Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Aydın Şeyh Safvet (Yetkin) Efendi

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Aydın Şeyh Safvet (Yetkin) Efendi
Zekeriya Akman
Osmanlı’nın son dönemleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasındaki dönemde yaşamış, çok yönlü kişiliğiyle dikkatleri çekmiş, bulunduğu görevlerde ve mecliste söz hakkı olan Safvet Yetkin’in anlatıldığı bu kitapta, siyasetçi yönüyle ne kadar başarılı olduğunu görüyoruz. Halkın sıkıntılarını çok iyi görerek bunu mecliste çözüme kavuşturmaya çalışır ve kimsenin aklına gelmeyen sorunlardan bahsederek her kesimden insanın âdeta sesi olur. Üç bölüme ayrılan kitabın ilk bölümünde Zekeriya Akman, Safvet Yetkin’in hayatını ve deneyimlediği önemli olayları; ikinci bölümde, görev yaptığı önemli kurumları; üçüncü bölümde ise ilmî kişiliği hakkında bilgi vererek Yetkin hakkında geniş bir anlatı sunar bizlere. Safvet Yetkin hakkında geniş kapsamda yazılmış nadir kitaplardan biri olma özelliğiyle de dikkatleri çeker.

Zekeriya Akman
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Aydın Şeyh Safvet (Yetkin) Efendi

ÖN SÖZ
Osmanlı’nın son dönemindeki dinî kurumlarla ilgili çalışmalar yaptığımızda, buralarda görev yapmış olan Safvet Efendi’nin ilmî ve siyasi kişiliği dikkatimizi çekmiş ve kendisi ile ilgili bir çalışma yapma fikri bizde hasıl olmuştu. Uzun yıllar, Şeyh Safvet ile ilgili bilgi ve belgeleri arşivlerde tespit ederek toplayıp, çalışmamızın kaynaklarını oluşturduk. Nitekim 2009 yılında yayımlamış olduğumuz, “Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Bir Üst Kurum Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye” isimli kitabımızın bir bölümünde Safvet Yetkin’in, hayatıyla ilgili kısa bir şekilde bilgi vermiştik. Zira Safvet Yetkin’i uzun bir şekilde anlatmak, o gün için kitabımızın asıl konusu olmadığından, diğer bir çalışmada bunu yapmayı planladık. Bu tarihlerde kendisiyle ilgili belge ve kayıtları tutarak Safvet Yetkin hakkında daha detaylı bir çalışmayı, ileriki tarihlerde yapmayı planlamıştık.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde yaşamış ve çeşitli görevlerde bulunmuş olan Safvet Yetkin’in hayatı, görev yaptığı kurumlardaki faaliyetleri ve kendisinin ilmî kişiliği hakkında bilgiler vermeyi amaçladığımız bu çalışmamızda; Osmanlı Mebusan Meclisi, Meclis-i Meşâyih, Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye ve TBMM’de önemli faaliyetlerde bulunan bu şahsiyeti, bir tarihçi bakış açısıyla değerlendirip tanıtmaya çalıştık.
Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Safvet Yetkin’in hayatını bütün yönleriyle inceleyerek, yaşamındaki önemli olayları kronolojik olarak anlatmaya çalıştık. Doğumundan ölümüne kadarki süreçte, yaşamının dikkate değer noktalarını, çeşitli arşivlerden edindiğimiz bilgilerden yola çıkarak aktarmaya çalıştık.
İkinci bölümde ise, Safvet Yetkin’in görev yaptığı önemli kurumları kısaca tanıtarak, bu kurumlardaki çalışmalarını ayrıntılı bir şekilde ele almaya gayret ettik. Çalıştığı kurumlarda yapmış olduğu görevleri detaylı bir şekilde ele alarak okuyuculara aktarmaya çalıştık.
Üçüncü bölümde ise, Yetkin’in ilmî kişiliği hakkında bilgi vermeyi amaçladık. Kendisinin telif ve tercüme ettiği kitaplar hakkında bilgilerin yer aldığı bu bölümde, Yetkin’in yazdığı makaleler, başyazarlığını yaptığı Tasavvuf dergisi ve İzmirli İsmail Hakkı’yla giriştiği tartışmayı belgeler ışığında aktarmaya çalıştık.
Safvet Yetkin, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminin önemli isimlerinden biridir. Özellikle dinî hususlardaki görüşlerinde meydana gelen değişimler, kendi döneminde yaşanan değişimlerin âdeta bir yansıması niteliğindedir. Kanaatimizce, bu şahsiyeti anlamak, ülkenin o dönemdeki ahvalini kavrayabilmek için oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu yüzden, Safvet Yetkin hakkında sadece biyografik bir çalışma yapmanın, kendisinin önemini tam olarak anlatabilmeye yeterli olmayacağını düşündük. Literatürde de Yetkin ile ilgili detaylı arşiv çalışmaları yaparak, onu her yönüyle anlatan bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşündüğümüz için, yaptığımız bu çalışmanın; dönemin siyasi, fikrî ve ilmî yapısının anlaşılması hususunda katkı sunacağı kanaatindeyiz.
Son olarak, bu çalışma nedeniyle yeterli zaman ayıramadığım çocuklarım ve her zaman desteğini gördüğüm değerli eşime müteşekkirim. Bütün çabalara rağmen çalışmamızda görülebilecek kusur ve hataların şahsımızdan kaynaklandığını itirafla beraber, affedilmesini temenni ederiz.

    Ankara 2019

KISALTMALAR
BOA Başbakanlık Osmanlı Arşivleri
DUİT Dosya Usulü İradeler Tasnifi
İA İslam Ansiklopedisi
TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi
TCTA Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi
TDV Türkiye Diyanet Vakfı
a.g.e.
Adı Geçen Eser
a.g.m.
Adı Geçen Makale
a.g.md.
Adı Geçen Madde
a.g.tz.
Adı Geçen Tez
Bkz. Bakınız
c. Cilt
Der. Derleyen
Ed. Editör
h. Hicri
Haz. Hazırlayan
s. Sahife
S. Sayı
Trc. Tercüme

GİRİŞ

Kaynaklar ve Araştırmaların Değerlendirilmesi

Faydalanılan Kaynaklar
Çalışmamızda öncelikle Safvet Yetkin’le ilgili arşiv kaynaklarından faydalandık. Bu çerçevede; Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Meşihat Arşivi’nin sicil-i ahvâl dairesindeki Safvet Yetkin dosyası, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Arşivi, T.C. Emekli Sandığı Arşivi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Arşivleri, çalışmamız için temel kaynaklar olmuşlardır.
Bu çalışmamızda ayrıca, Safvet Yetkin’in görev yaptığı, Osmanlı Mebusan Meclisi, Meclis-i Meşâyih, Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye ve TBMM gibi kurumların arşiv kayıtları ve kendisinin buralarda yapmış olduğu faaliyetler, kitabımızın bir diğer önemli kaynağını teşkil etmiştir.
Çalışmamızda ayrıca kullandığımız diğer bir kısım temel veriler; Safvet Yetkin’in faaliyetlerini içeren Osmanlı Mebusan Meclisi ve TBMM Zabıt Cerideleri araştırılarak edinilmiştir. Konumuzla ilgili olan verileri edinebilmek için I., II. ve III. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisi ve II. Dönem TBMM’de yer alan yüzlerce zabıt ceridesi incelenmiş ve Yetkin’in; konuşma, takrir verme, kanun teklifi verme, itiraz etme, kanun tekliflerine kabul veya ret oyu verme gibi faaliyetlerinin yer aldığı yüzlerce zabıt ceridesinden faydalanılmıştır.
Bunların yanı sıra, Safvet Yetkin ile ilgili günümüze kadar tespit edebildiğimiz çalışmalar da araştırılarak değerlendirilmiş ve ihtiyaç hissedilen yönleriyle kitabımızda, bunlardan kaynak olarak faydalanılmıştır.
Bu doğrultuda, kitabımızda Safvet Yetkin’in yaşamış olduğu dönemde ülkedeki genel siyasi ve sosyal duruma dair bilgi veren ve görev yaptığı kurumları tanıtan çalışmalardan da faydalandık. Kendisinin buralardaki faaliyetleri ile ilgili konularda ise yaptığımız araştırmaların sonucunda, güvenilir olduğunu düşündüğümüz kaynaklardan; Yetkin’in doğrudan kendisi ile ilgili olan ve hakkında yapılan çalışmalardan da ayrıca faydalandık.

Safvet Yetkin Hakkında Yapılan Çalışmaların Değerlendirilmesi
Safvet Yetkin, Osmanlı Devleti’nin son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde önemli görevler üstlenmiş ve dikkat çeken çalışmalar yapmış bir şahsiyet olmasına rağmen, kendisi ile alakalı çok sayıda çalışma yapılmamıştır. Direkt olarak Safvet Yetkin’i konu alan tek eser; Ulaş Salih Özdemir’in Şeyh Safvet Efendi [1 - Ulaş Salih Özdemir, Şeyh Safvet Efendi, İstanbul, 2014.] isimli çalışmasıdır. Bu eser haricinde Yetkin’i doğrudan inceleyen başka bir çalışma tespit edemedik. Ancak, yapılmış olan birtakım çalışmaların bazı bölümlerinde Safvet Yetkin ile alakalı bilgilere rastlamak mümkündür. Bu çalışmaların tamamı kıymetli bilimsel çabalar olmasına rağmen, bunları Safvet Yetkin’in hayatını bütünüyle araştırarak, kendisinin her yönüyle ilgili detaylı bilgiler ihtiva eden kaynaklar olarak değerlendirmek mümkün değildir. Ancak yine de Yetkin ile alakalı olarak önceden yapılmış çalışmalar bizim için önem ifade etmektedir.
Konu ile alakalı olarak yapılmış bazı çalışmalar şunlardır:
Safvet Yetkin ile ilgili bilgilerin yer aldığı bazı tezler hazırlanmıştır. Konu ile doğrudan bağlantılı olan bir çalışma yine Ulaş Salih Özdemir’in yüksek lisans tezidir.[2 - Ulaş Salih Özdemir, Bir Siyasi Kişilik Olarak Urfa Mebusu Mustafa Kemaleddin Yetkin (Şeyh Safvet Efendi), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırşehir, 2013.] Bu tezde Safvet Yetkin ile alakalı genel bilgiler verilmiş ve Yetkin’in meclis konuşmaları esas alınarak daha çok siyasi faaliyetleri üzerinde durulmuştur.
Safvet Yetkin ile alakalı bilgilerin yer aldığı diğer çalışmalar ise daha çok Tasavvuf dergisini konu edinen araştırmalar olmuştur. Bu çalışmalara örnek gösterilebilecek bir araştırma ise Hatice Kunt’un Tasavvuf dergisi (Yazarları, Konuları ve Metin Tahlili) isimli yüksek lisans tezidir.[3 - Hatice Kunt, Tasavvuf Dergisi (Yazarları, Konuları ve Metin Tahlili), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2006.] Söz konusu tezde Kunt, Safvet Yetkin’in başyazarlığını yaptığı Tasavvuf dergisini tanıtmış, derginin ilk beş sayısını tercüme etmiş ve Safvet Yetkin başta olmak üzere, derginin yazarları ile ilgili bilgiler vermiştir. Söz konusu tez, Yetkin’in ilmî yönüyle ilgili bilgiler içermesi sebebiyle önemli bir çalışmadır.
Tasavvuf dergisini konu alan bir diğer çalışma ise Zekiye Berrin Hacıismailoğlu’nun yüksek lisans tezidir.[4 - Zekiye Berrin Hacıismailoğlu, Şeyh Safvet’in Tasavvuf Dergisi’ndeki Yazılarında Tasavvufi Kavramlara Bakışı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çorum, 2012.] Bu çalışmada, Safvet Yetkin’in tasavvufi kavramlara bakış açısı ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Otuz altı başlık altında, kırktan fazla tasavvufi terimin incelendiği çalışmada, Yetkin’in Tasavvuf dergisindeki yazılarından yola çıkılarak bu terimlere nasıl baktığı hususunda bilgiler verilmiştir.
Tasavvuf dergisi ile ilgili olarak hazırlanan tezlerin yanı sıra Müteferrika dergisinde yayımlanan Mustafa Birol Ülker ve Ömer Faruk Bahadır’ın Şeyh Mustafa Safvet (Yetkin) ve Tasavvuf dergisi[5 - Mustafa Birol Ülker ve Ömer Faruk Bahadır, Şeyh Mustafa Safvet (Yetkin) ve Tasavvuf Dergisi, Müteferrika Dergisi, S. 26, İstanbul, 2003, s. 145-157.] isimli bir makale mevcuttur. Bu makalede Yetkin ile alakalı kısa bilgiler verilmiş ve Tasavvuf dergisinde yer alan makalelerin isimleri, yazarları ve hangi sayının hangi sayfasında yayımlandığı yer almaktadır.
Bunların yanı sıra, Safvet Yetkin’in memleketi olan Şanlıurfa ile ilgili yapılmış olan bazı yerel çalışmalarda konu ile alakalı birtakım açıklamalara ve bilgilere yer verilmiştir. Fakat bu çalışmalar, arşivlere inilerek yapılan detaylı incelemeler olmadığı için konumuza kaynaklık teşkil etmemiştir.

Safvet Yetkin’in Yaşadığı Dönemdeki Siyasi ve Sosyal Durum
Safvet Yetkin; yaşadığı dönem itibarıyla, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına ve yeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna şahitlik etmiştir. Yetkin ayrıca hem Osmanlı Devleti’nin hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarında ve meclislerinde üst düzey görevler yapmış ve yaptığı çalışmalarla adından söz ettirmeyi başarmıştır. Bu yüzden Safvet Yetkin’in yaşadığı dönemin genel koşullarının kısa bir özetini verirken, Osmanlı Devleti’ni yıkılış sürecine götüren olaylar, devletin yıkılmasını engellemek için yapılan çalışmalar, devletin yıkılışı ve yeni Türk devletinin kuruluş döneminde yaşananlar gibi majör gelişmelerden de bahsetmenin uygun olacağı kanaatindeyiz.
1866 doğumlu olan Safvet Yetkin’in çocukluğu ve gençliği Osmanlı Devleti’nin çok büyük siyasi ve ekonomik sıkıntılar çektiği bir döneme rastlamaktadır. Osmanlı-Rus Harbi’nde Ruslar Yeşilköy’e kadar ilerlemiş ve savaş ağır bir şekilde kaybedilmiştir. Savaşın ardından 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayestefanos Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarda fethettiği ve yüzlerce yıldır kendisine yurt edindiği topraklar elden çıkmıştır. II. Abdülhamit Dönemi’nde (1876-1909) Osmanlı Devleti; Balkanların yanı sıra Ege’de, Doğu Anadolu’da, Arapların yoğunlukla yaşadığı vilayetlerde ve Kuzey Afrika’da önemli toprak kayıpları yaşamıştır. Savaş ve işgaller karşısında pek fazla bir şey yapamayan II. Abdülhamit, halkı bir arada tutmak ve o dönemde yaygınlaşan milliyetçilik akımını engellemek için çaba göstermiştir. I. Meşrutiyet (1876) sonrası kurulmuş olan Osmanlı Mebusan Meclisi, Osmanlı-Rus Harbi gerekçe gösterilerek II. Abdülhamit tarafından kapatılmıştır. Padişahın bu dönemdeki ülke yönetim anlayışı bazı çevreler tarafından “İstibdat Dönemi” olarak adlandırılmıştır. II. Abdülhamit’in bu hareketinin ardından, meşruti yönetim taraftarları ise II. Abdülhamit’e muhalefet etmişlerdir.[6 - M. Şükrü Hanioğlu, Meşrutiyet, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2004, s. 391; Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Trc. Ezel Kural, c. II, İstanbul, 1983, s. 234–235; Kemal Beydilli, Osmanlı Siyasi Tarihi (Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, c. I, İstanbul, 1994, s. 110–117.] Padişahın sıkı politikalarına rağmen, savaş ve toprak kayıplarının sürmesi ise siyasi ve fikrî çevrelerin yeni arayışlar içerisine girmesini hızlandırmıştır.
Bu dönemde öne çıkan fikrî akımların en önemlisi “Genç Türk” hareketidir. Nitekim bu hareketin en önde gelen ekolü İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908’de II. Abdülhamit’i parlamentoyu açmaya zorlamış ve daha sonra da kendisinin tahttan çekilmesine neden olmuştur.[7 - Stanford Shaw, A.g.e., c. II, s. 310.] II. Abdülhamit Dönemi’nde Osmanlı Devleti’nde öne çıkan diğer akımlar ise İslamcılık ve Türkçülüktür. Fakat bu dönemde, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çalışmaları daha etkili olmuş, cemiyetin anayasal ve meşruti rejime geçilmesi yönündeki mücadeleleri sonuç vermiştir. Padişah ise yapılan bu baskıların neticesinde 23 Mayıs 1908 tarihinde anayasal rejime geçmek ve meşrutiyeti yeniden ilan etmek zorunda kalmıştır.[8 - Kemal Beydilli, A.g.m., c. I, İstanbul, 1994, s. 118–119.] Osmanlı Mebusan Meclisi için yapılan milletvekilliği seçimlerini İttihat ve Terakki Partisi kazanmıştır.
Safvet Yetkin’in de üyesi olduğu ve güçlü bir şekilde desteklediği İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908–1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin yönetimine etki eden en önemli siyasi hareket olmuştur. 1889 yılında, birkaç askerî öğrencinin zihninde şekillenen ve ilk başlarda gizlilik içerisinde faaliyetini sürdürmüş olan bu hareket, 19. yüzyılın ikinci yarısında, yoğunlaşan muhalefet teşkilatlarının en güçlüsü olmuştur. II. Meşrutiyet’in ilanında büyük etkisi olan bu teşkilat, daha sonra cemiyet ve fırka olarak ikili bir yapı içerisinde, ülkenin karar verici gücü olmuştur. Bu cemiyetin 1908’de başlayan iktidardaki gücü, 1918 yılında I. Dünya Savaşı’nın bitişine kadar sürmüştür. Cemiyetin ileri sürdüğü fikirler, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde de etkili olmuştur.[9 - Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Trc. Metin Kıratlı, Ankara, 1970, s. 210–219; Bayram Kodaman, 1876–1920 Arası Osmanlı Siyasi Tarihi, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ed. Hakkı Dursun Yıldız, c. XII, İstanbul, 1989, s. 70–71]
Meşrutiyet’in ilanı ilk başta Müslüman ve gayrimüslim ahali arasında büyük memnuniyet ile karşılanmıştır. Fakat bu dönem uzun sürmemiş, ülkenin genel durumunda yaşanan olumsuzluklara bağlı olarak, huzursuzluklar artarak devam etmiştir. Bu devirde, İstanbul’da “Şeriat isteriz!” sloganıyla ortaya çıkan ve tarihe “31 Mart Vakası” olarak geçen ayaklanma ise Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu tarafından bastırılmıştır.[10 - Mim Kemal Öke, Son Dönem Osmanlı İmparatorluğu, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ed. Hakkı Dursun Yıldız c. XII, İstanbul, 1989, s. 251–253.]
Daha sonra Mebusan ve Âyan Meclisi üyeleri, “Meclis-i Umumî-i Millî” adıyla toplanarak, 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine karar vermişlerdir. Kararın kendisine bildirilmesinin ardından Sultan, Selanik’e sürgüne gönderilmiştir. Yaşanan gelişmelerin ardından Mehmet Reşat, yeni padişah olarak 27 Nisan 1909 tarihinde tahta çıkmıştır.[11 - Stanford Shaw, A.g.e., c. II, s. 339–340; Kemal Beydilli, A.g.m., s. 120–121.] Ancak, padişahın değişmesi ve II. Meşrutiyet’in ilanı, iç ve dış huzurun sağlanması için yeterli olamamış, Osmanlı Devleti toprak kaybetmeye ve giderek fakirleşmeye devam etmiştir.
Özellikle Balkanlarda huzursuzluklar sürmüş, Bulgaristan 5 Ekim 1908 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. 6 Ekim 1908 tarihinde Yunanistan, Girit’i ilhak etmiş, Avusturya-Macaristan ise Bosna-Hersek’i 5 Ekim 1908 tarihinde topraklarına katmıştır. 1910 yılında Arnavutluk’ta ayaklanmalar yaşanmış ve 1912’de I. Balkan Harbi başlamıştır. Bu savaş neticesinde Osmanlı Devleti, Balkanlardaki topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir. Daha sonra yapılan II. Balkan Harbi neticesinde, bunların bir kısmı geri alınabilmiştir. Bu dönemde savaşlar sadece Balkanlar ile sınırlı kalmamış, İtalya, Kuzey Afrika’daki son Osmanlı toprakları olan Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal etmiştir.[12 - Bayram Kodaman, A.g.m., s. 65; Stanford Shaw, A.g.e., s. 348–354.]
Tüm bu dış gelişmelerin yanı sıra içeride de ekonomik ve siyasi durum oldukça kötüye gitmiştir. Ülkenin çeşitli bölgelerinde, ekonomik ve siyasi sebepli birçok ayaklanma baş göstermiş ve devleti oluşturan çeşitli ırklar arasındaki ilişkiler de gittikçe kötüleşmiştir. Ermeniler, Doğu Anadolu’da yeni bir terörizm dalgası başlatmıştır.[13 - Stanford Shaw, A.g.e., s. 346.] Osmanlı Devleti, içerde ve dışarıda çok sayıda sorun ile mücadele ederken, I. Dünya Savaşı patlak vermiş ve dönemin yöneticileri, kaybedilen toprakları geri almak düşüncesiyle savaşı kazanacağını tahmin ettikleri Almanya’nın safında yer almışlardır.
29 Ekim 1914 tarihinde, daha önce Osmanlı Devleti’ne sığınmış olan, Yavuz ve Midilli ismi verilmiş iki Alman gemisi, Enver Paşa ve Cemal Paşa’nın emri ile Karadeniz’de Rusya’ya saldırmıştır. Çoğu kabine üyesinin haberdar olmadığı bu olay, devletin I. Dünya Harbi’ne katılmasına sebep olmuştur.[14 - Stanford Shaw, A.g.e., s. 375; Mim Kemal Öke, A.g.m., s. 273.] Bu olay üzerine Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eden müttefiklere karşı, 14 Kasım 1914 tarihinde “Cihad-ı Ekber” ilan edilmiştir.[15 - Kemal Beydilli, A.g.m., s. 127.] I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı orduları Rusya, Irak, Filistin, Suriye, Arabistan, Çanakkale ve Galiçya gibi cephelerde savaşmak zorunda kalmıştır. Osmanlı orduları bu savaşta, Çanakkale gibi bazı cephelerde kahramanca mücadele etmiştir. Savaş, Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlanmış, Osmanlı Devleti de topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir. 3 Temmuz 1918 tarihinde Sultan Reşat’ın ölümü üzerine son padişah olacak olan, VI. Mehmet Vahdettin (1918–1922) tahta çıkmıştır. Savaş sonucunda, Sadrazam Talat Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakki yönetimi istifa etmiş, yerine I. Dünya Savaşı’na girmeye taraftar olmayan, Ahmet İzzet Paşa, hükûmeti kurmuştur. Osmanlı Devleti, galip devletler ile 30 Ekim 1918 tarihinde çok ağır şartlar içeren Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşma âdeta Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlamış, Anadolu’nun birçok bölgesi, Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.[16 - Kemal Beydilli, A.g.m., s. 127–131; Mim Kemal Öke, A.g.m., s. 278–281.]
Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde öne çıkmış olan bazı siyasi ve fikrî akımları şu şekilde sıralamak mümkündür:
Parlamentarizm: Bu fikri savunan müstakil bir hareket her ne kadar yok ise de bazı kesimler tarafından Tanzimat Dönemi’nden itibaren ülkenin korunması ve birlik beraberliğinin sağlanmasının, anayasal ve meşruti rejim ile mümkün olacağı savunulmuştur. Türk aydınının hürriyet, eşitlik, adalet ve ilerleme taleplerini karşılayacak içeriğe sahip olan bu fikir; Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi kuşağından başlayarak Jön Türkler ve İttihat ve Terakki ile devam etmiştir. Bu anlayışa göre, Osmanlı Devleti’nin mutlakiyetçi yönetim tarzı, ilerlemeye engel teşkil etmektedir. Çağdaş bir demokrasiyi öngörmeyen parlamentarizm düşüncesi, mevcut bunalımın aşılması için, Meşrutiyet’i bir çıkış yolu olarak görmekteydi. Nitekim bu düşünce Osmanlı idaresinde etkili olmuş, 1876’da I. Meşrutiyet’in ilanı ve Kanun-i Esasi’nin kabulü, daha sonra da II. Meşrutiyet’in ilanı ile etkisini göstermiştir.[17 - Bayram Kodaman, A.g.m., s. 55–57.]
Osmanlıcılık: “Özellikle Fransız İhtilali’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarının en önceliklisi hâline gelen çeşitli unsurların bağımsızlık hareketlerini ve imparatorluktan kopma çabalarını, her türlü etnik milliyetin üzerinde Osmanlılık kavramı yaratarak önlemeye çalışan siyasal düşünce hareketine Osmanlıcılık denilmiştir.”[18 - Şükrü Hanioğlu, Osmanlıcılık, TCTA, c. V, İstanbul, 1985, s. 1389.] Bu fikir, devleti oluşturan bütün kavimler ve milletlerin, din, milliyet, ırk ve mezhep farkı gözetilmeden adalet, hürriyet ve eşitlik havası içerisinde bir arada tutulmalarını öngörmektedir. Bu düşünce, Tanzimat Dönemi’nden itibaren bütün fertleri, Osmanlı şemsiyesi altında toplayarak, siyasi manada yeni bir millet oluşturma çabasının adı olmuştur.
Bu fikir, temelde Osmanlı hanedanı, Osmanlı vatanı ve müşterek menfaat esaslarına dayanmakta idi. Osmanlı Devleti’nde, özellikle Türklerin yoğun olmadığı bölgelerde, Osmanlıcılık fikri üzerinde durulmuş ve böylece farklı milletlerin bir arada yaşamasına gayret gösterilmiştir. Fakat 1877–1878 Osmanlı-Rus Harbi, Osmanlıcılık fikrine büyük darbe vurmuştur. Savaş esnasında, Balkanlarda ve Doğu Anadolu’daki, gayrimüslim halkın Müslümanlara karşı isyanı, bu düşünceyi savunanları hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu tecrübelere rağmen, Osmanlıcılık fikri tamamıyla etkisini kaybetmemiş, Balkan Savaşları’ndan sonra Türkçüler, İslamcılar ve gayrimüslimler bu kavrama farklı manalar yükleyerek savunmuşlardır. Osmanlıcılık kavramı, I. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar, Osmanlı aydınlarının birleştikleri ortak bir ideal olmuştur. Bu düşünce, siyasi bir hareket veya program olarak başarıya ulaşamamış, Tanzimat Dönemi’nde cazip bir fikir hareketi iken, II. Abdülhamit Dönemi’nde yaşanan acı olaylar sonrasında yerini İslamcılık ve Türkçülük akımlarına bırakmıştır.[19 - Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, İstanbul, 1983, s. 191–193; Bayram Kodaman, A.g.m., s. 58–59.] 1913’ten sonra zayıflayan Osmanlıcılık fikri, I. Dünya Savaşı döneminde tamamen sona ermiştir.[20 - Şükrü Hanioğlu, A.g.md., s. 1393.]
İslamcılık: İslamcılık fikri, XIX. yüzyılın ortalarında Hindistan’da şekillenmiş ve daha sonra Osmanlı Devleti’nin dâhiline sirayet etmiştir.[21 - Şerif Mardin, İslâmcılık, TCTA, c. V, İstanbul, 1985, s. 1400.] XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan İslamcılık fikri, dinî bir akım olmaktan ziyade, siyasi bir nitelik taşımakta idi. İslamcılık fikri, özellikle II. Abdülhamit Dönemi’nde, bir politika hâline getirilmiş, Müslümanların İslam’a sarılmalarını, birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerini öne çıkardığı için, Pan-İslamizm olarak adlandırılmıştır. II. Abdülhamit Dönemi’nde, Osmanlıcılık ve Türkçülükten daha ziyade, birlik ve beraberliğin İslamcılık fikri ile sağlanacağına inanılmış ve hilafet kurumu ön plana çıkarılmıştır. Osmanlı aydınları arasında zaten var olan, işlerin düzelmesinin İslami değerlere daha sıkı sarılmak ile sağlanabileceği görüşü, II. Abdülhamit Dönemi’nde İslamcılık fikrine dönüşmüştür. Bu fikrin ön plana çıkmasında Cemaladdin Efganî ve Muhammed Abduh’un önemli etkileri olmuştur. 1870 yılında İstanbul’a gelerek II. Abdülhamit ile görüşen Efganî’nin, İslamcılık cereyanının ön plana çıkmasında büyük katkısı ve etkisi olduğu düşünülmektedir.
İslamcılık cereyanının yayın organı olarak kabul edilen Sırat-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd mecmualarının etrafında toplanan aydınlar, bu fikrin ön plana çıkmasına katkıda bulunmuşlardır. Bu politika, sadece fikrî aşamada kalmamış, özellikle II. Abdülhamit Dönemi’nde, Arap unsurlarına ilgi gösterilmesine, bunların sarayda ve bürokraside görevlendirilmelerine, tarikat şeyhleri ile sıcak münasebetler kurulmasına neden olmuştur.[22 - Gotthard Jaschke, Yeni Türkiye’de İslâmlık, Trc. Hayrullah Örs, Ankara, 1972, s. 12; Ercüment Kuran, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, Ankara, 1994, s. 103-105; Bayram Kodaman, A.g.m., s. 60–61.] İslamcılık, İttihâd-ı İslâm adı altında 1870’den itibaren Osmanlı Devleti’nin hâkim siyasi düşüncesi olmakla beraber, bir fikir hareketi olarak ortaya çıkışı yaklaşık 40 sene sonra II. Meşrutiyet sonrasında, Sırat-ı Müstakim’in 14 Ağustos 1908 tarihinde yayın dünyasına girişi ile başlatılmaktadır.[23 - İsmail Kara, Tanzimattan Cumhuriyete İslâmcılık Tartışmaları, TCTA, c. V, İstanbul, 1985, s. 1409.]
II. Abdülhamit Dönemi’nde büyük etkisi görülen bu fikir doğrultusunda, İslam topluluklarıyla diplomatik temaslar kurulmuş, Hicaz Demir Yolu Projesi[24 - Bu konuda geniş bilgi için Bkz. Ufuk Gülsoy, Hicaz Demiryolu, İstanbul, 1994.] faaliyete geçirilmiştir.[25 - Bayram Kodaman, A.g.m., s. 61–62.] Bu dönemde, İslamcılık fikrini savunan bazı partiler kurulmuştur. Bunlar; İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti, Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye ve bütünüyle İslamcı bir kimliğe sahip olmayan, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’dır.[26 - İsmail Kara, İslâmcıların Siyasi Görüşleri, İstanbul, 1994, s. 218-221; Stanford Shaw, A.g.e., c. II, s. 365–366.] II. Abdülhamit, hilafet kurumuna yeni bir görünüm vermek ve bütün Müslümanların lideri olarak sahip olduğu imajı güçlendirmek için, tarikat şeyhleri ile diyaloğa geçmiştir.[27 - Şerif Mardin, Bediuzzaman Said Nursi Olayı, Trc. Metin Çulhaoğlu, İstanbul, 1992, s. 200–201] İslami değerlerin korunmasını savunan Mehmet Akif, Süleyman Nazif ve Babanzade Naim gibi isimler, İslamcıların önde gelen yazarları olmuştur.[28 - Ercüment Kuran, A.g.e., s. 95.]
Türkçülük: “Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında gelişen Türk milliyetçiliği konusundaki düşünce akımına Türkçülük denilmektedir.”[29 - Şükrü Hanioğlu, A.g.md., s. 1394.] Osmanlı Devleti içinde yaşayan etnik gruplar, dinî cemiyetleri esas alan bir yapı şeklinde değerlendirmeye tabi tutuluyordu. Bu yapıya göre, milletler ırka göre değil inançlarına göre değerlendiriliyordu. Buna göre, bir Yunan milleti değil de Ortodoks milleti vardı. Fakat 1789 Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımı, Avrupa ve Balkanlardaki toplumları etkilemiş ve Hristiyan toplumda milliyetçilik hareketleri yaygınlaşmıştır. Bu hareket bir süre sonra, Osmanlı toplumunu oluşturan bütün ırklar arasında hızla gelişmiştir. Yaygınlaşan milliyetçilik akımı, ilk başlarda Türk toplumu arasında görülmemiştir. Fakat özellikle gayrimüslim halkın ayrılıkçı davranışları ve savaş dönemindeki ihanetleri, milliyetçiliği, Türkler arasında da kabul edilir bir hareket hâline getirmiştir.[30 - Şükrü Hanioğlu, A.g.md., s. 1394-1395; Bayram Kodaman, A.g.m., s. 62–63.]
Türkçülük fikri, ilk önceleri Osmanlı toprakları dışında yaşayan Türkler arasında gelişmiştir. Özellikle Rusya, Azerbaycan, Kırım ve Orta Asya’da yaşayan Türkler arasında yaygınlaşan milliyetçilik, zamanla devletin dâhilindeki halka da yansımıştır. İlk başlarda Türk tarihine ve Türk diline eğilme isteği, daha sonra devlette Türk unsuruna ağırlık verme şekline dönüşmüştür.[31 - Şükrü Hanioğlu, A.g.md., s. 1395.] 1908’de, II. Abdülhamit’i Meşrutiyet’in yeniden ilanına zorlayan, İttihat ve Terakki Cemiyeti mensubu çoğu subay, başlangıçta Osmanlıcılık siyaseti gütmüşler, Balkan Savaşları’nda gayrimüslimlerin ihanetini görünce, Türkçü olmuşlardır. “Türkleşmek, Muasırlaşmak ve İslamlaşmak” ilkeleri etrafında Türkçülüğü sistemleştiren Ziya Gökalp’in görüşleri, 1912 sonrası iktidar devresinde, devletin kültür siyasetine temel teşkil etmiştir.[32 - Ercüment Kuran, A.g.e., s. 94–95.] I. Dünya Savaşı yıllarında, Türkçülük akımı tamamen siyasi bir çehre kazanmış, Almanlar tarafından da Orta Doğu politikalarına uygun bulunarak desteklenmiştir. I. Dünya Savaşı’nın son yıllarında, ittihatçılar tarafından âdeta bir devlet politikası hâline getirilen Türkçülük fikri, Osmanlı Devleti’nin son döneminde ve hatta yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de büyük etkiler yaratan bir fikir olmuştur.[33 - Bayram Kodaman, A.g.m., s. 64.]
Batıcılık: Batılılaşma fikri Tanzimat Dönemi’nden itibaren doğmaya başlamış, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında ortaya çıkan yenileşme çabalarıyla ilgi uyandırmış olan bir harekettir. Osmanlı Devleti’nin, Avrupa devletleriyle temasa geçmesi, bu ülkelerde elçiliklerin açılması sonucunda,[34 - Bu konuda Bkz. Ercümend Kuran, Avrupa’da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri, Ankara, 1988.] bazı seçkin kişiler Batı’daki ilerlemeleri, teknoloji alanındaki gelişmeleri görmüş ve bunların alınması isteğini ön plana çıkartmışlardır. Batı’nın üstünlüklerini tartışılmaz bulan bu kesim, yeniliklerin alınmaması hâlinde, çağın gerisinde kalınacağını ve geleneksel değerlerin ülkeyi kurtaramayacağını savunmuşlardır. Batı’nın her yönüyle örnek alınmasını savunan ve “Garpçılar” diye adlandırılan bu kesim, Osmanlı idarecilerinin savunduğu teknoloji ithalini yeterli bulmayıp, düşünce sistemi dâhil birçok konuda Avrupa’nın örnek alınmasını istemişlerdir. Osmanlı Devleti’nde de etkili olan bu değişim süreci, sadece teknoloji alanında olmayıp edebiyat, mimari, sosyal ve siyasi alanlarda Avrupa değerlerinin rağbet görmesine yol açmıştır. Batıcılık düşüncesinde olanlara göre, geleneksel değerler, geri kalmışlığın yegâne nedeni olarak görülmüş, çağı yakalamanın ve ilerlemenin bunlardan kurtulmak ile mümkün olacağı savunulmuştur. Modernleşme taraftarlarının bu görüşleri, toplumun hassas dengesini bozduğu gerekçesiyle, bazı kesimler tarafından tepki ile karşılanmıştır. İlk başlarda modernleşme taraftarlarının, eskinin yanında yeniyi kurma ve bu şekilde ilerleme düşünceleri, daha sonraları dinî ve geleneksel değerlerin terk edilip bunun yerine Avrupai değerlerin ikame edilmesi şekline dönüşmüştür. Bu durum, özellikle Meşihat Kurumu gibi dinî çevrelerin tepkisine yol açmıştır. İkinci Meşrutiyet döneminde yaygınlaşan Batıcılık akımının öncüleri, Dr. Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Kılıçzade Hakkı, basın yolu ile görüşlerine taraftar bulmaya çalışmışlardır. İlk başlarda çıkartılan Mehtap ve Şehtap dergileri ile çalışmalar yapan Garpçılar, daha sonra çıkarttıkları İctihâd dergisi ile yayın faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Batıcıların bu çalışmaları, idari makamlarca takibe uğramış, dergileri kapatılmış ve yayınlarına ara vermek zorunda kaldıkları dönemler olmuştur.[35 - Şükrü Hanioğlu, Batıcılık, TCTA, c. V, İstanbul, 1985, s. 1382–1385; Niyazi Berkes, Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, İstanbul, 1965, s. 29–46.]
Ancak tüm bu fikirler Osmanlı Devleti’nin yıkılışını engelleyememiş, ülke Sevr Antlaşması’nın ağır şartları ve İtilaf Devletleri’nin işgaliyle birlikte büsbütün bir çöküş sürecine girmiştir. Yaşanan çöküşün ardından, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde işgale karşı direniş hareketleri başlamış, daha sonra düzenli bir ordunun oluşturulmasıyla Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanarak, Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır.
Yeni kurulan Türk devletinde ise, oldukça güçlü bir değişim rüzgârı görülmüştür. Ekonomide hızlı bir kalkınma ile teknoloji ve pozitif bilimlerin hızlı bir şekilde ithali sayesinde Batı’yı yakalamak en önemli hedeflerden biri olmuştur. Hızlı bir değişim ve dönüşüm anlayışı çerçevesinde, saltanatın ve hilafetin kaldırılması gibi siyasi inkılapların yanı sıra, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda da bir dizi inkılaplar yapılmıştır. Atatürk Dönemi olarak tarihe geçen bu dönemde, köklü değişikliklerin, yönetimde yer alan devrimci kişiler tarafından yapıldığını ve henüz halkta tam bir karşılığının olmadığını söylemek yanlış olmaz. Devrimlerin halka anlatılmasının da önemli devlet politikalarından biri hâline geldiği bu dönemde, toplumun fikrî yapısının da dönemin gelişmelerine paralel olarak değiştiği söylenebilir.[36 - Evren Altıntaş, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, s. 14, 2011, s. 114-115.; Yasemin Doğaner, Atatürk Dönemi Türkiye’sinde Sosyo-kültürel Değişim, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi ICANAS, s. 38, 2007, s. 235-237.] Safvet Yetkin ise Atatürk Dönemi’nde, II. TBMM’de milletvekilliği yaparak, başta Hilafetin Kaldırılması olmak üzere, birçok yeniliğin meydana getirilmesinde katkıda bulunmuştur.
II. TBMM’deki görevinin ardından ülke işleriyle ilgilenmeyi bırakıp, kendini daha çok ilmî eserler yazmaya veren Safvet Yetkin; çocukluk yıllarından beri devletin kötüye gidişine tanıklık etmiş, ülkenin en zor dönemlerinde dahi devletin çeşitli kurumlarında faaliyetlerde bulunmuştur. Yetkin’in, yaşadığı dönemin koşullarının değişmesinin bir sonucu olarak, bazı siyasi ve dinî düşüncelerinde değişimler olduğu söylenebilir.

I. BÖLÜM
SAFVET YETKİN’İN HAYATI
Safvet Yetkin’in doğum tarihi, kendisinin yazdığı tercüme-i hâl dosyasında 24 Receb 1283 / 20 Teşrinisani 1282 olarak yer almaktadır.[37 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.] Miladi olarak 2 Aralık 1866’ya tekabül eden bu tarihte Urfa’nın Hacı Gazi Mahallesi’nde dünyaya gelen Yetkin, Soyadı Kanunu’nun kabulünden sonra “Kemal” isminin Türkçe karşılığı olan “Yetkin” kelimesini soyadı olarak almıştır.[38 - Zekiye Berrin Hacıismailoğlu, A.g.tz., s. 4.] Bununla birlikte, Safvet Yetkin’in eserlerinde ve diğer eserlerden yapılan atıflarda Şeyh Safvet Efendi, Mustafa Safvet Kemal, Safvet Kemalüddin Yetkin, Şeyh Safvetî ve Mustafa Safvet Yetkin gibi isimlerin kullanıldığı görülmektedir. Biz bu çalışmada, günümüz Türkçesine daha uygun bir kullanım olduğunu düşündüğümüz için Şeyh Mustafa Safvet Kemalüddin Yetkin Efendi’den Safvet Yetkin olarak bahsedeceğiz.
Safvet Yetkin, dinî bilgilerini ilk önce babası Abdülkadir Efendi’den ve tekkedeki diğer âlimlerden öğrenmiştir. Kendisi gibi şeyh olan babasını tanımanın Safvet Yetkin’in hayatını ve kişiliğini anlama noktasında yararlı olacağını düşündüğümüz için öncelikle, Şeyh Abdülkadir Efendi’nin hayatı hakkında kısaca bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.[39 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.]
Safvet Yetkin’in, annesi Zehra Hanım, babası ise Musul’un Erbil kasabasından gelmiş olan Şeyh Abdülkadir Efendi’dir. Abdülkadir Efendi, Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşamış âlim ve mutasavvıf kişilerden biridir. 19. asrın başlarında Kerkük Sancağı’na bağlı bulunan Erbil kasabasında dünyaya gelmiştir. 90 yılı aşkın bir ömür süren Abdülkadir Efendi’nin ismi, kaynaklarda Abdülkadir Sıddıkî, Abdülkadir Kemaleddin ve Abdülkadir Erbilî şeklinde yer almaktadır. Abdülkadir Efendi, Kerküklü Şeyh Ahmed et-Talebanî’nin oğlu olup bugün Kuzey Irak olarak adlandırılan bölgedeki Kadirî Tarikatı’nın Halisîlik kolunu kurmuş ve yaymıştır. 1842-1849 yılları arasında dönemin Bağdat Valisi Necip Paşa ile yakın ilişkiler kurmuş ve kendisinden aldığı destek ve yardımlar sayesinde, Kerkük’teki Kadirî Tekkesi’ne bir medrese, bir cami, derviş odaları ve çeşitli birimler ilave ederek 200 kişinin konakladığı geniş bir külliye meydana getirmiştir.[40 - Yasin Taş, 19. Yüzyılda Urfa’da Bir Tarikat Şeyhi: Erbilli El-Hâc Abdülkâdir Efendi (Ö. 1898), Electronic Turkish Studies, s. 11, 2013, s.318.] Oldukça uzun bir süre bu tekkedeki kişilerden ve Şeyh Abdurrahman Efendi’den eğitim alan Abdülkadir Efendi, 50 yaşında, Urfa’ya geldiği döneme kadar burada ikamet etmiştir. Kendisinin yazdığı eserlerden ve üç tarikattan aldığı icazetlerden yola çıkarak Abdülkadir Efendi’nin önemli bir ilmî şahsiyet olduğu söylenebilir.
Urfa’yı ikinci vatanı olarak gören Abdülkadir Efendi, 1275 (1858/1859) senesinde, şeyhi Abdurrahman Halisî’nin intihabı üzerine Urfa’daki Sakıbiye Tekkesi’nin postnişinliğini üstlenmiştir. Büyük oğlu Muhammed Muhyiddin’in 1289 (1872-1873) senesinde İstanbul’da vefat etmesi üzerine Abdülkadir Efendi, Sakıbiye Tekkesi’ndeki görevini bırakmış ve çeşitli yolculuklar yapmaya başlamıştır. Yolculuklarının ardından, 1300 senesinde tekrar Urfa’ya dönmüş ve 13 Şaban 1300 (19 Haziran 1883) tarihinde, kadılık kararıyla Halvetiye Tekkesi’nin meşihatına tayin edilmiştir. Kendisi ayrıca, tekkenin imamlık ve müezzinlik görevlerini de yerine getirmekte ve buna karşılık vakıftan aylık 300 kuruş maaş almaktaydı.[41 - Yasin Taş, A.g.m., s. 320.]
Halvetiye Tekkesi’nin bugün mevcut olan kitabesine göre yapı, Abdülkadir Efendi döneminde tamir edilmiştir. Söz konusu tamirata tam olarak ne zaman başlandığı bilinmemekle birlikte, Abdülkadir Efendi’ye heyet marifetiyle maaş belirleyen 19 Zilhicce 1301 tarihli belgenin sonunda, tekkenin tamirine ilişkin bir kayıt da bulunmaktadır. Bu kayıtta ona, tekkedeki hizmetleri için aylık 300 kuruş tahsisat ayrılmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Ancak tekkenin tamire muhtaç olmasından dolayı, şeyhe tahsisat verilmeyip, öncelikle bütün gelirin tekke tamirine harcanmasının uygun olacağı düşünülmüştür.
Bu kayıtlar tekkenin, muhtemelen sadece vakıf geliriyle tamir edildiğini ve söz konusu tamirata bu senelerde başlandığını göstermektedir. Tekkenin kapısı üzerindeki kitabeye göre bu tamir 1308 senesinde tamamlanmıştır. Dolayısıyla söz konusu tamirat beş yıl civarı sürmüş olmalıdır. Abdülkadir Efendi’nin oğlu ve tekkenin hatibi Mustafa Safvet Efendi (Safvet Yetkin) tarafından bu tamirden sonra kaleme alınan inşa kitabesinin kaydı şu şekildedir:
“Zuhûr etti Hüdâvendi kerîmin lütf-i ihsânı
Göründü nagâh halvetime feth-i rabbânî
Bu câ-yi dilküşâ-yı Şeyh Abdülkadir’in feyzi
Serâser eyledi reşk ol firdevs-i rızvânî
Yapıldı himmetiyle minâr-i enfas-i pâkinde
Mücedded bir minâre hücrelerle bâb-ı zî-şânî
Bu asariyle mesrûr oldu rûh-i bani-i vakıf
Mukîm-i ravza-i cennet-i cenâbı hazreti Şânî
Hitâmında safâ-yı fikre safvet gelüb der târihi
Serâpa revnak efzâ oldu bu dergâh-ı rahmânî
    Sene 1308”[42 - Mahmut Karakaş, Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler, Şanlıurfa, 2001, s. 271.]
Tekkenin tamir edilmesinden sonra, iyice yaşlanmış olan Abdülkadir Efendi, tekkenin işlerini idare etmesi amacıyla oğlu Safvet Yetkin’i kendisine vekil tayin etmiştir. Safvet Yetkin, bu dönemde çeşitli vesilelerle tekkenin müdahil olduğu davalarda, babasının vekili sıfatıyla şeri mahkemede hazır bulunmuştur. Mevcut kayıtlara göre, Abdülkadir Efendi, 1315 senesinin Ramazan ayında, yani 1898 yılının başlarında vefat etmiş, cenazesi yıkanıp kefenlendikten sonra, yıllarca hizmet ettiği Halvetî Tekkesi’nin kenarına defnedilmiştir. Vefatından sonra tekkenin başına oğlu Mustafa Safvet Efendi tayin edilmiştir. 19 Şevval 1315 tarihli bir mahkeme kaydında, Abdülkadir Efendi’nin “yalnız sulbi sahih oğlu Mustafa Efendi’yi terk ederek” vefat ettiği ve tekkenin “yevmi 10 akçe vazife ile meşihat ve meşihate meşrût olan tevliyet ve yevmî 5 akçe ile dahi imamet cihetlerine” bu hususlara ehliyet ve iktidarı bulunan Mustafa Efendi’nin getirildiği belirtilmiştir. Aynı belgede Urfa Evkaf Müdürü Süleyman Efendi’nin başkanlığında toplanan komisyon heyetinin, 1282 doğumlu Mustafa Safvet Efendi’yi imtihan ettiği, Mustafa’nın Kadirî ve Halvetî tarikatlarında icazet sahibi olmasının yanı sıra âlim, zahit ve muttaki bir zat olduğu, Urfa’daki Kadirî ulemasının imzalı şahadetnamesiyle beyan edilmiştir.[43 - Yasin Taş, A.g.m., s. 325.]
Abdülkadir Efendi’nin mezar kitabesindeki kayda göre tam künyesi Ebu Muhammed Muhyiddin es-Seyyid eş-Şeyh Abdülkadir bin eş-Şerif Muhammed Muhyiddin es-Sıddıkî el-Hüseynî’dir.[44 - Mahmut Karakaş, A.g.e., s. 273.] Bu kitabe kaydına göre Abdülkadir Efendi’nin soyunun Hz. Ebubekir ve Hz. Ali’ye dayandığı anlaşılmaktadır. Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi kayıtlarında ise, Abdülkadir Efendi’nin oğlu Safvet Yetkin’in soyunun Hz. Ebubekir’e dayandığını şu ifadelerle gösterilir:

“Şeyh Safvet Efendi’nin nesebi baba tarafından Hz. Ebubekir’e, anne yedinci dedesinin annesi tarafından Hz. Muhammed’e dayanmaktadır. Şöyle ki: Muhammed Muhyiddin el-Mahevî ve Ğulam Muhammed Ali ve Muhammed Mustafa benu Abdülkadir bin Muhiddin el-Erbilî bin Abdullah bin Muhyiddin bin İbrahim bin Ebubekir bin Ebi’s-Safa Hazreti Şeyh Mustafa bin Kemaleddin bin Ali bin Kemaleddin bin Muhyiddin Abdülkadir bin Bedrettin bin Muhammed bin Nasıruddin bin Muhammed bin Şehabeddin Ahmed bin Nasruddin Muhammed bin Bahaaddin İvaz bin Abdulhalik bin Abdudülmunim bin Yahya bin el-Hasan bin Musa bin Yahya bin Yakub bin Necmeddin bin Ebi’r-Ruh İsa bin Şaban bin İsa bin Davud bin eş-Şerif Muhammed bin Takiyyuddin Nuh bin eş-Şeyh Talha bin es-Seyyid el-İmam Ebu Muhammed Abdullah bin el-İmam el-Müctehid el-Sahabi Ebulfazl Abdurrahman bin el-İmamu’lAzam ve’l-Halifetü’l-Ekrem Ebubekir es-Sıddık el-Mükerrem.”[45 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.]
Doğum tarihi ile ilgili kesin bir bilgi yer almayan Abdülkadir Efendi’nin yaşıyla ilgili olarak çeşitli kaynaklarda yer alan bilgilerin ışığında aşağıdaki çıkarımlar yapılabilir. Bugün Halvetî Tekkesi’nin hemen yanında bulunan mezar kitabesinde Abdülkadir Efendi’nin 1315 yılının Ramazan ayında, 91 yaşındayken vefat ettiği yazmaktadır. Bu kayıttan yola çıkarak kendisinin doğum yılının 1224 yılı olduğu tahmini yapılabilir. Ancak Urfa Şer’iyye Sicilleri’nde yer alan ve kendisinin Halvetiye Tekkesi meşihatına tayin edilişini konu alan belgeye göre 13 Şaban 1300 tarihinde 79 yaşındayken bu makama getirilmiştir.[46 - Yasin Taş, A.g.m., s. 326.] Bu belgeye göre ise doğum yılı 1221 senesi olarak saptanabilir. Ayrıca bu belgeye göre Abdülkadir Efendi 94 yaşında iken vefat etmiştir. Abdülkadir Efendi henüz hayattayken hazırlanmış resmî bir belgeyi, kaynak olarak almak daha doğru bir yöntem olacaktır. Bu yüzden, kendisinin 1221 senesinde doğup 94 yaşındayken 1315 senesinde vefat ettiğini söylemek daha doğru olacaktır.
Abdülkadir Efendi’nin Kadirî, Halvetî ve Nakşibendî tarikatlarından şeyhlik icazeti alması ve bu tarikatların inceliklerine vakıf olması bir yana, kendisi aynı zamanda bu alanda yaklaşık on beş eser de telif etmiştir. Kaleme almış olduğu bu eserler, yaşadığı dönemde ilmî çevreler tarafından büyük takdirle karşılanmıştır. Nitekim yukarıda arz ettiğimiz belgelerde de görüldüğü üzere, Abdülkadir Efendi’ye Halvetî Tekkesi meşihatı tevcihinde, İstanbul Uşşakî Tekkesi Postnişini Hasan Hilmi Efendi, onun eserlerine dikkat çekmiş ve yazdığı risalelerin fazlalığından hareketle onun “erbâb-ı te’lîf ve tesânîf” bir zat olduğunu belirtmiştir. Bu durum, İstanbul’daki kimi tarikat çevrelerinin, onun eserlerinden haberdar olduğunu ve bu eserlerinden istifade ettiğini göstermektedir. Aynı şekilde, henüz hayatta iken bazı kitaplarının İskenderiye’de basılmış olması, Mısır’daki ilmî çevrelerin kendisine ve eserlerine rağbet ettiğinin birer işaretidir. Bunun yanı sıra, Abdülkadir Efendi, zamanında Urfa’daki tarikat çevreleri arasında eser telif etmiş olan tek sufidir.[47 - Yasin Taş, A.g.m., s. 326.]
Kaleme aldığı eserlerinde Abdülkadir Efendi, İslam tasavvufunun ana konuları olan iman, marifet, hakikat, şeriat gibi kavramları, şeyh mürit ilişkisini, nefis terbiyesini, tarikat büyüklerinin kerametlerini ve daha birçok hususu ele almıştır. 1299 senesinde basılan “Muhabbetü’z-Zâkirîn fî Reddi ale’l-Münkirîn” isimli ilk eserinde, tasavvufu savunarak sufiliğe yöneltilen eleştirilere güçlü delillerle cevaplar vermiştir. Bir sonraki sene yani 1300 senesinde basılan diğer eseri “Tefrîhu’l-Hâtır fî Menâkıbı‟ş-Şeyh Abdülkadir”de ise, kendisinin de mensubu olduğu Kadirî Tarikatı’nın kurucusu Abdülkadir Geylani’nin çeşitli menkıbelerine ve kerametlerine yer vermiştir.
Abdülkadir Efendi’nin oğlu olmanın da etkisiyle Safvet Yetkin, ilköğrenimini Urfa’da babasının belirlediği hocalardan ders alarak tamamladıktan sonra İstanbul ve İskenderiye’ye gitmiş ve ardından eğitimine Mısır’daki Ezher Medresesi’nde (Câmiu’l-Ezher) devam etmiştir.[48 - Zekiye Berrin Hacıismailoğlu, A.g.tz., s. 4.] Medresede aldığı dört yıllık Arapça ve İslami eğitimin ardından Urfa’ya dönen Safvet Yetkin, Urfa Müftüsü Hacı Abdüllatif Efendi’nin ders halkasına katılarak istenilen kitapları okumuş ve kendisinden icazet almıştır.[49 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.; Mustafa Birol Ülker, Yetkin, Mustafa Safvet, Ankara, 2013, s. 506.] Eğitim aldığı çeşitli kişi ve kurumlar sayesinde ileri seviyede Arapça ve Farsça öğrenen Safvet Yetkin, babasının yanında tasavvuf eğitimini sürdürmüş ve daha sonra 1871 yılında yeniden inşa ettirilen Aksaray Oğlanlar Tekkesi’nin şeyhliğini daha sonraki yıllarda üstlenmiştir.[50 - Mehmet Baha Tanman, Oğlanlar Tekesi, Ankara, 2007, s. 319.]
Safvet Yetkin’in Osmanlı Devleti döneminde almış olduğu nüfus kimliğinde yazan bilgilere göre; orta boylu, kara gözlü ve ela simalıdır. Askerlik sınıfı bölümünde ise Yetkin’in redif olduğu yazmaktadır.[51 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.] Yetkin’in aldığı eğitim ve içinde bulunduğu ilmî faaliyetler, kendisinin Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi dosyasında şu şekilde ifade edilmiştir:

“Mebadi-i ulûmu Urfa’da gördükten sonra Mısıra azimetle Câmiu’l-Ezher’de dört sene kadar ulûm-ı Arabiyye ve bedahu yine Urfa’ya avdetle Eski Müftü Merhum Hacı Abdüllatif Efendi’nin ders halkasında ulûm-u âliye ve âliye-i Arabiyye tahsilini tamamlayarak icazetname almıştır. Türkçe, Arapça ve Farsça okuryazar olup, dosyasında saklanılan ve İstanbul’da haftada bir defa olmak üzere Tasavvuf namıyla yayınladığı gazetenin sahibi ve başyazarı olduğu 4 Ağustos 1327 tarihli nüshasından anlaşılmıştır.”[52 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.]
Abdüllatif Efendi’nin Yetkin’e verdiği icazetname ise şu şekildedir:

Allahu Teâla ilmî ve amelî olarak bilgili, zeki ve salih çocuk olan Mustafa Safvet bin eş-Şeyh Abdülkadir el-Kadirî el-Erbilî es-Sıddıkî benden icazetname istedi. Ben de tefsir, hadis ve bunlara ilişkin şeri ilimler, âliye ve hikmete dair ilimlerde bana icazet verme yetkisi verilen şekilde ve bana icazet veren es-Seyyid Muhammed Tahir er-Rehavî ve Hocazade olarak bilinen Abdurrahman bin Muhammed el-Adanavî’den aldığım icazet gereği ona Receb 1304 tarihinde icazet verdim. Mühür: Abdüllatif.[53 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.]
Safvet Yetkin’in hayatının önemli bir bölümünü, eğitim alarak geçirdiği göz önünde bulundurulduğunda, çalışma hayatına geç başladığı söylenebilir. Yetkin’in otuz altı yaşına kadar aktardığımız bilgiler haricinde neyle meşgul olduğu hakkında, tarafımızdan bir bilgiye ulaşılamamıştır. Ancak Halvetiye Tekkesi’nin onarılan kapısının inşa kitabesine 1890 yılında yazdığı dizelerden yola çıkılarak, Yetkin’in tekkede babasına yardım ettiği ve burada kendini geliştirmeye devam ettiği çıkarımı yapılabilir.
Safvet Yetkin’in yaptığı görevler ise kronolojik olarak şu şekilde sıralanabilir: Urfa İdadi Mektebi’nde Farsça ve Ahlak öğretmenliği, Urfa Bidayet Mahkemesi Azalığı, I., II. ve III. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisinde Milletvekilliği, Meclis-i Meşâyih Başkanlığı, Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi Başkanlığı, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye Azalığı ve II. Dönem TBMM Milletvekilliği.[54 - TBMM Sicil Dosyası: Dosya No: 640.; T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Sicil Arşivi, Dosya No: 1923/1091; Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.; Müslüm Akalın, Cumhuriyet Halk Fırkası Urfa Heyet-i İdaresi Mukarrerat Defteri (1924-1926), Şanlıurfa, 1999 s. 71-72.]
Kendisinin ileri düzeydeki Arapça ve Farsça bilgisi sayesinde 1902 (1318) yılının Ağustos ayında Urfa İdadi Mektebi’nde Farsça ve Ahlak öğretmenliğiyle memuriyet hayatına başladığı bilinmektedir. 1896 yılından II. Meşrutiyet’in İlanı’na kadar Urfa’da sürgün hayatı yaşamış bir ittihatçı olan İhsan Şerif Saru tarafından 1902 yılında açılan Urfa İdadi Mektebi (Urfa Lisesi), şehrin en gözde yerinde, geniş bahçeli bir binada törenle açılmıştır. Okulun aynı zamanda müdürlüğünü yapan Saru, hem güçlü bir öğretim kadrosu kurmak hem de kendisi gibi ittihatçılardan oluşan kişilerle birlikte gençlere eğitim vermek amacıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Urfa’daki en bilinen savunucularından bir olan Yetkin’e Farsça ve Ahlak öğretmenliği görevini vermiştir.[55 - Abdullah Ekinci ve İsmail Asoğlu, Meşrutiyet Yıllarında Urfa’da Cemiyetler ve Kulüpler, Ed. Abdullah Ekinci, c. 1, Şanlıurfa, 2018, s. 358.; Abdullah Ekinci ve İsmail Asoğlu, II. Meşrutiyet Yıllarında Urfa’da Cemiyetler ve Kulüpler, Şehir ve İrfan, S. 4, Şanlıurfa, 2017, s. 47.]
Safvet Yetkin, Urfa İdadi Mektebinde aylık 200 kuruş maaşla çalışmış[56 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.] ve burada gösterdiği performansla, Mecidi Nişanı’na hak kazanmıştır. Bu durumla ilgili arşiv belgelerinde şu ifadelere rastlanılmaktadır:

Halep Maarif Müdürlüğünün işbu arizasında Urfa Meşhur âlimlerinden ve Maarif Komisyonu azasından ve Urfa Mekteb-i İdadisi muallimlerinden Şeyh Mustafa Safvet Efendi’nin gerek ders görevinde ve gerek maarif görevine sair işlerde şükrana layık bulunduğundan ve kendisi Büyük Müderris rütbesine haiz olduğundan bahisle rütbesiyle uyumlu bir adet Mecidi Nişanı ile ödüllendirilmesi hususuna müsaade buyrulması arz ve istirham olunmaktadır. Adı geçen Efendi’nin bir nişan ile taltif edilmesinin bakanlığa sunulması durumunda gereğinin ifası için müsaade buyrulması hususunda emir ve yetki elinde bulunana aittir. 23 Teşrinisani, 1332.[57 - BOA. MF. MKT. 969/79.]
Yetkin’in ayrıca, buradaki görevi esnasında hacca gitmek için izin aldığı ise arşiv belgelerinde görülmektedir. Belgede yer alan ibarelere göre, 23 Temmuz 1319 tarihinde Urfa Mekteb-i İdadi-i Mülki Farsça ve Ahlak muallimi Mustafa Safvet, hacca gitmek için mutasarrıfa dilekçe vermiş ve bu dilekçesi üzerine Halep Maarif Müdürlüğü tarafından 30 Temmuz 1319 tarihinde Maarif-i Umumiye Nezaretine iletilmiştir. Nezaret de hacca gitmesi için izin verildiğine dair Halep Maarif Müdürlüğüne 8 Eylül 1319 tarihinde cevap yazmıştır.[58 - BOA. MF. MKT. 736/67.]
1908 yılının Ekim ayında ise Urfa Bidayet Mahkemesi Azalığı görevi için öğretmenlik görevinden istifa eden Yetkin, yaklaşık bir sene boyunca azalık görevinde bulunmuştur. Yetkin’in bu görevini layıkıyla yaptığını gösteren belgede şu ifadeler yer almaktadır:

Urfa Bidayet Mahkemesi azasından olup bu kez Meclis-i Mebusan Azalığına seçilmiş olan el-hac Abdülkadir Efendizade Mustafa Safvet Efendi’nin işe başlama tarihi olan 1 Mart 1324 tarihinden, istifa tarihi olan 25 Teşrinievvel 1324 tarihine kadar geçen yedi ay yirmi beş gün zarfında görevini en iyi şekilde yaptığı ve herhangi bir zimmet ilişiğinin bulunmadığına ilişkin düzenlenen 13 Şevval 1326 tarihli mazbata kendisine verildi.
Mühür: Urfa Bidayet Mahkemesi Başkanı Mehmet Fevzi
Mühür: Urfa Bidayet Mahkemesi Ceza Reisi Ahmet Ziver
Mühür: Urfa Bidayet Mahkemesi Savcı Muavini Mehmet Vessaf[59 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.]
Azalığı esnasında, II. Meşrutiyet Dönemi’nde açılmış olan I. Osmanlı Mebusan Meclisi seçimlerini kazanmış ve bu sayede milletvekilliği dönemi başlamıştır.[60 - Mustafa Birol Ülker ve Ömer Faruk Bahadır, A.g.m., s. 146.] Safvet Yetkin’in siyasi hayatının en önemli dönüm noktasının I. Osmanlı Mebusan Meclisine milletvekili seçilmesi olduğu söylenebilir. Bunun üzerine Yetkin, II. Meşrutiyet Dönemi’nde yapılan üç seçimin hepsinde Urfa’dan milletvekili seçilmiştir.
İlk olarak 5 Aralık 1908 tarihinde Urfa Milletvekili olarak I. Osmanlı Mebusan Meclisine seçilen Yetkin; Urfa ile ilgili neredeyse her konuda söz alıp takrirler vermiş, bunun yanında Yıldız Sarayı’ndaki belgelere erişim yetkisi, Matbuat Kanunu, Cemiyetler Kanunu ve Kanun-i Esasi’nin yorumlanması ile ilgili konular da dâhil pek çok konuda görüş bildirmiştir. Safvet Yetkin’in ilk milletvekilliği dönemi 8 Aralık 1911 tarihinde meclisin kapanmasıyla sona ermiştir.[61 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 14.05.1325, s. 748.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 06.05.1325, s. 563-564.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 4, 06.06.1325, s. 495-496.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 13.06.1325, s. 29.]
Bu süreçte, 23 Mart – 14 Aralık 1911 tarihleri arasında haftalık olarak, toplam 35 sayı boyunca yayımlanan Tasavvuf dergisinin imtiyaz sahibi ve başmuharriri olarak görev yapmıştır. Safvet Yetkin, aynı dönemde Cemiyet-i Sufiyenin yönetim heyetinde bulunduğu için, dergi cemiyetin yayın organı olarak görülmüştür.
II. Meşrutiyet’ten sonra çeşitli din, mezhep ve tarikat üyeleri dernekler kurmuş, bu dernekler ise görüşlerini halka duyurmak için gazete ve dergiler yayımlamışlardır. Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin başkanlığında kurulan Cemiyet-i Sufiyede Safvet Yetkin, bir dönem ikinci başkanlık yapmıştır. Cemiyetin kuruluş nizamnamesinin ilk maddesinde yer alan kuruluş amaçları ise şu şekildedir: Kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek, tarikat ehlinin ahlakını güzelleştirmek, maddi ve manevi gelişimine hizmet etmek, tarikatların şan ve şerefine yakışmayan hâlleri önlemeye çalışmak ve dervişlerin ihtiyaçlarını karşılamak. Nizamnamenin ikinci maddesinde, cemiyetin siyasetle meşgul olmayacağı, üçüncü maddesinde de bütün dervişlerin cemiyetin tabi üyesi olduğu belirtilmiştir.[62 - Mustafa Kara, Cem’iyyet-i Sûfiyye, Ankara, 1993, s. 335.] Dergide daha çok tasavvufi terimler, tasavvuf edebiyatı, tasavvufi mektuplar, hikmet ve menkıbeler yer almıştır.[63 - Mustafa Birol Ülker, Yetkin, Mustafa Safvet, Ankara, 2013, s. 506.]
12 Nisan 1912 tarihinde ikinci kez Urfa Milletvekili seçilen Yetkin’in vekilliği iki ay sonra meclisin tekrar kapatılmasıyla sona ermiştir. Mebusan Meclisinin üçüncü kez açılmasıyla 6 Mart 1913 tarihinde üçüncü defa Urfa Mebusu seçilen Yetkin[64 - Müslüm Akalın, 19. ve 20. Yüzyıl Urfa Tarihinden Yapraklar, 2018, s. 75.]; bu mecliste de Urfa ile ilgili konularda önemli refleksler göstermiş, özellikle Halep – Urfa sınırının ve vilayet teşkilatının değiştirilmesi ve Rakka Sancağı’nın bir bölümünün Urfa’dan alınarak Zor’a bağlanması gibi konuları içeren kanun tekliflerinde ciddi tartışmalara girmiştir. Bununla birlikte; sivil ve askerî mahkemelerin yetki ihtilafı, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin Kurulması ve Bütçe Kanunu gibi mecliste gündeme getirilen birçok önemli konuda söz söylemiş ve takrirler vermiştir.[65 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 14.01.1334, s. 590.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 08.12.1333, s. 223-225.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 20.12.1333, s. 336-338.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 2, 21.01.1334, s. 43.] Çalışmamızın ikinci bölümünde yer alan “Osmanlı Mebusan Meclisi” isimli başlığın altında, Safvet Yetkin’in Osmanlı Mebusan Meclisinde görev yaptığı üç dönemdeki tüm faaliyetleri detaylıca tanıtılacaktır.
Osmanlı Mebusan Meclisinde milletvekilliği görevini yürütürken görev süresinin dolması veya meclisin kapatılması sebebiyle değil, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi zamanında Meclis-i Meşâyih reisi olarak atanmasının ardından, 3 Ağustos 1918 tarihinde milletvekilliği görevinden istifa etmiştir. Safvet Yetkin, Meclis-i Meşâyihin mührünü taşıyan hâl tercümesinde kendisini ve hayatını şu şekilde anlatmıştır:

İsmim: Mustafa, Mahlasım: Safvet, Şöhretim: Şeyh Safvet, Lakabım: Şeyhzadedir. Mahlasım ve şöhretimle yad olunurum. Pederim tarafından Ebubekir ed-Sıddık oğlu Abdurrahman hazretlerinin temiz sülalesine mensubum. Babam âlim ve şeyhlerdendir. İsmi: Abdülkadir, Mahlası Kemaleddin, Şöhreti: Şeyh Abdülkadir, Lakabı: Şeyhzadedir. Şöhreti ile yad olunur. Doğup büyüdüğü yer Musul Vilayeti dâhilinde Erbil kasabasıdır. İkinci vatanı ve ikamet yeri Urfa şehri idi. Urfa’da Halvetî Dergâhı’nda şeyh iken 7 Ramazan 1315 tarihinde vefat etmiştir. Her ikimiz de mezhep olarak Hanefî ve Osmanlı Devleti uyrukluyuz. Doğumum: Urfa’da 24 Receb 1283/20 Teşrinisani 1282 tarihidir.
Yaklaşık olarak Safer 1293 yılında eğitim için Mısır’ın Kahire şehrine gittim. Dört sene kadar Ezher Medresesinde başlangıç ilimlerini gördüm. 1296 senesinde Urfa’ya dönerek Urfa eski müftüsü olan el-Hac Abdüllatif Efendi’nin eğitim halkasına yedi yıl devam ettim. Teknik ve yüksek bilimlere ait eserleri tamamlayarak 20 Receb 1304 tarihinde umum ilmî icazetname almaya muvaffak oldum. Doğu dillerinden Arapça, Farsça ve Osmanlıca dillerini konuşur ve yazarım. Tasavvuf ilimlerinden ve güzel İslami ahlakın yaygınlaştırılmasına hizmet ederek Tasavvuf adında haftada bir defa olarak 1327 yılında İstanbul’da yayımlanmış bir eserim vardır. Sekiz ay devam etmiştir. Matbu nüshalarından yalnız 4 Ağustos 1327 tarihli 22 adedi elde mevcut bulunduğundan işbu belgeye iliştirilmiştir.
19 Ağustos 1318 tarihinden itibaren mülga Urfa İdadi Mülki Mektebi Arapça ve Ahlak[66 - Tarafımızca bulunan diğer tüm kaynaklarda Farsça ve Ahlak öğretmeni olduğu yazmaktadır.] dersleri muallimliğine aylık 200 kuruş maaşla atandım. Devlet hizmetine girişim anılan tarihte başlar. 1319 yılında Maarif Bakanlığına tercüme-i hâl belgem verilmiş ise de tescilden önce kaybolduğu gerçekleşen resmî müracaattan sonra anlaşılmıştır. 24 Teşrinievvel 1324 tarihinde anılan muallimlik görevinden istifa ettim. Mezuliyet ve emekliliğe dair aidat tamamen ödenmiş ve herhangi bir hizmet ilişiğim kalmamıştır. 1 Mart 1324 tarihinden itibaren seçim yöntemiyle Urfa Bidayet Mahkemesi üyeliğine atandım. 25 Teşrinievvel 1324 tarihinde bu görevden istifa ettim. Anılan mahkemece herhangi bir ilişiğim yoktur. Mebusların birinci dönem seçimlerinde 22 Teşrinisani 1324 tarihinde seçildim. Meclis-i Mebusanın feshi üzerine 5 Kânunusani 1327 tarihinde ayrıldım. Bu süre zarfında 14.887 kuruş mebusluk tahsisatı aldım. İkinci seçim döneminde 30 Mart 1328 tarihinde tekrar anılan Urfa Sancağı Mebusluğuna seçildim. 13 Temmuz 1328 tarihinde Mebusan Meclisinin feshedilmesiyle ayrıldım. Bu süre zarfında 20 bin kuruş tahsisat aldım. Üçüncü seçim döneminde 22 Şubat 1329 tarihinde aynı sancağın mebusluğuna seçilerek 21 Temmuz 1334 tarihinde Meclis-i Meşâyih Başkanlığına atandım. Anılan başkanlığı kabul etmemle mebusluktan ayrıldım. Üçüncü seçim sürecinde dahi 195 bin kuruşluk mebusluk tahsisatı aldım. Anılan görevlerden başka daimî, geçici, asaleten, vekaleten, maaşlı, maaşsız şekilde herhangi bir memuriyetim yoktur. Urfa’da muvaffak olduğum ilmî tedrisata mükâfat olarak Ruûs-ı hümayunla taltif olundum. Rütbemin 22 Muharrem 1325 tarihinde İzmir Mücerret Payesi’ne dönüştürülmesiyle sevindirildim.
Gerek yerine getirdiğim memurluklardan ve gerek memurluk görevine ilişkin olmayan durumlardan dolayı hamd olsun muhakeme altına alınmamı gerektiren her türlü kötü şaibeden uzak ve beriyim. Rabbani mukaddes muvaffakiyetlerle inşallah yaşadığım sürece bu iffet ve ismetin devam ve bekası bendenizin en önemli emelidir. Başarı Allah’tandır.
2 Cemaziyelahir 1335 ve 5 Mart 1335. İmza Meclis-i Meşayih Başkanı
İşbu Tercüme-i Hâl Varakası, Meclis Reisi Şeyh Safvet Efendi hazretleri tarafından tanzim ve el yazısıyla yazıldığı tasdik olunur.[67 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.]
Yetkin’in yaklaşık bir sene boyunca başkanlığını yaptığı Meclis-i Meşâyih, Osmanlı Devleti’nin idari ve sosyal alanlarda, devlet yapısında birçok yeniliğin yapıldığı bir dönemde kurulmuştur. Kurumun kuruluşundaki temel amaçlar ise tekke ve zaviyeleri idare etmek, boşalan postnişinlik görevine ehil kişileri seçerek atamak ve dergâhlarda uygunsuz davranışları engelleyerek dine ve tarikat gereklerine uygun faaliyetler yapılmasını sağlamak şeklinde sıralanabilir.[68 - İlhami Yurdakul, Osmanlı İlmiye Merkez Teşkilatı’nda Reform (1826-1876), İstanbul, 2008. s. 212; İsmail Kara, Meclis-i Meşâyih Ulema-Tarikat Münasebetleri ve İstanbul’da Şeyhlik Yapmış Beş Zatın Kendi Kaleminden Terceme-i Hali, İstanbul, 2002, s.185; Davut Dursun, Siyasi-İdari Sistemle İlişkileri Açısından Din Bürokrasisi / Yapısı, Konumu ve Gelişimi, İstanbul 1992, s. 170.] Safvet Yetkin, 9 Mart 1919 tarihinde Damat Ferit Paşa Hükûmeti Dönemi’nde Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi tarafından Meclis-i Meşâyih Reisliği görevinden alınmıştır.[69 - BOA, MVL, 1042/39, lef 2.]
Meclis-i Meşâyihteki görevinin sona ermesinden sekiz ay sonra 12 Kasım 1919 tarihlerinde Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisine başkan olarak atanmıştır. Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi, Osmanlı Devleti’nin dinî bürokrasinin 19. yüzyıldan itibaren temel üst çatı kurumu olan Bâb-ı Meşihata bağlıdır. Osmanlı Devleti’nde, 19. yüzyıldaki bürokratik yapılanma çerçevesinde Şeyhülislamlık dairesi olarak ifade edilebilecek meşihat yapısı altında işlev gören çeşitli alt meclis ve kuruluşlardan biridir. İslam özelinde, dinî yayıncılığı denetleme, kontrol, onay, yasak ve sansürleme görevlerine haiz olan bu kurum; başta Maarif ve Dâhiliye Nezaretleri olmak üzere Osmanlı Devleti’nin diğer ilgili idari ve hukuki bürokratik yapı ve organizasyonlarıyla irtibatlı olarak faaliyet yürütmüştür. Osmanlı Devleti’nde dinî kitaplara yönelik bürokratik kurumsallaşma ve modern devletin kapsayıcı ve merkezi yasal ve akılcı bir şekilde bürokratikleşmesi çerçevesinde ele alınmalıdır.[70 - Ayşe Polat, Osmanlı’da Matbu İslam’ın Onay ve Denetimi: Tedkîk-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer’iyye Meclisi, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi. 2018, s. 94.]
Safvet Yetkin bu görevinden 20 Eylül 1920 tarihinde ayrılmışsa da aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin son şeyhülislamı olan Mehmed Nuri Medeni Efendi döneminde, 5-27 Ekim 1920 tarihleri arasında görevine geri çağrılmıştır. Görevi esnasında, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye Başkanı İzmirli İsmail Hakkı ile giriştikleri “hadislerin sıhhati ile ilgili” tartışma, iki kurumun birbiriyle tartışmasına dönüşmüş ve bu hususta pek çok eser yazılmıştır. Tartışmanın detayı ve Yetkin’in yazdığı cevapların içeriği ile ilgili bilgilere ise çalışmamızın üçüncü bölümünde yer alan Safvet Yetkin’in İlmi Kişiliği kısmında detaylıca yer verilecektir.
Safvet Yetkin, başkanlığı sırasında bazı eserler neşretmiştir. Bu eserler; 1920 senesinde yayımlanan “el-İstizah” ile “el-Cerh ve’t-Ta’dîl ‘âlâ’l-Îzâh ve’t-Tafsîl” isimli makaleler ile 1922 senesinde basılan, Ulûm-u Şer’iyye ve Asrî Müceddidlerimiz ile Yeni Zihniyetler ve Bir Müceddid-i Mechûl isimli kitaplardır.
Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisindeki başkanlığının ardından 23 Temmuz 1922’de, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye Azalığına atanmıştır.[71 - TBMM Sicil Dosyası: Dosya No: 640.; Ceride-i İlmiye, s. 78-79, s. 2546.] Bu kurumun fonksiyonlarını ise şu şekilde sıralamak mümkündür: İslam inanç sisteminde ve itikadi konularda görüş birliği sağlamak, halk arasında var olan yanlış itikadi anlayışların düzeltilmesi, İslam inanç sisteminin doğru bir şekilde tanıtılması ve bu konularda çıkabilecek ihtilafların giderilmesi, bir üst kurul olarak gerek ilim dünyası ve gerekse halk arasında din hususunda var olan veya meydana gelecek tartışmaların sonuçlandırılması, mezhep veya cemaat farklılıkları neticesinde meydana gelecek tartışmaları değerlendirip, bu konularda İslam’ın temel görüşleri çerçevesinde görüşler beyan ederek halkı aydınlatmak, din görevlilerinin yetişmesine katkı sağlamak amacıyla; kitap ve yayınlar yoluyla çeşitli eğitim faaliyetleriyle din adamlarının aydınlatılması ve nitelikli din adamı yetiştirmek, savaşlar ve göçler neticesinde harap durumda olan ve amaçları dışında kullanılmakta olan cami, mescit, medrese gibi mekânların korunması, dinî alandaki yayın faaliyetlerini kontrol etmek.[72 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 2, 21.01.1334, s. 36-57. Ceride-i İlmiye, S. 36, İstanbul, Şaban 1336, s. 1057-1059, 1061-1067.]
Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiyenin, Safvet Yetkin’in atanmasından üç ay sonra faaliyetlerine son vermesi üzerine, Yetkin Urfa’ya dönerek burada ikamet etmeye devam etmiştir. II. Dönem TBMM, Temmuz 1923 seçimlerinde Urfa Mebusu olarak seçileceği döneme kadar Urfa’da Halvetî Dergâhı postnişinliği görevini sürdürmüştür.[73 - Mustafa Birol Ülker, A.g.m., s. 506.] Kendisi bu dönemde yaptığı faaliyetleri: “Urfa’da Halvetî Dergâhı’nda dinî ve millî görevler yerine getirmekle meşgul idim.” şeklinde ifade etmiştir.[74 - TBMM Sicil Dosyası: Dosya No: 640.]
Safvet Yetkin, Temmuz 1923’te TBMM Urfa Milletvekili seçilmiştir. Kendisi, TBMM’deki milletvekilliği boyunca 17 konuda önerge vermiş ve söz konusu önergeler ile ilgili genel kurulda konuşma yapmıştır. TBMM’de, Urfa’yı ilgilendiren konulardaki keskin reflekslerini sürdüren Yetkin, Urfa’da Ticaret Vekaleti tarafından bir demirhane tesisi ve Fırat Nehri’nden Urfa için sulama amacıyla faydalanılması hususları başta olmak üzere, Urfa ile ilgili pek çok konuda takrir vermiştir. Bunların yanı sıra; Genel Af Kanunu, Yol Bedeli Kanunu, kaldırım ve lağım masrafları, talimatnameler ve nizamnameler, Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye çevrilmesi ve hutbelerin Türkçe okutulması, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu, Belediye Kanunu, eğlence yerlerinden tayyare aidatı alınması ve Hilafetin Kaldırılması Kanunu gibi pek çok mühim konuda önemli sözler söylemiş ve takrirler vermiştir.[75 - TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 2, 17.10.1923, s. 713-714.; TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 2, 20.10.1923, s. 811-812.; TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 6, 19.02.1924, s. 140-141.; TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 19, 30.11.1925, s. 284-286.] Bunlardan en önemlisi olarak kabul edilen Hilafetin Kaldırılması Kanunu’nun meclisteki tartışmasında söz alarak yaptığı uzun konuşmada özetle “Bugüne kadar halifeliğin ne olduğu konusunda inceleme yapılmadığını, bu açıdan da ortak bir yargının oluşmadığını belirtmiş, halifeliğin şu ana dek hükümdarlığı elinde bulunduranlarca kullanıldığını ve hükûmet etmek anlamını karşılayan bu makam, aklen ve mantıken Büyük Millet Meclisinin şahs-ı maneviyesinde tamamıyla tecelli etmiştir.” ifadelerini kullanmıştır.[76 - TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 7, 03.03.1924, s. 27-28.]
Safvet Yetkin, TBMM’de görev yaptığı süreçte; Umur-i Diyaniyye, İrşad, Şer’iyye ve Evkaf; Nizamname-i Dâhilî; Umur-i Tasarrufiyye; Diyanet ve Evkaf ve Memurin Encümen-i Mahsusu heyetlerinde çeşitli görevler almıştır.[77 - Mustafa Birol Ülker ve Ömer Faruk Bahadır, A.g.m., s. 147.] Ayrıca, Nizamname-i Dâhilî Heyetinin başkanlığını ve Evkaf Heyetinin sözcülüğünü yapan Yetkin, ismi geçen kurumlardaki faaliyetleri esnasında, pek çok nizamname ve talimatnamelerin yayınlanmasına vesile olmuştur.[78 - Mustafa Birol Ülker, A.g.m., s. 506.] Bunun yanı sıra, TBMM’deki vekillik görevi esnasında 1924 senesinde, Tasavvufun Zaferleri isimli 160 sayfalık eseri basılmış ve 1925 senesinde, İzmirli İsmail Hakkı’ya son bir cevap vermek amacıyla kaleme aldığı “Tasavvuf Daima Muzafferdir” isimli makalesi yayımlanmıştır.
Safvet Yetkin’in Hilafetin Kaldırılması Kanunu’na öncülük etmesi ve mecliste tartışılan dinî konularda dönemin şartlarına göre laik sayılabilecek refleksler göstermesi sebepleriyle, tarikat mensubu bazı şairler tarafından hicvedilmiştir. Bu hicivler, zaman zaman küfürle suçlamaya kadar gitmiştir.[79 - Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, İstanbul 2006, c. I, s. 142.]
III. Dönem TBMM seçimlerinde vekil olarak seçilemeyen Safvet Yetkin, ömrünün geri kalan zamanını ilmî araştırmalar yaparak geçirmiştir. Kendisinin 13 Temmuz 1931 tarihinde emekliye ayrıldığı şu belgeden anlaşılmaktadır:

Muhasebat Komisyonuna
1282’de doğması üzerine 13 Temmuz 1931 tarihinde 65 yaşını tamamlamış olan mülga Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye azasından ve eski Urfa Mebusu Safvet Kemaleddin Bey’in anılan tarihten itibaren emekliliğe sevki hususu başbakanlıkça uygun görülerek, düzenlenen tahsis evrakı ve resmî senedi takdim olunmuştur. İncelenerek uygun görüldüğü takdirde gereğinin yapılarak maaşını almadığı Temmuz ayından itibaren maaşının verilmesi ve emeklilik maaşı ise 14 Temmuz 1931 tarihinde gerçekleşmiştir.[80 - T.C. Emekli Sandığı Arşivi, Mülki Tescil, 17064.]
Safvet Yetkin’in bu tarihten sonra ömrünün kalan son yirmi senesini, tercüme işleri ağırlıklı olmak üzere ilmî çalışmalar yaparak geçirdiğine en büyük kanıt ise; 1948 senesinde Fahrettin-i Irakî’nin Lema’at isimli kitabını Parıltılar ismiyle, 1949 senesinde Şehabeddin es-Sühreverdî’nin Heyakil’ün Nur isimli kitabını Nur Heykelleri ismiyle ve öldüğü sene olan 1950 senesinde İbn-i Atâullâh El-İskenderî’nin El Hikemü’l Ataiyye isimli eserini ise aynı isimle Türkçeye çevirmesidir. Yetkin’in ayrıca ölümünden sonra oğlu Suut Kemal Yetkin tarafından yayımlanan “Tasavvuf ve Istılahları”, “Kelamdan Tasavvufa” ve “Muhyiddin-i Arabî ve Tasavvuf” isimli çalışmaları bulunmaktadır.
27 Ekim 1950 tarihinde, Ankara’da oğlu Suut Kemal Yetkin’in evinde vefat etmiştir.[81 - Mustafa Birol Ülker, A.g.m., s. 506.; Bazı çalışmalarda, Safvet Yetkin’in ölüm tarihine dair farklı bilgilere yer verilmiştir. Bkz. Türk Parlamento Tarihi, Ed. Kazım Öztürk, c. 3, s. 777. Fakat, Safvet Yetkin ile ilgili resmî kayıtlara baktığımızda bu tarihin doğru olmadığını, kendisinin ölüm tarihinin 1957 değil 1950 olduğunu görmekteyiz.] Cenazesi Urfa’ya götürülmek istense de ailesinin isteği üzerine Ankara’da Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedilmiştir.[82 - Torunlarından Gülmen Öztırak ile yapmış olduğum söyleşide kendisi, dedesinin vefatının ardından Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildiğini ifade etmiştir.] Kendisinin vefatına ilişkin çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler bulunsa da şu belge vasıtasıyla net bir şekilde ölüm tarihi bilinmektedir:

Urfa Valiliğine
İliniz ahalisinden Şeyhzade Abdülkadir oğlu 1282 doğumlu mülga Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye azası, iliniz eski mebusu Mustafa Safvet Kemaleddin Yetkin 27.10.1950 tarihinde vefat etmiştir.
Dul ve yetimlere maaş tahsis edilmek üzere aile nüfus kaydı, kayıtlı bulundukları Beyoğlu Kazası’ndan getirilmiş ise de alınan kayıt suretinde Hafize’nin bulunamadığı görülmüştür. Merhumun karısı Hafize’nin lakapları Bed’î Zaman Şeyhi olup babası Salih anası Fatma’dır.
İlinizde doğup 19 Kasım 1932 tarihinde vefat ettiği biraderi Emin de iliniz eski nüfus memurlarından bulunduğu, merhumun yetimlerinden olduğu, Hafize’ye ait kayıtlar bulunmadıkça merhumun yetimlerine maaş tahsisi yönüne gidilemeyeceğinden adı geçene ait nüfus kaydının gönderilmesinin temini saygı ile rica olunur.[83 - T.C. Emekli Sandığı Arşivi, Mülki Tescil, 17064.]
Dinî ilimler ve tasavvuf konularında, yaptığı görevlerden dolayı bir otorite olarak kabul edilen Yetkin, yaşadığı dönemdeki şeyhlerin ve tekkelerin kendisine yeterince iltifat etmemesine kırılmıştır. Safvet Yetkin bu durumu, şeyhlerin ve tekkelerin kendisini Cumhuriyet Dönemi’nde tekke ve zaviyelerin kapatılmasının müsebbibi olarak görmesine bağlamıştır.[84 - Mustafa Birol Ülker, A.g.m., s. 506.]
Safvet Yetkin’in Hafize Hanım ile olan evliliğinden Suut Kemal, Zehra, Kemalettin ve Sıdıka isimlerinde dört çocuğu vardır. Çocuklarından Suut Kemal Yetkin, Ordinaryüs Profesör Doktor unvanını kazanmış ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Sanat Tarihi dersleri vermiştir.[85 - Zekiye Berrin Hacıismailoğlu, A.g.tz., s.7.]

II. BÖLÜM
SAFVET YETKİN’İN GÖREV ALDIĞI KURUMLAR VE BURALARDA YAPMIŞ OLDUĞU ÇALIŞMALAR

Safvet Yetkin’in görev yapmış olduğu kurumlar, kronolojik olarak şu şekildedir: Urfa İdadi Mektebinde Farsça ve Ahlak öğretmenliği, Urfa Bidayet Mahkemesi Azalığı, I., II. ve III. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisi Mebusluğu, Meclis-i Meşâyih Başkanlığı, Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi Başkanlığı, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye Azalığı ve II. Dönem TBMM Mebusluğu şeklinde sıralanmaktadır.[86 - Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.; TBMM Sicil Dosyası: Dosya No: 640.; T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Sicil Arşivi, Dosya No: 1923/1091.] Kitabın bu bölümünde sırasıyla Meclis-i Meşâyih, Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye, Osmanlı Mebusan Meclisi ve TBMM hakkında kısaca genel bilgiler verilerek Yetkin’in bu kurumlarda görev aldığı süre boyunca yaptığı faaliyetler tanıtılacaktır.

Osmanlı Mebusan Meclisi

Kanun-i Esasi’nin kabul edilmesinin ardından açılan “Meclis-i Umumi”, Mebusan ve Âyan heyetlerinden oluşmaktaydı. Meclis-i Mebusan için yapılan seçimlerin ardından, milletvekili sayısı beklenenin altında kalmasına rağmen meclis açılmıştır. I. Mebusan Meclisindeki milletvekilleri, çoğunlukla vilayet meclisleri üyeleri arasından seçilmişti. Bu sebeple ülkenin eşrafını temsil etmekle birlikte varlıklı ve kültürlü kişilerden oluşmaktaydı. Müzakere usullerine vâkıf bulunuyorlardı. Konuşmalarında ılımlı olmakla beraber hepsi Kanun-i Esasi’ye bağlı idiler. Bu meclis ilk defa üç kıta üzerinde yaşayan, çeşitli ırklara, dinlere ve mezheplere bağlı toplulukları bir araya getirmişti. Üyelerin çoğu kendi bölgelerinde düzeltilmesi gereken ciddi bozukluklardan bahsetmekle beraber, sadece kendi seçim bölgelerinin kötü idare alanı olarak yalnız olmadığını, öğrenmeleri neticesinde hayrete düşmüşlerdi. Üyeler, şikâyet etmiş oldukları konuların sebebini ve bunlara çare bulmak için sistemdeki gerekli değişiklik tekliflerini açık kalplilikle ortaya koymuşlardır.[87 - Yılmaz Kızıltan, I. Meşrutiyetin İlanı ve İlk Osmanlı Meclis-i Mebusan-ı, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 2006, s. 268.]
19 Mart 1877 tarihinde Sultan II. Abdülhamit tarafından düzenlenen bir törenle açılan I. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisi, padişah tarafından Rusya’nın açtığı savaş karşısında meclisin savaş koşullarının gerekliliklerini yerine getiremediği gerekçe gösterilerek, 28 Haziran 1877 tarihinde kapatılmıştır. 13 Aralık 1877 tarihinde açılan II. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisi ise Rusların Ayastefanos’a kadar ilerlemesi gerekçe gösterilerek, 13 Şubat 1878 tarihinde Sultan II. Abdülhamit tarafından süresiz tatil edilmiştir.
III. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisi ise bundan 20 sene sonra 17 Aralık 1908 tarihinde açılmış ve bir seçim dönemi boyunca görev yaparak, Sultan II. Abdülhamit’i tahttan indirmiş, padişahın ve Meclis-i Âyanın yetkilerini kısıtlamış ve 18 Ocak 1912 tarihinde padişah tarafından kapatılmıştır. Bunun ardından yapılan seçimlerde 18 Nisan 1912 tarihinde IV. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisi toplanmış ve 5 Ağustos 1912’de Gazi Muhtar Paşa’nın önerisi ile feshedilmiştir. İttihatçıların neredeyse meclisin tamamını ele geçirdiği V. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisi ise İtilaf Devletlerinin baskısı dolayısıyla 11 Nisan 1920’de Sultan Vahdettin tarafından kapatılmıştır.[88 - Ali Akyıldız, Meclis-i Mebusan, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2003, s. 245-247.; Yılmaz Kızıltan, A.g.m., s. 269-271.; Recep Karacakaya, Meclis-i Mebusan Seçimleri ve Ermeniler (1908-1914), Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, S. 3, 2004, s. 128-136.]

Safvet Yetkin’in Osmanlı Mebusan Meclisi’ndeki Çalışmaları
İlk olarak 5 Aralık 1908 tarihinde Urfa milletvekili olarak Osmanlı Mebusan Meclisine seçilen Yetkin; Urfa ile ilgili neredeyse her konuda söz alıp takrirler vermiş, bunun yanında Yıldız Sarayı’ndaki belgelere erişim yetkisi, Matbuat Kanunu, Cemiyetler Kanunu ve Kanun-i Esasi’nin yorumlanması ile ilgili konular da dâhil pek çok konuda görüş bildirmiştir. Safvet Yetkin’in ilk milletvekilliği dönemi 8 Aralık 1911 tarihinde meclisin kapanmasıyla sona ermiştir.[89 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 14.05.1325, s. 748.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 06.05.1325, s. 563-564.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 4, 06.06.1325, s. 495-496.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 13.06.1325, s. 29.] 12 Nisan 1912 tarihinde ikinci kez Urfa Milletvekili seçilen Yetkin’in vekilliği, iki ay sonra meclisin tekrar kapatılmasıyla sona ermiştir. Mebusan Meclisinin üçüncü kez açılmasıyla 6 Mart 1913 tarihinde üçüncü defa Urfa Mebusu seçilen Yetkin; bu mecliste de Urfa ile ilgili konularda önemli refleksler göstermiş, özellikle Halep – Urfa sınırının ve vilayet teşkilatının değiştirilmesi ve Rakka Sancağı’nın bir bölümünün Urfa’dan alınarak Zor’a bağlanması gibi konuları içeren kanun tekliflerinde ciddi tartışmalara girmiştir. Bununla birlikte; sivil ve askerî mahkemelerin yetki ihtilafı, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin Kurulması ve Bütçe Kanunu gibi mecliste gündeme getirilen birçok önemli konuda söz söylemiş ve takrirler vermiştir.[90 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 14.01.1334, s. 590.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 08.12.1333, s. 223-225.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 20.12.1333, s. 336-338.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 2, 21.01.1334, s. 43.] Çalışmamızın bu bölümünde, Safvet Yetkin’in Mebusan Meclisi’nde yaptığı konuşmalardan ve verdiği takrirlerden bahsedeceğiz.

Safvet Yetkin’in Mecliste Yaptığı Konuşmalar ve Verdiği Takrirler
Safvet Yetkin’in Osmanlı Mebusan Meclisindeki ilk faaliyeti, milletvekilliği düşürülen Jurnalci Niyazi Efendi ile ilgili takrir vermesidir. Yetkin, verdiği takrirde şu ifadeleri kullanmıştır:

“Heyet-i Muhteremce bilittifak verilen karar-ı musib üzerine mebusluktan bihakkın ıskat edilen Jurnalci Niyazi nam şahsın kavl-i mücerredi hainesinden ibaret bulunan müftereyat-ı terviç ile birçok zevatı hamiyet sımatın perişanisini mucip olan ve evvelki gün heyette kıraat edilen mazbata suretinde yazılı imza Ömer Rüştü ve Etem Paşalar hazeratının elyevm Âyan azalığında bulunduklarında Kanun-i Esasi’nin 61. Maddesine nazaran mazbata-i mezkurenin tanzim-i hidematı memduhadan ise, Âyan azasının lâyen’azil olmak hakkından bilistifade ipka ve aksi hâlinde icabının tayin ve icrası hususunda Heyet-i Muhteremce bilmüzakere karar itasını teklif ederim.”[91 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 1, 18.12.1324, s. 580.]
Safvet Yetkin’in Osmanlı Mebusan Meclisindeki kayıtlara geçen ilk konuşması ise Dagavaryan Efendi’nin verdiği bir istizah takriri ile ilgilidir. Yetkin, söz konusu takririn kabulü veya reddi yönünde müzakere yapılmasının gerektiğini ancak amaçtan şaşarak bir sürü alakasız söz söylendiğini belirtmiştir. İlaveten, konuşmacılar sadece amaç dâhilinde konuşsaydı birinci celsede konunun çözülebileceğini ancak gereksiz konuşmalar yüzünden ikinci celsede de aynı konunun tartışılacağını ifade etmiştir. Yetkin ayrıca, Dagavaryan Efendi’nin takririnin bir istizah takriri olduğunu, bu istizahın şimdi sırası mı yoksa değil mi konusunun gereğinden çok tartışıldığını, Lütfi Bey’in kabinesinin kendini feshettiği için istizahın yapılamayacağını ifade ettiğini ancak eğer kabine kendini feshettiyse bile vekâleten işleri yürüttüğünü ve istizahı da yapması gerektiğini, bu yüzden takririn kabulü için oylama yapılmasını teklif ettiğini söylemiştir.[92 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 1, 21.01.1325, s. 428.]
Safvet Yetkin’in, Mebusan Meclisinin 23.12.1325 tarihli oturumunda yaptığı bir konuşma, Ali Muta Efendi’nin milletvekilliğinin düşürülmesi hakkındadır. Yemen Milletvekili Ali Muta Efendi’nin hastalığından dolayı uzun süre meclise katılmamasının ardından meclise verdiği bir tahsisat teklifine binaen mecliste tartışma yaşanmış, bazı vekiller, üç aydan uzun süre meclise katılmayan vekillerin, vekilliklerinin düşürülmesi gerektiğini söyleyerek Ali Muta Efendi aleyhine konuşmalar yapmıştır. Bunun üzerine Safvet Yetkin:

“Yemen Mebusu Ali Muta Efendi’nin Meclisi Âliye vuku bulan teklifine dair verilecek kararımızda kanuna mutabık olmak icap eder. Bu zat hakkında Halit Efendi tarafından vuku bulan mütalaa, sırf bu zatın şahsına ait olmakla, bendeniz bunu kanunun haricinde görüyorum. Evvelce bu zat hacca gitmek için mezuniyet istemiştir. Şimdi bu zatın hastalığından bahsolunuyor. Hasta olduğunu doktor raporu ile ispatlıyor. Eğer bu adam hasta olmasaydı Hicaz’a gidecekti, yine mezun olacaktı. Hasta oldu, Hicaz’a gidemediği ile de sabit olunuyor. Biz de hüsnü zan ile memuruz. Hususiyle bu, doktorun raporuyla da müeyyettir ve bir mebusun da yalan söylemesine ihtimal vermeyiz. Tahsisat meselesi bu meselenin haricindedir. Mademki evvelce mezun idi ve şimdi hastalığı da sabit oluyor, o hâlde emsali misillü bu adama mezuniyet verilmesi reyindeyim.”[93 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 1, 23.12.1325, s. 464.]
Şemsettin Efendi isminde bir memurun haksız yere görevinden alındığı iddiasıyla meclis encümenine başvurmasının ardından, 02.01.1325 tarihinde mecliste bir yetki tartışması vuku bulmuştur. Bunun üzerine Safvet Yetkin, okunan dosyanın içeriğine bakıldığında başvuruda bulunan kişinin haklı, Evkaf Nezaretinin ise haksız olduğunun anlaşıldığını, konunun kanunlara uygun bir şekilde halledilmesinin gerektiğini, her bir Osmanlı vatandaşının Mebusan Meclisine müracaat etme hakkının bulunduğunu ancak bu hakkın öncelikle yetkili olan müracaat mercine yapılıp oradan sonuç alınamadığında yapılabileceğini ancak söz konusu dosyaya göre yetkili merciye müracaat edilmediğini belirtmiştir. Yetkin ilaveten, yetkili merciye müracaat edilseydi oradan sonuç çıkmayınca kanuna uygun bir şekilde konunun meclise intikal edeceğini ve istizah yoluyla meselenin araştırılacağını söyleyerek dosyanın hıfzını teklif etmiştir.[94 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 1, 02.01.1325, s. 538.]
Safvet Yetkin’in bir başka konuşması ise, 26.01.1325 tarihli meclis oturumunda tartışılan, Âyan Meclisinden Yorgiyadis Efendi’nin söylediği sözler yüzünden Mebusan Meclisinden özür dilemesine yönelik talebin Âyan Meclisine iletilmesi meselesiyle ilgilidir. Yetkin, konu hakkında şu sözleri söylemiştir:

“Gerek Mebusan Heyeti ve gerek Âyan Heyeti olmak üzere bu iki heyet-i muhteremenin mevkileri gayet âlidir. Kuvve-i Teşriiyeyi teşkil eden bu iki heyeti muhteremedir. Bunların mevkileri şu suretle âli olduğuna nazaran bunlardan bir kusur sudur ederse her ne kadar küçük olsa da mevkilerinin ehemmiyetine nazaran o kadar büyüktür. Binaenaleyh, Yorgiyadis Efendi’nin tefevvühâtı hakikaten millete karşı büyük bir tecavüzdür. Fakat mensup olduğu heyet, sözünün geri alınmasına bir karar vermiştir. Bu, kendi mensup olduğu Heyeti Âyana karşı muhalefet etmiş. Bizim yapacağımız bir şey varsa Heyeti Âyan Riyasetinin verdikleri kararın şerefini muhafaza etmek üzere bir temennide bulunmaktan ibarettir. Binaenaleyh, Heyet-i Muhteremeye teklif ederim ki Heyet-i Âyanın Yorgiyadis Efendi’ye karşı vermiş olduğu kararın şerefini muhafaza etsin. Eğer bu şeref, muhafaza edilmezse o vakit Vasfi Efendi biraderimizin mütalaatına tamamıyla iştirak edelim.”[95 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 2, 26.01.1325, s.199.]
Safvet Yetkin’in söz söylediği başka bir konu ise Mebusan Meclisinin yetkileri ile alakalı 30.04.1325 tarihli bir meclis tartışmasıdır. Dâhiliye Nezaretinin, Sadrazam’a yazdığı mektupta bir hususun araştırılması için Adana’da incelemede bulunacak İcra Heyetinin yanına meclisi temsilen iki vekilin verilmesi istenmiştir. Bunun üzerine bazı milletvekilleri, Mebusan Meclisinin görevlerinin Kanun-i Esasi’ye dayandığını, meclisin görev tanımında olmasa dahi teftiş amacıyla meclisi temsilen bazı vekillerin çeşitli yerlere gönderilebileceğini iddia ederken, bazı vekiller bu durumun kanuna aykırı olduğunu savunmuştur. Safvet Yetkin ise İcra Kuvvetinin mesuliyet almasının gerekliliği hakkında konuşulduğunu ancak meclisten seçilecek olan vekillerin duruma müdahale etmeyerek tarafsız bir şekilde sadece gözlem yapacağını, herhangi bir fiilî müdahalenin söz konusu olmayacağını söylemiştir. Yetkin ayrıca, vekillik sıfatının yalnız tarafsızlıktan ibaret olduğunu, gidecek olan vekillerin ise vekillik isminin hakkını vermek amacıyla gitmesi gerektiğini ve oradaki heyete nezaret etmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Vekilliğin bu demek olmadığını iddia eden vekillere ise cevap olarak, önceki günlerde Yıldız’daki araştırmada paranın hesabını kontrol etmek ancak fiilen müdahale etmemek üzere gönderilen vekilleri hatırlatan Yetkin, durumun bundan farksız olduğunu ve Adana’ya gidecek olan vekillerin de sadece nezaret edeceğini belirtmiştir.[96 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 30.04.1325, s.399.]
Yetkin, 06.05.1325 tarihli meclis oturumunda tartışılan Matbuat Kanunu’na bir ilave yapılmasını talep etmiştir. Söz konusu kanunun 19. maddesinde[97 - Madde 19 –Memalik-i Osmaniye’de tanınmış olan edyan ve mezahipten birini tezyif yahut tahkir yolunda neşriyat vaki olursa müdir-i mesul ve sahibi makale bir aydan bir seneye hapis ve her birinden yirmi Osmanlı altınından yüz altına kadar cazay-ı nakdi ahzolunur.] yer alan bazı ifadeler, mecliste önemli tartışmalara sebep olmuş; maddedeki birçok ibareye itiraz edilmiştir. Söz konusu madde ise şu şekildedir:
Bu maddeye Safvet Yetkin’in şu şekilde bir ilave talebi olmuştur:

“Bu maddede tezyif kelimesinin manası gayet şümullü olmak itibarıyla, maddenin heyeti mecmuası fikrime kalırsa burada mahzur var. Kanun-i Esasi mucibince Devlet-i Aliyye’nin dini resmen Din-i İslam’dır. Hâlbuki Din-i İslam yetmiş üç mezhebe münkasemdir. Mezahip arasında binlerce kütüb-ü diniye ve akaidiye yazılmıştır. Ve bu da memalik-i mütemeddinenin her yerinde kabul edilmiş olan serbest-i edyan ve mezahibin muktezeyatındandır. Biz, bu meselede mübahesat ve münazerat-ı diniyeyi müstesna tutmalıyız. Fenni münazaranın usul ve adabına riayet şartıyla mütaleat ve münazarat-ı diniye müstesna demeliyiz. Bu cümlenin ilavesini teklif ediyorum.”[98 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 06.05.1325, s. 563-564.]
Safvet Yetkin’in bu önerisine, kendisinden sonra söz alan birçok vekilden de destek gelse de kendisinin teklifi kabul edilmemiştir.
Tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen hadisenin ardından Mustafa Kemal Paşa, Hareket Ordusu’yla birlikte İstanbul’a gelerek durumu kontrol altına almıştır. Bu hadiselerin yaşandığı dönemde Yıldız’daki evrak deposundaki belgelerin sınıflandırılması ve düzenlenmesi için meclisin yetkili kılınmasına dair Hareket Ordusu Kumandanlığına yazı gönderilmesine yönelik bir takrir verilmiştir. Söz konusu takrir hakkında yapılan tartışmada ise Safvet Yetkin, bahsi geçen işin Kuvve-i İcraiyeye ait olduğunu bu yüzden meselenin yetkili makama yazılması gerektiğini ifade etmiştir.[99 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 14.05.1325, s. 748.]
Safvet Yetkin’in 27.05.1325 tarihli meclis oturumunda yaptığı konuşma ise diğer kurumlardan izahat istendiğinde en az hangi dereceden memurların izahat için meclise gelmesi gerektiği hakkındadır. Menteşe Vekili Halil Bey’in, meclis bir izahat istediğinde Şeyhülislam’ın üçüncü veya dördüncü dereceden ve konuya yeteri kadar vâkıf olmayan memurları gönderdiğini, meclis olarak daha yetkili kişilerden kapsayıcı bir izahat almanın hakları olduğunu ifade etmiştir. Meclisteki birçok vekil Halil Bey’in bu teklifine katıldığını belirten ifadeler kullanmıştır. Bunun üzerine, tartışmaya dâhil olan Safvet Yetkin:

“Vükeladan biri istizaha davet olunduğu zaman üç türlü salahiyet verilebilir. Ya bizzat bulunacak, cevap verecek, ya rüesa-yı memurinden birini gönderecek veyahut mesuliyeti üzerine alarak tehir edecek. Bu üçüncü kısım en ziyade tadile muhtaç kısımdır. Biz bunu böyle bila kayd-ü şart kabul etmemeliyiz. Kâmil Paşa meselesinde bunun tecrübesi geçmiş idi. Olur ki vükeladan birisi yahut Kabine Reisi vatana gayet muzır bir teşebbüste bulunur, bir meseleye teşebbüs eder. Biz istizaha talip olduğumuz vakitte bu üçüncü salahiyetten istifade ederek mesuliyet bana aittir der, tehir eder. Biz o vakit ne yapabiliriz?”
Bu soruyu Tokat Vekili İsmail Paşa’nın “Azlederiz.” diyerek cevaplamasının ardından Yetkin: “Bunun için, bu üçüncü kısımda mesuliyeti üstüne alıp da cevabı, tehir etmek salahiyetini Mebusan Meclisinin muvafakati şartıyla olmak üzere demeliyiz. Tadil edilmeli.”[100 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 4, 27.05.1325, s. 242.] şeklinde düşüncelerini ifade etmiştir.
Meclisin 06.06.1325 tarihli oturumunda, cemiyetler ile ilgili nizamname görüşülürken, Safvet Yetkin söz alarak mevcut kanun teklifi ile ilgili görüşlerini ifade etmiştir. Yetkin, eğer kanun teklifi kabul edilecek olursa Allah’ın insanlara ihsan ettiği bazı kutsal hakların ihlal edileceğini çünkü cemiyetlerin insan hukukundan doğduğunu belirtmiştir. Belli bir sayıdaki kişinin bir araya gelerek bir cemiyet oluşturup, bir işle meşgul olmalarının oldukça doğal bir hâl olduğunu ancak bu cemiyetlerden üretim ruhsatı istenirse cemiyetin oluşumunun güç bir hâle geleceğini ifade etmiştir. Yetkin ayrıca, üretim ruhsatının sadece üretim yapan cemiyetlerden istenmesi gerektiğini, ruhsat alabilmek için zaten cemiyetin önceden oluşmuş olması gerektiğini ve bu yüzden de kanun teklifinin kabul edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Lütfi Bey’in Fransızlar ile Osmanlıları kıyaslayarak Osmanlı’nın henüz yeterince gelişmediğini söylemesine de tepki gösteren Yetkin, Osmanlıların da insan gibi yaşamak adına yeterince geliştiklerinin göstergesinin, içinde bulundukları meclis olduğunu ifade etmiştir.[101 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 4, 06.06.1325, s. 495-496.]
Kapsayıcı bir kanun olan Cemiyetler Kanunu’nun diğer maddeleri ile ilgili görüşmelerde ise Yetkin, cemiyetler oluşur oluşmaz cemiyetlerden bir beyanname istenmesine karşı çıkmış, bir cemiyet oluşturulduğunda öncelikle kendisinin amacı ve programını belirlemek gibi işlerinin halledildiğini, bunu yapmadan bir beyanname veremeyeceğini söylemiştir. Yetkin ayrıca, bir cemiyetin beyannamesinde yazması gereken, cemiyetin programı, amacı ve merkezî yönetimi gibi bilgileri daha kurulmadan veremeyeceği gibi bunları vermesinin de öyle bir iki gün süren bir iş değil, daha çok vakit gerektiren bir iş olduğunu vurgulamıştır. Yetkin bununla birlikte, bir cemiyetten beyanname talep etmeden önce en az on beş gün kadar bir vaktin cemiyete verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.[102 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 13.06.1325, s. 29.]
Mebusan Meclisinin 09.07.1325 tarihli oturumunda, padişaha hitaben yazılacak olan bir teşekkür mektubunun içeriğindeki bazı kelimelere ilişkin, Safvet Yetkin söz alarak şunları söylemiştir:

“Heyet-i Muhteremenin malumudur ki bu bir ariza-i teşekküriyedir. Bu ariza-i teşekküriye ise zat-ı şahanenin buraya teşrif buyurup da nutk-u hümayuna karşı Heyeti Umumiyemiz tarafından yazılan teşekkürnamedir. Hâlbuki bunun serapa meali 10 Temmuz ve 14 Nisan inkılaplarının gayet beligane yazılmış bir tarihidir. Hâlbuki burada, zat-ı şahane tarafından millete karşı en büyük iltifat, vücud-u hümayunu ile Makam-ı Riyaset’e gayet büyük ve gayet âli bir şeref bahşetmiş olmasıdır. Geçen de takdim ettiğim takririmde ondan bahsederek gerek Meclis-i Mebusanın ve gerek dolayısıyla bu iltifata nail olduğundan dolayı bütün Osmanlı milletinin hissiyat-ı şükraniyesinin ilave edilmesini teklif etmiştim. Heyet-i Muhteremenin bunu nazar-ı dikkate almasını rica ederim.”[103 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 09.07.1325, s. 489.]
Safvet Yetkin’in dâhil olduğu bir tartışma da 1327 yılının Evkaf Nezareti Bütçe Kanunu görüşülürken cereyan etmiştir. Bursa Vekili Ömer Fevzi Efendi ile Konya Vekili Zeynel Abidin Efendi oldukça uzun süren bir tartışmaya girişmişlerdir. Tartışma genel olarak bütçe kanununun birçok maddesini ilgilendirse de önemli görüş ayrılıkları, vakıflara harcanacak olan parayı harcayacak kişilerin yetkisi ile ilgilidir. Safvet Yetkin ise Zeynel Abidin Efendi’nin fikirlerine karşı çıkmış ve tartışmaya dâhil olmuştur. Yetkin, öncelikle Konya Vekili’nin dediklerini özetleyerek, Zeynel Abidin Efendi’nin, Evkaf Bütçesi’nin İslam’ın şeri kurallarına muhalif olduğunu, bunu kabul eden meclisin de İslami kurallara muhalif olduğunu ima ettiğini belirtmiştir. Yetkin, tam aksine Zeynel Abidin Efendi’nin itirazının İslam’a muhalif olduğunu ve bunu ispat edeceğini söylemiştir. Ortalıkta sadece yardım ve hayır amacıyla kurulmuş olan birçok vakıf olduğunu ve bunların masraflarının hükûmetin ve meclisin kararlarıyla karşılanmasının gerektiğini ifade etmiştir. Yetkin ayrıca, Zeynel Abidin Efendi’nin, vakıflardan alınan paralarla birtakım memurların maaşlarının ödenmesinin yanlış olduğunu belirtmesinin üzerine, bu sözlerin doğrudan Kur’an-ı Kerim’e muhalefet etmek olduğunu söylemiştir. Yetkin’in bu sözünden sonra mecliste büyük bir gürültü kopmuş ve tartışmalar sertleşmiştir. Sözlerine devam eden Yetkin, sadaka ile ilgili bir ayeti okumuştur:

“Sadakatın mahali mesarifatı yegân yegân tadat edildiği hâlde, sadakatın üzerine memur olanların da sarfiyatta hakları salahiyetleri vardır.”[104 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 2, 24.01.1326, s. 572-573.]
Diğer vekillerin itirazlarına aldırmadan sözlerine devam eden Yetkin, söz konusu kanunun hangi maddesinde vakıflar ile ilgili şeri hükümlere muhalefet olduğunu anlayamadığını ifade etmiştir.
28.04.1326 tarihli meclis oturumunda konu yeni vilayet olacak bazı yerleşimlere gelmiştir. Birçok milletvekili kendi bölgeleri ile ilgili görüşlerini dile getirince Safvet Yetkin de Antep’in vilayet olmasının Urfa’ya ne gibi etkilerinin olacağını ayrıntılı bir şekilde açıklamak için söz almıştır. Yetkin, açıklamasında şu sözlere yer vermiştir:

“Teşkilat hakkında rüfeka-yı kiramın bazısı tarafından vuku bulan itirazattan ve Dâhiliye Nazırı ile Sadrazam Paşa hazretlerinin beyanatından bütçeye tesiri olacak teşkilatın bütçesi behemehâl Meclis-i Mebusandan geçirilmesi lazım olduğu anlaşıldı. Şu münasebetle mevzu-u müzakere, teşkilata müteallik olduğu için, sadet dâhilinde, Urfa’ya müteallik bazı maruzatta bulunmak istiyorum.
Urfa Sancağı’nın birçok kabail ve aşair ile meskûn olduğu ecilden Devr-i Sabık’ta bile müstakillen bir liva hâline ifrağına Hükûmet-i Mahalliye tarafından çok defalar müracaat olunmuş idi. Her nasılsa, o zamanlar nazar-ı ehemmiyete alınmadı. Meşrutiyet’in ilanından sonra Hükûmet-i Mahalliye tarafından vuku bulan müracaat ve Urfa Mebusları tarafından verilen takrirler üzerine Hükûmet-i Meşrutaca nazar-ı dikkate alınarak, tahsisat-ı hazırası ile yani 1325 senesindeki tahsisatıyla müstakillen bir liva hâline ifrağına İrade-i Seniyye şeref – sadır oldu. Zannederim ki, bunun bütçe üzerinde hiçbir tesiri olmadığından dolayı, Heyet-i Umumiyeden geçmesine lüzum yoktur. Çünkü müstakil bir liva olması hasebiyle, tahsisat-ı hazırası ile olmuştur. Fazla bir masarif istemiyor. Ancak, Antep kazasının livaya tahvili münasebetiyle Urfa’nın irade-i mülkiyyesi nokta-i nazarından pek büyük tesir hasıl olmuştur. Urfa’nın dört kazası vardır; Birecik, Rumkale, Harran ve Suruç’tur. Bu dört kazanın en memuru Rumkale ve Birecik’tir. Harran ve Suruç kabail ile meskundur. Hatta Harran kazasında şimdiye kadar bir hükûmet konağı bile yapılmamıştır. Memurin-i Hükûmet seyyar bir hâldedir. Antep’in livaya tahviliyle Birecik ve Rumkale’nin Antep’e ilhakı tasavvur olunuyor. Teşkilatta müteallik ve binaenaleyh sadet dâhilinde söylüyorum. Hâlbuki bu, Urfa’nın dâhilinde bulunan Birecik ve Rumkale kazaları, eğer Antep kazası liva olup da ona ilhak edilecekse maruzatımı nazar-ı dikkate almanızı temenni ederim. Çünkü o hâlde, Urfa’nın idare-i mülkiyesinin bir hercümerce düçar olması mucip olur.
Mesela, Urfa Liva Merkezi’nde birtakım müessesat-ı nafia vardır ki bunun karşılığı, Birecik kazasıyla temin edilmiştir. Mesela, bir Guraba Hastanesi vardır ki dört bin lira ile vücuda gelmiştir. Beş yüz lira, Birecik varidatından karşılığı vardır. Eğer Antep’in livaya tahvilinde sarfı-i nazar edilecek olursa hudud-u kadimesi muhafaza edilecektir. Bir şey demeye hakkım yoktur. Fakat bu iki kazanın Antep’e verilmesi icap ederse, bu cihetler nazar-ı dikkate alınaraktan Teşkilat Kanunu yapılıncaya kadar Urfa’nın halihazırda mevcut olan hudut ve kazalarının kemakan ipkasını temenni ederim. Yani, Kuvve-i İcraiyye’nin bu cihetleri nazar-ı dikkate almasına dair Heyet-i Muhteremenizce karar verilmek üzere bir takrir yazdım. Heyet-i Muhteremeden bunu temenni ederim.”[105 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 28.04.1326, s. 115-116.]
Safvet Yetkin’in, 11.05.1326 tarihli bir meclis oturumunda, Kanun-i Esasi’nin tefsir edilmesi ile ilgili bir tartışmada söz aldığı görülmektedir. Kanun-i Esasi’de yer alan, milletvekillerinin seçildiği bölgenin yerlisi olması hususu ile ilgili çıkan tartışmada milletvekilleri, bir yerde ne kadar süre ikamet edince oranın yerlisi olunacağı konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazı vekiller beş sene geçmesi gerektiğini savunurken, bazı vekiller çok daha kısa sürelerin yeterli olacağını savunmuştur. Safvet Yetkin ise bu tartışmaya farklı bir açıdan yaklaşmıştır. Yetkin, tartışma ile ilgili belirli bir süre söylemek yerine Kanun-i Esasi’de yerli olarak kabul edilme şartı net olarak verilmediği için, bir kişinin bir yere nakil yaptırmasından kaç sene sonra yerli sayılacağını veya bir sürenin geçmesinin gerekip gerekmediğini söylemenin zor olduğunu ve bunun yetkili mercilerce tefsir edilmesi gerektiğini söylemiştir. Yetkin ayrıca, Mebusan Meclisi’nin, kanun tefsir etmeye yetkisinin olmadığını, bu yetkinin Âyan Meclisinde olduğunu söyleyerek, kanunun Âyan Meclisinde tefsir edildikten sonra Mebusan Meclisine gelmesinin, burada o tefsir uyarınca bir karar verilmesinin daha doğru olacağını belirtmiştir.[106 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 11.05.1326, s. 438.]
Safvet Yetkin’in, Mebusan Meclisinin yetki ihtilafıyla ilgili konuşmalarına bir başka örnek ise Âyan Meclisinin bütçe düzenleme yetkisi ile ilgilidir. Muvazene-i Maliye Encümeni’nin,[107 - Mali Denge Encümeni] Âyan Meclisinin bütçesinin düzenlenmesi ile ilgili birtakım çalışmalar yapması üzerine ortaya çıkan yetki ve ihtilaflarla ilgili tartışmalara katılan Yetkin, şu sözlerle herhangi bir ihtilaf olmadığını anlatmaya çalışmıştır:

“Hallaçyan Efendi’nin mütalaatı hakikaten Kanun-i Esasi dairesindedir. Kanun-i Esasi’nin sarahati iktizasınca müfredat cetvellerinin de bütçede merbut olması lazımdır, bizim bu devre-i içtimaiyede bütçeler hakkında icra ettiğimiz müzakeratta bu şartlara tamamıyla riayet edilmiştir. Çünkü Hallaçyan Efendi’nin buyurduğu gibi müfredat encümenimizde mevcuttur. Muvazene Encümeni ile bizim ve Heyet-i İdaremiz arasındaki ihtilafa gelince: Bendeniz esas itibarıyla bir ihtilaf görmüyorum. Çünkü, malum-u âliniz olduğu veçhile, Meclis-i Mebusan, kendi Nizamname-i Dâhiliyesine hâkimdir. Muvazane-i Maliye Encümeni, nasıl bizim müntahabımız ve tarafımızdan bütçenin tetkikatını icraya memur bir heyet ise Heyet-i İdaremiz de evvelemirde kendi tarafımızdan müntahap bir heyettir. Eğer biz tarafımızdan müntahap olan bir Heyet-i İdarenin, Meclis-i Mebusanın bütçesini tetkik eylemesini kabul eder ve onunla iktifa edersek, Kanun-i Esasi’nin ve Nizamname-i Dâhilinin ahkâmı yerini bulmuş olur. Eğer bu salahiyeti verirsek ki bu salahiyeti vermek bizim kararımıza mütevakkıftır fakat bu salahiyeti Heyet-i İdareye vermekle hiçbir zaman Heyet-i Âyan bütçesinin müfredatıyla beraber Meclis-i Mebusandan geçmemesini istilzam etmez. Çünkü bu salahiyeti biz Heyet-i İdaremize verebiliriz. Fakat hiçbir zaman Meclis-i Âyanın Heyet-i İdaresine veremeyiz. Binaenaleyh, bendeniz Muvazene-i Maliye ile Heyet-i İdaremiz arasında bir ihtilaf görmüyorum. Heyet-i İdare’nin teklifini kabul ettiğimiz hâlde, Heyet-i Âyan hakkında eski fikrimizde ısrar ederiz.
Meclis-i Âyanın kendi bütçelerinin müfredatın, müfredat cetveli merbut olarak Meclis-i Mebusana vermekten imtina etmelerini bendeniz gayet garip görüyorum. Çünkü Meclis-i Âyanın bu muamelesini Kanun-i Esasi’ye mugayir buluyorum. Hâlbuki Meclis-i Âyanın esasen Kanun-i Esasi mucibince teşekkülü Kanun-i Esasi’nin muhafazası esasına müstenittir. Böyle olduğu hâlde, bu suretle muhalefetleri pek garip bir hâl teşkil ediyor. Kanun-i Esasi’nin doksan sekizinci maddesinde bütçe, yani Muvazene-i Umumiye Kanunu, Meclis-i Umumide madde madde tetkik ve kabul olunur ilahiri deniliyor. Bu sarahate karşı Meclis-i Âyanın müfredatı vermekten imtina etmesine bendeniz hiçbir mana veremiyorum. Eğer Meclis-i Âyanın muhassasatı devletin masarafat-ı umumiyesine dâhil değilse doğrudur, haklar vardır. Kanun-i Esasi’nin bu maddesi ona şamil olamaz. Fakat devletin masraf-ı umumiyesine dâhil olduğu hâlde Meclis-i Âyan herhâlde kendi bütçelerinin müfredatını, şamil bir cetveli Meclis-i Mebusan’a takdim etmelidir. Bu zaruri ve mecburidir.”[108 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 2, 07.07.1330, s. 481-483.]
Urfa Vekilleri Safvet Yetkin ve Mahmut Nedim, 18.04.1327 tarihli meclis oturumunda, Urfa’daki orman memurları için ayrılan ödenek ile bir ziraat deposu yapılması için bir önerge vermişlerdir. Söz konusu takriri izah etmek için söz alan Safvet Yetkin; Heyet-i Hükûmetin, orman memurları için ayrılan bütçe dâhilinde 48 bin kuruş tahsisat yapılmasını teklif ettiğini ve bunun encümen tarafından da kabul edildiğini hatırlatarak, Urfa’da içinde orman bulunduran birtakım dağların olduğunu ve bunlardan da yararlanılabileceğini ifade etmiştir. Yetkin ayrıca, söz konusu dağların, aşiretlerin dolaştığı yerler olduğunu, aşiretlerin bir yere iskân edilmediği müddetçe bu ormanlardan yararlanmanın çok zor olacağını belirtmiştir. Safvet Yetkin, bu duruma çözüm olarak Urfa için ayrılan 48 bin kuruş ödeneğin çok da yararı olmayan işlere sarf edilmesi yerine, Urfa’nın oldukça ihtiyaç duyduğu bir ziraat deposu için harcanmasını bakanlığa önceden teklif ettiğini ve bu teklifin encümen tarafından kabul edildiğini ifade etmiştir. Urfa’nın toplam nüfusunun iki yüz bin olduğunu ve bu nüfusun neredeyse tamamının geçimini tarımdan kazandığını belirten Yetkin, arazinin oldukça verimli olduğunu, eğer bir ziraat deposu yapılırsa hem yöre halkının hem de devletin bu durumdan istifade edebileceğini, söz konusu talebin encümen tarafından kabul edildiğini ve heyet tarafından da kabul edilmesini istediğini söylemiştir.[109 - Orman ve Zirai Bütçesi’nin üçüncü faslının birinci maddesinde Urfa Livası namına encümen tarafından 48 bin 600 kuruş kabul edilmiş ise de elyevm Urfa’da orman namına yalnız Tektek Dağı denilmekle maruf bir dağ var ise de haymenişin aşair ile muhat olduğundan ve esasen ağaçları keresteye gayrisalih bulunduğundan, tahsisat-ı mezkûreden bir gûna istifade edilemeyeceği ve Urfa arazisinin kuve-i inbatiyesi adim-ül-imkan olduğu halde alet ve edevat-ı ziraiyeden külliyen mahrum bulunmakta; merkezi livada bir ziraat deposunun tesisi, gerek ahali ve gerek hazinece menafi-i mühimmeyi temin edeceği cihetle mezkûr 48 bin kuruştan Urfa ve Birecik merkezlerinde biri 400 ve diğeri 300 kuruş maaşla birer orman memuru tahsisatı olarak 7.800 kuruşun ipkasıyla mütebaki 40.200 kuruşun beşinci faslın dördüncü maddesine nakliye ziraat deposu ve alet-i ziraiyyeye sermaye ittihaz olunmasına Heyet-i Muhteremenin kararını temenni eyleriz. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 6, 18.04.1327, s. 74-81.]
23.04.1327 tarihinde, mecliste yapılan bütçe görüşmeleri esnasında, Konya Vekili Mustafa Asım Efendi’nin beraberindeki arkadaşları ile verdiği bir takrirde, Meclis Başkanı’nın da diğer milletvekilleri gibi bir vekil olduğu ve maaşına şimdiye kadar yapılan fazladan tüm zamların Kanun-i Esasi’ye aykırı olduğu iddia edilmiştir. Söz konusu takrirle ilgili çıkan tartışmada Safvet Yetkin söz alarak, müzakerenin yöntemi ile ilgili bir itirazda bulunmuştur. Meclis ilk açıldığında Sadrazam’ın; meclisin süresine yönelik beyan etmiş olduğu vakte 5-10 gün kala, bu bütçenin görüşmelerinin bir sonuca varması gerektiğini, padişahın meclisten beklentisinin yazılı olarak meclise iletildiğini hatırlatmış ve tartışmanın yöntemi bu şekilde devam ederse, bütçe görüşmelerinin söz konusu süreye kadar sonuçlanamayacağı konusunda vekilleri uyarmıştır. Yetkin ayrıca, Konya Vekili Mustafa Asım Efendi ve arkadaşlarının verdikleri takrir ile ilgili yapılan tartışmaları vakit kaybı olarak gördüğünü, hem Âyan hem de Mebusan Meclislerinin verdikleri kesin kararlar ile iki meclisin de başkanlarının maaşlarının belirlendiğini ve burada Kanun-i Esasi’ye aykırı bir durum olmadığını ifade etmiştir. Verilen takririn Kanun-i Esasi’ye aykırılık olarak verilmek yerine, başkanın maaşının azaltılması talebi olarak verilmesi hâlinde, bir müzakere yapılıp karar verilebileceğini söyleyen Yetkin, içinde bulundukları durumun bir vakit kaybı olduğunu yinelemiştir. Diğer vekiller de Yetkin’in söylediklerini onaylayıcı şeyler söyleyince, Yetkin kalan süreyi iyi değerlendirerek padişahın talebini yerine getirmeleri gerektiği konusunda meclisi tekrar uyarmıştır.[110 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 6, 23.04.1327, s. 235.]
Safvet Yetkin, 04.05.1327 tarihli meclis oturumunda, Urfa’daki bazı memurluklar için ayrılan bütçe hakkında Dâhiliye Nezareti’ne başvurduklarını ancak buradan yapılan teklifin encümen tarafından kabul edilmediğini şu sözlerle anlatmıştır:

“Efendim, vaktimiz daraldığı için muhtasaran arz edeceğim. Elviye-i müstakileden Urfa Livası Tahrirat Kalemi Dairesi ile Nüfus Memuriyeti Dairesinin memurları diğer elviye-i müstakileye nispetle pek aşağı bir derecede bulunduğundan, Hükûmet-i Mahalliyeden Dâhiliye Nezaretine vuku bulan müracaat üzerine Dâhiliye Nezareti, bütçeye min haysül mecnu 1.300 kuruş ithalini teklif etmiş ise de encümen tarafından kabul edilmemiştir. Hâlbuki elviye-i müstakille arasında Kuds-ü Şerif Sancağı’ndan sonra en birinci derecede kesret-i muamelat cihetiyle Urfa Sancağı geliyor. Hatta bu katiplerin, gece saat dörde, beşe kadar çalıştıklarını bendeniz gözümle gördüm. İstenilen, bir zam değildir, emsali misillû gerek Nüfus Dairesine ve gerek Tahrirat Dairesine şehrî 1.300 kuruş zamdan ibarettir. Bu bapta bir takrir de veriyorum. Liva Meclis-i Umumisinden, Makam-ı Riyasete bir telgraf gönderilmiştir. O telgrafı da takdim ediyorum.”[111 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 6, 04.05.1327, s. 630.]
29.05.1330 tarihli meclis oturumunda, ülkenin bazı kesimlerinde yaşanan çekirge istilasına karşı önlem almak üzere müzakere edilen kanun teklifi ile ilgili tartışmalara çok sayıda milletvekili iştirak etmiştir. Safvet Yetkin ise söz konusu kanunun ikinci maddesi ile ilgili bir itirazını dile getirmiştir.[112 - Madde 2 – Çekirge zuhur eden ve tohumu görülen mahallerde, talimat-ı mahsussası mucibince teşekkül edecek komisyonlar, mezkûr talimat ahkamına tevfikan muamelat-ı mukteziyyeyi ifa ile mükelleftirler. Mevadd-ı atiyyede gösterildiği veçhile, amele ve çiftlerin sevki için komisyonca sevk olunacak memurin-i zabıtanın, âdem-i kıyafeti takdirinde, zabitan-ı askeriyeden lüzumu kadarı muvakkaten bu hizmette istihdam olunacak ve kendilerine maaş ve muayyenatlarının bir misli, nakden çekirge tahsisatından verilecektir. Mezkûr komisyon azası meyanında memur olmayanlara beher içtima için bir çeyrek lira aynı tahsisattan ita olunacaktır.]
Safvet Yetkin, bu maddedeki “talimat-ı mahsusa” ibaresinin karışıklığa sebep olabileceğini iddia etmiştir. Bu talimat-ı mahsusayı kimin yapacağını soran Yetkin, sorduğu soruya kendisi cevap vererek, bunu meclisin yapacağını ve çekirge istilası olan yörelerdeki yetkililere gönderileceğini söylemiştir. Yetkin, bu durumda önemli bir sakınca olduğunu, ülkede iklim çeşitliliğinin yüksek olduğunu, her yörenin kendi farklı iklimi uyarınca ayrı birtakım tedbirler almasının gerekebileceğini ifade etmiş ve örnek olarak çekirge itlafı için Aydın’da alınması gereken tedbirlerle Bağdat ve Basra’da alınması gereken tedbirlerin aynı olmayabileceğini vurgulamıştır. Yetkin buna binaen, talimat-ı mahsusayı yerel yönetimlerin inisiyatifine bırakmanın çok daha doğru olacağını, üst komisyonların yalnızca denetleme işlevinde bulunması gerektiğini söyleyerek, diğer maddelerin de bu bakış açısı çerçevesinde ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Yetkin’den sonra söz alan birçok milletvekili de Yetkin’in söylediklerini onaylayıcı konuşmalar yaparak kendisini bu fikrinden dolayı tebrik etmişlerdir.
Diğer yandan, Ziraat Müdürü Vahan Efendi ise Yetkin’in bu teklifinin uygun olmayacağını çünkü talimatnamede komisyonların kimlerden oluşacağı ve itlaf için kaç para sarf edileceği gibi maddelerin yazması gerektiğini, bunun denetlenebilir olması için de üst kademeden bir talimatname yayınlamak gerektiğini söylemiştir. Bunun üzerine tekrar söz alan Yetkin, Ziraat Müdürü’nün sorun olarak gördüğü şeylerin söz konusu kanun için sorun teşkil etmediğini, itlaf ile ilgili bir yol haritası çizerken, mevsimin, iklimin ve bölgenin durumunun göz önünde bulundurulmasının gerektiğini, bu durumun ise ancak her bölgedeki yönetimin kendi koşullarına uygun kararlar alabilecek yetkiye sahip olmasıyla mümkün olabileceğini, bir kanun çıkarıp tüm bölgeler bu kanuna tabi edilirse bu durumun çözüm için pek bir fayda sağlayamayacağını ifade etmiştir.
Bunun üzerine Yetkin, diğer Urfa Milletvekili Edip Efendi ile birlikte bu konu ile ilgili bir takrir vermiştir. Verilen takrirde şunlar yazmaktadır:

“Çekirge itlafı hususunda ittihaz olunacak tedbire dair talimat-ı mahsusa ve mukadderat-ı lazime ittihaz-ı salahiyetinin teşekkül edecek komisyonlara verilmesi üzere ikinci maddenin tadilini teklif ederiz.”[113 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 29.05.1330, s. 227-231.]
Ancak meclisin çoğunluğu Ziraat Müdürü Vahan Efendi’nin sözünü dinlemiş ve takriri kabul etmemiştir.
Günümüzde farklı kategorilere ayrılan şehirler ile ilgili yönetimsel ayrım, Osmanlı Devleti’nde birinci, ikinci ve üçüncü sınıf şehirler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı kazaların sınıfının değiştirilmesi ile ilgili kanun görüşmelerinde, Safvet Yetkin’in konuya birtakım yönlerden müdahil olduğu görülmektedir. Yetkin, bu maddenin sonuna kabulü ile ilgili ayrı bir madde olarak yazılması gerektiğini söylemiştir.
Kirkor Zöhrap Efendi’nin, Aşar Vergisi yüzünden halkın çok sıkıntı çektiğini, halktan en az on milyon lira toplanmasına rağmen hazineye sadece altı milyon liranın geçtiğini, bu yüzden vergi toplama ile ilgili bu yönetimlerde değişikliğe gidilmesi lüzumunu ifade etmiştir. Ayrıca, bu değişikliğin de bazı bölgelerde belirli bir süre tecrübe edilmesinin faydalı olacağını söyleyen uzun konuşmasının ardından söz alan Yetkin; kendisinin tecrübeye lüzum görmediğini, devletin bu vergileri ilk defa almaya başlamadığını, bu vergilerin asırlardır alınan vergiler olduğu için tecrübe için vakit harcamaya ihtiyaç olmadığını düşündüğünü belirtmiştir. Bunun yanı sıra Yetkin, encümenden Maliye Nezaretinin icra edeceği tecrübeleri bir talimat dairesi içinde mi yapacağını yoksa kanun çıkartma yoluyla mı yapacağı konusunda izahat istemiştir. İzahat isteğinin sebebini ise Yetkin, Maliye Nezareti eğer hem kanun çıkartmak hem de çıkan kanunu icra etmek yoluyla yapacaksa arada sorumluluğu olan başka bir kurumun kalmayacağını ve bunun Kanun-i Esasi’ye aykırı olacağını ancak talimat yoluyla yapılacaksa o zaman da bir kanuna gerek olmadığı şeklinde açıklamıştır.
İlerleyen zamanlarda, konuyla ilgili istediği izahatı alamayan Yetkin, mevzuyu tekrar gündeme getirerek, Riyaset Makamı’na bir soru sorduğunu, az önce yaptığı konuşmada encümenden bir izahat talep ettiğini ve bunun unutulduğunu hatırlatmıştır. Meclis Başkanı’nın Yetkin’e kimden izahat istediğini sorması üzerine Yetkin, kendisinden izahat istediğini belirtmiştir. Başkan bunun üzerine Yetkin’e, hükûmet adına mı, vekil sıfatıyla mı yoksa Riyaset adına mı izah istediğini sorar. Yetkin ise hakikat adına istediğini belirtir. Meclis Başkanı bunun üzerine, hükûmet tarafından kanunun esaslarının tatbik edileceğini, müzakerenin uzatılmasına gerek olmadığını ifade ederek oylamaya geçmiş ve konu kapanmıştır. [114 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 02.06.1330, s. 302.]
Tekalif-i Harbiye vergisinin hangi bölgelerden alınacağına dair, 02.06.1330 tarihinde mecliste tartışılan kanun tasarısında Safvet Yetkin, seferberlik zamanında ve seferberliği gerektiren durumlarda, bu verginin nasıl tahsil edileceğinin aslında Kanun-i Esasi’de yazdığını çünkü seferberlik ve seferberlik gerektiren durumların istisnai durumlar olduğunu ve Kanun-i Esasi’de bu minvalde bir kanunun zaten var olduğunu belirtmiştir. Yetkin ayrıca, böyle durumlarda olağanüstü hâl geçtikten sonra, halktan alınan eşyalarının karşılığının halka geri ödenmesi gerektiğini düşündüğünü, seferberlik gerektiren hâl bittikten sonra en geç altı ay içinde seferberliği gerektiren sorunların tamamıyla ortadan kaybolduğunu, Allah’ın yardımıyla bundan sonraki savaşlarda Osmanlı Devleti’nin zafer kazanacağını ancak sonuç ne olursa olsun bu buhranların altı ay içinde etkisinin geçtiğini söylemiştir. Bu yüzden maddenin sonuna, seferberliği gerektiren durumun geçmesinin ardından altı ay içinde halktan alınan eşyaların karşılığının halka geri ödenmesini öngören bir fıkra eklenmesini talep eden Yetkin, diğer vekillerden de destek görerek şu şekilde bir önerge vermiştir:

“Tüccar ve esnaf ve ahaliye verilecek mazbatalarda, alınan levazımatın fiyatı, mezkûr fiyat cetveline göre bilhesap esmasını tasrih edilecek ve seferberlik ile seferberliği icap eden ahvalin zavalî tarihinden itibaren nihayet altı ay zarfında mazbatalar mucibiyle esman-ı sahiplerine tediye olunacaktır suretinde tadilini teklif ederim.”[115 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 02.06.1330, s. 316.]
Söz konusu önerge kabul edilerek encümene gönderilmiştir.
09.06.1330 tarihli meclis oturumunda ise, Hicaz Demir Yolu İdaresinin bütçesi ile ilgili kanun teklifi tartışmaya açıldığında ilk sözü Safvet Yetkin almış ve bütçenin müzakere usulüne yönelik itirazını dile getirmiştir. Birkaç defadır bütçe dengesi ile ilgili bütçelerin, sadece kanun tekliflerinin okunduğunu ancak yalnız meclisin iç tüzüğüne değil, Kanun-i Esasi’ye de aykırı olduğunu ifade eden Yetkin, Kanun-i Esasi’ye göre bu tarz bütçelerin öncelikle fasıllar hâlinde oylamaya sunulmasının, ondan sonra tamamının oylamaya konulup kabul edilmesi gerektiğini söylemiş ve durumun Kanun-i Esasi’ye uygun bir şekilde gelişmesini teklif etmiştir. Diğer vekillerin de Yetkin’in söylediklerini onaylaması üzerine Yetkin, eğer bir hata yapılmışsa hatada ısrar etmemek gerektiğini, Kanun-i Esasi’ye göre hareket etmeye başlamanın daha doğru olacağını vurgulamıştır. Bunun üzerine tartışma fasıllar hâlinde müzakere edilmeye başlanmıştır.[116 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 09.06.1330, s. 420.]
Safvet Yetkin’in fikir beyan ettiği başka bir konu ise, meclisten geçmesi gereken bütçeler ile ilgilidir. Mebusan Meclisinin kapalı olduğu dönemde hükûmet, Hicaz için bir bütçe yapmış ancak söz konusu bütçe Divan-ı Muhasebat[117 - 29 Nisan 1865 tarihinde, devlet harcamalarını denetlemek amacıyla Tanzimat Dönemi’nde kurulan organ. Bugünkü Sayıştayın temelini oluşturmaktadır.] tarafından Kanun-i Esasi’ye aykırı olduğu gerekçesiyle kabul edilmeyerek geri gönderilmiştir. Söz konusu durum ile ilgili söz alan Yetkin ise, Meclis-i Mebusan kapalıyken hükûmet tarafından bir kanun hazırlandıysa bunun daha sonra meclisten geçmesi gerektiğini ancak hükûmetin 1328 senesi bütçesi, Divan-ı Muhasebat tarafından kabul edilmeyince, 1327 bütçesiyle devam etme kararı aldığını, bununla ilgili bir kanun çıkardığını ve bu suretle eski kanunun ortadan kaldırıldığını, bu yüzden 1328 yılı kanunun meclisten geçmesine gerek olmadığını söylemiştir. Yetkin ayrıca, 1327 senesi bütçesi ile 1328 senesini idare etme ile ilgili kanunun ise mutlaka meclisten geçmesi gerektiğini ifade etmiştir. Yetkin’in bu vesileyle Kanun-i Esasi’ye uygun hareket etmek istediği ve meclis kapalıyken çıkan bir kanunun, meclis açılınca mutlaka meclisten geçmesi gerektiğini düşündüğünü söyleyebiliriz. Safvet Yetkin ayrıca, bu konu ile ilgili bir önerge vermiş, verdiği önerge tartışılırken tekrar söz alarak, bir kanun iptal edilip yerine yenisi yapılmışsa iptal edilen kanunu meclisin gündemine getirmenin, meclisi boşa oyalamaktan ibaret olduğunu belirtmiştir.[118 - Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 10.06.1330, s. 440.] Söz konusu önerge meclis tarafından kabul edilmiştir.
Vakıflara ait olan birçok varlığın Vakıf Dairelerine devredilmesi ile ilgili, 10.06.1330 tarihli kanun görüşmelerinde, devir işlemleri için müracaat edenlerden yüzde onluk bir kesinti yapılmasını öngören kanun maddesi hakkında, Safvet Yetkin şu şekilde detaylı bir konuşma yapmıştır:

“Bu madde-i kanuniyyenin fıkra-i ulası, Evkaf Nezaretinin zir-i idaresinde bulunan bilumum varidat-ı vakfiyenin gayet salim ve muttarit bir surette tahsilini temin edecek bir madde-i kanuniyedir. Lakin fıkra-i ahiresi cidden nazar-ı dikkate alınmaya şayandır. Maruzatım hakkında bilhassa Mazbata Muharriri ile Müsteşar Beyefendi’nin nazar-ı dikkatlerini celbederim. Heyet-i Âliyenin malumudur ki, bir defa mütevelli olmak için şeran birtakım şerit ve evsaf vardır. Her kim olursa olsun, o şerait ve evsaf-ı şer’iyyeyi cami olmadıkça taraf-ı şeri şeriften mütevelli tayin edilemez. Evsaf ve şerait-i şer’iyye dairesinde bir vakfa tayin olunan mütevellinin şeri ve kanuni birtakım hakkı tasarrufları vardır. Bu şer’i tasarrufları cümlesinden olarak, mesela bir mütevellinin evkafı mülhaka varidatından ahz-u kabz ederek sarf etmesi gibi şeyler vardır. Eğer bizim meşru olarak telakki ettiğimiz bir mütevelliyi ahz-u cibayet gibi tahsilattan men edecek olursak biz onun sıfat-ı şerisini, tasarruf-u şerisini kasr-u tehdit etmiş olmaz mıyız? Bendeniz bilhassa bu cihetle Heyet-i Muhtereme’nizin ve Müsteşar Beyefendi’nin nazar-ı dikkatlerini celbediyorum. Deniliyor ki mütevelliler vakfa iyice hizmet etmiyorlar. Şu suretle Evkaf İdaresi tarafından Evkaf-ı Mülhaka varidatının tahsil edilmesi vakfa daha ziyade enfadır ve vakfa enfa olan mesailde hakikaten daima o cihetler nazar-ı dikkate alınır ve tercih edilir fakat vakfa enfa olan parayı tahsil etmekten, varidatı tahsil ettirmekten mütevelliyi men etmek ciheti değildir. Vakfa enfa olan cihetlerden biri de varidatın sarfınadır. Mademki Evkaf İdaresi varidatı tahsil ediyor ve ettikten sonra da yüzde on nispetinde masarif-i tahsiliye alıyor, sonra mütebakisini yine mütevelliye veriyor. Eğer o mütevelli aciz ise ve şer’an matlup olan evsafı lazımeyi haiz değilse, bundan hiçbir maksat ve fayda hasıl olmaz. Yine sarfiyatta tekasül ve ihmal eder, vakfı ızrar eyler. Demek bu cihet böyle. Bir vesileyi katiyen temin edilmiş olmaz. Bunda bendeniz başka türlü bir fayda göremiyorum. Yalnız, bir cihet var ki kabili inkâr değildir. Eğer o usul takip edilecek olursa, Hazine-i Evkaf-ı Hümayun için gayet azim varidat temin edilmiş olur. Bu şüphesizdir. Fakat Evkaf-ı Hümayun Nazırı ve Şeyhülislam Hayri Efendi hazretleri, Evkaf-ı Hümayun Nezaretine geldiği günden beri pek büyük himmet gösterdiler. Hazine, Evkaf-ı Hümayun varidatını tezyit hususunda hakikaten pek büyük himmetler ve faaliyetler gösterdiler. Fakat Heyet-i Âliyenizin malumudur ki, bunların cümlesi, Fetvahane-i Âliden birtakım fetva-yı şerife şer’iyyeye tevfikan buradan geçti ve bu surette, böyle gayet meşru bir surette Hazine-i Evkafın varidatını baliğanmabelağ tezyit ettiler. Hakikaten bu cihetler şayan-ı teşekkürdür. Kendilerinin himmeti ve hususiyle Meclis-i Millîmizin en değerli azaları arasında bulunmuş olan Müsteşar Münir Beyefendi hazretlerinin inzimamı muavenetleriyle yine eski meslekte ve yine eski tarzda Hazine-i Evkafın varidatını baliğanmabelağ tezyit edeceklerine hiç şüphem yoktur. Binaenaleyh, böyle şüpheli varidata katiyen hacet yoktur. Hazine-i Evkaf-ı Hümayunun, şeri şerifin ahkâmıyla mukayese edildiği hâlde, herhâlde şüpheden kurtulamayacak varidattan, müstağni olması icap eder. Bazı rüfekayı kiram tarafından mütevellileri muhayyer bırakmak suretiyle bir teklif vaki oldu. Ona Sadık Efendi cevap verdiler ki, kanun kati olmalıdır, kanunda hîyar olamaz, kanunda tahyir olamaz dediler. Hâlbuki kanunda efradı ahali muhayyerdir; ister müracaat eder ister müracaat etmez. Müracaat ettiği vakit, tabii, ahkam-ı kanuniye cereyan eder. Bu bir cevab-ı kanuni teşkil edemez. Bendeniz de o fikirdeyim. Bir mütevelli, eğer mevaniye tesadüf ederek varidat-ı vakfiyeyi kemahiye hakkuha tahsil edemezse, o vakit Evkaf İdaresine müracaat eder. Evkaf İdaresi de kendi vesait-i tahsiliyesiyle varidat-ı evkafı tahsil eder ve o nispette bir masarifi tahsiliye alırsa, o da bir hakk-ı meşru olabilir. Yine buna itiraz olarak deniliyor ki muhayyer olarak bıraktığımız hâlde acaba ne vakit müracaat edecektir diye beyhude birtakım tahsildarlar tayin etmek, bekletmek icap eder ki bunların hepsi abes olur. Hâlbuki bu da varit değildir. Evkaf İdaresinin zaten doğrudan doğruya kendi idaresinde bulunan cibayet ve tahsilat için ayrıca bir tahsisat ve bir teşkilatı vardır. Bir mütevelli ne vakit müracaat ederse, o vesait-i tahsiliyesiyle esasen teşkilatında mevcut olan masarif ve vesait-i tahsiliyesiyle varidat-ı vakfiyeyi doğrudan doğruya tahsil eder. Binaenaleyh, mütevellilerin müracaatı hâlinde tahsil olunacak mebaliğden yüzde onu nispetinde mesarif-i tahsiliye alınmak üzere fıkrasının tadilini teklif ediyorum ve bu hususa dair yazdığım takririn Heyet-i Âliyece ve Mazbata Muharriri muhterem refikimizce ve bilhassa Müsteşar Beyefendi hazretlerince nazar-ı dikkate alınmasını temenni ederim.”

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/zekeriya-akman/osmanli-dan-cumhuriyet-e-bir-aydin-seyh-safvet-yetkin-efend-69429247/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Ulaş Salih Özdemir, Şeyh Safvet Efendi, İstanbul, 2014.

2
Ulaş Salih Özdemir, Bir Siyasi Kişilik Olarak Urfa Mebusu Mustafa Kemaleddin Yetkin (Şeyh Safvet Efendi), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırşehir, 2013.

3
Hatice Kunt, Tasavvuf Dergisi (Yazarları, Konuları ve Metin Tahlili), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2006.

4
Zekiye Berrin Hacıismailoğlu, Şeyh Safvet’in Tasavvuf Dergisi’ndeki Yazılarında Tasavvufi Kavramlara Bakışı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çorum, 2012.

5
Mustafa Birol Ülker ve Ömer Faruk Bahadır, Şeyh Mustafa Safvet (Yetkin) ve Tasavvuf Dergisi, Müteferrika Dergisi, S. 26, İstanbul, 2003, s. 145-157.

6
M. Şükrü Hanioğlu, Meşrutiyet, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2004, s. 391; Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Trc. Ezel Kural, c. II, İstanbul, 1983, s. 234–235; Kemal Beydilli, Osmanlı Siyasi Tarihi (Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, Ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, c. I, İstanbul, 1994, s. 110–117.

7
Stanford Shaw, A.g.e., c. II, s. 310.

8
Kemal Beydilli, A.g.m., c. I, İstanbul, 1994, s. 118–119.

9
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Trc. Metin Kıratlı, Ankara, 1970, s. 210–219; Bayram Kodaman, 1876–1920 Arası Osmanlı Siyasi Tarihi, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ed. Hakkı Dursun Yıldız, c. XII, İstanbul, 1989, s. 70–71

10
Mim Kemal Öke, Son Dönem Osmanlı İmparatorluğu, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ed. Hakkı Dursun Yıldız c. XII, İstanbul, 1989, s. 251–253.

11
Stanford Shaw, A.g.e., c. II, s. 339–340; Kemal Beydilli, A.g.m., s. 120–121.

12
Bayram Kodaman, A.g.m., s. 65; Stanford Shaw, A.g.e., s. 348–354.

13
Stanford Shaw, A.g.e., s. 346.

14
Stanford Shaw, A.g.e., s. 375; Mim Kemal Öke, A.g.m., s. 273.

15
Kemal Beydilli, A.g.m., s. 127.

16
Kemal Beydilli, A.g.m., s. 127–131; Mim Kemal Öke, A.g.m., s. 278–281.

17
Bayram Kodaman, A.g.m., s. 55–57.

18
Şükrü Hanioğlu, Osmanlıcılık, TCTA, c. V, İstanbul, 1985, s. 1389.

19
Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, İstanbul, 1983, s. 191–193; Bayram Kodaman, A.g.m., s. 58–59.

20
Şükrü Hanioğlu, A.g.md., s. 1393.

21
Şerif Mardin, İslâmcılık, TCTA, c. V, İstanbul, 1985, s. 1400.

22
Gotthard Jaschke, Yeni Türkiye’de İslâmlık, Trc. Hayrullah Örs, Ankara, 1972, s. 12; Ercüment Kuran, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, Ankara, 1994, s. 103-105; Bayram Kodaman, A.g.m., s. 60–61.

23
İsmail Kara, Tanzimattan Cumhuriyete İslâmcılık Tartışmaları, TCTA, c. V, İstanbul, 1985, s. 1409.

24
Bu konuda geniş bilgi için Bkz. Ufuk Gülsoy, Hicaz Demiryolu, İstanbul, 1994.

25
Bayram Kodaman, A.g.m., s. 61–62.

26
İsmail Kara, İslâmcıların Siyasi Görüşleri, İstanbul, 1994, s. 218-221; Stanford Shaw, A.g.e., c. II, s. 365–366.

27
Şerif Mardin, Bediuzzaman Said Nursi Olayı, Trc. Metin Çulhaoğlu, İstanbul, 1992, s. 200–201

28
Ercüment Kuran, A.g.e., s. 95.

29
Şükrü Hanioğlu, A.g.md., s. 1394.

30
Şükrü Hanioğlu, A.g.md., s. 1394-1395; Bayram Kodaman, A.g.m., s. 62–63.

31
Şükrü Hanioğlu, A.g.md., s. 1395.

32
Ercüment Kuran, A.g.e., s. 94–95.

33
Bayram Kodaman, A.g.m., s. 64.

34
Bu konuda Bkz. Ercümend Kuran, Avrupa’da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri, Ankara, 1988.

35
Şükrü Hanioğlu, Batıcılık, TCTA, c. V, İstanbul, 1985, s. 1382–1385; Niyazi Berkes, Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, İstanbul, 1965, s. 29–46.

36
Evren Altıntaş, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar: Kurucu İdeolojinin Seçkinleri, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, s. 14, 2011, s. 114-115.; Yasemin Doğaner, Atatürk Dönemi Türkiye’sinde Sosyo-kültürel Değişim, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi ICANAS, s. 38, 2007, s. 235-237.

37
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

38
Zekiye Berrin Hacıismailoğlu, A.g.tz., s. 4.

39
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

40
Yasin Taş, 19. Yüzyılda Urfa’da Bir Tarikat Şeyhi: Erbilli El-Hâc Abdülkâdir Efendi (Ö. 1898), Electronic Turkish Studies, s. 11, 2013, s.318.

41
Yasin Taş, A.g.m., s. 320.

42
Mahmut Karakaş, Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler, Şanlıurfa, 2001, s. 271.

43
Yasin Taş, A.g.m., s. 325.

44
Mahmut Karakaş, A.g.e., s. 273.

45
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

46
Yasin Taş, A.g.m., s. 326.

47
Yasin Taş, A.g.m., s. 326.

48
Zekiye Berrin Hacıismailoğlu, A.g.tz., s. 4.

49
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.; Mustafa Birol Ülker, Yetkin, Mustafa Safvet, Ankara, 2013, s. 506.

50
Mehmet Baha Tanman, Oğlanlar Tekesi, Ankara, 2007, s. 319.

51
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

52
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

53
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

54
TBMM Sicil Dosyası: Dosya No: 640.; T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Sicil Arşivi, Dosya No: 1923/1091; Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.; Müslüm Akalın, Cumhuriyet Halk Fırkası Urfa Heyet-i İdaresi Mukarrerat Defteri (1924-1926), Şanlıurfa, 1999 s. 71-72.

55
Abdullah Ekinci ve İsmail Asoğlu, Meşrutiyet Yıllarında Urfa’da Cemiyetler ve Kulüpler, Ed. Abdullah Ekinci, c. 1, Şanlıurfa, 2018, s. 358.; Abdullah Ekinci ve İsmail Asoğlu, II. Meşrutiyet Yıllarında Urfa’da Cemiyetler ve Kulüpler, Şehir ve İrfan, S. 4, Şanlıurfa, 2017, s. 47.

56
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

57
BOA. MF. MKT. 969/79.

58
BOA. MF. MKT. 736/67.

59
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

60
Mustafa Birol Ülker ve Ömer Faruk Bahadır, A.g.m., s. 146.

61
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 14.05.1325, s. 748.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 06.05.1325, s. 563-564.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 4, 06.06.1325, s. 495-496.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 13.06.1325, s. 29.

62
Mustafa Kara, Cem’iyyet-i Sûfiyye, Ankara, 1993, s. 335.

63
Mustafa Birol Ülker, Yetkin, Mustafa Safvet, Ankara, 2013, s. 506.

64
Müslüm Akalın, 19. ve 20. Yüzyıl Urfa Tarihinden Yapraklar, 2018, s. 75.

65
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 14.01.1334, s. 590.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 08.12.1333, s. 223-225.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 20.12.1333, s. 336-338.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 2, 21.01.1334, s. 43.

66
Tarafımızca bulunan diğer tüm kaynaklarda Farsça ve Ahlak öğretmeni olduğu yazmaktadır.

67
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.

68
İlhami Yurdakul, Osmanlı İlmiye Merkez Teşkilatı’nda Reform (1826-1876), İstanbul, 2008. s. 212; İsmail Kara, Meclis-i Meşâyih Ulema-Tarikat Münasebetleri ve İstanbul’da Şeyhlik Yapmış Beş Zatın Kendi Kaleminden Terceme-i Hali, İstanbul, 2002, s.185; Davut Dursun, Siyasi-İdari Sistemle İlişkileri Açısından Din Bürokrasisi / Yapısı, Konumu ve Gelişimi, İstanbul 1992, s. 170.

69
BOA, MVL, 1042/39, lef 2.

70
Ayşe Polat, Osmanlı’da Matbu İslam’ın Onay ve Denetimi: Tedkîk-i Mesâhif ve Müellefât-ı Şer’iyye Meclisi, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi. 2018, s. 94.

71
TBMM Sicil Dosyası: Dosya No: 640.; Ceride-i İlmiye, s. 78-79, s. 2546.

72
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 2, 21.01.1334, s. 36-57. Ceride-i İlmiye, S. 36, İstanbul, Şaban 1336, s. 1057-1059, 1061-1067.

73
Mustafa Birol Ülker, A.g.m., s. 506.

74
TBMM Sicil Dosyası: Dosya No: 640.

75
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 2, 17.10.1923, s. 713-714.; TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 2, 20.10.1923, s. 811-812.; TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 6, 19.02.1924, s. 140-141.; TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 19, 30.11.1925, s. 284-286.

76
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, Cilt 7, 03.03.1924, s. 27-28.

77
Mustafa Birol Ülker ve Ömer Faruk Bahadır, A.g.m., s. 147.

78
Mustafa Birol Ülker, A.g.m., s. 506.

79
Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, haz.: Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, İstanbul 2006, c. I, s. 142.

80
T.C. Emekli Sandığı Arşivi, Mülki Tescil, 17064.

81
Mustafa Birol Ülker, A.g.m., s. 506.; Bazı çalışmalarda, Safvet Yetkin’in ölüm tarihine dair farklı bilgilere yer verilmiştir. Bkz. Türk Parlamento Tarihi, Ed. Kazım Öztürk, c. 3, s. 777. Fakat, Safvet Yetkin ile ilgili resmî kayıtlara baktığımızda bu tarihin doğru olmadığını, kendisinin ölüm tarihinin 1957 değil 1950 olduğunu görmekteyiz.

82
Torunlarından Gülmen Öztırak ile yapmış olduğum söyleşide kendisi, dedesinin vefatının ardından Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildiğini ifade etmiştir.

83
T.C. Emekli Sandığı Arşivi, Mülki Tescil, 17064.

84
Mustafa Birol Ülker, A.g.m., s. 506.

85
Zekiye Berrin Hacıismailoğlu, A.g.tz., s.7.

86
Meşihat-ı İslâmiye Sicill-i Ahval Arşivi, Dosya No: 1373.; TBMM Sicil Dosyası: Dosya No: 640.; T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Sicil Arşivi, Dosya No: 1923/1091.

87
Yılmaz Kızıltan, I. Meşrutiyetin İlanı ve İlk Osmanlı Meclis-i Mebusan-ı, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 2006, s. 268.

88
Ali Akyıldız, Meclis-i Mebusan, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2003, s. 245-247.; Yılmaz Kızıltan, A.g.m., s. 269-271.; Recep Karacakaya, Meclis-i Mebusan Seçimleri ve Ermeniler (1908-1914), Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, S. 3, 2004, s. 128-136.

89
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 14.05.1325, s. 748.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 06.05.1325, s. 563-564.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 4, 06.06.1325, s. 495-496.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 13.06.1325, s. 29.

90
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 14.01.1334, s. 590.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 08.12.1333, s. 223-225.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 20.12.1333, s. 336-338.; Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 2, 21.01.1334, s. 43.

91
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 1, 18.12.1324, s. 580.

92
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 1, 21.01.1325, s. 428.

93
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 1, 23.12.1325, s. 464.

94
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 1, 02.01.1325, s. 538.

95
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 2, 26.01.1325, s.199.

96
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 30.04.1325, s.399.

97
Madde 19 –Memalik-i Osmaniye’de tanınmış olan edyan ve mezahipten birini tezyif yahut tahkir yolunda neşriyat vaki olursa müdir-i mesul ve sahibi makale bir aydan bir seneye hapis ve her birinden yirmi Osmanlı altınından yüz altına kadar cazay-ı nakdi ahzolunur.

98
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 06.05.1325, s. 563-564.

99
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 3, 14.05.1325, s. 748.

100
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 4, 27.05.1325, s. 242.

101
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 4, 06.06.1325, s. 495-496.

102
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 13.06.1325, s. 29.

103
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 09.07.1325, s. 489.

104
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 2, 24.01.1326, s. 572-573.

105
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 28.04.1326, s. 115-116.

106
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 5, 11.05.1326, s. 438.

107
Mali Denge Encümeni

108
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 2, 07.07.1330, s. 481-483.

109
Orman ve Zirai Bütçesi’nin üçüncü faslının birinci maddesinde Urfa Livası namına encümen tarafından 48 bin 600 kuruş kabul edilmiş ise de elyevm Urfa’da orman namına yalnız Tektek Dağı denilmekle maruf bir dağ var ise de haymenişin aşair ile muhat olduğundan ve esasen ağaçları keresteye gayrisalih bulunduğundan, tahsisat-ı mezkûreden bir gûna istifade edilemeyeceği ve Urfa arazisinin kuve-i inbatiyesi adim-ül-imkan olduğu halde alet ve edevat-ı ziraiyeden külliyen mahrum bulunmakta; merkezi livada bir ziraat deposunun tesisi, gerek ahali ve gerek hazinece menafi-i mühimmeyi temin edeceği cihetle mezkûr 48 bin kuruştan Urfa ve Birecik merkezlerinde biri 400 ve diğeri 300 kuruş maaşla birer orman memuru tahsisatı olarak 7.800 kuruşun ipkasıyla mütebaki 40.200 kuruşun beşinci faslın dördüncü maddesine nakliye ziraat deposu ve alet-i ziraiyyeye sermaye ittihaz olunmasına Heyet-i Muhteremenin kararını temenni eyleriz. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 6, 18.04.1327, s. 74-81.

110
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 6, 23.04.1327, s. 235.

111
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 1, Cilt 6, 04.05.1327, s. 630.

112
Madde 2 – Çekirge zuhur eden ve tohumu görülen mahallerde, talimat-ı mahsussası mucibince teşekkül edecek komisyonlar, mezkûr talimat ahkamına tevfikan muamelat-ı mukteziyyeyi ifa ile mükelleftirler. Mevadd-ı atiyyede gösterildiği veçhile, amele ve çiftlerin sevki için komisyonca sevk olunacak memurin-i zabıtanın, âdem-i kıyafeti takdirinde, zabitan-ı askeriyeden lüzumu kadarı muvakkaten bu hizmette istihdam olunacak ve kendilerine maaş ve muayyenatlarının bir misli, nakden çekirge tahsisatından verilecektir. Mezkûr komisyon azası meyanında memur olmayanlara beher içtima için bir çeyrek lira aynı tahsisattan ita olunacaktır.

113
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 29.05.1330, s. 227-231.

114
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 02.06.1330, s. 302.

115
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 02.06.1330, s. 316.

116
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 09.06.1330, s. 420.

117
29 Nisan 1865 tarihinde, devlet harcamalarını denetlemek amacıyla Tanzimat Dönemi’nde kurulan organ. Bugünkü Sayıştayın temelini oluşturmaktadır.

118
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre 3, Cilt 1, 10.06.1330, s. 440.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Aydın Şeyh Safvet (Yetkin) Efendi Zekeriya Akman
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Aydın Şeyh Safvet (Yetkin) Efendi

Zekeriya Akman

Тип: электронная книга

Жанр: Маркетинговые исследования и анализ

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Osmanlı’nın son dönemleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasındaki dönemde yaşamış, çok yönlü kişiliğiyle dikkatleri çekmiş, bulunduğu görevlerde ve mecliste söz hakkı olan Safvet Yetkin’in anlatıldığı bu kitapta, siyasetçi yönüyle ne kadar başarılı olduğunu görüyoruz. Halkın sıkıntılarını çok iyi görerek bunu mecliste çözüme kavuşturmaya çalışır ve kimsenin aklına gelmeyen sorunlardan bahsederek her kesimden insanın âdeta sesi olur. Üç bölüme ayrılan kitabın ilk bölümünde Zekeriya Akman, Safvet Yetkin’in hayatını ve deneyimlediği önemli olayları; ikinci bölümde, görev yaptığı önemli kurumları; üçüncü bölümde ise ilmî kişiliği hakkında bilgi vererek Yetkin hakkında geniş bir anlatı sunar bizlere. Safvet Yetkin hakkında geniş kapsamda yazılmış nadir kitaplardan biri olma özelliğiyle de dikkatleri çeker.

  • Добавить отзыв