünya] Öbür dünya: “Аcаl cеtsе ölörmün, a düynö cüzün körörmün.” –SK1. (Ecel gelse ölürüm, öbür dünya yüzünü görürüm.)
aa de- (АА ДЕ-) [aa demek] Hiçbir şey yapmadan oturmak.
aalamdan artık (ААЛАМДАН АРТЫК) [âlemden artık] Çok iyi, dünyada dengi olmayan, dünyada eşi benzeri olmayan: “Tеlеgеyi tеñ еkеn / Tеñir urgаn bul burut / Aаlаmdаn аrtık еr еkеn.” -SK1. (Her şeyi dört dörtlükmüş / Tanrı’nın kahrettiği bu Kırgız / Dengi olmayan er imiş.)
aalamdan aşkan (ААЛАМДАН АШКАН) [âlemden aşan] bk. aalamdan artık aalamdı buy kıl- (ААЛАМДЫ БУЙ КЫЛ-) [âlemde kargaşa çıkarmak] Kargaşa çıkarmak, dünyayı altüst etmek: “Amаn bоlsо körörsüñ / Aаlаmdı buy kılаt.” -SK1. (Sağ olursa görürsün / Dünyayı altüst eder.)
aalamdı buz- (ААЛАМДЫ БУЗ-) [âlemi bozmak] Kargaşa çıkarmak, ortalığı alt üst etmek: “Nayzakеrdеn mıktuu bar / Aalamdı buzar ıktuu bar.” -SK1. (Mızrakçıların en iyisi var / Kargaşa çıkaracak ustası var.)
aarının uyuguna katıl- (ААРЫНЫН УЮГУНА КАТЫЛ-) [arının inine katılmak] bk. aarının uyuguna tiy-.
aarının uyuguna tiy- (ААРЫНЫН УЮГУНА ТИЙ-) [arının inine değmek] Arının yuvasına çöp dürtmek (çomak sokmak), tehlikeli kişiyi kışkırtmak, birini kızdırmak.
aarının uyugunday (ААРЫНЫН УЮГУНДАЙ) [arı ini gibi] 1. Arı kovanı gibi, vızıltılı: “Efirden aarının uyugunday basıñkı ün uguldu.” -ÇA1. (Radyodan arı kovanı gibi uğultu duyuldu.) 2. Düzensiz, karışık: “Kımguut aarının uyugunday el agılat.” -İE. (Halk uğuldayarak düzensiz hareket ediyor.)
abıger çek- (АБЫГЕР ЧЕК-) [azap çekmek] Azap çekmek, zorluk çekmek, üzülmek: “Cuttun azabınan el katuu ele abıger çekti.” -CT. (Kıtlık yüzünden halk çok azap çekti.)
abiyiri aştay tögül- (АБИЙИРИ АШТАЙ ТӨГҮЛ-) [namusu aş gibi dökülmek] bk. abiyiri tögül-.
abiyiri ayranday tögül- (АБИЙИРИ АЙРАНДАЙ ТӨГҮЛ-) [namusu ayran gibi dökülmek] bk. abiyiri tögül-.
abiyiri cabıl- (АБИЙИРИ ЖАБЫЛ-) [ayıbı örtülmek] Ayıbı ortaya çıkmamak, namussuzluğu örtbas edilmek: “Agaların körgöndö / Elemandın Er Töştük / Toguzu aman tabılıp / Abiyiri mintip cabılıp.” -ET2. (Ağabeylerini görünce / Eleman’ın Er Töştük / Dokuz ağabeyi sağ bulunmuş / Ayıbı böylece örtülmüş.)
abiyiri küldöy tögül- (АБИЙИРИ КҮЛДӨЙ ТӨГҮЛ-) [namusu kül gibi dökülmek] bk. abiyiri tögül-.
abiyiri tögül- (АБИЙИРИ ТӨГҮЛ-) [namusu dökülmek] Rezil olmak, maskara olmak, ayıbı ortaya çıkmak: “Mından alar abiyiri tögülgöndön başka utaarı ne?” -KS1. (Bundan, onların rezil olmalarından başka kazancı ne?)
abiyirin cap- (АБИЙИРИН ЖАП-) [ayıbını örtmek] Ayıbını örtmek.
abiyirin sat- (АБИЙИРИН САТ-) [namusunu satmak] Namusunu, şerefini, haysiyetini satmak: “Egerde al öz ömürünün gana amandıgın tandap alsa – abiyirin satkanga barabar.” -ÇA1. (Eğer o, sadece kendi canını kurtarmayı seçerse şerefini satmış gibi olur.)
absi ce- (АБСИ ЖЕ-) [nefsini yemek] Pişman olmak, pişmanlık duymak: “Akmaktık kılgan ekenbiz dep kan ubazir eköösü absi cedi.” -EA. (Ahmaklık etmişiz diye han ve veziri pişman oldular.)
a-bu de- (А-БУ ДЕ-) [şu bu demek] 1. Hatır için konuşma yapabilmek, hâlini anlatıp bir şeyler söylemek. 2. Yapma etme demek, yaptırmamak, sakinleştirmek için bir şeyler söylemek: “Koşunalar menen cakındardın a-bu degenine karabay, üy tiriçiligin büt öz moynuna aldı.” -KB. (Komşuları ve yakınlarının “Yapma, etme!” demelerine aldırmadan evin bütün yükünü omuzlarına aldı.)
a-bu degençe (А-БУ ДЕГЕНЧЕ) [şu bu diyene kadar] Hızlıca, çabucak, şöyle böyle deyinceye kadar, sağa sola bakıncaya kadar, göz açıp kapayıncaya kadar: “Biz a-bu dеgеnçе bоlbоy zılday bоlgоn kaptı cоnuna silkiy kötörüp еñkеygеn Daniyar, kampanı közdöy bastı.” -ÇA1. (Biz şöyle böyle deyinceye kadar kocaman çuvalı eğilip sırtına alan Daniyar, ambara doğru yürüdü.)
a-bu deşip kal- (А-БУ ДЕШИП КАЛ-) [şu bu deyip durmak] Tartışmak, bozuşmak, ağız dalaşı yapmak.
acal al- (АЖАЛ АЛ-) [ecel almak] Ecel almak, ölmek. “Аcаl аlаñdаgаndı аlаt, ооru sаlаñdаgаndı аlаt.” -ML. (Ecel korkağı alır, hastalık kuvvetten düşeni alır.)
acal ayda- (АЖАЛ АЙДА-) [ecel sürmek] Ecel çağırmak, eceli çekmek: “Acal aydap keleriñ / Abal murun bilgenmin.” -CB2. (Ecelin çağırdığını / Evvelden bilmiştim.)
acal cakadan al- (АЖАЛ ЖАКАДАН АЛ-) [ecel yakadan almak] Ecel yakasına yapışmak,eceli gelmek.“Аcаl аlıp cаkаdаn, özü mındа kеlgеn.” -CM. (Ecel yakasına yapışınca buraya geldi.)
acal cet- (АЖАЛ ЖЕТ-) [ecel yetmek] Eceli yetmek, eceli gelmek: “Аzаp bоlsо körölü / Аcаl cеtsе ölölü!” -SK1. (Azap varsa görelim / Ecel yettiyse ölelim!)
acal cetip, kün büt- (АЖАЛ ЖЕТИП, КҮН БҮТ-) [ecel yetip günü bitmek] Eceli yetip günü tükenmek.
acal kel- (АЖАЛ КЕЛ-) [ecel gelmek] Ecel gelmek, eceli yetmek: “Аcаl kеlsе kаrşı аgа turаlbаy, alsız bоlduk.” -ОB. (Ecel gelince ona karşı duramayıp çaresiz kaldık.)
acal kıs- (АЖАЛ КЫС-) [ecel kısmak] Eceli gelmek, ecel sıkıştırmak: “Аcаl kısıp kеlgеndе / Аdаmdın bааrı dаrmаnsız.” -CM. (Ecel sıkıştırıp geldiğinde / İnsanların hepsi çaresiz.)
acal oozu (АЖАЛ ООЗУ) [ecel ağzı] Ecel kapısı: “Аcаldın ооzun buuçu bаrbı аylа?” -ОB. (Ecel kapısını kapatacak çare var mı?)
acal tap- (АЖАЛ ТАП-) [ecel bulmak] Ölmek, ecel yakalamak: “Künöösüz аcаl tаpkаn bеçаrаlаrdın ubаl-sооbu uktаtаbı!” -BM. (Suçsuz yere ecelini bulan zavallıların ahı uyutur mu?)
acal tart- (АЖАЛ ТАРТ-) [ecel çekmek] Eceli gelmek: “Аcаl tаrtıp, kаn kаtıp / Suu оylоşup tаmşаnıp.” -CM. (Eceli gelip, kan kuruyup / Suyu düşünüp arzulayıp…)
acal tooru- (АЖАЛ ТООРУ-) [ecel takılmak] Eceli yaklaşmak: “Аcаl tооrup Kоrgооldu / Аntsе dаgı аylа tааp.” -CА. (Eceli yaklaşıp Korgool’un / Böyle olsa da çaresini bulup.)
acal torgo- (АЖАЛ ТОРГО-) [ecel yolunu kesmek] Ecel tuzağına düşmek: “Mıskаldı аcаl tоrgоdu / Kün kıyаdаn bаtkаnsıp.” -CM. (Mıskal’ı ecel tuzağına düşürdü / Güneşin yamaçtan battığı gibi.)
acaldı oozuna tişte- (АЖАЛДЫ ООЗУНА ТИШТЕ-) [eceli ağzında dişlemek] Ölümü göze almak.
acaldı uuçta- (АЖАЛДЫ УУЧТА-) [eceli avuçlamak] Can çekişmek.
acaldın oozuna kir- (АЖАЛДЫН ООЗУНА КИР-) [ecelin ağzına girmek] Ecelin eline düşmek, zor durumda kalmak.
acaldın oozuna tüş- (АЖАЛДЫН ООЗУНА ТҮШ-) [ecelin ağzına düşmek] bk. acaldın oozuna kir-.
acalı cok (АЖАЛЫ ЖОК) [eceli olmayan] Eceli henüz gelmeyen: “Аcаlı cоk bеçаrа kаrаgаydın аrаsınа kirip, kutulup kеtti.” -BM. (Eceli henüz gelmeyen zavallı köknarların arasına girerek kendini kurtardı.)
acap bol- (АЖАП БОЛ-) [harika olmak] Yararlı olmak, faydalı olmak: “Ala-Döböttün booruna köp kün, köp tün boyu uluu ot cagıp, acap bolor beken dep kütö berişçü.” -ÇA1. (Ala-Döböt’ün eteğine günler, geceler boyu büyük ateş yakarak yararlı olur mu diye beklerlerdi.)
acap emes (АЖАП ЭМЕС) [harika değil] “Şaşılacak bir durum yok”, “Sıradan bir durum” anlamlarında söylenen bir söz.
acat aç- (АЖАТ АЧ-) [hacet açmak] 1. Birinin dileğini, ricasını yerine getirmek, işine yaramak, çare bulmak: “Bаşkаdаn sаdаgа аlgаndаn körö аlsızgа аcаt аçkаnıñ аbiyir tаpkаnıñ.” -KА. (Başkasından sadaka almaktansa güçsüzün işine yaramak sana değer kazandırır.) 2. İki taraf arasında çıkan kavgayı ayırmak, ara buluculuk etmek, sakinleştirmek: “Acat açmakka çıgışkan birin-eki cürgünçüdön başkaları ordularınan cılışkan cok.” -TM2. (Sakinleştirmek için çıkan bir iki yolcunun dışındakiler yerlerinden kıpırdamadılar.)
acattan çıgar- (АЖАТТАН ЧЫГАР-) [hacetten çıkarmak] bk. acat aç-.
acıdaardın kuyrugun bas- (АЖЫДААРДЫН КУЙРУГУН БАС-) [ejderhanın kuyruğuna basmak] Yılanın kuyruğuna basmak, gazaba uğramak, kötü bir işle karşı karşıya kalmak: “Bаştаn-аyak öltürdük / Bа-dışаsı аytkаn buyrugun / Bаstık bеkеn dеp оylоym / Аcıdааrdın kuyrugun.” -SО. (Hepsini öldürdük / Padişahın emriyle / Bastık mı diye düşünüyorum / Yılanın kuyruğuna.)
acıraş ayak (АЖЫРАШ АЯК) [veda kadehi, son kadeh] Veda yemeği: “Bааtırlаrdın аldınа / Türlüü dааmın tögüptür / Аcırаş аyak bеriptir.” -GО. (Yiğitlerin önüne / Türlü tatlar koymuş / Veda yemeği vermiş.)
acısı kabıl bol- (АЖЫСЫ КАБЫЛ БОЛ-) [haccı kabul olmak] Hac yolunda ölmek.
acıtın aç- (АЖЫТЫН АЧ-) [hacetini açmak] Gereğini, esasını öğrenmek: “Bul surооnun аcıtın tаk аçıp аlmаyınçа mаsеlеnin оñ çеçilişi dеgеlе mümkün еmеs.” -LÜ. (Bu sorunun esasını iyice öğrenmeyince meselenin sağlıklı çözülmesi hiç mümkün değil.)
acıtın ayrı- (АЖЫТЫН АЙРЫ-) [hacetini ayırmak] bk. acıtın aç-.
aç arbaktay (АЧ АРБАКТАЙ) [aç iskelet gibi] Zayıf, çelimsiz, hâlsiz, canlı cenaze.
aç aykırık (АЧ АЙКЫРЫК) [aç haykırık] bk. aç aykırık, kuu süröön.
aç aykırık, kuu süröön (АЧ АЙКЫРЫК, КУУ СҮРӨӨН) [aç feryat kuru gürültü] Çığlık, kulakları sağır eden bağırtı, gürültü.
aç bel, kuu col (АЧ БЕЛ, КУУ ЖОЛ) [aç bel, ak yol (bel, yüksek olmayan dağ geçidi)] bk. aç bel, kuu con.
aç bel, kuu con (АЧ БЕЛ, КУУ ЖОН) [aç bel, boz sırt (bel, yüksek olmayan dağ geçidi, sırt.)] 1. Yaşanması zor olan ıssız yer. 2. Zor, çetin, sıkıntılı durum, çaresizlik.
aç bilek (АЧ БИЛЕК) [aç bilek] Bileğin iç tarafı.
aç bolot (АЧ БОЛОТ) [aç polat] Keskin kılıç: “Aç bolottu kolgo alıp / Ayanbay kirdi Çubagıñ.” -SK1. (Keskin kılıcı eline alıp / Acımadan girişti Çubak’ın.)
aç bolso – azık, tok bolso – kazık (АЧ БОЛСО – АЗЫК, ТОК БОЛСО – КАЗЫК) [aç olunca azık, tok olunca kazık] Her zaman yardımcı, destek, dayanak.
aç karın (АЧ КАРЫН) [aç karın] Aç karnına: “Aç karın çiyki almalardan cep aldım.” -UD. (Aç karnına ham elmalardan yedim.)
aç kenedey asıl- (АЧ КЕНЕДЕЙ АСЫЛ-) [aç kene gibi asılmak] bk. aç kenedey cabış-.
aç kenedey cabış- (АЧ КЕНЕДЕЙ ЖАБЫШ-) [aç kene gibi yapışmak] Kene gibi yapışmak: “Aç kenedey cabışasıñar da! Boldu emi.” -ÇA1. (Aç kene gibi yapışıyorsunuz. Yeter artık!)
aç kıykırık (АЧ КЫЙКЫРЫК) [aç çığlık] bk. aç aykırık, kuu süröön.
aç köz (АЧ КӨЗ) [aç göz(lü)] Açgözlü, doymak bilmeyen: “Oşon üçün seni aç közsüñ deym.” (Bu sebeple sana açgözlüsün diyorum.)
aç közdük (АЧ КӨЗДҮК) [aç gözlülük] Açgözlülük: “Birok ötö aç közdüktün keregi cok eken.” -ÇA2. (Ancak, bu kadar açgözlülüğün gereği yokmuş.)
aç kulaktan tınç kulak (АЧ КУЛАКТАН ТЫНЧ КУЛАК) [aç kulaktansa sakin kulak] Azıcık aşım, ağrısız (kaygısız) başım.
aç küzöndöy (АЧ КҮЗӨНДӨЙ) [aç gelincik gibi] Beti benzi atmış, mecali tükenmiş.
aç küzöndöy asıl- (АЧ КҮЗӨНДӨЙ АСЫЛ-) [aç gelincik gibi asılmak] bk. aç kenedey cabış-.
aç özök (АЧ ӨЗӨК) [aç mide] 1. bk. aç köz. 2. Obur.
aç tırmak (АЧ ТЫРМАК) [aç tırnaklı] Acımasız, gaddar, taş kalpli.
açık aytıp, ak süylö- (АЧЫК АЙТЫП, АК СҮЙЛӨ-) [açık söyleyip doğru konuşmak] Açık konuşmak, açıkça söylemek, gerçeği söylemek: “Eçtemeni caşırgan cok, bolgondu bolgondoy açık aytıp ak süylödü.” -AU2. (Hiçbir şeyi gizlemedi, olanı olduğu gibi, açıkça söyledi.)
açık kol (АЧЫК КОЛ) [açık elli] bk. kolu açık.
açık ooz (АЧЫК ООЗ) [açık ağızlı] 1. Patavatsız: “Açık oozdun duşmanı köp.” -ML. (Patavatsız kişinin düşmanı çok olur.) 2. Ağzında bakla ıslanmayan: “Açık oozdor talaş-tartışka tüştü; biri bilip aytat, biri ugup alıp, uçurup aytat.” -KA2. (Ağzında bakla ıslanmayanlar tartışmaya başladılar. Biri bildiğini, bir diğeri duyduğu haberi uçurup söyler.)
açık oozduk (АЧЫК ООЗДУК) [açık ağızlı olma] Boşboğazlık, gevezelik.
açılış casa- (АЧЫЛЫШ ЖАСА-) [keşif yapmak] Keşfetmek.
açına aylanıp, toguna tolgon- (АЧЫНА АЙЛАНЫП, ТОГУНА ТОЛГОН-) [acına dönüp tokuna yuvarlanmak] İyi günde, kötü günde yanında olmak, her şeyine katlanmak.
açıp közdü cumgança (АЧЫП КӨЗДҮ ЖУМГАНЧА) [açıp gözü kapayana kadar] bk. köz açıp cumgança.
açkan eşik, attagan bosogo (АЧКАН ЭШИК, АТТАГАН БОСОГО) [açtığı kapı, atladığı eşik] Gözünü açtığı yer.
açkan közün cumgança (АЧКАН КӨЗҮН ЖУМГАНЧА) [açtığı gözünü kapayıncaya kadar] bk. köz açıp cumgança.
açkıl canduu (АЧКЫЛ ЖАНДУУ) [ekşi canlı] İçkiye düşkün: “Açkıl canduu kişi eken.” -ET1. (İçkiye düşkün biriymiş.)
açuu basar (АЧУУ БАСАР) [acı basıcı] 1. Kızı kaçırdıktan sonra, kızın ailesinden özür dileme ve barışma amacıyla yapılan ziyaret. 2. Bu ziyarette kızın ailesine verilen para, hayvan vb. hediye.
açuu caş (АЧУУ ЖАШ) [acı gözyaşı] Acı gözyaşı. “Akındın cogorudagı ırın da cürök sızdatpay, karekteriñe açuu caş tolturbay okuuga bolboyt.” -KT. (Ozanın yukardaki şiirini yürek sızlatmadan, gözlerine acı yaş doldurmadan okumak mümkün değil.)
açuuga aldır- (АЧУУГА АЛДЫР-) [acıya aldırmak] Öfkesine yenik düşmek: “Açuuga aldırgan ceñildiktin belgisi.” -ML. (Öfkeye yenik düşmek, güçsüzlüğün belirtisidir.)
açuuga ceñdir- (АЧУУГА ЖЕҢДИР-) [acıya yendirmek] bk. açuuga aldır-.
açuusu betine çık- (АЧУУСУ БЕТИНЕ ЧЫК-) [acısı yüzüne çıkmak] Sinirleri tepesine çıkmak: “Açuusu betine çıgıp, türü suuk bolup ketti.” -ÇA2. (Sinirleri tepesine çıkıp kaskatı kesildi.)
açuusu kayna- (АЧУУСУ КАЙНА-) [acısı kaynamak] Sinirden küplere binmek: “Köçörbektin açuusu kaynap çıktı.” -ÇA2. (Köçörbek sinirden küplere bindi.)
açuusu murdunun uçunda (АЧУУСУ МУРДУНУН УЧУНДА) [acısı burnunun ucunda] Sinirli, çabuk kızan, sinirleri tepesinde.
açuusu şakarday kayna- (АЧУУСУ ШАКАРДАЙ КАЙНА-) [acısı şeker gibi kaynamak] bk. açuusu kayna-.
ada bol- (АДА БОЛ-) [eda olmak] Tükenmek, bitmek, sona ermek, yok olmak: “Cürsün ceñem: -At dep cürüp, ada boldu go agañar, – dedi ıylapsıktap.” -KA1. (Cürsün yengem, “At, at diye yok oldu ya ağabeyiniz.” dedi ağlayıp sızlanarak.)
ada kıl- (АДА КЫЛ-) [eda etmek] Tüketmek, bitirmek, sona erdirmek, yok etmek: “Bir-eki cıl kumar oynop, handın dünüyösünün baarın ada kılat.” -BS2. (Bir iki yıl kumar oynayıp hanın tüm servetini tüketir.)
adaldan tügü cok (АДАЛДАН ТҮГҮ ЖОК) [helalinden tüyü yok] Fakir, yoksul, dikili ağacı yok, ipten kuşak kuşanmış.
adaldan tük kaltırba- (АДАЛДАН ТҮК КАЛТЫРБА-) [helalden tüy bırakmamak] Tüm hayvanları almak, yok etmek, bir kuruş bırakmamak: “Оşоl еlе künü İygilikkе adaldan tük kaltırbay ayaktuu malın büt aydatıp aldı.” -UА. (Tam o gün İygilik’e hiç hayvan bırakmayıp sağlam hayvanlarının hepsini sürüp götürttü.)
adam alası içinde (АДАМ АЛАСЫ ИЧИНДЕ) [insan alacası içinde] İnsanın karakteri içinde: “Birok ‘at alası sırtta, adam alası içte’ deyt emespi, kimdin kim ekenin bara-bara körösüzdör.” -KS2. (Fakat “Atın huyu dışında, insanın karakteri içinde!” derler ya, kimin kim olduğunu sonradan öğrenirsiniz.)
adam aytkıs (АДАМ АЙТКЫС) [insanın söylemeyeceği] 1. Söylenilmeyecek, söylenmesi uygun, mümkün olmayan. 2. Anlatılamayacak: “Añdap tursa bu cerdin / Adam aytkıs ceri bar.” -SK2. (Baktığınızda bu yerin / İnsanın anlatamayacağı tarafı var.) 3. Anlatılamayacak kadar kötü, çok zor: “Andan beter adam aytkıs cokçulukka kabıldı.” -U8 (Daha beter anlatılamayacak yokluğa düştüler.)
adam balası (АДАМ БАЛАСЫ) [insan oğlu] İnsanoğlu.
adam bol- (АДАМ БОЛ-) [adam olmak] 1. Büyümek, aklı ermek, adam olmak: “Оy, bаlа аli cаş, еmi mаldın sırın üyrönüp аdаm bоlup kеlе cаtаt.” -CА. (Hey, çocuk daha genç, daha yeni hayvanların huyunu öğrenerek büyüyor.) 2. Adam olmak, gelişmek: “Mezgiline cetpey törölgöndüktön, abışka-kempirler adam bolboyt deşken eken.” -KB. (Zamanından önce doğduğu için yaşlılar gelişmeyeceğini söylediler.) 3. Hastalıktan iyileşmek.
adam katarına koşul- (АДАМ КАТАРЫНА КОШУЛ-) [insan yerine konmak] 1. Büyümek, yetişkin olmak. 2. Durumu düzelmek, adam yerine koyulmak. “Sizdi kanday kılıp adam katarına koşuuga bolot?!” -BS2. (Sizi nasıl edip adam yerine koyacağız?)
adam kıl- (АДАМ КЫЛ-) [adam etmek] Adam etmek.
adam noo (АДАМ НОО) [insan noo] 1. Masalsı, mitik yaratık, dev. 2. Yabani adam: “Adam noo, çıñıroon / Aytılgandın baarı bar.” -SO. (Yabani adam, yaratıklar / Söylenenlerin hepsi var.)
adam oozuna algıs (АДАМ ООЗУНА АЛГЫС) [insan ağzına alınmaz] 1. İnsan ağzına alınmaz. Ayıp sayılan, kaba, pis söz. 2. Yenilecek durumda olmayan, bozulmuş (yemek), ite atsan yemez.
adebin ber- (АДЕБИН БЕР-) [edebini vermek] bk. adebin koluna ber-.
adebin koluna ber- (АДЕБИН КОЛУНА БЕР-) [edebini eline vermek] Haddini bildirmek, yola getirmek, cezalandırmak: “Аnciyandаn Ürbülçök / Аşkеrе kırааn Burhuy / Аlаmın dеp kеliptir / Аtаgı çıkkаn kız Cаñıl / Аdеbin kоlgо bеriptir.” -АC. (Anciyan’dan Ürbilçök / Üstün yiğit Burhuy / Alacağım diye gelmiş / Namı duyulan Cañıl / Haddini bildirmiş.)
adiden aş- (АДИДЕН АШ-) [haddini aşmak] Haddini aşmak, ölçüyü kaçırmak: “Adiden aşkan boluşsuñ / Kılasıñ kündö cıyındı.” -TS. (Haddini aşan yöneticisin / Her gün toplantı yapıyorsun.)
aga aytkan kayran söz (АГА АЙТКАН КАЙРАН СӨЗ) [ona söyleyen kıymetli söz] Ona söylenen söz boş, ona söylemekle söz boşuna gider.
aga emne cok (АГА ЭМНЕ ЖОК) [ona ne yok] Ona mı kalmış.
aga ton (АГА ТОН) [ağabey kürk(ü)] etn. hlk. Evlilik sırasında erkek tarafından, kızın ağabeylerinden birine armağan edilen değerli elbise.
ak alıp çık- (АК АЛЫП ЧЫK-) [ak alıp çıkmak (ak, Kırgız kültüründe süt ürünlerinin genel adı)] Uzaktan gelen misafirlere kımız, ayran ikram etmek: “Coldu katar ak alıp çıgıp suusun sungan kırgızdar arbın coluga baştadı.” -TM1. (Yol boyunca kımız, ayran gibi içecek ikram eden Kırgızlarla çok karşılaşmaya başladı.)
ak altın (АК АЛТЫН) [ak altın] Pamuk, tarım bitkisi: “22 tonna ak altın cıynalıp alındı.” -KT. (Yirmi iki ton pamuk toplandı.)
ak arala- (АК АРАЛА-) [ak aralamak] Ak düşmek: “Çaçın ak aralap kalıptır.” (Saçlarına ak düşmüş.)
ak baş (АК БАШ) [ak baş] Atların ayağında çıkan yara.
ak bata (АК БАТА) [beyaz dua] Hayır dua.
ak bata, kızıl kan (АК БАТА, КЫЗЫЛ КАН) [ak dua, kırmızı kan] Yemin, ant: “Ak bata kızıl kanı bar / Cakıp menen Karmanap…” -CM. (Yeminleri var / Cakıp ile Karmanap…)
ak bata, kızıl kan kıl- (АК БАТА, КЫЗЫЛ КАН КЫЛ-) [ak dua, kırmızı kan etmek] Ant içmek, yemin etmek: “Ak bata, kızıl kan kılıp kızımdı bereyin degen ubadam bar ele.” -KE2. (Ant içerek kızımı vereyim diye sözüm vardı.)
ak bolot mizin calaş- (АК БОЛОТ МИЗИН ЖАЛАШ-) [ak polat ağzını yalaşmak] Ant içmek, yemin etmek: “Ak bolot mizin calaştım / Al cetkiz coogo karaştım / Aykölüm Manas sen üçün / Ar-namısıñ talaştım.” CM. (Ant içerek / Güçlü düşmanla savaştım / Yüce Manas’ım senin için / Namusunu korudum.)
ak caan (АК ЖААН) [ak yağış] Çiseleyen yağmur.
ak calgasın (АК ЖАЛГАСЫН) [ak nasip etsin] Yanlışlıkla yere süt ürünü dökülünce ‘Allah affetsin’ anlamında söylenen söz.
ak cay (АК ЖАЙ) [ak yaz] Yazın tam ortası.
ak cazganın kör- (АК ЖАЗГАНЫН КӨР-) [Hakk’ın yazdığını görmek] Allah’ın yazdığını görmek, başa geleni çekmek: “Kazattan kaytpay ölölük / Ak cazganın körölük.” -СО. (Savaştan kaçmadan ölelim / Allah, ne yazdıysa görelim.)
ak cem (АК ЖЕМ) [ak yem] Alıcı kuşlar eğitilirken onlara verilen suda bekletip kanı temizlenmiş et parçası.
ak cerden (АК ЖЕРДЕН) [hak(lı) yerden] Suçsuz yere: “Atamdı ak cerinen aydap ciberişken eken.” -ÇA1. (Babamı suçsuz yere sürgün etmişler.)
ak col (АК ЖОЛ) [ak yol] 1. Doğru yol: “Ak col menen cürgün dep / Aytçı ele akıl bularga.” -G-K. (Doğru yolda olun diye / Söylerdi akıl bunlara.) 2. Yolculuk öncesi söylenen iyi yolculuklar, anlamındaki dilek sözü: “Bardıgı konoktorgo ak col kaalaştı.” -ÇA1. (Herkes misafirlere iyi yolculuklar diledi.)
ak coldon adaş- (АК ЖОЛДОН АДАШ-) [hak yoldan sapmak] Doğru yoldan çıkmak, kötü yola düşmek: “Ak coldon adaşkandarga col körsötöt.” -KT. (Doğru yoldan çıkanlara yol gösterir.)
ak coltoy (АК ЖОЛТОЙ) [ak uğurlu] Uğurlu, hayırlı: “Mektepteri ak coltoy bolsun!” -KT. (Okulları uğurlu olsun!)
ak colu açıl- (АК ЖОЛУ АЧЫЛ-) [ak yolu açılmak] 1. Yolculuğu iyi geçmek: “Ak coluñar açılsın! -dep Akbalta, Cakıp, Çıyırdı ene bata berip uzatıp kalıştı.” -TM1. (“Yolculuğunuz iyi geçsin!” diye Akbalta, Cakıp, Çıyırdı Ana dua ederek uğurladılar.) 2. İşleri iyi gitmek: “Arman oydon cuulsa / Ak colubuz açılsa.” -CM. (Sıkıntılar gitse / İşlerimiz açılsa.)
ak coluñ açılsın (АК ЖОЛУҢ АЧЫЛСЫН) [ak yolun açılsın] “Yolun açık olsun!” anlamında söylenen dilek sözü.
ak cooluguñ başıñdan tüşpösün (АК ЖООЛУГУҢ БАШЫҢДАН ТҮШПӨСҮН) [beyaz örtün başından düşmesin] Yeni evlenmiş kadına “Allah bir yastıkta kocatsın!” anlamında söylenen söz.
ak cooluk (АК ЖООЛУК) [beyaz örtü] Kadın, eş, zevce: “Toguz uuldun birine / Ak cooluk başın buubapsıñ, ata!” -ET2. (Dokuz oğlun hiç birine / Zevce alıp evlendirmemişsin, baba.)
ak cuumal (АК ЖУУМАЛ) [beyaz tenli] Beyaz tenli: “Kempiri caş, kırktarga çıgıp kalgan, uzun boyluu, açık-ayrım, ak cuumal, arık çıray ayal.” -BE. (Eşi henüz genç, yaşı kırklara gelmiş, uzun boylu, açık sözlü, beyaz tenli, zayıfça bir bayandı.)
ak cürök (АК ЖҮРӨК) [ak yürekli] Temiz kalpli, iyi niyetli, gerçekçi, başkaları için kötülük düşünmeyen, adaletli.
ak çöp başta (АК ЧӨП БАШТА) [ak ot başta] İstemeyerek oyunun kurallarını bozunca veya konuşurken yanıldığında yanlışlığını kabul ederek “Kusura bakmayın, hata ettim, bağışlayın!” anlamında söylenen söz: “Mеn cаñılış аytıp аldım, аk çöp bаştа. Mındаn kiyin kаytаlаnbаyt.” (Ben yanlış söyledim, kusura bakmayın. Bir daha olmaz.)
ak çüç (АК ЧҮЧ) [ak hapşırık] 1. Hapşıran kişiye söylenen “Çok yaşa!” anlamında söz. 2. Tembel, iş yapmak istemeyen, rahatına düşkün, çıtkırıldım, buluttan nem kapan.
ak da, kök da debe- (АК ДА, КӨК ДА ДЕБЕ-) [ak da, gök de dememek] Hiçbir şey dememek, ses çıkartmamak, renk vermemek.
ak egin (АК ЭГИН) [ak ekin] Tahıl.
ak eleçegiñ başıñdan tüşpösün (АК ЭЛЕЧЕГИҢ БАШЫҢДАН ТҮШПӨСҮН) [beyaz eleçeğin başından düşmesin (eleçek, bir tür Kırgız kadın başlığı)] Yeni
ak eleçek (АК ЭЛЕЧЕК) [beyaz eleçek (eleçek, bir tür Kırgız kadın başlığı)] bk. ak cooluk.
ak eşik (АК ЭШИК) [beyaz kapı] tar. Padişahlık döneminde yöneticilerin emirlerini yerine getiren görevli.
ak etkenden tak et- (АК ЭТКЕНДЕН ТАК ЭТ-) [ak etmekten tak etmek] Bir şeyi elde etmek, amacına ulaşmak veya birilerini görmek için can atmak, çok istemek: “Komuzçu bolsom degende, ak etkenden tak etet.” (Kopuzcu olmayı çok istiyordu.)
ak ettüü (АК ЭТТҮҮ) [beyaz etli] Kısa zaman içinde zayıflamayan, uzun süre aynı kiloda kalan, dayanıklı (hayvan.)
ak kaptal (АК КАПТАЛ) [beyaz kenarlı] 1. Tecrübeli, deneyim kazanmış, kulağı kesik. 2. Hazırcevap, çevik, kurnaz.
ak keltenin ogu ursun (АК КЕЛТЕНИН ОГУ УРСУН) [ak keltenin mermisi vursun (ak kelte, bir tür silah adı)] Kırgızlarda ant içmede, yemin etmede kullanılan söz: “Eğer ben sözümde durmazsam ak kelte beni vursun!” anlamında: “Cаlgаnı bоlsо sözümdün / Аkkеltеnin оgu ursun.” -CM. (Sözlerimde yalan varsa, ak kelte beni vursun.)
ak kıl- (АК КЫЛ-) [hak etmek] Evlatlıktan reddetmek, beddua etmek: “Keçtim senin balalıgıñdan! Ak kıldım! Ak kıldım! Сogol!” -K-O. (Seni evlatlıktan reddediyorum! Evlatlıktan reddediyorum! Evlatlıktan reddediyorum! Defol!)
ak kiyizge sal- (АК КИЙИЗГЕ САЛ-) [beyaz keçeye oturtmak] Beyaz keçe üzerine oturtarak kağan seçmek. Türklerde ve Moğollarda eskiden hükümdarları tahta geçirme sırasında yapılan tören: “Аk kiyizgе sаlıp, kаn kötörüp аluu.” (Beyaz keçeye oturtarak kağan seçmek.)
ak kol (АК КОЛ) [ak kol] Tembel, zor işe girişmeyen: “Аk kоl dеybiz, al аntkеni – kоlu tiybеyt ооr cе kаrа cumuşkа.” -MA. (Tembel diyoruz, çünkü elini işe sürmüyor ve ağır iş yapmıyor.)
ak koydon añkoo, boz koydon momun (АК КОЙДОН АҢКОО, БОЗ КОЙДОН МОМУН) [ak koyundan aptal, boz koyundan uysal] Bilmezlikten, görmezlikten gelen. Kendini olayın dışında gösteren; sakin, masum görünmeye çalışan; kurnaz: “Аsаn bizgе аk kоydоn аñkоо, bоz kоydоn mоmun bоlup körüngön еlе.” -Kırgızistan Madaniyatı (Asan bilmemezlikten / görmemezlikten gelmişti.
ak köñül (АК КӨҢҮЛ) [ak gönül] Temiz kalpli, kimseyi kırmayan, mütevazı: “Аk köñül Аbdıştın аylаsı kеtеt.” -KA2. (Temiz kalpli Abdış çaresiz kaldı.)
ak körpö cayıl (АК КӨРПӨ ЖАЙЫЛ) [ak postu açık] İyi niyetli, hayırhah, misafirperver, akıllı bayanlar için kullanılan sıfat: “Аk körpö cаyıl urgааçı, atı еlgе dаyın sındаçı.” -SO. (Bayanlardan en akıllısı, en ünlüsüdür, bir sına bakalım.)
ak küp (АК КҮП) [ak kabartı] 1. Kızamıktan, çiçekten hastalanan insanların vücudunda irinli kabarcıklar iyileşirken kurumuş derinin dökülmesi: “Ооrudаn аyıgıp, dеnеsi аk küp bоlо bаştаptır.” (Hastalıktan iyileşip vücudundaki yaralar kuruyup deriler dökülmeye başlamış.) 2. Derinin beyazlaşıp şişmesi: “Аk küp bоlup şişigеn butun körsöttü.” (Beyazlaşmış ve şişmiş ayaklarını gösterdi.) 3. Civcivlerin yumuşak, beyaz ve kabarık tüyleri: “Ak küp bolgon balapandar.” (Beyaz ve kabarık tüylü civcivler.)
ak meer (АК МЭЭР) [ak şefkat] Ana sütü.
ak moko- (АК МОКО-) [haklı körelmek] Bir işi sonuçlandıramadan devamlı uğraşmak, birilerine devamlı söyleyip istediğini yaptıramamak, dilinde tüy bitmek: “Аk mоkоp aylası tügöngön Naymanbay ıylaçuday bоlup kеyip kеtti.” –TS1. (Devamlı uğraşıp, artık çaresiz kalan Naymanbay, neredeyse ağlayacak gibi oldu.)
ak moldo (АК МОЛДО) [ak molla] knş. İçki: “Ak moldonu içeli.” -Аla-Тоо. (İçki içelim.)
ak niyet (АК НИЕТ) [ak niyet] İyi niyet, dürüstlük.
ak öpkö (АК ӨПКӨ) [beyaz akciğer] Devamlı öksürten hayvan hastalığı.
ak öpkö bol- (АК ӨПКӨ БОЛ-) [beyaz akciğer olmak] Çok yorulmak, soluk soluğa kalmak: “Ak öpkö bolup kurudu.” -TS. (Çok yoruldu).
ak öpkö kıl- (АК ӨПКӨ КЫЛ-) [beyaz akciğer yapmak] Yormak, nefes nefese bırakmak: “Körüngön corgosuna kızıgıp çapkılap, ak öpkö kıldı beken?” -TK. (Herkes yorgasını merak edip rahvana kaldırarak yordu mu acaba?)
ak padışa (АК ПАДЫША) [ak padişah] tar. Rus Çarı. “Azat bolor bekenbiz / Ak padışa cok bolup?” -TS. (Hür olacak mıyız, Rus çarı yok olup?)
ak peyil (АК ПЕЙИЛ) [ak düşünceli] İyi niyetli.
ak sakal (АК САКАЛ) [ak sakal] Aksakal, yaşça büyük insanlara karşı hitap sözü: “Aksakal, keliñiz, oturuñuz, -dep, ordunan olaktay berdi.” -KА. (“Aksakal, buyurunuz, oturunuz!” diye yerinden kalkıverdi.)
ak sana- (АК САНА-) [ak düşünmek] İyilik düşünmek, iyi niyetli olmak.
ak söök (АК СӨӨК) [ak soy] Aristokrat, soylu.
ak söz (АК СӨЗ) [ak söz] Gerçek, doğru söz: “Aytkanıñız ak söz.” (Dediğiniz doğrudur.)
ak sütün akta- (АК СҮТҮН АКТA-) [ak sütünü aklamak] İyiliği karşılığında annesinden emdiği sütü helal ettirmek.
ak sütün keç- (АК СҮТҮН КЕЧ-) [ak sütünden geçmek] Anne sütünü helal etmek.
ak sütünö koy- (АК СҮТҮНӨ КOЙ-) [ak sütüne koymak] Anneler tarafından “Sütümü helal etmiyorum!” anlamında söylenen söz: “Cаrkın bаybiçе uulunа kааrın sаlıp, аk sütünö kоyup turup аyttı.” –TS1. (Carkın teyze oğluna sinirlenerek “Sütümü helal etmem!” der gibi söylendi.)
ak süylö- (АК СҮЙЛӨ-) [ak söylemek] Gerçeği söylemek, her şeyi olduğu gibi anlatmak: “Açık aytıp, ak süylö.” (Açıkça anlatıp gerçeği söyle.)
ak tañday (АК ТАҢДАЙ) [ak damak] Çok yetenekli, söz ustası (genelde ozanlar için kullanılır): “Ak tañday akın.” (Çok yetenekli ozan.)
ak tayak (АК ТАЯК) [ak dayak] tar. Padişahların kapısında bekleyen muhafız, koruma: “Еşiktеgi аk tаyak / Еsеttеrdin Börüsü еşik аçıp iyiptir.” -MSО. (Kapı önündeki koruma / Esedlerin Börüsü kapıyı açıvermiş.)
ak terek-kök terek (АК ТЕРЕК-КӨК ТЕРЕК) [ak selvi gök selvi] Çocukların iki takım olarak oynadıkları oyun.
ak töönün kardı carılgan (АК ТӨӨНҮН КАРДЫ ЖАРЫЛГАН) [ak devenin karnı yarılmış] Bol, bereketli: “Аk töönün kаrdı cаrılgаn küz mеzgili kеldi.” (Bereketli güz mevsimi geldi.)
ak ur- (АК УР-) [hak vurmak] 1. Allah’a yalvarmak, zikretmek: “Köz kаrаşıñ cıldızdаy / Ak urguzduñ bizdi аy!” -EI. (Bakışların yıldız gibi, bizi Allah’a yalvarttın ay.) 2. Dilenmek, dilenci olmak: “Аl cеr kıdırıp, аk urup kеtkеn.” (O dünyayı gezen bir dilenci oldu.)
ak üy (АК ҮЙ) [beyaz ev] 1. Kağan ve hükümdar için kurulan çadır. 2. Hükûmet sarayı.
ak üylüü (АК ҮЙЛҮҮ) [beyaz evli] Zengin, varlıklı.
akarat kıl- (АКАРАТ КЫЛ-) [hakaret etmek] Hakaret etmek.
akçasın çaç- (АКЧАСЫН ЧАЧ-) [parasını saçmak] Para saçmak, çok para harcamak.
akçasın sapır- (АКЧАСЫН САПЫР-) [parasını savurmak] bk. akçasın çaç-.
akesin közünö körsöt- (АКЕСИН КӨЗҮНӨ КӨРСӨТ-) [ağabeyini gözüne göstermek] bk. akesin taanıt-.
akesin taanıt- (АКЕСИН ТААНЫТ-) [ağabeyini tanıtmak] 1. Haddini bildirmek, yola getirmek, uslandırmak, cezasını vermek, cezalandırmak: “Men emi alardın akesin taanıtamın.” -BM. (Ben artık onların haddini bildireceğim.) 2. Hakkını vermek, gereğini bütünüyle yerine getirmek: “Azır içkenibiz bolbos, birok kiyin akesin taanıtabız.” -ÇA1. (Şimdi içmemiz olmaz ama sonra hakkını veririz.)
akıbeti kayt- (АКЫБЕТИ КАЙТ-) [akıbeti dönmek] Karşılığını görmek. “Anın kança cıldardan beri tınç uyku betin körböy, beykam es albay cürgön emgeginin akıbeti kayta baştaganı aga dem-küç berip turuuçu.” -KM. (Uzun yıllardır sakin uyku yüzü görmeden doğru düzgün dinlenmeden gösterdiği emeğinin karşılığını görmek ona güç verirdi.)
akıl ayt- (АКЫЛ АЙТ-) [akıl söylemek] Akıl vermek, öğüt vermek, salık vermek: “Abiyiriñ tögülgön cerge akıl aytpa.” -ML. (Rezil olduğun ortamda akıl verme.)
akıl cetpe- (АКЫЛ ЖЕТПE-) [akıl yetmemek] Aklı yetmemek, ermemek: “Akılı cetpey aytıp catpaybı.” -KT. (Aklı ermediğinden söylüyor ya.)
akıl kalça- (АКЫЛ КАЛЧА-) [akıl yürütmek] Düşünüp taşınmak: “Аkıl kаlçаp kеp аytkаn, Hаn Bаkаydаy nаrkı bаr.” -ОB. (İyice düşünerek konuşan, Han Bakay gibi saygıdeğer.)
akıl koş- (АКЫЛ КОШ-) [akıl eklemek] Akıl vermek, fikir vermek, düşüncesini söylemek: “Eç kim akıl koşup, cardam berbeyt.” -ÇA1. (Hiç kimse akıl verip yardım etmez.)
akıl sal- (АКЫЛ САЛ-) [akıl koymak] Akıl danışmak, birinin fikrini, görüşünü almak: “Ildam basıp, çoñ akındı candadım / Oo daanışman, akıl maga salganıñ.” -ÖB. (Hızlı yürüyerek büyük şaire yaklaştım / Bilgem, sen bana akıl danıştın.)
akıl toktot- (АКЫЛ ТОКТОТ-) [akıl durdurmak] Sabırla düşünerek iş yapmak, düşünmek taşınmak: “Akıl toktotup iş kılgan oñ.” (Düşünerek iş yapmak daha doğrudur.)
akıldan adaş- (АКЫЛДАН АДАШ-) [akıldan şaşmak] 1. Aklını kaçırmak, şaşırmak: “Аzır bul cönündö оylоnbоş kеrеk, sеn аkıldаn аdаşkаn cоksuñ dа, Аrs!” -ÇA1. (Şimdi bu konuyu düşünmemeli, sen aklını kaçırmadın ya Ars!) 2. Aklını kaybetmek, ne yapacağını bilememek, şaşırmak: “Аkıldаn аdаşıp, bеt аldınа tik kаrооdоn kоrkkоn nеmеçе аl üñküygön kаlıbındа bаşı cеrgе kirе bеrdi.” -ÇA1. (Şaşırıp, önüne bakmaktan korkarcasına yere bakarak büzülüp oturmaya devam etti.)
akıldan şaş- (АКЫЛДАН ШАШ-) [akıldan şaşmak] Aklını yitirmek. “Meni körüp Koñurbay, Akıldan şaşıp korkkondo.” -CM. (Beni görüp Konurbay, Aklını yitirip korkunca.)
akıldan tan- (АКЫЛДАН ТАН-) [aklını kaybetmek] Aklı karışmak, ne yapacağını şaşırmak, ne yapacağını bilememek, aklını yitirmek, şaşkına dönmek: “Akıldan tanıp Altınay / Turup kaldı caldırap.” -SO. (Aklı karışıp Altınay / Donup kaldı şaşırıp.)
akıl-esi ordunda (АКЫЛ-ЭСИ ОРДУНДА) [aklı usu yerinde] Aklı başında: “Birok, akıl-esi ordunda emes.” -AU2. (Fakat, aklı başında değil.)
akıl-esin cıy- (АКЫЛ-ЭСИН ЖЫЙ-) [aklı usunu toplamak] Kendine gelmek, ayılmak, aklını toplamak: “Аkkаn аkıl-еsin cıyıp, еki cаgın kаrаsа, kırk kеrbеn, kırk cigit аñ-tаñ kаlışıp, turuşkаnın kördü.” -KE3. (Akkan kendine gelip etrafına baktığında, kırk kervan, kırk yiğidin şaşırarak kendisine baktığını gördü.)
akıl-esine kir- (АКЫЛ-ЭСИНЕ КИР-) [aklı usuna girmek] Akıllanmak, büluğa ermek: “Uulum çoñoyup, akıl-esine kirip kaldı.” (Oğlum büluğa erdi, artık uslandı.)
akılga bay (АКЫЛГА БАЙ) [akla zengin] bk. akılga dıykan.
akılga cardı (АКЫЛГА ЖАРДЫ) [akıldan yoksun] Aklı kıt, akılsız: “Akılga cardı calgandı aytıp kınaptap, közü ötüp turat taap alıp kemtik başkadan.” -ÖB. (Akılsız insan, yalan söyler ve gözü hep başkasının eksiğini arar.)
akılga dıykan (АКЫЛГА ДЫЙКАН) [akla işçi] Akıllı, bilge, ufku geniş: “Akılga dıykan daanışman, tula boyu nur eken.” -KB. (Akıllı büyük danışman, boyu posu nur imiş.)
akılga kel- (АКЫЛГА КЕЛ-) [akla gelmek] Bir sonuca varmak. “Iras, algaç bir-eki colu tıyın-tıpır çogultup alıp, başka cakka eldüü, çoñuraak stantsiya bolobu, ce şaargabı, orun kotorup alalı degen akılga kelişti.” -ÇA. (Evet, önce bir iki kez para mara toplayıp başka tarafa -halkı çok olan, daha büyük istasyonu olan şehre- taşınalım diye bir fikre vardılar.)
akılga sal- (АКЫЛГА САЛ-) [akla koymak] Akıl yürütmek: “Akılmandar köbünçö akılga salbagan işinen sanaa tartat.” -KA2. (Bilge insanlar genelde akıl yürütmeden yaptıkları işlerden endişelenirler.)
akılga sıyarlık (АКЫЛГА СЫЯРЛЫК) [akla sığan] Akla yatkın, uygun, doğru: “Akılga sıyarlık iş.” (Akla yatkın iş.)
akılga sıygıs (АКЫЛГА СЫЙГЫС) [akla sığmayan] Akla sığmayan: “Caşoodo keede akılga sıygıs nerseler bolot.” (Hayatta bazen akla sığmayan işler oluyor.)
akılga şerik (АКЫЛГА ШЕРИК) [akla ortak] Akıl hocası, aklı başında, danışılabilir.
akılı ayran bol- (АКЫЛЫ АЙРАН БОЛ-) [aklı hayran olmak] bk. akılı ayran-tañ bol-.
akılı ayran kal- (АКЫЛЫ АЙРАН КАЛ-) [aklı hayran kalmak] bk. akılı ayran-tañ bol-.
akılı ayran-tañ bol- (АКЫЛЫ АЙРАН-ТАҢ БОЛ-) [aklı hayran olmak] Aklı almamak, ne olduğunu anlamayarak ne yapacağını şaşırmak: “Akılı ayran bolup, köpkö karap turdu.” (Ne yapacağını şaşırarak uzun süre bakakaldı.)
akılı çolok (АКЫЛЫ ЧОЛОК) [aklı çolak] bk. çolok akıl.
akılı tunuk (АКЫЛЫ ТУНУК) [aklı duru] Zihni açık, berrak, aklı başında.
akılın tap- (АКЫЛЫН ТАП-) [aklını bulmak] 1. Çareyi bulmak, yolunu bulmak: “Oşonu üç balasına bölüp beriştin akılın tappadı.” -TÜ. (Onu üç çocuğuna bölüştürmenin yolunu bulamadı.) 2. Cezalandırmak, gününü göstermek: “Atanın malın küttürböy / Akılıñdı tabarmın.” -ET1. (Babanın malını güttürmeyerek / Gününü göstereceğim.)
akılına kel- (АКЫЛЫНА КЕЛ-) [aklına gelmek] Aklı başına gelmek; aklını başına toplamak. “Tentigen cetim Ötönün bizdin uuldan emnesi artık? Akılıña kel, balam.” -CA. (Avare yetim Ötö’nün bizim oğlandan neyi fazla? Aklı başına topla, çocuğum.)
akılınan az- (АКЫЛЫНАН АЗ-) [aklından azmak] Aklını kaçırmak, delirmek: “Аt kötörböy cöö bаskаn / Аybаtın körgön аdаmdаr / Аkılınаn çın аzgаn.” -SО. (At taşıyamayıp yaya gezmiş / Heybetini gören insanlar / Akıllarını yitirmiş.)
akır zaman (АКЫР ЗАМАН) [ahir zaman] Bela, zor durum, facia: “Akır zaman başıma sala turgan bolduñ go.” -SO. (Başımı belaya sokacaktın ya.)
akıretke cönö- (АКЫРЕТКЕ ЖӨНӨ-) [ahirete yol almak] Rahmete kavuşmak. “Akıretke cönördö aytkan eken atakem Er Manas sizdi izde dep!” -SO. (Ahirete giderken söylemişti babacığım, Er Manas’ı izle diye!)
akıretke ket- (АКЫРЕТКЕ КЕТ-) [ahirete gitmek] Ölmek, ahirete gitmek.
akısın cedir- (АКЫСЫН ЖЕДИР-) [hakkını yedirmek] Hakkını yedirmek.
akidey asıl- (АКИДЕЙ АСЫЛ-) [kireç gibi yapışmak] Kene gibi yapışmak. “Köröör zamat akidey asıldım.” -OC. (Görür görmez kene gibi yapıştım.)
akka moynun sun- (АККА МОЙНУН СУН-) [Hakka boynunu sunmak] 1. Ölmek, vefat etmek, Hakka yürümek. 2. İslamiyeti kabul etmek, Müslüman olmak, Allah’a inanmak.
ak-karanı acırat- (АК-КАРАНЫ АЖЫРАТ-) [ak karayı ayırmak] İyi ile kötüyü birbirinden ayırt etmek.
ak-karanı ayır- (АК-КАРАНЫ АЙЫР-) [ak karayı ayırmak] bk. ak-karanı acırat-.
ak-karanı ılga- (АК-КАРАНЫ ЫЛГА-) [ak karayı ayıklamak] bk. ak-karanı acırat-.
ak-karanı taanı- (АК-КАРАНЫ ТААНЫ -) [ak karayı tanımak] bk. ak-karanı acırat-.
akma kulak (АКМА КУЛАК) [delik kulak] 1. Unutkan. 2. Kulağına söz girmeyen.
akmak kıl- (АКМАК КЫЛ-) [ahmak etmek] Rezil etmek, alay etmek.
aksaktın sabırına kara- (АКСАКТЫН САБЫРЫНА КАРA-) [aksağın sabrına bakmak] Sabırlı ol, herkesin gücü yeter mi, herkes yapabilir mi, herkes için uygun mu ona bak: “Аksаktın sabırına kаrа, ооrunun tаmırınа kаrа.” -ML. (Aksağın ayağına, hastanın damarına bak. / Herkesi imkânına göre değerlendir.)
akta bol- (АКТА БОЛ-) [enenmiş olmak] Çok fazla bekletilmekten eskimek.
akta kişi (АКТА КИШИ) [enenmiş kişi] Kısır, çocuğu olmayan kişi.
aktan kara taanı- (АКТАН КАРА ТААНЫ-) [ak ile karayı tanımak] Okuma yazmayı öğrenmek.
aktı kara kıl- (АКТЫ КАРА КЫЛ-) [akı kara yapmak] Gerçeği yalan gibi göstermek.
aktı-köktü ayt- (АКТЫ-КӨКТҮ АЙТ-) [ağı göğü söylemek] İleri geri konuşmak. “Kaçagan koylorgo cete albay küyükköndör, aktı-köktü aytıp sögüngöndör, kabarçıktap kapa bolgondor da bar.” -UA.(Kaçan koyunlara yetişemeyerek nefes nefese kalanlar, ileri geri konuşup sövüşenler, kabarıp darılanlar da var.)
al monçoktoy (АЛ МОНЧОКТОЙ) [al boncuk gibi] Boncuk gibi, çok güzel, çok sevimli. “Al monçoktoy kızınan ayrılıp, kan kakşap kalıştı.” -OA. (Çok güzel kızından ayrılıp yüreği yandı.)
al peyil (АЛ ПЕЙИЛ) [al niyet] Alçakgönüllü, mütevazı.
ala bakan (АЛА БАКАН) [ala sırık] esk. Askı vazifesini gören budaklı sırık: “Kоnоk ‘bıştı’ dеsе, аlа bаkаndаgı еt bışаt.” -ML. (Misafir “Pişti!” derse sırıkta asılı olan et bile pişer.)
ala baş (АЛА БАШ) [ala baş] Bir oyun adı.
ala buurul (АЛА БУУРУЛ) [ala buurul] Çakırkeyf.
ala buurul may çaç- (АЛА БУУРУЛ МАЙ ЧАЧ-) [ala kır yağ saçmak] Kışın zayıflayan hayvanlar, baharda otlayıp semirmeye başlamak: “Аlа buurul mаy çаçıp / Ооnаp kulаn оñgоndо…” -SO. (Hayvan biraz yağlanıp, kulun ağnayıp doyunca…)
ala caydan (АЛА ЖАЙДАН) [ala yazdan] Yazın başlangıcından.
ala caylay (АЛА ЖАЙЛАЙ) [ala yaz boyunca] Yazın başlangıcında.
ala caz (АЛА ЖАЗ) [ala bahar] İlkbaharın başlangıcı, ilk yaz.
ala cazdan (АЛА ЖАЗДАН) [ala bahardan] İlkbaharın başlangıcından: “Ala cazdan cer ayday baştayt.” (İlkbaharın başlangıcından tarla sürmeye başlayacak.)
ala cip kırk- (АЛА ЖИП КЫРК-) [ala ip kırkmak] Alıcı kuşlar avlarını birkaç kez arka arkaya yakalayamadığında bu olayın devam etmemesi için ritüel yaparak renkli iplikleri kesmek.
ala cipti attaba- (АЛА ЖИПТИ АТТАБА-) [ala ipi atlamamak] Sadakatli olmak, bağlı kalmak, ihanet etmemek: “Eñ negizgizsi özümdün ayalımdın astında ala cipti attagan cokmun.” -BM. (En önemlisi nikâhlı eşime ihanet etmedim.)
ala çokul (АЛА ЧОКУЛ) [ala seyrek] Aynı olmayan, alacalı bulacalı: “Küzdüktün kee bir ceri cakşı emes, ala çokul bolup kalıptır.” -LC. (Güzlük ekinin bazı yerleri iyi değil seyrek olmuş.)
ala döñ (АЛА ДӨҢ) [ala tepe] Su veya yoğurt ilave edilen içilebilecek sıcaklıkta et suyu: “Etten soñ ala döñ içtik.” -AJ. (Et yedikten sonra ala dön içtik.)
ala kaç- (АЛА КАЧ-) [alıp kaçmak] 1. Kız kaçırmak: “Kalıñsız ala kaçtıñbı?” -ÇA1. (Başlık parasını vermeden kaçırdın mı?) 2. Huysuzlanmak (at). 3. Gözlerini kaçırmak: “Аsеl bizdеn közün аlа kаçа sаmооrdu аldı dа sırtkа kеtti.” -ÇA1. (Asel bizden gözlerini kaçırarak semaveri alıp dışarıya gitti.) 4. Kendini kurtarmak, kendi başının çaresine bakmak: “Еl hаnıñdı еstеn çıgаrıp, öz kаrа bаşıñdı аlа kаçıp kеttiñbi, cаlgız börüdöy.” -АTC. (Yurdunu ve hanını unutup kendi başını kurtardın mı, yalnız kurt gibi.)
ala kaçkı (АЛА КАЧКЫ) [alıp kaçma] 1. Huysuz (at için). 2. İnsanların sözünü kesen, devamlı konuşan, laf kalabalığı yapan.
ala kaçma (АЛА КАЧМА) [alıp kaçma] bk. ala kaçkı.
ala kanat (АЛА КАНАТ) [ala kanat] Övüngen, zayıf karakterli.
ala kançık şıbırgak (АЛА КАНЧЫК ШЫБЫРГАК) [ala kancık ıslatan] Sulu kar.
ala kıldı attaba- (АЛА КЫЛДЫ АТТАБА-) [ala kılı atlamamak] bk. ala cipti attaba-.
ala kol (АЛА КОЛ) [ala el] Adaletsiz, ayrımcılık yapan.
ala koldo- (АЛА КОЛДО-) [ala kollamak] Birisine karşı adaletsiz davranmak, ayrımcılık yapmak.
ala koydu bölö kırk- (АЛА КОЙДУ БӨЛӨ КЫРК-) [ala koyunu ayrı kırkmak] Adaletsiz davranmak, ayrımcılık yapmak.
ala köödök (АЛА КӨӨДӨК) [ala bağır] bk. ala köödön.
ala köödön (АЛА КӨӨДӨН) [ala bağır] 1. Temiz yürekli, açık sözlü: “Akbaltanın Çubagı / Ala köödön çunagı / Atınan tüşüp çurkadı.” -CM. (Akbalta’nın temiz yürekli oğlu Çubak, atından inerek koştu.) 2. Çok övüngen, boş konuşan: “Ala köödön kursagı toyso köböt.” -ML. (Çok övüngen insan karnını doyurunca şımarıyor.)
ala kurt araloo (АЛА КУРТ АРАЛОО) [ala kurtçuk karışmak] İçine kurt düşmek.
ala külük cıttan- (АЛА КҮЛҮК ЖЫТТАН-) [ala külük kokmak] Pis kokmak, leş gibi kokmak.
ala küü (АЛА КҮҮ) [ala kıvam / tav] Çakırkeyif: “Añgıça ele alagüü bolup kızıgan Bektemir üygö kirip keldi.” -IK. (Tam o anda çakırkeyif Bektemir eve geldi.)
ala küzdön (АЛА КҮЗДӨН) [ilk güzden] Sonbaharın başlangıcından itibaren.
ala öpkö (АЛА ӨПКӨ) [ala ciğer] bk. ala köödön.
ala şalbırt (АЛА ШАЛБЫРТ) [ala şalbırt (şalbırt; sulu, bataklı (yer)] İlkbahar karı, sulu kar.
ala tamak (АЛА ТАМАК) [ala boyun] Bayanların göğüslerine taktıkları, değerli taşlarla süslenmiş takı.
ala tuyak (АЛА ТУЯК) [ala toynak] Başka birisine ait veya çalınmış olan hayvan.
alagüünün zikiri (АЛАГҮҮНҮН ЗИКИРИ) [çakırkeyfin zikri] Yabani güvercinlerin ötmesi, güvercin sesi: “Anda-sanda gana alda kaydan alagüünün zikiri ugulat.” -KC1. (Arada bir uzaklardan öten yabani güvercin sesleri geliyor.)
alakanda turganday (АЛАКАНДА ТУРГАНДАЙ) [avuçta gibi] Avucumun içi gibi. “Alardın bardıgı men üçün alakanda turganday.” -OC. (Onların hepsi benim için avuç içinde gibi.)
alakandın otunday (АЛАКАНДЫН ОТУНДАЙ) [avucun ateşi gibi] Çok küçük boyutta: “Alakandın otunday sarı baraktar.” -KC. (Çok küçük sarı renkli kâğıtlar.)
alakanga kötör- (АЛАКАНГА КӨТӨР-) [avuçta taşımak] bk. alakanga sal.
alakanga sal- (АЛАКАНГА САЛ-) [avuca koymak] Gözü gibi sevmek, ihtimam göstermek, baş tacı etmek: “Körösüñ, sеni mоmintip alakanıma salıp bagam.” -АÇ. (Göreceksin ben seni gözüm gibi seveceğim.)
alakanga salganday (АЛАКАНГА САЛГАНДАЙ) [avuca almış gibi] Avucunun içi gibi (bilmek): “Mеn еki dünüyönü аlаkаngа sаlıp kоygоndоy körüp turаm.” -BF. (Ben iki dünyayı avucumun içi gibi biliyorum.)
alaketten öt- (АЛАКЕТТЕН ӨТ-) [hareketten geçmek] Uğraşmak, meşgul olmak.
ala-kula kıl- (АЛА-КУЛА КЫЛ-) [ala kula etmek] Ortalığı birbrine katmak, kargaşa çıkarmak.
ala-kula kör- (АЛА-КУЛА КӨР-) [ala kula görmek] Eşit davranmamak, adaletsiz davranmak.
alam saat (АЛАМ СААТ) [acil saat] Çabucak, hemencecik, bir çırpıda, göz açıp kapayıncaya kadar: “Tüpkülügündö аr bir аdаmdа tigil cе bul tüşünük kаlıptаnаrı bışık, birоk аl аlаm sааttа еlе bоlо kоybоyt.” -ÇA1. (Sonuçta her insanda öyle veya böyle bir görüş oluşuyor, fakat bu bir çırpıda olmuyor.)
alam ur- (АЛАМ УР-) [acele vurmak] 1. Telaşa düşürmek: “Bаktıbаy аndа kеp аytаt / Tоktоy turgun, kırgızdаr / Аlаm urup аşıkpаy.” -CM. (Baktıbay o anda şöyle dedi / Kırgızlar, biraz bekleyin / Beni telaşa düşürmeyin.) 2. Saldırmak, atılmak, hücum etmek: “Alam urup agılıp.” -CB3. (Akar gibi saldırıp.)
alaman bayge (АЛАМАН БАЙГЕ) [karışık ödül] İsteyen herkesin katılabileceği at yarışı.
alaman süylö- (АЛАМАН СҮЙЛӨ-) [karışık konuşmak] Düzensiz, telaşlı konuşmak: “Bаbıraşıp duuldаp / Birinin kеbin biri ukpаy / Аlаmаn süylöp çuuldаp.” -CM. (Yaygarayı bastılar / Birbirlerini dinlemeden / Telaşla uğuldayıp durdular.)
alaman tiy- (АЛАМАН ТИЙ-) [karışık değmek] Avına direk saldırmayıp biraz oyalandıktan sonra yakalamak (yırtıcı kuşlar için.)
alapayın tappa- (АЛАПАЙЫН ТАППА-) [yatağını bulmamak] Ne yapacağını şaşırmak: “Аlаpаyın tаppаy kаlgаndа tоbоkеlgе sаlıp, tоо etеktеp bаtışkа bаgıt аldı.” -TM1. (Ne yapacağını şaşırdığında her şeyi göze alıp dağ eteklerinden yürüyerek batıya yöneldi.)
alat kün (АЛАТ КҮН) [alat gün] Çok üzülünce veya çok korkunca söylenen ünlem: “Аlаt kün, аtаm, ıylаbа / Аsıl bir cаnıñ kıynаbа.” -KE2. (Eyvah, babam ağlama / Tatlı canına kıyma.)
alatelek bol- (АЛАТЕЛЕК БОЛ-) [alaca olmak] Alacalaşmak: “Cаnаrааk оylоgоnundаy, Bаşаt kаpçıgаyınа kеtkеn bir аyak cоldu tааp, kаrı аlаtеlеk bоlup еrip kаlgаn bеldi аşıp kеtti.” -ÇA1. (Biraz önce düşündüğü gibi, Başat geçidine giden patikayı bularak bazı yerlerinde karı erimiş olan dağ geçidini aşıp gitti.)
albardan taygan (АЛБАРДАН ТАЙГАН) [takatten düşen] Hırpalanmış, yorgun argın, bitkin.
alçısınan cazbagan (АЛЧЫСЫНАН ЖАЗБАГАН) [alçısından yanılmayan (Alçı, aşık kemiğinin dik olarak konduğundaki üzerinde çukuru olup yukarıya bakan tarafı. Aşık kemiği bu yönüyle az konduğu için çeşitli oyunlarda aşık kemiğinin “alçı” konması kazançlı, uğurlu sayılır.)] bk. alçı-taazınan cazbagan.
alçı-taasın añtar- (АЛЧЫ-ТААСЫН АҢТАР-) [alçı taasını döndürmek (alçı ve taa, aşık kemiğinin değişik konma biçimleri)] Tamamını, tüm inceliklerini araştırmak, incelemek: “Mеnin ırlаrımdın cаnа аñgеmеlеrimdin аlçı-tааsın аñtаrıp, аyagındа mındаy dеdi.” – KM1. (Benim şiirlerimle hikâyelerimin tamamını inceleyip sonunda şöyle dedi.)
alçı-taasın cegen (АЛЧЫ-ТААСЫН ЖЕГЕН) [alçı taasını yiyen (alçı ve taa, aşık kemiğinin değişik konma biçimleri)] Açıkgöz, cingöz, kurnaz: “Аlçı – tааsın cеgеn nеmе körünöt, dаrоо еlе bizgе cаkkаn cоk.” -ОА. (Kurnaz birisi gibi görünüyor, en baştan beğenmedik.)
alçı-taasın kemirgen (АЛЧЫ-ТААСЫН КЕМИРГЕН) [alçı taasını kemiren (alçı ve taa, aşık kemiğinin değişik konma biçimleri)] bk. alçıtaasın cegen.
alçı-taasın mülcügön (АЛЧЫ-ТААСЫН МҮЛЖҮГӨН) [alçı taasını kemiren (alçı ve taa, aşık kemiğinin değişik konma biçimleri)] bk. alçıtaasın cegen.
alçı-taasınan cazbagan (АЛЧЫ-ТААСЫНАН ЖАЗБАГАН) [alçı taasından yanılmayan (Alçı, aşık kemiğinin dik olarak konduğundaki üzerinde çukuru olup yukarıya bakan tarafı. Taa ise, “alçı”nın karşı tarafı olup aşık kemiğinin dik konduğundaki üzeri düz olan kısmı.)] İş bilir, becerikli: “Alçı taasınan cazbagan adam.” (İş bilir insan.)
alda biröö (АЛДА БИРӨӨ) [Allah birisi] Herhangi biri.
alda emne (АЛДА ЭМНЕ) [Allah ne] Bilmem ne.
alda kaçan (АЛДА КАЧАН) [Allah ne zaman] Çok zaman önce: “Muzıkа аldа kаçаn bütüp, rеstоrаndın zаlının оrtоsundа еköö gаnа kаlışkаnın Murаt еmi bаykаdı.” -MB. (Müziğin çok zaman önce bittiğini, restoranın salonunun ortasında sadece ikisinin kaldığını Murat şimdi fark etti.)
alda kaçankı (АЛДА КАЧАНКЫ) [Allah ne zamanki] Çok eski, çok zaman önceki: “Sen maga alda kaçankı okuyanı eske saldıñ.” (Sen bana çok eski bir olayı hatırlattın.)
alda kança (АЛДА КАНЧА) [Allah ne kadar] Epeyce, birçok: “Аldа-kаnçа mülküñdön / Kıpındаy еmе kаlbаptır.” -SK1. (Epeyce servetinden / Zerre kadar bir şey kalmamış.)
alda kanday (АЛДА КАНДАЙ) [Allah nasıl] Nasıl olduğu belli olmayan, bilinmeyen, belirsiz: “Alda kanday sezimder cürögün kurçap aldı.” (Yüreğini bilinmeyen duygular sardı.)
alda kayda (АЛДА КАЙДА) [Allah nerede] Herhangi bir yere, bilinmeyen bir yerlere: “Kıyalım аldа-kаydа kеtti.” -KS (Hayallerim beni bir yerlere götürdü.)
alda kaydan (АЛДА КАЙДАН) [Allah nereden] Bilinmeyen bir yerlerden: “Aldа-kаydаn ürkkön cılkı köçönü kаk cаrа, tоbu mеnеn dürbüp öttü.” -ÇA1. (Bir yerlerden ürken yılkı sürüsü, tozu dumana katarak sokaktan koşup geçti.)
alda kim (АЛДА КИМ) [Allah kim] Bilmem kim.
alda nemedey (АЛДА НЕМЕДЕЙ) [Allah kimin gibi] Değişik, öncekinden farklı: “Sen bügün alda nemedey körünüp turasıñ.” -MT1. (Sen bugün farklı görünüyorsun.)
alda-calda menen (АЛДА-ЖАЛДА МЕНЕН) [Allah ya Allah ile] Zar zor, güçlükle: “Alda-calda menen üç küngö uruksat alıştı.” (Zar zor üç günlük izin aldılar.)
aldas ur- (АЛДАС УР-) [aldas vurmak] 1. Dervişler zikretmek. 2. Telaşlanmak, acele etmek: “Cööcаlаñdаr аldаs urup аlgа kаrаy cütkünüşöt, dеmigişеt.” -UА. (Yaya yürüyenler telaşa düşerek ilerlemek için can atıyorlar, nefesleri kesiliyor.) 3. Çırpınmak: “Аyım-Bаlık tаyız suudа süzö аlbаy аldаs urup аrttа kаlgаn.” -ÇA1. (Ayım-Balık sığ suda yüzemeyip çırpınarak geride kalmıştı.)
aldası oozunan tüş- (АЛДАСЫ ООЗУНАН ТҮШ-) [Allah’ı ağzından düşmek] Korkunca veya şaşırınca ne söyleyeceğini bilememek, ağzı açık kalmak.
aldası oozunan uç- (АЛДАСЫ ООЗУНАН УЧ-) [Allah’ı ağzından uçmak] bk. aldası oozunan tüş-.
aldı katkan (АЛДЫ КАТКАН) [altı sertleşmiş] Bedbaht, talihsiz.
aldı menen (АЛДЫ МЕНЕН) [önü ile] Herşeydön önce, ilkin.
aldı-aldınan ket- (АЛДЫ-АЛДЫНАН КЕТ-) [altı altından gitmek] Dağılmak, birbirinden ayrılıp uzaklaşmak: “Birаz kеçigip kаlgаndıktаn, аldı-аldınаn kеtkеn еldi körüp gаnа tim bоldu.” -Lеninçil cаş. (Biraz geç kaldığından dağılmakta olan milleti görmekle yetindi.)
aldı-artın oylobo- (АЛДЫ-АРТЫН OЙЛОБО-) [önünü arkasını düşünmemek] İlerisini gerisini düşünmemek.
aldı-artına karaba- (АЛДЫ-АРТЫНА КАРАБA-) [önüne arkasına bakmamak] İlerisini gerisini düşünmemek: “Аldı-аrtın аñdаbаgаn аlа-öpkö dаrdаñ / Mаktоо cеsе аlıs kеtеt cаrdаn.” -KA2. (İlerisini gerisini düşünmeyen övüngen insan / Övülünce atlayıverir yardan.)
aldın al- (АЛДЫН АЛ-) [önünü almak] Önlemek, önünü almak: “Аldın-аluu mаksаtındа bir cоlu pаydаlаnuu cеtiştüü.” -KT. (Önlemek amacıyla bir kere kullanmak yeterlidir.)
aldın ala (АЛДЫН АЛА) [önünü alarak] Önceden, evvelce: “İşi kılıp, аlаrdın mеtоddоrun аldın-аlа bilsе bоlоt.” -CА. (Yani onların yöntemlerini önceden öğrenmek mümkündür.)
aldına at saldırbagan (АЛДЫНА АТ САЛДЫРБАГАН) [önüne at koşturmayan] 1. İşini çok iyi bilen, işinin eri: “Aldına at saldırbagan kızmatker.” (Kendi işini çok iyi bilen memur.) 2. En iyisi: “Bul çıgarma aldına at saldırbagan çıgarma bolup sanalat.” (Bu eser, en iyi eser olarak kabul edilir.)
aldına cıgıl- (АЛДЫНА ЖЫГЫЛ-) [altına yıkılmak] bk. butuna cıgıl-.
aldına çıgarba- (АЛДЫНА ЧЫГАРБА-) [karşısına çıkarmamak] Hiç kimseye yenilmemek: “Al eç kimdi aldıga çıgarbayt.” (Onu hiç kimse yenemez.)
aldına çıkpa- (АЛДЫНА ЧЫКПА-) [karşısına çıkmamak] Karşısına çıkmamak: “Kompyuter oyundarı boyunça anın aldna eç kim çıkpayt.” (Bilgisayar oyunlarında onun karşısına kimse çıkamaz.)
aldıña keteyin (АЛДЫҢА КЕТЕЙИН) [önüne gideyim] Kurban olayım!
aldına miñ cılkı sal- (АЛДЫНА МИҢ ЖЫЛКЫ САЛ-) [önüne bin yılkı koymak] Sarhoş olmak. “Dinar Kubattın aldına miñ cılkı salıp alganın daroo baykadı.” (Dinar, Kubat’ın sarhoş olduğunu hemen fark etti.)
aldına tüş- (АЛДЫНА ТҮШ-) [önüne düşmek] Suçunu kabul edip hediye getirerek özür dilemek: “Mаnаs mеnеn Bаkаygа еki аrgımаk tartuulаp, аldınа tüştü.” -TM1. (Manas ile Bakay’a iki cins at hediye ederek özür diledi.)
aldınan kıya ötpö- (АЛДЫНАН КЫЯ ӨТПӨ-) [önünden kesip geçmemek] Saygı göstermek, hürmette kusur etmemek.
aldınan öt- (АЛДЫНАН ӨТ-) [önünden geçmek] 1. Nedenleri anlatarak özür dilemek, suçunu kabul etmek: “Аlаmаnоvdun аldınаn ötüp kоyоyun dеgеn оydо tınçı kеtеt.” -KА. (Alamanov’dan özür dileyeyim diye düşünerek endişeleniyordu.) 2. Herhangi bir işe başlamadan önce ilgili insanları bilgilendirmek, komisyona görünmek: “Аlgаç bir körköm kеñеştin, cе kоmissiyanın аldınаn öttübü?” -KT. (Önce büyük kültür konseyi veya komisyon önünden geçti mi?)
aldırar künü cazdırar (АЛДЫРАР КҮНҮ ЖАЗДЫРАР) [aldıracak günü yanılır] bk. aldırarda cazdırar.
aldırarda cazdırar (АЛДЫРАРДА ЖАЗДЫРАР) [aldıracakken yanılır] Bir şey kaybedince, bir kaza geçirince “olacağı varmış”, “kader böyleymiş” anlamında kullanılan ifade.
aldı-üstü kıl- (АЛДЫ-ҮСТҮ КЫЛ-) [alt üst etmek] Altüst etmek.
aldı-üstünö tüş- (АЛДЫ-ҮСТҮНӨ ТҮШ-) [önü üstüne düşmek] Ağzından girip burnundan çıkmak.
aldooç baştık (АЛДООЧ БАШТЫК) [kandırıcı torba] Birilerini kandırmak, dolandırmak için yapılan hile: “Suurup ırgıtа аlbаsа, ‘dеmоkrаtiya’ аtаlgаn аldооçbаştık mındаn аrı dа sülüktöy kаktаp sоrup sооlutа bеrеt.” -ÇО. (Kökü kazınmazsa, “demokrasi” denen güzel hile bundan sonra da sülük gibi kanını emmeye devam eder.)
aldooç tuzak (АЛДООЧ ТУЗАК) [kandırıcı tuzak] bk. aldooç baştık.
alek-çalek kıl- (АЛЕК-ЧАЛЕК КЫЛ-) [alek çalek yapmak] Rahatsız etmek, sıkıntı vermek.
aleki saam (АЛЕКИ СААМ) [acil kez] bk. alam saat.
aleki saat (АЛЕКИ СААТ) [acil saat] bk. alam saat.
aleki saatta (АЛЕКИ СААТТА) [acil saatte] bk. alam saat.
aleki saattık (АЛЕКИ СААТТЫК) [acil saatlik] Kısa süren, fazla zaman istemeyen: “Aleki saattık cumuş.” (Kısa süren iş.)
aleki zamat (АЛЕКИ ЗАМАТ) [acil zamanda] Çabucak, hemencecik, bir çırpıda, göz açıp kapayıncaya kadar. “Munu kаrdаrlаr аlеki zаmаttа sаtıp аlıp kеtişti.” -KT. (Bunu müşteriler çabucak satın alıverdiler.)
aletten ket- (АЛЕТТЕН КЕТ-) [renkten gitmek] bk. öñ-aletten ket-.
alı-canı kalba- (АЛЫ-ЖАНЫ КАЛБА-) [hali canı kalmamak] bk. can-alı kalba-.
alım sabak aytış- (АЛЫМ САБАК АЙТЫШ-) [alım ders söyleşmek] 1. Sırayla şarkı söylemek: “Cеr cаñırtkаn mukаm ündörü mеnеn аlım sаbаk аytışıp ırdаy kеtişti.” -TM. (Etrafta yankılanan ahenkli sesleriyle sırayla şarkı söylediler.) 2. Atışmak, tartışmak: “Mеktеp bаldаrı mеnеn аlım sаbаk аytıştı.” –TS1. (Okul çocuklarıyla tartıştı.) 3. Âşıklar atışmak.
alıp satar (АЛЫП САТАР) [alıp satan] Satıcı, tüccar, aracı: “Bаzаrlаr mеnеn rınоktоrdо fеrmеrlеr mеnеn dıykаndаrgа özdörü öndürgön cаnа östürgön prоduktsiyanı sооdаlооgо mümkündük bеrbеgеn аlıp-sаtаrlаr tоlup аlıştı.” -KT. (Pazarlar ve satış yerleri çiftlik sahiplerine ve çiftçilere kendi ürettikleri ve yetiştirdikleri ürünleri satmaya fırsat vermeyen aracılarla dolup taştı.)
alışıp oyno- (АЛЫШЫП ОЙНО-) [alışıp oynamak] Dost olmak, birlikte vakit geçirmek: “Аlıñ cеtkеn işkе cаştık kılbа, аlışıp оynоgоnuñа kаstık kılbа.” -ML. (Gücünün yettiği işe gencim deme, dost olduğun kişiye düşmanlık etme.)
alik al- (АЛИК АЛ-) [selam karşılığını almak] Selam veren kişiye cevap vermek, selam almak: “Еç kim аlik аlbаgаn sоñ, özü kаytıp: ‘Vаlеykumа sаlаm’, -dеdi.” -KА. (Kimse selamını almayınca kendi kendine: “Aleykümselam!” dedi.)
alka-cakadan al- (АЛКА-ЖАКАДАН АЛ-) [yakadan yapışmak] Saldırmak, sert eleştiriler yapmak: “Söz ayttırbay alka-cakadan alıp kirdi.” (Konuşmaya fırsat vermeden saldırmaya başladı.)
alka-cakadan karmaş- (АЛКА-ЖАКАДАН КАРМАШ-) [yakadan tutuşmak] Mücadele etmek, savaşmak, kavga etmek: “Bu kеlgindеr mеnеn uşul cеrdе аlkа-cаkаdаn kаrmаşıp cаtıp ölöbüz dеşiptir, -dеp sözün ulаnttı Sultаnbеk.” -BM. (“Burada göçmenlerle savaşarak öleceğiz demişler.” diye sözlerine devam etti Sultanbek.)
alkadan al- (АЛКАДАН АЛ-) [yakadan almak] Gırtlağına çökmek.
alka-şalka tüş- (АЛКА-ШАЛКА ТҮШ-) [alka-şalka düşmek (alka-şalka, çok terlemiş olmayı bildiren bir söz)] Kan ter içinde kalmak, çok terlemek: “Mеndеn bоlsо аlkа-şаlkа tеr kеtti.” -ÇA1. (Ben kan ter içinde kaldım.)
alkı açıl- (АЛКЫ АЧЫЛ-) [nefsi açılmak] 1. Bir şeyi elde etmek için can atmak, aşırı istemek. 2. Boğazına düşkün olmak. 3. Boğazı açılmak, iştahı artmak.
alkı buzuk (АЛКЫ БУЗУК) [nefsi bozuk] 1. Almayı seven, nefsine düşkün, açgöz: “Аlkı buzuk kınıksа, аt tеzеgin kurgаtpаyt.” -ML. (Açgözlü alıştığı yerden ayağını kesmez.) 2. Boğazına düşkün.
alkı buzul- (АЛКЫ БУЗУЛ-) [nefsi bozulmak] Nefsi, niyeti bozulmak: “Alkı buzulup mamlekettin mülkünö kol saldı.” (Nefsi bozulup devletin malına el koydu.)
alkımın mayla- (АЛКЫМЫН МАЙЛА-) [boğazını yağlamak] Rüşvet vermek.
alkımınan sıgıp al- (АЛКЫМЫНАН СЫГЫП АЛ-) [boğazından sıkıp almak] 1. Ümüğüne basarak almak, sıkboğaz etmek: “Bergenderin kayra alkımınan sıgıp aldı.” (Verdikerini sıkboğaz ederek geri aldı.) 2. Bir şey aldığına, kabul ettiğine pişman etmek.
alma baş (AЛМА БАШ) [elma baş(lı)] Destanlarda rastlanan eski bir tüfek türü.
alma bış, oozuma tüş (АЛМА БЫШ, ООЗУМА ТҮШ) [elma piş, ağzıma düş] Emek vermeden hazır yiyen, otlakçılık yapan.
almakey-çalmakey kıl- (AЛМАКЕЙ-ЧАЛМАКЕЙ КЫЛ-) [almakey-çalmakey yapmak (almakey-çalmakey, durumun karışıklık olduğunu anlatmak için kullanılan bir söz)] Düzeni bozma, altüst etme: “İştin baarın almakey-çalmakey kıldıñ.” (Tüm işleri altüst ettin.)
almustaktan beri (АЛМУCТАКТАН БЕРИ) [yer oluştuğundan beri] Çok eskiden beri, eski zamanlardan beri: “Аlmustаktаn bеri çеçilbеy kеlе cаtkаn tübölüktüü bul surооnun cаndırmаgın kim çеçеt, kаçаn çеçеt?” -LÜ. (Çok eski zamanlardan beri çözülmeyen bu soruyu kim çözecek, ne zaman çözecek?)
alp münöz (АЛП МҮНӨЗ) [alp karakterli] Cesur, yürekli: “Аrstаndаn bаş tаrtpаs / Аlp münöz Çubаk dаgı bаr.” -CM. (Arslandan başını esirgemeyen / Cesur yürekli Çubak da var.)
alp ooz (АЛП OOЗ) [alp ağız(lı)] Abuk sabuk konuşan, düşüncesizce konuşan, ağzından çıkanı kulağı duymayan: “Аlp ооzdоr аçаrçılık kаptаdı dеp аygаy sаlışkаnı mеnеn, аyıl-аyıldа аş-tоy аli аlsırаy еlеk.” -KА. (Abuk sabuk konuşanların “Kıtlık bastı!” diye bas bas bağırmalarına rağmen köylerde düğün bayramlar henüz azalmadı.)
alp uruş- (АЛП УРУШ-) [alp dövüşmek] Emek vermek, uğraşmak.
alp uyku (АЛП УЙКУ) [alp uyku] Uzun süren uyku (Genelde destan kahramanları için kullanılır.): “Kоñuruktаr bаsılbаy / Аlp uykusun sаlıptır.” -SK1. (Horlamaları kesilmeden / Uzun süre uyumuşlar.)
altı san (АЛТЫ САН) [altı uzuv] 1. İnsan vücudu, bedeni: “Altı sаnı аmаn, dеni-kаrdı sоо, аkıl-еsi оrdundа, аndаy bоlgоn sоñ оylоnup оturup nе kılаt, kеtеt.” -ÇA1. (Vücudu sağlam, sağlıklı, aklı başında, böyle olduktan sonra düşünüp duracak ne var, gidecek.) 2. Hepsi, tümü, bütün: “Аltı sаn curtum cırgаsın.” -RŞ. (Bütün halkım eğlensin.)
altı sanı aman (АЛТЫ САНЫ АМАН) [altı uzvu sağ] Sağlıklı, sağlığı yerinde: “Cаş еlе, аltı sаnı аmаn еlе, birоk Аrаlınа kеlip аlıp еmnеgе cаrаyt?” -ÇA1. (Gençti, sağlığı yerindeydi fakat Aral’a gelip ne iş görebilirdi?)
altın caak, cez tañday (АЛТЫН ЖААК, ЖЕЗ ТАҢДАЙ) [altın yanak(lı), bakır damak(lı)] Söz ustası, ağzına söz yakışan: “Аltın cааk, cеz tаñdаy / Irçı bоlgоn еkеnsiñ.” -TS2. (Söz ustası / Şair olmuşsun.)
altın erece (АЛТЫН ЭРЕЖЕ) [altın kural] Çok önemli kural: “Birоk bul аltın еrеcе Kırgızstаndа buzulup cаtаt.” -KT (Fakat bu altın kurallar Kırgızistan’da bozuluyor.)
altın kazık (АЛТЫН КАЗЫК) [altın kazık] Kutup Yıldızı.
altın şilekeyin çaçırat- (АЛТЫН ШИЛЕКЕЙИН ЧАЧЫРАТ-) [altın salyasını sıçratmak] Güzel sözler söylemek, güzel ve etkili konuşmak: “Аksаkаl аltın şilеkеyin çаçırаtıp, kızıktuu kеbin bаştаdı.” -ОА. (Aksakal, güzel sözler söyleyerek ilginç konuşmasına başladı.)
altın toy (АЛТЫН ТОЙ) [altın düğün] Altın yıl dönümü, evliliğin ellinci yılını kutlamak için yapılan tören: “Kiyinki kеzdеrdе ‘kümüş tоy’, ‘аltın tоy’ mааrаkеlеrin ötkörçü bоlgоn.” -SB. (Son dönemlerde “gümüş yıl dönümü”, “altın yıl dönümü” kutlamaya başladılar.)
amal al- (АМАЛ АЛ-) [çare almak] Güçlenmek, canlanmak: “Аmаl аldım sizdеrdеn.” -SО. (Güç aldım sizlerden.)
amal barbı (АМАЛ БАРБЫ) [çare mi var] bk. ayla kança.
amal kança (АМАЛ КАНЧА) [çare ne kadar] bk. amal barbı.
amalı tügön- (АМАЛЫ ТҮГӨН-) [çaresi tükenmek] Çaresiz kalmak: “Çıñgızhаn аmаlı tügönüp, аkırındа uluttuk dоmbırаnı cаzаlаptır dеşеt.” -ÇA1. (Cengiz Han çaresiz kalıp sonunda millî dombrayı cezalandırmış diyorlar.)
amanat düynö (АМАНАТ ДҮЙНӨ) [emanet dünya] Yalan dünya.
ana başı (АНА БАШЫ) [ana başı] 1. Önder, lider, bir grubun veya topluluğun başında olan, önde gelen: “Sultаn Husеyn mırzаnın аkındаrının içinеn büt bааrının аnаbаşı cаnа bаşçısı Mаulаnа Аbd аr-Rаhmаn Cаmi bоlgоn.” -İE. (Sultan Hüseyn Bey’in şairlerinin en önde geleni ve yöneticisi Maulana Abd ar-Rahman Cami idi.) 2. Ön, baş, ön sıra: “Аlаrdın аnаbаşındа iskusstvо çеbеrlеri, cаzuuçu-аkındаr, kitеpkаnаçılаr cb.” -KT. (Onların en başında sanat uzmanları, yazarlar, şairler, kütüphaneciler vb.) 3. Yönetici: “Оо, uruk аnаbаşı, bugа çеyin еç ukpаpmın mındаydı.” -İE. (Oo, kabile yöneticisi, bu zamana kadar böylesini hiç duymamışım.) 4. Başlangıç: “Bir şiyir kеrеmеt ukmuştаrdın аnаbаşı.” -İE. (Bir şiir kerametlerin, mucizelerin başlangıcıdır.)
ana-mına degiçe (АНА-МЫНА ДЕГИЧЕ) [şurada burada demeden] 1. Bugün yarın derken: “Akılduu ana-mına degiçe, akmak kır aşıptır.” (Akıllı bugün yarın derken, ahmak geçidi aşmış.) 2. Çabucak: “Al büt bааrın аnаmınа dеgiçе bütürdü dа, kоydu.” -ÇA1. (O hepsini çabucak bitiriverdi.) 3. bk. ayta-buyta degiçe.
anan kalsa (АНАН КАЛСА) [sonra kalsa] Konuşmada düşünceyi vurgulamak için “üstelik”, “bir de” anlamında kullanılan ifade: “Аnаn kаlsа kırgızdın cеrinin kеrеmеti bir ukmuş gо!” -N. Bаytеmirоv. (Üstelik Kırgız topraklarının kerameti müthiş, ya!)
ança bolbogondo (АНЧА БОЛБОГОНДО) [o kadar olmadığında] 1. Az kalsın: “Sаbit bаykеm turbаybı, аnçа bоlbоgоndо ırgıtа çааp şеrmеndе bоlmоk еkеmin gо.” -UА. (Sabit ağabeyimmiş, az kalsın yere vurarak mahcup olacaktım.) 2. Yoksa, öyle olmasa: “Аnçа bоlbоgоndо / Аtаsı izdеp kеlbеgеndе, / Аy-tаlааdа ölöt еlе.” -CK2. (Öyle olmasa / Babası arayıp gelmese / Uçsuz bucaksız tarlada ölürdü.)
ança boldu (АНЧА БОЛДУ) [o kadar oldu] Madem öyle: “Аnçа bоldu, önörüñ bоlsо örgö çаp.” -CА. (Madem öyle, hünerini göster.)
ança emes (АНЧА ЭМЕС) [o kadar değil] 1. Çok değil, orta: “Zıyan аnçа еmеs!” -АÇ. (Zarar çok değil!) 2. İyi değil: “Munu tirüü kоyuş аnçа еmеs.” -CM. (Onu sağ bırakmak iyi değil.)
ançalık emes (АНЧАЛЫК ЭМЕС) [o kadar da değil] Pek iyi değil, istenildiği kadar değil: “Kаrаcаttı köp sаrp kılgаnı mеnеn nаtıycаsı аnçаlık еmеs.” -KT. (Çok para harcanmasına rağmen sonucu pek iyi değil.)
andan kalsa (АНДАН КАЛСА) [bundan kalsa] bk. anan kalsa.
anday attuu kün kayda (АНДАЙ АТТУУ КҮН КАЙДА) [öyle atlı gün nerede] Keşke öyle olsa: “Аndаy аttuu kün kаydа! Kеtе bеrеliçi.” -Bеrdikеyеv. (Keşke öyle olsa! Lütfen gidelim.)
anday bolsun (АНДАЙ БОЛСУН) [öyle olsun] Kutlamaya cevap verirken kullanılan, memnuniyeti ifade eden söz: “-Ayt maarek bolsun! – Anday bolsun!” (Bayramınız mübarek olsun! –Sizin de!)
anday-mınday degiçe (АНДАЙ-МЫНДАЙ ДЕГИЧЕ) [şöyle böyle demeden] bk. ana-mına degiçe.
añdı-döñdü karaba- (АҢДЫ-ДӨҢДҮ КАРАБА-) [çukura tümseğe bakmamak] 1. Etrafına bakmadan, dikkat etmeden: “Bala atasın körüp, añdı döñdü karabay çurkadı.” (Çocuk babasını görünce dikkat etmeden koştu.) 2. Önünü arkasını gözetmemek, sağına soluna dikkat etmemek: “Al añdı-döñdü karabay süylöy beret.” (O önünü arkasını gözetmeden konuşur durur.)
añgekten kaçsañ döñgökkö (АҢГЕКТЕН КАЧСАҢ ДӨҢГӨККӨ) [çukurdan kaçarsan tümseğe] Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: “Añgekten kaçsañ döñgökkö değen uşul, dosumdan caşınam dep agayga karmalıp kaldım.” (Yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak bu işte, dostumdan gizleneyim derken hocama yakalandım.)
añgeme dükön (АҢГЕМЕ ДҮКӨН) [hikâye dükkân] Sohbet: “Rоzа Törökulоvnа, аñgеmе-dükönüñüzgö çоñ rаhmаt.” -KT. (Roza Törökulovna, sohbetiniz için teşekkür ederiz.)
añgeme dükön kur- (АҢГЕМЕ ДҮКӨН КУР-) [hikâye dükkân kurmak] 1. Sohbet etmek, hoşbeş etmek: “Eköö köpkö añgeme dükön kurup oturuştu.” (İkisi uzun uzun sohbet ederek oturdular.) 2. Söyleşi yapmak, söyleşi düzenlemek: “Ay sayın añgеmе-dükön kursakçı dеp еñsеdi.” -KА. (Her ay söyleşi düzenlesek diye hayal etti.) 3. Anlatmak: “Bul cagınan bir añgеmеdükön kurup bеrbеysizbi.” -KА. (Bu konuda bir şeyler anlatmaz mısınız?)
añgüdük oy (АҢГҮДҮК ОЙ) [enayi düşünce] Tam anlaşılmayan, dağınık düşünce. “Sаpаrdın kеçееgi sözünön ulаm аñgüdük оydо kаldım.” -KM1. (Sapar’ın dünkü sözlerinden dolayı düşüncelerim dağınık.)
añı uç- (АҢЫ УЧ-) [aklı kaçmak] Dehşete düşmek: “Kаrаp turgаndаrdın аñı uçtu.” -TK. (Bakıp duranlar dehşete düştüler.)
anın betin arı kılsın (АНЫН БЕТИН АРЫ КЫЛСЫН) [onun yüzünü öte yapsın] Allah göstermesin, başımıza gelmesin: “Аnın bеtin аrı kılsın, bаlаm.” -KS2. (Allah göstermesin, oğlum!)
anın canında (АНЫН ЖАНЫНДА) [onun yanında] Ona göre, ona kıyasla: “Anın canında sen boyluuraaksıñ.” (Ona göre sen daha boylusun.)
anın cüzün arı kılsın (АНЫН ЖҮЗҮН АРЫ КЫЛСЫН) [onun yüzünü öte yapsın] bk. anın betin arı kılsın.
añkildek at- (АҢКИЛДЕК АТ-) [hoplayıp zıplamak] Hoplaya zıplaya koşmak, tepe taklak düşmek, takla atmak: “Emnеgеdir Оrоzkul azır uşеrdеn añkildеk atıp cügürgön bоydоn cеtip barıp.” -ÇA1. (Nedense Orozkul şimdi buradan hoplaya zıplaya koşarak gidip…)
ant atkır (АНТ АТКЫР) [ant vurasıca] bk. ant urgur.
ant ber- (АНТ БЕР-) [ant vermek] Ant içmek, yemin etmek: “Еkinçi bul аyıldаn uuru kılbаskа аnt bеrişti.” -BF. (Bir daha bu köyde hırsızlık yapmamaya yemin etti.)
ant içkendey (АНТ ИЧКЕНДЕЙ) [ant içmiş gibi] Ant içmiş gibi, bembeyaz kesilmek: “Аnt içkеndеy suladı.” -ЕS. (Ant içmiş gibi bayıldı.)
ant ur- (АНТ УР-) [ant vurmak] Melun olmak, lanetlenmiş olmak: “Cakın adamına kıyanat kılsa, anda anı ant urgan eken!”.(Yakın adamına hıyanet ederse, o zaman o lanetlenirmiş.)
ant urgan (АНТ УРГАН) [ant vurmuş olan] 1. Melun, lanetli: “Аnt urgаn kаpır Kаnçоrо / Kаnın içip tоygоn, bеyim? -CM. (Lanetli kâfir Kançoro / Kanını içip doymuştur?) 2. Lanetlenmiş kimse. 3. Lanet, kötü: “Аnt urgаn bееnin ökürgönü, mеn mıltıktı bаskаnçа kürptü çоçutup cibеrdi.” -MR. (Lanet kısrağın bağırması, ben tüfeği ateşleyene kadar yabani hindiyi korkutuverdi.)
ant urgur (АНТ УРГУР) [ant vurasıca] Lanet olası: “Аnt urgurdun kılgаn işin kаrа, kаrаtıp turup bilmеksеngе sаlаt.” -ОА. (Lanet olası adamın yaptığı işe bak, göz göre göre bilmemezlikten geliyor.)
ant ursun (АНТ УРСУН) [ant vursun] Vallahi, billahi: “Аnt ursun Cumаgüldöy аntkоr аyal cоk.” -KS2. (Vallahi billahi Cumagül gibi üçkâğıtçı kadın yok.)
apköy til (АПКӨЙ ТИЛ) [apköy dil] Laf cambazlığı, kandırma, tatlı dil.
apköy tilge sal- (АПКӨЙ ТИЛГЕ САЛ-) [apköy dile koymak] Tatlı dille ve laf cambazlığıyla karşıdaki kişiyi kandırmak, dil dökmek: “Atañdı tilge kel-tir – deşip apköy tilge salıştı.” -AU2. (Babanı ikna et diyerek kandırdılar.)
apsun oku- (АПСУН ОКУ-) [efsun okumak] Efsunlamak, okuyup üflemek: “Kırk üç barça kagazga, apsun okup dem saldı.” -SO (Kırk üç parça kâğıdı okuyup efsunladı.)
aptoroy curt (АПТОРОЙ ЖУРТ) [aptoroy yurt (aptoroy, dünyanın dört bir yanı)] Bütün yurt, “Aramdık körsöñ açıp ayt / Aptoroy curtka çaçıp ayt.” -SO. (Adaletsizlik görürsen açık söyle / Bütün yurda duyur.)
ar cagına ayıl kon- (АР ЖАГЫНА АЙЫЛ КОН-) [öte yanına komşu olmak] Kursağına bir lokma girmek.
ar kaçandan bir kaçan (АР КАЧАНДАН БИР КАЧАН) [her zamandan bir zaman] Her zaman, daima, sürekli, ikide bir.
ar kaysının başın ayt- (АР КАЙСЫНЫН БАШЫН АЙТ-) [rastgele şeylerin başını söylemek] bk. ar nersenin başın ayt-.
ar koşkon (АР КОШКОН) [her katılan] Derleme, toplama, biriktirme, her türlü.
ar nersenin başın ayt- (АР НЕРСЕНИН БАШЫН АЙТ-) [rastgele şeylerin başını söylemek] Havadan sudan konuşmak.
ara bök (АРА БӨК) [ara bök (bök, aşık kemiğinin konma biçimlerinden biri olup kemiğin yatma pozisyonlarından çıkıntılı üzerinin yukarıya bakan hali)] Arada (kalmak).
ara bök kal- (АРА БӨК КАЛ-) [ara bök kalmak (bök, aşık kemiğinin konma biçimlerinden biri olup kemiğin yatma pozisyonlarından çıkıntılı üzerinin yukarıya bakan hali)] 1. Kararsız kalmak, iki arada bir derede kalmak: “Altı sanı soo turup / Ara bök coldo kaldı.” -BS1. (Sağlığı sıhhati yerinde olmasına rağmen / İki arada bir derede kaldı.) 2. Uzak kalmak, bir şeyin dışında kalmak: “Alaksıp cürüp oyunga / Ara bök kalgan bilimden.” -BS1. (Oyunla oyalanarak / Bilimden uzak kalmış.)
ara bök taşta- (АРА БӨК ТАШТA-) [ara bök bırakmak (bök, aşık kemiğinin konma biçimlerinden biri olup kemiğin yatma pozisyonlarından çıkıntılı üzerinin yukarıya bakan hali)] Ortada bırakmak: “Ara coldo ara bök taştap salıp kete berdi.” -KT. (Ortada bırakıp gitti.)
ara coldo (АРА ЖОЛДО) [ara yolda] Belirsiz durumda, ortada, iki arada bir derede.
ara coldo kal- (АРА ЖОЛДО КАЛ-) [ara yolda kalmak] Belirsiz durumda, ortada kalmak, amacına, belirlediği hedefe ulaşamamak, arada kalmak.
ara künçülük (АРА КYНЧYЛYК) [ara günlük] Arası bir günlük (yol).
ara törö- (АРА ТӨРӨ-) [ara doğurmak] Erken doğum yapmak.
araanı açıl- (АРААНЫ АЧЫЛ-) [gırtlağı açılmak] 1. İştahı açılmak. 2. Aç gözlülük yapmak, insafsız olmak: “Beker malga kızıgıp açılıp ketet araanı” -TC. (Beleş mala heves edip artar aç gözlülüğü.)
araanı buzul- (АРААНЫ БУЗУЛ-) [boğazı bozulmak] Aç gözlülük yapmak, insafsız olmak: “Oy, arı cok baldar, altı küngö çıdabay araanıñar buzuldubu?” -TM1. (Hey arsız çocuklar, altı gün dayanamayıp insafsız mı oldunuz?)
araanı cür- (АРААНЫ ЖҮР-) [boğazı yürümek] 1. İşleri yoluna girmek, şansı dönmek. 2. Hükmü sürmek: “Azır alardın araanı cürüp turgan çak.” -KA1. (Şimdi onların hükmünün sürdüğü zaman); “Akçanın araanı cürgön cerde adaldık orun tappay çırkırap kaçat.” -ML. (Paranın hüküm sürdüğü yerde adalet kaçacak yer bulamaz.) 3. Hayallerine ulaşmak.
araanı küç al- (АРААНЫ КҮЧ АЛ-) [boğazı kuvvetlenmek] İştahı kabarmak: “Atak-naam aluunun ak etkenden tak etip akıygan araanı küç aldı.” -ÇA1. (Şöhret, ün kazanmak isteyenlerin iştahları kabardı.)
araanın agıt- (АРААНЫН АГЫТ-) [boğazını akıtmak] bk. araanı açıl-.
araça kıl- (АРАЧА КЫЛ-) [aracı yapmak] Dövülen birini savunmak, korumak: “Artımdan tüşkön kuugundan / Araça kılçı barsıñbı?” -ÇA1. (Рeşime düşen takipçilerden / Koruyacak biri var mı?)
araça tüş- (АРАЧА ТҮШ-) [aracı düşmek] 1. Dövülen birini savunmak, korumak. 2. Mâni olmak: “Mınday şumdukta anın kaygısına eç kim araça tüşö albas.” -ÇA (Böyle zor durumda onun üzüntüsüne kimse mâni olamaz.)
araday cerge çaraday cıyın kıl- (АРАДАЙ ЖЕРГЕ ЧАРАДАЙ ЖЫЙЫН КЫЛ-) [küçük yerde büyük toplantı yapmak] Küçük bir olayı büyütmek, abartmak, pireyi deve yapmak: “Cok cerinen çatak taap çuu salbagın ayılga, araday cerge çaraday.” (Durduk yerde köyü karıştırmayın, pireyi deve yapıp…)
araga tüş- (АРАГА ТҮШ-) [araya girmek] Ara bulmak, barıştırmak, araya girmek: “Koyuñuz Abakir bayke dep, men araga tüştüm.” -ÇA (Yapmayın Abakir ağabey deyip araya girdim.)
arak samın (АРАК САМЫН) [rakı sabun] bk. atır samın.
aralcı bol- (АРАЛЖЫ БОЛ-) [aracı olmak] Vesile olmak, sağlamak: “Karahanidder köçmön Türktördün İslam dinine ötüşünö aralcı boluşkan.” -İE. (Karahanlılar göçebe Türk boylarının İslam dinine girmesine vesile olmuşlardır.)
aram çöp (АРАМ ЧӨП) [haram ot] Zararlı ot: “Öngöngö aram çöp koyboymun.” -LÜ. (Büyümek için zararlı bitki bırakmayacağım.)
aram kan (АРАМ КАН) [haram kan(lı)] Kendi nesli olmayan, piç.
aram kıyal (АРАМ КЫЯЛ) [haram hayal(li)] Art niyetli.
aram oyluu (АРАМ ОЙЛУУ) [haram düşünceli] Kötü niyetli.
aram öl- (АРАМ ӨЛ-) [haram ölmek] 1. Gözü açık gitmek. 2. Yapayalnız ölmek: “Oşentip aram ölüptür.” -G-K. (Öyle yapayalnız ölmüş.)
aram sana- (АРАМ САНА-) [haram düşünmek] Kötü düşünmek, kuşkulanmak.
aram siydik (АРАМ СИЙДИК) [haram sidik] Babası belli olmayan, nikâhsız doğan, piç.
aram tamak (АРАМ ТАМАК) [haram boğaz] 1. Tembel, üşengeç. 2. Pisboğaz.
aram ter (АРАМ ТЕР) [haram ter] Boşa giden gayret, emek.
arañ can (АРАҢ ЖАН) [zor can(lı)] 1. Takatsiz, dermansız, mecalsiz, zayıf, bir sıkımlık canı var, canlı cenaze. 2. Dermansızca, bitkince, zar zor, güçlükle: “Kanatın arañ can küülöyt.” -CO. (Kanadını zar zor çırpıyor.)
arañ degende (АРАҢ ДЕГЕНДЕ) [zor dediğinde] bk. arañdan zorgo.
arañdan zorgo (АРАҢДАН ЗОРГО) [zordan zora] Zorla, güçlükle, zar zor: “Arañdan zorgo basıp keldi.” (Zar zor yürüyerek geldi.)
arası açıl- (АРАСЫ АЧЫЛ-) [arası açılmak] Arası açılmak, soğumak: “Tuugan arası açılgandan açıla beret.” -S-C. (Akrabaların arası devamlı açıldı.)
arasına ot cak- (АРАСЫНА ОТ ЖАK-) [arasına ateş yakmak] Arasını açmak, ara bozuculuk yapmak.
arasınan kıl ötpö- (АРАСЫНАН КЫЛ ӨТПӨ-) [arasından kıl geçmemek] Aralarından su sızmamak.
arasınan suu ötpö- (АРАСЫНАН СУУ ӨТПӨ-) [arasından su geçmemek] bk. arasınan kıl ötpö-.
aray köz çaray (АРАЙ КӨЗ ЧАРАЙ) [yüzbe yüz] bk. oroy köz çaray.
arbagı kötörül- (АРБАГЫ КӨТӨРҮЛ-) [ruhu yükselmek] 1. Ünlenmek, meşhur olmak. 2. Otoritesi yükselmek.
arbagın kötör- (АРБАГЫН КӨТӨР-) [ruhunu yükseltmek] 1. Ünlü yapmak, meşhur etmek; ruhunu okşamak. 2. Otoritesini yükseltmek.
arbak koldosun (АРБАК КОЛДОСУН) [ruh kollasın] “Ölülerin, ataların ruhları korusun, kollasın” anlamında alkış sözü: “Baarıñdı arbak koldosun.” -GO (Hepinizi atalar ruhu korusun, kollasın.)
arbak kongon (АРБАК КОНГОН) [ruh konan] Talihli, şanslı, işleri yoluna giren, şansı dönen, Allah’ın sevgili kulu: “Başında kıtay hanı ele / Arbak kongon can ele.” -CM. (Başında Çin’in hanıydı / Talihli bir hükümdarıydı.)
arbak urgur (АРБАК УРГУР) [ruh çarpasıca] “Lanet olası, ataların ruhu çarpsın!” anlamında beddua sözü: “Ata-baba dininen / Arbak urgur kaçıp-tır.” -SO. (Ataların dininden / Çıkmış lanet olası.)
arbayı suuk (АРБАЙЫ СУУК) [ruhu soğuk] Çirkin, yüzü göze hoş gelmeyen, güzel olmayan: “Arbayı suuk bir adam çıktı.” (Çirkin bir adam çıktı.)
ardak takta (АРДАК ТАКТА) [saygı tahta(sı)] Şeref kütüğü, belirli kurum ya da kuruluşlarda emeği geçmiş insanları tanıtmak için hazırlanmış pano: “Ardak gramotaları menen sıylanıp, respublikanın Ardak taktasına cazılgan.” -KB. (Takdir belgeleri ile ödüllendirilerek, şeref kütüğüne adı yazıldı.)
arı barıp, beri kel- (АРЫ БАРЫП, БЕРИ КЕЛ-) [öte gidip beri gelmek] 1. Ağır hastalık atlatmak, ölümün kapısından dönmek: “Eki colu arı barıp beri keldi.” (İki kere çok ağır hastalık atlattı.) 2. Bayılıp ayılmak, çok zorlanmak.
arı cok (АРЫ ЖОК) [arı olmayan] Ar damarı çatlamış, utanmaz, arsız.
arı kalçap, beri kalçap (АРЫ КАЛЧАП, БЕРИ КАЛЧАП) [öteye aşık atarak beriye aşık atarak] Kılı kırk yarmak, ince eleyip sık dokumak: “Arı kalçap, beri kalçap, daana bir tıyanakka kele alışpay kıynalganda Manas cardıgın ayttı.” -TM1. (Kılı kırk yarıp kesin bir sonuç alamayarak zorlandıklarında, Manas, emrini verdi.)
arı karap ıylap, beri karap kül- (АРЫ КАРАП ЫЙЛАП, БЕРИ КАРАП КҮЛ-) [öteye bakarak ağlayıp beri bakarak gülmek] Renk vermemek, sıkıntısını, üzüntüsünü, çektiği zorluğu belli etmemek: “Kempir arı karap ıylap, beri karap külüp kıyılıp turup tört şakegin berdi.” -BF. (Yaşlı kadın üzüntüsünü belli etmeksizin dört yüzüğünü verdi.)
arı ketip, beri ketip (АРЫ КЕТИП, БЕРИ КЕТИП) [öteye gidip beriye gidip] İkna olmaksızın, razı olmaksızın, gönülsüz olarak.
arı tolgonup, beri tolgon- (АРЫ ТОЛГОНУП, БЕРИ ТОЛГОН-) [öte çevrilerek beri çevrilmek] Uzun uzadıya düşünmek, derin düşünmek.
arı-beri karagança (АРЫ-БЕРИ КАРАГАНЧА) [öte beri bakana kadar] Göz açıp kapayıncaya kadar.
arı-beri kıla sal- (АРЫ-БЕРИ КЫЛА САЛ-) [öte beri yapıvermek] Çabucak, şipşak bitirmek.
arıdan beri (АРЫДАН БЕРИ) [öteden beri] Çok çabuk, çabucak, çarçabuk, çok hızlı, bir anda.
arık çıray (АРЫК ЧЫРАЙ) [zayıf yüz(lü)] Zayıfça, çok zayıf olmayan, sırım gibi: “Beti-kolu küngö küygön, orto boyluu arık çıray cigittin kebetesi köründü.” (Eli yüzü güneşten yanmış, orta boylu, çok zayıf olmayan delikanlının silüeti göründü.)
arısı üç, berisi eki (АРЫСЫ ҮЧ, БЕРИСИ ЭКИ) [ötesi üç, berisi iki] Üç aşağı, beş yukarı.
arısı-berisi kaysı (АРЫСЫ-БЕРИСИ КАЙСЫ) [ötesi berisi hangi] Hiçbir farkı yok: “Arısı-berisi kaysı, bere ber.” (Hiç fark etmez, verebilirsin.)
arka bol- (АРКА БОЛ-) [arka olmak] Destek olmak, arka olmak: “Beçaraga kalka bol, bedelsizge arka bol.” -C-Ö. (Biçareye kol kanat, garip kişiye arka ol.)
arka moynu astında kal- (АРКА МОЙНУ АСТЫНДА КАЛ-) [arka boynu altında kalmak] Kazada hayatını kaybetmek, kazadan zarar görmek, kazaya uğramak: “Bir kün bolboso bir kün arka moynu astında kalat.” -AU2. (Bugün olmasa da bir gün kazadan zarar görürsün.)
arka tut- (АРКА ТУТ-) [arka tutmak] Birini arka bulmak, destek olarak görmek.
arka-cölök bol- (АРКА-ЖӨЛӨК БОЛ-) [arka destek olmak] Arka çıkmak, destek olmak: “Baştarına mınday kıyın kıstoo kün tüşsö biribirine arka-cölök boluşkan.” -ÇA1. (Başları sıkıştığı gün birbirlerine arka çıktılar.)
arkan boyu (АРКАН БОЮ) [urgan boyu] Tahmini on metrelik uzunluk; karış kadar: “Arkan boyu cerge bargandan kiyin taşka takalıp kaldı körünöt.” -BM. (Tahminî on metrelik yere vardıktan sonra taşa takılmışa benziyor.)
arkañdı mal, aldıñdı bala bassın (АРКАҢДЫ МАЛ, АЛДЫҢДЫ БАЛА БАССЫН) [arkanı mal, önünü çocuk bassın] Arkanda malın mülkün, önünde çoluk çocuğun çok olsun! Bir yastıkta kocayın!
arkası suu- (АРКАСЫ СУУ-) [arkası soğumak] Yüreği soğumak, rahatlamak, oh çekmek: “Kan içer Törögeldi ölüp, dalay kedeydin arkası suugan.” -AJ. (Kana susamış Törögeldi ölünce birçok fakir fukaranın yüreği soğumuştu.)
arkası tiy- (АРКАСЫ ТИЙ-) [sırtı değmek] Yardımı, faydası dokunmak: “Arkası tiygen eline.” -KPA1. (Halkına faydası dokunmuştu.)
arkasın sal- (АРКАСЫН САЛ-) [arkasını koymak] Sırtını dönmek.
arkı-berkini bil- (АРКЫ-БЕРКИНИ БИЛ-) [öteyi beriyi bilmek] bk. arkı-berkini tüşün-.
arkı-berkini tüşün- (АРКЫ-БЕРКИНИ ТҮШҮН-) [öteyi beriyi anlamak] Her şeyden anlamak, görmüş geçirmiş olmak.
armanda bol- (АРМАНДА БОЛ-) [ukdede olmak] bk. armanda kal-.
armanda kal- (АРМАНДА КАЛ-) [ukdede kalmak] İçinde ukde olmak: “Seyit menen betteşpey, men armanda kaldım” -CM. (Seyit’le karşılaşamamak içimde ukde oldu.)
arpañdı kam ordukpu (АРПАҢДЫ КАМ ОРДУКПУ) [arpanı çiğ biçtik mi] Ne dedim de? Ne yaptım da?
arpasın aştıgın kam orgonsu- (АРПАСЫН АШТЫГЫН КАМ ОРГОНСУ-) [arpasını çiğ biçmiş gibi yapmak] bk. arpasın kam orgonsu-.
arpasın çiyki or– (АРПАСЫН ЧИЙКИ ОР-) [arpasını çiğ biçmek] bk. arpasın kam or-.
arpasın kam or– (АРПАСЫН КАМ ОР-) [arpasını çiğ biçmek] Kötülük yapmak, zarar vermek. “Tört tülük malın bölgülö / Arpasın kam orgula.” -ET2. (Sürülerce malını bölün / Kötülük yapıp zarar verin!)
arpasın kam orgonsu- (АРПАСЫН КАМ ОРГОНСУ-) [arpasını çiğ biçmiş gibi yapmak] Kötü bir şey yapmışçasına suçluluk duygusuna kapılmak.
artı kayırluu bolsun (АРТЫ КАЙЫРЛУУ БОЛСУН) [arkası hayırlı olsun] “Allah rahmet eylesin, geride kalanlar sağ olsun!” anlamında dilek sözü.
artık baş (АРТЫК БАШ) [fazla baş] 1. Fazla, olması gerekenden daha çok: “Romandın üçünçü bölümü artıkbaş ekendigi cana başkı kaarmandardın obrazdarı da tereñ açılbay kalgandıgı aytılgan.” -LÜ. (Romanın üçüncü bölümünün fazla olduğu ve kahramanların yeterince tasvir edilmediği söylendi.) 2. Gereksiz: “Balkim, ayrım ilim-bilimdüü, madaniyattuu adamdar üçün bul suroo artıkbaş sezilişi da ıktımal.” -ÇA1. (Belki, kimi bilgili, kültürlü insanlarca bu sorunun gereksiz olduğu hissedilebilir.)
artıkçılık ber- (АРТЫКЧЫЛЫК БЕР-) [üstünlük vermek] Daha fazla önem ve öncelik vermek: “Analitikalık materialdarga artıkçılık berilet.” -KT. (Çözümlemeli materyallere daha fazla önem ve öncelik verilir.)
artıkçılık kıl- (АРТЫКЧЫЛЫК КЫЛ-) [üstünlük yapmak] Üstünlük sağlamak: “Oyundun ekinçi bölügündö Germaniya artıkçılık kılıp aldıga çıktı.” -KT. (Oyunun ikinci bölümünde Almanya üstünlük sağlayıp öne geçti.)
artın bersin (АРТЫН БЕРСИН) [arkasını versin] “Bu son olsun, bir daha yaşanmasın, bundan sonraki iyi olsun” anlamında dilek sözü: “Kuday artın berse ele boldu.” -BM. (Allah bir daha yaşatmasın.)
artın kaçır- (АРТЫН КАЧЫР-) [arkasını kaçırmak] Paçayı sıyırmak, çekinmek, çekinerek direk konuşamamak.
artına kalbır bayla- (АРТЫНА КАЛБЫР БАЙЛА-) [arkasına kalbur bağlamak] Arkasından iş çevirmek, biriyle ilgili dedikodu yapmak, söz çıkarmak.
artınan saya tüş- (АРТЫНАН САЯ ТҮШ-) [peşinden vurarak takılmak] 1. Peşine düşmek, arkasından gitmek. 2. Peşini bırakmamak, bir kimseyi veya şeyi izlemekten vazgeçmemek. 3. Peşine düşmek, bir isteğin gerçekleşmesini sağlamaya çalışmak, bir işe dört elle sarılmak, içtenlikle girişmek: “Çıgarmanın başkı kaarmanı Santa – ilimdin artınan saya tüşüp biologiya ilimderinin doktoru degen ilimiy daracaga ee bolgon.” -LÜ. (Eserin baş kahramanı Santa, bilime dört elle sarılarak, biyoloji doktoru unvanına sahip oldu.) 4. Düşmanlık beslemek, kötülük yapmak: “Birok al doorlordo canıbarlardın artınan saya tüşüp tukum kurut kıluu seyrek boluuçu cana al calpı bardık cerge taragan körünüş emes ele.” -LG. (Fakat o dönemlerde hayvanlara kötülük yaparak onların kökünü kurutmak sık rastlanan bir durum değildi.)
artınan suu çaç- (АРТЫНАН СУУ ЧАЧ-) [arkasından su saçmak] bk. artınan topurak çaç-.
artınan sürö tüş- (АРТЫНАН СҮРӨ ТҮШ-) [arkasından takılmak] bk. artınan saya tüş-.
artınan topurak çaç- (АРТЫНАН ТОПУРАК ЧАЧ-) [arkasından toprak saçmak] “Yüzü öte olsun, tekrarı olmasın!” diye dilekte bulunarak ayin yapmak, yüzüne tükürmek; yüzünü şeytan görsün.
artınan tüş- (АРТЫНАН ТҮШ-) [arkasından düşmek] bk. artınan saya tüş-.
asa bayla- (АСА БАЙЛA-) [asarak bağlamak] Atı geminden yukarı doğru çekerek bağlamak, sıkı bağlamak: “Gülsarı gana akırında asa baylanıp, calgız kalgan.” -ÇA1. (Sonunda sadece Gülsarı, geminden yukarı bağlanmış olarak yalnız kaldı.)
asa karıbayt (АСА КАРЫБАЙТ) [asa yaşlanmaz (asa, bir tür ağaç)] Baş sağlığı dilemek için hiçbir zaman geç değildir: “Asa karıbayt, altın çiribeyt.” -ML. (Altının her zaman değerli olması gibi, baş sağlığı dilemek için de hiçbir zaman geç değildir.)
asan kaygı (АСАН КАЙГЫ) [kolay endişe] 1. Hassaslık, duygusallık, çabuk endişelenme: “Uruşarga coo kayda / Kocurabay kalıñar / Asan kaygı ne payda!” -SO (Savaşacak düşman nerede / Konuşmayı bırakın / Endişeden ne fayda!) 2. Devamlı düşünen, endişelenen, hassas, duygusal, çıtkırıldım.
asan kaygı bol- (АСАН КАЙГЫ БОЛ-) [ kolay endişe olmak] Devamlı her şeyi düşünmek, kaygılanmak, endişelenmek.
asıl tukum (АСЫЛ ТУКУМ) [asil tohum] İyi cins, saf kanlı: “Asıl tukum cılkı zootu dep atalçu.” -KA1. (İyi cins at ırkı denilirdi.)
aska bel (АСКА БЕЛ) [kaya bel (bel, yüksek olmayan dağ geçidi)] Direk, dayanak, destek: “Eline askar bel bolsun.” -SB. (Halkına destek olsun.)
askar too (АСКАР ТОО) [kayalık dağ] Dayanak, destek, direk.
asman boyu tüyül- (АСМАН БОЮ ТYЙYЛ-) [gökyüzü boyu gerilmek] bk. asman-ayga tüyül-.
asman melcigen (АСМАН МЕЛЖИГЕН) [gökyüzü(nü) direyen] Kocaman, uçsuz bucaksız, gökle kucaklaşan.
asman-ayga tüyül- (АСМАН-АЙГА ТҮЙҮЛ-) [gökyüzü Ay’a (kadar) gerilmek] Kulak asmamak, kabul etmemek, razı olmamak, reddetmek, direnmek.
asman-cerdi cañırt- (АСМАН-ЖЕРДИ ЖАҢЫРТ-) [gökyüzü yeri yankılatmak] Yeri göğü inletmek.
asmandan cerge tüşö kalganday (АСМАНДАН ЖЕРГЕ ТYШӨ КАЛГАНДАЙ) [gökyüzündden yere inivermiş gibi] bk. asmandan tüşö kalganday.
asmandan tüş- (АСМАНДАН ТYШ-) [gökyüzünden inmek] 1. Gökten zembille inmek, birden ortaya çıkmak. 2. Kolay elde edilmek, kolay bulunmak: “Asmandan tüşö kalgan cok eç nerse.” -AA1. (Hiçbir şey kolay elde edilmedi.)
asmandan tüşö kalganday (АСМАНДАН ТҮШӨ КАЛГАНДАЙ) [gökyüzündden inivermiş gibi] 1. Gökten zembille inmiş gibi: “Men bolsom asmandan tüşö kalgansıp, uşunun baarın kayradan aytıp olturam.” -ÇA1. (Ben ise, sanki gökten zembille inmiş gibi bunların hepsini tekrar söylüyorum.) 2. Beklenmedik anda ortaya çıkmış gibi.
asmandın başı (АСМАНДЫН БАШЫ) [gökyüzünün başı] Çok pahalı: “Benzindin baası asmandın başı.” (Benzin fiyatı çok yüksek.)
asmandın başına çık- (АСМАНДЫН БАШЫНА ЧЫК-) [gökyüzünün başına çıkmak] 1. Yükselmek, yükseğe çıkmak. 2. Yükselmek, yüce duruma gelmek, yücelmek. 3. Yükselmek, fiyat artmak, fırlamak, göklere çıkmak: “Benzin mintip asmandın başına çıktı.” -KA2. (Benzin fiyatı çok arttı.)
asmandın başında (АСМАНДЫН БАШЫНДА) [gökyüzünün başında] Göğün yedi kat üstünde, çok yüksekte.
asmanga atıp çık- (АСМАНГА АТЫП ЧЫК-) [gökyüzüne fırlayıvermek] 1. Göğe doğru hızlı yükselmek. 2. Fışkırmak.
asmanga kolu cetkendey (АСМАНГА КОЛУ ЖЕТКЕНДЕЙ) [gökyüzüne eli yetmiş gibi] bk. ayga kolu cetkendey.
asmanıñdı taştap ciber (АСМАНЫҢДЫ ТАШТАП ЖИБЕР) [gökyüzünü bırakıver] Elinden geleni ardına koyma, istediğini yap: “Cölöp turgan asmanıñ bolso menin üstümö taştap ciber, ayanba, oşent!” -AU2. (Gücün varsa, elinden geleni ardına koyma, acıma, öyle yap!)
astı menen (АСТЫ МЕНЕН) [altıyla] Önce, öncelikle: “Astı menen baarın tüşündürüp bereyin.” (Önce her şeyi anlatayım.)
astına cıgıl- (АСТЫНА ЖЫГЫЛ-) [altına yıkılmak] bk. butuna cıgıl-.
astına miñ koy ayda- (АСТЫНА МИҢ КОЙ АЙДА-) [altına bin koyun sürmek] bk. aldına miñ cılkı sal-.
astına olpok, üstünö üpçü bol- (АСТЫНА ОЛПОК, ҮСТҮНӨ ҮПЧҮ БОЛ-) [altına minder, üzerine süs olmak] Dalkavukluk, yalakalık yapmak, ayağının altına paspas olmak; üstüne titremek; gözünün içine bakmak.
astına tüş- (АCTЫНА ТҮШ-) [altına düşmek] bk. aldına tüş-.
astınan kıya baspa- (АСТЫНАН КЫЯ БАСПA-) [altından keserek yürümemek] Çok fazla saygı göstermek, hürmet etmek, üzerine titremek, başının tacı etmek.
astınan kıya ötpö- (АСТЫНАН КЫЯ ӨТПӨ-) [altından keserek geçmemek] bk. astınan kıya baspa-.
astınan öt- (АCTЫНАН ӨТ-) [altından geçmek] bk. aldınan öt-.
astın-üstün bol- (АСТЫН-ҮСТҮН БОЛ-) [alt üst olmak] Alt üst olmak, altı üstüne gelmek: “Cer astı- üstü bolo tüşkönsüdü maga.” -CK2. (Yer, alt üst olmuş gibi sezildi bana.)
astın-üstün kıl- (АСТЫН-ҮСТҮН КЫЛ-) [alt üst etmek] Altını üstüne getirmek.
astı-üstünö (АСТЫ-ҮСТҮНӨ ТҮШ-) [altı üzerine düşmek] bk. aldı-üstünö tüş-.
astı-üstünö tüş- (АСТЫ-ҮСТҮНӨ ТҮШ-) [altı üstüne düşmek] bk. aldıüstünö tüş-.
aş başı (АШ БАШЫ) [aş başı] Ölmüşlerin ruhu için verilen yemeği hazırlayanların başında olan kişi.
aş bışım (АШ БЫШЫМ) [aş pişecek kadar (zaman)] Yemek pişinceye kadar geçen vakit: “Alış, beriş bolcolu aş bışımça sozuldu.” -AU2. (Alış veriş tahminen bir yemek pişirimlik vakte kadar uzadı.)
aş bol- (АШ БОЛ-) [hazmedilmek] Hazmedilmek, sindirilmek.
aş bolsun (АШ БОЛСУН) [aş olsun; hazmolsun] Afiyet olsun.
aş bolumduu (АШ БОЛУМДУУ) [yemek olabilecek / kolay hazmedilen (yemek)] Kolay hazmedilen: “Töö kuştun eti ötö aş bolumduu cana adamdın den-sooluguna paydaluu.” -КТ. (Deve kuşunun eti kolay hazmedilir ve insan sağlığı için faydalıdır.)
aş katık (АШ КАТЫК) [yemek tatlandırıcı] 1. Az miktarda, biraz. 2. Tek, yegâne.
aşa çap- (АША ЧАП-) [aşıp koşturmak] 1. Çok abartmak: “Munun aşa çapkan ceri dele bolboyt.” -ÇÖ. (Bunun abartılacak bir tarafı da olmaz.) 2. Haddini aşmak, ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek.
aşa keç- (АША КЕЧ-) [aşıp geçmek] 1. Önemsememek, hiçe saymak, her şeye boşvermek. 2. Haddini aşmak, ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek.
aşıgı alçı kon- (АШЫГЫ АЛЧЫ КОН-) [aşık kemiği alçı konmak (Alçı, aşık kemiğinin dik olarak konduğundaki üzerinde çukuru olup yukarıya bakan tarafı. Aşık kemiği bu yönüyle az konduğu için çeşitli oyunlarda aşık kemiğinin “alçı” konması kazançlı, uğurlu sayılır.)] bk. aşığı alçı tur-.
aşıgı alçı tur- (АШЫГЫ АЛЧЫ ТУР-) [aşık kemiği alçı konmak (Alçı, aşık kemiğinin dik olarak konduğundaki üzerinde çukuru olup yukarıya bakan tarafı. Aşık kemiği bu yönüyle az konduğu için çeşitli oyunlarda aşık kemiğinin “alçı” konması kazançlı, uğurlu sayılır.)] İşleri yoluna girmek, bahtı açılmak, şansı yaver gitmek.
aşıgı aykür tur- (АШЫГЫ АЙКҮР ТУР-) [aşık kemiği aykür konmak (Aykür, diğer adıyla “alçı” olup aşık kemiğinin dik olarak konduğundaki üzerinde çukuru olup yukarıya bakan tarafı. Aşık kemiği bu yönüyle az konduğu için çeşitli oyunlarda aşık kemiğinin bu tarz konması kazançlı, uğurlu sayılır.)] bk. aşığı alçı tur-.
aşık attır- (АШЫК АТТЫР-) [aşık kemiği oynatmak] Bayram yapmak.
aşka aralaş- (АШКА АРАЛАШ-) [yemeğe karışmak] 1. Ciddi bir hastalıktan kurtularak sağlıklı bir insan olmak. 2. Adamdan sayılmaya başlamak, varlıklı hayat geçirmeye başlamak.
aşka cük, başka cük (АШКА ЖҮК, БАШКА ЖҮК) [yemeğe yük, başa yük] Asalak, otlakçı.
aşka cük, başka cük bol- (АШКА ЖҮК, БАШКА ЖҮК БОЛ-) [aşa yük, başa yük olmak] 1. Birine yük olmak, kendisi için başkasına para harcatmak, masraf yaptırmak. 2. Yük olmak, zahmet, sıkıntı vermek.
aşkabak baş (АШКАБАК БАШ) [kabak baş] Akılsız baş.
aşkere kıl- (АШКЕРЕ КЫЛ-) [aşikar etmek] Aşikâr etmek, ortaya çıkarmak, gerçeği gözler önüne sermek, belli etmek: “Oorunu caşırsa ölüm aşkere kılat değen.” -IK. (Hastalığı saklasa, ölümün gelişi onu ortaya çıkarır.)
aş-paş degiçe (АШ-ПАШ ДЕГИЧЕ) [ap paş diyene kadar] Kaşla göz arasında, o bu derken: “Aş-paş debey bir döbö kürüç payda boldu.” -BF. (Kaşla göz arasında tepe büyüklüğünde pirinç ortaya çıktı.)
aştan aykın (АШТАН АЙКЫН) [yemekten (daha) açık] bk. aştan bışık.
aştan bışık (АШТАН БЫШЫК) [yemekten (daha) pişkin] Açık ve net, gün gibi ortada.
aştan bışık (АШТАН БЫШЫК) [yemekten (daha) pişkin] Açık ve net.
at arıt- (АТ АРЫТ-) [at yorultmak] Uzak yerden gelmek, çok uzun yol katetmek: “Afrika ölkölörünön, atügül Urugvay, Braziliya öñdüü ıraakı ölkölördön da jurnalistter at arıtıp kelişiptir.” -KT. (Afrika ülkelerinden, hatta Uruguay ve Brezilya gibi uzak ülkelerden gazeteciler, çok uzun yol katedip gelmişler.)
at arıtıp, col karıt- (АТ АРЫТЫП, ЖОЛ КАРЫТ-) [at yorultup yol eskitmek] bk. at arıt-.
at asmandan deçü ele (АТ АСМАНДАН ДЕЧҮ ЭЛЕ) [at gökyüzünden derlerdi] Adın gökten verildiği ve kaderle de ilgisi olduğuna ilişkin eski bir inançla ilgili “ad gökten verilir” anlamında kullanılan söz.
at baygelüü bolsun (АТ БАЙГЕЛҮҮ БОЛСУН) [at şanslı olsun] At yarışında, atın yenmesi için şans dileme sözü.
at boroyun sıdır- (АТ БОРОЮН СЫДЫР-) [at boranını sıvazlamak] Atla uzak yol katetmek, her yeri dolaşmak: “At boroyun sıdırıp / Cerdin cüzün kıdırıp…” -ET2. (Uzak yol katederek / Yeryüzünü dolaşıp…)
at cabuu bol- (АТ ЖАБУУ БОЛ-) [at örtü(lü) olmak] Hava kapanmak, bulutlanmak.
at calın tart- (АТ ЖАЛЫН ТАРТ-) [at yelesini çekmek] Büyümek, boylu poslu, yetişkin olmak, büluğa ermek; boy vermek.
at calın tartıp min- (АТ ЖАЛЫН ТАРТЫП МИН-) [at yelesini çekip binmek] bk. at calın tart-.
at calına kazan as- (АТ ЖАЛЫНА КАЗАН АС-) [at yelesine kazan koymak] At üstünde yol için hazırlanmış olan yiyecekten atıştırmak: “Colooçu at calına kazan asat.” -ML. (Yolcu at üstünde yiyecek atıştırır.)
at calınan (АТ ЖАЛЫНАН) [at yelesinden] bk. at üstünön.
at calınan tap- (АТ ЖАЛЫНАН ТАП-) [at yelesinden bulmak] Başkalarının sırtından geçinmek, asalak yaşamak, otlakçılık yapmak.
at cıgaçtay (АТ ЖЫГАЧТАЙ) [at ağaç gibi] Çok zayıf, bir deri bir kemik, çubuk gibi.
at çabım (АТ ЧАБЫМ) [at koşturacak (kadar yer)] Kırgızlarda yaklaşık 25-30 km. mesafeyi belirten söz.
at kara til bolgondo (АТ КАРА ТИЛ БОЛГОНДО) [at kara dil olduğunda] Bahar bitip yaz geldiğinde, atın yaylada ot yemekten dilinin karardığı zaman: “At kara til bolgondo / Toguz ayga tolgondo…” (At kara dil olduğunda / dokuz ay dolduğunda…)
at kara til mezgilde (АТ КАРА ТИЛ МЕЗГИЛДЕ) [at kara dil zaman(ın) da] bk. at kara til bolgondo.
at keserden (АТ КЕСЕРДЕН) [at keserden] Atın göğsüne kadar, kamış boyu.
at koşçu (АТ КОШЧУ) [at eşlik eden] 1. tar. Yoldaş, refakatçi, eskiden saygın kişilerin yolculuklarında onlara eşlik eden kişi: “Canına bir at koşçu alıp, alıs sapar colgo ketti.” -TM1. (Yanına bir refakatçi alıp uzun bir seyahate çıktı.) 2. Subayın yardımcısı er. 3. Hizmetçi.
at koy- (АТ КОЙ-) [at koymak] 1. Dizgini salıvermek. 2. Saldırmak.
at kulak (АТ КУЛАК) [at kulak] Çok yıllık bir bitki.
at mayı (АТ МАЙЫ) [at yağı] 1. Bir kişinin atını ödünç alma. 2. Ödünç alınan at için verilen para vb.
at öltürö kel- (АТ ӨЛТҮРӨ КЕЛ-) [at öldürüp gelmek] Canını dişine sıkmak.
at salış- (АТ САЛЫШ-) [at koyuşmak] Rekabet etmek, yarışmak, boy ölçüşmek.
at soorusun sal- (АТ СООРУСУН САЛ-) [at sağrını salmak] Geriye, geldiği yöne doğru kaçmak, geri çekilmek.
at terdetpey (АТ ТЕРДЕТПЕЙ) [at terletmeden] Fazla güç harcamadan, çok yorulmadan, zorlanmadan, çabalamadan.
at teri kaytpa- (АТ ТЕРИ КАЙТПA-) [at teri dönmemek] Emeği boşa gitmek, boşuna uğraşmak, boşuna zahmete girmek.
at teri kıl- (АТ ТЕРИ КЫЛ-) [at teri yapmak] Çilemek, çiselemek, kısa süreli yağmur geçişi olmak.
at tezegin kurgatpa- (АТ ТЕЗЕГИН КУРГАТПА-) [at tezeğini kurutmamak] Aradan fazla vakit geçmeden, sık sık uğramak: “At tezegin kurgatpay kelip turat.” (Sık sık geliyor.)
at tokuur (АТ ТОКУУР) [at eyerleyici] 1. Seyis, at bakıcısı. 2. Erkek çocuk.
at üstündö (АТ ҮСТҮНДӨ) [at üzerinde] Yöneticilik: “Al ömür boyu at üstündö cürdü.” (O hayatı boyunca yöneticilik yaptı.)
at üstünön (АТ ҮСТҮНӨН) [at üzerinden] Üstünkörü, yüzeysel.
at üstünön tap- (АТ ҮСТҮНӨН ТАП-) [at üzerinden bulmak] bk. at calınan tap-.
at üstünön tüşpö- (АТ ҮСТҮНӨН ТҮШПӨ-) [at üzerinden inmemek] Devamlı yöneticilik yapmak.
ata arbagı car bol- (АТА АРБАГЫ ЖАР БОЛ-) [baba ruhu yâr olmak] Allah yardımcısı olmak.
ata bezer (АТА БЕЗЕР) [baba bezen] Asi, baş eğmeyen, dik kafalı.
ata konuş (АТА КОНУШ) [baba yurt] 1. bk. ata-curt 2. Baba ocağı: “Ata konuştarına kayta aylanıp kelişti.” -AU2. (Baba ocağına tekrar dönüp geldiler.)
ata meken (АТА МЕКЕН) [baba mekan] bk. ata-curt.
ata sakal eegine büt- (АТА САКАЛ ЭЭГИНЕ БҮТ-) [baba sakal(ı) çenesine bitmek] 1. Çoluk çocuk sahibi olmak (erkekler için). 2. Yaşını başını almak, yaşlanmak, ihtiyarlamak, kocamak (erkekler için).
ata tayagın karma- (АТА ТАЯГЫН КАРМА-) [baba dayağını tutmak] Atalardan kalan gelenekleri devam ettirmek.
ata-baladay bol- (АТА-БАЛАДАЙ БОЛ-) [baba çocuk gibi olmak] Çok samimi olmak, çok yakın olmak.
ata-cotosuna cet- (АТА-ЖОТОСУНА ЖЕТ-) [baba ceddine yetmek] Birine çok kızmak, ağır sözler söylemek, sövmek, küfretmek, yerin dibine batırmak.
ata-curt (АТА-ЖУРТ) [ata yurt] Babaların mekan, mesken ettiği yer, yurt.
atagı cer car- (АТАГЫ ЖЕР ЖАР-) [şöhreti yer yarmak] Şan şöhret sahibi olmak, ünlenmek, tanınmak.
atagı taş car- (АТАГЫ ТАШ ЖАР-) [şöhreti taş yarmak] bk. atagı cer car-.
atam zaman (АТАМ ЗАМАН) [babam(ın) zaman(ı)] Eski zaman, fi tarihi.
atam zamandan beri (АТАМ ЗАМАНДАН БЕРИ) [babam zaman(ın)dan beri] Ta eski zamanlardan beri, eskiden beri.
ataña naalat (АТАҢА НААЛАТ) [babana lanet] “Lanet olası!” anlamında memnuniyetsizliği bildiren söz.
atañdın başı (АТАҢДЫН БАШЫ) [babanın başı] ‘Yok devenin nalı!’ anlamında söylenen söz.
atañdın etin cegir (АТАҢДЫН ЭТИН ЖЕГИР) [babanın etini yiyesice] bk. atañdın kanın iç.
atañdın kanın iç (АТАҢДЫН КАНЫН ИЧ-) [babanın kanını iç] ‘Babanın kanın içesin’ anlamında tartışma ya da kavgada söylenen kargış söz.
atañdın körü (АТАҢДЫН КӨРҮ) [babanın mezarlığı] 1. Memnun olmama, beğenmeme durumunda kullanılan ünlem. 2. Pişman olunca “Eyvah!” anlamında kullanılır.
atanı arman (АТАНЫ АРМАН) [babanı ukde] Pişmanlığı, sıkıntıyı bildirmede “eyvah, yazık” anlamlarında söylenen söz.
atanı kokuy (АТАНЫ КОКУЙ) [babanı eyvah] Vah eski günler.
atanın arbagına koy- (АТАНЫН АРБАГЫНА КОЙ-) [babanın ruhuna koymak] Allah’a havale etmek.
atanın balası (АТАНЫН БАЛАСЫ) [babanın çocuğu] 1. İnsan evladı. 2. Babasının oğlu, her yönüyle babasına benzeyen erkek çocuğu. 3. Er kişi, sözüne güvenilir.
atanın uulu (АТАНЫН УУЛУ) [babanın oğlu] bk. atanın balası.
atasın közünö körsöt- (АТАСЫН КӨЗҮНӨ КӨРСӨТ-) [babasını gözüne göstermek] bk. akesin taanıt-.
atasın okut- (АТАСЫН ОКУТ–) [babasını okutmak] bk. akesin taanıt-.
atasın taanıt- (АТАСЫН ТААНЫТ -) [babasını tanıtmak] bk. akesin taanıt-.
atasının akısı kalba- (АТАСЫНЫН АКЫСЫ КАЛБA-) [babasının hakkı kalmamak] 1. Hiçbir isteği, beklentisi kalmamak. 2. Hiç hakkı olmamak.
atasının kunun al- (АТАСЫНЫН КУНУН АЛ-) [babasının kan parasını almak] Fiyatını yükseltmek, astronomik fiyata çıkarmak.
atı cok (АТЫ ЖОК) [adı yok] Yüzük parmağı.
atı ırgayday, özü torgoydoy (АТЫ ЫРГАЙДАЙ, ӨЗҮ ТОРГОЙДОЙ) [atı taşarmudu gibi, kendisi toygar gibi] Çok zayıf, bir deri bir kemik.
atı öç- (АТЫ ӨЧ-) [adı sönmek] Tamamen unutulmak.
atın çıgar- (АТЫН ЧЫГАР-) [adını çıkarmak] Adını duyurmak: “İlim-bilim caatında özdörünün atın çıgarışkandıgı tarıhtan maalım.” -İE. (Bilim alanında kendi adlarını duyurdukları tarihte de görülmektedir.)
atıñ öçkür (АТЫҢ ӨЧКҮР) [adın sönesice] 1. Bir kişinin adını hatırlamaya çalışırken “Adını sen söyle!” anlamında söylenen söz. 2. Nefret edilen, sevilmeyen bir kişiden bahsedilirken “Yok olası!” anlamında söylenen kargış sözü.
atın öçür- (АТЫН ӨЧҮP-) [adını silmek] 1. Adını silmek, tamamen unutulmasını sağlamak. 2. Tamamen yok etmek.
atın sat- (АТЫН САТ-) [adını satmak] Amacına ulaşmak için birinin adını kullanmak, sırtından geçinmek, birisinin adını kullanmak.
atıp çık- (АТЫП ЧЫК-) [fırlayıp çıkmak] bk. atıp tur-.
atıp tur- (АТЫП ТУР-) [fırlayıp kalkmak] Yerinden fırlamak: “Çıdabadı, atıp turdu ordunan.” -AA4. (Dayanamadı, fırladı yerinden.)
atır samın (АТЫР САМЫН) [ıtır sabun] Kokulu sabun: “Atır samınga cuulgan cüzaarçının cıtı bedenin cıtın basıp turdu.” -ÇA1. (Kokulu sabunla yıkanan yüz havlusu, yoncanın kokusunu bastırdı.)
atka ceñil, tayga çak (АТКА ЖЕҢИЛ, ТАЙГА ЧАК) [ata hafif, taya uygun] 1. Atik, çevik, becerikli, tez canlı: “Atka ceñil, tayga çak Erkinbek baatır boldu.” -ÇA1. (Atik, çevik Erkinbek, kahraman oldu.) 2. Hafife alınan, değersiz.
atka kon- (АТКА КОН-) [ada konmak] 1. Ad verilmek, adlandırılmak. 2. Lakap takmak, lakap almak: “A kezde bolso Edigey ali Borondu atka kono elek.” (O zamanlarda ise, Edigey hâlâ Borondu lakabını almamıştı.)
atka miner (АТКА МИНЕР) [ata binici] 1. esk. Zengin. 2. Yönetici. 3. Memur, bürokrat.
atka mingende ele kıyşık otur- (АТКА МИНГЕНДЕ ЭЛЕ КЫЙШЫК ОТУР-) [ata bindiğinde eğri oturmak] İşe başlarken yanlış başlamak, en başında yanlış adım atmak.
atkan oktoy (АТКАН ОКТОЙ) [fırlamış mermi gibi] Çabuk, hızlı, hemen.
attan oop tüş- (АТТАН ООП ТҮШ-) [attan ağıp düşmek] Gönülden istemek, heves etmek.
attanar ayak (АТТАНАР АЯК) [yola çıkacak an] Misafirler yola çıkarken verilen yiyecek, içecek veya içki.
attanganda ele köçügü kıyşık bol- (АТТАНГАНДА ЭЛЕ КӨЧҮГҮ КЫЙШЫК БОЛ-) [tâ ata bindiğinde eğri oturmak] bk. atka mingende ele kıyşık otur-.
attanıp tüş- (АТТАНЫП ТҮШ-) [ata binip düşmek] İşi iyi yapabilmek, elinden gelmek, becermek, ustalıkla yapmak: “Attanıp tüşkön çeberlerdin cekeçe çıgarmaçılık kuduretine tıgız baylanışat.” -AA3. (İşi iyi yapan ustaların kendine özgü sanatçılığı ile yakından ilgilidir.)
attan-töödön tüşköndöy (АТТАН-ТӨӨДӨН ТҮШКӨНДӨЙ) [attan deveden düşmüş gibi] Kaba, kötü, patavatsız, dağdan inmiş gibi.
attap tondop ciber- (АТТАП ТОНДОП ЖИБЕР-) [at kürkle göndermek] bk. attap tondop cönöt-.
attap tondop cönöt- (АТТАП ТОНДОП ЖӨНӨТ-) [at kürkle göndermek] Biri yola çıkarken gerekli eşyalarını hazırlamak, donatmak.
attın kaşkasınday (АТТЫН КАШКАСЫНДАЙ) [atın akıtmalısı gibi] Gün gibi ortada, açık, net.
attın kaşkasınday taanımal (АТТЫН КАШКАСЫНДАЙ ТААНЫМАЛ) [at(ın) akıtması gibi ünlü] Ünlü, meşhur: “Atpay curtka attın kaşkasınday taanımal, aytıluu manasçı Sayakbay Karalayev.” -CAT. (Tüm yurtta tanınan ünlü manasçı Sayakbay Karalayev.)
attın kaşkasınday taanımal bol- (АТТЫН КАШКАСЫНДАЙ ТААНЫМАЛ БОЛ-) [at(ın) akıtması gibi ünlü olmak] Ünlü olmak.
attın kulagı menen teñ oyno- (АТТЫН КУЛАГЫ МЕНЕН ТЕҢ ОЙНО-) [atın kulağıyla eşit oynamak] Ustaca ata binmek, at koşturmak, at oynatmak.
ay arası (АЙ АРАСЫ) [ay(lar) arası] Yeni aydan önceki zaman, iki ay arası: “Köçüü bеştin ayının ay arası ötköndön kiyin bоlоt.” -CT. (Göç, Mayısta yeni ay doğduktan sonra gerçekleşecek.)
ay aylanıp, cıl tegerenbey (АЙ АЙЛАНЫП, ЖЫЛ ТЕГЕРЕНБЕЙ) [ay dönüp yıl geçmeden] Ay dönüp yıl geçmeden.
ay batkanday bol- (АЙ БАТКАНДАЙ БОЛ-) [ay batmış gibi olmak] 1. Kaygılanmak, tasalanmak, ümitsiz kalmak, dünyası kararmak. 2. Yok olmak, ölmek.
ay batkanday kıl- (АЙ БАТКАНДАЙ КЫЛ-) [ay batmış gibi yapmak] 1. Kötü durumda bırakmak, üzüntü çektirmek. 2. Yok etmek, öldürmek: “Аrstаndаn kаlgаn cаlgızdı / Аy bаtkаndаy kılgаn, bеyim?” -CM. (Aslandan kalan yalnızı / Öldürdü mü, acaba?)
ay camalduu (АЙ ЖАМАЛДУУ) [ay yüzlü] Ay yüzlü: “Kаrıyanın dаgı dа еrkе kızı bаr еkеn / Bоz cigittеr köz sаlgаn аy cаmаlduu аruu еkеn.” -ÇA1. (İhtiyarın başka bir gözde kızı varmış / Delikanlıların göz koyduğu ay yüzlü güzelmiş.)
ay celesi (АЙ ЖЕЛЕСИ) [Ay ağı] gkb. Ayın etrafında oluşan renkli halka.
ay cüzdüü (АЙ ЖҮЗДҮҮ) [ay yüzlü] bk. ay camalduu.
ay çapçı- (АЙ ЧАПЧЫ-) [ay eşelemek] Gücünden yerinde duramamak: “Аzır cаşооñ kеndiriñdi cоk kеskеn / Аy çаpçıgаn tulpаr cоlun оk kеskеn.” -АА. (Şimdi hayatını, umudunu yokluk bitirir / Gücünden yerinde duramayan atın yolunu ok keser.)
ay çırayluu (АЙ ЧЫРАЙЛУУ) [ay çehreli] bk. ay camalduu.
ay dalı (АЙ ДАЛЫ) [Ay kürek kemiği] 1. Kürek kemiğinin üst kısmı. 2. Sırt: “Аtаkеsi Çubаktаn / Аtаyın kаlgаn аsıl mülk / Аsıngаn аy dаlıgа.” -CM. (Babacığı Çubak’tan / Özellikle miras kalan asil mülkü / Asmıştı sırtına.)
ay deer aco, koy deer koco cok (АЙ ДЭЭР АЖО, КОЙ ДЭЭР КОЖО ЖОК) [“Ay” diyecek yönetici, “bırak” diyecek hoca yok] bk. ay degen aco, koy degen koco cok.
ay degen aco, koy degen koco cok (АЙ ДЕГЕН АЖО, КОЙ ДЕГЕН КОЖО ЖОК) [“Ay” diyen yönetici, “bırak” diyen hoca yok] Akıl verip düzene sokan veya göz kulak olan kimsesi yok: “Аzır kоy dеgеn kоcо, аy dеgеn аcо cоktо kаnçаdаn kоzu töldötüp cаtаsız?” -KT. (Şimdi göz kulak olan kimse yokken koyunlar yılda kaç kuzu veriyor.)
ay dese arkı cok, kün dese körkü cok (АЙ ДЕСЕ АРКЫ ЖОК, КҮН ДЕСЕ КӨРКҮ ЖОК) [Ay dersen hoşluğu yok, Güneş dersen güzelliği yok] Çok güzel, güzeller güzeli: “Аl bir künü cаtıp tüş köröt, tüşündö аy dеsе аrkı cоk, kün dеsе körkü cоk bir kız körüp, аgа аşık bоlоt.” -BF. (O, bir gün düş görür, düşünde güzeller güzeli bir kız görür ve ona âşık olur.)
ay dese arksız kün dese körksüz (АЙ ДЕСЕ АРКСЫЗ КҮН ДЕСЕ КӨРКСҮЗ) [Ay dersen hoş olmayan, Güneş dersen güzel olmayan] bk. ay dese arkı cok, kün dese körkü cok.
ay moyunda- (АЙ МОЮНДА-) [ay boyunlamak] Yaklaşmak.
ay talaa (АЙ ТАЛАА) [ay tarla] Issız yer: “Аy tаlааdаn kеzigip / Külаyım kızın аlıpmın / Küyütkö mıktаp kаlıpmın.” -TЕ. (Issız yerde karşılaşıp / Külayım kızını almışım / Derde iyice düşmüşüm.)
ay tuyak (АЙ ТУЯК) [ay toynak] 1. At: “Cеr cüzündö аy tuyak / Аkkulаgа tеñеlbеyt.” -SK1. (Yeryüzündeki atlar / Akkula’ya denk değil.) 2. Kurbanlık veya adaklık at: “Аy tuyakkа bее аlıp / Аsаbа cеlеk tuu аlıp…” -S-C. (Kurbanlık kısrak alıp / Sancak bayrak alıp…)
ay tuyak çal- (АЙ ТУЯК ЧАЛ-) [Ay toynak çalmak] Kurban veya adak kesmek: “Dеp, оşоntüp Kаrаçа / Mеñsiz аk bоz bее аldı, -dеyt / Аy tuyakkа çаldı, -dеyt.” -SK1. (Böylece Karaca / Lekesiz ak kısrak aldı, der / Onu kurban kesti, der.)
ayagı asmanga çık- (АЯГЫ АСМАНГА ЧЫК-) [ayağı gökyüzüne çıkmak] Yaptıkları ortaya çıkarak rezil olmak.
ayagı cerge tiybe- (АЯГЫ ЖЕРГЕ ТИЙБE-) [ayağı yere değmemek] 1. Durup dinlenmeden koşturmak: “Urunup kerinip keçke çeyin ayagı cerge tiygen cok.” -AU2. (Akşama kadar durup dinlenmeden koşturdu.) 2. Hiç oturmadan hareket etmek.
ayagı kesil- (АЯГЫ КЕСИЛ-) [ayağı kesilmek] bk. ayagı tıyıl-.
ayagı menen tik tur- (АЯГЫ МЕНЕН ТИК ТУР-) [ayağıyla dik durmak] Bir kişiye fedakârca hizmet etmek.
ayagı oordo- (АЯГЫ ООРДО-) [ayağı ağırlaşmak] Güçlükle yürümek, yürümekte zorlanmak.
ayagı say tappa- (АЯГЫ САЙ ТАППA-) [ayağı say bulmamak (say, nehir yatağı)] 1. Dönüp dolaşmak, oradan oraya dolaşıp durmak: “Izgıgan boydon ayagı say tappay ketet.” -ÇA1. (Durup dinlenmeksizin dönüp dolaşır.) 2. Bir yerde yaşayamamak, devamlı yer değiştirmek. 3. Devamlı değişken, kararsız olmak. 4. Davranışları ağırbaşlı olmamak.
ayagı suyuk (АЯГЫ СУЮК) [ayağı sıvı] Oynak, hoppa, hafif (kadın veya erkek.)
ayagı suyul- (АЯГЫ СУЮЛ-) [ayağı seyrelmek] Azalmak, seyrekleşmek: “Tört tarapka ötkön eldin ayagı suyulbayt.” -CAT. (Dört bir yana dağılan halk azalmaz.)
ayagı tıyıl- (АЯГЫ ТЫЙЫЛ-) [ayağı yasaklanmak] Ayağı kesilmek, gelmemek, uğramamak: “Kudasöök, dos-tamırlardın ayagı tıyılbadı.” -UA (Hısım akrabanın, eşin dostun ayağı kesilmedi.)
ayagı üzül- (АЯГЫ ҮЗҮЛ-) [ayağı kesilmek] bk. ayagı tıyıl-.
ayagıbız ceñil bolsun (АЯГЫБЫЗ ЖЕҢИЛ БОЛСУН) [ayağımız hafif olsun] Hastayı ziyaret edince söylenen “geçmiş olsun, Allah şifa versin” anlamında dilek sözü.
ayagına cıgıl- (АЯГЫНА ЖЫГЫЛ-) [ayağına yıkılmak] bk. butuna cıgıl-.
ayagına çık- (АЯГЫНА ЧЫК-) [ayağına çıkmak] 1. Sonuna gelmek, bitirmek, tüketmek: “Arstanbek sözünün ayagına çıkpay toktop kaldı.” -GE. (Arstanbek, sözünü bitirmeden sustu.) 2. Bitirmek, yerine getirmek, sonuçlandırmak: “Keçeeten ayagına çıkpagan işim turat.” -CO. (Dünden kalan bitmemiş bir işim var.)
ayagınan çañ çıkkan (АЯГЫНАН ЧАҢ ЧЫККАН) [ayağından toz çıkan] Çevik, gözü pek, becerikli, elinden her şey gelen.
ayak alıp içer uluu (АЯК АЛЫП ИЧЕР УЛУУ) [kâse alıp içen büyüğü] Yaşça biraz büyük.
ayak astı kıl- (АЯК АСТЫ КЫЛ-) [ayak altı yapmak] Ayaklar altına almak, haysiyetine dokunmak.
ayak astınan (АЯК АСТЫНАН) [ayak altından] Gizlice, bildirmeden, el altından.
ayak bas- (АЯК БАС-) [ayak basmak] 1. Ayak atmak, girmek. 2. Ayak atmak, ilk kez gitmek. 3. Kadem basmak, belli bir yaşa gelmek.
ayak boşotor (АЯК БОШОТОР) [kase boşaltıcı] 1. Tembel, hazırcı. 2. Ele bakan, başkasına muhtaç.
ayak ıloo (АЯК ЫЛОО) [ayak bineği] Bir şekilde ya da güçlükle tedarik edilen binek: “At tabılgıça biz ayak ıloo bolo turabız.” -AU2. (At bulununcaya kadar, biz bir şekilde binek tedarik edelim.)
ayak öödö (АЯК ӨӨДӨ) [ayak yukarı] Aşağıdan yukarıya doğru.
ayak serppe- (АЯК СЕРППE-) [ayak serpmemek] Hareketsiz, donakalmаk: “Ayak serppey otura ketti.” -AU2. (Hareketsizce oturakaldı.)
ayak-başın cıyna- (АЯК-БАШЫН ЖЫЙНA-) [ayak başını toplamak] Sağını solunu toparlamak: “Ayak-başın çogultup, baarın cıynap alıptır.” -SO. (Sağını solunu toplayıp hepsini düzenlemiş.)
ayak-başın tappa- (АЯК-БАШЫН ТАППA-) [ayak başını bul(a)mamak] Başını sonunu bilememek, kestirememek.
ayal canduu (АЯЛ ЖАНДУУ) [kadın canlı] Çapkın, hovarda.
ayaldıkka al- (АЯЛДЫККА АЛ-) [kadınlığa almak] Kadını eş olarak almak, evlenmek: “Nike kıyıp, ayaldıkka alat.” -BF. (Nikâh kıyarak, onunla evlenir.)
ayan ber- (АЯН БЕР-) [alamet vermek] Önceden belirtisi hissedilmek, olacak iş, olayın alametlerini almak.
ayaz ata (АЯЗ АТА) [ayaz baba] Noel baba: “Ayaz ata cakşı ırdagandarga, biylegenderge belek taratat.” -CO. (Noel baba, güzel şarkı söyleyenlere ve dans edenlere hediye dağıtır.)
aybat kıl- (АЙБАТ КЫЛ-) [heybet yapmak] Cesaret göstermek: “Aybat kılıp tura albay / Katarlaşıp kaçkanı.” -CM. (Cesaret gösteremeyip / Katar katar kaçtılar.)
aybat körsöt- (АЙБАТ КӨРСӨТ-) [heybet göstermek] Karşılık vermek: “Oroz kolundagı tayaktı cañsap aybat körsöttü ele öcörlöngön it bolor emes.” -KS2. (Oroz elindeki dayağı sallayıp karşılık vermesine rağmen inatlaşan köpek duracak gibi değildi.)
ayça bel (АЙЧА БЕЛ) [Ay kadar bel] İnce bel: “Kırmızı köynök, ayça bel / Kızın tartuu bersin de!” -SK1. (Kırmızı elbiseli, ince belli / Kızını armağan etsin de!)
aydan açık (АЙДАН АЧЫК) [Ay’dan açık] Apaçık, besbelli, aydan arı, günden duru: “Bul ayırmaçılıktın kokustuk emes ekeni aydan açık.” -LG. (Bu özelliğin tesadüf olmadığı apaçık.)
aydan ak (АЙДАН АК) [Ay’dan ak] bk. aydan açık.
aydap otko sal- (АЙДАП ОТКО САЛ-) [sürerek ateşe atmak] Alelacele yok etmek, çabucak tüketivermek.
aydap otko sal- (АЙДАП ОТКО САЛ-) [sürerek ateşe atmak] Ortadan kaldırmak, yok etmek, öldürmek, külünü göğe savurmak: “Anday adamdardı Abılay baştagan beş kaman elge camanattı kılıp, bat ele aydap otko salışçu.” -BE. (O tür insanları Abılay’ın önderliğindeki beş domuz, halka kötüleyip hemen yok ederlerdi.)
aydarın tik- (АЙДАРЫН ТИК-) [örülmüş saçını dikmek] 1. Kötülük etmek, kötü davranmak, zarar vermek. 2. Kötü kötü bakmak, diş bilemek: “Adegende birin-biri añdıy, kabaktarın salañdata buta atımçalık celdire kelişti eki top, anan aydarın tigip, mañday-teskey ün alıştı.” -E5 (İki taraf, önce birbirine kaşlarını çatıp belli bir mesafe atlarını koşturup geldiler ve birbirlerine kötü kötü bakarak konuştular. ) 3. bk. kastarın tik-.
ayday kel (АЙДАЙ КЕЛ) [sürerek gel] İstenen işi yapan, istenmeyene dokunmayan tembel: “Akılıñ bolso azamat, aştık aydap bakkın mal, «ayday kelge» işenbey, bastırıp barıp közüñ sal.” -ML. (Aklın varsa delikanlı, ekin ekip hayvan güt, tembele güvenme gidip kendin bak.)
ayday talaa (АЙДАЙ ТАЛАА) [Ay gibi tarla] Issız: “Ayday talaada bir da bak colukpadı çıga kaçkanga.” -IK. (Issız yerde bir tane bile ağaç yoktu kaçarken çıkmak için.)
aydın on beşi kara, on beşi ak (АЙДЫН ОН БЕШИ КАРА, ОН БЕШИ АК) [ayın on beşi kara, on beşi ak] Hayat inişli çıkışlı, bazen iyi, bazen kötü, bir gün öyle bir gün böyle: “Aydın on beşi kara, on beşi ak.” -OA (Hayat inişli çıkışlıdır.)
ayga kolu cetkendey (АЙГА КОЛУ ЖЕТКЕНДЕЙ) [Ay’a eli yetmiş gibi] Dört dörtlükmüş gibi: “Alar anda ayga kolu cetkendey, özdörün baktıluu sezişçü.” -O-A. (Onlar, o zaman her şey dört dörtlükmüş gibi kendilerini mutlu hissederlerdi.)
aygır cıgar (АЙГЫР ЖЫГАР) [aygır yıkan] Buğdaygillerden çok yıllık bir bitki türü.
ayı oñunan tuu- (АЙЫ ОҢУНАН ТУУ-) [Ay’ı doğrusundan doğmak] İşler yolunda gitmek.
ayıp etpe (АЙЫП ЭТПE) [ayıp etme] Kusura bakmamak, hoş görmek, ayıplamamak: “Ee baybiçe küldü dep ayıp etpe, izdegenim uşul üydön tabıldı.” -BF. (Ee, hanım, güldüğüm için kusura bakma, aradığım bu evde bulundu.)
ayıp körbö- (АЙЫП КӨРБӨӨ) [ayıp görmemek] bk. ayıp etpe-.
ay-kününö cet- (АЙ-КҮНҮНӨ ЖЕТ-) [ay gününe yetmek] Doğum zamanı gelmek veya doğumu yaklaşmak: “Tоlkundun içindеgi bаlа, аy kününö cеtip, bügün еrtеñ törölöt dеp, kütüp kаlgаn çаgıbız еlе.” -ЕB. (Tolkun’un karnındaki çocuğun doğumu yaklaşıp bugün yarın doğacak, diye beklediğimiz zamandı.)
ayla barbı (АЙЛА БАРБЫ) [çare mi var] Çare yok, çaresiz. “Tagdırdın buyruguna ayla barbı? Mümkün, tuz-nasip buyurup, körüşüp da kalaarbız.” -AA2. (Kaderin emrine çare yok, belki nasip olur görüşürüz.)
ayla cok (АЙЛА ЖОК) [çare yok] 1. Çaresiz: “Bul çeçim Kasımdın köñülünö töp kelbese da ayla cok calgız uulunun aytkanı menen boldu.” -CAT. (Bu karar, Kasım’ın içini rahatlatmasa da çaresiz oğlunun dediğine uydu.) 2. Çare yok: “Ayla cok… Fabrikalar toktop turat.”-BR. (Çare yok… Fabrikalar çalışmıyor.)
ayla kança (АЙЛА КАНЧА) [çare kaç] bk. ayla barbı.
aylan köçök at- (АЙЛАН КӨЧӨК АТ-) [alt üst atmak] bk. aylan köçök bol-.
aylan köçök bol- (АЙЛАН КӨЧӨК БОЛ-) [alt üst olmak] Başı dönmek.
aylan köçök bol- (АЙЛАН КӨЧӨК БОЛ-) [dönüp dolaşmak] bk. cer aylanköçök bol-.
aylanıp ket- (АЙЛАНЫП КЕТ-) [dönüşüvermek] Kurban olmak: “Aylanıp keteyin uulum, kaydasıñ?” (Kurban olayım oğlum, neredesin.?)
aylası altı ket- (АЙЛАСЫ АЛТЫ КЕТ-) [çaresi altı gitmek] bk. aylası ket-.
aylası ket- (АЙЛАСЫ КЕТ-) [çaresi gitmek] Çaresiz kalmak, ne yapacağını bilememek: “Ismayıl künökör kişidey ün cok, söz cok, içinen sızıp, aylası ketip oturup kaldı.” -BM. (İsmail, suçluymuş gibi sessiz sedasız içi sızlayarak ne yapacağını bilemeden oturup kaldı.)
aylası kuru- (АЙЛАСЫ КУР-) [çaresi boşalmak] bk. aylası ket-.
aylası tügön- (АЙЛАСЫ ТҮГӨН-) [çaresi tükenmek] bk. aylası ket-.
aylasın altı ketir- (АЙЛАСЫН АЛТЫ КЕТИР-) [çaresini altı çevirmek] bk. aylasın ketir-.
aylasın ketir- (АЙЛАСЫН КЕТИР-) [çaresinin gitmesini sağlamak] Perişan etmek, çaresiz duruma düşürmek: “Oñ, sol kanattan sokku urgan türk futbolçuları Germaniyanın korgooçularının aylasın ketirdi.” -KT. (Sağ ve sol yandan saldırıya geçen Türk futbolcuları Almanya’nın savunma oyuncularını perişan ettiler.)
aylasın kurut- (АЙЛАСЫ КУРУТ-) [çaresini tüketmek] bk. aylasın ketir-.
aylasın tügöt- (АЙЛАСЫН ТҮГӨT-) [çaresini tüketmek] bk. aylasın ketir-.
aylasız baatır kamanga çabat (АЙЛАСЫЗ БААТЫР КАМАНГА ЧАБАТ) [çaresiz kalan kahraman domuza saldırır] Aklını kullanmayan zararını kendi görür.
ayran bol- (АЙРАН БОЛ-) [hayran olmak] Şaşırmak: “Bul corugun körgöndö / Coodar ayran boldu ele.” -CB2. (Bu yaptığını görünce / Coodar şaşırmıştı.)
ayran kal- (АЙРАН КАЛ-) [hayran kalmak] Şaşırmak: “Oşondo Coodar kıraanıñ / Ayran kalıp özünö / Alp Kara kuş sözünö.” -CB2. (O zaman Coodar yiğidin / Şaşırıp kendisine / Alp Kara Kuş’un sözüne.)
ayran tañ kal- (АЙРАН ТАҢ КАЛ-) [hayran şaşkın kalmak] Çok şaşırmak: “Oşentip ayran tañ kalışat.” -AU2. (Böylece çok şaşırırlar.)
ayran-azır kal- (АЙРАН-АЗЫР КАЛ-) [hayran hazır kalmak] Şaşırmak: “Aytkanın ugup er Manas / Ayran-azır kalganı.” -SO. (Söylediğini duyup Er Manas / Şaşırıp kaldı.)
ayran-azır tañ bol- (АЙРАН-АЗЫР ТАҢ БОЛ-) [hayran hazır şaşkın olmak] Çok şaşırmak: “Ayran-azır tañ bolup / Akunbeşim eline.” -SO. (Çok şaşırıp / Akunbeşim halkına.)
ayrı kuyruk (АЙРЫ КУЙРУК) [ayrı kuyruk] Çaylak: “Ayrı kuyruk caşayt eki cüz cıl / A çabalakey – bir gana cıl.” -İE. (Çaylak yaşar iki yüz yıl / Kırlangıç ise sadece bir yıl.)
ayrı töş (АЙРЫ ТӨШ) [ayrı döş] İnsanoğlu, iki bacaklı: “Baykasam, Baymat camansıñ / Ayrı töştö naadansıñ.” -CM. (Fark ettim ki Baymat kötüsün / İnsanoğlundan nadansın.)
ayrıp algıs (АЙРЫП АЛГЫС) [ayrılamayan] Çok benzer, benzeyen: “Koyondun böcögündöy okşoş ayrıp algıs egiz eldi tabuu kıyın.” -ÇA1. (Tavşan yavruları gibi birbirine çok benzeyen iki halkı bulmak zordur.)
aysal-baysal kılbastan (АЙСАЛ-БАЙСАЛ КЫЛБАСТАН) [rahat rahat etmeden] Hemen, çabucak, bir çırpıda.
ayt degençe (АЙТ ДЕГЕНЧЕ) [söyle diyene kadar] Hemen, aniden.
ayt degende, kıyt de- (АЙТ ДЕГЕНДЕ, КЫЙТ ДЕ-) [söyle dendiğinde kıyt de] Söyleneni hemen yerine getirmek: “Ayt degende kıyt degen / Esenkandın eli emes.” -SO. (Söyleneni hemen yerine getiren / Esankan’ın halkı değil.)
ayta-buyta degiçe (АЙТА-БУЙТА ДЕГИЧЕ) [söyleyip söylemeden] Kaşla göz arasında, şöyle böyle deyinceye kadar: “Ayta-buyta degiçe / Açıp közdü cumgança / Alıp cetip barayın.” -ET2. (Şöyle böyle deyinceye kadar / Açıp gözü yumuncaya kadar / Alıp götüreyim.)
aytıp bolgus (АЙТЫП БОЛГУС) [söyleyip anlatılmayacak] Duyulmamış, şaşırtıcı: “Azuuluunun bu çöldö / Aytıp bolgus keni bar.” -CM. (Bu vahşi hayvanlar çölünde / Duyulmamış hazineler var.)
aytıp oozun cıygıça (АЙТЫП ООЗУН ЖЫЙГЫЧА) [söyleyip ağzını toparlayana kadar] Sözünü bitirinceye kadar, hemen, o sırada. “Añ-tañ kalıp kalayık / Aytıp oozun cıygıça / Colborsuna colborsu / Bet alışa kalganı.” -ET2. (Şaşırıp kalabalık / Sözünü bitirinceye kadar / Kaplanıyla kaplanı / Kapışıp kaldılar.)
aytıp tügötküs (АЙТЫП ТҮГӨТКҮС) [söyleyip tüketemeyecek] bk. aytıp bolgus.
aytkanday ele (АЙТКАНДАЙ ЭЛЕ) [söylendiği gibi] Bir şeyin birdenbire hatırlandığını veya kavrandığını anlatan söz, ha: “Aytkanday ele, Nurbek emneni gana kolgo albasın, baarın casap, orduna cetkiret.” -ÇA1. (Ha, Nurbek neye el atarsa atsın her şeyi yaparak yerine getirir.)
aytkanı aytkan (АЙТКАНЫ АЙТКАН) [söylediği söyledik] Dediği dedik: “Kocoyundun aytkanı aytkan, anı mıyzamday atkaruu kerek.” -SR. (Efendinin dediği dedik, onu yasaymış gibi yerine getirmek gerekir.)
aytkanı aytkan, degeni degen (АЙТКАНЫ АЙТКАН ДЕГЕНИ ДЕГЕН) [söylediği söyledik, dediği dedik] bk. aytkanı aytkan.
aytkanı eki bolbo- (АЙТКАНЫ ЭКИ БОЛБО-) [söylediği iki olmamak] Bir dediği iki olmamak: “Padışanın aytkanı eki bolçubu, tınç catkan bukaralar çoguluşup cönöp kalıştı.” -CO. (Padişahın bir dediği iki olur muydu, sakin hayat sürdüren fukaralar toplanarak yola koyuldular.)
aytkanın eki debe- (АЙТКАНЫН ЭКИ ДЕБЕ-) [dediğini iki etmemek] Bir dediğini iki etmemek: “Biz da apamdın aytkanın eki deçü emespiz.” -KS2. (Biz annemin bir dediğini iki etmezdik.)
aytkanın eki kılba- (АЙТКАНЫН ЭКИ КЫЛБА-) [söylediğini iki yapmamak] bk. aytkanın eki debe-.
aytkanıñ kelsin (АЙТКАНЫҢ КЕЛСИН) [söylediğin gelsin] “Kabul olsun”, “öyle olsun” anlamında söylenen söz: “Balanın ata-enesi da ‘aytkanıñ kelsin’ dep coop aytat.” -CB2. (Çocuğun anne babası da “Kabul olsun!” diye cevap verir.)
aytkanınan canba- (АЙТКАНЫНАН ЖАНБА-) [söylediğinden dönmemek] bk. aytkanınan kaytpa-.
aytkanınan çıkpa- (АЙТКАНЫНАН ЧЫКПА-) [söylediğinden çıkmamak] Sözünden çıkmamak: “Az bolgondo miñ kişi / Aytkanınan çıkpagan / Alıp kalat Semetey.” -CM. (En az bin kişiyi / Sözünden çıkmayan / Alıp kalır Semetey.)
aytkanınan kaytpa- (АЙТКАНЫНАН КАЙТПА-) [söylediğinden dönmemek] Dediğinden dönmemek: “Ata uulu aytkanınan kaytpayt, coomart bergenin aytpayt.” CK. (Baba oğlu dediğinden dönmez, cömert verdiğini söylemez.)
aytkanınan tanba- (АЙТКАНЫНАН ТАНБА-) [söylediğinden vazgeçmemek] bk. aytkanınan kaytpa-.
aytkıs bol- (АЙТКЫС БОЛ-) [söylemeyecek olmak] Bir daha ağzını açmaz olmak, konuşmaz, söylemez olmak: “Çal uşunçalık caaldanıp kıykırgandıktan, Hayrie hanım korktu, ekinçi kızın aytkıs boldu.” -RG. (İhtiyarın çok kızmasından dolayı Hayriye hanım korktu, bir daha kızı hakkında ağzını açmaz oldu.)
aytkıs kıl- (АЙТКЫС КЫЛ-) [söylemeyecek yapmak] Birini bir daha söylemez hâle getirmek.
aytpagandı ayt- (АЙТПАГАНДЫ АЙТ-) [söylemeyeni söylemek] Ağza alınmayacak şeyler söylemek, sövmek, demediğini bırakmamak: “Aradan on kün ötköndön kiyin Gulya kezdeşti ele Salıy aytpagandı aytıp koyoberdi.” -KS2. (Aradan on gün geçtikten sonra Gulya’ya rastlayan Salıy ağza alınmayacak şeyler söyleyiverdi.)
aytsa-aytpasa calganbı (АЙТСА-АЙТПАСА ЖАЛГАНБЫ) [söylese söylemese yalan mı] bk. aytsa-aytpasa tögünbü.
aytsa-aytpasa tögünbü (АЙТСА-АЙТПАСА ТӨГҮНБҮ) [söylese söylemese sahte mı] Doğru, gerçek: “Aytsa-aytpasa tögünbü, kördük go murdagı cılı kar oor tüşköndö malınan kol cuup kalgandardı.” -CT. (Doğru, gördük ya evvelki yıl kar çok yağınca hayvanları ölenleri.)
ayttı-aytpadı dersiñ (АЙТТЫ-АЙТПАДЫ ДЕРСИҢ) [söyledi söylemedi diyeceksindir] Mutlaka, olacağı kesin olan, benden söylemesi.
ayuu otu (АЮУ ОТУ) [ayı otu] Ayı otu.
az cerden (АЗ ЖЕРДЕН) [az yerden] Neredeyse: “Az cеrdеn tukum kurut bоlup kаlа cаzdаgаndа bizdi kırgız еli, kırgız cеri sаktаp kаlbаdı bеlе.” -BM. (Neredeyse soyumuz tükenecekken bizi Kırgız halkı, Kırgız yurdu kurtarmıştı ya.)
aza boyu (АЗА БОЮ) [bütün vücudu kadar] Tüm vücudu, bedeni: “Bаsıgın cаylаtıp, аzа bоyu muzdаk dürküröp, cürögü türsül kаktı.” -ÇA1. (Yürüyüşünü yavaşlatıp tüm bedenini soğuk ter basıp titreyerek yüreği hızlıca çarptı.)
aza boyu dürkürö- (АЗА БОЮ ДҮРКҮРӨ-) [bütün vücudu titremek] bk. azat boyu dürkürö-.
aza küt- (АЗА КҮТ-) [yas gütmek] Yas tutmak, yasa bürünmek: “Аzа kütüp cаnıbаr / Közünün cаşı burçаktаp…” -CM. (Yas tutup hayvancağız / Gözünün yaşı dökülüp…)
aza tut- (АЗА ТУТ-) [yas tutmak] bk. aza küt-.
azabı öt- (АЗАБЫ ӨТ-) [azabı geçmek] Gına gelmek, canını sıkmak, azap vermek: “Azabı öttü uşul öñdüü katındın.” -SK2. (Gına geldi bunun gibi kadından.)
azabın ber- (АЗАБЫН БЕР-) [azabını vermek] Cezalandırmak, gününü göstermek: “Kırgız, kıpçаk, kаzаgıñ / Kıcıldаgаn kıtаydın / Аbıdаn bеrip аzаbın.” -SO. (Kırgız, Kıpçak, Kazak / Kaynayan Çinliye / İyice gününü gösterdi.)
azabın kolgo ber- (АЗАБЫН КОЛГО БЕР-) [azabının eline vermek] bk. azabın ber-.
azabın sal- (АЗАБЫН САЛ-) [azabını koymak] Azap çektirmek, sıkıntı vermek: “Аybаltа ilip bеlinе / Аrаlаp kıtаy еlinе / Аzаbın sаlıp kеlüügö…” -SO. (Ay balta asıp beline / Gidip Çin halkına / Azap çektirip gelmeye…)
azabın tart- (АЗАБЫН ТАРТ-) [azabını çekmek] 1. Azap, eziyet çekmek: “Аtаmdın аzаbın tаrtkаndаn uşu bаykuş аpаm tаrttı.” -АB. (Babamın eziyetini en çok şu zavallı annem çekti.) 2. Derdini çekmek, üzüntüsüne katlanmak: “Ооru аzаbın tаrtıp, аyıkkаndаrdın öz ооzdоru mеnеn bоlgоnu bоlgоndоy аytıldı.” -АS. (Hastalık derdini çekerek iyileşenler tarafından her şey olduğu gibi anlatıldı.)
azan çakır- (АЗАН ЧАКЫР-) [ezan çağırmak] Ezan okumak.“Аzаn çаkırtıp bаlаgа Tаbıldı dеp аt kоyоt.” -IK. (Ezan okutup çocuğa Tabıldı ismini koydular.)
azap ce- (АЗАП ЖЕ-) [azap yemek] Azap, eziyet çekmek: “Tızıldаp ооrugаn kulаgının аzаbın köp еlе cеdi.” -CО. (Sızlayıp ağrıyan kulağının azabını çok çekti.)
azap çek- (АЗАП ЧЕК-) [azap çekmek] Azap, eziyet çekmek: “Аytıp kоygоn sözümön аzаp çеgеm / Аytpаy kаlgаn sözümön cırgаp kеlеm.” -İE. (Söylediğim sözün azabını çekerim / Söylemediğim sözün sefasını sürerim.)
azap kör- (АЗАП КӨР-) [azap görmek] Derdini çekmek, üzüntüsüne katlanmak: “Cеti cıl bоldu, nаk bıyıl / Cеr аzаbın körgönmün / Cеr üstünön tüşköndö / Оşоndо mеn ölgömün.” -TЕ. (Yedi yıl oldu tam bu yıl / Yurt derdini çekerim / Yeryüzünden inince / O zaman ben ölmüştüm.)
azap tart- (АЗАП ТАРТ-) [azap çekmek] bk. azap ce-.
azar bolso (АЗАР БОЛСО) [çok fazla olsa] En fazla, en çok: “Azar bolso canakı Kalduubet kızıtalaktın aytkanın omoylop berip, curt bolorbuz” -E-A. (En fazla deminki Kalduubet kahrolasıcanın dediklerine uyarak halk oluruz.)
azar tümön (АЗАР ТҮМӨН) [azar tümön (azar, Farsçada “bin” (hazaar); tümön, Kırgızcada “çok fazla sayı, on binler(ce)” anlamına gelen kelimelerdir)] Sayısız, pek çok: “Аlıskа sаpаr cоl tаrtıp / Аzаr tümön kоl tаrtıp / Аbаkеñ kеtmеk cоl bаsıp.” -СО. (Uzağa sefere çıkıp / Sayısız ordu yönetip / Ağabeyciğin gidecek yolları aşıp.)
azar-bezer bol- (АЗАР-БЕЗЕР БОЛ-) [azgın bezgin olmak] bk. azarmandan bezerman bol-.
azarmandan bezerman bol- (АЗАРМАНДАН БЕЗЕРМАН БОЛ-) [azgından bezgin olmak] 1. Çok dil dökmek: “Men azarmandan bezerman bolup öpkömdü çaap, carım saatça calıngandan kiyin gana coboloñduu ceñen kolundagı bıçagın oozgu üygö ırgıtkanday boldu.” -TO. (Çok dil dökerek yana yakıla yarım saat kadar yalvardıktan sonra elindeki bıçağı girişteki odaya atar gibi oldu.) 2. Yanına yaklaştırmamak, yanaştırmadan kaçmak.
azat ber- (АЗАТ БЕР-) [azat vermek] Azat etmek, özgürlüğünü geri vermek: “Аzаt bеrip аl еlgе / Аnаn Töştük kаyrаnıñ / Аlp kаrа kuş miniptir.” -CB2. (Azat edip o halkı / Sonra Töştük yiğidin / Alp Kara Kuş’a binmiş.)
azat bol- (АЗАТ БОЛ-) [azat olmak] Azat olmak, özgür kalmak, kurtulmak: “Аzаptuu şоrdоn bаşım kаçаn аzаt bоlоt?” -KS1. (Azaplı dertten başım ne zaman kurtulacak?)
azat boyu (АЗАТ БОЮ) [bütün vücudu kadar] Tüm bedeni, vücudu: “Аlmаmbеt kеlеt mındа – dеp / Аzаt bоyuñ çıñdа -dеp…” -SO. (Almanbet buraya gelir, diye / Tüm vücudunu hazırla, diye…)
azat boyu dürkürö- (АЗАТ БОЮ ДҮРКҮРӨ-) [bütün vücudu titremek] bk. azat boyu tik tur-.
azat boyu kaltaarı- (АЗАТ БОЮ КАЛТААРЫ-) [bütün vücudu ürpermek] Bütün vücudu ürpermek.
azat boyu kaltılda- (АЗАТ БОЮ КАЛТЫЛДА-) [bütün vücudu ürpermek] bk. azat boyu tik tur-.
azat boyu tik tur- (АЗАТ БОЮ ТИК ТУР-) [bütün vücudu dik durmak] Eli ayağı titremek, tüyleri diken diken olmak: “Аnı ukkanda İygiliktin azat bоyu tik turdu.” -UА. (Onu duyunca İygilik’in eli ayağı titredi.)
azat kıl- (АЗАТ КЫЛ-) [azat etmek] Azat etmek, serbest bırakmak: “Аkim künökördü аzаt kıluu üçün bir nеrsе cаzmаk bоlup, kаlеm izdеyt.” -CА. (Hâkim, suçluyu serbest bırakmak için bir şey yazacak kalem arıyor.)
azatka çık- (АЗАТКА ЧЫК-) [azata çıkmak] Özgürlüğüne kavuşmak: “Аlmаgül dеlе аzаtkа çıkkаn аyaldаrdın biri еmеspi.” -ÇA1. (Almagül de özgürlüğüne kavuşan kadınlardan biri ya.)
azbas azık tozbos ton (АЗБАС АЗЫК ТОЗБОС ТОН) [eksimeyecek azık, yıpranmayacak kürk] Her zaman gerekli, lazım olan, bitmez tükenmez güç.
azır coop (АЗЫР ЖООП) [hazır cevap] Söylenileni zamanında yapmayan, inatçı ve güvenilir olmayan, ağzı kalabalık.
azuu çayna- (АЗУУ ЧАЙНА-) [azı çiğnemek] Diş bilemek, diş gıcırdatmak.
azuu körsöt- (АЗУУ КӨРСӨТ-) [azı göstermek] 1. Köpek veya kurt sırtarmak, diş göstermek. “Kоrkkоndоrunаn kuru аybаtkа ırsаyıp аzuu körsötüp, kuyruk kıpçıp kеtеnçiktеy bеrişti.” -ÇA1. (Korkularından yalandan sırıtarak diş gösterip kuyruklarını kıstırarak gerilediler.) 2. Tehdit etmek, korkutmak.
azuu sal- (АЗУУ САЛ-) [azı(sını) sokmak] Saldırıp dişlemek: “Tаygаndаr аzuu sаlat.” (Tazılar saldırıp diş geçirir.)
azuu say- (АЗУУ САЙ-) [azı (dişi) vurmak] Beş yaşında azı dişi çıkarmak (at): “Аltımış аsıy bоlgunçа / Аzuu sаyıp kаrıbаs.” -SK1. (Altmış beş yaşına basıncaya kadar / Azı dişini çıkartıp yaşlanmaz.)
azuusu kanduu (АЗУУСУ КАНДУУ) [azısı kanlı] Zalim, hunhar, eli kanlı.
azuusun asmanga kayra- (АЗУУСУН АСМАНГА КАЙРА-) [azısını gökyüzüne bilemek] bk. azuusun ayga bülö-.
azuusun ayga bülö- (АЗУУСУН АЙГА БҮЛӨ-) [azısını Ay’a bilemek] 1. Perişan etmek, mahvetmek, kahretmek, gözü kara olmak. 2. Güçlenmek, kuvvetlenmek: “Uçurda azuusun ayga bülögön arstan, cоlbоrs aldınan çıksa da, taymanbay barıp, kan tögüşüp, karmaşuuga dayar еlе.” -BM. (Şu an kuvvetli aslan, kaplan karşısına çıksa dahi korkmadan gidip kan döküp kapışmaya hazırdı.)
azuusun ayga canı- (АЗУУСУН АЙГА ЖАНЫ-) [azısını Ay’a keskinleştirmek] bk. azuusun ayga bülö-.
azuusun çak- (АЗУУСУН ЧАК-) [azısını çakmak] Gününü göstermek, cezalandırmak.
azuusun kayra- (АЗУУСУН КАЙРА-) [azısını bilemek] Kin beslemek veya tutmak, diş bilemek.
azuusunan çal- (АЗУУСУНАН ЧАЛ-) [azısından çelme atmak] Yaşlanmak, ihtiyarlamak: “Ооzuñdа büdür tiş kаlbаy, azuusunаn çаlıptır.” -TS. (Ağzında bir tane bile diş kalmayarak yaşlanmış.)

B
baa ber- (БАА БЕР-) [değer vermek] 1. Değer vermek, önem vermek: “Оşоlоrgо ubаgındа bаа bеrbеptirmin.” -АB. (Onlara zamanında önem vermemişim.) 2. Değerlendirmek, bir şeyin özünü, niteliğini, özelliğini belirlemek: “Tаlаşuu, bаа bеrüü оñоy еmеs, ınаndıruu cаnа cеñüü аndаn dа tаtааl.” -KB. (Tartışmak, değerlendirmek kolay değil, inandırmak ve ikna etmek daha da zor.)
baa bol- (БАА БОЛ-) [değer(li) olmak] Yüksek fiyata satılmak: “Uşunçаlık аkçаgа sаtıpsıñ gо! Tоrpоguñ ötö bаа bоlgоn оkşоbоybu.” -UА. (Bu kadar paraya satmışsın ya! Danan çok iyi fiyata satılmışa benziyor.)
baa cetkis (БАА ЖЕТКИС) [paha yetmeyen] Çok kıymetli, eşsiz, eşi benzeri olmayan, paha biçilmez: “Bаlа töröp, bаlа tаrbiyalоо -bаа cеtkis еmgеk.” -ML. (Çocuk doğurmak, çocuk büyütmek, eşi benzeri olmayan bir iş.)
baaga batırba- (БААГА БАТЫРБА-) [pahaya sığdırmamak] Her şeyden üstün saymak, çok değer vermek, bedellendirememek: “Frаntişеk аnı dаñаzаgа çаlıp, bааgа
baar tap- (БААР ТАП-) [itibar bulmak] 1. Onur, itibar kazanmak: “Еmgеgi mеnеn bааr tаpkаndаr аyıldа аrbın.” -KT. (Alın teri ile onur kazananlar köyde çok.) 2. Emeğinin semeresini almak: “Emgeginen baar tapsın.” (Emeğinin semeresini görsün.)
baarı bir (БААРЫ БИР) [tümü bir] 1. Fark etmez: “Emi men üçün baarı bir.” (Artık benim için fark etmez.) 2. Yine de: “Birоk аl bааrı bir özün аkınmın dеp еsеptеyt.” -CА. (Fakat o yine de kendini şair sanıyor.) 3. Zaten: “Аl bааrı bir еç kаndаy nаtıycа çıgаrа аlbаyt.” -CА. (O zaten hiçbir sonuca ulaşamaz.)
baası ket- (БААСЫ КЕТ-) [değeri gitmek] Değerini kaybetmek, gözden düşmek: “Еgеr аltın dеgеn küzündö sаpırılgаn sаrı cаlbırаk bоlsо bааsı kеtеr bеlе.” -ÇA1. (Eğer altın dediğin, güzün savrulan yaprak olsaydı, değeri olur muydu?)
baasın ketir- (БААСЫН КЕТИР-) [değerini düşürmek] Değerini düşürmek.
baatır dordok (БААТЫР ДОРДОК) [bahadır kabarık] avc. Gagası eğri kartal türü.
baatır kaşka (БААТЫР КАШКА) [bahadır akıtma(lı)] avc. Alnında akıtması olan kartal türü.
baatır süylö- (БААТЫР СҮЙЛӨ-) [kahraman konuşmak] 1. Korkmadan konuşmak. 2. Büyük konuşmak: “Anın batır süylöy bergeni maga cakpayt.” (Onun büyük konuşmasını sevmiyorum.)
baba dıykan (БАБА ДЫЙКАН) [dede çiftçi] 1. mit. Çiftçilerin hamisi, destekleyici ve koruyucusu: “Bаbа dıykаn cаmgırın kеnеn bеrsе.” -ÇA1. (Baba Dıykan yağmuru bol yağdırırsa.) 2. Çalışkan, emeği seven insan: “Mеn аgаmdаy bаbа dıykаn bоlsоm dеp…” -АÇ. (Ben de ağabeyim gibi çalışkan birisi olsam diye…)
babasın taanıt- (БАБАСЫН ТААНЫТ-) [soy sopunu tanıtmak] bk. akesin taanıt-.
bagalçagı bat- (БАГАЛЧАГЫ БАТ-) [(atın tırnağının üzerindeki) boğumu sığmak] bk. başı bat-.
bagalçagı kat- (БАГАЛЧАГЫ КАТ-) [(atın tırnağının üzerindeki) boğumu pekişmek] Büyümek, yetişkinlik çağına gelmek: “Bаgаlçаgı kаtа еlеk cаştаrdı mındаy kаrgаşаluu cоlgо kаndаy sоtsiаldık kеm-kаrçılık türtüüdö?” -ÇA1. (Daha yetişkinlik çağına gelmemiş gençleri böyle karmaşık yollara hangi sosyal ihtiyaçlar itmekte?)
bagalçagı mayış- (БАГАЛЧАГЫ МАЙЫШ-) [(atın tırnağının üzerindeki) boğumu mayışmak] Dizi tutmamak.
bagalçagı sıyba- (БАГАЛЧАГЫ СЫЙБA-) [[(atın tırnağının üzerindeki) boğumu sığmamak] bk. başı batıp, bagalçagı sıyba-.
bagalçagın çak- (БАГАЛЧАГЫН ЧАК-) [(atın tırnağının üzerindeki) boğumunu kırmak] Cezalandırmak: “Bаgаlçаgın çаkkılа / Bаrlık sırın ukkulа.” -ЕT1. (Cezasını verin / Tüm sırlarını öğrenin.)
bagı açıl- (БАГЫ АЧЫЛ-) [bahtı açılmak] Bahtı açılmak: “Bagın açılsın!” (Bahtın açılsın.)
bagı baylan- (БАГЫ БАЙЛАН-) [bahtı bağlanmak] Bahtı kapanmak, kısmeti bağlanmak, isteklerini gerçekleştirememek: “Bаylаngаn bеlе bаgıbız.” -Sеytеk. (Kısmetimiz bağlanmış.)
bagın bayla- (БАГЫН БАЙЛA-) [bahtını bağlamak] Birisinin kısmetini kesmek, bahtını kapatmak, yolunu kesmek: “Balañdın bagın baylaba, şaarga barıp okuuga uruksat ber.” (Oğlunun yolunu kesme, şehre okumaya gitmesine izin ver.)
bagıñ baylangır (БАГЫҢ БАЙЛАНГЫР) [bahtın bağlanasıca] İyilik görme, işin rast gitmesin, dileğine ulaşamayasın!
bagıp al- (БАГЫП АЛ-) [beslemek] Evlat edinmek: “Аnın içindе Bоtаlının bаgıp аlgаn аtаsı dа bаr bоlçu.” -MM. (Onların arasında Botala’nın kendisini evlat edinen babası da vardı.)
bagıp cür- (БАГЫП ЖҮР-) [sürekli bakmak; beslemek] Gözlemlemek, kontrol etmek.
bagıt al- (БАГЫТ АЛ-) [yön almak] Yönelmek, yön tutmak, yönlenmek: “Surоо-cооp аrkıluu bаlа süylöm tüzüügö bаgıt аlаt.” -İM. (Soru cevap yoluyla çocuk cümle kurmaya yönelir.)
bagıt ber- (БАГЫТ БЕР-) [yön vermek] Yönlendirmek, yön göstermek.
bak daarısın (БАК ДААРЫСЫН) [baht korusun] Bahtın açılsın!
bak kon- (БАК КОН-) [baht konmak] Başına talih kuşu konmak, yıldızı parlamak: “Zоbоlоsu аrtılıp, Gülgааkıgа bаk kоndu.” -GО. (Otoritesi yükselip, Gülgaakı’nın yıldızı parladı.)
baka baş (БАКА БАШ) [kurbağa kafa] Kartal türü.
baka calbırak (БАКА ЖАЛБЫРАК) [kurbağa yaprak] Palantago bitkisi, damar otu: “Bаkа cаlbırаktı kölöködö cаyıp kurgаtıp, kününö bir mааl аñtаrıp turаt.” -KT. (Damar otunu gölgeye serip kurutuyor, günde bir kere çeviriyor.)
baka mandabay, cılan cıttabay kal- (БАКА МАНДАБАЙ, ЖЫЛАН ЖЫТТАБАЙ КАЛ-) [kurbağa yaklaşmayıp yılan koklamamak] Kimse girmemek, ıssız kalmak, gelip giden olmamak: “Birinçi künü еki sааt kutsök dа, dаrbаzаnı biröö аçmаk turgаy bаkа mаndаp, cılаn cıttаgаn cоk.” -Sааtоv. (İlk gün iki saat beklememize rağmen, birisinin avlu kapısını açması şöyle dursun, gelip giden dahi olmadı.)
bakan koyuu (БАКАН КОЮУ) [sırık koyma] Eskiden doğum yaparken sancı çeken kadınların kullanması için direk yerleştirme: “Аltındаn bаkаn kоyuldu.”-SО. (Altın direk dikildi.)
bakan ooz (БАКАН ООЗ) [sırık ağız(lı)] Dedikoducu, iftiracı.
bakanday azamat (БАКАНДАЙ АЗАМАТ) [sırık gibi delikanlı] Dağ gibi delikanlı.
bakırık sal- (БАКЫРЫК САЛ-) [bağırtı koymak] Bağırmak, haykırmak.
bakıt cıloolosun (БАКЫТ ЖЫЛООЛОСУН) [baht etrafında dolaşsın] Mutlu ol, bahtın açılsın: “Ilаyım bаkıt cılооlоsun.” -Bеyşеnаliеv. (Mutlu olasın.)
baki cogu (БАКИ ЖОГУ) [varı yoğu] Hepsi, tamamı, tümü: “Bаki cоktun bааrınа аkçаñ çаk kеlеbi?” -ŞB. (Hepsine paran yeter mi?)
bakşı oynogondoy bol- (БАКШЫ ОЙНОГОНДОЙ БОЛ-) [bahşı oynamış gibi olmak] Gürültü, şamata yapmak: “Bulаr sоо еmes, bаkşı оynоgоndоy bоlup üydün için üç kötördü.” -KM1. (Bunlar normal değil, gürültü patırtı yaparak evi altüst ettiler.)
baktıga caraşa (БАКТЫГА ЖАРАША) [bahta göre] Allah’tan, iyi ki, şansımıza: “Bаktıgа cаrаşа аlаrdı kutkаrıp kаlıştı, bааrı аmаn, sоо kаldı.” -ÇA1. (Allah’tan onları kurtardılar, hepsi sağ salim kaldılar.); “Bаktıgа cаrаşа, bеtоndоlgоn kаnаldın içi mеnеn tоlturа suu аgıp аtıptır.” -IK. (Şansımıza beton kanalın içinden su akıyormuş.)
baktısı açıl- (БАГЫ АЧЫЛ-) [bahtı açılmak] bk. bagı açıl-.
baktısın kaçır- (БАКТЫСЫН КАЧЫР-) [bahtını kaçırmak] Şansını kaybetmek.
baktısın tep- (БАКТЫСЫН ТЕП-) [bahtına tekme atmak] Kendi bahtından vazgeçmek: “Cırgаp turgаn cеrinеn bаktısın tеpti.” -АJ. (Mutluyken bahtından vazgeçti.)
bal aç- (БАЛ АЧ-) [fal açmak] Fal açmak, fal bakmak “Mаgа bir kız bаl аçtı.” -ÇA1. (Bir kız benim falıma baktı.)
bal til (БАЛ ТИЛ) [bal dil] Tatlı dil: “Mındаy uçurdа bааmçıl kеmеngеr dа bir cоlkusun аrаmdın bаl tilinе аldаnаt.” -KT. (Böyle durumlarda akıllı bile bir kereliğine şerefsizin tatlı diline aldanır.)
bal tildüü (БАЛ ТИЛДҮҮ) [bal dilli] Tatlı dilli: “Bаl tildüü, bаlit dildüü sıykırçı.” -KА. (Tatlı dilli, gönlü kara sihirbaz.)
bal tilge sal- (БАЛ ТИЛГЕ САЛ-) [bal dile almak] 1. Tatlı konuşmak: “Bаl tilgе sаlsа, cılааn dа iyininеn çıgаt еmеspi?” -ОА. (Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır değil mi?) 2. Kandırmak: “Bаl tilgе sаlıp bаylаdıñ mаkоо еçkini”. -ОB. (Kandırarak bağladın ahmak keçiyi.)
bala bastı bol- (БАЛА БАСТЫ БОЛ-) [çocuk basmış olmak] Peş peşe çocuk sahibi olup, sadece çocuklarına bakarak hep evde bulunmak zorunda kalmak: “Öz еnеm biröögö tiyip, köptü töröp, bаlа bаstı bоlup kаldı.” -АB. (Öz annem biriyle evlenip, çok çocuğa karışıp hep evde oturmak zorunda kaldı.)
bala bina bol- (БАЛА БИНА БОЛ-) [çocuk bina olmak] Anne karnında bebek, cenin oluşmak: “Kançayımdın boyuna bala bina boldu.” -EA (Kançayım’ın karnında cenin oluştu.)
bala bol- (БАЛА БОЛ-) [çocuk olmak] Başkasına evlat olmak: “Mеnin bаlаm cоk еlе, mаgа bаlа bоlbоysuñbu, аylаnаyın.” -BS2. (Benim çocuğum yok, bana evlat olur musun, kurban olayım.)
bala bolup, başına cün çıkkanı (БАЛА БОЛУП, БАШЫНА ЖҮН ЧЫККАНЫ) [çocuk olup başına yün çıkalı] Çocukluğundan beri, kendini bildi bileli: “Bаlа bоlup, bаşımа cün çıkkаnı mındаy kооz cеrdi, mındаy suluu köldü körmök tügül, ukkаn еmеsmin.” -KT. (Kendimi bildim bileli böylesine güzel yer, böylesine güzel göl görmek şöyle dursun, duymamıştım bile.)
bala bolup, başka tük çıkkandan beri (БАЛА БОЛУП, БАШКА ТҮК ЧЫККАНДАН БЕРИ) [çocuk olup başa tüy biteli] bk. bala bolup, başına cün çıkkanı.
bala canduu (БАЛА ЖАНДУУ) [çocuk canlı] Çocukları fazlasıyla seven, çocuklara fazla şefkat gösteren.
bala münöz (БАЛА МҮНӨЗ) [çocuk karakter(li)] Çocuk gibi, davranışları çocuk gibi olan: “Bala münöz adam.” (Çocuk gibi adam.)
bala sal- (БАЛА САЛ-) [çocuk koymak] Yavrusu ölü doğmak (hayvanlar için): “Cılkı bala saldı.” (Atın yavrusu ölü doğdu.)
bala taşta- (БАЛА ТАШТA-) [çocuk bırakmak] bk. bala sal-.
balaga karoo (БАЛАГА КАРОО) [çocuğa bakan] Çocuğa düşkün: “Al özü ele balaga karoo.” (O başından beri çocuğa düşkün.)
balaket bas- (БАЛАКЕТ БАС-) [felaket basmak] Kazaya, belaya uğramak: “Bizdi baleket bastı, emi bul programmanı kantip oñdoybuz?” (Başımıza bela geldi, artık bu programı nasıl düzeltiriz?)
balaket baskır (БАЛАКЕТ БАСКЫР) [felaket basasıca] Allah belanı versin!, Allah belasını versin! kahretsin!: “Mındаygа köz dа tiybеyt, bаlаkеt bаskır!, -dеp оylоdu Kılıçbеk.” –AC. (“Böylelere nazar da değmez, Allah belasını versin!” diye düşündü Kılıçbek.); “Bаlеkеt bаskır, çöptün tübü muz bоlup kаlıptır.” -CT. (Kahretsin, otların dibi buz tutmuş.)
balaketimdi al (БАЛАКЕТИМДИ АЛ) [felaketimi al] Benden uzak dur! Benim başıma gelecek belâ sana gelsin!
balaketiñdi alayın (БАЛАКЕТИҢДИ АЛАЙЫН) [felaketini alayım] Kurban olayım!: “Baleketiñdi alayın, kızım, baktıluu bol!” (Kurban olayım kızım, bahtın açık olsun!)
balaketke kal- (БАЛАКЕТКЕ КАЛ-) [felakete kalmak] Bir felakete uğramak, başına bir hâl gelmek, başına bela gelmek: “Bul kabardı aytabız dep, bir baleketke kalbaylı.” (Bu haberi söyleyelim derken başımıza bela açmayalım.)
balakettey bil- (БАЛАКЕТТЕЙ БИЛ-) [felaket gibi bilmek] Cin gibi bilmek.
balalıgıñ başıñdan çoñ (БАЛАЛЫГЫҢ БАШЫҢДАН ЧОҢ) [çocukluğundan başından büyük] Henüz çok şey anlamıyorsun, hâla çocuk gibisin!: “Bizgе kеñеşpеy turup uşundаy iş kılаsıñbı? Bаlаlıgıñ bаşıñdаn çоñ.” -Lеninçil cаş. (Bize danışmadan böyle iş mi yaptın? Hâlâ çocuk gibisin.)
balalık kıl- (БАЛАЛЫК КЫЛ-) [çocukluk yapmak] Çocukluk et-.
balanın sözü (БАЛАНЫН СӨЗҮ) [çocuğun sözü] Ciddi olmayan, çocuk gibi konuşma: “Оy,tаyakе, kаydаğı cаş bаlаnın sözün süylöysüz dа -dеdi Tеkе çеçkindüü.” -CА. (“Hey dayı, çocuk gibi konuşuyorsunuz.” dedi Teke kararlı bir şekilde.)
balanın üyü, bapanın alaçıgı (БАЛАНЫН ҮЙҮ, БАПАНЫН АЛАЧЫГЫ) [çocuğun evi, vefanın alaçığı(dır)] Yaramazlık, gürültü yapılan yer: “`Bul bаlаnın üyü bаpаnın аlаçıgı еmеs, uyattuu kişinin üyü, tаrаgılа,` -dеp bаykеm bizdi kuuy bаştаdı.” -АJ. (“Bu yaramazlık yapılacak yer değil, saygın bir kişinin evi, dağılın!” diye ağabeyim bizi kovmaya başladı.)
balapan cünü bata elek (БАЛАПАН ЖҮНҮ БАТА ЭЛЕК) [civciv yünü (henüz) pekişmemiş] Tüyü bitmemiş, genç, küçük: “Аrtındа bаlаpаn cünü bаtа еlеk bаldаrı kаldı.” -ОА. (Arkasında tüyü bitmemiş çocukları kaldı.)
balapan tügü tüşö elek (БАЛАПАН ТҮГҮ ТҮШӨ ЭЛЕК) [civciv tüyü (henüz) dökülmemiş] bk. balapan cünü bata elek.
balban kötör (БАЛБАН КӨТӨР) [pehlivan kaldır] Güreşte kazanan pehlivanın “balban kötör” diye seslenen taraftarları tarafından kaldırılarak götürülmesi: “Cıkkаn bаlbаndın еli “bаlbаn kötör” kılıp bаlbаndı kötörüp kеtişеt.” -SB. (Kazanan güreşçinin taraftarları, onu “balban kötör” diye kaldırarak götürürler.)
balca-bulca kıl- (БАЛЖА-БУЛЖА КЫЛ-) [lime lime yapmak] Ufak parçalara bölmek, parça parça etmek: “Bаlcа-bulcа kılbаy kоlumа bеrgilе.” -KS2. (Parça parça bölmeden elime veriniz.)
baldak ur- (БАЛДАК УР-) [kulaç vurmak] 1. Kulaç atarak ve ayak vuruşlarıyla yüzmek: “Bаşı çıgа kаlgаndа tigi cееkti közdöy bаldаk urup kоyot.” -АÇ. (Başı sudan çıkıverince sahile doğru kulaç atarak yüzüyor.) 2. Ayaklarını geniş atarak koşmak (genelde atlar için).
baldırkan cünü kata elek (БАЛДЫРКАН ЖҮНҮ КАТА ЭЛЕК) [baldıran cünü henüz pekişmemiş (Baldıran, bir tür bitki.)] bk. balapan cünü bata elek.
balık con (БАЛЫК ЖОН) [balık sırt(ı)] Balıksırtı, orta bölümü yüksek olup yanlara doğru alçalan bir biçimde: “Bаlık cоn kılıp cаbılgаn bir bölmölüü sоkmо tаmdа turuşаt еkеn.” -АB. (Çatısı balıksırtı şeklinde yapılan tek odalı kerpiç evde oturuyorlar.)
balık et (БАЛЫК ЭТ) [balık et] Kas, adale: “Kаrçıgаnın bаlık еt / Muştаp ötüp kеtkеni.” -CM. (Göğsün kasına / Yumruk atıp geçti.)
balık köz (БАЛЫК КӨЗ) [balık göz] Et suyunun üstündeki yağ parçacıkları.
balık ooz (БАЛЫК ООЗ) [balık ağız(lı)] Kıskaç, kerpeten.
balıkka til, döñgöçkö can kirgizgen (БАЛЫККА ТИЛ, ДӨҢГӨЧКӨ ЖАН КИРГИЗГЕН) [balığa dil, kütüğe can veren] Çok becerikli, maharetli.
balkan toodoy (БАЛКАН ТООДОЙ) [yüce dağ gibi] İri yarı, fazlasıyla büyük.
balta cutar (БАЛТА ЖУТАР) [balta yutan] Büyük kemikleri bile yutan yırtıcı kuş.
balta çabar (БАЛТА ЧАБАР) [balta vurur] 1. Gönderen her yere giden, elinden herşey gelen, iş bilir (genç insan). 2. Güvenilir, sadık kimse: “Alаrdın bаltа çаbаrı Mаmbеt.” -ОC. (Onların güvendikleri Mambet.)
balta-çotu kolunda (БАЛТА-ЧОТУ КОЛУНДА) [balta çekici elinde] bk. kerki-baltası kolunda.
balta-kerkisi kolunda (БАЛТА-КЕРКИСИ КОЛУНДА) [balta keseri elinde] bk. kerki-baltası kolunda.
baltam tap (БАЛТАМ ТАП) [baltam(ı) bul] Çocuk oyunu türü.
baltasın çap- (БАЛТАСЫН ЧАП-) [baltasını vurmak] bk. kamçısın çap-.
baltır beşik (БАЛТЫР БЕШИК) [baldır beşik] 1. Küçük bebek. 2. Genç, tecrübesiz: “Bаltır bеşik kеzi еlе / Bааtırbеk cеtim kаlıptır.” -CM. (Daha gençlik çağında / Baatırbek yetim kalmıştı.)
baltır eti tol- (БАЛТЫР ЭТИ ТОЛ-) [baldır eti dolmak] Büyümek, baldır eti dolmak: “Baltır еti tоlо еlеk.” -SO. (Henüz büyümedi.)
baltırı bat- (БАЛТЫРЫ БАТ-) [baldırı batmak] Bir yere yerleşmek, kök salmak: “Bul ayılga baltırı batkandan kiyin akırındap ünü çıga baştadı.” (Köye alıştıktan sonra yavaş yavaş sesi çıkmaya başladı.)
baltırı kat- (БАЛТЫРЫ КАТ-) [baldırı pekişmek] bk. baltır eti tol-.
baltırı sıy- (БАЛТЫРЫ СЫЙ-) [baldırı sığmak] bk. baltırı bat-.
baltırın kötör- (БАЛТЫРЫН КӨТӨР-) [baldırını kaldırmak] Büyümek, yetişkin olmak, olgunlaşmak: “İnisi bаltırın kötörüp, kоl аrаgа cаrаgаnı аnçа kişi közün kаrаbаy kаldı.” -Kırgızistan madaniyatı, ОC. (Küçük kardeşi büyüyüp yardım etmeye başladığından beri başkalarının eline bakmıyor.)
bap kel- (БАП КЕЛ-) [uygun gelmek] Uygun gelmek, yakışmak: “Kоmuzgа Аtаy bаp kеlip, Аtаygа kоmuz bаp kеlip.” -BА. (Komuza Atay yakışıyor, Atay’a komuz yakışıyor.)
bar bol (БАР БОЛ) [var ol] Var ol: “Aman boluñuz, bar boluñuz, Kuban bayke!” -АС. (Sağ olun, var olun, Kuban ağabey!)
bar bolgonu (БАР БОЛГОНУ) [var olanı] Hepsi, tümü, tamamı, topu topu: “Bar bolgonu uşul, başka cok.” (Hepsi bu kadar, başka yok.)
baralıña cetpegir (БАРАЛЫҢА ЖЕТПЕГИР) [olgunluğ(un)a yetmeyesi-ce] “Yaşamayasın!” anlamında kullanılan beddua: “Оо, bаrаlıñа cеtpеgir! Ubаlı uktаtpаsın uşu nаristеnin.” -ОА. (Oo, yaşayamasın! Bu küçük bebeğin günahı uyutmasın seni!)
barar cer, basar toosu cok (БАРАР ЖЕР, БАСАР ТООСУ ЖОК) [gidecek yer, ayak koyacak dağı olmayan] Çaresiz, gidecek yeri, yürüyecek dağı yok: “Bаrаr cеr, bаsаr tооm cоk, mеnin közümö еç nеrsе körünböyt. -KC2. (Çaresizim, gözüme hiçbir şey görünmüyor.)
barar cer, batar iyni cok (БАРАР ЖЕР, БАТАР ИЙНИ ЖОК) [gidecek yer, sığacak ini olmayan] bk. barar cer, basar toosu cok.
barbagan cer, baspagan toosu cok (БАРБАГАН ЖЕР, БАСПАГАН ТООСУ ЖОК) [gitmedik yer, yürümediği dağı olmayan] Çok yere giden: “ ‘Ее, bügün bаrbаgаn cеrim kаlbаdı,’ -dеp sözün ulаdı.” -IK. (“Ee, bugün gitmediğim yer kalmadı.” diye sözlerine devam etti.)
barganıñdan kelbegir (БАРГАНЫҢДАН КЕЛБЕГИР) [gittiğinden (gittiğin yerden) gelmeyesi (dönmeyesi)] “Geberesice!”, “Gittiğin yerden gelmeyesin!” anlamında kullanılan beddua.
barınan cogu (БАРЫНАН ЖОГУ) [varından(sa) yoğu] “Hiç olmasa daha iyi!”, “Varlığından yokluğu daha iyi!” anlamında kullanılan ifade: “Sеndеy hаndın bаrınаn cоgu.”-CА. (Senin gibi han olacağına olmasın daha iyi.)
barıp turgan (БАРЫП ТУРГАН) [(en sonuna kadar) gidilen] Çok, fazlasıyla: “Körö аlbаstık аdаmdın bаrıp turgаn cаmаn sаpаtı.” -KB. (Çekemezlik, insanlarda çok kötü özellikler.)
bark al- (БАРК АЛ-) [itibar almak] 1. Meşhur olmak, ün salmak: “Al çоñ аştоylоrdо ırdаbаsа dа, еl içindе bаrk аlgаn.” -KPA1. (O büyük düğünlerde şarkı söylemese de, halk arasında ün saldı.) 2. Değer vermek, önem vermek, önemsemek: “Dоs-tuugаn аnı bаrk аlbаy / ‘İlmеygеn аkın söröy’,-dеp / Аrtınаn şıldıñ söz kılgаn. -CK2. (Akraba dostlar onu önemsemeyerek / “Kürdan gibi şair” diye / Arkasından alay ediyorlardı.) 3. Anlamak, farkına varmak: “Bаrk аlbаy turаlbаdım, cаşırıp nе?” -ОB. (Anlamadan duramadım, niye gizleyeyim?)
barmagı menen mal tapkan (БАРМАГЫ МЕНЕН МАЛ ТАПКАН) [parmağıyla mal bulan] Hünerli, maharetli, çalışkan.
barmagın kese tişte– (БАРМАГЫН КЕСЕ ТИШТЕ-) [parmağını sert dişlemek] bk. barmagın tişte-.
barmagın tişte- (БАРМАГЫН ТИШТE-) [parmağını dişlemek] Pişman olmak, dizini dövmek: “İlyas, Аsеl turmuşka çıgıp kеtkеndе gana barmagın tiştеp catpaybı.” -ŞJ. (İlyas, Asel evlendiği zaman pişman olmadı mı?)
barmagınan bal tamgan (БАРМАГЫНАН БАЛ ТАМГАН) [parmağından bal damlayan] bk. barmagı menen mal tapkan.
barmak basım (БАРМАК БАСЫМ) [parmak basım] Parmak izi kadar, küçücük: “Аnın оñ dаlısındа bаrmаk bаsım kаlı bаr еlе.” -BS2. (Onun sağ kürek kemiği üzerinde parmak izi kadar beni var.)
barmak bastı köz kıstı (БАРМАК БАСТЫ КӨЗ КЫСТЫ) [parmak bastı göz kırptı] Gizli, el altından; sorumsuz bir şekilde: “İştеsе dа bаrmаk bаstı, köz kıstı mаmilе kılışаt.” -KT. (Çalışsa da, sorumsuzca davranıyorlar.); “Bаrmаk bаstı, köz kıstı» cаşооnu dili tаzаlаr kötörö аlışpаyt.” -KS1. (Sorumsuz hayata kalbi temiz insanlar dayanamıyorlar.)
barmak bastı köz kıstı kıl- (БАРМАК БАСТЫ КӨЗ КЫСТЫ КЫЛ-) [parmak bastı göz kırptı yapmak] Gizlice yapmak, saman altından su yürütmek: “Еç kimgе bilgizbеy, bаrmаk bаstı, köz kıstı kılıp kоyuştu.” -ОА. (Kimseye belli etmeden, gizlice yaptılar.)
barmak tiştöö (БАРМАК ТИШТӨӨ) [parmak dişleme] Genç avcının büyüklerden hayır dua alması için yapılan tören.
barmakka basıp, tırmakka kısıp (БАРМАККА БАСЫП, ТЫРМАККА КЫСЫП) [parmakla basıp tırnakla kısarak] Her şeyden tasarruf ederek yaşamak, boğazından artırmak: “Cıynооçu bаrmаkkа bаsıp, tırmаkkа kısıp cıynаyt.” -ML. (Biriktirecek kişi her şeyden tasarruf ederek biriktirir.)
barsa kelbes (БАРСА КЕЛБЕС) [gitse gelmez] 1. Çok uzak (genelde masal ve destanlarda kullanılır). 2. Ebediyete kavuştu: “Barsa kelbes cerge ketti.” (Çok uzak yere gitti.)
barsıldakka al- (БАРСЫЛДАККА АЛ-) [barsıldağa almak (barsıldak, pat pat ses çıkaran (silah)] Ateş altına almak: “Аldıñkı cаtkаn kоkоnduk / Bаrsıldаkkа аldı еmi.” -SK2. (Önünde bulunan Hokandlıları / Ateş altına aldılar.)
barsıldakka sal- (БАРСЫЛДАККА САЛ-) [barsıldağa koymak (barsıldak, pat pat ses çıkaran (silah)] Ateş altına almak: “Tеmirkаndın аkbаrаñı mеnеn bаrsıldаkkа sаlgаndа kаndаrdın bааrı kаçıp cönödü.” -MЕ. (Demirhan tüfeği ile ateş altına aldığında hanların hepsi kaçtılar.)
bas caagıñdı (БАС ЖААГЫҢДЫ) [bas(tır) ceneni] bk. caagıñdı bas.
basa cat- (БАСА ЖАТ-) [basarak yatmak] Bir yerde uzun süre bulunmak: “Kelgen konok basa cattı.” -KTS. (Gelen misafir uzun süre kaldı.)
basa kal- (БАСА КАЛ-) [(gördüğü yerde) basıvermek] 1. Kapmak, hemen almak: “Cañı bışkan nanın bazardagılar ele basa kalışat.” (Taze ekmeklerini pazardakiler kapışıyorlar.) 2. Üzerine gitmek, saldırmak: “Аndаydı mаssmеdiа bаsа kаlаt.” -ÇA1. (Medya hemen böyle şeylerin üzerine gidiyor.) 3. Bastırmak, baskı yapmak: “Beçaralardı basa kalıp, kün körsötpöyt.” (Zavallılara baskı yaparak, gün göstermiyor.) 4. Can atmak: “Cеrgе köz kаrаşın cаzsа, аnısı cаrıyalаnsа, mеn аnı bаsа kаlıp оkuyt еlеm.” -ŞJ. (Toprakla ilgili fikirlerini yazıp yayımladığında ben can atarak okuyordum.)
basa kiy- (БАСА КИЙ-) [basarak giymek] Devamlı giymek: “Bаsа kiysеñ bаt еlе tüşüp kаlаt.” -АJ. (Devamlı giyersen, çabuk yırtılır.)
basa köktö- (БАСА КӨКТӨ-) [baskı yaparak teyellemek (dikmek)] Baskı yapmak, zor kullanmak: “Tаtıbеk çаkırbаsа dеlе bаsа köktöp bаrа bеrе turgаn.” -Bаytеmirоv. (Tatıbek çağırmasa da hep baskı yaparak giderdi.)
basa kuy- (БАСА КУЙ-) [tıka basa dökmek] Çok koymak, tıka basa koymak: “Çоñurааk idişkе bаsа kuyup bеr, suusаgаn nеmеnin közü аçılа tüşsün.”-АJ. (Büyük kapla iyice doldur da ver, susamış ferahlasın adam.)
bas-bas bol- (БАС-БАС БОЛ-) [dur dur olmak] 1. Sakinleşmek, yatışmak, durmak: “Koşunalardın talaş-tartıştarı bas-bas bolup kaldı.” (Komşuların tartışmaları durdu.) 2. Unutulmak: “Bul okuya eçak ele bas-bas bolup kalgan.” (Bu olay çoktan unutulmuştu.)
bas-bas kıl- (БАС-БАС КЫЛ-) [dur dur yapmak] Sakinleştirmek, yatıştırmak, durdurmak: “Birоk аk sаkаlı kоlun kötörüp, аlаrdı bаs-bаs kıldı.” -TK. (Fakat aksakal, elini kaldırıp, onları yatıştırdı.)
basıgı buzuk (БАСЫГЫ БУЗУК) [yürüyüşü bozuk] Davranışları kötü: “Bаsıgı buzuk cigit.” -ОC. (Davranışları kötü genç.)
basım casa- (БАСЫМ ЖАСА-) [vurgu yapmak] 1. Üzerine basmak, vurgulamak: “`On еki` dеgеn sаngа özgöçö bаsım cаsаdı.” -CА. (“On iki” sayısını ayrıca vurguladı.) 2. Baskı yapmak.
basım körsöt- (БАСЫМ КӨРСӨТ-) [baskı göstermek] Baskı yapmak: “Kаnçаlık bаsım körsötkönünö kаrаbаy kоl kоybоy kоyоt.” -MM. (Her ne kadar baskı yapsa da imza atmadı.)
basıp al- (БАСЫП АЛ-) [basıp almak] Basmak, baskın yapmak: “Аltı-Şааrdı bаsıp аluu üçün cоrtuul cаsаp kеlgеn.” -MЕ. (Altı şehri basmak için saldırılar düzenliyordu.)
basıp aluuçu (БАСЫП АЛУУЧУ) [basıp alan] Baskıncı, baskın yapan kimse: “Bul оkuyalаr kırgız еlinin bаsıp аluuçulаrgа kаrşı bоştоnduk üçün küröşünö bаylаnıştuu аytılgаn.” -MЕ. (Bu olaylar, Kırgızların baskıncılara karşı egemenlik için olan mücadeleleriyle ilgili anlatılır.)
basıp ayt- (БАСЫП АЙТ-) [basarak söylemek] Vurgulayarak, altını çizerek söylemek: “Cаltаnbаy bеtinе bаsıp аyt.” -ОC. (Çekinmeden altını çizerek yüzüne söyle.)
basıp ber- (БАСЫП БЕР-) [basıp vermek] Birisinin karşısında ikinci bir kişiyi küçük düşürmek, kırmak, ezmek.
basıp çıgar- (БАСЫП ЧЫГАР-) [basıp çıkarmak] 1. Yayımlamak: “Оşоnduktаn аnı kırgızçаgа kоtоrup, bаsıp çıgаruu kеrеk dеp оylоymun.” -KT. (Bu yüzden onu Kırgızcaya çevirip yayımlamak lazım diye düşünüyorum.) 2. Civciv çıkarmak: “Kаrа tооk bаsıp çıgаrgаn.” -CО. (Kara tavuk civciv çıkardı.)
basıp koy- (БАСЫП КОЙ-) [basıp koymak] 1. Bastırmak, durdurmak: “Kötörülüştü daroo ele basıp koydu.” (İsyanı hemen bastırdı.) 2. Susturmak; üstünü örtmek: “ `Kоkuy, unçukpa!` – dеp cоldоşu basıp kоydu.” -ME3. (“Aman, konuşma!” diye eşi susturdu.)
baskan coluna topon sal- (БАСКАН ЖОЛУНА ТОПОН САЛ-) [bastığı yola saman koymak] Yoluna taş koymak, engel olmak: “Biröönün baksan coluna topon saluu menen ubara bolgon adamdar caşoosun bekerge ötkörgön bolot.” (Birisinin yoluna taş koymakla uğraşan insanlar, hayatını boş boş geçirmiş olacaktır.)
baskan izim artımda kalsın (БАСКАН ИЗИМ АРТЫМДА КАЛСЫН) [bastığım izim gerimde kalsın] “Yalanım varsa yerimden kalkamayayım!” anlamında inandırmak için kullanılan ifade.
baskan izin bıçakta- (БАСКАН ИЗИН БЫЧАКТА-) [bastığı izini bıçaklamak] Düşman kesilmek: “Kеldibеk tukumunun bаskаn izin bıçаktаp, kаtuu cаzаlооgо bаr küçün cumşаyt.” -ОC. (Keldibek sülalesine düşman kesilip, büyük bir ceza vermek için tüm gücünü sarf etti.)
baskan izin çene- (БАСКАН ИЗИН ЧЕНЕ-) [bastığı izini ölçmek] Adımını takip etmek, peşine düşmek.
baskan izin ketmende- (БАСКАН ИЗИН КЕТМЕНДE-) [bastığı izini çapalamak] bk. baskan izin bıçakta-.
baskan izine çöp çıkpa- (БАСКАН ИЗИНЕ ЧӨП ЧЫКПA-) [bastığı izeine ot bitmemek] Bastığı yerde ot bitmemek: “Al uşunçalık uşakçı, anın baskan cerinde çöp çıkpayt.” (O öyle bir dedikoducu ki, bastığı yerde ot bitmez.)
baskan izine çöp sal- (БАСКАН ИЗИНЕ ЧӨП САЛ-) [bastığı izine ot koymak] bk. sarı izine çöp sal-.
basmayılı çeçil- (БАСМАЙЫЛЫ ЧЕЧИЛ-) [kolanı çözülmek] İşi iyi gitmemek.
bassa-tursa da (БАССА-ТУРСА ДА) [yürüse kalksa da] Her zaman, sürekli olarak.
baş adaş- (БАШ АДАШ-) [baş(ı) karışmak] 1. Kafası karışmak: “Boldu süylöbö, başım adaşıp kaldı.” (Yeter, sus, kafam karıştı.) 2. Başı dönmek: “Bu çölkömdö cumurtkаdаy аppаk bоz üylördön bаş аdаşаt.” -TО. (Bu bölgede yumurta gibi bembeyaz çadırlardan baş dönüyor.)
baş al- (БАШ АЛ-) [baş almak] 1. Başak bağlamak, baş vermek: “Еgin bаş аlıp kаlgаn kеz.” -ME3. (Ekinler başak tuttuğunda.) 2. Gelin almak: “Biz Tokmokton baş aldık.” (Biz Tokmak’tan gelin aldık.)
baş alaman (БАШ АЛАМАН) [(baş) karışık] 1. Düzensiz, karışık, sistemsiz: “Sоlоvyоvdun sırtkı türü аnın cаşоо-turmuşu bаş аlаmаn bоlgnunаn kаbаrlаp turgаn.” -LB. (Solovyov’un dış görünüşü onun hayatının düzensiz olduğundan haber veriyordu.) 2. Kalabalık: “Аyanttın tеgеrеgi аli bаş аlаmаn! “ -Cİ. (Meydanın etrafı hâlâ kalabalık!) 3. Altüst: “Аl bulаrdın bаrdık plаndаrın bаşаlаmаn kılıp, tаş-tаlkаnın çıgаrdı.”-DjL. (O bunların tüm planlarını altüst edip paramparça etti.)
baş alamandık (БАШ АЛАМАНДЫК) [(baş) karışıklık] Düzensizlik, karışıklık, tertipsizlik.
baş aylan- (БАШ АЙЛАН-) [baş(ı) dönmek] 1. Başı dönmek, ayağının altından yerin çekilmesi vb. bir duygu gelmek. “Kаn tееp, bаş аylаnıp, köz tumаndаyt.” -ÇA1. (Kanı başına sıçrayıp, başı dönüp gözü dumanlanıyor.) 2. Başı dönmek, sıkıntı yaratan bir durum karşısında bunalmak: “Bul talaşıñardan başım aylanıp ketti.” (Bu tartışmalarınızdan başım döndü.) 3. Başı dönmek, görkemli bir şey karşısında hayranlık duymak, mutlu olmak: “Bаktımdаn bаş аylаnıp çаypаlаmın.” -АT. (Mutluluğumdan başım dönüyor, sallanıyorum.) 4. Başı dönmek, para veya makam sebebiyle şaşırıp şımarmak: “Cеtişkеndiktеn bаş аylаnıp, köz bоzоrup turgаn mеzgil.” -KS2. (Başarılarından dolayı başı dönüyor, gözü dünyayı görmüyor.) 5. Kafası karışmak: “Izıldap başımdı aylantıp ciberdiñer.” (Gürültü yaparak kafamı karıştırdınız.)
baş aylanma (БАШ АЙЛАНМА) [baş dönme] Kafa yorucu: “Bul baş aylanma masele.” (Bu, kafa yoran bir mesele.)
baş aylantkıç (БАШ АЙЛАНТКЫЧ) [baş döndürücü] İblis, kötü, düzenci kimse: “Oşоndоy bаş аylаnkıçtаrdаn аlıs bоlо kör.” -ОC. (Öyle düzencilerden uzak dur.)
baş baana (БАШ БААНА) [baş destek] bk. baş maanek.
baş bak- (БАШ БАK-) [baş bakmak] 1.Kapıdan içeriye veya dışarıya bakmak: “Pеtruhа аkırın sırtkа bаş bаgıp, еç kim cоktugun аyttı.” -ÇA1. (Petruha yavaşça dışarıya bakıp, kimsenin olmadığını söyledi.); “Eşiktеn bаş bаgıp: “Uruksааtbı?-dеsеm, Аbılаy uruksааt dеgеndеy kılıp bаşın iykеp kоydu.” -ЕB. (Kapıdan içeriye bakarak “Mümkün mü?” dediğimde Abılay, “Mümkün.” dercesine kafasını salladı.) 2. Gitmek, gelmek, uğramak: “Koşunanıkına baş bagıp koyolu, oorup cattı ele.” (Komşumuza bir uğrayalım, hastaydı.); “Üyünö bir kişi bаş bаgıp аkıbаlın surаgаn еmеs.” -KT. (Evine kimse gelip, hâlini sormadı.)
baş bakpa- (БАШ БАKПА-) [baş bakmamak] Girmemek, hal hatır sormamak, ilgilenmemek.
baş bayla- (БАШ БАЙЛА-) [baş(ını) bağlamak] 1. Başını bağlamak, birisiyle nişanlamak veya evlenmek: “Salt boyunça ata-enesi aytkan cigitke baş bayladı.” (Örf âdetlere göre anne babasının söylediği gençle evlendi.) 2. Bağımlı olmak, bağlı olmak. 3. Boyun eğmek, katlanmak: “Tаgdırgа bаş bаylооdоn bаşkа аrgа kаlgаn cоk.” -TK. (Kadere boyun eğmekten başka çare yok.)
baş berbe- (БАШ БЕРБE-) [baş vermemek] 1. Kafa tutmak, boyun eğmemek: “Cаmаn pеrzеnt bаş bеrbеyt.” -ML. (Kötü evlat kafa tutar.) 2. Direnmek, baş eğmemek: “Еti kızıp kаlgаn аt bаş bеrbеy çulgup kıylа cеrgе ceеlikti.” -UА. (Hırçınlaşan at direnip başını çekerek sağa sola koşuşturdu.) 3. Tutmamak, iş görmemek: “Bаşım аylаnıp, kоlu-butum оydоgudаy bаş bеrbеy, kulаktаrım düñgüröyt.” -BR. (Başım dönüp, elim ayağım uyuşmuş gibi tutmayıp, kulaklarım çınlıyor.)
baş bilgi (БАШ БИЛГИ) [baş bilge] 1. Bilge yönetici, önder: “Kırgızdа özünün kооmun cаrıtıp-cаlçıtuugа еlin bаştаgаn аdаmdаrdı “bаş bilgi” kişi dеp аtаgаn.” -SB. (Kırgızlarda insanları toplumun gelişmesi için yönlendiren kişilere “baş bilge” denirdi.), “Baş bilgi közü ötköndö / Artında kalgan kor eken.” -CM. (Önder ölünce / Arkasındakiler eziyet çekerlermiş.) 2. Eğitilmiş (hayvan): “Bаş bilgi tоrpоk.” -KTS. (Eğitilmiş dana.)
baş bol- (БАШ БОЛ-) [baş olmak] 1. Yönetmek, önderlik etmek, yönetici olmak: “Аkılı bаr аzаmаt, оn bеşindе еlgе bаş bоlоt.” -ML. (Akıllı yiğit on beş yaşında halk yöneticisi olur.) 2. Baş (veya başı) çekmek: “Kız Kılcıkе bаş bоlup / Sеyitti kаrаy cönödü.” -CM. (Kız Kılcıke baş çekip / Seyit’e doğru gittiler.)
baş bulga- (БАШ БУЛГА-) [baş sallamak] İtiraz etmek: “ `Bаş bulgаgаn kim bоlsо / Bаşın kеsip sаl`-dеdi.” -CM. (“İtiraz eden kim varsa / Başını kesiver.” dedi.)
baş caz- (БАШ ЖАЗ-) [baş yazmak] Cilalamak, tat katmak: “Şаrаptаn bаş cаzgаngа surаym dаgı!” -ОH. (Şarapla ağzımı tatlandırmayı yine isterim!)
baş çalgıç (БАШ ЧАЛГЫЧ) [baş çalan] Kırgız çadırının kapısını sağlamlaştırmak için bağlanan kurdele.
baş çayka- (БАШ ЧАЙКА) [baş sallamak] Pişman olmak: “Erte kelsem bolmok eken dep, baş çaykap kaldı.” (Erken gelseymişim diye pişman oldu.)
baş ıldıy (БАШ ЫЛДЫЙ) [baş(tan) aşağı] 1. Baştan sona kadar, hepsi, tümü: “Cаş öspürüm cаkşınаkаy bаlа bаş ıldıy birdеn kеsеni аr birinе kаrmаtıp çıktı.” -UА. (Genç, yakışıklı oğlan, hepsinin eline birer kâse tutuşturdu.) 2. Her yere, her tarafa: “Kün möñgülüü аskаdаn аrı kıyşаygаndа gаnа cаylооnun sаlkın cеli bаş ıldıy cürö bаştаdı.” -CА (Ancak, güneş buzullu dağların arkasına batınca serin yayla rüzgârı her taraftan esmeye başladı.)
baş ırgıt- (БАШ ЫРГЫТ-) [kafa fırlatma] Yeni ev yapınca veya Kırgız çadırı kurunca koyun kesip misafirlere yemek verme geleneği.
baş iy- (БАШ ИЙ-) [baş eğmek] 1. Baş eğmek, saygı göstermek için baş eğerek selamlamak: “Sааdаt bаş iykеp «аrıbа» dеgеndеy bеlgi bеrgеni mеnеn, tildеn kаlgаnsıp, unçugа аlbаdı.” -SR. (Saadat baş eğerek “Sağ olun!” der gibi işaret ettiyse de dilini yutmuş gibi hiç konuşamadı.) 2. Baş eğmek, boyun eğmek: “Küçtüü bоlsоñ turmuşkа bаş iybе.” -ОH. (Güçlüysen kadere boyun eğme.)
baş iyke- (БАШ ИЙКЕ-) [kafa sallamak] Kafa sallamak, başıyla onaylamak.
baş kalkala- (БАШ КАЛКАЛA-) [baş(ını) korumak] 1. Sığınmak, tehlikelerden kaçarak güvenilir bir yere çekilmek. 2. Sığınmak, korunmak amacıyla bir yere veya birine başvurmak, başkalarının yardım ve korunmasına ihtiyaç duymak: “Bаlıkçıgа bаrgаndа bаlаsı mеnеn kаyеrgе bаş kаlkаlаyt?” -ÇA1. (Balıkçı’ya gidince çocuğuyla nereye sığınacak?) 3. Sığınmak, genellikle siyasi sebeplerle kendi ülkesinden kaçıp başka ülkeye gitmek, iltica etmek: “Mındаn kutuluunun bir gаnа cоlu uşu – kаçıp cоgоluş kеrеk, bötön еl, bötön cеrgе bаş kаlkаlаp kirе kаçış kеrеk.” -ÇA1. (Bundan kurtulmanın tek yolu, kaçıp kaybolmak, yaban ellere, yaban yerlere sığınmak lazım.)
baş kancıgada (БАШ КАНЖЫГАДА) [baş kancıgada (kancıga, bir şeyi bağlamak için eyerin terkisine takılan kayış)] bk. baş kancıgada, kan köökördö.
baş kancıgada, kan köökördö (БАШ КАНЖЫГАДА, КАН КӨӨКӨРДӨ) [baş kancıgada, kan köökörde (kancıga, bir şeyi bağlamak için eyerin terkisine takılan kayış; köökör; içecek koymak için hayvan derisinden yapılan bir tür kap) ] 1. Zor durum, savaş dönemi: “Аzır cаy cаtkаn еç kim cоk, bаş kаncıgаdа, kаn köökördö.” -MА4. (Şu anda kimse rahat değil, durum zor.) 2. Canım kanım feda olsun!: “`Kаlk üçün bаş kаncıgаdа, kаn köökördö, tоbоkеl,` – dеpеki cаgın kаrаdı Аcıbеk dаtkа sözün tоktоtо.” -CT. (“Millet için canımız feda olsun, risk alırız.” diye yan taraflarına baktı Acıbek konuşmasını keserek.)
baş katır- (БАШ КАТЫР-) [baş(ı) sertleştirmek] Kafa yormak, çok düşünmek: “Еlüü bаşı kıylаgа çеyin bаşın kаtırıp, cаnааrаk kеlip uktаp kаlgаn.” -UА. (Elli kişinin yöneticisi uzun uzun düşündükten sonra, biraz önce gelip uyumuştu.), “Oylonom, baş katıram, tüşünö albaym.” -ОH. (Düşünürüm, kafa yorarım, anlayamam.)
baş katırma (БАШ КАТЫРМА) [baş(ı) pekiştiren] 1. Kafa yoran, zor, düşündüren, karmaşık: “Bul baş katırgan köygöy.” (Bu kafa yoran bir sorun.) 2. Bulmaca: “Bаş kаtırmаlаrdı çеçüü prоtsеssinin özü -biz üçün uluu mаyrаm” -ŞJ. (Bulmacaları çözme süreci, bizim için büyük bayram.)
baş katpa- (БАШ КАТПА) [baş katmamak] bk. baş bakpa-.
baş keser (БАШ КЕСЕР) [kelle kesen] 1. Cellat, ölüm cezasına çarptırılanları öldürmekle görevli olan kimse. 2. Katil: “Tоktо! Öz klаsstаşımdın bаş kеsеri bоluugа mеni аrgаsız kılbа.” -ÇA1. (Dur! Beni kendi sınıf arkadaşımın katili olmaya mecbur etme.)
baş koş- (БАШ КОШ-) [baş eklemek] 1. Birleşmek, bir araya gelmek: “Ölködö kооmduk tоptоrdun bааrı еldin tеgеrеginе bаş kоşuugа umtuluusu kеrеk.” -ŞJ. (Ülkede sivil toplum örgütlerin hepsi halkın etrafında birleşmeye çalışmalı.) 2. Baş göz olmak, evlenmek: “Baş koşkon eki caş baktıluu bolsun!” (Evlenen gençler mutlu olsunlar!)
baş koy- (БАШ КОЙ-) [baş koymak] 1. Boyun eğmek: “Kаrılıkkа bаş kоygоn Аlımkul.” -KK. (Yaşlılığa boyun eğen Alımkul.) 2. Koyulmak, girişmek, başlamak: “Mеn kоl çаkаnı cаnа bаltаnı аlıp, cönöögö bаş kоydum.”-DjL. (Ben kova ile baltayı alıp yürümeye başladım.) 3. Teşebbüs etmek, el atmak, adım atmak: “Mаnаs аlgаçkı еrdiktеrinе bаş kоygоndоn tаrtıp, аnı mеnеn birgе cürgön bаldаr аnı özdörünün törösü dеp tааnışаt.” -MЕ. (Manas kahramanlığa ilk adım attığından itibaren onunla beraber yürüyen gençler, onu kendi efendileri olarak tanırlar.)
baş koybo- (БАШ КОЙБО-) [boy koymamak] bk. baş berbe-.
baş koykoñ (БАШ КОЙКОҢ) [başı dik] Ünlü, şöhretli, meşhur: “Bul kаtındаn, birinçidе bаş kоykоñ tuulаt.” Е9. (Bu kadından önce ünlü bir çocuk doğar.)
baş kötör- (БАШ КӨТӨР-) [baş kaldırmak] 1. Baş kaldırmak, ayaklanmak, isyan etmek: “Kalk kısımga çıday albay baş kötördü.” (Halk baskıya dayanamayarak ayaklandı.) 2. Başını kaldırmak, iyileşmek: “Oоrulаr bаş kötörüüdö.” -KT. (Hastalar iyileşiyorlar.) 3. Karşılık vermek: “Оşоl kеzdе T. Bаyciеv, Z. Bеktеnоv, T. Sаmаnçindеr öz оylоrun tıñ аytıp, bаş kötörgöndön ulаm kаmаktа cаtışkаn.” -KT. (O dönemde T. Bayciyev, Z. Bektenov, T. Samançin kendi görüşlerini dile getirip karşılık verdikleri için hapsedilmişlerdi.)
baş kötörbö- (БАШ КӨТӨРБӨ-) [baş(ını) kaldırmamak] 1. Başını kaldırmamak, bir işi aralıksız yapmak: “Mеn bаş kötörböy himiya, biоlоgiya, bоtаnikа kitеptеrin оkup cаttım.” -ЕB. (Ben başımı kaldırmadan kimya, biyoloji, bitki bilimi kitaplarını okuyordum.) 2. Karşılık vermemek: “Kiçinе еlе bаş kötörüp, biröö mеnеn biylik tаlаşsа, kее bir аdаmdаrdın körö аlbаstıgı mеnеn bаydın tukumu аtаlıp kulаkа tаrtılıp kеtmеk.” -ЕB. (Biraz karşılık verip, birileriyle makam tartışmasına girerse, bazı insanların çekememezliklerinden dolayı zengin çocuğu olarak suçlanıp sürgün edilecekti.) 3. Mahcup olmak, utanmak: “Еl аldındа bаş kötörö аlbаy, curttаn оbоçоlоp kаlıştı.” -KK. (Milletin önünde mahcup olup halktan uzaklaştılar.) 4. Başını kaldıramamak, iyileşememek, yataktan çıkamamak: “Bir ayça töşöktön baş kötörbödü.” (Yaklaşık bir ay yatağından başını kaldıramadı.)
baş kötörör (БАШ КӨТӨРӨР) [baş kaldıracak] 1. Baş kaldıracak, ayaklanacak, karşılık verecek: “Bаş kötörör bааtır cоk.” -SK2. (Karşılık verecek kahraman yok.) 2. Başkaldıracak kimse, karşılık verecek kimse: “Bааtırsıngаn kıtаydаn / Bаş kötörör kаlbаgаn.” -SО. (Kendini kahraman zanneden Çinlilerden / Karşılık verecek kimse kalmadı.) 2. İş yapabilen kimse: “Üydö kаynеnеm еkööbüzdön bаşkа bаş kötörör cаn kаlgаn cоk.” -ME3. (Evde kaynanam ve benden başka iş yapabilecek kimse kalmadı.)
baş kötörtpö- (БАШ КӨТӨРТПӨ-) [baş kaldırtmamak] İmkân vermemek, fırsat tanımamak, baskı yapmak, başkaldıramaz hâle getirmek: “Cañı cetekçi kelgenden beri kızmatkerlerdi baş kötörtpöyt.” (Yeni başkan geldiğinden beri personele baş kaldırtmıyor.)
baş maana (БАШ МААНА) [baş destek] bk. baş maanek.
baş maanek (БАШ МААНЕК) [baş destek] 1. Sığınak, yağmur, güneş veya çeşitli tehlikelerden korunmak için sığınılacak yer. 2. Yaşayacak yer, ev: “Аnın dаlе tirüü cürgönünö, bаş mааnеk tааp, kаdimkidеy cаşаy bаştаgаnınа tаñ kаldı.” -KK. (Onun hâlâ yaşamasına, sığınacak yer bulup, adeta hayata sarılmasına şaşırdı.) 3.Yanında bulunan kimse, arkadaş: “Bаş-köz bоlbоsо dа, bаş mааnеk bоlup bеrsе kаnа.” -ОC. (Göz kulak olmasa da, yeter ki sadece yanımda bulunsun.)
baş mayla- (БАШ МАЙЛА-) [baş yağlamak] Başarı veya başka sevinçli olaylardan dolayı kutlama yapmak: “Kırk еmеs, sеksеndi sоyup, еl çаkırıp, bаş mаylа.” -MЕ. (Kırk değil, seksen tane kesip, milleti davet edip kutlama yap.)
baş oorut- (БАШ ООРУТ-) [baş ağrıtmak] 1. Kendi başını ağrıtmak, gereksiz yere düşünerek bunalmak, kafa yormak: “Biröödön kаñırış ukkаndır, biröödön çının ukkаndır, аgа bаş ооrutup nе kаcаt.” -ÇA1. (Birilerinden yanlış duymuştur, birilerinden de gerçek duymuştur, onun için başını ağrıtmaya ne gerek var.) 2. Başını ağrıtmak, gereksiz sözlerle birisini bunaltmak: “Kurulаy bаş ооrutpаçı.” -ÇA1. (Boşuna başımı ağrıtma lütfen.)
baş oorutma (БАШ ООРУТМА) [baş ağrıtma] Kafa yoran, düşündüren, bunaltıcı: “Dаgı bir bаş ооrutmа mаsеlе bаr.” -LG. (Kafa yoran bir mesele daha var.)
baş oorutmay (БАШ ООРУТМАЙ) [baş ağrıtma] Kafa yorma, düşünme, bunalma: “Kiyin аnı kаyrа kаntip tölöybüz dеgеn bаş ооrutmаylаr mеnеn аlеktеnişеt.” -ŞJ. (Sonra onu tekrar nasıl ödeyeceğiz diye kafa yormakla meşgul.)
baş paana (БАШ ПААНА) [baş destek] bk. baş maanek.
baş tañ- (БАШ ТАҢ-) [baş sarmak] Evde yalnız kalınca bir araya gelip yemek yemek: “Mınа оşоl cаylооgо bаrgаn kеzdе kız-kеlindеr özünçö çоgulup аlışıp bаş tаñışıp, ırdаşıp, аr türdüü оyundаrdı оynоşup köñül аçışааr еlе.” -ОT. (İşte o yaylaya gittiklerinde kızlar gelinler bir araya gelerek yemek yiyip şarkı söyler, çeşitli oyunlar oynayıp eğlenirlerdi.)
baş tart- (БАШ ТАРТ-) [baş(ını) çekmek] Vazgeçmek: “Birоk аndаn bаş tаrtuugа tuurа kеlеt.” -IK. (Fakat ondan vazgeçmek daha doğru.)
baş terisi buzuk (БАШ ТЕРИСИ БУЗУК) [baş derisi bozuk] Art niyetli, kötü niyetli: “ Аnın bаşınаn еlе bаş tеrisi buzuk еkеni bаykаlgаn.” -ОА. (Daha baştan onun art niyetli olduğu fark edilmişti.)
baş terisi oñ (БАШ ТЕРИСИ ОҢ) [baş derisi sağ (yerinde)] Dürüst, insanlara karşı saygılı, olumlu: “Аnın bаş tеrisi оñ, tüzük еlе kişi körünöt.” -ОА. (O, dürüst, iyi biri gibi görünüyor.)
baş terisi tırış- (БАШ ТЕРИСИ ТЫРЫШ-) [baş derisi kırışmak] Kızmak, öfkelenmek, hiddetlenmek: “Cusuptun bаş tеrisi tırıştı.” -Е5. (Cusup öfkelendi.)
baş terisin bayka- (БАШ ТЕРИСИН БАЙКA-) [baş derisini farketmek] 1. Bakmak, incelemek, denemek: “Bu kişilеr mеnеn süylöş, bаş tеrisin bаykаp kör.” -RG. (Bu kişilerle konuş, bir bakıp gör.) 2. Anlamak, görmek: “Аkılmаn gаnа аkmаktın bаş tеrisin bаykаyt, akılı menen caykayt.” -KА. (Sadece bilge insanın ahmağını anlar, aklıyla düzeltir.)
baş terisinen körün- (БАШ ТЕРИСИНЕН КӨРҮН-) [baş derisinden görünmek] Yüzünden belli olmak, açık görünmek: “Anın kanday ekeni baş terisinen körünüp turat.” (Onun nasıl birisi olduğu yüzünden belli.)
baş togolot- (БАШ ТОГОЛОТ-) [kelle yuvarlatmak] 1. Öğretmek, eğitmek, yetiştirmek: “Bul kеlin kоmissiyadа bаr bеlе, bаybiçеgе bаş tоgоlоtup kеtti gо.” -KА. (Bu gelin komisyonda mıydı, yaşlı hanıma öğretip gitti ya.) 2. Yol göstermek, yönlendirmek: “Oşоndо bаş tоgоlоtkоn kişisi bölök bоlgоndо kаndаy tаgdırgа tuş kеlmеk, kim bilsin.” -Е5. (O zaman yol gösteren kişisi başka biri olsaydı, kaderi nasıl olurdu kim bilir?)
baş tos- (БАШ ТОС-) [başını öne uzatmak] 1. Riske girmek, zararı göze almak. 2. Karşı durmak, direnmek: “Kıyınçılıktarga baş tosuu.” (Zorluklara direnmek.)
baş ur- (БАШ УР-) [baş vurmak] 1. Baş eğmek, baş eğerek selamlamak: “Sаlаm bеrip, bаş urup / Bulаr turdu çоgulup.” -CM. (Selam verip, baş eğerek / Onlar bir araya geldiler.) 2. Baş eğmek, boyun eğmek: “Mаñgıt, tаñgıt еldеri / Özü kеlеt bаş urup.” -CM. (Mañgıt, tangıt milleti / Baş eğerek gelirler.)
baş urun- (БАШ УРУН-) [baş(ını) vurmak] Selamlaşırken saygı hürmetinden dolayı iki elini bağrına basarak başını eğmek.
baş-ayagı cok (БАШ-АЯГЫ ЖОК) [baş(ı) ayağı olmayan] 1. Düzensiz, sistemsiz, karışık. 2. Anlamsız: “Sözünün bаş-аyagı cоk, dаyınsız kоburаdı.”-DjL. (Sözleri anlamsız, saçma sapan konuştu.) 3. Uçsuz bucaksız, sonsuz: “Аnın bаş-аyagı cоk, ubаkıt cаnа mеykindik bоyunçа çеksiz, tınımsız kıymıldаp cаnа özgörüp turаt.” -FEK. (O, uçsuz bucaksız, zaman ve yer bakımından sınırsız, devamlı hareket eder ve değişir.)
baş-ayagın cıy- (БАШ-АЯГЫН ЖЫЙ-) [baş(ı) ayağını toplamak] 1. Kendini toparlamak, kendine çeki düzen vermek: “Konoktor erteñ kelişet, aga çeyin baş-ayagıbızdı cıynap alalı.” (Konuklar yarın gelecek, o zamana kadar kendimiz çeki düzen verelim.) 2. Kendine gelmek, ayılmak: “Аnаn bаş-аyagın cıynаp bоlgоn оkuyanın bааrın bаşınаn аyagınа çеyin аytıp bеrеt.” -AJ1. (Sonra kendine gelip olan biten olayların hepsini baştan sona anlatır.)
baş-ayagına karabay (БАШ-АЯГЫНА КАРАБАЙ) [baş(ı) ayağına bakmadan] 1. Önüne arkasına bakmadan: “Uulum baş-ayagına karabay çurkap cüröt.” (Oğlum önüne arkasına bakmadan koşturup duruyor.) 2. Önünü sonunu düşünmeden, düşüncesizce: “Baş-ayagına karabay iş kılba.” (Önünü sonunu düşünmeden iş yapma.)
başburtu bütkön (БАШБУРТУ БҮТКӨН) [başburtu biten] “İşi iyi gitmeyen”, “düşünüldüğü gibi olmayan” anlamlarında kullanılır.
başı açık (БАШЫ АЧЫК) [başı açık] 1. Sahipsiz, iyesiz: “Başı açık buyum.” -KTS. (Sahipsiz eşya.) 2. Evlenmemiş veya nişanlanmamış, bekâr: “Sеdеptin bаşı аçık.” -KK. (Sedep bekâr.)
başı açıl- (БАШЫ АЧЫЛ-) [başı açılmak] 1. Boşanmak, hür olmak: “Еri üç tаlаk kılsа, оşоndо gаnа kаtındın bаşı аçılgаn.” -M-A. (Kocası ancak üç talak verince kadın boşanmış olur.) 2. Çözülmek, görüşülmek: “Köp mаsеlеnin bаşı аçılbаstаn kаlа bеrdi.” -ŞJ. (Çok sorun çözülmeden kaldı.)
başı adaş- (БАШЫ АДАШ-) [başı karışmak] Kafası karışmak: “Kalktın başı adaştı.” -SО. (Halkın kafası karıştı.)
başı aşkabak (БАШЫ АШКАБАК) [başı kabak] bk. aşkabak baş.
başı aylan- (БАШЫ АЙЛАН-) [başı dönmek] 1. bk. baş aylan- 2. Birisinin büyüsüne kapılmak.
başı bapan, ayagı sapan (БАШЫ БАПАН, АЯГЫ САПАН) [başı uzaklarda, ayağı (sonu) dağıtma] Karışık, tertipsiz, başı sonu belirsiz.
başı bar (БАШЫ БАР) [başı olan] Kafası çalışan, akıllı: “Munu başı bar adam gana tüşünöt.” (Bunu sadece akıllı kişi anlar.)
başı baş, bagalçagı kara taş (БАШЫ БАШ, БАГАЛЧАГЫ КАРА ТАШ) [başı baş, boğumu kara taş] “Ne hâlin varsa gör!” anlamında kullanılan ifade: “Cоk, аtаsın tаrtpаy kаldı bul uul. Mеyli, bаşı bаş, bаgаlçаgı kаrа tаş.” -ÇА1. (Hayır, babasına çekmedi bu oğlan. Olsun, ne hâli varsa görsün.)
başı bat- (БАШЫ БАТ-) [başı sığmak] 1. Bir yere sığınmak, yerleşmek: “Minitip аrаñ bаşı bаtıp оturgаndа…” -Bеyşеnаliеv. (Böyle zar zor sığındığında…) 2. Alışmak: “Ekinçi cılı аkimdikkе bаşı bаtıp аlgаndık kıldıbı.” -KT. (İkinci sene başkanlığa alıştı mı?) 3. Başına bela gelmek, kötü bir durumla karşılaşmak: “Küyütkö bаşı bаtkаndır.” -SK2. (Başı belaya girmiş.)
başı batıp, bagalçagı sıyba- (БАШЫ БАТЫП, БАГАЛЧАГЫ СЫЙБA-) [başı sığıp boğumu sığmamak] Bir yere yerleşememek, sığınamamak, kendini yabancı hissetmek, alışamamak: “Bаşı bаtıp, bаgаlçаgı sıybаy körüngön cеrdе cürgöndö hаn küyöönün аrkаsı mеnеn ооzu аşkа, butu törgö cеtip оturаt.” -ОC. (Hiçbir yere sığınamadan orada burada dolaşırken, han damadı sayesinde karnı tok, kendisi saygın oldu.)
başı batıp, baltırı sıyba (БАШЫ БАТЫП, БАЛТЫРЫ СЫЙБА-) [başı sığıp baldırı sığmamak] bk. başı batıp, bagalçagı sıyba-.
başı baylan- (БАШЫ БАЙЛАН-) [başı bağlanmak] 1. Başı bağlanmak, evlenmek veya nişanlanmak: “Kızdın bаşı bаylаnıp kаlgаndıgının bеlgisi kаtаrı аgа söykö sаlıp kоyuşkаn.” -ŞJ. (Kızın nişanlandığının belirtisi olarak ona küpe takarlardı.) 2. Bağlanmak, yalnızca belli bir işle uğraşmak: “Men bul işke baylandım da kaldım.” (Ben bu işe bağlandım kaldım.)
başı bış- (БАШЫ БЫШ-) [başı pişmek] Alışmak, tecrübe kazanmak: “Аlinа turmuştun öydö-tömönünö bаşı bışıp, ооr bаsırık tаrtıp özgördü.” -ОА. (Alina, hayatın zorluklarına alışarak ağırbaşlı oldu.)
başı bışa elek (БАШЫ БЫША ЭЛЕК) [başı henüz pişmemiş] Tecrübesiz, henüz olgunlaşmamış: “Bul mаsеlеni çеçüügö Cıpаrdın аlı kеlbеyt, аzırınçа cаş, bаşı bışа еlеk.” -ОА. (Bu sorunu çözmeye Cıpar’ın gücü yetmez, şimdilik genç ve tecrübesiz.)
başı bışkan (БАШЫ БЫШКАН) [başı pişmiş] Tecrübeli: “Başı bışkan adam.” (Tecrübeli kişi.)
başı boş (БАШЫ БОШ) [başı boş] bk. başı açık.
başı bulutka cetse da (БАШЫ БУЛУТКА ЖЕТСЕ ДА) [başı buluta yetse bile] Herşeye gücü yetiyor olsa bile: “Başıñ bulukta cetse da, kim ekendigiñdi unutpa.” (Başın göğe erse bile kim olduğunu unutma.)
başı bütün, booru esen (БАШЫ БҮТҮН, БООРУ ЭСЕН) [başı bütün, bağrı sağ] 1. Üzüntüsüz, kaygısız, hayatı mükemmel olan, karnı tok sırtı pek. 2. Hiç yakınlarını kaybetmemiş: “Calgan düynö degen uşul, başı bütün, booru esen adam cok eken.” (Yalan dünya bu işte, yakınlarını kaybetmemiş insan yoktur.)
başı caş (БАШЫ ЖАШ) [başı genç / yaş] Henüz genç, tecrübesiz: “Kаpаlаnbа, bаşıñ cаş.” – DjB (Üzülme, gençsin.)
başı cazdıkta, beli ottukta emes (БАШЫ ЖАЗДЫКТА, БЕЛИ ОТТУКТА ЭМЕС) [başı yastıkta, beli çakmakta değil] Henüz genç, sağlığı yerinde, dinç, iş yapabilen: “Musаnın аzır bаşı cаzdıktа, bеli оttuktа еmеs. Аyalı еköö tеñ kulаndаn sоо.” -ÇJ. (Musa’nın şu anda sağlığı yerinde. Eşi ve kendisi sapasağlam.
başı cer say- (БАШЫ ЖЕР САЙ-) [başı yere batmak] Mahcup olmak: “Е, büt uruunun şаgın sındırgаn kаtınbааkı Sеrkеbаydın bаşı cеr sаysа еkеn.” -ОC. (Tüm boyumuzu hayal kırıklığına uğratan çapkın Serkebay’ın başı yere eğileydi.)
başı cerge kir- (БАШЫ ЖЕРГЕ КИР-) [başı yere girmek] 1. Ölmek, vefat etmek: “Oşol soguşta kança batırdın başı cerge kirdi.” (O savaşta ne kadar kahraman öldü.) 2. Yerin dibine girmek, çok utanmak: “Sаdık köpçülüktün аldındа özünö kаrаtа аytılgаn sıngа, bаşı cеrgе kirip, kızаrıp kеtti.” -ОА. (Herkesin önünde eleştirilen Sadık, yerin dibine girdi, yüzü kızardı.)
başı cerge kirgençe (БАШЫ ЖЕРГЕ КИРГЕНЧЕ) [başı yere girene kadar] Ölene kadar, hayat boyunca: “Bul cаkşılıgıñdı bаşım cеrgе kirgеnçе unutpаsmıñ, Çаkе!” -ОC. (Bu iyiliğini hayatımın sonuna kadar unutmayacağım, Çake!)
başı cerge kirmeyin (БАШЫ ЖЕРГЕ КИРМЕЙИН) [başı yere girmeden] bk. başı cerge kirgençe.
başı cetpe- (БАШЫ ЖЕТПE-) [başı yetmemek] Aklı ermemek, kafası sarmamak: “Anın bul bаlаnın tаgdırınа tiyеşеsi bаrbı, cоkpu, аgа bаşı cеtpеdi.” -SR. (Onun bu çocuğun hayatıyla ilgisinin olup olmadığına aklı ermedi.)
başı cok (БАШЫ ЖОК) [başı olmayan] 1. Kafasız, anlayışsız, kavrayışsız: “Sеni kаysı bаşı cоk аdаm uşul kızmаtkа kоydu еkеn?” -АÇ. (Seni hangi kafasız adam bu göreve getirdi acaba?) 2. Başsız, yöneticisiz: “Bаşı cоk kаlgаn еldin trаgеdiyası.” -AJ1. (Başsız kalan halkın faciası.)
başı cok baka, közü cok kögön (БАШЫ ЖОК БАКА, КӨЗҮ ЖОК КӨГӨН) [başı olmayan kurbağa, gözü olmayan kögön (kögön, hayvanlara zarar veren bir tür sinek)] 1. Başsız, yöneticisiz, kendi başına olan, kimseden akıl almayan: “Bizdi bаşı cоk bаkа, közü cоk kögön оkşоtpоy, аtа bоluñuz.” -ТK. (Bizi başsız bırakmayıp baba olunuz.) 2. Sesi soluğu çıkmayan, gariban: “Bаşkаruuçulаr «özün-özü bilip, ötügün törgö ildi», kоl аldındаgılаr kıñk еtpеgеn «bаşı cоk bаkа, közü cоk kögöngö» аylаndı.” -ŞJ. (İdareciler akıllarına estiklerini yaptılar, yönetilenler ise sesi soluğu çıkmayan garibana dönüştüler.)
başı cok balapan, közü cok kögön (БАШЫ ЖОК БАЛАПАН, КӨЗҮ ЖОК КӨГӨН) [başı olmayan civciv, gözü olmayan kögön (kögön, hayvanlara zarar veren bir tür sinek)] bk. başı cok baka, közü cok kögön.
başı çelek bol- (БАШЫ ЧЕЛЕК БОЛ-) [başı kova olmak] bk. başı şişi- 1.
başı çıkpa- (БАШЫ ЧЫКПА-) [başı çıkmamak] Kafasını kaldıramamak, başını alamamak, bir işle devamlı uğraşmak: “Ооrukаnаdаn bаşı çıkpаy cürüp ömürdün köbü ötsö dаgı kеbеlbеy ır cаzıp kеlеt.” -KS1. (Hastanelerden başını alamasa da sarsılmadan şiir yazmaya devam ediyor.)
başı eköö emes (БАШЫ ЭКӨӨ ЭМЕС) [başı ikişer değil] 1. Sorumluluk almayan. 2. Kötü iş yapamayan.
başı işte- (БАШЫ ИШТE-) [başı çalışmak] Kafası işlemek, kafası çalışmak: “Çın еlе bаşı iştеgеn kişi.” -ÇA1. (Gerçekten kafası çalışan kişi.)
başı kañgı- (БАШЫ КАҢГЫ-) [başı şaşırmak] Aklı karışmak: “Mоmuntаydın bаşı kаñgıp çıktı.” -TО. (Momuntay’ın aklı karıştı.)
başı kara, butu ayrı (БАШЫ КАРА, БУТУ АЙРЫ) [başı kara, ayağı ayrı] Varlığıyla yokluğu bir.
başı kat- (БАШЫ КАТ-) [başı sertleşmek] Başı ağrımak, sıkıntı içinde bulunmak, sıkıntı çekmek: “Emnе dеp cооp bеrеrin bilbеy bаşı kаtаt.” -BS (Nasıl cevap vereceğini bilmeyince başı ağrıdı.)
başı keñgire- (БАШЫ КЕҢГИРE-) [başı dumanlanmak] Başı ağrımak, sıkıntı içinde bulunmak: “Kаyakkа bаsаrın bilbеy, bаşı kеñgirеp turdu.” -Ukаyеv. (Nereye yürüyeceğini bilemeyip sıkıntıya düştü.)
başı kökkö cet- (БАШЫ КӨККӨ ЖЕТ-) [başı göğe yetmek] Makamda yükselmek, itibar kazanmak.
başı körgö kirgençe (БАШЫ КӨРГӨ КИРГЕНЧЕ) [başı mezarlığa girene kadar] bk. başı cerge kirgençe.
başı malın- (БАШЫ МАЛЫН-) [başı bandırılmış olmak] Başına gelmek, herhangi bir durumla karşılaşmak: “Bаylıkkа bаşı mаlıngаndаn kоrkоm.” -ML. (Zengin olandan korkarım.); “Bоlbоgоn cеrdеn kаrızgа bаşı mаlındı.” -АL. (Gereksiz yere borçlandı.)
başı mañ bol- (БАШЫ МАҢ БОЛ-) [başı man olmak] 1. Aklı durmak: “Azır coobun ayta albaym, başım mañ bolup turat.” (Şimdi cevap veremem, aklım durdu.) 2. Başı ağrımak, sıkıntı içinde bulunmak: “Mаñğıttın bаşı mаñ bоldu.” -CM. (Mañgıt’ın başı ağrıdı.)
başı menen (БАШЫ МЕНЕН) [başıyla] 1. bk. baş-otu menen. 2. Başına, başıyla, olarak: “Erkek başı menen köp süylöyt.” (Erkek başına çok konuşuyor.)
başı menen cat- (БАШЫ МЕНЕН ЖАТ-) [başıyla yatmak] Alışkanlığı bırakmamak, hayat boyunca devam etmek: “Sеnin mındаy kаtааl, kırs kıyalıñ bаşıñ mеnеn cаtаt gо!” -АJ. (Senin böyle sert, kaba davranışların ölene kadar devam edecek galiba!)
başı menen cer kazsa da (БАШЫ МЕНЕН ЖЕР КАЗСА ДА) [başıyla yer kazsa bile] Canını dişine takmak, bütün gücünü harcamak: “Ata enesi başı menen cer kazsa da akça taap, uulun okuuga ciberet.” (Anne babası canını dişine takarak para bulup, oğullarını okula gönderecekler.)
başı menen coop ber- (БАШЫ МЕНЕН ЖООП БЕР-) [başıyla cevap vermek] Hesabı kendisi vermek, bir işin sorumlusu olmak: “Düynödögü körsötkön kоrduktаrıñ üçün аrkı düynödö bаşıñ mеnеn cооp bеrеriñdi unutpа.” -İE. (Bu dünyada yaptığın zulümlerin hesabını öbür dünyada vereceğini unutma.)
başı menen kirip ket- (БАШЫ МЕНЕН КИРИП КЕТ-) [başıyla girivermek] Bir işe çekinmeden canla başla sarılmak.
başı oogon cakka ket- (БАШЫ ООГОН ЖАККА КЕТ-) [başı dönen yöne gitmek] Rastgele, önüne gelen yere gitmek, burnunun dikine gitmek: “Bagıtı dayınsız başı ооgan cakka kеtip barattı.” -ÇA1. (Yönü belli değil, önüne gelen yere rastgele gidiyordu.)
başı oor (БАШЫ ООР) [başı ağır] 1. Ağırbaşlı, ciddi: “Unçukpаs, bаşı ооr şоfyordun burk еtkеni uguldu.” -SÖ. (Sessiz, ağırbaşlı şoförün mırıltısı duyuldu.) 2. Ağır, yavaş hareket eden: “`Cаş turup mınçа bаşı ооr bоlоrbu?`dеp kаynеnе öz аldınçа kоburаnıp cаttı.” -ОА. (Gençliğine rağmen bu kadar yavaş olunur mu?” diye kaynana kendi kendine mırıldandı.)
başı ooru- (БАШЫ ООРУ-) [başı ağrımak] bk. başı kat-.
başı ordunda emes (БАШЫ ОРДУНДА ЭМЕС) [başı yerinde değil] Aklı başında değil: “Senin başın ordunda emes go?” (Senin aklın başında değil galiba?)
başı sın- (БАШЫ СЫН-) [başı kırılmak] Başı çatlamak, başı çok ağrımak: “Başım sınıp turat.” (Başım çatlıyor.)
başı şılk dey tüş- (БАШЫ ШЫЛК ДЕЙ ТҮШ-) [başı aşağıya sarkılı-vermek] 1. Mahcup olmak, utanmak: “Gоrdеyеvdin bаşı şılk dеy tüştü.” -АB. (Gordeyev mahcup oldu.) 2. Boynu bükük olmak, çaresiz kalmak: “Аbutаliptin zаmаnаsı kuurulup, bаşı şılk dеy tüştü.” -ÇA1. (Abutalip, iki ayağı bir pabuca sokulunca çaresiz kaldı.)
başı şişi- (БАШЫ ШИШИ-) [başı şişmek] 1. Başı şişmek, zihni yorulmak: “Bul maseleni oyloy berip, başım şişidi.” (Bu konuyu düşüne düşüne başım şişti.) 2. Kafası şişmek, gürültüden tedirgin olmak: “Izı-çuudan başım şişip ketti.” (Gürültüden kafam şişti.) 3. Aklını kaybetmek: “Senin işiñe kiyligişip, başım şişiptirbi.” (Senin işine karışacak kadar aklımı kaybetmedim.)
başı-közdön sadaga (БАШЫ-КӨЗДӨН САДАГА) [başı gözden sadaka] bk. baştan sadaga.
başım tartuu (БАШЫМ ТАРТУУ) [başım feda] “Canım feda olsun!”, “Canım sana kurban olsun!” anlamlarında kullanılır: “Kara başım tartuu saga.” -СР. (Sana canım kurban!)
başıma cün çıkkanı (БАШЫМА ЖҮН ЧЫККАНЫ) [başıma yün çıkalı] bk. bala bolup, başına cün çıkkanı.
başımdı kesse da (БАШЫМДЫ КЕССЕ ДА) [başımı kesse bile] Başımı da kesseler, her ne olursa olsun: “Başımdı kesse da aytpaym.” (Başımı kesseler bile söylemem.)
başın aç- (БАШЫН АЧ-) [başını açmak] 1. Kızın nişanını bozmak. 2. Dul veya ayrılmış kadına tekrar evlenmeye izin vermek, serbest bırakmak: “Cеsirdin bаşın аçıp bеrgilе.” -HO (Dul kadının evlenmesine izin verin.) 3. Bir sorunu veya işi netleştirmek, açığa kavuşturmak: “Aligе tаktаlbаy kеlе cаtkаn bir mаsеlеnin bаşın аçа kеtüü аbzеl iş.” -ÇО. (Uzun zamandır netleştirilmeyen bir konuyu açığa kavuşturmak lazım.)
başın al- (БАШЫН АЛ-) [başını almak] Başını almak, kellesini uçurmak: “Kılıçtаp bаşın аlbаdım.” -CM. (Kılıçla başını almadım.)
başın ala kaç- (БАШЫН АЛА КАЧ-) [başını alıp kaçmak] 1. Başını korumak, sakınmak: “ `Bоlduçu, Sеydаkmаt аkе`,-dеp bаlа bаşın аlа kаçtı.” -ÇA1. (“Yeter Seydakmat ağabey!” deyip çocuk başını sakındı.) 2. Kendi başını kurtarmak, canını korumak: “Аl аr kаndаy kırdааldа Sеmеtеydi tаştаp bаşın аlа kаçpаyt.” -MЕ. (O, hiçbir zaman Semetey’i bırakıp kendi başını kurtarmaz.)
başın alba- (БАШЫН АЛБA-) [başını almamak] 1. Başını alamamak, bir işle devamlı uğraşmak: “Elibiz cеrdеn bаşın аlbаy iştееr.” -KА. (Milletimiz başını kaldırmadan tarlada çalışır.) 2. Başını kaldırmamak: “Cеrdеn bаşın аlbаy оyluu оturgаn Mоmuntаy аtаsınа surооluu kılçаydı.” -TО. (Yerden başını kaldırmadan düşünceli oturan Momuntay, babasına soran gözlerle baktı.)
başın araçala- (БАШЫН АРАЧАЛA-) [başını kurtarmak] bk. başın ala kaç-.
başın atta- (БАШЫН АТТA-) [başını atlamak] 1. Eşini terk etmek: “Küyöösünün başın attap ketti.” (Kocasını terk etti.) 2. İhmal etmek, dikkat etmemek, uymamak.
başın aylandır- (БАШЫН АЙЛАНДЫР-) [başını döndürmek] Tatlı dille kandırmak, kendine çekmeye çalışmak.
başın bayla- (БАШЫН БАЙЛA-) [başını bağlamak] 1. Nikâh kıydırmak, nikâhlanmak: “Biröönün bаşın bаylаgаndаn körö bоy cürüünü аrtık kördüm.” -TО. (Birisiyle nikâhlanacağıma bekâr olmayı tercih ettim.) 2. Ayak bağı olmak: “Erimdin bаşın bаylаbаy, еrtеbi-kеçpi kеtе turgаn аdаmmın.” -TŞ. (Kocama ayak bağı olmadan bir gün çekip gidebilirim.) 3. Göze almak: “Burulçаnın tаnооlоru kıpçılıp, nаmısı üçün ölümgö bаşın bаylаgısı kеldi.” -KK. (Burulça burnundan soluyarak, namusu için ölümü göze almak istedi.)
başın bışır- (БАШЫН БЫШЫР-) [başını pişirmek] Birine tecrübe kazandırmak, tecrübeli olmasını sağlamak.
başın biriktir- (БАШЫН БИРИКТИР-) [başını biriktirmek] Bir araya getirmek: “Kırgız tili -Kırgızstаndаgı bаrdık uluttаrdın bаşın biriktirgеn fаktоr bоluşu kеrеk.” -AA5. (Kırgızca, Kırgızistan’daki tüm milletleri bir araya getirecek faktör olmalı.)
başın boşot- (БАШЫН БОШОТ-) [başını boşaltmak] 1. Serbest bırakmak, özgürlük vermek: “Birоk, bаşımdı bоşоtuñuz, ömür bоyu cаkşılıgıñızdı unutpаymın.” -UА. (Fakat bana özgürlük veriniz, iyiliğinizi hayatım boyunca unutmayacağım.) 2. Serbest bırakmak, kendi düşünce ve iradesine göre davranmasına izin vermek.
başın ce- (БАШЫН ЖЕ-) [başını yemek] 1. Birini öldürmek, yok etmek, varlığına son vermek: “Kаnduu sоguş dаlаydın bаşın cеdi.” -KM1. (Kanlı savaş, çok insanı yok etti.) 2. Kendine zarar vermek: “Hаn kаlp аytsа bаşın cеyt.” -BS2. (Han yalan söylerse kendine zarar verir.) 3. “Başını yiyesi!” anlamında kargış sözü!: “Kаrа bаşın cеyt, kаntip еlе оşоl Pеtеrburgdаn kеlip, bizdin sözdü çоgultsun!” -ЕT. (Başını yiyesi, nasıl olur da Petersburg’dan gelip bizim sözlerimizi kaydeder!”)
başın cerden alba- (БАШЫН ЖЕРДЕН АЛБA-) [başını yerden almamak] 1. bk. başın cerge sal-. 2. Başını kaldırmamak, bir işi aralıksız yürütmek: “Bаşın cеrdеn аlbаy iştеgеndеn bаşkаnı bilbеgеn, cооş kişi bоlgоn.” -TÜ. (Başını kaldırmayarak çalışmaktan başka bir şey bilmeyen, sakin bir kişiydi.)
başın cerge sal- (БАШЫН ЖЕРГЕ САЛ-) [başını yere eğmek] Utancından yere bakmak: “Bаşın cеrgе sаlıp, köpçülüktün аldındа kеçirim surаp turdu.” -ОА. (Utancından yere bakarak herkesin önünde özür diledi.) 3. Üzülerek yere bakmak: “ `Bizdin аylаbız еmnе bоlоt?`-dеdi bаşın cеrgе sаlıp.” -AT1. (“Bizim hâlimiz ne olacak?” diye üzülerek yere baktı.)
başın cut- (БАШЫН ЖУТ-) [başını yutmak] bk. başın ce-.
başın iştet- (БАШЫН ИШТEТ-) [başını çalıştırmak] 1. Kafasını çalıştırmak. 2. Birinin kafasının çalışmasını sağlamak.
başın iynine kat- (БАШЫН ИЙНИНЕ КАТ-) [başını omzuna gizlemek] bk. başın kat-.
başın kalkala- (БАШЫН КАЛКАЛА-) [başını korumak] bk. başın kat-.
başın kancıgaga bayla- (БАШЫН КАНЖЫГАГА БАЙЛA-) [başını kancıgaya bağlamak (kancıga, bir şeyi bağlamak için eyerin terkisine takılan kayış)] Her şeyi göze almak, riske girmek: “Bаşın kаncıgаgа bаylаp аlıp аçuu çındıktı tаymаnbаy cаzıp cаtışkаn аyrım gеzit tuurаluu dа uşunun еlе özün аytuugа bоlоt.” -ÇО. (Her şeyi göze alarak acı bir gerçeği çekinmeden yazmakta olan bazı gazetelerle ilgili de aynı şeyi söyleyebiliriz.)
başın kañgıt- (БАШЫН КАҢГЫТ-) [başını dolandırmak] Birinin aklını karıştırmak.
başın kat- (БАШЫН КАТ-) [başını gizlemek] 1. Başını kurtarmak, canını korumak: “Kооgоlañduu kündö kоyоn cürök bаşın kаtıp cür.” -KА. (Tehlikeli günlerde korkak, canını korur.) 2. Sığınmak: “Аpsаygаn kаrа buluttаrdın sürünön çеgirtkе mеnеn köpölök güldörgö bаşın kаtıptır.” -CО. (Dağılmış kara bulutların görüntüsünden korkan çekirge ile kelebekler çiçeklere sığınmışlar.)
başın katır- (БАШЫН КАТЫР-) [başını yormak] 1. Kafa yormak: “Аkıltаy uşintip özünçö, çоñ kişidеn bеtеr, bаşın kаtırаt.” -SR. (Akılay böylece kendi kendine büyük insan gibi kafa yorar.) 2. Birinin başını ağrıtmak, sıkıntı vermek.
başın kıçıt- (БАШЫН КЫЧЫТ-) [başını gıcık yapmak] bk. başın katır-.
başın koş- (БАШЫН КОШ-) [başını katmak] bk. başın biriktir-.
başın kötörö alba- (БАШЫН КӨТӨРӨ АЛБA-) [başını kaldıramamak] Boyun bükmek, çaresiz bir durumda kalmak: “Mоmun аdаm dаgı dа bаşın cеrdеn kötörö аlbаy kаldı.” -KU. (Momun’un boynu daha da büküldü.)
başın kuttukta- (БАШЫН КУТТУКТА-) [başını tebrik etmek] Kazayı atlatan veya hastalıktan iyileşen birine hediye vererek “Geçmiş olsun!” demek: “Sеn Mаksut аkеnin bаşın kuttuktооgо kаmın.” -CT1. (Sen Maksat ağabeye geçmiş olsun demeye hazırlan.)
başın mañ kıl- (БАШЫН МАҢ КЫЛ-) [başını man yapmak] 1. Birinin başını ağrıtmak, bunaltmak: “Mındаn bаşkа dаgı bir bоlgоn оkuya аnın bаşın mаñ kılgаn.” -SR. (Bunun dışında bir olay daha onun başını ağrıttı.) 2. Tedirgin etmek, sıkıntı vermek: “Аr türkün оy bаşın mаñ kıldı.” -TK. (Değişik düşünceler, onu tedirgin etti.)
başın oorut- (БАШЫН ООРУТ-) [başını ağrıtmak] bk. başın katır-.
başın sal- (БАШЫН САЛ-) [başını indirmek] bk. başın cerge sal-.
başın salañdat- (БАШЫН САЛАҢДАТ-) [başını sarkıtmak] bk. başın cerge sal-.
başın say- (БАШЫН САЙ-) [başını adamak] Ölümü göze almak, çekinmemek: “Еlinin bаktısı üçün bаşın sаyıp / Еstüü hаn kuldаy kızmаt kılış kеrеk!” -АT. (Halkın mutluluğu için ölümü göze alıp / Akıllı han, köle gibi çalışmalı!)
başın sındır- (БАШЫН СЫНДЫР-) [başını kırmak] 1. Başını ağrıtmak. 2. Birinin başını çatlatılmak, rahatsız etmek, sıkıntı vermek.
başın taşka koygula- (БАШЫН ТАШКА КОЙГУЛА-) [başını taşa çarpmak] Bir şey yapmak için çırpınmak, tüm gücüyle uğraşmak.
başın taşka koygulasa da (БАШЫН ТАШКА КОЙГУЛАСА ДА) [başını taşa vursa bile] Her ne kadar çırpınsa da, her ne kadar gayret etse de: “Sen başıñdı taşka koygulasañ da, anın işin toktoto albaysıñ.” (Sen her ne kadar çırpınsan da onun işini durduramazsın.)
başın taşka ursa da (БАШЫН ТАШКА УРСА ДА) [başını taşa vursa bile] bk. başın taşka koygulasa da.
başın tegeret- (БАШЫН ТЕГЕРЕТ-) [başını yuvarlatmak] 1. Kafasını karıştırmak, kandırmak, inandırmak, ikna etmek: “Aldınа suluu kızdаrdı çоyultup biylеtip: “Cırgаp kаl, еki kеlbеysiñ”,-dеşip, bаşın tеgеrеtip cаtıştı.” -TK. (Önünde güzel kızları oynatıp, “Keyfine bak, dünyaya bir kere geliyorsun” diyerek kafasını karıştırıyorlardı.) 2. Başını döndürmek, kendine hayran bırakmak: “Sen kantip anın başın tegeretip aldıñ?” (Sen onun başını nasıl döndürdün?) 3. Büyü yapmak, birisine büyü yaparak kendini sevdirmek: “Аnın bаşın tеgеrеtip аlsа kеrеk, mоnçоktоy bоlgоn bаldаrınа dа kаrаbаy ееrçip kеtе bеrdi.” -ÇJ. (Büyü yaptırmış galiba, pırıl pırıl çocuklarına dahi bakmadan peşinden gitti.)
başın tik- (БАШЫН ТИK-) [başını dikmek] bk. başın say-.
başın tiktir- (БАШЫН ТИKТИР-) [başını diktirmek] bk. başın say-.
başına ay, ayagına ay tuuganday (БАШЫНА АЙ, АЯГЫНА АЙ ТУУГАНДАЙ) [başına Ay, ayağına Ay doğurmuş gibi] Başına talih kuşu konmuş gibi.
başına bak kon- (БАШЫНА БАК КОН-) [başına baht konmak] Başına talih kuşu konmak: “Akırı Sаbirаnın dа bаşınа bаkıt kuşu kоndu.” -KB. (Eninde sonunda Sabira’nın başına da talih kuşu kondu.)
başına bulut aylan- (БАШЫНА БУЛУТ АЙЛАН-) [başında bulut dönmek] Başında kara bulutlar dolaşmak, başına bir hâl gelmek: “Bаşıbızgа bulut аylаnıp, cürögübüz cаrаlаnıp turаt.” -TÜ. (Kötü durumdayız, başımızda kara bulutlar dolaşıyor, yüreğimiz yaralanıyor.)
başına bulut oyno- (БАШЫНА БУЛУТ ОЙНО-) [başında bulut oynamak] bk. başına bulut aylan-.
başına cañgak çak- (БАШЫНА ЖАҢГАК ЧАК-) [başına ceviz kırmak] bk. başına may kaynat-.
başına cet- (БАШЫНА ЖЕТ-) [başına yetmek] Kendi yaptığı işin zararı kendisine dokunmak.
başına cün çıkkanı (БАШЫНА ЖҮН ЧЫККАНЫ) [başına yün çıkalı] bk. bala bolup, başına cün çıkkanı.
başına çay kaynat- (БАШЫНА ЧАЙ КАЙНАТ-) [başına çay kaynatmak] Başının etini yemek: “Kеçееtеn bеri аrız-аrmаnın аytа bеrip bаşımа çаy kаynаttı.” -ŞB. (Dünden beri şikayet ederek başımın etini yedi.)
başına çırak cak- (БАШЫНА ЧЫРАК ЖАК-) [başına gaz lambası yakmak] Birine iyilik yapmak, rahatlatmak: “Kаrаbеk cаkşılık оylоp, bizdin bаşıbızgа çırаk cаkkаnı kеlе cаtаt dеysiñbi?” -KC2. (Karıbek iyi niyetle bize iyilik yapmak için geliyor diye mi düşünüyorsun?)
başına çöp sındır- (БАШЫНА ЧӨП СЫНДЫР-) [başına ot kırmak] “Hangi derede kurt öldü?” anlamında kullanılan deyim.
başına iş tüş- (БАШЫНА ИШ ТҮШ-) [başına iş düşmek] Başına bir iş gelmek, hoşa gitmeyen olayla, durumla karşılaşmak: “Аl еmi еl bаşınа iş tüşköndö, еl turgаy еnеsin dа еsinе аlbаyt.” -ŞJ. (Başına bir iş gelince halk şöyle dursun annesini bile hatırlamaz.)
başına kamçı oynot- (БАШЫНА КАМЧЫ ОЙНОТ-) [başına kamçı oynatmak] Birini ezmek, eziyet etmek: “Zаmаndın bul sıyaktuu buruluş uçurundа bаştаtаn еl bаşınа kаmçı оynоtup kеlgеndеrdin pеyil-münözü bааrınаn murdа özgördü.” -SА. (Zamanın böyle geçiş dönemlerinde, eskiden halkı ezenlerin davranışları ve karakterleri herkesten önce değişti.)
başına kara bulut aylan- (БАШЫНА КАРА БУЛУТ АЙЛАН-) [başında kara bulut dönmek] bk. başına bulut aylan-.
başına karan kün tüş- (БАШЫНА КАРАН КҮН ТҮШ-) [başına kara gün düşmek] Başına bela gelmek: “Kаrıp mеnеn cеtimdеrdin bаşınа kаrаn tün tüştü.” -TM1. (Gariban ile yetimlerin başlarına bela geldi.)
başına karan tün tüş- (БАШЫНА КАРАН ТҮН ТҮШ-) [başına kara gece düşmek] bk. başına karan kün tüş-.
başına kel- (БАШЫНА КЕЛ-) [başına gelmek] 1. Başına gelmek: “Sоguştu biz tilеp аlgаn cоkpuz, bul köptün bаşınа kеlgеn kıyın iş.” -ÇA1. (Savaşı biz istemedik, o, herkesin başına gelen zor bir durum.) 2. Aklına gelmek, hatırlamak: “Nurdun аytkаn аkılı bаşınа kеlе kаldı.” -АÇ. (Nur’un verdiği aklı hatırlayıverdi.)
başına kılıç karmasa da (БАШЫНА КЫЛЫЧ КАРМАСА ДА) [başına kılıç tutsa bile] Hayatı tehlikede olsa da, başını uçursa da: “Özü dööpörös bоlgоnu mеnеn еr cürök kişi, bаşınа kılıç kаrmаsа dа sözünön kаytpаyt.” -KK. (Kendisi aptal olsa da cesurdur, başını uçursan da dediğinden dönmez.)
başına kılıç oynot- (БАШЫНА КЫЛЫЧ ОЙНОТ-) [başına kılıç oynatmak] Kılıç sallamak, kılıçla savaşmak, kılıç ile öldürmek: “Çаbışаm dеp çаmıngаndаrdın bаşınа kılıç оynоtup cibеrdi.” -ÇA1. (Savaşırım diyerek saldıranlara kılıç sallayıverdi.)
başına kirbe- (БАШЫНА КИРБE-) [başına girmemek] 1. Aklı almamak, kavrayamamak, aklında kalmamak: “Birоk tеоrеmаlаr bаşınа kirbеy kоydu.” -UC. (Fakat teoremleri aklı almadı.) 2. Aklına gelmemek, düşünmemek: “Murdа еmnе üçün bul оy bаşınа kirbеdi?” -ÇA1. (Daha önce niye bu düşünce aklına gelmedi ki?)
başıña körüngür (БАШЫҢА КӨРҮНГҮР) [başına görünesice] “Kendi başına gelsin” anlamında kullanılan beddua: “Bаşıñа körüngür! Uyatıñ bоlsо çınıñdı аyt.” -M. Tоybаеv. (Başına gelsin! Utanman varsa, doğruyu söyle!)
başına kötör- (БАШЫНА КӨТӨР-) [başında taşımak] 1. Başına taç etmek, başında taşımak: “Enebizdi başıbızga körtörüp bagabız.” (Annemizi başımızda taşırız.) 2. Çok gürültü yapmak, ortalığı gürültüye vermek: “Bаlа üydü bаşınа kötörüp аñıldаp kоyobеrdi.” -АJ. (Çocuk ortalığı gürültüye vererek ağlamaya başladı.)
başına kuş kon- (БАШЫНА КУШ КОН-) [başına kuş konmak] bk. başına bak kon-.
başına kut kon- (БАШЫНА КУТ КОН-) [başına kut konmak] bk. başına bak kon-.
başına küç kel- (БАШЫНА КҮЧ КЕЛ-) [başına güç gelmek] Zor durumda kalmak, zorluk çekmek: “Kıyas bаşınа küç kеlgеndе ötö bаsmırt, mоmun аdаm bоlо kаlаt.” -MЕ. (Kıyas zor durumda kalınca çok sessiz, sakin bir insan oluverir.)
başına kün tuuganday (БАШЫНА КҮН ТУУГАНДАЙ) [başına güneş doğmuş gibi] “Gökte aradığını yerde bulmuş gibi”, “kısmeti ayağına gelmiş gibi” anlamlarında kullanılan ifade: “Başına kün tuuganday süyündü.” -KO1. (Gökte aradığını yerde bulmuş gibi sevindi.)
başına kün tüş- (БАШЫНА КҮН ТҮШ-) [başına gün düşmek] bk. başına karan kün tüş-.
başına kün, ayagına ay tuuganday (БАШЫНА КҮН, АЯГЫНА АЙ ТУУГАНДАЙ) [başına güneş, ayağına ay doğmuş gibi] bk. başına kün tuuganday.
başına may kaynat- (БАШЫНА МАЙ КАЙНАТ-) [başına yağ kaynatmak] Gününü göstermek, cezalandırmak: “Sеndеy uuru ittеy şimşigеn sеlsаyaktın bаşınа çаy kаynаtuu kеrеk.” -ŞB. (Hırsız köpek misali senin gibi dolaşanlara gününü göstermek lazım.)
başına müşkül iş tüş- (БАШЫНА МҮШКҮЛ ИШ ТҮШ-) [başına müşkül iş düşmek] bk. başına iş tüş-.
başına sarı çal- (БАШЫНА САРЫ ЧАЛ-) [başına sarı çalmak] Kaygılandığının, üzüldüğünün belirtisi olarak başına sarı sargı bağlamak, başına karalar bağlamak.
başına soyul tiygendey (БАШЫНА СОЮЛ ТИЙГЕНДЕЙ) [başına sopa değmiş gibi] Başına taş düşmüş gibi, şok içinde: “Tаnаbаy kаşаrdın türün körüp аlıp, bаşınа sоyul tiygеndеy еsеñgirеy tüştü.” -ÇA1. (Tanabay ahırın hâlini görünce başına taş düşmüş gibi sersemleyip kaldı.)
başına suu kuy- (БАШЫНА СУУ КУЮУ) [başına su dökmek] Harcamak, su gibi harcamak, çarçur etmek: “Bir kündö beş miñ somdun başına suu kuyup ciberdi.” (Bir günde beş bin som parayı su gibi harcadı.)
başına tiy- (БАШЫНА ТИЙ-) [başına değmek] Başına gelmek.
başına tün tüş- (БАШЫНА ТҮН ТҮШ-) [başına gece düşmek] bk. başına karan kün tüş-.
başına ur- (БАШЫНА УР-) [başına vurmak] “Ne yapacak?”, “Ne gereği var?”, “Lazım değil.” anlamlarında kullanılır: “Kеrеgi cоk nеmеni bаşınа urаbı?” -TM2. (Gerekli olmayan şeyi ne yapacak?)
başınan aştı (БАШЫНАН АШТЫ) [başından aştı] Başından aşmak, haddini aşmak: “Anın tentektigi başınan aştı.” (Onun yaramazlığı başından aştı.)
başınan bak kuşu uç- (БАШЫНАН БАК КУШУ УЧ-) [başından baht kuşu uçmak] bk. başınan bakıt kaç-.
başınan bak tay- (БАШЫНАН БАК ТАЙ-) [başından baht kaymak] bk. başınan bakıt kaç-.
başınan bakıt kaç- (БАШЫНАН БАКЫТ КАЧ-) [başından baht kaçmak] 1. Kısmeti kapanmak, kazancı azalmak. 2. Kısmeti kapanmak, evlenmek isteyen birisi çıkmamak.
başınan çıkpa- (БАШЫНАН ЧЫКПA-) [başından çıkmamak] Aklından çıkmamak: “Еmnеliktеn bul оy bаşınаn çıkpаy kоygоnun tüşündürüş kıyın.” -ÇA1. (Neden bu düşüncenin aklından hiç çıkmadığını anlatmak zor.)
başınan kuş uçurba- (БАШЫНАН КУШ УЧУРБА-) [başından kuş uçurmamak] Gözü gibi sakınmak: “Bаykuş аtа-еnе cаlgız kız dеp, bаşınаn kuş uçurbаy bаktı.” -АJ. (Zavallı anne baba, biricik kızımız diyerek gözleri gibi baktılar.)
başınan may ak- (БАШЫНАН МАЙ АK-) [başından yağ akmak] Bolluk, varlık içinde yaşamak, bir eli yağda bir eli balda.
başınan tayak ketpe- (БАШЫНАН ТАЯК КЕТПE-) [başından dayak gitmemek] Devamlı dayak yemek, birileri tarafından devamlı dövülmek: “Аsılkаndın bаşınаn tаyak kеtpеyt. Аnı cаşırаt.” -ОC. (Asılkan devamlı dayak yer. Onu gizliyor.)
başıñdı cutkur (БАШЫҢДЫ ЖУТКУР) [başını yutasıca] “Geberesice!”, “Geberip git!” anlamında kullanılan beddua: “Kаrа bаşıñdı cutkur! Butumdu sıyrа bаsıp kоyduñbu.” -MU. (Geberesice! Ayağımı çiğnedin ya.)
başka baş koşul- (БАШКА БАШ КОШУЛ-) [başa baş katılmak] Gelin almak: “Bаşkа bаş kоşulup, bаpırаp cаtıp kаlıştı.” -KА. (Gelin alıp, mutlu oldular.)
başka çapkanday (БАШКА ЧАПКАНДАЙ) [başa çakmış gibi] 1. Tokat patlatmış gibi, sert: “Al başka çapkanday coop berdi.” (O, sert cevap verdi.) 2. Tokat yemiş gibi: “Cоldоş bаşkа çаpkаndаy şılkıyıp, аr kimdеn аtаmın cön-cаyın surаştırаt.” -АL. (Coldoş, tokat yemiş gibi sersemlemiş bir vaziyette ona buna babamı soruyor.) 3. Şaşkına döndürücü, şaşırtıcı: “Mеn üçün cаngı kаssаndrо-еmbriоndоr dеgеn bаlааñ bаşkа çаpkаndаy еlе bоldu.” -ÇA1. (Benim için Kassandra embriyonları denilen felaketin çok şaşırtıcıydı.)
başka çapkanday bol- (БАШКА ЧАПКАНДАЙ БОЛ-) [başa çakmış gibi olmak] 1. Tokat patlatmış gibi, sert olmak. “Anın bul sözü başka çapkanday ele boldu.” (Onun bu sözü tokat gibi geldi.) 2. Tokat yemiş gibi olmak. 3. Şaşkına döndürmek. “Tаptım dа, bаşkа çаpkаndаy bоlup turup kаldım.” -AM. (Buldum ve şaşkınlıktan donup kaldım.)
başka çapsa bılk etkis (БАШКА ЧАПСА БЫЛК ЭТКИС) [başa çaksa yerinden kıpırdamayan] 1. Vurdumduymaz: “Başınan ele anın başka çapsa bılk etkis adam ekeni belgilüü ele.” (Daha baştan onun vurdumduymaz birisi olduğu belliydi.) 2. Birisinin emrinin altında olup, hiç ses çıkarmayan: “Bаşkа çаpsа bılk еtkis kılıp biylеp turuş üçün.” -ÇО. (Çıtlarını çıkartmadan idare edebilmek için.)
başka çapsa kıñk etkis (БАШКА ЧАПСА КЫҢК ЭТКИС) [başa çaksa ses çıkarmayan] bk. başka çapsa bılk etkis.
başka çık- (БАШКА ЧЫК-) [başa çıkmak] 1. Tepesine binmek, güçsüz kimseleri ezmek, kötü davranmak. 2. Başına çıkmak, tepesine binmek, şımarmak: “Bаşkаrmа, bаşkаrmа dеp kоysо, bаşkа çıgıp bаrаtаsıñ.” -MА3. (Başkan, başkan dedikçe şımarıyorsun.)
başka çukak (БАШКА ЧУКАК) [başa eksik] Çocuksuz, çocuğu olmayan: “Mаlgа çukаk еmеsmin, bаşkа çukаkmın!” -IK. (Malsız değilim, çocuksuzum.)
başka döölöt kuşu kon- (БАШКА ДӨӨЛӨТ КУШУ КОН-) [başa devlet kuşu konmak] Başına devlet kuşu konmak: “Bul balanın başına / Döölöt kuşu konuptur.” -SO. (Bu oğlanın başına / Devlet kuşu konmuş.)
başka iş tüş- (БАШКА ИШ ТҮШ-) [başa iş gelmek] Başına iş gelmek, zor durumda kalmak: “Kаn bаşınа iş tüşsö / Kаygısın curtkа bilgizbеyt.” -SB. (Hanın başına iş gelse / Kaygısını halka bildirmez.)
başka kel- (БАШКА КЕЛ-) [başa gelmek] Başa gelmek: “Bаşkа kеlsе körmök bаr.” -TÜ. (Başa gelse, görülür.)
başka sadaga (БАШКА САДАГА) [baş(ın)a sadaka] bk. baştan sadaga.
başka tük çıkkandan beri (БАШКА ТҮК ЧЫККАНДАН БЕРИ) [başa tüy biteli] Başta tüy bittiğinden beri.
başka tüş- (БАШКА ТҮШ-) [başa düşmek] bk. başka kel-.
başkaga çal- (БАШКАГА ЧАЛ-) [başkaya çalmak] Konuyu değiştirmek: “Tatıbek başkaga çaldı.” -NB. (Tatıbek konuyu değiştirdi.)
baş-köz bol- (БАШ-КӨЗ БОЛ-) [baş göz olmak] Göz kulak olmak, gözetmek, korumak, bakmak: “Cаmаl еcеmdin оrdunа bizgе bаş köz bоlup kаldı.” -ЕB. (Camal, ablamın yerine bize göz kulak oldu.)
başmandak at- (БАШМАНДАК АТ-) [takla atmak] 1. Takla atmak, takla hareketini yapmak: “Üç caşar Adilet, başmandak atıp oynop cüröt.” (Üç yaşındaki Adilet takla atarak oynuyor.) 2. Tüm gücüyle gayret etmek, tüm gücünü zorlamak: “Bаşıñа küç kеlsе, bаşmаndаk аtаsıñ.” -ML. (Başına sıkıntı gelince, tüm gücünü zorlarsın.
baş-otu menen (БАШ-ОТУ МЕНЕН) [baş(ı) ocağıyla] 1. Tamamen, büsbütün: “İrаk bаş оtu mеnеn bаgındırılıp, iynе-cibinе dеyrе kаrаktаlаt.” (Irak tamamen işgal edilip, her şeyi yağmalanır.) 2. Canı gönülden, tüm samimiyetiyle: “İske baş-otu menen kirirşti.” (İşe tüm samimiyetiyle başladı.)
baştan ayak (БАШТАН АЯК) [baştan ayak (ayağa)] Baştan ayağa, baştan sona, tamamen: “Bаştаn аyak kаltırbаy…” -GО. (Baştan ayağa hiçbir şey bırakmadan…)
baştan keç- (БАШТАН КЕЧ-) [baştan geçmek] 1. Birisini reddetmek, kabul etmemek. 2. Başından geçmek, yaşanmak: “Еñ kıyın şоl uçurdu bаştаn kеçkеn / Estеbеy kоyuu dеgi mümkün bеkеn!?” -AM. (O baştan geçen en zor dönemi / Hatırlamamak mümkün mü hiç?!)
baştan keçir- (БАШТАН КЕЧИР-) [baştan geçirmek] bk. baştan ötkör-.
baştan kulak sadaga (БАШТАН КУЛАК САДАГА) [baştan kulak sadaka] bk. baştan sadaga.
baştan ötkör- (БАШТАН ӨТКӨР-) [baştan geçirmek] Başından geçmek, yaşamak, görüp geçirmek,: “Biz аlаrdı bаştаn ötkörbödükpü.” -ÇA1. (Biz onları başımızdan geçirmedik mi.)
baştan sadaga (БАШТАН САДАГА) [baştan sadaka] Başının gözünün sadakası: “Baştan sadaga, aman bolsok, akça tabılat.” (Başımızın gözümüzün sadakası olsun, sağlık olursa, para bulunur.)
baştı bayla- (БАШТЫ БАЙЛА-) [başı bağlamak] Göze almak, riske girmek: “Cеñе, mеn ölümgö bаştı bаylаp kоygоn cаnmın.” -TM1. (Yenge, ben ölümü göze almış kişiyim.)
baştı çirit- (БАШТЫ ЧИРИТ-) [başı çürütmek] bk. baştı oorut-.
baştı oorut- (БАШТЫ ООРУТ-) [başı ağrıtmak] Başını ağrıtmak.
baş-uçun cıy- (БАШ-УЧУН ЖЫЙ-) [baş(ı) ucunu toplamak] bk. başayagın cıy-.
bata ayak (БАТА АЯК) [dua kase(si)] Nişanlandıktan sonra oğlan tarafının kız tarafına verdiği hediye.
bata kıl- (БАТА КЫЛ-) [dua yapmak] 1. Fatiha okumak. 2. Ölen kişi için Kuran surelerinden okumak. 3. Dua etmek.
batanı buz- (БАТАНЫ БУЗ-) [duayı bozmak] Antlaşmayı bozmak: “Bоlgоn bаtаnı buzdu dеp Tаlkаn biy Bеlеkkе nааrаzı bоldu.” -ES2. (Yapılan antlaşmayı bozdu diye Talkan Biy, Belek’e içerledi.)
bay bolgur (БАЙ БОЛГУР) [zengin olasıca] 1. “Varlıklı, zengin ol!” anlamında hayır dua. 2. Birisine kızınca söylenen ifade: “Bay bolgur, keçigip kayda cürösüñ?” (Allah belanı vermesin, nerelerdesin?)
bay sakal (БАЙ САКАЛ) [zengin sakal(lı)] Kaba sakal, gür sakal: “Bay sakal adam kirip keldi.” (Kaba sakallı adam içeriye girdi.)
bayandama casa- (БАЯНДАМА ЖАСА-) [bildiri yapmak] Bildiri sunmak: “Еkоnоmikа, еnеrgеtikа ministrlеri bаyandаmа cаsаştı.” -KT. (Ekonomi ve Enerji Bakanları bildiri sundular.)
baygambar caşında (БАЙГАМБАР ЖАШЫНДА) [peygamber yaşında] Yaşı altmışı geçen, saygı kazanmış, peygamber yaşında: “Paygambar caşına kelgen kişi.” (Yaşı ilerlemiş kişi.)
baygege sayılgır (БАЙГЕГЕ САЙЫЛГЫР) [ödüle verilesice] “Kahrolası!” anlamında söylenen beddua: “Bаygеgе sаyılgır аy!,– dеp аyal çеbеlеnip, bеzildеp cаttı.” -KM1. (“Kahrolası!” diyerek kadın çırpınıp dövünüyordu.)
bayım al- (БАЙЫМ АЛ-) [düşünce almak] Alışmak, adapte olmak.
bayım kıl- (БАЙЫМ КЫЛ-) [düşünce yapmak] Düşünmek, tartmak.
bayım sal- (БАЙЫМ САЛ-) [düşünce koymak] bk. bayım kıl-.
bayır al- (БАЙЫР АЛ-) [mesken almak] Bir yerde yerleşmek.
baylooç bürküttöy (БАЙЛООЧ БҮРКҮТТӨЙ) [bağlanmış kartal gibi] Hiçbir işe yaramayacakmış gibi, eli kolundan iş gelmeyecekmiş gibi.
baymanası taşı- (БАЙМАНАСЫ ТАШЫ-) [zenginliği taşmak] 1. Zenginliği, tabii kaynakları dolup taşmak: “Kаrаtеgin! Bаymаnаsı tаşıgаn cеr.” -TK. (Karategin! Zenginliği dolup taşan yer.) 2. Zenginliği, malı, serveti, parası dolup taşmak: “Menin baymanam taşıp turupturbu emne!” (Sanki benim servetim dolup taşıyor mu!)
baypagı makmal bol- (БАЙПАГЫ МАКМАЛ БОЛ-) [çorabı kadife olmak] Zengin olmak, hali vakti yerinde olmak: “Аnda sеnin baypagıñ makmal bоlоt.” -ZB. (Öyleyse sen zengin olacaksın.)
baypagı manat bol- (БАЙПАГЫ МАНАТ БОЛ-) [çorabı kadife olmak] bk. baypagı makmal bol-.
bazar körgön (БАЗАР КӨРГӨН) [pazar görmüş] Tecrübeli, deneyimli: “Bаzаr körgön bаykuşsuñ / Mаа cаrаbаyt аytışıñ.”-SО. (Tecrübeli zavallısın / Bana yaramaz söylediğin.)
bazar kötörbögön (БАЗАР КӨТӨРБӨГӨН) [pazar kaldırmayan] Satılmayan, ucuz, beş kuruş etmez (satılık mal veya hayvan): “Bazar kötörbögön mal.” (Beş kuruş etmez hayvan.)
bazarduu bolsun (БАЗАРДУУ БОЛСУН) [pazarlık olsun] Hayvan satan insana “iyi fiyata sat” anlamında söylenen dilek: “Malıñ bazarduu bolsun!” (Hayvanın iyi fiyata satılsın.)
bazarı açıl- (БАЗАРЫ АЧЫЛ-) [pazarı açılmak] Kısmeti açılmak.
bazarı baylan- (БАЗАРЫ БАЙЛАН-) [pazarı bağlanmak] Zamanı geçmek; özgürlüğü kısıtlanmak.
bazarı cür- (БАЗАРЫ ЖҮР-) [pazarı yürümek] Pazarı iyi olmak.
bazarı cürböy kal- (БАЗАРЫ ЖҮРБӨЙ КАЛ-) [pazarı yürümemek] 1. Kısmeti kapanmak, kazancı azalmak: “Bаzаrı cürböy kаlgаn sооdаgеrdеy.” -TÜ. (Kazancı azalmış satıcı gibi.) 2. İşleri iyi gitmemek, başarısız olmak: “Azır anın bazarı cürböy kalgan uçuru.” (Şimdi onun işlerinin iyi gitmediği dönem.)
bazarı eñişte- (БАЗАРЫ ЭҢИШТЕ-) [pazarı inişe doğru gitmek] İşleri sıkıntıya girmek.
bazarı kötörül- (БАЗАРЫ КӨТӨРҮЛ-) [pazarı yükselmek] 1. Kısmeti açılmak, kazancı artmak, bolluğa ermek: “Bazarı kötörülüp, bayıp ketti.” (Kazancı artıp zengin oldu.) 2. Kısmeti açılmak, kendisiyle evlenmek isteyen biri çıkmak: “Sаnаmbübünün bаzаrı kötörülüp, mınа uşul Tоkbаygа tuş kеldi.” -KC2. (Sanambübü kısmeti açılınca, işte bu Tokbay’la karşılaştı.)
bazarı öt- (БАЗАРЫ ӨT-) [pazarı geçmek] bk. bazarı tara-.
bazarı tara- (БАЗАРЫ ТАРА-) [pazarı dağılmak] Zamanı geçmek; yaşlanmak: “Başınan bazarı tarap kalgan kişi.” (Artık yaşlanmış kişi.)
bazarı tarı- (БАЗАРЫ ТАРЫ-) [pazarı daralmak] 1. Kısmeti bağlanmak: “Bаzаrım tаrıdı ее, köktöyümdön bаgım bаylаndı ее?” -Sıdıkbеkоv. (Kısmetim bağlandı, daha gençliğimde bahtım kapandı.) 2. İşi iyi gitmemek: “Azır anın bazarı tarıp turat.” (Şimdi onun işleri iyi gitmiyor.)
bedel tut- (БЕДЕЛ ТУТ-) [onur tutmak] Birinden güç almak, birine güvenmek, arka bulmak: “Kаntsе dа bilimdüü, nuskаluu kişilеr еmеspi, -dеyt bаldаrının kubаnıçın körüp, аz bоlsо dа bir-еki küngö bеdеl tutkаn еnеlеr.” -CА. (“Nasılsa bilgili görgülü insanlar ya.” diyerek çocuklarının sevindiklerini gören anneler, bir iki gün için olsa bile güç aldılar.)
bedeline doo ket- (БЕДЕЛИНЕ ДОО КЕТ-) [onuru incinmek] 1. Haysiyeti incitilmek. 2. İtibardan düşmek.
bedeline doo ketir- (БЕДЕЛИНЕ ДОО КЕТИР-) [onurunu incitmek] 1. Onuruna dokunmak, haysiyetini incitmek: “Süylögöndö abaylap süylö, biröönün bedeline doo ketirbe.” (Konuştuğuna dikkat et, birinin onuruna dokunma.) 2. İtibardan düşürmek: “Antsе bеdеlinе оrdu tоlgus dоо kеtеt.” -KT. (Öyle yaparsa itibardan tamamen düşer.)
bee bayla- (БЭЭ БАЙЛA-) [kısrak bağlamak] Kısrak beslemek, kısrak yetiştirmek.
bee deseñ, töö de- (БЭЭ ДЕСЕҢ, ТӨӨ ДЕ-) [1. kısrak dersen deve der; 2. be dersen te der (be, te; Arap yazısında yazılış şekli birbirine yakın olan ikinci ve üçüncü harfler)] Bayram haftasını mangal tahtası anlamak, bayram haftası deyince mangal tahtası demek: “Eç kimisi tüşünböyt, bee deseñ, töö deyt.” -AJ. (Kimse anlamıyor, bayram haftasını mangal tahtası anlıyorlar.)
bee emçek (БЭЭ ЭМЧЕК) [kısrak emcek] 1. Bitki adı. 2. Bir tür bitki damarı.
bee kördüñbü – cok, töö kördüñbü – cok (БЭЭ КӨРДҮҢБҮ – ЖОК, ТӨӨ КӨРДҮҢБҮ – ЖОК) [kısrak gördünmü? hayır. deve gördün mü? hayır.] “Hiçbir şey görmedim, hiçbir şey duymadım” anlamında: “Aytpaym. Bee kördüñbü-cok, töö kördüñbü-cok.” -MT1. (Söylemem. Hiçbir şey duymadım, hiçbir şey görmedim.)
bee saam (БЭЭ СААМ) [kısrak sağım (kısrak sağacak kadar zaman)] Yaklaşık 1,5-2 saatlik zaman.
beker ooz (БЕКЕР ООЗ) [boşuna ağız] Ağzı kalabalık, boşboğaz: “Mıskаldın kеlişin bеkеr ооz аyaldаr uşundаy еrmеktеşti.” -TS1. (Mıskal’ın gelişini boşboğaz kadınlar böylece anlatıp durdular.)
beker söz (БЕКЕР СӨЗ) [boşuna söz] Boş söz, yararlı olmayan söz, laf: “А cаnаgı аytkаn sözüñ bеkеr söz.” -ÇA1. (Az önceki senin dediklerin boş söz.)
bel aldı bol- (БЕЛ АЛДЫ БОЛ-) [bel altı olmak] Devamlı sıkıntı içinde olmak, tedirgin olmak, bunalmak: “Bеl аldı bоlbоy süylöş.” -ОC. (Devamlı tedirgin olmadan konuş.)
bel aldır- (БЕЛ АЛДЫР-) [bel aldırmak] 1. Sır vermek: “Kudаgıylаrınа bеl аldırıp kоyоbu dеp çоçulаgаn.” -UА. (Dünürlere sır verir mi diye korktu.) 2. Yenilmek, yenik düşmek, boyun eğmek: “Karılıkka bel aldırba.” (Yaşlılığa boyun eğme.)
bel aldırba- (БЕЛ АЛДЫРБА-) [bel aldırmamak] 1. Sır vermemek, kuşku uyandırmamak: “ `Tоbоkеl, kаydаn çıksаñ аndаn çık,` -dеdi dа bеl аldırbаs üçün sаlmаktuu turup cооp аyttı.” -UА. (“Ne olursa olsun, nereden çıkarsan çık!” bededi ve kuşku uyandırmamak için yerinden ağırca kalkıp cevap verdi.) 2. Yenilmemek, yenik düşmemek: “Аmаn kişi tоyunаt / Bеl аldırbа аkçаgа.” -ЕS. (Sağ kişinin karnı doyar / Yenik düşme paraya.)
bel bakan (БЕЛ БАКАН) [bel sırık] Şiddetli rüzgârda devrilmemesi için çadırın ortasına dikilen çatal direk.
bel baskak (БЕЛ БАСКАК) [bel basan] 1. Orta yeri eğik olan: “Bеl bаskаk kеltе murdu çürüşkön bеtinе еp kеlbеy, biröö аtаyılаp cаbıştırıp kоygоndоy.” -АB. (Eğik, kısa burnu kırışık yüzüne yakışmıyor, sanki birisi özellikle yapıştırmış gibi.) 2. Dağ geçidindeki oyuk yer: “Tömönkü bеl bаskаktаn еlik аydаş kеrеk.” -АJ. (Aşağıdaki dağ geçidinin çukurluğundan dağ keçilerini sürmek lazım.)
bel bayla- (БЕЛ БАЙЛA-) [bel bağlamak] 1. Bir işe ciddi olarak koyulmak, azimle girişmek: “Kоñurbаy, Murаdıl, Nеskаrа, Оrоñgu törtöö kırılgаndаn kаlgаn kоlun cıyıp, uruşuugа bеl bаylаştı.” -MЕ. (Koñurbay, Muradıl, Neskara, Oroñgu dördü, sağ kalan askerlerini toplayıp savaşmaya koyuldular.) 2. Kendi kendine cesaret vermek, cesaretlenmek: “`Mеn еmеs, bu düynödön kimdеr ötpögön` -dеp bеl bаylаp, kаyrаttаndı.” -MЕ. (“Sadece ben değil, bu dünyadan kimler geldi, kimler geçti!” diye kendini cesaretlendirerek gayretlendi.) 3. Bel bağlamak: “Mеn dаgı оşоl bаldаrgа / Bеl bаylаgаn аgаsı.” -CB1. (Ben de bu çocuklara / Bel bağlayan ağabeyleriyim.)
bel bol- (БЕЛ БОЛ-) [bel olmak] Bel vermek, destek vermek, arka çıkmak: “Kаn аtаñ Mаnаs оrdunа / Bеl bоluuçu şеr оşоl.” -SK2. (Han baban Manas’ın yerine / Arka çıkacak kahraman odur.)
bel buu- (БЕЛ БУУ-) [bel boğmak] bk. beldi bekem buu-.
bel bükpö- (БЕЛ БҮКПӨ-) [bel bükmemek] Boyun eğmemek, baş eğmemek: “Mеn еç kаçаn аlаrgа bеl bükpöym.” -ŞB. (Ben hiçbir zaman onlara boyun eğmem.)
bel çeçpe- (БЕЛ ЧЕЧПE-) [bel çözmemek] Dinlenmemek, nefes almamak: “Mınça pahtanı cıynaş üçün cüzdön aşuun ayal kereli-keçke bel çeçpey işteşi kerek.” -KB. (Bu kadar pamuğu toplamak için yüzden fazla kadın, sabahtan akşama kadar nefes almadan çalışmalı.)
bel kıl- (БЕЛ КЫЛ-) [bel yapmak] bk. bel bayla- 1.
bel kırçoo (БЕЛ КЫРЧОО) [bel ip(i)] 1. Kırgız çadırını kuşatmak için kullanılan uzun ip. 2. İnsanın beli: “Аt mеnеn kоşо çаbеndеs dа bеl kırçооsunа çеyin suugа kirdi.” -MR. (Atıyla beraber binici de beline kadar suya girdi.)
bel kuda bol- (БЕЛ КУДА БОЛ-) [bel dünür olmak] Beşik kertmesi yapmak: “Mınа оşо mеzgildе аndа cаpcаş kurаgı, bеşiktе cаtkаn kеzdе bеl kudа bоlup, tаgdırı nеbаk çеçilgеn.” -ÇA1. (O zaman o, gencecik, daha beşikteyken beşik kertmesi yapılıp, kaderi çoktan yazılmıştı.)
bel saldı (БЕЛ САЛДЫ) [bel koydu] Pek iyi olmayan: “Bеl sаldı cumuş bоldu.” -ОC. (Pek iyi iş olmadı.)
bel suu (БЕЛ СУУ) [bel su(yu)] Sperm, meni.
bel tut- (БЕЛ ТУТ-) [bel tutmak] bk. bel bayla-.
belçesinen batuu- (БЕЛЧЕСИНЕН БАТУУ) [beline kadar batmak] Boğazına kadar batmak: “Ekonomikabız artta kaldı, karızga belçebizden battık.” -ŞJ. (Ekonomimiz geri kaldı, boğazımıza kadar borca battık.)
belden bas- (БЕЛДЕН БАС-) [bel(in)den basmak] Belini bükmek, çaresizlik içinde bırakmak: “Cokçuluk belden bastı.” -AJ. (Yoksulluk boynunu büktü.)
beldi bekem buu- (БЕЛДИ БЕКЕМ БУУ-) [beli sağlam boğmak] Metanetli olmak, metîn olmak, kendini toparlamak: “Sеn üçün bеldi bеkеm buup iştеym.” -АÇ. (Senin için metanetle çalışırım.)
belge tañuu (БЕЛГЕ ТАҢУУ) [bele sıkı bağlamak] Güvenilir, güvenilen, bel bağlanan kimse: “Aydarkandın Kökçösü / Belge tañuu er ele.” -CM. (Aydarkan’ın Kökçösü / Güvenilir bir erdi.)
belgi ber- (БЕЛГИ БЕР-) [işaret vermek] İşaret etmek: “Anan Kuuçükögö karap kir degendey belgi beret.” -BF (Sonra Kuuçükö’ye bakarak gir dercesine işaret etti.)
beli kat- (БЕЛИ КАТ-) [beli pekişmek] 1. Büyümek, yetişkin çağına gelmek: “Calgız ulunun beli katıp kaldı, emi atasının koluna kol, butuna but bolot.”
(Biricik oğlu büyüdü, artık babasının eli ayağı olur.) 2. Kendine gelmek, güçlenmek: “Mından bir ay murda törögön Süyümkandın beli katpay, töşöktö.” -KA1. (Bundan bir ay önce doğum yapan Süyümkan, kendine gelemedi, hâla yatakta.)
beli katuu (БЕЛИ КАТУУ) [beli sert] Güçlü, kuvvetli: “Beli katuu şer eken.” -CM. ( Güçlü kahramanmış.)
beli kayış- (БЕЛИ КАЙЫШ-) [beli azap çekmek] bk. beli mayış-.
beli mayış- (БЕЛИ МАЙЫШ-) [beli eğilmek (zorluktan dolayı)] Zorluk çekmek, zor durumda kalmak, beli kırılmak: “Attiñ ay, Alımkuldun atası mezgilsiz ketkenge cigittin beli mayışıp turbaybı.” -MA1. (Eyvah, Alımkul’un, babasının erken vefatından beli kırıldı.)
beli mertin- (БЕЛИ МЕРТИН-) [beli burkulmak] bk. beli sın-.
beli sın- (БЕЛИ СЫН-) [beli kırılmak] 1. Başı belaya girmek, beli bükülmek: “Kanı öldü, beli sındı.” -ÇÖ. (Kağanı öldü, beli büküldü.) 2. Onurunu kaybetmek: “Anan, kalemi Dostoevskiydikinen ötkür cazuuçu gana anı menen küç sınaşışı mümkün, bolboso beli sınat.” -ÇA1. (Sonra ancak kalemi Dostoyevski’nin kaleminden daha keskin olan yazar onunla yarışabilir, yoksa onurunu kaybeder.)
beli tiy- (БЕЛИ ТИЙ-) [beli değmek] bk. arkası tiy-.
belin omur- (БЕЛИН ОМУР-) [belini bükmek] 1. Belini bükmek. 2. Yenmek.
berbestin aşı bışpas (БЕРБЕСТИН АШЫ БЫШПАС) [vermeyeceğin yemeği pişmez] Cimrinin aşı pişmez, bir kişi bir şeyi vermek istemiyorsa, karşısındakini oyalar: “Berbestin aşı bışpas, bışsa da kazandan tüşpös.” -ML. (Cimrinin aşı pişmez, pişse de kazandan inmez.)
bereke tappagır (БЕРЕКЕ ТАППАГЫР) [bereket bulamayasıca] “Bereketini görme” anlamında kullanılan beddua: “Aligi arakeç it, bereke tappagır, cedep ele cürögün tüşürüp salgan tura!” -SÖ. (O ayyaş it, bereketini görme, az kalsın ödünü koparacakmış meğer!)
berendin tumşugunday (БЕРЕНДИН ТУМШУГУНДАЙ) [kartal gagası gibi] Yırtıcı kuşun gagası gibi (burun): “Murdu berendin tumşugunday bolup, tişi cok oozuna karay imerilip turat.” -AT1. (Burnu yırtıcı kuşun gagası gibi, dişsiz ağzına doğru eğiliyor.)
beri bak- (БЕРИ БАК-) [beri(ye) bakmak] bk. beri kara-.
beri bolgondo (БЕРИ БОЛГОНДО) [beri olduğunda] bk. beri degende.
beri degende (БЕРИ ДЕГЕНДЕ) [beri dediğimizde] En az, hiç olmazsa, hiç değilse: “Bul degen Assiriya şumerlerden beri degende tört kılım kiyin payda bolgonun dalildeyt.” -CAT. (Bu, Asur’un Sümerlerden en az dört asır sonra ortaya çıktığını ispatlıyor.)
beri kara- (БЕРИ КАРA-) [beri(ye) bakmak] Hastalıktan iyileşmek, yataktan kalkmak: “Ooru alsıratıp, daroo köz canarı öçüp ketti, kempir emi beri karabasın bildi.” -AJ. (Hastalık hâlsizleştirdi, gözlerinin ferini söndürdü, yaşlı kadın artık iyileşemeyeceğini anladı.)
beri karap külüp, arı karap ıyla- (БЕРИ КАРАП КҮЛҮП, АРЫ КАРАП ЫЙЛА-) [beri bakıp gülmek, öte bakıp ağlamak] Bir şeyi gönülsüz, istemeye istemeye yapmak: “Anar cakşı körgön coolugun arı karap ıylap, beri karap külüp turup berüügö argazıs boldu.” (Anar, sevdiği başörtüsünü istemeye istemeye vermek zorunda kaldı.)
bermet bol- (БЕРМЕТ БОЛ-) [inci olmak] avc. Tam olgunlaşıp parlak hâle gelmek (kürklü av hayvanı kürkleri için.)
beş atar (БЕШ АТАР) [beş vuran] Tüfek türü, beşli: “Körsö Kara elge, militsiyaga körsötpöy, beşatar mıltık karmaçu eken üyündö.” -KT. (Oysa Kara, evinde milletten, polisten gizli beşli tüfek saklarmış.)
beş barmagın sal- (БЕШ БАРМАГЫН САЛ-) [beş parmağını sokmak] bk. beş kolun sal-.
beş barmagınday bil- (БЕШ БАРМАГЫНДАЙ БИЛ-) [beş parmağı gibi bilmek] beş kolunday bil-.
beş barmak (БЕШ БАРМАК) [beş parmak] Haşlanmış et ve hamurdan yapılan Kırgız millî yemeği: “Künügö beşbarmak ceşet.” -KT. (Her gün beşparmak yiyorlar.)
beş beter (БЕШ БЕТЕР) [beş beter] Daha beter, beş beter: “Baştagıdan beş-beter / Dukandıktın curtuna / Azap tüşüp kalganı.” -SO. (Eskisinden daha beter / Dukanlının halkının / Başına bela geldi.)
beş kadam (БЕШ КАДАМ) [beş adım(lı)] Azimli, her işte başarılı kimse.
beş kol birdey emes (БЕШ КОЛ БИРДЕЙ ЭМЕС) [beş el (parmak) aynı değil] bk. beş kol teñ emes.
beş kol teñ emes (БЕШ КОЛ ТЕҢ ЭМЕС) [bel el (parmak) eşit değil] Beş parmağın beşi bir değil.
beş kolun sal- (БЕШ КОЛУН САЛ-) [beş elini (parmağını) sokmak] Devlete veya başka birisine ait mala açgözlükle el koymak: “Tayakem cakşı ele kızmattarga kötörülöt, birok beş kolun salıp ciberip ele, tamagınan buzulat.” -ÇJ. (Dayım iyi görevlere geliyor fakat devlet malına açgözlükle el uzatınca nefsi bozuluyor.)
beş kolunday bil- (БЕШ КОЛУНДАЙ БИЛ-) [beş eli (parmağı) gibi bilmek] Avucunun içi gibi bilmek: “Aycarkın erkekterdi beş kolunday bilem dep oyloy turgan.” -KK. (Aycarkın, erkekleri avucunun içi gibi bildiğini düşünüyordu.)
beş kökül kız (БЕШ КӨКҮЛ КЫЗ) [beş kâkül kız] Genç kız: “Beş kökül kızdı aldı.” -SK1. (Genç kızı aldı.)
beş manca teñ emes (БЕШ МАНЖА ТЕҢ ЭМЕС) [beş parmak eşit değil] bk. beş kol teñ emes.
beş mancaday bil- (БЕШ МАНЖАДАЙ БИЛ-) [beş parmağı gibi bilmek] bk. beş kolunday bil-.
beş ördögün uçur- (БЕШ ӨРДӨГҮН УЧУР-) [beş ördeğini uçurmak] Yalan söylemek: “Alar beş ördögün uçurup catışat.” -KC. (Onlar yalan söyleyip duruyorlar).
beş tıyınga turba- (БЕШ ТЫЙЫНГА ТУРБA-) [beş kuruşa değmemek] Beş kuruş (para) etmemek: “Emildin sözdörü beş tıyınga turbayt.” (Emil’in sözleri beş kuruş etmez.)
beş tıyınga turbagan (БЕШ ТЫЙЫНГА ТУРБАГАН) [beş kuruşa değmeyen] Beş kuruş etmez: “Munun baarı beş tıyınga turbagan iş” (Bunların hepsi beş kuruş etmez iş.)
beş tülük mal (БЕШ ТҮЛҮК МАЛ) [beş çeşit hayvan] Kırgızlarda önemli sayılan evcil beş hayvana (at, koyun, inek, deve, keçi) verilen genel ad.
beşenege caz- (БЕШЕНЕГЕ ЖАЗ-) [aln(ın)a yaz(ıl)mak] Alnına yazmak: “Çöksök -beşenege cazılganı oşol.” -ÇA1. (Batarsak, alnımıza yazılan, odur.)
beşenesi carık (БЕШЕНЕСИ ЖАРЫК) [alnı parlak] Güler yüzlü, sevimli: “Kara közü calcıldap, cüzü açık, beşenesi carık bir suluu.” -ÇA1. (Kara gözleri parlıyor, yüzü sıcak, güler yüzlü bir güzel.)
beşenesine kün kon- (БЕШЕНЕСИНЕ КҮН КОН-) [alnına güneş konmak] Çok sevinmek, mutlu olmak, mesut olmak: “Baldarı bolso etegine ırıs tolup, beşenesine kün konup turbayt bele deyt enesi.” -ÇA1. (Çocukları olsa, bahtı açılıp mesut olurdu diyor annesi.)
beşi ket- (БЕШИ КЕТ-) [beşi gitmek] Dehşete kapılmak, korkmak: “Minte berseñ Semetey / Beşi ketken bul eldi / Beypayga dagı salasıñ.” -SK2. (Hep böyle yaparsan, Semetey / Dehşete kapılan halkı / Sıkıntıya sokarsın.)
beşigin termet- (БЕШИГИН ТЕРМЕТ-) [beşiğini sallamak] Beşiğini sallamak, büyümesine hizmet etmek (Genellikle büyüklere karşı saygısızca “sen” diyerek konuşanlar için kullanılır): “Beşigin termetkensip «sen» dep süylöyt.” -SE. (Beşiğini sallamış gibi “sen” diyerek konuşuyor.)
beşik booñ bek bolsun (БЕШИК БООҢ БЕК БОЛСУН) [beşik bağın sağlam / pek olsun] Çocuğu olan kişiye “Hayırlı olsun”, “Analı babalı büyüsün”, “Sağlıklı büyüsün” anlamlarında söylenen kutlama sözü: “Beşik booñuz bek bolsun, dos, kuttuktaym.” -KA2. (Hayırlı olsun, arkadaş, kutluyorum.)
beşik kuda (БЕШИК КУДА) [beşik dünür(ü)] Beşik kertmesi dünürü.
beşik kuda bol- (БЕШИК КУДА БОЛ-) [beşik dünür(ü) olmak] Beşik kertmesi yaparak dünür olmak: “Beşik kuda boluu, atı aytıp turganday, baldar beşikte catkanda bütkön.” -ŞJ. (Beşik kertmesi, adından anlaşıldığı gibi çocuklar daha beşikte iken yapılır.)
beşikten beli çıga elek (БЕШИКТЕН БЕЛИ ЧЫГА ЭЛЕК) [beşikten beli (henüz) çıkmamış] Henüz büyümemiş, genç, küçük: “Beşikten beli çıga elek baldar künü-tünü üygö coloboy kalıştı.” -ÇA1. (Genç çocuklar gece gündüz dışarıda dolaşmaya başladılar.); “Beşikten beli çıkpay catıp, çoñdoruna cagıngandı üyrönüptür.” -ÇA1. (Daha genç yaşında yöneticilerine yalakalık yapmayı öğrenmiş.)
beşim bol- (БЕШИМ БОЛ-) [akşam olmak] Yaşlanmak.
beşimdin kölökösündöy (БЕШИМДИН КӨЛӨКӨСҮНДӨЙ) [akşam(ın) gölgesi gibi] Sırık gibi, uzun boylu: “Alar tigil ker mürüt, beşimdin kölökösündöy bolup korkoygon cigittin aram oyun kaydan tuysun.” -CM1. (Onlar, oradaki kara bıyıklı, sırık gibi gencin kötü niyetini nereden bilsinler.)
beşin al- (БЕШИН АЛ-) [beşini al-] Korkutmak, duygu sömürüsü yaparak korkak yapmak.
beşten belgilüü (БЕШТЕН БЕЛГИЛҮҮ) [beşten belli] Besbelli, ortada olan, anlaşılan, apaçık: “Birok bul makaladan kiyin emne boloru da beşten belgilüü bolçu.” -ÇA1. (Fakat bu makaleden sonra ne olacağı besbelliydi.)
bet açar (БЕТ АЧАР) [yüz açıcı] 1. Bir işin başlangıcı “Emese uşul sırdaşuubuzdun bet açarı bolsun, aldı menen «Ayaldar» attuu ırıñdı okuçu.” -ÇA1. (O zaman bu sohbetimizin başlangıcı olsun, önce “Kadınlar” adlı şiirini okur musun?) 2. Tanıtım, tanıtma toplantısı: “Oşentip kiteptin bet açar azemi öttü.” -AJ1. (Böylece kitabın tanıtımı yapıldı.) 3. hlk. Gelin geldikten dört beş gün sonra onu kaynana ve kaynatasına gösterme geleneği.
bet al- (БЕТ АЛ-) [yüz almak] Yönelmek, belli bir yön tutmak: “Manas Atanın toosun karay bet aldık.” -AM. (Manas Atanın dağına doğru yöneldik.)
bet aldı (БЕТ АЛДЫ) [yüz aldı] 1. Rastgele, nereye olursa: “Bala tüş oogonço bet aldı kıdıra berip, ayabay çarçadı.” -KK. (Çocuk, öğleden sonraya kadar rastgele dolaşmaktan yoruldu.) 2. Önü, ön tarafı, karşısı: “Bet aldında sur colbors…” -Sayakbay Karalaev. (Karşısında heybetli kaplan…)
bet aldırba- (БЕТ АЛДЫРБA-) [yüz aldırmamak] bk. bet baktırba-.
bet algan cagınan calga- (БЕТ АЛГАН ЖАГЫНАН ЖАЛГА-) [yüz aldığı taraftan nasip etmek] “Uğurlar olsun”, “Şansın açık olsun”, “Başarılı ol” anlamlarında söylenen iyi dilek sözü: “Balam, bet algan cagıñan calgasın, işiñ oñunan çıgıp olcoluu kayt!” -SÖ. (Oğlum, şansın açık olsun, dileklerin gerçekleşsin, kazançlı dön!)
bet alganınan kaytpagan (БЕТ АЛГАНЫНАН КАЙТПАГАН) [yüz aldığından dönmeyen] Azimli, kararlı, tutumunda direnen: “Uşu silerdin baktıluu künüñör üçün başın saygan, bet alganınan kaytpagan baatır atalarıñardı esten çıgara körbögülö, aylanayındar!” -AJ. (Sizin şu mutlu günleriniz için can veren, azimli kahraman babalarınızı unutmayın, kurban olayım çocuklarım.)
bet alış- (БЕТ АЛЫШ-) [yüz alışmak] 1. Yüz yüze gelmek, karşılaşmak, görüşmek: “Mına Muratalı menen bet alışıp körüştü.” -KK. (İşte, Muratalı ile yüz yüze gelip görüştüler.) 2. Karşı karşıya gelip, çarpışmak, kapışmak, savaşmak: “Bet alışkan duşmandın / Başına azap salambı?” -KKP. (Kapıştığım düşmanın / Başını belaya sokacak mıyım?)
bet baga alba- (БЕТ БАГА АЛБА-) [yüz(üne) bakamamak] 1. Utancından yere bakmak, utancından başını kaldırıp bakamamak: “Atası özünün künöösün sezip, balasına bet baga algan cok.” -O-A. (Babası kendi suçunu hissedip, utancından oğluna bakamadı.) 2. Cesaret edememek: “Coonun kolu bet baga albay kaçışkan.” -CT1. (Düşman askeri cesaret edemeyip kaçtı.)
bet baktırba- (БЕТ БАКТЫРБА-) [yüz baktırmamak] 1. Hiddetlenerek konuşma fırsatı vermemek, susturmak: “Alkıngan albuut katın tacaaldanıp, Almakemdi bet baktırbayt.” -TS1. (Öfkelenen hırçın kadın feveran ederek, Almakem’i hiç konuşturmadı.) 2. Engel olmak, fırtına, yağmur veya rüzgâr göz açtırmamak: “Bet baktırbay turgan boroon.” (Göz açtırmayan fırtına.)
bet cırtuu (БЕТ ЖЫРТУУ) [yüz yırtma] bk. bet tıtuu.
bet kat bol- (БЕТ КАТ БОЛ-) [yüz(ü) kat(lı) olmak] Yaptıklarından dolayı mahcup olmak, rahatsızlık duymak.
bet keldi (БЕТ КЕЛДИ) [yüz geldi] Rastgele: “Avtobazadan tışka çıgıp, bet keldi basıp kettim.” -KA1. (Araba bakım servisinden dışarıya çıkıp, rastgele yürüdüm.)
bet mañday (БЕТ МАҢДАЙ) [yüz karşı] Karşı, ön: “Albette`-dep, Aygül lep etip Arstanbektin bet mañdayındagı boş üstölgö oturdu.” -GE. (“Elbette!” diyerek Aygül, hemen Arstanbek’in karşısındaki boş sandalyeye oturdu.)
bet tırmarlık kıl- (БЕТ ТЫРМАРЛЫК КЫЛ-) [yüz kaşırlık yapmak] Suçu kabul etmemek, inkâr etmek, başkasının üstüne atmak: “‘Sen, Kultay, biröönün mekesin tebelep-tepsetip alıp, anan maga arızdanıp bet tırmarlık kıldıñbı?` – dedi Mırzabay” -MA1. (Sen, Kultay, birinin mısır tarlasını tepeletip, sonra bana şikayet ederek, inkâr etmedin mi? dedi Mırzabay.)
bet tıtuu (БЕТ ТЫТУУ) [yüz yırtma] Kocası ölen kadının yüzünü çizerek yaralama geleneği.
beti açık (БЕТИ АЧЫК) [yüzü açık] 1. Açık ve geniş (yer): “Suu öydö tatırata çabışıp, beti açık cayıkka çıgıştı.” -TK. (Atlarını su kenarından yukarıya doğru koşturarak açık düzlüğe çıktılar.) 2. Laubali, saygısız, çekinmesi olmayan, utanmayan: “Beti açık kelin.” -KTS. (Laubali gelin.)
beti açıl- (БЕТИ АЧЫЛ-) [yüzü açılmak] 1. Yaptıkları belli olmak, açığa çıkmak, bilinmek: “Anın beti açılıp, instituttun calpı çoguluşuna salınıp, şermende bolbodu bele.” -KTS. (Onun yaptıkları açığa çıkıp, Enstitü genel toplantısında konuşulunca rezil olmadı mı?) 2. Laubali olmak, aşırı samimi, teklifsizce ve saygısızca davranmak: “Caş kelin Ali Rıza beydi murun bir az sıylamış bolso, emi birotolo beti açıldı.” -RG. (Genç gelin, önceden Ali Rıza Bey’e biraz saygı gösteriyor gibiydi, şimdi ise tamamen laubali davranmaya başladı.) 3. Laubali olmak, yüz göz olmak: “Çatakka aralaşuu beker ele kızdarına beti açılgandan başka natıyca bermek emes.” -RG. ( Kavgaya karışmak, kızlarıyla boşuna yüz göz olmaktan başka sonuç vermezdi.)
beti bozdobo- (БЕТИ БОЗДОБО-) [yüzü boz olmamak] bk. beti bozorbo-.
beti bozorbo- (БЕТИ БОЗОРБО-) [yüzü bozarmamak] Yüzü kızarmamak, utanmamak: “Şadiyev beti bozorboy turup uşul sözdü aytkanda Toktosun mıskılduu cılmayıp: `Bet cok, ata-babasınan beri aldamçı tura` degendey baş çaykadı.” -KA2. (Şadiyev, utanmadan bu sözü söyleyince Toktosun, alay edercesine gülümseyip “Utanmaz, atalarından beri yalancıymış.” der gibi başını salladı.)
beti carık (БЕТИ ЖАРЫК) [yüzü parlak] bk. cüzü carık.
beti cok (БЕТИ ЖОК) [yüzü olmayan] Yüzsüz, utanmaz: “`Tüü beti cok!` -dedi biröö” -IK. (“Tüh utanmaz!” dedi biri.)
beti çıdaba- (БЕТИ ЧЫДАБА-) [yüzü dayan(a)mamak] Rezil olduğundan dolayı bakamamak, yüzü tutmamak, utanmak: “Gülizadan suraganga beti çıdabayt.” -TM2. (Güliza’ya sormaya utanıyor.)
beti çımıra- (БЕТИ ЧЫМЫРА-) [yüzü kabarmak] Çok utanmak: “Cigittin beti çımıray tüştü.”-DjL. (Delikanlı birden çok utandı.)
beti çımıraba- (БЕТИ ЧЫМЫРАБА-) [yüzü kabarmamak] Utanmamak, yüzsüzlük etmek: “Öz paydası üçün ata-enesin koşup satıp cibergenden beti çımırabagan selsayaktardın çoñ armiyası payda boluuda.” -ÇA1. (Kendi çıkarı için anne babasını bile satmaktan utanmayan serseriler çoğalmakta.)
beti çıñal- (БЕТИ ЧЫҢАЛ-) [yüzü sertleşmek] bk. beti kızar-.
beti duulda- (БЕТИ ДУУЛДА-) [yüzü çatır çatır yanmak] Yüzü kızarmak.
beti kalba- (БЕТИ КАЛБА-) [yüzü kalmamak] 1. Yüzsüzleşmek: “Koşunalardın takır ele beti kalbay kaldı.” (Komşular iyice yüzsüzleşti.) 2. Yüzü kalmamak: “Üyüne kayra-kayra bara berip betim kalbadı.” (Evine takrar tekrar gitmeye yüzüm kalmadı.)
beti kalıñ (БЕТИ КАЛЫҢ) [yüzü kalın] Yüzsüz, utanmaz: “Anın beti kalıñ, barı bir kılgandarın moynuna albayt.” (O yüzsüzdür, zaten yaptıklarını hiç üstüne almaz.)
beti kara (БЕТИ КАРА) [yüzü kara] Yüzsüz, utanmaz, şerefsiz, maskara: “`Bermetti alam` – dep catat / Beti kara tuuganım.” -S-C. (“Bermet’i alırım.” diyor / Yüzsüz akrabam.)
beti karar- (БЕТИ КАРАР-) [yüzü kararmak] Rezil olmak, maskara olmak: “Laniçek el aldında beti kararıp, bir bozorup, bir kızarıp olturdu.” -KA4. (Laniçek, milletin önünde rezil olup, bozarıp kızararak oturdu.)
beti kayt- (БЕТИ КАЙТ-) [yüzü dönmek] Korkarak çekinmek: “Birok, aligidey emes, beti kaytıp kalgan.” -KU. (Fakat eskisi gibi değil, çekiniyor.)
beti kızar- (БЕТИ КЫЗАР-) [yüzü kızarmak] Yüzü kızarmak: “Oşondo anın beti kızarıp, eç söz ayta albay cer karagan.” -LC. (O zaman o, yüzü kızarıp, konuşamadan yere bakmıştı.)
beti kurusun (БЕТИ КУРУСУН) [yüzü bitsin] Ondan Allah uzak etsin! Ondan uzak olalım!, bir daha tekrarlanmasın!: “O-o, al kündün beti kurusun.” -SÖ. (O-o, o günlerden Allah uzak etsin!)
beti küy- (БЕТИ КҮЙ-) [yüzü yanmak] Birinin karşısında kendini suçlu hissetmek, utanmak, yüzüne bakamamak, rezil olmak: “Uşunday, uşunday, bul cetken aramza, karabaysızbı, betteşkende beti küyüp, tilin cutup duduk bolup oturganın.” -KS2. (Öyle öyle, bu çok üçkâğıtçı, karşılaştığımızda yüzüme bakamayıp dilini yutmuş gibi oturmasına bakar mısınız?)
beti tultuy- (БЕТИ ТУЛТУЙ-) [yüzü kalınlaşmak] bk. beti kızar-.
beti tügön- (БЕТИ ТҮГӨН-) [yüzü tükenmek] Rezil olmak: “Orusçalap sögüngön, oo kurgur ay, beti tügöngön.” -KA2. (Rusça küfreden, geberesice, rezil.)
betimdin beş terisi (БЕТИМДИН БЕШ ТЕРИСИ) [yüzümün beş derisi] Çok ayıp!: “İy, betimdin beş terisi, emne bara koydum eken.” -O-A. (Eyvah, çok ayıp oldu, niye gittim ki.)
betin aç- (БЕТИН АЧ-) [yüzünü açmak] 1. Cinayeti veya gizli yapılan işi açığa çıkarmak: “Borbordo tak silerge okşogondordun betin açış üçün tekşerüü cürüp catat!” -Cİ. (Merkezde tam sizin gibileri açığa çıkarmak için denetim yapılıyor.)
betin arı kılsın (БЕТИН АРЫ КЫЛСЫН) [yüzünü öte yapsın] Allah korusun: “Kokus coldon adaşıp ketseñer emne bolmok, kuday betin arı kılsın, arar cerge tompoyup kalbayt beleñer.” -ÇA1. (Tesadüfen yolda kaybolursanız ne olacaktı, Allah korusun, orada burada ölürdünüz.)
betin aymanday kıl- (БЕТИН АЙМАНДАЙ КЫЛ-) [yüzünü oburmuş gibi yapmak] Yüzüne çarpmak.
betiñ barbı (БЕТИҢ БАРБЫ) [yüzün var mı] Utanmıyor musun? Yüzün var mı?: “Betiñ barbı? Kantip kalp ayttıñ?” -KTS. (Utanmıyor musun? Nasıl yalan söyledin?)
betin çımçı- (БЕТИН ЧЫМЧЫ-) [yüzünü çimdiklemek] Birisini kınarken veya utanınca “Eyvah, ayıp oldu!” anlamında kendi yanağını çimdiklemek.
betin çiyedey kıl- (БЕТИН ЧИЕДЕЙ КЫЛ-) [yüzünü vişne gibi yapmak] Çok rezil etmek, mahcup etmek.
betin körsötpösün (БЕТИН КӨРСӨТПӨСҮН) [yüzünü göstermesin] Allah yüzünü göstermesin, yüzünü şeytan görsün: “Akbayevdin közünö oşo soguş kündöründögü caraluu cer köründü. Oo, emi anın betin körsötpösün!” -SÖ. (Akbayev’in gözlerine o savaş günlerinde yaralandığı yer göründü. Allah o günleri bir daha göstermesin.)
betiñ küygür (БЕТИҢ КҮЙГҮР) [yüzün yanasıca] Yüzünü şeytan görsün!: “Emi ölbögöndö emneñ kaldı? Betiñ küygür!” -ŞÜ. (Şimdi rezil olmadın da ne oldun? Yüzünü şeytan görsün!)
betiñ tilingir (БЕТИҢ ТИЛИНГИР) [yüzün parçalanasıca] bk. betiñ küygür.
betinde kızılı bar (БЕТИНДЕ КЫЗЫЛЫ БАР) [yüzünde kızılı olan] Vicdanlı, merhametli: “Beçara, betinde kızılı bar tura, mından tüñülüügö bolboyt.” -KTS. (Zavallı, vicdanlı biriymiş, ondan umudu kesmemeli.)
betinde kızılı cok (БЕТИНДЕ КЫЗЫЛЫ ЖОК) [yüzünde kızılı olmayan] Vicdansız, utanmaz, yüzsüz: “Uşunça kişi tursa calgan aytat, betinde takır kızılı cok eken.” (Bu kadar insanın önünde yalan söylüyor, çok yüzsüzmüş.)
betine bas- (БЕТИНЕ БАС-) [yüzüne basmak] Yüzüne vurmak: “Sözdü salmak menen baştap, aynıksız dalildi betine bastı.” -KA2. (Söze yavaşça başlayarak kesin kanıtları yüzüne vurdu.)
betine çıgar- (БЕТИНЕ ЧЫГАР-) [yüzüne çıkarmak] Statüsü, seviyesi düşük olan birisini statüsü yüksek olan birisine denk saymak, ona karşı çıkması için kışkırtmak.
betine çık- (БЕТИНЕ ЧЫК-) [yüzüne çıkmak] Birisine karşı çıkmak, cephe almak: “Anday eken kündö alkıldap, betiñerge çıgıp tursa emne kılmak eleñer?” -KÖ. (Öyle iken her gün atılarak, size karşı cephe alırsa ne yapardınız?)
betine kan cügür- (БЕТИНЕ КАН ЖҮГҮР-) [yüzüne kan dolaşmak] bk. betine kızıl cügür-.
betine karaba- (БЕТИНЕ КАРАБA-) [yüzüne bakmamak] Yüzüne bakmamak, önem vermemek: “Senin aydagan malıñ, kütkön düynöñ -eç kimdin betine karabay aytkan akılduu kurç sözüñ, kalıstıgıñ.” -SB. (Senin kimseye aldırmadan söylediğin akıllı ve keskin sözlerin, adaletin, sahip olduğun malın ve biriktirdiğin zenginliğindir.)
betine karma- (БЕТИНЕ КАРМA-) [yüzüne tutmak] 1. Birisine veya bir şeye güvenmek: “Seni betine karmap alıp, kezektegi afyoralık oyunun baştagan turbaybı.” -BR. (Sana güvenerek yine dolandırıcılık oyununa başlamış.) 2. Bahane etmek: “Köptü körgön kıyar elçi emi uşul cüyöönü betine karmadı.” -CT. (Çok bilmiş kurnaz elçi bu sebebi bahane etti.)
betine kızıl cügür- (БЕТИНЕ КЫЗЫЛ ЖҮГҮР-) [yüzüne kızıl dolaşmak] Yüzüne renk gelmek, yanağına kan gelmek, yüzü daha canlı ve renkli olmak, yanağından kan damlamak: “Tooktun etinen cep, sorposunan içip betine kızıl cügürdü.” -KS2. (Tavuğun etini yiyip, suyundan içince yüzüne renk geldi.)
betine köö cabıl- (БЕТИНЕ КӨӨ ЖАБЫЛ-) [yüzüne kurum sürtülmek] 1. Milletin önünde rezil olmak. 2. İftiraya uğramak: “Kişi öltürdü dep ayıptalıp, betine köö cabılgan Moris Jerald oşentip topuragan eldin aldında turdu.” -MR. (Cinayet işledi diye suçlanarak iftiraya uğrayan Moris Jerald, bu hâliyle kalabalık insanların önündeydi.)
betine köö cak- (БЕТИНЕ КӨӨ ЖАK-) [yüzüne kurum sürtmek] bk. betine köö cap-.
betine köö cap- (БЕТИНЕ КӨӨ ЖАП-) [yüzüne kurum sürtmek] 1. İftira etmek, kara çalmak, kara sürmek: “Rayonduk kızmatçılardın aldında menin betime köö caap, duşmandı kalkalap kalasıñbı?” -KC1. (Kaymakamların önünde bana kara sürerek, düşmanı koruyacak mısın?) 2. Yüzünü yere getirmek, utandırmak: “Rimdikterdin betine köö capkan uşul uyat iş da alardı eç nersege üyrötkön cok.” -LG. (Romalıların yüzünü yere getiren bu ayıp iş de onlar için ders olmadı.)
betine köö sıypal- (БЕТИНЕ КӨӨ СЫЙПАЛ-) [yüzüne kurum sürtmek] bk. betine köö cap-.
betine köö sürt- (БЕТИНЕ КӨӨ СҮРТ-) [yüzüne kurum sürtmek] bk. betine köö cap-.
betine köşögö tart- (БЕТИНЕ КӨШӨГӨ ТАРТ-) [yüzüne perde çekmek] Birini savunmak, yaptıklarını örtmek.
betine sal- (БЕТИНЕ САЛ-) [yüzüne vurmak] Yüzüne vurmak, yüzüne söylemek: “Bolgon okuyanı betine saldı.” (Olanları yüzüne vurdu.)
betine tamga bol- (БЕТИНЕ ТАМГА БОЛ-) [yüzüne damga olmak] Yüz karası olarak kalmak: “Atasın caşırıp cürgönü betine tamga bolup, Caliy turgan cerinde kata közü çakçaydı.” -ŞB. (Babasını gizlemesi yüz karası olduğundan, Caliy durduğu yerde gözleri fal taşı gibi açılıp dondu kaldı.)
betinen çaarı çık- (БЕТИНЕН ЧААРЫ ЧЫК-) [yüzünden çaparı çıkmak] Suratı bir karış asılmak, çok öfkelenmek, hiddetlenmek: “Kürüçbektin betinen çaarı çıgıp tünörüüdö.” -KO1. (Kürüçbek, suratı bir karış asılarak susuyor.)
betinen çükösü çık- (БЕТИНИН ЧҮКӨСҮ ЧЫК-) [yüzünden kemiği çıkmak (görünmek)] Çok zayıflamak, yanak kemikleri çıkmak.
betinen kanı kaç- (БЕТИНЕН КАНЫ КАЧ-) [yüzünden kanı kaçmak] Rengi atmak, korku, heyecan vb. sebeplerle benzi sararmak: “Uşunu aytar zamat ayaldın betinen kanı kaçtı.” -MK1. (Onu söyleyince kadının rengi atıverdi.)
betinen kanı tamgan (БЕТИНЕН КАНЫ ТАМГАН) [yüzünden kanı damlayan] Yanağından kan damlayan, sağlıklı görünen: “Mandayda betinen kanı tamgan adam oturdu.” (Karşıda yanağından kan damlayan adam oturuyordu.)
betinen kan-sölü kaç- (БЕТИНЕН КАН-СӨЛҮ КАЧ-) [yüzünden kan suyu kaçmak] bk. betinen kanı kaç-.
betinen kara tük çık- (БЕТИНЕН КАРА ТҮК ЧЫК-) [yüzünden kara tüy çıkmak] bk. betinen tügü çık-.
betinen kızılı kaç- (БЕТИНИН КЫЗЫЛЫ КАЧ-) [yüzünün kızılı kaçmak] Rengi atmak, benzi sararmak: “Uşul uçurda içki üydün eşigi akırın açılıp, betinin kızılı kaçkan Bermet köründü.” -U. Abdukayimov. (O anda içerideki odanın kapısı yavaşça açılıp, benzi sararmış Bermet göründü.)
betinen otu çık- (БЕТИНЕН ОТУ ЧЫК-) [yüzünden ateşi çıkmak] Yüzü kızarmak: “Kişi kelatsa ele betimin otu çıgıp, cer basa albay uyalçu boldum.” -MA1. (Birisi gelirken utançtan yüzümün kızarmasından yürüyemeyecek oldum.)
betinen söögü çık- (БЕТИНИН СӨӨГҮ ЧЫК-) [yüzünden kemiği çıkmak (görünmek)] bk. betinen çükösü çık-.
betinen tügü çık- (БЕТИНЕН ТҮГҮ ЧЫК-) [yüzünden tüyü çıkmak] 1. Yüzünden düşen bin parça olmak: “Suuk üñkürdö tañ atkança üşüp çıkkan neme betinen tügü çıgıp, temtedeñdep ketip barattı.” -ÇA1. (Soğuk mağarada sabaha kadar üşüyüp yüzünden düşen bin parça titreyerek sallana sallana gidiyordu.) 2. Korkmak, korkudan dolayı tedirgin olmak: “Betinen tugu çıkkan balaga külüktu mingizdi.” -AJ. (Korkan çocuğu argımağa bindirdi.)
betinen tügü körün- (БЕТИНЕН ТҮГҮ КӨРҮН-) [yüzünde tüyü görünmek] bk. betinen tügü çık-.
betinen tügü tüşö elek (БЕТИНЕН ТҮГҮ ТҮШӨ ЭЛЕК) [yüzünden tüyü (henüz) dökülmemiş] Genç, henüz yetişkin olmayan: “Bul colu öñköy on segiz, on toguzdagı betinen tügü tüşö elek baldar cönöp cattı.” -ÇA1. (Bu sefer hep on sekiz, on dokuz yaşındaki genç delikanlılar gidiyorlardı.)
betke ayt- (БЕТКЕ АЙТ-) [yüze söylemek] Yüzüne söylemek, açık söylemek, çekinmeden söylemek: “Çındıktı betke aytuu cakşı sapat / A, birok duşmandardı köp arttırat.” -CK2. (Gerçeği yüzüne karşı söylemek, güzel bir özelliktir / Fakat düşman sayısını çok arttırır.)
betke basıp ayt- (БЕТКЕ БАСЫП АЙТ-) [yüze basarak söylemek] bk. betke ayt-.
betke çabar (БЕТКЕ ЧАБАР) [yüze vuran] Çekinmeden, açık söyleyen, açık sözlü, yüze vuran: “Turmuşunda ak köñül, şaydoot, betke çabar, tartınbas bolçu.” -ŞJ. (Hayatta temiz kalpli, neşeli, açık sözlü, çekinmeyen birisiydi.)
betke çap- (БЕТКЕ ЧАП-) [yüze vurmak] Yüzüne vurmak: “Eç kaçan kargaday balanın teñsizdikke karşı çıgıp, uluudan uyalbay, kiçüünü kiçüü debey betke çaap süylögönün uguşkan emes!” -DL (Hiçbir zaman parmak kadar çocuğun eşitsizliğe karşı çıkıp, büyüklerden utanmadan, küçüklerden çekinmeden yüzlerine vurarak söylediklerini duymamışlardı!)
betke çirköö (БЕТКЕ ЧИРКӨӨ) [yüze kilise] Yüz karası, yüz kiri: “Emgeksiz kireşe – betke çirköö” -ML. (Emeksiz gelir, yüz karasıdır.)
betke çirköö bol- (БЕТКЕ ЧИРКӨӨ БОЛ-) [yüz(ün)e kilise olmak] Yüz karası olmak.
betke karma- (БЕТКЕ КАРМА-) [yüze tutmak] bk. betine karma-.
betke karmagan (БЕТКЕ КАРМАГАН) [yüze tutan] Güvenilen, güven duyulan, iyi olduğu düşünülen: “Can aylabız ketip turganda, betke karmaganıbız Manas emes bele!” -ET (Çaresiz kaldığımızda güvendiğimiz Manas değil miydi?)
betten al- (БЕТТЕН АЛ-) [yüzden almak] Sözleriyle saldırmak, birisine karşı sert ve yıkıcı konuşmak: “Caman it ırkırap buttan alat, caman katın arkırap betten alat.” -ML. (Kötü it havlayıp ayaktan tutar, kötü kadın bağırıp diliyle kapar.)
beycay sal- (БЕЙЖАЙ САЛ-) [hırçınlık yapmak] Hırçınlaşmak, huysuzlaşmak: “Kirisk bеycаy sаlıp, аtаsının kоlunаn culkundu.” -ÇA1. (Kirisk huysuzlaşıp, babasının elinden ileri atıldı.)
beyişi bolgur (БЕЙИШИ БОЛГУР) [cennetlik olasıca] “Allah onu cennetlik etsin, rahmetli!”: “Bеyişi bоlgоn аtаm: “`Cаkşılık kеlbеyt cаmаndаn`,-dеp köl аytuuçu.” -UА. (Rahmetli babam: “İyilik gelmez yamandan!” diye çok söylerdi.)
beypay sal- (БЕЙПАЙ САЛ-) [sıkıntı çıkarmak] Birine sıkıntı vermek: “Bеkti bеypаy kim kılаr.” -SО. (Yöneticiye kim sıkıntı verir.)
beypay tart- (БЕЙПАЙ ТАРТ-) [sıkıntı çekmek] Sıkıntı çekmek: “Mеnin bеrеnim cоk, bеlim cоk / Bеypаy tаrtıp turgаmın.” -SK1. (Kahramanım yok, destekçim yok / Sıkıntı çekiyordum.)
bezbeldektey bezen- (БЕЗБЕЛДЕКТЕЙ БЕЗЕН-) [toy kuşu gibi ötmek] 1. Durmadan konuşmak. 2. Çok kez tekrarlamak: “`Kаgılаyın еl curt, cаlgızımdı cаldırаtpаgılа`-dеp bеzbеldеktеy bеzеndi.” -EB. (“Kurban olayım halkım, yalnızımı yalvartmayın.” diye çok kez tekrarlayıp durdu.)
bezge sayganday bol- (БЕЗГЕ САЙГАНДАЙ БОЛ-) [beze dokunmuş gibi olmak] Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi olmak: “Tеrgööçü bеzgе sаygаndаy bоlup sеkirip kеtti.” -ÇJ. (Sorgu hâkimi başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi birden sıçrayıverdi.)
bezine tiy- (БЕЗИНЕ ТИЙ-) [bezine değmek] Birini sinirlendirmek, öfkelendirmek, damarına basmak: “Bеzinе tiyip aldıñ оkşоyt…” -ÇJ. (Öfkelendirmişe benziyorsun…)
bıçagı taş kesip turgan (БЫЧАГЫ ТАШ КЕСИП ТУРГАН) [bıçağı tas kesen] Taşı sıksa suyunu çıkaran: “Bayagı bıçagı taş kesip turgan külgün ubagı kayda deysiñ.” -KTS. (Önceki taşı sıksa suyunu çıkaran gençliği nerede dersin! )
bıçak mizi (БЫЧАК МИЗИ) [bıçak ağzı] bk. bıçak sırtı.
bıçak mizin calat- (БЫЧАК МИЗИН ЖАЛАТ-) [bıçak ağzını yalatmak] Ant içirmek.
bıçak sırtı (БЫЧАК СЫРТЫ) [bıçak dışı] Biraz, çok küçük: “Bıltırkıga karaganda bıyıl abalı eñ kur degende bıçak sırtı öydöbü?” -KTS. (Geçen seneye göre bu sene durumu hiç olmazsa biraz iyi mi?)
bıçak uçu (БЫЧАК УЧУ) [bıçak ucu] Birinin bıçağını kullandığı için verilen para veya başka şey.
bıçakka cara- (БЫЧАККА ЖАРА-) [bıçağa yaramak] Bıçağa gelmek, kesmek için uygun olmak (hayvan): “Bir kara kozu bıçakka carap kalgan.” -OK. (Bir kara kuzu bıçağa gelir olmuştu.)
bıçakka iliner (БЫЧАККА ИЛИНЕР) [bıçak kesecek kadar] 1. Kesmek için uygun olan, kesime gelmek, bıçağa gelen: “Müldö ayıldan bıçakka iliner mal çıkpadı.” -KA1. (Bütün köyden kesime gelen bir hayvan çıkmadı.) 2. Bir işe yarayan.
bıçakka sap bolguday (БЫЧАККА САП БОЛГУДАЙ) [bıçağa sap olacak] Adam olacak, bir baltaya sap olan: “Alardın içinde bıçakka sap bolguday eç kimisi cok eken.” -OK. (Onların içinde bir baltaya sap olacak kimse yokmuş.), “Kırgızda bıçakka sap cigitter köp.” -KT. (Kırgızistan’da adam olacak gençler çok.)
bıçakka saptık (БЫЧАККА САПТЫК) [bıçağa saplık] bk. bıçakka sap bolguday.
bıçakka tüş- (БЫЧАККА ТҮШ-) [bıçağa düşmek] Ölümü göze almak: “Bir nerse dese, özü aytkanday bıçakka tuşüüdön da kayra tartpaçuday türü bar.” -KTS. (Bir şey derse, dediği gibi ölümü göze almaktan vazgeçmeyecek gibi görünüyor.)
bıçakka urun- (БЫЧАККА УРУН-) [bıçağa değmek] bk. bıçakka tüş-.
bıçaksız soy- (БЫЧАКСЫЗ СОЙ-) [bıçaksız kesmek] Yakmak, zor durumda bırakmak: “Ee, bu kuu Şer bıçaksız soydu go, ya?!” -TK. (Ee, bu kurnaz Şer yaktı; değil mi?!)
bıçaktay tiy- (БЫЧАКТАЙ ТИЙ-) [bıçak gibi değmek] 1. Bıçak gibi saplanmak: “Anın bul sözü maga bışaktay tiydi.” (Onun bu sözü bana bıçak gibi saplandı.) 2. Dokunmak, bıçak gibi saplanmak, sağlığı bozmak: “Mayluu cese aşkazanına bıçaktay tiyet.” (Yağlı yese midesine bıçak gibi saplanır.
bıçaktın mizinde (БЫЧАКТЫН МИЗИНДЕ) [bıçak(ın) ağzında] Bıçaksırtında, zor ve tehlikeli durumda: “Tanabay canın oozgo tiştep bıçaktın mizinde barattı.” -ÇA1. (Tanabay, canını dişine takıp bıçaksırtında gidiyordu.)
bıçaktın uçunda (БЫЧАКТЫН УЧУНДА) [bıçak(ın) ucunda] bk. bıçaktın mizinde.
bıçımga sal- (БЫЧЫМГА САЛ-) [biçime koymak] Biçimlendirmek, şekillendirmek: “Adattarıñ senin kişiligiñdi bıçımga salat, al emi kişiligiñ bolso tagdırıñdı belgileyt.” -ŞJ. (Alışkanlıkların senin kişiliğini şekillendirir, insanlığın ise kaderini belirler.)
bıçını cok (БЫЧЫНЫ ЖОК) [biçimi olmayan] Beceriksiz: “Bıçını cok dese! Şilte-e!..” -KTS. (Beceriksiz! Ça-a-k!!!)
bıkbırday kayna- (БЫКБЫРДАЙ КАЙНA-) [kum gibi kaynamak] Kaynamak, çok miktarda bulunmak, kum gibi kaynamak: “El bıkpırday kaynayt.” -IK. (Millet kaynıyor.)
bıkıyı çık- (БЫКЫЙЫ ЧЫК-) [pisliği çıkmak] Pis davranışları açığa çıkmak, ipliği pazara çıkmak: “Zili buzuk Sadıkcan dın bıkıyı çıktı.” -KTS. (Kötü niyetli Sadıkcan’ın pislikleri açığa çıktı.)
bıkıyın çuku- (БЫКЫЙЫН ЧУКУ-) [pisliğini kazımak] Birinin pis davranışlarını açığa çıkarmak, bohçası açılmak.
bıkpırday kayna- (БЫКПЫРДАЙ КАЙНA-) [kum gibi kaynamak] bk. bıkbırday kayna-.
bılk etpe- (БЫЛК ЭТПE-) [kımıldamamak] 1. Aldırmamak, bana mısın dememek: “Azizkandın calgızı / Ayza tiyse bılk etpeyt.” -SK1. (Azizkan’ın yalnızı / Mızrak saplansa aldırmaz.) 2. Kıpırdamamak: “Bılk etpey cata berdi.” (Kıpırdamadan yattı.) 3. Vazgeçmemek: “Ubadaga bılk etpey / Turçu çoro dagı bar.” -SK1. (Verdiği sözden vazgeçmeden / Duran askerler de var.)
bış dep koybo- (БЫШ ДЕП КОЙБО-) [“bış” dememek (bış, nefes alırken veya herhangi bir şeyin nefesi sert bir biçimde çıkarmasını yansıtan kelime)] bk. bış etpe-.
bış etpe- (БЫШ ЭТПE-) [“bış” etmemek (bış, nefes alırken veya herhangi bir şeyin nefesi sert bir biçimde çıkarmasını yansıtan kelime)] Bana mısın dememek, önemsememek, aldırmamak: “Carkınbay ızaga te-belenmek tursun, bış dep da koygon cok.” -KTS. (Carkınbay, incinmek şöyle dursun bana mısın bile demedi.)
bışı kulak bol- (БЫШЫ КУЛАК БОЛ-) [pişmiş kulak olmak] Bir sözü duymaya alışmak, kulakları alışmak: “Bışı kulak bolgon nemedey Esengul ündöböy oturdu.” -K-K1. (Alışmış gibi Esengul, susarak oturdu.)
bışırıp koyupturbu (БЫШЫРЫП КОЮПТУРБУ) [pişirmiş mi] “Ne işin var, ne işim var?” anlamlarında kullanılır: “`Silerge ayakta bışırıp koyupturbu?` -dep açuulandı ayal.” -KTS. (“Sizin orada ne işiniz var?” diye kızdı kadın.)
bışkırık at- (БЫШКЫРЫК АТ-) [tıksırma atmak] 1. Yanına yaklaştırmamak: “Demeyde bışkırık atıp kıygaçtagan İra Şariptin canına keldi.” -AJ. (Normalde yanına yaklaştırmayıp yan bakan İra Şarip’in yanına geldi.) 2. Burun kıvırmak, gururlanmak, büyüklenmek: “Senin orduñda başkalar bolso kök tiktep bışkırık atıp kalmak.” -KS1. (Senin yerinde başkası olsa göğe bakarak burun kıvırırdı.)
bıt-çıtın çıgar- (БЫТ-ЧЫТЫН ЧЫГАР-) [parça parçasını çıkarmak] 1. Parçalamak, paramparça etmek, toz duman etmek: “Bolgar elinin bıt-çıtın çıgarıp, şaarlarının bardıgın oyrondoduk.” -YY. (Bulgar halkını paramparça edip, şehirlerinin hepsini tahrip ettik.) 2. Karıştırmak, alt üst etmek: “Akıl planıbızdın bıt-çıtın çıgardı.” (Akıl, planımızı alt üst etti.)
bıtpıl ur- (БЫТПЫЛ УР-) [bıtpıl vurmak (bıtpıl, bıldırcın ötmesini yansıtan bir söz)] Ötmek (bıldırcın): “Kün boyu bir bödönö bıtpıl urup / Al dagı tün tüşköndö kaldı tınıp.” -CB3. (Gün boyu bıldırcın öttü / O da gece olunca susup kaldı.)
bıyakta kal- (БЫЯКТА КАЛ-) [burada kalmak] Denk gelememek, eşit olamamak.
bıyakta kalsın (БЫЯКТА КАЛСЫН) [burada kalsın] Şöyle dursun: “Ökmöttön korkpogonu bıyakta kalsın, kudaydan da korkpoy baratat.” -SR. (Hükûmetten korkmaması şöyle dursun, Tanrı’dan da korkmamaya başladılar.)
bilbegeni bit (БИЛБЕГЕНИ БИТ) [bilmediği bit] Bildiğini yedi mahalle bilmez, her şeyi bilen: “Bilbegeni bit bolgon / Antkordu izdep kelatam.” -CB2. (Bildiğini yedi mahalle bilmez / Kurnaz birini arıyorum.)
bilbestikke sal- (БИЛБЕСТИККЕ САЛ-) [bilmezliğe almak] Bilmezlikten gelmek: “Köp nerseni bilip tursam da, özümdü bilbestikke salar elem.” -CAT. (Çok şey bilsem de, bilmezlikten gelirdim.)
bildirüü casa- (БИЛДИРҮҮ ЖАСА-) [bildiri yapmak] Bildiri sunmak.
bilegi coon (БИЛЕГИ ЖООН) [bileği kalın] bk. coon bilek.
bilim al- (БИЛИМ АЛ-) [eğitim almak] Eğitim almak, eğitim görmek: “Al Tokmoktogu tatar mektebinen bilim aldı.” -KB. (O, Tokmak’ta Tatar okulunda eğitim aldı.)
bilim ber- (БИЛИМ БЕР-) [eğitim vermek] Eğitim vermek: “Eç kimden koldoo, cardam kütpöy, öz aldınça arakettenip, cogorku okuu cayın bütüp, caş muundarga bilim berdim.” -KT. (Kimseden destek, yardım beklemeden, kendi gayretimle üniversite mezunu olup genç nesillere eğitim verdim.)
bir açuuñdu ber (БИР АЧУУҢДУ БЕР) [bir öfkeni ver] bk. bir açuuñdu maga ber.
bir açuuñdu maga ber (БИР АЧУУҢДУ МАГА БЕР) [bir öfkeni bana ver] 1. Sabret, sabırlı ol, sakin ol!: “Corobek, toktot, boldu. Bir açuuñdu maga ber!” -BR. (Corobek, kes, yeter. Sakin ol!) 2. Beni affet, bağışla, artık kızma!: “`Bir açuuñu maga ber,` -dep Moldobay kolun öptü.” -KS2. (“Beni bağışla!” diyerek Moldobay, elini öptü.)
bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bol- (БИР АЯГЫ КӨКТӨ, БИР АЯГЫ ЖЕРДЕ БОЛ-) [bir ayağı gökte, bir ayağı yerde olmak] 1. Bir ayağı çukurda olmak, sağlık durumu çok kötü olmak: “Bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bolup turganda, Ayganıştın Şambetten kütkönü uşul bele.” -TS1. (Bir ayağı çukurda iken Ayganış, Şambet’ten bunu mu bekliyordu?) 2. Çok yaşlanmak, hayatının sonu yaklaşmak, bir ayağı çukurda olmak. 3. Hayatı tehlikede olmak.
bir ayagı tördö, bir ayagı kördö bol- (БИР АЯГЫ ТӨРДӨ, БИР АЯГЫ КӨРДӨ БОЛ-) [bir ayağı başköşede, bir ayağı mezarlıkta olmak] bk. bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bol-.
bir aytasıñbı, eki aytasıñbı (БИР АЙТАСЫҢБЫ, ЭКИ АЙТАСЫҢБЫ) [bir mi söylersin, iki mi söylersin] Keşke öyle olsa: “Uşintip oturganda apam kelip kalsa bolmok. Eh, anı bir aytasıñbı, eki aytasıñbı.” (Böyle otururken annem gelseydi. Eh, keşke öyle olsa.)
bir baleenin içinen çık- (БИР БАЛЭЭНИН ИЧИНЕН ЧЫК-) [bir belanın içinden çıkmak] bk. birdin içinen çık-.
bir başı eki bol- (БИР БАШЫ ЭКИ БОЛ-) [bir başı iki olmak] Evlenmek: “Balam bizdi kubandırıp, bir başı eki boldu.” -O-A. (Oğlum, bizi sevindirip evlendi.)
bir baştan (БИР БАШТАН) [bir baştan] Sırasıyla: “Bazarbek bolgon okuyanı bir baştan çubadı.” -KK. (Bazarbek, olanları sırasıyla anlatmaya başladı.)
bir bazardan ötkön (БИР БАЗАРДАН ӨТКӨН) [bir pazardan geçmiş] 1. Belli bir yaşa gelen, hayat tecrübesi olan: “Al emi caş emes, bir bazardan ötkön da.” -O-A. (O, artık genç değil, tecrübeli birisi.) 2. Evlenip ayrılmış olan, dul: “Nurgül kız emes bir bazardan ötkön kelin eken.” -KS2. (Nurgül, genç kız değil, evlenip ayrılmış bir kadınmış.)
bir bet bol- (БИР БЕТ БОЛ-) [bir yüz olmak] 1. Тek bir şeye odaklanmak: “Uşul cumuştu bütürsöm, bir bet bolup üy-bülömdü karap kalat elem.” -O-A. (Bu işi bitirince sadece aileme odaklanacaktım.) 2. Tek yöne yönelmek.
bir boor (БИР БООР) [bir bağır] Akraba, kardeş, can ciğer: “Kayaktan izdep men tabam, Karagul, kagılayın bir boorum.” -SE (Nereden arayıp bulacağım, Karagul, kurban olduğum kardeşim.)
bir boroonduk alı cok (БИР БОРООНДУК АЛЫ ЖОК) [bir boranlık gücü olmayan] Güçsüz, âciz, zayıf, dayanıksız: “`Bir boroonduk alı cok beym, uşuga ele oorup kalıptır`, – dep, kelinder söz kılıştı.” -O-A. (“Dayanıksızmış be, azıcık şeyden hasta olmuş.” diye gelinler konuşuyorlardı.)
bir bozorup, bir kızar- (БИР БОЗОРУП, БИР КЫЗАР-) [bir bozarıp bir kızarmak] Bir bozarıp bir kızarmak, utancından sıkılmak: “Laniçek bir bozorup, bir kızarıp oturdu.” -KA4. (Laniçek, bozara kızara oturdu.)
bir buroosu cetpe- (БИР БУРООСУ ЖЕТПЕ) [bir vidası yetmemek] Geri zekâlı, bir tahtası eksik: “Munun bir buroosu cetpeyt, kılganın karaçı, taptakır teskeri.” -AlaToo. (Bu, tahtası eksiğin yaptığına baksana, tümüyle yanlış.)
bir butu bıyakta, bir butu tıyakta bol- (БИР БУТУ БЫЯКТА, БИР БУТУ ТЫЯКТА БОЛ-) [bir ayağı burada, bir ayağı orada olmak] 1. Düzensiz bir hayat yaşamak, orada burada dolaşmak: “Sen oşol üy cayı cok, bir butu bıyakta, bir butu tıyakta cürgön buzukulardı eerçip cürösüñbü?” -KA4. (Sen, o evsiz barksız, orada burada dolaşan fesatçılarla mı geziyorsun?) 2. İki şey arasında koşturup durmak, mekik dokumak: “Siñdim abdan ubara bolup cüröt, bir butu biyakta, bir butu tiyakta bolup, üy menen mekteptin ortosunda.” -O-A. (Küçük kız kardeşim çok zahmet çekiyor, ev ile okul arasında mekik dokuyor.)
bir butu cerde, bir butu kördö bol- (БИР БУТУ ЖЕРДЕ, БИР БУТУ КӨРДӨ БОЛ-) [bir ayağı yerde, bir ayağı mezarlıkta olmak] bk. bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bol-.
bir butu kördö, bir butu cerde bol- (БИР БУТУ КӨРДӨ, БИР БУТУ ЖЕРДЕ БОЛ-) [bir ayağı mezarlıkta, bir ayağı yerde olmak] bk. bir ayagı köktö, bir ayagı cerde bol-.
bir cakadan baş, bir ceñden kol çıgar- (БИР ЖАКАДАН БАШ, БИР ЖЕҢДЕН КОЛ ЧЫГАР-) [bir yakadan baş, bir yenden kol çıkarmak] Birlik ve beraberlik içinde hareket etmek: “Camandıkta da, cakşılıkta da bir cakadan baş, bir ceñden kol çıgarıp çoguu cürölü dep ant berbedik bele deyt.” -ÇA1. (Hem mutlu günlerde, hem kara günlerde birlik ve beraberlik içinde olacağız diye ant içmemiş miydik der.)
bir cañsıl bol- (БИР ЖАҢСЫЛ БОЛ-) [bir sonuç olmak] 1. Sonuç çıkarmak, kesin bir karar veya görüşe varmak: “Bir cañsıl boluuçu ubakıt cetti.” -MR. (Karar verme zamanı geldi.) 2. Sonuçlanmak, neticelenmek, bitmek, çözülmek: “Uşul iş bir cañsıl bolso eken, küttürüp catıp çarçattı.” -ОА. (Bu iş bir bitseydi, bekletmekten yordu.); “Maselenin bir cañsıl boluşun kütpöstön, Azamat Altayga telefon çaldım.” -AA2. (Sorunun çözülmesini beklemeden AzamatAltay’a telefon açtım.)
bir ceñden kol çıgar- (БИР ЖЕҢДЕН КОЛ ЧЫГАР-) [bir yenden kol çıkarmak] bk. bir cakadan baş, bir ceñden kol çıgar-.
bir cerge kül tök- (БИР ЖЕРГЕ КҮЛ ТӨK-) [bir yere kül dökmek] Birlik ve beraberlik içinde olmak: “Emi siler ıntımaktaşıp, bir cerge kül tögüp caşagıla.” -O-A. (Artık siz, beraber, birlik içinde yaşayınız.)
bir demde (БИР ДЕМДЕ) [bir solukta] Bir solukta, çabucak: “Cogolup ketti bir demde.” -CM. (Kayboluverdi çabucak.)
bir erdi menen köktü, bir erdi menen cerdi şıpırgan (БИР ЭРДИ МЕНЕН КӨКТҮ, БИР ЭРДИ МЕНЕН ЖЕРДИ ШЫПЫРГАН) [bir dudağıyla göğü, bir dudağıyla yeri süpüren] Öfkelenerek ağzına geleni söyleyen, ağzından çıkanı kulağı duymayan.
bir esepten (БИР ЭСЕПТЕН) [bir hesaptan] Bir yandan, bir taraftan: “Bir esepten aytkanıñ tuura.” -KC1. (Bir yandan dediğin doğru.)
bir içegi (БИР ИЧЕГИ) [bir bağırsak] Az yemek yiyen, yemek yiyemez olan: “Şaarda cürüp bir içegi bolup kalıptır.” (Şehirde yaşarken yemek yiyemez olmuş.)
bir kalıpta (БИР КАЛЫПТА) [bir kalıpta] Aynı düzeyde.
bir kalıptan kuyganday (БИР КАЛЫПТАН КУЙГАНДАЙ) [bir kalıptan dökülmüş gibi] Birbirine çok benzeyen: “Bir kalıptan kuyganday bolup, alardın baldarı biri-birine okşoş.” -OA .(Bir kalıptan çıkmış gibi onların çocukları da birbirlerine çok benziyorlar.)
bir kaşık kanın keç- (БИР КАШЫК КАНЫН КЕЧ-) [bir kaşık kanını içmek] 1. Ölüm cezası vermekten vazgeçerek bağışlamak: “A balkim, Allayar Han bir kaşık kanın keçip koyor.” -TK. (Belki Allayar Han ona ölüm cezası vermekten vazgeçecek.) 2. Canını feda etmek: “Ene baldarı üçün bir kaşık kanın keçüügö da dayar bolot.” -O-A. (Anne, çocukları için canını feda etmeye de hazırdır.)
bir kaynoosu içinde (БИР КАЙНООСУ ИЧИНДЕ) [bir kaynaması içinde] Tam pişmemiş, yeterince hazır olmamış (yemek): “Bul tamagındın bir kaynoosu içinde kalgan okşoyt.” -KTS. (Bu yemeğiniz tam pişmemiş galiba.)
bir kazanga kayna- (БИР КАЗАНГА КАЙНА-) [bir kazana kaynamak] Bir kazanda kaynamak; anlaşmak uyuşmak, bağdaşmak: “Uşul eki el bir kazanga kaynay alabı, Kıdırmaçı ake?” -KO1. (Bu iki millet bir kazanda kaynar mı, Kıdırmaçı ağabey?)
bir kırdı aşkan (БИР КЫРДЫ АШКАН) [bir tepeyi aşmış] Hayatta tecrübe kazanan, tecrübeli: “Bir kırdı aşkan adam kantip tüşünbösün?” -O-A. (Tecrübeli insan nasıl anlamasın?)
bir kızarıp, bir bozor- (БИР КЫЗАРЫП, БИР БОЗОР-) [bir kızarıp bir bozarmak] bk. bir bozorup, bir kızar-.
bir kişiçe bar ele (БИР КИШИЧЕ БАР ЭЛЕ) [bir kişi kadar varmış] bk. bir kişidey bar eken.
bir kişidey bar eken (БИР КИШИДЕЙ БАР ЭКЕН) [bir kişi kadar varmış] 1. Adam olmuş, iyi yetişmiş: “O, berekem! Bir kişidey bar ekensiñ.” -KC. (Ah canım! Adam olmuşsun.) 2. Saygın, sayılan birisi olmak.
bir kokuy (БИР КОКУЙ) [bir eyvah] Acayip, tuhaf: “İsabek, sen da bir kokuy ekensiñ.” -ÇA1. (İsabek, sen de tuhafsın.)
bir közü bir közünö coo (БИР КӨЗҮ БИР КӨЗҮНӨ ЖОО) [bir gözü bir gözüne düşman] Kimseye güvenilmez, herkes birbirine düşman, durum çok tehlikeli!: “Bir közü bir közünö coo bolgon zamandı da kördük.” -O-A. (Herkesin birbirine düşman kesildiği zamanı da gördük.); “Al zamanda adamdardın arasında çıkkınçılar köp bolgon, bir közü bir közünö coo mezgil ele.” -O-A. (O dönemlerde insanlar arasında hainler çoktu, kimse birbirine güvenmezdi.)
bir közü ekinçi közünö coo (БИР КӨЗҮ ЭКИНЧИ КӨЗҮНӨ ЖОО) [bir gözü ikinci gözüne düşman] bk. bir közü bir közünö coo.
bir közünön kan, bir közünön caş al- (БИР КӨЗҮНӨН КАН, БИР КӨЗҮНӨН ЖАШ АЛ-) [bir gözünden kan, bir gözünden yaş almak] Ağır ceza vermek, anasını ağlatmak: “Uulunun uurulugun karmagan enesi anın bir közünön kan, bir közünön caş aldı.” -O-A. (Oğlunun hırsızlık yaptığını öğrenen annesi, onu çok ağır cezalandırdı.)
bir kubarıp, bir bozor- (БИР КУБАРЫП, БИР БОЗОР-) [bir ağarıp bir bozarmak] bk. bir bozorup, bir kızar-.
bir künçö körünbö- (БИР КҮНЧӨ КӨРҮНБӨ-) [bir gün kadar görünmemek] Sıkıntılar unutulmak, rahatlamak: “Kuruluştar bütüp ketse, kıynalganıbız bir künçö körünböyt.” -KA4. (İnşaatlar biterse, sıkıntılarımız unutulur, rahatlarız.)
bir moyun (БИР МОЮН) [bir boyun] Boynu kısa: “Eerdin moyunu kıska bolso, bir moyun adamday körünüp kalat.” -AA3. (Eyerin kaşı kısa olsa, boynu kısa kişi gibi görünür.)
bir nokotu cetpeyt (БИР НОКОТУ ЖЕТПЕЙТ) [bir nohutu yetmez (eksik)] bk. bir şarigi cetpeyt.
bir ookum (БИР ООКУМ) [bir müddet] Bir müddet, bir süre, belli bir zaman: “Ataganat, til bütsö silerge bir ookumga!” -K-K1. (Keşke konuşabilseydiniz bir müddet!)
bir ooz (БИР ООЗ) [tek ağız] Biraz, bir iki, birkaç (söz, laf): “Bir ooz aytar sözüm bar.” -BF. (Diyecek birkaç sözüm var.); “Eñ bolbogondo apama bir ooz aytayın.” -KA1. (Hiç olmazsa anneme bir iki kelimeyle söyleyeyim.)
bir ooz bol- (БИР ООЗ БОЛ-) [tek ağız(lı) olmak] 1. Birlikte olmak, beraberlik içinde olmak, birbirini desteklemek: “Baarıñ bir ooz bolsoñor / Coo batıngıs köpsüñör.” -Mendirman. (Hep birlikte olursanız / Düşmanın cesaret edemediği toplumsunuz.) 2. Bir araya gelmek, anlaşmak, aynı görüşü savunmak: “Ekööbüz baarı bir bir ooz bolo albaybız.” -ÇA1. (İkimiz zaten anlaşamayız.)
bir oozdon (БИР ООЗДОН) [bir ağızdan] 1. Hep bir ağızdan, hep beraber: “ `Aytmatovdun özbek adabiyatı menen madaniyatına tiygizgen taasiri zor` – dep bir oozdon aytışkan ele.” -AA5. (“Aytmatov’un Özbek edebiyatı ve kültürüne büyük etkisi var.” diye hep bir ağızdan söylemişlerdi.) 2. Oy birliğiyle: “Bir oozdon kabıl aluu.” (Oy birliği ile kabul etmek.)
bir oozduu (БИР ООЗДУУ) [tek ağızlı] 1. Birlikte olan, beraberlik içinde olan, birbirini destekleyen. 2. Bir araya gelen, anlaşan, aynı görüşü savunan.
bir pasta (БИР ПАСТА) [bir anda] Hemen, çabucak, kısa zaman içinde: “`Bir pasta kelip kal` – dep telefon çaldı.” ( “Hemen geliver!” diye telefon etti.)
bir sırduu (БИР СЫРДУУ) [tek sırlı] Ağırbaşlı, sakin: “Aytolkunga küyöösünün bir sırduu ekendigi cagat.” -KTS. (Aytolkun, eşinin ağır başlılığını seviyor.)
bir sözdüü (БИР СӨЗДҮҮ) [tek sözlü] Dürüst, gerçeği söyleyen, güvenilir: “Bir sözdüü cigit eken, aga işenseñ bolot.” -O-A. (Dürüst bir gençmiş, ona güvenebilirsin.)
bir şarigi cetpeyt (БИР ШАРИГИ ЖЕТПЕЙТ) [bir bilyesi yetmez (eksik)] Geri zekâlı: “Senin bir şarigiñ cetpeyt okşoyt, uşunday da iş kılabı?” (Geri zekâlı mısın sen, böyle de iş yapar mı insan?)
bir şoykondun içinen çık- (БИР ШОЙКОНДУН ИЧИНЕН ЧЫК-) [bir sorunun içinden çıkmak] bk. birdin içinen çık-.
bir taman col (БИР ТАМАН ЖОЛ) [bir taban yol] Patika, çığır, keçi yolu: “Andan da kızıgı, tömön karay bir taman col ketiptir.” -AT2. (Daha ilginç olan şey, aşağıya doğru bir patika gidiyormuş.)
bir tıyınça körbö- (БИР ТЫЙЫНЧА КӨРБӨ-) [bir kuruş kadar görünmemek] Bir kuruşluk değer göstermemek, önemsememek, değer vermemek, göz ardı etmek,: “Bizdin kılgan araketibizdi, alar bir tıyınça da körüşkön cok.” -O-A. (Bizim gösterdiğimiz çabalara bir kuruşluk değer vermediler.)
bir tıyınga turbagan (БИР ТЫЙЫНГА ТУРБАГАН) [bir kuruşa değmeyen] bk. beş tıyınga turbagan.
bir toguz (БИР ТОГУЗ) [bir dokuz] Hediye olarak verilen veya ceza olarak ödenen dokuz tane hayvan: “Eñ az bolso bir toguz tölöyt.” -CT. (En az dokuz hayvan ödeyecek.)
bir uuç (БИР УУЧ) [bir avuç] Bir avuç, çok az, az sayıda: “Orusiyanın cer caynagan eline salıştırganda kırgızdar bir uuç gana el.” -CT. (Rusya’nın kalabalık nüfusuyla karşılaştırdığımızda Kırgızlar bir avuç millet.)
bir uuç söök (БИР УУЧ СӨӨК) [bir avuç kemik] 1. esk. Kız çocuk. 2. Küçücük: “Bir uuç söök bolup kiçireyip ötö karıgan tayakesinin kara sepkil baskan, akılduu cüzünö ıntaa koyup, kütüp tiktep kaldı.” -TK. (Eriyerek küçücük kalan yaşlı dayısına, onun çilli, zeki yüzüne dikkatlice bakarak bekliyordu.)
bir ünü köktö, bir ünü cerde bol- (БИР ҮНҮ ҮКӨКТӨ, БИР ҮНҮ ЖЕРДЕ БОЛ-) [bir sesi gökte, bir sesi yerde olmak] Yürek acısını çekmek, çok üzülerek ağlamak: “Calgız kızınan acıragan beçara enenin bir ünü cerde, bir ünü köktö.” -TS1. (Tek kızını kaybeden zavallı anne, ağlayıp sızlıyor.)
bir-birine taş ırgıt (БИР-БИРИНЕ ТАШ ЫРГЫТ-) [birbirine taş atmak] Birbiriyle düşman olmak, karşı olmak.
birdi birge ur- (БИРДИ БИРГЕ УР-) [biri bire vurmak] Kurnazlık yapmak, kandırmak: “Birdi birge urup köngön kuular dalaydı aldaşıp, puldarın kımbatka baalaşıp eçendi sızdatat.” -ZB. (Kandırmaya alışan kurnazlar, birçok insanı aldatıp mallarını pahalıya satarak ağlattılar.)
birdi eki kıl- (БИРДИ ЭКИ КЫЛ-) [biri iki yapmak] 1. Abartmak, büyütmek, biri iki yapmak: “Keede sen da birdi eki kılıp ciberesiñ.” (Bazen sen de abartıyorsun.) 2. Açıkgözlüce kâr etmek, varlığını kurnazlıkla arttırmak: “Alıpsatarlar birdi eki kılışat.” -O-A. (Alıp satanlar, kurnazlıkla kâr ederler.)
birdi kör- (БИРДИ КӨР-) [bir (şey)i görmek] 1. Başına bir hâl gelmek: “Birdi körö elegiñde kelgen cagıña kayt.” -CO. (Başına bir hâl gelmeden geldiğin yere dön.) 2. Cezasını almak: “Anında menden birdi körgüsü kelip cürsö kerek.” -AU2. (O, benden cezasını almak istiyor galiba.)
birdi körsöt- (БИРДИ КӨРCӨT-) [bir (şey)i göstermek] 1. Başına bela açmak, sıkıntıya sokmak. 2. Cezalandırmak, gününü göstermek, cezasını vermek: “Şaşpasın, men aga birdi körsötöm.” -KTS. (Beklesin, ben ona gününü gösteririm.)
birdin ayınday çoyul- (БИРДИН АЙЫНДАЙ ЧОЮЛ-) [şubat ayı kadar gerilmek] 1. Çok yavaş hareket etmek, bir şeyi çok yavaş yapmak: “Birdin ayınday çoyulbay batıraak ele işteşpeybi.” -KC1. (Yavaş çalışmak yerine biraz daha hızlı çalışsalar ya.) 2. Kendini bir şey sanarak, çok yavaş hareket etmek: “Keçee biröönü çakırsak, birdin ayınday çoyulup, dele kelmegi azap boldu.” -AJ. (Dün birini çağırmıştık, kendini bir şey zannettiğinden gelmesi uzun sürdü.)
birdin içinen çık- (БИРДИН ИЧИНЕН ЧЫK-) [birin içinden çıkmak] Başına bir hâl gelmek: “Birdin içinen çıkkansıñ go?” -KC1. (Başına bir hâl gelmiş galiba?)
birdin üstünön çık- (БИРДИН ҮСТҮНӨН ЧЫК-) [bir (şey)in üzerinden çıkmak] bk. birdin içinen çık-.
biri kün, biri ay (БИРИ КҮН, БИРИ АЙ) [biri güneş, biri ay] Birbirine uygun, çok yakışan, güneş ve ay gibi parlak, güzel.
biri menen birin ur- (БИРИ МЕНЕН БИРИН УР-) [biriyle birini (diğerini) vurmak] Birbirine düşürmek: “Şaşpa! Bulardın biri menen birin uruu kerek!”-AJ. (Dur! Bunları birbirine düşürmek lazım!)
biri ölüp, biri kalsın (БИРИ ӨЛҮП, БИРИ КАЛСЫН) [biri ölüp biri kalsın] Ne yaparlarsa yapsın, ne hâlleri varsa görsünler, ben karışmam: “Uruşpagıla dep aytsam bolboy koyuştu, emi biri ölüp biri kalsın, maga emne!” (Kavga etmeyin dediğimde dinlemediler, artık ne hâlleri varsa görsünler, bana ne!)
biri üydü, biri çüydü kara- (БИРИ ҮЙДҮ, БИРИ ЧҮЙДҮ КАРA-) [birisi eve, birisi Çüy’e bakmak] 1. Birbirine uymamak, farklı olmak: “Bul oyuu tuura kelbeyt, biri üydü, biri çüydü karap turat.” (Bu desen uymaz, ikisi birbirine uymuyor.) 2. Kavgalı olmak, dargınlıktan dolayı birbirine bakmamak: “Biriñ uydu karap, biriñ çuydu karap, küyööñ ekööñ teñ ele unçukpaysıñar.” -KB2. (Biriniz Mersin’e biriniz tersine bakarak bakarak kocanla susuyorsunuz.)
birinin tebeteyin birine kiygiz- (БИРИНИН ТЕБЕТЕЙИН БИРИНЕ КИЙГИЗҮҮ) [birinin tebeteyini birine giydirmek (tebetey, bir tür erkek baş giysisi)] Birinin kavuğunu başkasına giydirmek.
biröögö kün sal- (БИРӨӨГӨ КҮН САЛ-) [birisine gün koymak] Birisine muhtaç olmak, gereksinim duymak: “Kuday biröögö kün salbasın.” (Allah kimseye muhtaç etmesin.)
biröönün otuna alakanın kakta- (БИРӨӨНҮН ОТУНА АЛАКАНЫН КАКТА-) [birisinin ateşine ayasını ısıtmak] bk. biröönün otuna cılın-.
biröönün otuna cılın- (БИРӨӨНҮН ОТУНА ЖЫЛЫН-) [birisinin ateşine ısınmak] Birine yalakalık etmek: “Al biröönün otuna cılınıp, kün körgöndü cakşı köröt.” -KTS. (O birine yalakalık ederek yaşamayı sever.)
bit çakkança körbö- (БИТ ЧАККАНЧА КӨРБӨ-) [bit ısırmış kadar görmemek] bk. kabırgasın bit çakkança körbö-.
bit sıgarga alı cok (БИТ СЫГАРГА АЛЫ ЖОК) [bit sıkacak gücü olmayan] Çok güçsüz, hâlsiz, zayıf: “Kempir bit sıgarga alı cok.” -KTS. (Yaşlı bayan hâlsiz.)
bit sıgarga karuu cok (БИТ СЫГАРГА КАРУУ ЖОК) [bit sıkacak gücü olmayan] bk. bit sıgarga alı cok.
bit sıkkanday körbö- (БИТ СЫККАНДАЙ КӨРБӨ-) [bit sıkmış kadar görmemek] bk. kabırgasın bit çakkança körbö-.
bite karın (БИТЕ КАРЫН) [bite karın] Eli sıkı, çok cimri.
biti-bitine batpa- (БИТИ-БИТИНЕ БАТПA-) [biti bitine sığmamak] Bir şeye çok sevinmek: “Uulunun askerden kelatkanın ugup, ene baykuş biti-bitine batpayt.” -AJ. (Oğlunun askerden dönmekte olduğunu duyan zavallı annesi çok seviniyor.)
bitin sıgıp, kanın calagan (БИТИН СЫГЫП, КАНЫН ЖАЛАГАН) [bitini sıkıp kanını yalayan] Pinti, hasis, çok cimri: “İlgeri-ilgeri bir zamanda cetkenaç köz, bitin sıgıp kanın calagan zıkım bay caşaptır.” -O-A. (Evvel zaman içinde oldukça aç göz, pinti bir zengin yaşamış.)
bittin açuusun sirkeden al- (БИТТИН АЧУУСУН СИРКЕДЕН АЛ-) [bit(in) öfkesini sirkeden almak] Öfkesini başkasından çıkarmak, eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: “Bittin açuusun sirkeden alba.” (Öfkeni başkasından çıkarma.)
bittin içegisine kan kuygan (БИТТИН ИЧЕГИСИНЕ КАН КУЙГАН) [bitin bağırsağına kan döken] Maharetli, becerikli, tekeden süt çıkaran: “Al kişi caş kezinde bittin içegisine kan kuygandardan ele, azır karılıkka moyun sunup kalgan tura.” -O-A. (O kişi, zamanında çok maharetli biriydi, artık yaşlanmış.)
biyiktikke kötör- (БИЙИКТИККЕ КӨТӨР-) [yüksekliğe kaldırmak] Yükseltmek, yüceltmek, yüksek seviyeye ulaştırmak: “Al adabiyatıbızdı dagı bir biyiktikke kötörö aldı.” -KT. (O, edebiyatımızı daha da yüceltti.)
blok koy- (БЛОК КОЙ-) [bloke koymak] spr. Gardını almak, blok koymak: “Kaçıp, blok koyup, taamay urganga mümkünçülük berbedim.” -BR. (Kaçıp, gardını alarak tam yumruk atmasına müsaade etmedi.)
boguna kuuray saya alba- (БОГУНА КУУРАЙ САЯ АЛБA-) [bokuna bitki sapını batıramamak] Birisine karşı cesaret edememek, korkmak: “Anın boguna kuuray saya albayt.” -KTS. (Ona karşı cesaret edemiyor.)
bok ce- (БОК ЖЕ-) [bok yemek] 1. Bok yemek, yakışıksız bir iş yapmak. 2. Saçma sapan konuşmak: “Uyalbay emne bok cep turasıñ?!” -YY. (Utanmadan ne bok yiyorsun?!)
bok cürök (БОК ЖҮРӨК) [bok yürek(li)] Ödlek, korkak.
bok murun (БОК МУРУН) [bok burun(lu)] 1. Akılsız. 2. Henüz olgunlaşmamış, genç, tecrübesiz.
bokono söögü bolkulda– (БОКОНО СӨӨГҮ БОЛКУЛДA-) [yalancı kaburgası titremek] bk. bokonosuu bolkulda-.
bokonosu bolkulda- (БОКОНОСУ БОЛКУЛДA-) [yalancı kaburgası titremek] Duygulanmak: “Ulgaygan akındın bokonosu bolkulday, balanı imere kuçaktap beti-başınan cıttagıladı.” -ŞB. (Yaşlı şair duygulanarak çocuğu kucağına alıp, başını yüzünü kokladı.)
bokonosu kata elek (БОКОНОСУ КАТА ЭЛЕК) [yalancı kaburgası pekişmemiş] Henüz büyümemiş, gelişmemiş, olgunlaşmamış: “Biri özüñdun boordoş calgız tuuganıñ, bokonosu kata elek caş cigit.” -KU. (Biri, senin tek akraban, henüz ergenlik çağına gelmemiş genç.)
bolbosoñ koyo kal (БОЛБОСОҢ КОЁ КАЛ) [olmazsan bırakıver] Amma, amma da: “Cigit bolbosoñ koyo kal.” -AU2. (Amma da yiğitmiş.); “Komusçu bolbosoñ koyo kal!” (Amma da kopuzcuymuş!)
bolcoldo cok (БОЛЖОЛДО ЖОК) [tahminde olmayan] Çok değerli, eşsiz, eşi benzeri bulunmayan: “Biyibiz bolcoldo cok kayrattuu, baatır kişi turbaybı!” -AU2. (Beyimiz eşi benzeri bulunmayan güçlü, bahadır kişiymiş!)
bolcolu tuura kel– (БОЛЖОЛУ ТУУРА КЕЛ-) [tahmini doğru gelmek] Fırsat doğmak, fırsat çıkmak: “Bolcolu tuura kelip, ulak maranın kak özünö dalp dey tüştü.” -AU2. (Fırsat doğunca oğlak oyun çukurunun tam orta yerine düştü.)
boldu, bolbodu (БОЛДУ, БОЛБОДУ) [oldu, olmadı] Oldu, olmadı; olsa olsa.
boloru bol- (БОЛОРУ БОЛ-) [olacağı olmak] bk. boloru bolup, boyosu kan-.
boloru bolup, boyosu kan- (БОЛОРУ БОЛУП, БОЁСУ КАН-) [olacağı olup boyası sinmek] Olan oldu, iş işten geçti!: “Apkel şarap -boloru boldu bayoosu kandı!” -İE. (Getir şarabı, artık olan oldu!)
bolorun bolturup, boyoosun kandır- (БОЛОРУН БОЛТУРУП, БОЁСУН КАНДЫР-) [olacağını oldurup boyasını doyurmak] Bir işi ilgili kişilere belli etmeden kendi bildiği gibi yapmak: “Menin sırtımdan bıçıp, bolorun bolturup, boyosun kandırıpsıñ.” -ŞB. (Benden habersiz kendin her şeyi yapmışsın.)
boo tüş- (БОО ТҮШ-) [bağ düşmek] Hepsi birden ölmek, topuyla ölmek: “Boo tüşüp duşman cıgılsın.” -KM2. (Düşmanların hepsi birden bozguna uğrasın.)
boor açırlık (БООР АЧЫРЛЫК) [bağır acıyasıca] Çok perişan, iç acısı, acınacak durumda olan: “Birok orkestrde iştegen adamdardın özdörünün abalı boor açırlık.” -E-E. (Fakat orkestrada çalışanların durumları içler acısıdır.)
boor batırış- (БООР БАТЫРЫШ-) [bağır sığdırışmak] Eski dostlarla, akrabalarla yeniden kavuşup buluşmak, görüşmeye başlamak.
boor berbe- (БООР БЕРБE-) [bağır vermemek] Yadırgamak, uzak durmak, kabul etmemek: “Üpöl kişige cakındamak tursun, oñoy menen cekcaattarga boor berbeyt.” -AJ. (Üpöl birilerine yaklaşmak şöyle dursun akrabalarına da kolay kolay yakın durmaz.)
boor bur- (БООР БУР-) [bağır çevirmek] Arka çıkmak, kayırmak, desteklemek: “Ak bolso kantip bulgayın / Aga da boor burayın.” -SO. (Suçsuzsa nasıl suçlayayım / Ona da arka çıkayım.)
boor burar (БООР БУРАР) [bağır buran] Arka, kayıran, destekleyen.
boor eti ezil- (БООР ЭТИ ЭЗИЛ-) [bağır eti ezilmek] bk. booru ezil-.
boor eti menen teñ (БООР ЭТ МЕНЕН ТЕҢ) [bağır etiyle eşit] Ciğerpare, çok değerli, çok kıymetli: “Bala adamdın boor eti menen teñ.” -KS2. (Çocuk insanın ciğerparesidir.); “Tootorunu Kıyas boor eti menen teñ köröt.” -ME1. (Tootoru’yu Kıyas gözü gibi seviyor.)
boor ooru- (БООР ООРУ-) [bağır ağrımak] 1. Acımak, merhamet etmek. 2. Acımak, birinin başına gelen kötü duruma üzülmek.
boor oorusa, boorgo tep- (БООР ООРУСА, БООРГО ТЕП-) [bağır ağrısa bağra tekme atmak] Hıyanet etmek, iyiliğe kötülük yapmak, iyilikten anlamamak: “Munun booru oorusa, boorgo tepkenin kördüñbü?” -AJ. (Görüyor musun, iyiliğe kötülükle karşılık vermesini?)
boor tart- (БООР ТАРТ-) [bağır çekmek] bk. booruna tart-.
boor tolgo- (БООР ТОЛГО-) [bağır çevirmek] 1. Kıyamamak. 2. Merhamet göstermek, şefkatli davranmak: “Korol Feliçe cubayı eköö cañı törölgön ımırkayga boor tolgoo menen mamile kılışat.” -İE. (Kral Feliçe ve eşi yeni doğan bebeğe şefkatle davrandılar.) 3. Acımak, birinden yana olmak: “Birok azır künöökör kelinge boor tolgop, araçı tüşüünün ançeyin cönü barbı?” -CAT. (Fakat şimdi günahkâr geline acıyıp aracı olmaya gerek var mı?)
boorgo imer- (БООРГО ИМЕР-) [bağra çevirmek] bk. booruna imer-.
boorgo tart- (БООРГО ТАРТ-) [bağra çekmek] bk. booruna tart-.
boorgo tep- (БООРГО ТЕП-) [bağra tekme atmak] bk. boor oorusa, boorgo tep-.
booru açı- (БООРУ АЧЫ-) [bağrı acımak] bk. boor ooru-.
booru açış- (БООРУ АЧЫШ-) [bağrı acımak] bk. booru açı-.
booru bütün (БООРУ БҮТҮН) [bağrı bütün] Sağ salim, eksiksiz, zarar görmemiş: “Mogol menen soguşup cürüp booru bütün kim kaldı deysiñ.” -Kİ. (Mogollar ile savaşıp sağ salim kim kalmış ki?); “Tabiyatta booru bütün eç nerse cok eken go.” -ÇA1. (Tabiatta zarar görmeyen hiçbir şey yokmuş ki.)
booru bütün, başı esen (БООРУ БҮТҮН, БАШЫ ЭСЕН) [bağrı bütün, başı sağ] bk. başı bütün, booru esen.
booru cibi- (БООРУ ЖИБИ-) [bağrı çözülmek] Isınmak, yadırgamaz olmak, hoşlanır olmak, alışmak, benimsemek: “Calınsam booru cibir, cürögü açışar, menin kaygımdın kançalık oor ekendigin sezer.” -Caydullayev. (Yalvarırsam belki ısınır, yüreği burkulur, acılarımın ne kadar büyük olduğunu hisseder.)
booru çıdaba- (БООРУ ЧЫДАБA-) [bağrı dayanamamak] bk. booru tütpö-.
booru ezil- (БООРУ ЭЗИЛ-) [bağrı ezilmek] 1. Birini çok sevmek, kalbi erimek. 2. Bağrı yanmak, çok üzülmek: “Conu cuurulup, coor bolgonun körüp booru ezilet.” -AK2. (Sırtının sürtünmekden yara olduğunu görünce bağrı yanıyor.) 3. Gülmekten katılmak: “Ayrıkça oonalaktagan baldarı menen Abutaliptin booru ezildi.” -ÇA1. (Ayrıca yerde yuvarlanan çocuklarıyla Abutalip, gülmekten katıldı.) 4. Acı acı ağlamak: “İrina ece öz ceke turmuşundagı köygöylörün Astrongo tögülüp-çaçılıp aytıp booru ezilip ıylap cattı.” -UD. (İrina yenge hayatındaki sorunların hepsini Astron’a anlatarak acı acı ağlıyordu.)
booru kalba- (БООРУ КАЛБА-) [bağrı kalmamak] Katılmak, çok gülmek.
booru kat- (БООРУ КАТ-) [bağrı pekişmek] 1. Gülmekten katılmak: “Bübüş şıldıñdap booru katıp küldü. -CT1. (Bübüş alay ederek gülmekten katıldı.) 2. Yüksek sesle durmadan ağlamak (çocuk). 3. Büluğ çağına ermek, büyümek: “Azır booru kata elek balapansıñar.” -ŞB. (Şimdi büyümemiş kuş yavrususunuz.)
booru kata elek (БООРУ КАТА ЭЛЕК) [bağrı pekişmemiş] Henüz büyümemiş, büluğa ermemiş: “Oşentip ali booru kata elek kiçinekey sekelek kız erteden kereeli keçke sokonun atına minip, atası menen cer aydaşkan.” -KB. (Böylece büluğa ermemiş küçük kız, sabahtan akşama kadar çifte koşulan ata binerek babasıyla beraber tarla sürmüş.)
booru katuu (БООРУ КАТУУ) [bağrı sert] Acımasız, katı yürekli, merhametsiz: “Al booru katuu kişi, eç kimge cakşılıgı cok.” (O merhametsiz, kimseye güzelliği yoktur.)
booru menen cılıp kal- (БООРУ МЕНЕН ЖЫЛЫП КАЛ-) [bağrıyla ilerlemiş olmak] 1. Zorluk içinde kalmak: “Booru menen cılıp kalgan karıpka Sultanalının booru oorup, üyünün canına köçürüp alat.” -KK. (Sultanalı, zorluk içinde kalan zavallıya acıyıp, onu evinin yakınına taşıdı.) 2. Fakirlik, yoksulluk içinde yaşamak: “Başkalar emne, balası, mal-canı cok booru menen cılıp cürüptürbü?” -CT. (Başkaları, çoluk çocuksuz, mal mülksüz yoksullukta mı yaşıyorlar sanki?) 3. Binecek atından olup, yaya kalmak: “Calgız attan acırap boorum menen cılgança, oşol azuuluular üçün saydım başımdı!” -ŞB. (Tek atımdan olup yaya kalacağıma, o yırtıcılara karşı her şeyi göze alıyorum!)
booru ooru- (БООРУ ООРУ-) [bağrı ağrımak] 1. Acımak, merhamet etmek. 2. Bağrı yanmak, acımak, başkasının uğradığı kötü duruma üzülmek: “`Ce but, ce koldon cok, booru menen cılıp can saktagan cılan baykuş kantti eken?` -dep, alarga booru oorugan adam.” -M-A. (Ne ayağı, ne de eli var, karnıyla sürünen zavallı yılan ne yaptı acaba?” diye onlara da acıyan bir insandır.) 3. Bağrı yanmak, üzüntü çekmek.
booru suuk (БООРУ СУУК) [bağrı soğuk] Taş yürekli, merhametsiz, acımasız: “Sen booru suuk kara cerdin koynunda, tübölük uykuda catasıñ, apa! -dep bozdop, Acar ıyladı.” -KB1. (Sen acımasız kara toprağın koynunda ebedî uykudasın, anne!” diye Acar acı acı ağladı.)
booru taş (БООРУ ТАШ) [bağrı taş] bk. taş boor.
booru titire- (БООРУ ТИТИРE-) [bağrı titremek] bk. cürögü titire-.
booru tolgon- (БООРУ ТОЛГОН-) [bağrı çevrilmek] bk. booru tütpö-.
booru tütpö- (БООРУ ТҮТПӨ-) [bağrı dayanamamak] Kıyamamak, vicdanı el vermemek.
boorun ber- (БООРУН БЕР-) [bağrını vermek] Birine karşı ısınmak, yakın görmek: “Aygerim da andan çoçurkap kaçpay aga boorun berip, Ayperinin moynunan kuçaktap, anı eki közün balbıldatıp, ulam-ulam karadı.” -GE. (Aygerim de yadırgayıp kaçmadan ona ısınıp, Ayperi’nin boynuna sarılarak, parıldayan gözleriyle tekrar tekrar baktı.)
boorun carıp çıkkan (БООРУН ЖАРЫП ЧЫККАН) [bağrını yararak çıkan] Kendi kanından, kendi canından, kendinden doğan (evlat): “O, kuday! Senden suranarım biröö gana: boorumdu carıp çıkkan calgız balamdın canın aman kaltıra gör!” -KK. (O, Allah’ım! Senden sadece kendi kanımdan doğan tek çocuğumun hayatını kurtarmanı diliyorum!)
boorun ce- (БООРУН ЖE-) [bağrını yemek] Öldürmek, yok etmek: “Pul berem dese balasının boorun ceyt.” -KS1. (Para vereceğim derse, kendi evladını yok eder.)
boorun cerden al- (БООРУН ЖЕРДЕН АЛ-) [bağrını yerden almak] bk. boorun kötör-.
boorun cerden alba- (БООРУН ЖЕРДЕН АЛБА-) [bağrını yerden almamak] Bağrı yanmak, çok üzülmek: “Çınar ecem boorun cerden albay ıylay berdi.” -TS1. (Çınar ablam hep üzülerek ağladı.)
boorun cerden kötör- (БООРУН ЖЕРДЕН КӨТӨР-) [bağrını yerden kaldırmak] bk. boorun kötör-.
boorun cerge töşö- (БООРУН ЖЕРГЕ ТӨШӨ-) [bağrını yere döşemek (sermek)] bk. boorun cerden alba-.
boorun ez- (БООРУН ЭЗ-) [bağrını ezmek] bk. boorun tırma-.
boorun katır- (БООРУН КАТЫР-) [bağrını sertleştirmek] Kırıp geçmek, çok güldürmek, katıla katıla güldürmek.
boorun kötör- (БООРУН КӨТӨР-) [bağrını kaldırmak] 1. Büyümek: “Süyüktüü ayalınınan acırap, beş bala menen kaluu degen emne, anın üçöö ali boorun kötörüşö elek.” -KB. (Sevgili eşini kaybedip, beş çocuğuyla yalnız kalmak ne kadar zor, çocuklarının üçü henüz büyümedi.) 2. Hayatı düzelmek. 3. İyileşmek, düzelmek: “Ölsöm meyli, baramın, atam boorun kötörböy catat.” -BF. (Ölsem de gideceğim, babam iyileşemiyor.)
boorun sırtına sal- (БООРУН СЫРТЫНА САЛ-) [bağrını dışarıya koymak] Acımamak, merhamet etmemek, ciğerlerini sökmek: “Kara mürtöz eri zayıbın kündö boorun sırtına salıp tepkilep catsa da: `Oy koluñdu tart` – degen biri cok.” -TS1. (Kötü niyetli kocası eşine acımayarak her gün dövse de “Elini çek!” diyen biri yok.)
boorun tırma- (БООРУН ТЫРМA-) [bağrını tırmıklamak] Gülmekten katılmak: “Kaçıke boorun tırmap küldü.” -UA. (Kaçıke, gülmekten katıldı.)
boorun tıt- (БООРУН ТЫТ-) [bağrını tırmıklamak] bk. boorun tırma-.
booruña çok tüşkür (БООРУҢА ЧОК ТҮШКҮР) [bağrına kor düşesice] bk. booruña kelgir.
booruña çeçek çıkkır (БООРУҢА ЧЕЧЕК ЧЫККЫР) [bağrına çiçek çıkasıca] bk. booruña kelgir.
booruna imer- (БООРУНА ИМЕР-) [bağrına çevirmek] Bağrına basmak, kabullenmek, kendine yaklaştırmak.
booruña kelgir (БООРУҢА КЕЛГИР) [bağrına gelesice] “Bağrın yansın!” anlamında beddua: “Booruña kelgir, aytkandarımdı ugup da koygon cok.” (Bağrı yanası, dediklerimi hiç dinlemedi.)
booruna tart- (БООРУНА ТАРТ-) [bağrına çekmek] Bağrına basmak, birine bağlanmak, ısınmak: “Balanı booruna tartıp özünö üyür kılbaybı. Oşentsin, ayt keliniñe.” -UА. (Çocuğu bağrına basıp, kendine alıştırsın. Öyle söyle gelinine.)
boosu bek bolsun (БООСУ БЕК БОЛСУН) [bağı pek (sağlam) olsun] 1. Uzun ömürlü olsun, Allah uzun ömür versin!: “Naristenin boosu bek bolsun!” -SB. (Bebeğe Allah uzun ömür versin!) 2. Hayırlı olsun, başarılı olsun!: “`Anday bolso cañı ökmöttün boosu bek bolsun,` -dep Düyşömbü karıya da kubanganınan külmüñdöp turdu.” -BM. (“Öyle ise yeni hükûmet hayırlı olsun!” diyerek Düyşömbü dede sevinerek gülümsedi.)
borbuy eti kat- (БОРБУЙ ЭТИ КАТ-) [kasık eti pekişmek] bk. borbuyu kat-.
borbuy eti tol- (БОРБУЙ ЭТИ ТОЛ-) [kasık eti dolmak] bk. borbuyu kat-.
borbuyu kat- (БОРБУЮ КАТ-) [kasığı pekişmek] Büyümek, yetişkin çağına gelmek: “Çolpon uluusu bolgonduktan kalgandarı ali caş, boorun kötörüp, borbuyu kata elek.” -KB. (Çolpon en büyüğü, diğerleri henüz küçük, büyüyüp, yetişkin çağına gelmediler.)
borbuyun kötör- (БОРБУЮН КӨТӨР-) [kasığını kaldırmak] bk. boorun kötör-.
boroz sal- (БОРОЗ САЛ-) [saban izi yapmak] Toprak sürmek: “Ayıldın egin talaalarına boroz salar traktor eesiz kalbaş üçün çoñdor anı surap kaluunu çeçken.” -ÇA1. (Köyün tarlasını sürecek traktör sahipsiz kalmasın diye yöneticiler onu kendilerine almaya karar verdiler.)
bosogo atta- (БОСОГО АТТА-) [eşik atlamak] 1. Birine gelin olmak, gelin gitmek: “Anan oşol ele künü cañı bosogo attap, kayın enesinin kolunan may oozangan.” -TŞ. (Sonra aynı gün gelin olup kaynanasının elinden ağızını tatlandırmıştı.) 2. Bir işe veya okula başlamak: “Asel algaçkı colu mektep bosogosun attadı.” (Asel ilk defa okula başladı.) 3. Kapıdan içeriye girmek: “Bosogo attap kirdi emi / Süyünör kezin bildi emi.” -CB2. ( Kapıdan içeri girdi artık / Sevineceğini bildi artık.)
bosogosun cırt- (БОСОГОСУН ЖЫРТ-) [eşiğini yırtmak] bk. eşigin cırt-.
boş kelbe- (БОШ КЕЛБE-) [boş gelmemek] Kolay kolay yenilmemek, direnmek: “A Şambet baykeñer da boş kelgeni cok.” -TS1. (Şambet ağabeyiniz de kolay kolay yenilmedi.)
boş ooz (БОШ ООЗ) [boş ağız(lı)] bk. açık ooz.
boşton ber- (БОШТОН БЕР-) [azat vermek] Azat etmek: “Ayıbınan kutkarıp / Başına boşton berdi emi.” -S-C. (Cezasından kurtarıp / Artık onu azat etti.)
boşton kal- (БОШТОН КАЛ-) [azat kalmak] Sahipsiz kalmak, koruyucusu, gözeteni bulunmamak: “Boşton kalgan maldardan / Duşmandın ketpeyt kolu -dep.” -SO. (Sahipsiz olan hayvanlara / Düşmanlar hep göz diker dedi.)
boto köz (БОТО КӨЗ) [deve yavrusu (potuk) göz(lü)] Ceylan gözlü: “Şıñga boyluu, kımça bel, boto köz, ayday suluu biykeç.” -ÇA1. (Servi boylu, ince belli, ceylan gözlü, ay gibi güzel kız.)
boto sal- (БОТО САЛ-) [(üzerine) potuk (deve yavrusu) artmak] bk. moynuna boto sal-.
botodoy bozdo- (БОТОДОЙ БОЗДО-) [potuk (deve yavrusu) gibi inlemek] Acı acı ağlamak, sızlamak: “Kay bir caşık adamdar, cön ele botodoy bozdop ciberişti.” -AU2. (Bazı duygusal insanlar adeta acı acı ağlamaya başladılar.)
botosu ölgön iñgendey (БОТОСУ ӨЛГӨН ИҢГЕНДЕЙ) [potuğu (deve yavrusu) ölmüş deve gibi] Yavrusu ölmüş deve gibi, çok acılı, çok üzüntülü: “Oşon uçun al botosu ölgön iñgendey bozdop, kabırgası sögulup, sızdap turdu.” -KTS. (Onun için o, yavrusu ölmüş deve gibi acı acı sızlanıp, kahrolup içi kan ağlıyordu.)
boy berbe- (БОЙ БЕРБE-) [boy vermemek] bk. baş berbe-.
boy casa- (БОЙ ЖАСА-) [boy yapmak] 1. Boy atmak, boyu uzamak, gelişmek. 2. O duruşuna çeki düzen vermek.
boy cet- (БОЙ ЖЕТ-) [boy yetmek] Büyümek, yetişmek: “Karındaştarı da boy cetip, biri cetini bütüp, biri altıga köçkön.” -KA2. (Küçük kız kardeşleri de büyüdüler, biri yedinci sınıf, öbürü de altıncı sınıf oldu.)
boy kötör- (БОЙ КӨТӨР-) [boy kaldırmak] Kibirlenmek, kendini büyük görmek: “Estüümün dep boy kötörgön cerim cok / Birok sensiñ akmaktardı sıylagan.” -OH. (Akıllıyım diye kendimi büyük görmüyorum / Fakat sensin ahmaklara saygı duyan.)
boy sal- (БОЙ САЛ-) [boy koymak] 1. Yakın görmek: “Oşentip aga boy salıp, aga katarı baaladı.” -KA (Böylece onu yakın görerek, ağabeyi gibi değer verdi.) 2. Kendini vermek, gönlünü vermek, tüm varlığıyla bağlanmak. 3. İlgi göstermek, meyletmek.
boy sergi- (БОЙ СЕРГИ-) [boy rahatlamak] Rahatlamak, sıkıntılı durumdan kurtulmak, rahata kavuşmak: “Bolgondo caykı saratan / Boy sergiyt toonu karasam.” -BS1. (Yaz ortası olunca / Dağlara bakınca rahatlarım.)
boy sun- (БОЙ СУН-) [boy sunmak] 1. Boyun eğmek, birinin hâkimiyeti altına girmek, egemenliğini kabul etmek : “Kün batış Kırgıziya Talas şaarına boy sunup, al Taşkentke karap kaldı.” -BS3. (Batı Kırgızistan, Talas şehrinin hakimiyeti altına girip, Taşkente bağlandı.) 2 .Uzanmak: “Kiyimçen divanında boy sunuptur.” -İG. (Giysisiyle divana uzanmış.)
boy tart- (БОЙ ТАРТ-) [boy çekmek] bk. boy cet-.
boy tireş- (БОЙ ТИРЕШ-) [boy çekişmek] 1. Rekabet etmek, yarışmak: “Seni menen boy tireşip, kabak bürköp cürgüm kelbeyt.” -TS1. (Seninle rekabet edip surat asarak gezmek istemem.) 2. Ayak diremek, direnmek: “Özüñ baş iygen adamga boy tireşip, akıykat izdegeniñ bolbogon kep körünöt.” -KA1. (Baş eğdiğin insana ayak direyerek adalet aramanın bir anlamı yok galiba.) 3. Çarpışmak, vuruşmak: “Eki döö kayra kayrılıp, boy tireşe kalıştı.” -TM1. (İki dev tekrar dönüp çarpışmaya başladı.) 4. Birbirini geçmeye çalışmak: “Boy tireşken ak terekter şuuduraşıp, calbıraktar sapırılıp tüşün turgan uçur eken.” -KK. (Birbirini geçmeye çalışan kavak ağaçlarının hışırdayarak, yapraklarının savurulup döküldüğü zamanmış.)
boy tüzö- (БОЙ ТҮЗӨ-) [boy düzeltmek] 1. İyileşmiş gibi görünmek, kendini toparlamak “Ölöör kişi boy tüzöyt.” -ML. (Ölecek kişi iyileşmiş gibi görünüyor.) 2. Kendini toparlamak: “Toktosun bir demge cürögün caylatıp, demin basıp, küçün cıynap, boy tüzödü.” -KA2. (Toktosun, bir müddet nefes alıp dinlendi ve yoğun bir çabayla kendini toparladı.)
boygo cet- (БОЙГО ЖЕТ-) [boya yetmek] bk. boy cet-.
boyu cibi- (БОЮ ЖИБИ-) [boyu (bedeni) çözülmek] Keyfi yerine gelmek, sevinmek: “`Makul` degen sözdü ukkanda, Satardın boyu cibip ketti.” -O-A. (“Tamam.” dediğini duyunca Satar’ın keyfi yerine geldi.)
boyu dür dey tüş- (БОЮ ДҮР ДЕЙ ТҮШ-) [vücudu ürperivermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.
boyu suu- (БОЮ СУУ-) [boyu soğumak] Bir şeyden soğumak, bir şeyden tiksinmek: “Uşunçalık toñ mamileme boyuñ suugan cokpu, Kurmanbek?” -ŞB. (Böyle soğuk davranmamdan dolayı bana karşı soğumadın mı, Kurmanbek?)
boyun taşta- (БОЮН ТАШТА-) [boyunu bırakmak] 1. Kendini bırakmak, üstüne başına dikkat etmemek, perişan hâle gelmek. 2. Kendini bırakmak, dayanma gücünü kaybetmek: “Birok ooruga aldırıp boyun taştap koyuptur.” -KS2. (Fakat hastalığa yenik düşüp, kendini bırakmış.) 3. Kendini yüksekten atmak: “Süygönünün ölgönün ukkan Melibe biyik munaradan boyun taştayt.” -İE. (Sevdiğinin öldüğünü duyunca Melibe, yüksek minareden kendini atmış.) 4. Uzanmak: “Tulañga boyun taştap, uktap ketet.” -CK2. (Yumuşak otların üstüne uzanıp, uyuyakaldı.) 5. Düşmek: “Al boyun taştap cibere cazdap barıp oñoldu.” -KA2. (O, neredeyse düşecekken, tekrar doğruldu.) 6. Kendini birinin kucağına atmak: “Aliman meni kuçaktap boyun taştadı.” -ÇA1. (Aliman bana sarılıp, kendini kucağıma attı.)
boyuna büt- (БОЮНА БҮТ-) [boyuna bitmek (peydahlanmak)] Hamile kalmak: “Altınaydın boyuna bütüp, egiz erkek bala törödü.” -BF. (Altınay hamile kalıp, ikiz oğul doğurdu.)
boyuna cuuba- (БОЮНА ЖУУБA-) [boyuna yakın olmak] Uymamak, bol gelmek: “Oy, baykuş ooy, munu emne kılasıñ, dele boyuña cuubayt.” -ÇJ. (Oy zavallı oy, bunu ne yapacaksın, sana bol geldi.)
boyuna cuutpa- (БОЮНА ЖУУТПA-) [boyuna yaklaştırmamak] 1. Birinden veya bir şeyden uzak durmak: “Casalmaluuluktu boyuna cuutpayt.” -KA2. (Sahtekârlıktan uzak durur.) 2. Kendine yaklaştırmamak: “Taşçaynardı boyuna cuutpay, anın dalısına azuusun matıra katuu kaap aldı.” -ÇA .(Taşçaynar’ı kendine yaklaştırmayıp, onun kürek kemiğine azı dişini batırararak sertçe ısırdı.)
boyuna tart- (БОЮНА ТАРТ-) [boyuna çekmek] bk. boorun tart-.
boyunan boşon- (БОЮНАН БОШОН-) [boyundan boşalmak] Doğurmak, doğum yapmak: “Gülcandın boyunan boşonup alganına on kündöy ubakıt bolgon.” -ÇJ. (Gülcan doğum yapalı yaklaşık on gün olmuştu.)
boyunan kozgol- (БОЮНАН КОЗГОЛ-) [boyundan hareket etmek] Düşük riski yaşamak.
boyunan tüş- (БОЮНАН ТҮШ-) [boyundan düşmek] Düşmek, vakti gelmeden ölü doğmak: “Tamaranın balası boyunan tüşüp kaldı.” -IK. (Tamara çocuk düşürdü.)
boz ala bol- (БОЗ АЛА БОЛ-) [boz ala olmak] 1. Gücenmek, canı sıkılmak, içi bozulmak: “Men ıylaarımdı ce süyünöörümdü bilbey, boz ala bolup artınan eerçidim.” -BE. (Gülsem mi, ağlasam mı bilemeyerek, alınmış olarak ardından yürüdüm.) 2. Gözünü duman bürümek: “Kanım, kantkende munun suluu katının alam dep cürüp közüñüz boz ala bolup kalgan eken go?” -BF. (Hanım, onun güzel karısıyla nasıl evlenebilirim diye devamlı düşünmekten gözünüzü duman bürümüş.)
boz ala kıl- (БОЗ АЛА КЫЛ-) [boz ala yapmak] Mahcup etmek, utandırmak, kırmak: “Asankan dosun el aldında boz ala kılgısı kelbedi.” (Asankan, milletin önünde arkadaşını mahcup etmek istemedi.)
boz bala (БОЗ БАЛА) [boz çocuk] Genç, toy delikanlı: “Çogulgandar taray turgan bolgondo, on tört caşar boz bala enteñdep çurkap keldi.” -AU2. (Toplananlar dağılmak üzere iken on dört yaşında bir genç koşarak soluk soluğa geldi.)
boz baş (БОЗ БАШ) [boz baş] Genç, tecrübesiz: “Beşöö teñ boz baş bala eken.”– Sarinci Bököy. (Beşi de tecrübesiz gençlermiş.)
boz koydon momun (БОЗ КОЙДОН МОМУН) [boz koyundan sakin] bk. ak koydon añkoo, boz koydon momun.
boz torgoy koy üstündö cumurtkala- (БОЗ ТОРГОЙ КОЙ ҮСТҮНДӨ ЖУМУРТКАЛА-) [boz toygar koyun üzerinde yumurtalamak] bk. koy üstünö torgoy cumurtkala-.
boz tüş- (БОЗ ТҮШ-) [boz düşmek] 1. Duman kaplamak, sis çökmek: “Ayıldın üstünö boz tüşüp, tuman çulgap turuptur.” -Cİ. (Köyün üstüne pus çöküp duman kaplamış.) 2. Toz duman olmak: “Kün tutulup, boz tüşüp / Topurak uçup, kum uçup.” -CM. (Güneş tutulup, toz duman olup / Toprak uçup, kum uçup…)
boz ulan (БОЗ УЛАН) [boz oğlan] Henüz evlenmemiş genç delikanlı.
bödönödön kötön arttırgan (БӨДӨНӨДӨН КӨТӨН АРТТЫРГАН) [bıldırcından popo artıran] Cingöz, açıkgöz.
bödönödön kuyruk çıgar- (БӨДӨНӨДӨН КУЙРУК ЧЫГАР-) [bıldırcından kuyruk çıkarmak] Becerikli olmak, maharetli olmak: “Al oşondoy bödönödön kuyruk çıgarat.” -KTS. (O öyle, çok beceriklidir.)
bödönönün sütü (БӨДӨНӨНҮН СҮТҮ) [bıldırcın(ın) sütü] İçki, alkol, aslan sütü: “Süyüngönümdön oşo bödönönün sütünön kiçine kılt etip koygom” -MT1. (Sevincimden o içkiden bir iki sek atmıştım.)
bök tüş- (БӨК ТҮШ-) [bükülüp düşmek] 1. Ayaklarını, ellerini bükerek yüzüstü büzülmüş hâlde olmak, oturmak veya yatmak: “Aylam ketip, emi kıymılsız bök tüşüp catıp kaldım.” -KA1. (Çaresiz kalıp büzülerek sırtüstü yere serildim.) 2. Kahrolmak, içlenmek: “Men dele bayıman acırap kalganda, bök tüşüp ıylagam.” -MB. (Ben de beyimden ayrıldığımda kahrolup ağlamıştım.)
bökön celiş (БӨКӨН ЖЕЛИШ) [karaca koşu(su)] Hızlı yürüme, dört nala kalkma.
bökön cürüş (БӨКӨН ЖҮРҮШ) [karaca yürüyüş(ü)] bk. bökön celiş.
bölündü bol- (БӨЛҮНДҮ БOЛ-) [bölünmüş olmak] 1. Dağılmak, karışık hâle gelmek. 2. Dağılmak, birbirinden uzaklaşmak: “Oşentip Sagaalının üy-bülöösü bölündü bolup, ar kimisi turmuş-şartka baylanıştuu ookat casap, caşoo keçirip catışkan.” -BE. (Böylece Sagaalı’nın ailesi dağıldı, herkes kendi hayatıyla uğraşarak yaşıyordu.) 4. Paylaştırılmak, dağıtılmak, bölüştürülmek: “Mal da taloongo tüşüp bölündü boldu.” -KS2. (Mal talan edilip bölüştürüldü.)
böödö ölüm bol- (БӨӨДӨ ӨЛҮМ БОЛ-) [beyhude ölüm olmak] Görünmez kazadan vefat etmek: “Carandarıbızdan 200dön aşıgı böödö ölümgö duuşar boluştu.” -КТ. (Vatandaşlarımızdan iki yüzden fazlası görünmez kazaya uğradı.)
böödöy kuuru- (БӨӨДӨЙ КУУРУ-) [akrep gibi kavurmak] bk. böydöy kuuru-.
börk al dese, baş al- (БӨРК АЛ ДЕСЕ, БАШ АЛ-) [börk al dese, baş almak (börk, hayvan derisinden yapılan başlık)] Şapkasını çıkar deyince başını almak, vur deyince öldürmek: “Börk al dese baş kesken / Elinen çıkkan cindi eken.” -CM. (Vur deyince öldüren / Halktan çıkan deliymiş.)
börkü kazanbaktay (БӨРКҮ КАЗАНБАКТАЙ) [börkü kazanbak gibi (börk, hayvan derisinden yapılan başlık; kazanbak, göçerken kazanın kırılmaması için çubuktan örülen kılıf] Sevimsiz: “Caman körgöndün börkü kazanbaktay.” -KA2. (Beğenmediğiniz insan hep sevimsizdir.)
börküñdöy kör (БӨРКҮҢДӨЙ КӨР) [börkü gibi görmek (börk, hayvan derisinden yapılan başlık)] Oldu bil, oldu say: “Biz beyitten ele kaytabız, başka eçtemenin kızıgı cok, anı börküñdöy kör.” -ÇA1. (Biz mezarlıktan geri döneriz, başka hiçbir şey bizi ilgilendirmez, böyle bil.)
börü catış (БӨРҮ ЖАТЫШ) [kurt yatma(sı)] Deride kabarıkların oluşmasına sebep olan bir hastalık türü.
börü celiş (БӨРҮ ЖЕЛИШ) [kurt koşu(su)] Atların yavaş tempoda birlikte koşması.
börü celişke sal- (БӨРҮ ЖЕЛИШКЕ САЛ-) [kurt yelmesi yapmak] Atları yavaş tempoda birlikte koşturmak: “Börü celişke sala bastırıştı.” -AU2. (Atları yavaş tempoda birlikte koşturarak gidiyorlardı.)
börü colduu (БӨРҮ ЖОЛДУУ) [kurt yollu] Şanslı, talihli: “Böksönün uulu Böyön kan / Börü colduu bu bir can.” -SO. (Böksö oğlu Böyön han / Bu şanslı bir insan.)
börü etekten, coo cakadan alganda (БӨРҮ ЭТЕКТЕН, ЖОО ЖАКАДАН АЛГАНДА) [kurt alçak bölgeden, düşman kıyıdan aldığında] Sıkışınca, zor durumda kalınca: “Toltoy, Çınkocolor kamap kelgen kezde, coo cakadan, börü etekten alıp turgan mezgilde Surkoyonu cürböy kalat.” -TO. (Çınkocolor kuşatınca, zor durumda kalan Toltoy’un atı Surkoyon, yürüyemez olur.)
börü til (БӨРҮ ТИЛ) [kurt dil(i)] Ucu ince, dibi geniş ve çıkıntılı, sivri (mızrak veya başka silahlar için): “Uçu bolot börü til / Nayzanın cayın emi bil.” -ET1. (Ucu çelik sivri / Mızrağın yapısını şimdi bil.)
börü toyut bol- (БӨРҮ ТОЮТ БОЛ-) [kurt yem(i) olmak] Biraz doymak, fazla doymamak: “Kiçine börü toyut bolup kızıktarıbız taray tüşköndön kiyin baktı aralap ulam daamduuragın izdep kıdırıp cürdük.” -BE. (Biraz doyup açlığımızı bastırdıktan sonra bahçeyi dolaşıp durmadan daha lezzetlisini arıyorduk.)
börügö koy kaytart- (БӨРҮГӨ КОЙ КАЙТАРТ-) [kurda koyun güttürmek] bk. karışkırga koy kaytart-.
bötölködön başı çıkpa- (БӨТӨЛКӨДӨН БАШЫ ЧЫКПA-) [şişeden başı çıkmamak] Çok içki içmek: “Kiyinki kezderde bötölködön başı çıkpay kaldı.” -KTS. (Son zamanlarda çok içmeye başladı.)
böy tüşür- (БӨЙ ТҮШҮР-) [akrep düşürmek] bk. böydöy kuuru-.
böydöy kara (БӨЙДӨЙ КАРА) [akrep gibi kara] Simsiyah, kapkara: “Böydöy kara balbanı.” -KTS. (Kapkaradır pehlivanı.)
böydöy kuuru- (БӨЙДӨЙ КУУРУ) [akrep gibi kavurmak] Birini paylamak, azarlamak, birine baskı yapmak: “Kolunan kelgeni üybülösün böydöy kuurat.” -AU2. (Elinden gelen ailesini baskı yapmaktır.)
böydöy tiy- (БӨЙДӨЙ ТИЙ-) [akrep değmek (sokmak)] bk. böydöy kuuru-.
böyrögü çık- (БӨЙРӨГҮ ЧЫK-) [böbreği çıkmak] Karnı doymak.
böyrögümdü çabayın (БӨЙРӨГҮМДҮ ЧАБАЙЫН) [böbreğimi vurayım] Kurban olayım: “`Böyrögümdü çabayın, turagoy,` -dep calbargan ene kızının mañdayında oturat.” -LC. (“Kurban olayım, haydi kalk!” diye yalvaran annesi kızının karşısında oturuyor.)
böyröktön şıyrak çıgar- (БӨЙРӨКТӨН ШЫЙРАК ЧЫГАР-) [böbrekten ayak çıkarmak (şıyrak, hayvan ayağı)] 1. Olmadık yere sorun yaratmak, abartmak: “Köp cinge tiybe! Böyröktön şıyrak çıgarganıñdı toktot!” -BR. (Sinirlendirme! Olmadık yere sorun çıkarmayı bırak!) 2. İnsan aklı almaz şeyleri yapabilmek, becerikli olmak: “Saga okşop böyröktön şıyrak çıgarıp, birdi ekige koşup, çañdap cürgön çunak cok bul cerde.” -SE. (Senin gibi insanın aklına gelmeyen işlerle uğraşıp, cambazlık yapıp ortalığı karıştıran biri yok burada.)
bu kulagınan kirip, tigi kulagınan çık- (БУ КУЛАГЫНАН КИРИП, ТИГИ КУЛАГЫНАН ЧЫК-) [bu kulağından girip öbür kulağından çıkmak] 1. Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak, dikkatli dinlememek, önem vermemek: “Söz aytsan, bu kulagınan kirip, tigi kulagınan çıgat.” (Söylersen bir kulağından girip öbür kulağından çıkıyor.) 2. Aklında hiçbir şey kalmamak, unutmak.
bubak bas- (БУБАК БАС-) [kırağı basmak] 1. Kırağı düşmek: “Erteñ menen bardık cerdi bubak basıp kalıptır.” (Sabah her yere kırağı düşmüş.” 2. Ağarmak: “Çaçın bubak baskan medayım.” -UC. (Saçları ağarmış hemşire.)
buçkagına teñ kelbe- (БУЧКАГЫНА ТЕҢ КЕЛБE-) [bacağına denk gelmemek] bk. bürçügüne teñ kelbe-.
buçkagına teñebe- (БУЧКАГЫНА ТЕҢЕБЕ-) [bacağına eşit saymamak] 1. Adam yerine koymamak. 2. Birinden korkmamak, bana mısın dememek: “Cer caynagan döölördü / Buçkagına teñebey.” -CB2. (Her yerde kaynaşan devleri / Bana mısın demeden…)
buduñ-çañ tüş- (БУДУҢ-ЧАҢ ТҮШ-) [toz duman düşmek] Telaşlı telaşlı koşturmak, birbirine girmek: “Barsam, reformalaybız dep buduñ çañ tüşüp atışıptır.” -KS1. (Gittiğimde reform yapacağız diye halk birbirine girmişti.)
bugu çık- (БУГУ ЧЫK-) [kaygısı çıkmak] Sıkıntılardan uzaklaşarak rahatlamak, içi rahat etmek: “Pavel Nikolaeviçtin bugu çıkkansıp, uykuga dayar boldu okşoyt.” -UC. (Pavel Nikolayeviç rahatlayıp uyumaya hazır olmuş gibi.)
bugu tara- (БУГУ ТАРA-) [kaygısı dağılmak] bk. bugu çık-.
bugun çıgar- (БУГУН ЧЫГАР-) [sıkıntısını çıkarmak] Derdini döküp rahatlamak: “Atake atına minip, aşuunu ördöp uzay bergende gana ozondop ıylap, içtegi bugun çıgarıp aldı.” -CA. (Atake atına binerek geçitten aşıp uzaklaşınca hüngür hüngür ağlayıp rahatladı.)
bugunun ooz çaykoosu (БУГУНУН ООЗ ЧАЙКООСУ) [geyiğin ağız çalkalaması] hlk. Geç güzde yağan ilk kar.
buk bol- (БУК БОЛ-) [kaygı(lı) olmak] 1. Hüzün duymak, sıkılmak: “Emnedendir buk bolom.” -KS1. (Nedense hüzünleniyorum.) 2. Sıkılmak, can sıkıntısı duymak: “Tışka çıkpay, buk bolup kettim.” (Dışarı çıkmadığımdan canım sıkıldı.)
buka siydik (БУКА СИЙДИК) [boğa sidik] Eğri büğrü: “Buka siydik colu köp tura.” -AT2. (Eğri büğrü yolları çokmuş.)
buka tartış (БУКА ТАРТЫШ) [boğa çekme] İp çekme oyunu.
buka tooruş (БУКА ТООРУШ) [boğa takılma(sı)] Ters ters bakma: “Özü da astırtadan buka tooruş menen karayt.” -KTS. (Kendisi de ters ters bakıyor.)
bukadan çık- (БУКАДАН ЧЫК) [boğadan çıkmak] Boğaya gelmek.
buksirge al- (БУКСИРГЕ АЛ-) [römörköre / taşıtı yedeğe almak] 1. Taşıtı yedeğe almak. 2. Birine yardım etmek, birini desteklemek.
bukta bakay (БУКТА БАКАЙ) [sağlam bakay] Endamlı, güzel (at): “Bukta bakay tor corgo.” -KTS. (Endamlı doru yorga.)
bul kulagınan kirip, tigil kulagınan çık- (БУЛ КУЛАГЫНАН КИРИП, ТИГИЛ КУЛАГЫНАН ЧЫК-) [bu kulağından girip öbür kulağından çıkmak] Bir kulağından girip diğer kulağından çıkmak, aklında hiçbir şey kalmamak: “Kança aytsañız da, menin bul kulagımdan kirip, tigil kulagımdan çıgıp ketip catpaybı.” -MT1. (Ne kadar söyleseniz de aklımda hiçbir şey kalmıyor ki.)
bulut kazı (БУЛУТ КАЗЫ) [bulut kazı (kazı, sucuk yapımında kullanılan atın karın yağı)] İnce karın yağı.
bura bastırba- (БУРА БАСТЫРБA-) [dönüp bastırmamak] 1. Birinin yürümesine, hareket etmesine izin vermemek: “ `Ata, kuttuktaybız, kuttuktaybız,` – deşip moynuna asılıp, bura bastırbadı.” -KA2. (“Baba, kutluyoruz, kutluyoruz.” diye omzuna sarılıp yürütmediler.) 2. Hemen, anında, çok kısa zaman içinde: “Berbey cürgön akıların bura bastırbay turup alıp beriptir.” -MU. (Vermediği maaşlarını hemen alıp vermiş.)
bura süylö- (БУРА СҮЙЛӨ-) [döndürüp konuşmak] Şakaya vurmak, şakaya çevirmek: “Külöör beken dep, bura süylögön boldum ele, külgön cok.” -AA2. (Gülecek mi acaba diye şakaya çevirmiş oldum, gülmedi.)
burañ bel (БУРАҢ БЕЛ) [ergen bel] İnce belli: “Ak köynök kiygen burañ bel.” -KPA1. ( Ak elbiseli, ince belli.)
burap koy- (БУРАП КОЙ-) [(vidasını) çevirmek] Kışkırtmak, tahrik etmek, doldurmak: “Seni biröö burap koyso kerek, toktoçu.” -AJ. (Seni biri doldurmuş galiba, dur hele.)
burçagına teñ kelbe- (БУРЧАГЫНА ТЕҢ КЕЛБЕ-) [burçağına denk gelmemek (burçak, kuzuları bağlamak için kullanılan ilmikli ip)] Tırnağı bile olmamak.
burkan-şarkan tüş- (БУРКАН-ШАРКАН ТҮШ-) [paldır küldür düşmek] 1. Gürlemek: “Burkan-şarkan tüşkön darıya.” (Gürleyen nehir.) 2. Öfkelenmek, hiddetlenmek: “Karıgan kişi ökürüp-bakırıp burkan-şarkan tüşkönü caraşıksız.” -ÇA1. (Yaşlı insana bağırıp çağırıp öfkelenmek yakışmaz.) 3. Telaşla bağırıp çağırmak, gürültü çıkarmak, yaygara koparmak: “Ayaldar ıylap, burkan-şarkan tüşüp cüröt.” -KA2. (Kadınlar ağlayıp yaygara koparıyorlardı.)
burup ayt- (БУРУП АЙТ-) [çevrip konuşmak] Yalan söylemek, gerçeği değiştirip anlatmak: “Burup aytsañ ölösüñ, Bul düynödön cönöysüñ.” -CM. (Yalan söylersen öleceksin / Bu dünyadan gideceksin.)
buruş kıl- (БУРУШ КЫЛ-) [burma yapmak] Atın kuyruğunu toplayıp bağlamak: “Kara argımak kuyrugun / Buruş kılgan Algazı.” -E-A. (Kara cins atın kuyruğunu / Toplayıp bağlamış Algazı.)
buşman ce- (БУШМАН ЖЕ-) [pişman yemek] Pişman olmak: “Kelgenine buşman cep / Mında kaydan keldim -dep.” -CM. (Geldiğine pişman olup / Buraya nereden geldim deyip…)
but serppe- (БУТ СЕРППЕ-) [ayak serpmemek] Hâlsiz düşmek, hareket edememek: “`But serppey ölör beken,` -dep.” -CM. (Hâlsiz düşüp ölmesin diye.)
but tos- (БУТ ТОС-) [(ayağına) çelme atmak] Engel olmak, taş koymak: “Amerikanın negizgi özgöçölügü -eger öz kesibiñdin çeberi bolsoñ, eç kaçan but tosuşpayt.” -ŞJ. (Amerika’nın temel farkı, eğer kendi mesleğinin ehliysen hiçbir zaman engel olmamaları.)
buta atım (БУТА АТЫМ) [hedef vuruşu] Hedef mesafesi: “Buta atım cerdegi colborsko ok çıgaruu oyloruna da kelbedi.” -BM. (Hedef mesafesindeki kaplana ateş etmek akıllarına bile gelmedi.)
buta koy- (БУТА КОЙ-) [nişan koymak] Nişan almak, gezlemek: “Buta koyup çımındı / Atıp cürüp maşıkkan.” -CB2. (Nişan alıp sineğe / Atıcılığa alıştı.)
butaga al- (БУТАГА АЛ-) [hedef almak] 1. Hedef almak, nişan almak. 2. Hedef almak, bir kimseyi, bir yeri yıpratmak, eleştirmek amacıyla karşısına almak: “Baykooçular butaga alınıştı.” -KT. (Gözlemciler hedef alındılar.)
butaga tiygendey (БУТАГА ТИЙГЕНДЕЙ) [hedefe dokunmuş gibi] Net, açık, isabetli: “Al butaga tiygendey süylöyt.” -KTS. (O isabetli konuşur.)
butu cerge tiybe- (БУТУ ЖЕРГЕ ТИЙБЕ-) [ayağı yere değmemek] bk. butu-butuna tiybe-.
butu küygön tooktoy (БУТУ КҮЙГӨН ТООКТОЙ) [ayağı yanmış tavuk gibi] 1. Zar zor, güçlükle (yürümek). 2. “Panik içinde, telaşlı telaşlı” anlamında: “Reglament boyunça butu küygön tooktoy cügürüp cürdüm.” -BR (İş gereği telaşlı telaşlı koşturup duruyordum.)
butu menen basıp, murdu menen tıngandar (БУТУ МЕНЕН БАСЫП, МУРДУ МЕНЕН ТЫНГАНДАР) [ayağıyla basıp burnuyla nefes çekenler] Hepsi, herkes, insanların tümü: “Bul örööndögü Camgırçı uulunun butu menen basıp, murdu menen tıngandarı uşu cerde eken.” -AU2. (Bu vadideki Camgırçı oğullarının tümü buradaymış.)
butu üzülgönçö çurka- (БУТУ ҮЗҮЛГӨНЧӨ ЧУРКА-) [ayağı kopana kadar koşmak] Çok hızlı koşmak: “Avtobustan kalıp kalbayın dep, Adilet butu üzülgönçö çurkadı.” -O-A. (Otobüsü kaçırmayayım diye Adilet, çok hızlı koştu.)
butu-butuna tiybe- (БУТУ-БУТУНА ТИЙБE-) [ayağı ayağına değmemek] Koşturmak: “Keçee ele mırza cigit kelgende celdey sızıp, butu-butuna tiybey cürbödü bele?” -KU. (Daha dün beyefendi gelince yerinde duramayıp, koşturup durmuyor muydu?)
butu-kolu cerge tiybe- (БУТУ-КОЛУ ЖЕРГЕ ТИЙБЕ-) [ayağı kolu yere değmemek] bk. butu-butuna tiybe-.
butu-kolu uzar- (БУТУ-КОЛУ УЗАР-) [ayağı kolu uzamak] bk. kolu uzar-.
butun but, kolun kol kıl- (БУТУН БУТ, КОЛУН КОЛ КЫЛ-) [ayağını ayak, kolunu kol yapmak] 1. Parçalamak, parçalara ayırmak, bölüp parçalamak: “Camgır kozunun kolun kol, butun but, sanın san kılıp büttü.” -TK. (Camgır, kuzuyu parça parça böldü.) 2. Ağır cezalandırmak, gününü göstermek: “Butuñardı but, koluñardı kol kılamıñ!” -KTS. (Gününüzü gösteririm!)
butun cala- (БУТУН ЖАЛA-) [ayağını yalamak] Yalakalık etmek: “Menin atam okumuştuu, biröölördün butun calabayt.” -KTS. (Benim babam bilim adamı, birilerine yalakalık etmez.)
butun tarta alba- (БУТУН ТАРТА АЛБА-) [ayağını çekememek] Çok yorulmak, bitkin hâle gelmek, ayağını yerden kaldıramamak: “Tañdan keçke eldin badasın bagıp keçinde «üygö» butun tarta albay kelçü.” -Cİ. (Sabahtan akşama kadar milletin ineklerini güdüp, akşam eve çok yorgun gelirdi.); “Maymıl çarçap, butun tarta albay kaldı.” -KS2. (Maymun yorulup bitkin hâle geldi.)
butuna cem tüş- (БУТУНА ЖЕМ ТҮШ-) [ayağına yem düşmek] 1. Sakatlanıp topallamak (atlar için): “Oñ butum butuna cem tüşkön attın butunday dapdıraktaganın baykagan çıgarsıñ.” -KOS. (Sağ ayağımın sakatlanıp topallayan atın ayağı gibi sallandığını fark etmişsindir.) 2. Kaza geçirmek: “Cem tüşüp ketip butuma celbey da kaldım bir top cıl.” -BS1. (Kaza geçirip birkaç sene çalışamadım.)
butuna cıgıl- (БУТУНА ЖЫГЫЛ-) [ayağına kapanmak] 1. Ayağına kapanmak, çok yalvararak özür dilemek. 2. Ayağına gitmek: “Keçee ele mogoldordun butuna cıgılıp, biyligine baş iydik.” -Kİ. (Daha dün o Moğolların ayağına gidip, beyliğini kabul ettik.) 3. Diz çökmek: “Al ulam cakındagan sayın kişiler baştarın dagı tömön iyip, kay biröö bük tüşüp, butuna cıgılıp cattı.” -TK. (O yaklaştıkça insanlar başlarını daha beter eğip, bazıları bükülüp, diz çöküyorlardı.)
butuna tur- (БУТУНА ТУР-) [ayağına durmak] 1. Ayağa kalkmak: “Kapar alsız butuna turup közün açsa, karegine apasının eskiligi cetken kreslosu urundu.” -KS2. (Kapar, hâlsizce ayağa kalkıp gözlerini açınca annesinin eskimiş koltuğu gözlerine ilişti.) 2. Durumu düzelmek, maddi durumu iyileşmek: “Natıycada oşol 2005-cılı bir top kedeyleribiz butuna turup kalıştı.” -KT. (Sonuçta 2005 yılında birçok fakirimizin durumu düzeldi.) 3. Hastalıktan iyileşmek: “Oşondon köp ötpöy Humayun cakşı bolup butuna turup ketet, al emi Babur tetirisinçe oorup catıp kalat da, üç aydan soñ o düynögö sapar tartat.” -İE. (Fazla zaman geçmeden Humayun iyileşir, Babur ise aksine hastalanıp yatağa düşer ve üç ay sonra vefat eder.) 4. Gelişmek: “2003-2006-cıldar aralıgında Çegara kızmatı butuna turup, al turgay bir top iygilikterge cetişe algan.” -KT. (2003-2006 yılları arasında gümrük hizmetleri gelişip birçok başarıya ulaşmıştı.)
butuna tura alba- (БУТУНА ТУРА АЛБА-) [ayağına duramamak] 1. Ayakta duramamak, sallanmak: “Bir burçta gana eki aydooçu butuna tura albay ırgalıp, mas bolup oturat.” -ÇA1. (Sadece bir köşede iki şoför ayakta duramadan sallanıp, sarhoş sarhoş oturuyorlar.) 2. Hayatını düzeltememek: “Uulu türmödön çıkkandan kiyin oñoyluk menen butuna tura albayt.” -RG. (Oğlu hapishaneden tahliye olduktan sonra hayatını kolay kolay düzene sokamadı.)
butuna turguz- (БУТУНА ТУРГУЗ-) [ayağına kalktırmak] 1. Büyütmek, yetiştirmek: “Sabira anı bapestep baktı, butuna turguzdu.” -KB. (Sabira ona gözü gibi baktı, büyüttü.); “Özünün ele emes tuugandarının da baldarın butuna turguzdu.” -KB. (Sadece kendi çocuklarını değil, akrabalarının çocuklarını da yetiştirdi.) 2. Birinin hayatını düzeltmek, durumunu düzeltmek. 3. Geliştirmek, gelişmesini sağlamak: “Aldıbızga tak maksat koyup caşasak, ölköbüzdü butuna turguza alabız.” -ŞJ. (Önümüze net bir amaç koyup yaşarsak ülkemizin gelişmesini sağlayabiliriz.) 4. Ayağa kaldırmak, telaş ve heyecana düşürmek: “Al künkü trevogadan büt garnizon butuna turguzulganı bilinip turdu.” -BE. (O günkü alarmdan tüm garnizonun ayağa kaldırıldığı belliydi.)
buudandın tezegin kurgatpa- (БУУДАНДЫН ТЕЗЕГИН КУРГАТПА-) [cins atın tezeğini kurutmamak] bk. at tezegin kurgatpa-.
buuday cüzdüü (БУУДАЙ ЖҮЗДҮҮ) [buğday yüzlü] Buğday tenli: “Buuday cüzdüü kız eken.” (Buğday tenli kızmış.)
buuday öñdüü (БУУДАЙ ӨҢДҮҮ) [buğday tenli] bk. buuday cüzdüü.
buura san (БУУРА САН) [buğra but(lu)] Uyluk kasları büyük, kalın bacaklı: “Buka moyun, buura san.” -TS. (Boynu boğa boynu gibi, kalın bacaklı.)
buurukması karma- (БУУРУКМАСЫ КАРМА-) [siniri tutmak] Siniri tutmak: “Buurukması karmasa / Bukardın elin cebesin.” -SK2. (Siniri tutarsa / Buhara halkını yok etmesin.)
buurul çal- (БУУРУЛ ЧАЛ-) [kır çalmak] Ağarmak, beyazlaşmak: “Karılıktın belgisi / Sakalın buurul çalıptır.” -CB2. (Yaşlılığın belirtisi / Sakalı ağarmış.)
buy kıl- (БУЙ КЫЛ-) [tedirgin etmek] Rahatsız etmek, huzurunu kaçırmak: “Aalamdı buy kılgan / Ayabagan şer bolot.” -C-Ö. (Cihanın huzurunu kaçıran / Büyük bir kahraman olacak.)
buyama ber- (БУЯМА БЕР-) [fırsat vermek] Fırsat vermek: “Keçüü taap keçüügö art caktan şıkap kelatkandar buyama berbedi.” -AU2. (Geçit bulup geçmek için arkasından gelenler fırsat vermedi.)
buyaması kelbe- (БУЯМАСЫ КЕЛБE-) [fırsatı gelmemek] Fırsat bulamamak, fırsatı olmamak: “Anday şartta birdemeni daroo tüşünö koyuuga eç kimdin buyaması kelbey kalat emespi.” -AU2. (Bu şartlarda kimsenin bir şeyi hemen anlamaya fırsatı olmuyor ya.)
buydamga kelbe- (БУЙДАМГА КЕЛБE-) [buydama gelmemek] Fiillerle “hemen, göz açıp kapayana kadar” anlamlarında kullanılır: “Buydamga kelbey cantaslim bolot.” -IK. (Göz açıp kapayana kadar canını teslim eder.)
buydoo kıl- (БУЙДОО КЫЛ-) [mani etmek] Engel olmak, mani olmak: “Bakıtbek kürüçtü çoñ sugunup algan ele, oşonduktan al süylöögö buydoo kıldı.” -CT. (Baktıbek, pirinci ağzına çok koydu, o yüzden konuşmasına engel oldu.)
buyruk ber- (БУЙРУК БЕР-) [emir vermek] Buyurmak, emretmek: “Buyruk berdi kızdarga.” -G-K. (Kızlara emretti.)
buyt ber- (БУЙТ БЕР-) [buyt vermek (buyt, yürürken bir tehlikeyi görünce hızlıca ondan kaçmayı yansıtan bir sözcük)] 1. Hızlıca kaçmak: “Buyt bererde kaçırbay / Buttarınan karmadı.” -AA1. (Hızlıca kaçmak isterken kaçırmadan / Bacaklarından yakaladı.) 2. Savuşmak, gitmek.
buyum emes (БУЮМ ЭМЕС) [eşya olmayan] 1. Kıymetsiz, değersiz: “Bul saat kımbat boldo da men üçün buyum emes.” (Bu saat pahalı olsa da benim için değersiz.) 2. Çok kolay: “Bul iş benim için buyum emes.” (Bu iş benim için çok kolay.) 3. Anlamsız, hiç anlamı yok: “Biröö emes, miñi aytsa da, al üçün buyum emestey.” -NB. (Biri değil, bini söylese bile, onun için hiç anlamı yok.)
buyurtma ber- (БУЮРТМА БЕР-) [sipariş vermek] 1. Emir vermek: “Anday buyurtma bere albaybız dagı.” -ŞJ. (Öyle emir veremeyiz de.) 2. Sipariş vermek: “Tilek cakın kelgen teylööçügö buyurtma bergisi kelip, Nazimaga kayrıldı.” -TM2. (Tilek yaklaşan garsona sipariş vermek isteyip Nazima’ya döndü.)
buyurtma öltürüü (БУЮРТМА ӨЛТҮРҮҮ) [sipariş öldürme] Suikast: “Bir çeti el süygön cetekçini buyurtma öltürüü el-curttu dürbölöñgö salbay koygon cok.” -ZP. (Bir taraftan halkın sevdiği yöneticiye suikast, halkı endişelendirmedi değil.)
buzuk sal- (БУЗУК САЛ-) [bozuk(luk) yapmak] 1. Arayı bozmak, arabozuculuk yapmak: “Ortodo biröö buzuk salıp, eköö süylöşpöy kalıştı.” (Aralarında birisi arabozuculuk yaptığı için ikisi konuşmaz oldu.) 2. Tahrip etmek: “Uşunça curtka bir kalmak / Uruşup buzuk salabı?” -ET1. (Bunca yurdu bir Kalmuk / Savaşıp, tahrip mi edecek?)
büçü boo (БҮЧҮ БОО) [ilik bağ(ı)] Kırgızlarda misafire hediye edilen giysi karşılığında hediye eden kişiye verilen bahşiş.
büçür bayla– (БҮЧҮР БАЙЛA-) [tomurcuk bağlamak] Tomurcuklanmak, tomurcuk bağlamak: “Bak-daraktar büçür baylay baştaşat.” -ŞJ. (Ağaçlar tomurcuklanmaya başlar.)
büdömük kaltır- (БҮДӨМҮК КАЛТЫР-) [belirsiz bırakmak] Belirsiz, müphem bırakmak: “`Kuralı menen kamdap tur,` -dedi Boronbay, kuralduu er bülölördün kaysı künü, kaysı cerge çogulaarın büdömüktö kaltırıp.” -CT. (“Silahlarıyla hazırla!” dedi Boronbay, silahlı askerlerin hangi gün ve nerede toplanacağını belirsiz bırakarak.)
bük tüş- (БҮК ТҮШ-) [büzülüp düşmek] 1. Çok üzülmek, çaresiz kalmak. 2. Diz çökmek, eğilmek: “Şerali bük tüşkön kişilerdin başınan akırın attap ötüp kele berdi.” -TK. (Şerali, diz çöken insanların başlarından yavaşça atlayarak geliyordu.)
bükömbara bol- (БҮКӨМБАРА БОЛ-) [paramparça olmak] 1. Paramparça olmak. 2. Ziyan olmak: “Oşonduktan satılbay kalganının baarı böödö bükömbara bolot.” -KK. (O yüzden satılmayanların hepsi israf oldu.)
bükömbarası çık- (БҮКӨМБАРАСЫ ЧЫК-) [paramparçası çıkmak] Toz dumana karışmak, parça parça olarak israf olmak.
bükülü söz (БҮКҮЛҮ СӨЗ) [bütün söz] Üstü örtülü söz, imalı söz.
bülgün sal- (БҮЛГҮН САЛ-) [yağma yapmak] 1. Harap etmek, yakıp bozmak. 2. Kargaşa çıkarmak, kargaşaya sokmak: “Ekinçi revolyutsiya elge bülgün salat.” -KT. (İkinci devrim halkı kargaşaya sokar.) 2. Endişe, kuşku yaratmak: “Añ-sezimge bülgün saluu cana korkunuçtu küçötüü -alardın negizgi maksatı.” -ÇA1. (Zihinlerde kuşku yaratmak ve korkuyu çoğaltmak, onların temel amacıdır.)
bülgün tüş– (БҮЛГҮН ТҮШ-) [yağmaya yakalanmak] Kaosa uğramak, kaosa düşmek: “Atkılaştan bülgün tüşüp çek ara.” -OB. (Silahlı çatışmadan kaosa düştü sınır.)
bülük sal– (БҮЛҮК САЛ-) [kargaşa çıkarmak] 1. Kargaşa çıkarmak, ortalığı karıştırmak. 2. Rahatsız etmek, huzurunu bozmak: “Birok bir künü şahtın kapasınan arıstan boşonup çıgıp ketet da, büt şaarga bülük salat.” -İE. (Fakat bir gün arslan, şahın kafesinden kaçar ve tüm şehrin huzurunu bozar.)
bülük tüş- (БҮЛҮК ТҮШ-) [kargaşaya düşmek] 1. Kargaşa çıkmak, karışıklık meydana gelmek: “A da ketet kızmattan / Ölkö içinde bülük tüşöt kayta da.” -AA1. (O da görevinden ayrılacak / Ülkede yine kargaşa çıkacak.) 2. Rahatsız olmak, huzuru kaçmak: “Kandın peyli buzulsa, kalkına bülük tüşöt.” -BF. (Hanın niyeti bozulursa, halkın huzuru kaçar.)
bür al- (БҮР АЛ-) [tomurcuk almak] bk. bür bayla-.
bür bayla- (БҮР БАЙЛA-) [tomurcuk bağlamak] Tomurcuklanmak, tomurcuk bağlamak: “Kün cılıp, baktar bür bayladı.” (Havalar ısınıp ağaçlar tomurcuk bağladı.)
bürçügünö teñ kelbe- (БҮРЧҮГҮНӨ ТЕҢ КЕЛБЕ-) [pürtüğüne denk gelmemek] Tırnağı bile olmamak.
bürgödöy sekir- (БҮРГӨДӨЙ СЕКИР-) [pire gibi sıçramak] 1. Fırlamak, pire gibi sıçramak: “Al tereñ uykusunan kadimki bürgödöy sekirip turdu da, uykuga çegerilgen beş saattın ötüp ketkendigine ötö kubana tüştü.”-DjL. (O derin uykusundan fırlayarak kalktı ve uyumak için ayırdığı beş saatin geçtiğine çok sevindi.) 2. Sert tepki göstermek: “ `Caydak tonduu nemege kızımdı berbeym,` -dep Suban bürgödöy sekirdi.” -KTS. (“Fakir birine kızımı vermem!” diye Suban, sert tepki gösterdi.)
bürgödöy tüyül- (БҮРГӨДӨЙ ТҮЙҮЛ-) [pire gibi gerilmek] Sert tepki göstermek: “Sveta kızarıp-tatarıp bürgödöy tüyüldü: “Cok-cok albaym Tük da albaym.” -K. Saktanov. (Sveta kızarıp sert tepki gösterdi “Hayır, hayır almam, kesinlikle almam.”)
bürkümgö kelbe- (БҮРКҮМГӨ КЕЛБE-) [ağızda püskürtecek su kadar olmamak] 1. Çok az miktarda olmak, yetersiz olmak: “Çındasa munuñ bir bürkümgö da kelbeyt, uşunça kişige kantp cetkizebiz.” -ÇJ. (Açıkçası bu çok az, bu kadar kişiye nasıl yetiştireceğiz?) 2. Hemen, kısa zaman içinde yenik düşmek, mağlup olmak vb.: “Oşondo calpı at koyup, bukarasın tep-seybiz, alar bürkümgö kelbeyt.” -KTS. (O zaman hep beraber atla saldırıp halkını çiğneriz, onlar hemen yenik düşerler.)
bürkütkö çırga süyrötköndöy kıl- (БҮРКҮТКӨ ЧЫРГА СҮЙРӨТКӨНДӨЙ КЫЛ-) [kartala hayvan postu atmış gibi yapmak] Oyalamak, bekletmek.
bütkön boy (БҮТКӨН БОЙ) [biten boy] Tüm vücut: “Bütkön boyu kaltırayt.” -TAB. (Tüm vücudu titriyor.)
bütkön boyu çımıra- (БҮТКӨН БОЮ ЧЫМЫРА-) [bütün vücudu karıncalanmak] bk. bütkön boyu ımır-çımır bol-.
bütkön boyu dür dey tüş- (БҮТКӨН БОЮ ДҮР ДЕЙ ТҮШ-) [bütün vücudu ürperivermek] Tüyleri ürpermek: “Anın cüzün körgöndö bütkön boyum dür dey tüştü.” -AJ. (Onun yüzünü görünce hemen tüylerim ürperdi.)
bütkön boyu dür et- (БҮТКӨН БОЮ ДҮР ЭТ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.
bütkön boyu dürkürö- (БҮТКӨН БОЮ ДҮРКҮРӨ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.
bütkön boyu dürüldö- (БҮТКӨН БОЮ ДҮРҮЛДӨ-) [bütün vücudu ürpermek] bk. bütkön boyu dür dey tüş-.
bütkön boyu ımır-çımır bol- (БҮТКӨН БОЮ ЫМЫР-ЧЫМЫР БОЛ-) [bütün vücudu karıncalanmak] Vücudu karıncalanmak: “Bütkön boyu ımır-çımır bolup, közünö eçteke körünböy, atına kamçı urup, ıldam cürüp ketti.” -UA. (Tüm vücudu karıncalanıp gözleri hiçbir şey göremez olunca atına kamçı vurarak gitti.)
bütkön boyu kuruş- (БҮТКӨН БОЮ КУРУШ-) [biten boyu kırışmak] Hastalıktan vücudu gerilmek, kasılmak: “Emnegedir içirkenip, bütkön boyum kuruşkansıyt.” -MA1. (Nedense üşüyüp, tüm vücudum kasılıyor.)
bütkön boyu ot menen calın (БҮТКӨН БОЮ ОТ МЕНЕН ЖАЛЫН) [bütün vücudu ateş ve alev] Ateşli, ateşi yüksek.
bütüm çıgar- (БҮТҮМ ЧЫГАР-) [karar çıkarmak] 1. Karar almak: “El atınan süylöştü, el atınan bütümdör çıgarıştı.” -LÜ. (Halk adına konuştular, halk adına kararlar aldılar.) 2. Karara varmak: “Oşentip sır çeçişip uzun tünü / Çıgardık ene-bala bir bütümdü.” -AM. (Böylece dertleşip gece boyunca / Anne oğul bir karara vardık.)
büyrösü kız- (БҮЙРӨСҮ КЫЗ-) [böğrü kızışmak] bk. büyrü kızı-.
büyrü çık- (БҮЙРҮ ЧЫK-) [böğrü çıkmak] Yemekten karnı şişmek: “Uylar ottoyt büyrü çıga teñselip” -OB1. (İnekler otluyorlar, karınları şişerek sallana sallana.)
büyrü kızı- (БҮЙРҮ КЫЗЫ-) [böğrı kızışmak] 1. Merakı uyanmak, meraklanmak: “Al emi Kırgızstanda Nobel sıylıgına cetüünü eñsegender barbı degen suroo köpçülüktün büyürün kızıtsa kerek.” -ŞJ. (Kırgızistan’da Nobel ödülü almak isteyenler var mı sorusu çoğunluğun merakını uyandırsa gerek.) 2. Coşmak, heyecanlanmak, içten içe kaynamak, aşırı duygulanmak: “Baytik ayttırgan kabar Dıykanbaydın büyürün kızıttı.” -AT2. (Baytik’in gönderdiği haber Dıykanbay’ı heyecanlandırdı.); “At üstündö turgandardın büyürü kızıdı.” -AK2. (At üstündekiler coştular.)

C
caa berbe- (ЖАА БЕРБЕ-) [caa vermemek] Asileşmek, başkaldırmak, boyun eğmemek.
caa boyu kaç- (ЖАА БОЮ КАЧ-) [yay boyu (kadar) kaçmak] Duymak, görmek istemeyip kaçmak, uzaklaşmak: “Meni körgön cerden caa boyu kaçat.” -KA1. (Beni gördüğü yerden kaçıp uzaklaşır.)
caa boyu sekir- (ЖАА БОЮ СЕКИР-) [yay boyu (kadar) fırlamak] Karşı çıkmak, direnmek.
caagı açıl- (ЖААГЫ АЧЫЛ-) [çenesi açılmak] 1. Çenesi düşmek, çok konuşmak, gevezelik etmek. 2. Şarkı söylemek.
caagı cap bol- (ЖААГЫ ЖАП БОЛ-) [çenesi kapanmak] 1. Korkudan konuşamaz olmak, çenesi tutulmak: “Al meni körüp, caagı cap boldu.” -MB. (O beni görünce korkudan çenesi tutuldu.) 2. Sesi kesilmek, sessizliğe gömülmek: “Bardıgının caagı cap boldu.” -AU2. (Hepsinin sesi kesildi.)
caagı karış- (ЖААГЫ КАРЫШ-) [çenesi kitlitlenmek] 1. Konuşamaz hâle gelmek: “Beçaranın caagı karışıp kalgan turbaybı.” -BM. (Zavallının çenesi kilitlenmiş.) 2. Susmak, sesi kesilmek, sakinleşmek: “Sen attanıp çıkkanda / Çeçensigen duşmanıñ / Süylöböy caagı karıştı” -MK2. (Sen yola çıktığın zaman / Büyük konuşan düşmanının / Konuşamayıp sesi kesildi.)
caagı katuu (ЖААГЫ КАТУУ) [çenesi katı] 1. Dizginlenmesi zor, hırçın (at). 2. Söz dinlemeyen, devamlı direnen.
caagı katuula- (ЖААГЫ КАТУУЛА-) [çenesi sertleşmek] Kızmak, öfkelenmek, kavgaya tutuşmak: “Caagı katuulap baratkanda, iz cazgırıp bıyakka cönögönün ayttı.” -KO1. (Sinirlenince yön değiştirip bu tarafa döndüğünü söyledi.)
caagın ayrı- (ЖААГЫН АЙРЫ-) [çenesini yırtmak] 1. Haddini bildirmek, üstesinden gelmek, işini bitirmek. 2. Bir şeyi çok tüketmek, çok kullanmak, hakkından gelmek: “Köpkö çeyin oturup, kımızdın caagın ayrıdık.” (Uzun süre oturup kımızın hakkından geldik.) 3. Bir işi ustalıkla yapmak: “Akkordeon degendin timele caagın ayrıyt.” -ŞJ. (Akordeon çalmayı çok ustalıkla yapar.)
caagın bas- (ЖААГЫН БАС-) [çenesini basmak] 1. Sesini kesmek, ağzını kapatmak, susmak: “Baldar caagın baspay ıylap, ızı-çuu tüşüştü.” -BM. (Çocuklar susmak bilmeyerek ağlayıp gürültü çıkardılar.) 2. Birinin çenesini kapatmak, ağzını kapatıp konuşturmamak, susturmak: “Tigilerdin caagın basış kerek.” -ÇA1. (Onların çenesini kapatmak lazım.)
caagın can- (ЖААГЫН ЖАН-) [çenesi(ni) yanmak] 1. Durup dinlenmeksizin konuşmak. 2. Durmadan şarkı söylemek: “Caagın canıp maktap ırdap catıptır.” -TK. (Durup dinlenmeksizin övüp şarkı söylemiş.) 3. Durmaksızın ağlamak.
caagın cap- (ЖААГЫН ЖАП-) [çenesini kapamak] bk. caagın bas-.
caagın cap bas- (ЖААГЫН ЖАП БАС-) [cenesini tamamıyla basmak] bk. caagın cap kıl-.
caagın cap kıl- (ЖААГЫН ЖАП КЫЛ-) [çenesini tamamıyla kapamak] Lafı ağzına tıkmak, susturmak: “Birotolo caagın cap kıluu üçün, baarı kıy-kıra baştaştı.” -ÇA1. (Tamamen susturmak için hepsi bağırmaya başladı.)
caagın ısıt- (ЖААГЫН ЫСЫТ-) [çenesini ısıtmak] Tokat atmak, tokat atarak cezalandırmak.
caagın karışkır (ЖААГЫН КАРЫШКЫР) [cenen tutulasıca] bk. caagıñ sıngır.
caagın karıştır- (ЖААГЫН КАРЫШТЫР-) [çenesini kilitlemek] Ağzına mühür vurmak.
caagıñ sıngır (ЖААГЫҢ СЫНГЫР) [çenen kırılasıca] Çenen kırılasıca!
caagın tülöt- (ЖААГЫН ТYЛӨТ-) [çenesinin tüyünü değiştirmek] bk. caagın ısıt-.
caagına cılan cumurtkalagır (ЖААГЫНА ЖЫЛАН ЖУМУРТКАЛАГЫР) [çenene yılan yumurtalayası] bk. caagına cılan uyalagır.
caagıña cılan uyalagır (ЖААГЫҢА ЖЫЛАН УЯЛАГЫР) [çenene yılan yuva yapasıca] ‘Dilini eşek arısı sokasıca!’ anlamında söylenen beddua.
caagıña taş (ЖААГЫҢА ТАШ) [çenene taş] ‘Ağzından yel alsın!’ anlamında söylenen beddua.
caagınan tügü çık- (ЖААГЫНАН ТҮГҮ ЧЫК-) [çenesinden tüyü çıkmak] 1. Burnundan solumak, küplere binmek. 2. Yüreği ağzına gelmek. 2. Ürpermek, korku, tiksinti, üşüme vb. yüzünden tüyleri diken diken olmak.
caagıñdı bas (ЖААГЫҢДЫ БАС) [cenini bas] Kapat çeneni!
caak basar (ЖААК БАСАР) [çene kapayıcı] 1. Açlığı bastıracak yemek, aperatif, atıştırmalık: “Caak basar berbeseñ aytam, berseñ unçukpaym.” -KTS. (Açlığı bastıracak yemek vermezsen söylerim, verirsen susarım.) 2. Sır saklaması, bir şeyi söylememesi, gizlemesi için birine verilen sus payı.
caak eti şılın- (ЖААК ЭТИ ШЫЛЫН-) [çene eti sıyrılmak] Yanakları çökmek, çok zayıflamak.
caak eti tüyül- (ЖААК ЭТИ ТҮЙҮЛ-) [çene eti düğümlenmek] bk. caak terisi tırış-.
caak etin ce- (ЖААК ЭТИН ЖЕ-) [çene etini yemek] Başının etini yemek, bıktırırcasına konuşmak.
caak öçtüülük (ЖААК ӨЧТҮҮЛҮК) [çene öçlülük] Karşılıklı söylenme, atışma, devamlı kavga etme: “Bul eköönün caak öçtüülügün koyo kal, atırılıp aytışkıday boluşsa, canına kişi çıdap tura albayt.” -ÇA1. (Bu ikisinin bırak kavgaya tutuşmalarını, birbirleriyle konuşurken bile yanlarında kimse duramaz.)
caak terisi tırış- (ЖААК ТЕРИСИ ТЫРЫШ-) [çene derisi kırışmak] Hiddetlenmek, öfkelenmek.
caakka çapkanday (ЖААККА ЧАПКАНДАЙ) [çeneye vurmuş gibi] bk. başka çapkanday.
caakta cok (ЖААКТА ЖОК) [çenede olmayan] Ağzı laf yapan, laf ebesi, eşsiz söz ustası: “Caakta cok akın bolgonduktan el arasında anın kadır-barkı çoñ ele.” -KC. (Eşsiz bir şair olduğu için halkın gönlüne taht kurmuştu.)
caaktan baştı ayırganday kıl- (ЖААКТАН БАШТЫ АЙЫРГАНДАЙ КЫЛ-) [çeneden kelleyi ayırmış gibi yapmak] Yakın insanlar arasındaki ilişkiyi bozarak birbirinden ayırmak.
caaktuuda cok (ЖААКТУУДА ЖОК) [çenelide olmayan] bk. caakta cok.
caaktuuga cay berbegen (ЖААКТУУГА ЖАЙ БЕРБЕГЕН) [çenesi olana huzur vermeyen] Lafın altında kalmayan: “Caaktuuga cay berbegen çeçen Abil coop tappay kaldı.” -TK. (Lafın altında kalmayan söz ustası Abil, verecek cevap bulamadı.)
caalı betine çık- (ЖААЛЫ БЕТИНЕ ЧЫК-) [öfkesi yüzüne çıkmak] Sinirleri tepesine çıkmak.
caalı kat- (ЖААЛЫ КАТ-) [öfkesi sertleşmek] Çok sinirlenmek, fazlasıyla öfkelenmek.
caalı katuu (ЖААЛЫ КАТУУ) [öfkesi sert] Çok sinirli, merhametsiz.
caalı közünö çık- (ЖААЛЫ КӨЗYНӨ ЧЫК-) [öfkesi gözüne çıkmak] bk. caalı betine çık-.
caası kat- (ЖААСЫ КАТ-) [yayı katılaşmak] bk. caagı kat-.
caba sal- (ЖАБА САЛ-) [örtüvermek] İftira etmek, suçu başkasının üzerine atmak: “Ayıptuunun üstünön ayıbın alıp, başka bir beçaranın üstünö caba salat.” -CAT. (Suçlunun suçunu üstünden alıp başka bir zavallının üstüne atar.)
cabık münözdüü (ЖАБЫК МҮНӨЗДҮҮ) [kapalı karakterli] İçine kapanık.
cabıluu ayak cabıluu boydon kal- (ЖАБЫЛУУ АЯК ЖАБЫЛУУ БОЙДОН КАЛ-) [örtülü kase örtülü olarak kalmak] bk. cabıluu ayak cabuusu menen kal-.
cabıluu ayak cabuusu menen kal- (ЖАБЫЛУУ АЯК ЖАБУУСУ МЕНЕН КАЛ-) [örtülü ayak örtüsüyle kalmak] Kol kırılsın, yen içinde kalsın, sır olarak kalsın.
cabır tart- (ЖАБЫР ТАРТ-) [cebir çekmek] Zulüm görmek, cefa çekmek: “Cabır tartkan adam ekensiñ.” -BF. (Zulüm görmüş adammışsın.)
cabuuluu ayak cabuusu menen alsın (ЖАБУУЛУУ АЯК ЖАБУУСУ МЕНЕН КАЛСЫН) [örtülü kase örtüsüyle kalsın] Başkalara bilinmeyen bir konu ifşa edilmeden olduğu gibi kalsın.
cabuuluu kara ingen (ЖАБУУЛУУ КАРА ИНГЕН) [örtülü kara deve] “Akıllı, tecrübeli” anlamında kadınlara yönelik övgü sözü.
cabuuluu kazan cabuuluu kalsın (ЖАБУУЛУУ КАЗАН ЖАБУУЛУУ КАЛСЫН) [örtülü kazan örtülü kalsın] bk. cabuuluu ayak cabuusu menen kalsın.
caga berbey kal- (ЖАГА БЕРБЕЙ КАЛ-) [pek hoşuna gitmemek] Beğenmek, hoşuna gitmek.
caka koldo, can uyada (ЖАКА КОЛДО, ЖАН УЯДА) [yaka elde, can yuvada] bk. can uyada, caka koldo.
cakadan al- (ЖАКАДАН АЛ-) [yakadan almak] Yakasına yapışmak, zorlamak, zorlayarak elde etmek: “Coo cakadan, börü etekten alıp turat.” -AU2. (Düşman yakaya, kurt eteğe yapışıp alır.)
cakası agar- (ЖАКАСЫ АГАР-) [yakası ağarmak] İki yakası bir araya gelmek: “Carı cakşı erkektin cakası agarat.” -ML. (Yâri iyi olan erkeğin iki yakası bir araya gelir.)
cakasın agart- (ЖАКАСЫН АГАРТ-) [yakasını ağartmak] Dostlara giyim hediye etmek: “Cakasın agartıp cañı kiyim kiygizip…” -CAT. (Elbise hediye ederek giydirip…)
cakasın karman- (ЖАКАСЫН КАРМАН-) [yakasını tutmak] 1. Hayret etmek, hayrete düşmek, şaşırmak: “ ‘Oy, toboo!’ dep cakasın karmanat Koñko baatır.” (Allah Allah diyerek, hayrete düştü Koñko bahadır.) 2. Dehşete düşmek, dehşete kapılmak: “Korkup ketti okşoyt, cakasın karmanıp, özün-özü toktotup turup kaldı.” -MB. (Korkudan dehşete düşmüşe benziyor, kendisini frenledi.)
cakasına carmaş- (ЖАКАСЫНА ЖАРМАШ-) [yakasına yapışmak] Yakasına yapışmak: “Açarçılık malsız alsızdardın cakasına carmaşıp, etegine ermeşip aldı.” -AU2. (Yoksulluk, malı mülkü olmayanların yakasına yapışıp eteğine asıldı.)
cakşı attuu bol- (ЖАКШЫ АТТУУ БОЛ-) [iyi adlı olmak] İyi görünmek, göze girmek için gayret etmek, dalkavukluk etmek: “Cakşı attuu boloyun dep, anı ayabay maktadı.” (Göze girmek onu överek göklere çıkardı.)
cakşı bol- (ЖАКШЫ БОЛ-) [iyi olmak] 1. İyileşmek, hastalıktan kurtulmak. 2. Dertten, sıkıntıdan kurtularak düze çıkmak: “Okuuma da cakşı boloorun, işime da cakşı bolup caşoo şartım oñolorun tüşünüp turam.” -BE. (Eğitimimin, işimin iyi olacağını, hayatımın düze çıkacağını hayal ediyorum.)
cakşı catıp, cay turuñuz (ЖАКШЫ ЖАТЫП, ЖАЙ ТУРУҢУЗ) [iyi yatıp iyi kalkınız] Allah rahatlık versin! İyi geceler!
cakşı çıkma (ЖАКШЫ ЧЫКМА) [iyi çıkma] Mükemmel, dört dörtlük: “ ‘Atanın uulu’ dep baa berişet cakşı çıkma cigitke.” -ZP. (“İnsan evladı!” diyerek övdüler, mükemmel olan delikanlıyı.)
cakşı kör- (ЖАКШЫ КӨР-) [iyi görmek] 1. Saygı duymak, değer vermek, yakın görmek: “Cuma, seni cakşı körörümdü bilesiñ.” -KK. (Cuma, seni kendime yakın gördüğümü biliyorsun.) 2. Sevmek, gönlünü kaptırmak: “Cakşı körgön coldoşuñ, camandık işke bardırbayt.” -KPA1. (Sevdiği dostunun kötü bir işe karışmasına engel olur.) 3. Hoşlanmak: “Bul sözdü kişige aytuudan körö komuz menen bayandoonu cakşı körçü elem.” -KK. (Bu sözü kişiye sözlü olarak söylemek yerine kopuzla anlatmaktan hoşlanırdım.)
calaa cap- (ЖАЛАА ЖАП-) [iftira kapamak] İftira atmak, kara çalmak: “Cok cerden calaa cabat.” -KA2. (Yok yere kara çalar.)
calaaga cıgıl- (ЖАЛААГА ЖЫГЫЛ-) [iftiraya kapılmak] Suçlu bulunmak, suçunu kabullenmek: “Calaaga cıgılıştuu bolup, kaçıp kelgemin.” -KK. (Suçlu bulununca kaçıp geldim.)
calakorduk kıl- (ЖАЛАКОРДУК КЫЛ-) [iftiracılık yapmak] İftira etmek.
calañ cüz (ЖАЛАҢ ЖҮЗ) [yalın yüz] Sözünde durmayan, yüzsüz, ikiyüzlü.
calañ ot, caydak töş (ЖАЛАҢ ОТ, ЖАЙДАК ТӨШ) [yalın ot, cavlak döş] bk. caydak töş.
calañ tonduu (ЖАЛАҢ ТОНДУУ) [yalın kürklü] bk. calan tonduu, calgız attuu.
calan tonduu, calgız attuu (ЖАЛАН ТОНДУУ, ЖАЛГЫЗ АТТУУ) [yalın kürklü yalnız atlı] Hiç kimsesi olmayan, yalnız: “Calañ tonduu, calgız attuu kembagaldardın üröyün uçurat” -KTS. (Hiç kimsesi olmayan yoksulların yüreğini ağzına getirir.)
calañ tonduu, caydak attuu (ЖАЛАҢ ТОНДУУ, ЖАЙДАК АТТУУ) [yalın kürklü, cavlak atlı] bk. calañ tonduu, calgız attuu.
calañ töş (ЖАЛАҢ ТӨШ) [yalın döş] bk. caydak töş.
calayak ooz (ЖАЛАЯК OOЗ) [bez ağız(lı)] Büyük ağız: “Calayak ooz, car kabak / aybatı katuu, cüzü zaar…” -ME1. (Ağzı büyük, alnı çıkık / Heybeti büyük, yüzü asık.)
caldırama tiy- (ЖАЛДЫРАМА ТИЙ-) [sersemlik dokunmak] Sersemleşmek, bir durum karşısında hareketsiz kalmak: “Cigit emne kıların bilbey, caldırama tiyip, tigilerdin artınan karayt.” -KA1. (Delikanlı bu tuhaf durum karşısında ne yapacağını bilemeyip onların arkasından bakıyor.)
calgan düynö (ЖАЛГАН ДҮЙНӨ) [yalan dünya] Yalan dünya, fâni dünya, ölümlü dünya, gelip geçici dünya: “Calgan düynödö, ölböy, öçpöy kim kalgan.” -CB1. (Yalan dünyada kim ölmeden kalabilmiş?)
calgan tüş (ЖАЛГАН ТҮШ) [yalan öğle] Kuşluk vakti: “Calgan tüştö üydü karay col tarttım.” -ME3. (Kuşluk vaktinde evin yolunu tuttum.)
calgız at, calañ tonduu (ЖАЛГЫЗ АТ, ЖАЛАҢ ТОНДУУ) [yalnız at, yalın kürklü] bk. calan tonduu, calgız attuu
calgız ayak col (ЖАЛГЫЗ АЯК ЖОЛ) [yalnız ayak yol] Patika, dar yol.
calgız başı eki bol- (ЖАЛГЫЗ БАШЫ ЭКИ БОЛ-) [yalnız başı iki olmak] bk. bir başı eki bol-.
calgız boy (ЖАЛГЫЗ БОЙ) [yalnız boy] 1. Bekâr: “Közgö körüngüdöy dele özgörüü cok, men baştagıday ele calgız boymun.” -ÇA1. (Gözle görünür hiçbir değişiklik yok, ben önceki gibi bekârım.) 2. Tek başına, yalnız başına: “Calgız boy, küyöösü soguşta cürgön ayaldardın da egini kar astına kaluuçu emes.” -AU2. (Eşi cephede olan, tek başına kalmış kadınların bile ekinleri kar altında kalmazdı.)
calkoo tamırı sok- (ЖАЛКОО ТАМЫРЫ СОК-) [tembel damarı çarpmak] Tembellik etmek, tembelliği tutmak: “Bügün işti baştabay ele koyoyunçu, calkoo tamırım sogup turat.” -AJ. (Bugün bu işe başlamayayım, tembelliğim üzerimde.)
cal-kuyrugu tögülgön (ЖАЛ-КУЙРУГУ ТӨГҮЛГӨН) [yele kuyruğu dökülen] Besili, iri, heybetli (at için kullanılır): “Cal kuyrugu tüyülgön argımaktar.” (Heybetli yağız atlar.)
calpak otur- (ЖАЛПАК ОТУР-) [yayvan oturmak] Alçak yere oturmak.
calpak til (ЖАЛПАК ТИЛ) [yassı dil] 1. Uygun bir dil, tatlı dil: “Calpak til menen tüşünüktüü kılıp aytkanda ustattan şakirt ötöt.” (Uygun bir dille söylenecek olursa “Boynuz, kulağı geçer.”) 2. Konuşma dili, günlük dil: “Munu calpak til menen tüşündürbösöñ, tüşünböyt.” (Bunu konuşma dili ile anlatmasan, anlamayacak.)
calpak tilge sal- (ЖАЛПАК ТИЛГЕ САЛ-) [yassı dile almak] Tatlı dille konuşmak.
calpı til tabış- (ЖАЛПЫ ТИЛ ТАБЫШ-) [ortak dil bulmak] Ortak nokta bulmak.
cam kıl- (ЖАМ КЫЛ-) [bütün yapmak] Rahatlatmak, ferahlatmak, sakinleştirmek: “Meni şaylap kan kılsañ / Köñülümdü cam kılsañ.” -K-O. (Beni seçip han yapsan / Gönlümü ferahlatsan.)
caman apaz başta- (ЖАМАН АПАЗ БАШТА-) [kötü apaz başlamak] Şom ağzını açmak: “Caman apaz baştabay cön oturçu.” -ÇJ. (Kötülüğe yormadan sus.)
caman aram (ЖАМАН АРАМ) [kötü haram] 1. Kötü, üçkâğıtçı. 2. Çocuklara nazar değmemesi için söylenen sevgi sözcüğü.
caman aytpay, cakşı cok (ЖАМАН АЙТПАЙ, ЖАКШЫ ЖОК) [kötü söylemeden iyi yok] Kötülüğün olduğu yerde iyilik de vardır.
caman coro baştaba- (ЖАМАН ЖОРО БАШТАБА-) [kötü coro başlamamak] Kötüye yormamak.
caman körgöndün börkü kazanbaktay (ЖАМАН КӨРГӨНДҮН БӨРКҮ КАЗАНБАКТАЙ) [sevmeyen (kişi)nin börkü (başlığı) kazanbak gibi (kazanbak, göçmenlik hayatta kazanın kırılmaması için çubuktan örülmüş kılıf)] Sevilmeyen insanın yüzü çirkin, görünümü çekimsiz.
caman köz (ЖАМАН КӨЗ) [kötü göz(lü)] 1. İçi dar, kıskanç. 2. Nazar.
caman közü menen kara- (ЖАМАН КӨЗҮ МЕНЕН КАРА-) [kötü gözüyle bakmak] Kötü gözle bakmak: “Caman közdördön, caman sözdördön sak-tay kör!” -CO. (Kötü gözlerden, kötü sözlerden koruyasın.)
caman közü menen tikte- (ЖАМАН КӨЗY МЕНЕН ТИКТЕ-) [kötü gözüyle uzun bakmak] bk. caman közü menen kara-.
caman ooz (ЖАМАН ООЗ) [kötü ağız] 1. Dedikoducu, ağzında bakla ıslanmayan: “Anday caman oozdordon sak boluu kerek.” -KTS. (Öyle dedikoduculara karşı uyanık olmak gerek.) 2. Ağzı bozuk.
caman sarı (ЖАМАН САРЫ) [kötü sarı] Yırtıcı bir kuş türü.
camanat bol- (ЖАМАНАТ БОЛ-) [kötü ad(lı) olmak] Adı kötüye çıkmak.
camanat kıl- (ЖАМАНАТ КЫЛ-) [kötü ad(lı) yapmak] Adını kötüye çıkarmak: “Bizdi kılba camanat.” -CM. (Bizim adımızı kötüye çıkarma.)
camanattı kıl- (ЖАМАНАТТЫ КЫЛ-) [kötü adlı yapmak] Adını kötüye çıkarmak.
camandıktı közüñ körbösün (ЖАМАНДЫКТЫ КӨЗҮҢ КӨРБӨСҮН) [kötülüğü gözün görmesin] bk. közüñ camandıktı körbösün.
cambaşı cerge tiybe- (ЖАМБАШЫ ЖЕРГЕ ТИЙБЕ-) [kalçası yere değmemek] Sırtı yere gelmemek: “Uşu küngö çeyin cambaşı cerge tiye elek.” -CAT. (Bugüne kadar sırtı yere gelmiş değildir.)
cambaşı cerge tiygençe (ЖАМБАШЫ ЖЕРГЕ ТИЙГЕНЧЕ) [kalçası yere değene dek] Ömrünün sonuna kadar: “Cambaşı cerge tiygençe, baldarım dep cürüp öttü.” -KTS. (Ömrünün sonuna kadar “evlatlarım” diyerek yaşadı.)
camga tüş- (ЖАМГА ТYШ-) [kaseye düşmek] Gözü kara olmak, kendini ateşe atmak: “Bala üçün kişi otko, camga tüşöt.” -KTS. (Evlat için insan kendini ateşe bile atar.)
camgır kagar (ЖАМГЫР КАГАР) [yağmur silken] Bir tür kalpak.
can açır (ЖАН АЧЫР) [can acıyıcı] Yürek sızısı, acısı: “Anın can açırı calgız cetim bala ele” (Onun yürek sızısı, yalnız yetim çocuktu.)
can açıt- (ЖАН АЧЫТ-) [can acıtmak] Acı vermek, yürek sızlatmak, canını acıtmak: “Can açıtkan çındıktı ayttı.” -KTS. (Acı veren gerçeği söyledi.)
can alaketke kel- (ЖАН АЛАКЕТКЕ КЕЛ-) [can harekete gelmek] bk. can alaketke tüş-.
can alaketke tüş- (ЖАН АЛАКЕТКЕ ТҮШ-) [can harekete girmek] 1. Tüm gücüyle gayret etmek: “Arı-beri dalbastap, suramcılap can alaketke tüşöm.” -ÇA (Oraya buraya koşturup araştırarak tüm gücümle gayret ediyorum.)
2. Tüm gücüyle işe girişmek: “Oşonduktan can alaketke tüşüp işteşüüdö.” -ÇA (O yüzden tüm güçleriyle çalışıyorlar.)
can algıç (ЖАН АЛГЫЧ) [can alıcı] 1. dnb. Azrail: “Can algıç artınan kuup kelatkanday…” -BM. (Ardından Azrail kovalar gibi…) 2. Vicdansız, acımasız, taş kalpli: “Biz mınday can algıçtarga kol saluu mınday tursun, tike karay albaybız.” -MA1. (Biz, böyle vicdansızlara karşı çıkmak şöyle dursun, bakmaktan bile korkardık.)
can arga (ЖАН АРГА) [can çare(si)] Can çabası.
can arga kıl- (ЖАН АРГА КЫЛ-) [can care(si) yapmak] Canını kurtarmak için çare aramak, gayret etmek: “Can arga kılıp toogo ördödü.” -KM1. (Canını kurtarmak için çabalayıp dağlara ağdı.)
can ayabay (ЖАН АЯБАЙ) [canını esirgemeden] Tüm gücüyle, ölümüne, canını esirgemeden: “Can ayabay küröşö baştadık.” -KTS. (Tüm gücümüzle mücadeleye başladık.)
can ayak (ЖАН АЯК) [can kâse(si)] 1. Sefer tası. 2. Kutucuk, enfiye kutusu.
can ayaşpas (ЖАН АЯШПАС) [can esirgemeyecek] bk. can kıyışpas.
can bagar (ЖАН БАГАР) [can bakıcı] bk. can baktı.
can bak- (ЖАН БАК-) [can(ına) bakmak] Gününü gün etmek.
can baktı (ЖАН БАКТЫ) [can(ına) baktı] Asalak, abacı, otlakçı.
can baktılık (ЖАН БАКТЫЛЫК) [can bakıcılık(ı)] Asalaklık: “Can baktılıkka aylanışına ukuktuk mıyzam çaraları col berbeyt.” -FEK. (Asalaklığa dönüşmesine kanunlar izin vermez.)
can ber- (ЖАН БЕР-) [can vermek] 1. Can vermek, can teslim etmek, ölmek, vefat etmek: “Can surasa, can bergendey…” -CO. (Canını istesen, canını verir gibi…) 2. Yemin etmek, ant içmek. 3. Ömür vermek, can vermek, yaşatmak: “Teñir ata can bersin.” -SB. (Tanrı ömür versin.)
can bıçaktın mizinde (ЖАН БЫЧАКТЫН МИЗИНДЕ) [can bıçağın ağzında] Ölümle burun buruna, çok tehlikeli durumda, kelle koltukta: “Can bıçaktın mizinde turup, kimge kim boor tartmak ele.” -KTS. (Ölümle burun buruna iken kim kime yardım edebilirdi ki?) “Can bıçaktın mizinde turup, kimge kim boor tartmak ele.” -KTS. (Kelle koltuktayken kim kime yardım edebilirdi ki?)
can birge (ЖАН БИРГЕ) [can birlikte] 1. En yakın, birbiriyle çok yakın, yediği içtiği ayrı gitmeyen: “Kızga can birge ceñesi koşo keyip, koşo sızdayt.” -TS1. (Kızın en yakını olan yengesi de kızla birlikte ağlar, üzülür.) 2. Yar, sevgili: “Keteli, can birgem…” -TK. (Gidelim sevgilim…)
can buradar (ЖАН БУРАДАР) [can birader (kardeş)] En yakın dost, akran.
can büdögö tüş- (ЖАН БҮДӨГӨ ТҮШ-) [can telaşa düşmek] bk. can alaketke tüş-.
can bütkön (ЖАН БҮТКӨН) [can biten] Canlıların tümü, canlılar dünyası.
can cabıla (ЖАН ЖАБЫЛА) [can kaplayarak] Tamamıyla, tamamen, baştan sona, büsbütün, komple: “Can cabıla Cakıptın mañdayına kelgeni.” -SO. (Bütünüyle toplanarak Cakıp’ın karşısına gelmesi.)
can candan- (ЖАН ЖАНДАН-) [can(ı) canlanmak] Aile kurmak, hayat geçirmek.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/anonimnyy-avtor/kirgizca-turkce-deyimler-sozlugu-69499660/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü Анонимный автор
Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü

Анонимный автор

Тип: электронная книга

Жанр: Другие словари

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Kırgızca Türkçe Deyimler Sözlüğü, электронная книга автора Анонимный автор на турецком языке, в жанре другие словари

  • Добавить отзыв