Mehmet Akif ve İstiklal Marşı
İbrahim Halil Er
Millî marşlar, bir milletin ruhunu, anlayışını, geçmiş ve gelecek tasavvurunu ortaya koyan, bunları her bir ferdine hissettiren simgelerden biridir. Bu yüzden daha Millî Mücadele yıllarında bir millî marş ihtiyacının hasıl olması, Türk milletinin Anadolu’da bir millet olarak varlığını ilelebet sürdüreceğinin, “son ocak sönmeden” bayrağın inmeyeceğinin, ezanın susmayacağının müjdecisiydi. Millî Mücadele’nin başarıya ulaşacağının belki de ilk müjdecisi olan İstiklal Marşı’mız, işte bu millet olma şuurundan ve Anadolu’nun ebedî yurt olduğu bilincinden kaynağını alarak, büyük şair ve fikir adamı Mehmet Akif Ersoy’un kaleminden dökülüp milletin her ferdinin kalbine nakış nakış işlenmiştir. Dolayısıyla daha ilk sözünden ayrı ayrı her mısrasına, güftesine kadar çeşitli şekillerde tartışma konusu olmuş millî marşımızın ruhunu kavramak, yapılagelen tartışmaların içeriğini bilmek, şairi Mehmet Akif’in ruh dünyasına vâkıf olmak, “istiklal” bilincini kuvvetlendirmek hepimizin millî bir ödevi mahiyetindedir.
İbrahim Halil Er
Mehmet Akif ve İstiklal Marşı
ÖN SÖZ
İstiklal Marşı çocukluğumdan beri hep dikkatimi çekmişti. Kelimeleri sürekli anlamaya çalışıyordum. Burada ne anlatmak istiyor diye hep merak ediyordum. Çeşitli vakıf ve kurumların İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümü nedeniyle konuşmalara çağırmaları beni ister istemez İstiklal Marşı üzerinde düşünmeye ve araştırmaya sevk etti. Gittiğim konuşmalarda hazırladığım metinler bana ayrıca bir şeyler öğretti.
Sonunda bu çalışmalarımı boşa gitmemesi için kitap hâline getirmeye karar verdim. Bunda konuşmalarımı dinleyen insanların da etkisi oldu. Ama böyle bir kitap ne derece sorunu çözerdi doğrusu tereddütlüydüm.
Tereddütlerim Mehmet Akif Ersoy’u rüyamda görmemle sona erdi. Böyle bir çalışmaya Mehmet Akif’in manevi şahsiyetinin de onay verdiğini düşünerek besmeleyi çektik.
Bana göre İstiklal Marşı tam anlamıyla anlaşılamamıştı. Çünkü Mehmet Akif bu marşı sadece bir şiir olarak yazmamıştı. O, tüm ayet ve hadislerden etkilenerek oluşturmuştu bu marşı. İstiklal Marşı’nın dayandığı arka plandaki düşünceyi çözdüğümüzde İslami birçok kavramla da ünsiyet sağlayabilecek ve Mehmet Akif’in gerçekten de İslamcı bir şair olduğunu anlayabilecektik.
İstiklal Marşı’nın ruhunu anladığımızda aynı zamanda kendimizi ve değerlerimizi de daha iyi anlamış oluruz. İstiklal Marşı denildiğinde hep ilk iki kıta öne çıkarıldı. Marşın asıl can alıcı ve bir anlamda Millî Mücadele’yi anlatan kısımları göz ardı edildi.
Bu nedenle gençlerin ve hatta herkesin İstiklal Marşı’nın bu şerhini iyi okuyup anlaması gerekmektedir.
Bu arada Mehmet Akif’i ve ona yönelik saldırıları da bilmemiz, değerlerimize ve tarihimize sahip çıkmamız açısından önemlidir.
İbrahim Halil Er
l. KİTAP
İSTİKLAL MARŞI’NIN AÇIKLAMASI VE TAHLİLİ
İSTİKLAL MARŞI
-Kahraman Ordumuza-
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyet! ' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Akif Ersoy
İSTİKLAL MARŞI’NIN AÇIKLAMASI VE TAHLİLİ
GİRİŞ
İçerik Özellikleri:
Tema (Ana Duygu): Vatan, millet, bayrak sevgisi ve bağımsızlık tutkusu, Türk milletinin esaret altında olmayacağı ve sonsuza kadar hür yaşayacağı vurgusu.
Konu: Millî Mücadele, şehadet ve şehitlik, Türk milletinin bağımsızlığına düşkünlüğü, bağımsızlığını elde ettiğinde duyduğu sevinç. Türk milletinin Allah’a olan bağlılığı.
Ana Düşünce: Vatanımızı, milletimizi, bayrağımızı, dinimizi, Rabb’imizi sevmeli; bağımsızlık ve Allah yolunda canımızı seve seve feda etmeliyiz.
Dil ve Şekil Bakımından Şiire Hâkim Olan Düşünce: “Kuvvet, güven duygusu, sağlamlık ve sadeliktir. Bunlar Türk halkı ve askerinin özellikleridir.” (Prof. Dr. Mehmet Kaplan)
Konu Bakımından Şiir Çeşidi: Lirik ve epik şiir.
Şairi ve Şairin Mesleği: Mehmet Akif Ersoy – Baytar (Veteriner hekim yani hayvan doktoru).
Mehmet Akif’in şiirlerinin Toplandığı Eser: “Safahat” (yedi bölümdür).
Bestecisi: Osman Zeki Üngör.
İstiklal Marşı’nın Millî Marş Olarak Kabul Tarihi: 12 Mart 1921.
İstiklal Marşı’nın Yazıldığı Yıllar: İstiklal Marşı’nın yazıldığı yıllarda, henüz İstiklal Savaşı kazanılmamıştır. Türk ordusu, bu şiir yazıldıktan bir yıl sonra, 16 Ağustos’ta Büyük Taarruz’a geçer. Marş, savaş sırasında Türk halkının inanç ve moralini yükseltmeyi ve zaferi kazanacakları inancını vermeyi amaçlamıştır.
İSTİKLAL MARŞI’NIN AÇIKLAMASI
İstiklal Marşı
“İstiklal” kelimesi Arapça olup kimseye bağlı olmayan, kendi başına olma, müstakil olma anlamına gelmektedir. Millî marşımıza İstiklal Marşı adının verilmesi de aslında bize yeterince ipucu vermektedir. Bu da ülkenin bir bağımsızlık mücadelesi içinde olduğunu, kimseye bağlı kalmak istemediğini göstermektedir. Yani İstiklal Marşı’mız bizim bağımsızlık marşımızdır.
Marş kelimesi de aslında ilginçtir. Bu kelime Fransızca kökenli olup askerî bir kavramdır. Daha çok askerlikte yürüyüş için verilen emirdir. Aynı zamanda “yürüyüş temposuna uygun” anlamına gelir. “Marş marş” diye peş peşe verilen emir, askerlikte askere koşma emri verilmesi anlamına gelir.
Millî şiirimize Fransızca bir kelime olan marş sözcüğünün verilmesi ilginçtir. Bu durum, o dönem aydınlarımızın Fransızca etkisi altında olduğunu gösterdiği gibi, askerî kavramlarımızda Fransızcanın egemen olduğunu göstermektedir. Bu durum aslında normaldir. Çünkü daha lll. Selim döneminden itibaren Osmanlı ordusunun yenileşmesi için Fransa örnek alınmış ve Fransa’dan subaylar getirilmişti.
Millî şiire “askerî yürüyüş” anlamına gelen marş kelimesinin verilmesi de dönemin ruhuna uygundur. Çünkü dönem var olma-yok olma dönemidir. Her şey askerin temposuna ve gücüne bağlıdır. Askerî bir zafiyet ülkenin esaret altına alınmasına neden olacaktır. Bu nedenle askerî bir kavram verilmiştir.
1. Kıta
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Söz Sanatı
“Korkma” sözüyle Türk milletine sesleniyor – Nida
“Ocak” ile kastedilen ev, Türk yuvası demektir – Mecaz-ı mürsel, yani ad aktarması
“Tüten ocak” – Yaşam belirtisi; mecaz
Şafağın denize benzemesi – benzetilen söylenmediği için kapalı istiare
“Ocağın sönmesi” – Yaşamın tükenmesi; mecaz
“Sönmek” – Yok olmak (mecaz)
“Sancağın yüzmesi” – Dalgalanmak anlamında olduğunda; mecaz
Bayrak, yıldıza benzetildiğinden; benzetme / teşbih
“Sancak”, “ocak”, “yurt”, “millet” sözleri ile şafak, yıldız, parlamak sönmek sözcükleri arasında anlam yönünden yakınlık olduğundan; tenasüp
“Yıldız” – Herkesin bir yıldızı vardır inancı hatırlatıldığından; hatırlatma / telmih
O benim… / O benimdir o benim… sözcükleri yinelendiğinden; tekrir-tekrar
Kelimeler&Kavramlar
Şafak: Güneşin batışından sonra ufukta beliren kızıllık, güneşin doğuşundan önceki alaca karanlık, fecir, tan.
Al: Parlak kırmızı renk, kızıl.
Al sancak: Türk bayrağı.
Sancak: Büyük bayrak, üzeri yazı işlemeli ve kenarı saçaklı bayrak, alem, bayrak.
Sancak Ne Demektir?: Bir milletin kendi geçmişine, dinine, örfüne, duygu ve düşüncelerine, temsil ettikleri inanış ve âdetlerine göre belirlediği şekil ve işaretleri olan ve çeşitli renklerle bezeli, kenarları saçaklı bayrağa sancak denir. Sancağın sözcük anlamı bu şekilde tasvir edilir. Genellikle askerî birlikleri temsil etmesi için kullanılan sancaklar, belirli ölçülerde ve ipek kumaşlardan yapılır. Türk milleti için bayrak ne ise sancak da odur aslında. Savaşlarda Türk milletinin onurunu temsil eder, düşmana kaptırmamak için kanlar dökülür, canlar verilirdi. O kadar değerliydi ki ordunun her bir bölümünü temsil eden sancak o bölüğün son neferi ölene kadar teslim edilmez inancı hâkimdi. Sancak kimselere verilmez, teslim edilmezdi.
Yurt: Bir kavmin, milletin üzerinde yaşadığı toprak, vatan. Bir kimsenin yaşadığı yer, memleket, oturulacak yer, mesken, ev, malik olunan toprak.
Ocak: İçinde ateş yakılan yer, ateş yeri. Mesken, ev, yurt. Büyük köklü aile.
Tüten ocak: Yaşamak, ailesi devam etmek.
Yıldız: Bir gök cismi. Baht, talih. Mesleğinde çok tanınmış kimse.
Parlayan yıldız: Talihi iyiye gitmek, meşhur olmak, ünü artmak.
Millet: Din, inanç, ilahi hükümlerin tamamı. Mezhep, dinî meslek, ümmet, topluluk, cemaat. Aynı inanç, tarih, dil, gelenek, kültür, ideal ve vatan birliği olan topluluk, kavim.
Nesir (Düz Yazı) Hâli
Ey milletim! Korkma, üzülme, endişe etme. Bu göklerde dalgalanan bayrağımız hiçbir zaman yere düşmeyecek. Milletimin en son ferdi yok oluncaya kadar, en son ev alınıncaya kadar bu bayrak dalgalanacak.
Bayrağım, milletimin saadet, mutluluk ve şeref yıldızıdır. Bu şeref, talih ve mutluluk milletimindir ve daima gökyüzünde parlayacaktır.
Açıklamalar
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
1921’de ülke hâlâ işgal altındadır, Meclis yeni kurulmuştur. Daha Büyük Taarruz yapılmamıştır. Ülke, her an bağımsızlığını yitirebilir. İşte böyle bir ortamda halka cesaret ve ümit veren Mehmet Akif’in gür sesi duyulur: “KORKMA!”
Her şeyin bittiği sanıldığı bir zamanda Mehmet Akif, insanlarımıza ümit vermekte, aslında hiçbir şeyin bitmediğini ve de yeni bir dirilişi haykırmaktadır. Kurtuluş Savaşı verdiğimiz dönemler, bizim en karanlık yıllarımızdır. O, bu karanlık yılların sona ermek üzere ve sabahın da doğmak üzere olduğunu belirtmektedir. Yani şafak doğmaktadır demektedir. Şafağın doğması müjdesi, bize karanlığın yok olmak üzere olduğunun, yeni bir günün habercisidir. O hiçbir zaman ümitsizliğe düşmediği gibi halkına da ümit aşılamaktadır.
O, halkına “Ey halkım! Korkma, üzülme!” diyerek ümit vermektedir. “Korkma, hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal!” demektedir. Başlarken şiirine korkma dedi. Bitirirken de neden korkmaması gerektiğini açıklamaktadır. Yani aslında Mehmet Akif “korkma” derken bir parantez açmış ve şiirinin son sözüyle de bu parantezi kapatmıştır.
O aynı zamanda peygamberin Sevr Mağarası’nda, müşrikler tarafından kuşatılmışken, tedirgin bir hâlde oturan sadık dostu Ebubekir Sıddık’a “Korkma! Allah bizimledir.” sözünü bu millete hatırlatmaktadır. Her şeyin bittiği sanıldığı ve düşman çizmelerinin mağaranın girişinden görüldüğü sırada peygamber metin ve inanç dolu bir sesle dostunu “Korkma!” diye teselli etmektedir.
İşte Mehmet Akif, peygamberin bu hitabını bizlere tekrar hatırlatmaktadır. Ülkemiz de Sevr Antlaşması’yla kuşatılmıştır. Nasıl ki Sevr Mağarası’nda kuşatılan Resulullah’a Allah yardım ettiyse Sevr Antlaşması’yla kuşatılan milletimize de Allah yardım edecektir. Tarihî veya ilahi bir tevafuk olabilir ama bizi yok etmek, parçalamak için önümüze konulan antlaşma ile peygamberin kuşatıldığı mağara aynı ismi taşımaktadır. İşte Mehmet Akif bu tarihsel ironiyi de hatırlatmaktadır.
Peygamber nasıl ki “korkma” sözünden sonra “Allah bizimle beraberdir.” diyerek cümlesini tamamlamışsa Mehmet Akif de şiirinin ilk kıtasında “korkma” ile açtığı parantezi son kıtadaki “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal!” diyerek kapattığı gibi Allah’a güvenenin istiklale ulaşacağını belirtmiş ve bir anlamda “Korkma! Allah bizimledir.” sözünü şerh etmiştir.
Mehmet Akif’in şiirine “korkma” diye başlaması, Mecliste eleştiriye konu olmuş, bir millî marşın “korkma” diye başlamasını doğru bulmayanlar olmuştur. Hâlbuki insanlar korku içindeydi; orduları yenilmiş, ülke işgal edilmiş, başkent düşmüştü. Mehmet Akif, “korkma” diyerek insanlara cesaret vermeye çalışmıştır. Onlar ise Mehmet Akif’i anlamamışlardır. Mehmet Akif salt bir millî marş yazmak istememiştir. O, burada milletine ümit vermek, yol göstermek istemiştir. Onun referansı Kur’an ve Resulullah olmuştur.
“Şafak” kelimesi iki anlama gelir, güneşin doğuş ve batış anı. Mehmet Akif burada güneşin doğuş anını düşünmektedir. Böylece yeni ve zafer dolu bir günü müjdelemektedir. Bir anlamda her doğan günün yeni bir ümit getirdiğini; mademki yaşıyoruz o hâlde ümitvar olmalıyız düsturunu anlatmaktadır. Yeni bir günde de bayrağımız yere düşmeyecek ve şafakla birlikte gökyüzünde dalgalanacaktır demektedir. Ayrıca, bir güneş gibi olan Osmanlı Devleti’nin yok olmayacağını, batmayacağını da haykırmaktadır.
Şafaklarda nasıl yüzecek al sancak? Tabii ki buradaki “yüzme” mecaz anlamında kullanılmış olup dalgalanma anlamına gelmektedir. Yani şafak vakti gözlerimizi açtığımızda dalgalanan ay yıldızla, bayrağımızla karşılaşacağız. Veya gece bittiğinde bizi bayrağımızın semalardaki dalgalanışı karşılayacaktır. Yahut rahat uyuyabiliriz çünkü bayrağımız semalarda dalgalanmaktadır.
Ayrıca bayrağı, enginlerde yüzen bir yüzücü olarak da düşünebiliriz. Çünkü marşın başka bir bölümünde “Enginlere sığmam taşarım.” denilerek bir anlamda deniz unsuruna dikkatimiz çekilmektedir. Biz, tüm enginlerle boğuşacağız, dalgalarla boğuşacağız ama yine de zafer bizim olacaktır.
Bayrağı söndürmek mümkün değildir ey halkım. Mehmet Akif, bayrağın sönmeyeceğini söyleyerek bir anlamda bayrağı ateşe benzetmiştir. “Yurdumun üstünde tüten en son ocak” ifadesi buradaki sönmez kelimesinin şerhi olabileceği gibi, “O, benim yıldızımdır parlayacak.” ifadesiyle de aslında bir ışık anlamını vermekte, yani bayrağın ışığının sönmeyeceğini anlatmaktadır.
Mehmet Akif’in “sancak” kelimesini kullanması da ilginçtir. Böylece esas anlamından daha farklı bir mana vermeye çalışmıştır mısralarına. Çünkü eğer amacı sadece bayrak olsaydı bu kelimeyi kullanabilirdi. O, sancak kelimesiyle mısralarına daha derin bir mana vermek istemişti. Sancak genellikle askerî birlikleri temsil eder. Savaşlarda ordunun onurunu temsil ederler. Düşmanın eline geçmesindense ölmeyi tercih ederler. Mehmet Akif, burada bir anlamda orduya ve askerlere de mesaj vermek istemiş, bayrağın aynı zamanda bir sancak olduğunu ve uğrunda gerekirse ölünmesi gerektiğini belirtmiştir. Savaş ortamında askeri temalar ve mesajlara ağırlık verilmiştir.
Al kelimesi, kırmızı, kıpkırmızı manasına gelmektedir. Türk bayrağına al bayrak denilmesinin nedeni renginin kırmızı olmasıdır. Fakat Mehmet Akif burada sadece bir renk üzerinde durmamaktadır. Kırmızı ile şehitlerin kanlarını simgelemekte, bayrak uğruna dökülen kanlar hatırlatılmaktadır.
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
Vatanımın üstünde en son ocak tütünceye kadar, yani en son fert kalıncaya kadar bu bayrak dalgalanacaktır. Bu bayrak eğer dalgalanmıyorsa ülkemin son ferdi de yok olmuş demektir. Şair, “yurt” kelimesi ile vatan topraklarını kastetmiştir.
Vatan nedir? Vatan sadece bir kuru toprak parçası değildir. Vatan bir milletin özgürce yaşadığı, kendi dinini ve millî benliğini yaşattığı topraktır. Bizim vatanımız sınırları emperyalistler tarafından çizilmiş sadece bir Anadolu toprağı değildir. Bizim vatanımız bütün bir İslam coğrafyasıdır. Çünkü inancımızda dünya ikiye ayrılır.
1. Kâfirlerin yaşadığı topraklar (darul-küfür).
2. Müslümanların yaşadığı topraklar. Buna da darul-İslam denir. Yani İslam toprakları.
Bir şairimizin dediği gibi Hatay Suriye’nindir, Diyarbakır Suriye’nin, İstanbul Suriye’nin; tıpkı Şam Türkiye’nin, Halep Türkiye’nin, Bağdat, Kahire, Kudüs, Mekke, Medine Türkiye’nin olduğu gibi.
Yani bizim için başkalarının çizdiği sınırlar yoktur. Biz bu sınırların dışında büyüdük. Bu sınırlar bize set olamaz. Bizim için tüm ümmetin coğrafyası bizimdir ve bizim vatanımızdır. Nasıl ki bir Arnavut olan Mehmet Akif, bu toprakların bağımsızlığı için mücadele etmişse bizim vatan bilincimiz de bütün bu coğrafyayı içine alır. Yemen’de ölen senin atan, Kudüs’te ölen sen, Şam’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da ölen sensin. Tıpkı onların bizim toprağımızda can verdiği gibi…
“En son ocak” ile bu ülkede yaşayan en son fert yok edilinceye kadar bayrağın dalgalanacağını belirtmektedir. Yani bu topraklara hâkim olmak istiyorlarsa bizi yok etmeleri gerekir. Asla teslim olmayacağız. Tüm fertler yok olsa, esaret altına girse, işgali kabul etse, ben en son ocak olarak yurdumun bağımsızlığı için mücadele edeceğim. Mademki tek bir ocak hâlâ direnmektedir, o hâlde bağımsızlık, özgürlük için şansımız var demektir. Bazen tüm insanlar yanılabilir ama gerçekleri haykıran bir ses (Genelde bu ses nebilerin, peygamberlerin sesidir.) olur. O bir ses var ise ümit de vardır. Hakkı haykırmak için sayılar önemli değildir. Gerçeğin farkında olan bir nefer bile yeterlidir. Günün aydınlanması için bir güneş yeterlidir. Bir güneş doğduğunda tek başına tüm yıldızları söndürür, ışığı ile herkesi aydınlatır. Tek bir ocak bile varsa gerçekler sönmeyecektir. “Ocağın sönmesi”, ailenin yok olması, artık yaşamaması anlamına gelir.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
Bayrağım benim bağımsızlığımın simgesidir. Buradaki yıldız dalgalandıkça ben ancak bağımsız olurum. Bayrağımdaki yıldız hürriyetin ve bağımsızlığın göstergesidir. Bayrağımın düşmeyeceğini ve sadece benim için dalgalanacağını belirtir.
Bayrağımızdaki yıldız milletimizi, hilal ise İslam’ı simgelemektedir. Hilal aynı zamanda birçok İslam ülkesinin bayrağında bulunmaktadır. Tıpkı Hristiyan dünyasının bayraklarındaki haç gibi. İslam ülkelerindeki ve Türk bayrağındaki hilalin kökeniyle ilgili kaynaklarda şöyle bir rivayet geçmektedir: Sa’d b. Malik, Resulullah’a (sav) elçi (temsilci) olarak geldi, Resulullah ona kavmi için siyah bir raye (bayrak) verdi. Rayede beyaz bir hilal vardı. İslami rayedeki hilal şeklinin kaynağı da böylece anlaşılmış olmaktadır.[1 - İbn Hacer, “El-İsabe”, çev. Naim Erdoğan, c. 2, s. 345, İz Yayınları, İstanbul, 2010; Kettani, “Hz. Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye”, İz Yayıncılık: 2/80.] Demek ki bayrağımıza hilali yerleştiren bizzat bu dinin peygamberidir. Bu nedenle hilal bizim için önemlidir.[2 - İslam bayraklarındaki hilalin menşesini sadece “El-İsabe”deki bir rivayetle izah isabetli olmayıp araştırmalar hilalin ilk zamanlar mevcut olmayıp daha sonra ortaya çıktığını göstermektedir. Bu konuda bkz. “Türk Hilalinin Aslı I”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi, Mecmuam, I (1926) sayı 2, s. 158-182; “Türk Hilalinin Aslı, II”, aynı mecmua, sayı 3, s. 36-51. Halil Halid bu yazlardan ilkini William Ridgway’in makalesinden, diğerini de Yakup Artin Paşa’nın eserinden tercüme etmiştir. Osmanlılar’dan önce, başka İslam devletlerinin de bayraklarında hilal bulunduğuna dair bkz. Fuad Köprülü, “Bayrak”, İA, II, 410-413.]
Bu nedenle Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki savaşa “hilal ve haçın savaşı” denir. Mehmet Akif, Kurtuluş Savaşı’nın sadece bir milletin kurtuluşu olmadığını, bu savaşın bir hilal ile haçın, Müslümanlık ile Hristiyanlığın, iman ile küfrün savaşı olduğunu anlatmaktadır.
Ayrıca, İslamsız bir bağımsızlığın olmayacağını, tıpkı hilal ve yıldızın birlikte olduğu gibi İslam ve bağımsızlığın da birlikte olduğunu belirtmiştir. Hilal, yıldızı kucaklamaktadır. Bu da İslam’ın Türkleri kucakladığını veya Türklerin İslamsız olmayacağını da anlatmaktadır.
Şair bayraktaki yıldızı gökteki yıldızla birleştirmektedir. Böylece nasıl gökteki yıldızı koparmaya elimiz ve gücümüz yetmezse bayrağı da kimsenin yere indirmeye gücü yetmeyecektir.
Ayrıca yıldızın parlaması bir deyim olup şansının ve talihin yaver gideceği anlamına gelmektedir. Burada şair, kötü görünen şartların lehimize döneceğini müjdelemekte, talihin bizden yana olduğunu ve bağımsızlık ile İslam’ın milletimin en doğal hakkı olduğunu vurgulamaktadır.
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bayrakla özdeşleşme sürmektedir. Bayrağın dalgalanması, enginlerde yüzmesi bağımsızlığın sürmesi anlamına gelmektedir. Bayrak Türk milletinin tüm değerlerini simgelemektedir. Burada bağımsızlık, özgürlük, millet, din kavramlarının hepsi barınmaktadır. Bayrak düşerse bütün bunların kaybedildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle bayrağın düşmemesi için mücadele edilmelidir. Savaşlarda bile düşman askerleri bayrağı ele geçirip indirmeye çalışırlar. Askerler, bayrakların düştüğünü gördüklerinde savaşın kaybedildiğini, kumanda merkezinin düştüğünü anlar ya teslim olur ya da direnme ümitleri sona erer. Bu nedenle bayrak düşmemelidir. Bayrak, kimsenin şahsi malı değil, doğrudan gücünü milletten alan milletin malıdır.
2. Kıta
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Kelimeler&Kavramlar
Çatma: Vuruşma, kavga etme, uyuşmazlık. Kaşlarını sert bir şekilde kaldırmak. Kızmak.
Kurban: Bir fikir veya dava uğrunda kendisini feda eden kimse.
Çehre: Yüz, sima, görünüş
Nazlı: Naz eden, cilveli, istemez gibi davranan, kendini ağırdan satan, nazik.
Hilal: Birkaç günlük ay. Bayrak, Türk bayrağı, İslam bayrağı.
Kahraman: Yiğitlik gösteren cesur kimse, yiğit, bahadır, er, alp.
Irk: Aralarında kan bağı bulunan insan topluluğu. Soy, nesep, sülale, kök. Cilt rengine göre insanların sınıflandırılması.
Celal: Hışım, kızgınlık. Ululuk, büyüklük, azamet
Helal: İslami bakımdan kullanılması ve yapılması uygun olan şey. İslam’a uygun olan. Temiz, yenilebilir şey. Meşru, bağışlanmış.
Hak: Doğru, gerçek, hakikat, adalet. Allah, ilah.
İstiklal: Kimseye bağlı olmama, müstakil olma, kendi başına buyruk, bağımsızlık.
Söz Sanatı
Hilal – Hilal ayın bir hâli iken bayrak anlamında kullanıldığından parça bütün ilişkisi kurulduğundan; ad aktarması / parça-bütün ilişkisi – Mecaz-ı mürsel
“Kahraman ırkıma bir gül” ifadesiyle bayrak bir insana benzetildiğinden kişiselleştirme yani teşbih sanatı (kişileştirme-teşhis).
Hak: Hak kelimesi hem adalet, doğruluk ve hem de Allah anlamında kullanıldığından -bir sözcük iki farklı anlamda kullanıldığından- tevriye.
Hilal, ırk, istiklal, millet kelimeleri arasında anlamca yakınlık bulunduğundan; tenasüp.
Hilal, çehre, çatma, gül, şiddet, celal sözcükleri arasında da Tenasüp
Nesir (Düz Yazı) Hâli
Ey hilal kaşlı güzel, nazlı bayrağım, sana kurban olayım, ne olur şu yüzünü buruşturma, bana kızma. Bu kahraman milletime bir gül, kızma. Nedir bu kızgınlık, bu şiddet?
Bu kadar kızgınlıktan dolayı senin için döktüğümüz kanlar sonra helal olmaz. Bağımsızlık Allah’a tapan, Müslüman olan milletimin hakkıdır.
Açıklamalar
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Mehmet Akif burada doğrudan doğruya bayrağa seslenmektedir. Bayrağı canlı bir varlık kabul edip sevgili yerine koymaktadır. Fakat bu sevgili, çatık kaşlıdır. Neden kaşlarını çatmıştır? Bir şikâyeti, bir derdi, bir kızgınlığı mı var?
Bayrak, kaşlarını çatarak bir anlamda darılmış bir sevgilidir. Neden kaşlarını çatmıştır? Çünkü gerekli ilgiyi görmemektedir. Onu birileri göklerden yere indirmeye çalışmaktadır. O da sevgilisine kendisini korumadığı için kızmakta, kaşlarını çatmaktadır.
Ayrıca ülkenin bazı bölümlerinde bayrak indirilmiş, yerine düşman bayrağı çekilmiştir. Bu nedenle bayrak bize küsmüş ve kızmıştır. İstanbul, hilafetin ve Osmanlı’nın merkezi işgal altındadır. Bağımsızlığın kaybedilme tehlikesi vardır. Bu durumda bayrağın üzülmesi ve kaşlarını çatması normaldir. Bayrak, milletin kendisini kurtarması için gerekli çabayı sarf etmediğini düşünmektedir.
İşte Mehmet Akif bir sevgili gibi bayrağın kaşlarını çatmasına üzülmekte ve “Ne olursun ey sevgili nazlı bayrağım, kaşlarını çatma! Ben senin oradan indirilişine izin vermeyeceğim. Benim seni oradan indirilişine izin vereceği mi sanıyorsun? Hayır! Senin için nasıl daha önce kanlarımızı döktükse şimdi de dökeceğiz. Üzülme!” demektedir.
Çatık kaş, hilale benzetilir. Sevgilinin kaşları edebiyatımızda bu nedenle hep hilale benzetilmektedir. Bayraktaki hilal de tıpkı nazlı bir sevgilinin kaşları gibi çatılmıştır.
Hilal kavramının İslam’ı simgelediğini daha önce belirtmiştik. Mehmet Akif’in doğrudan hilale seslenmesi de milletimizin içinde bulunduğu dinî durumu anlatmaktadır, böylece o, halkımıza dinî değerlere sarılmasını tavsiye etmektedir.
Hilalin kaşlarını çatması, dinimizin buyruklarına uymadığımızdan uyarıldığımızı belirtmektedir. Tüm musibetler, ilahi emirlere aykırı olduğumuzdan başımıza gelmektedir.
“Kurban olayım” ifadesi ile Mehmet Akif, Allah’a olan yakarış ve yalvarışına devam etmektedir. Allah’tan bu milleti yalnız bırakmamasını istemekte, Maide Suresi 54. ayetteki durumun yaşanmaması için yalvarmaktadır.
Bu ifadeyle bağımsızlık için gerekirse ölmeyi göze aldığını da vurgulamaktadır. Çünkü bağımsızlık kolay elde edilen bir nimet değildir. Uğrunda ölümü göze almadan kimse bağımsızlığı elde edemez…
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Seni seven bu millete biraz gül, tebessüm et. Bu millet seni yalnız bırakmadı ve yalnız bırakmayacak. Eğer bizim senin için yaptığımız fedakârlıkları takdir etmez ve bizim seni düşmana teslim edeceğimizi düşünürsen uğrunda döktüğümüz kanlar helal olmaz. Bu millet Allah’a taptığı için, Allah’a inandığı için senin uğrunda mücadeleden vazgeçmeyecektir. Bu mücadele sonucu sen muhakkak özgürlüğüne kavuşacaksın.
Bayrağın gülmesi, göklerde dalgalanmasıdır. O, göklerde dalgalandıkça gülümseyecektir.
Mehmet Akif, çatık kaşlı olan bayrağa kaşlarını çatmamasını ve gülmesini söylerken aslında Yaradan’dan milleti esirgemesini, bağışlamasını, affetmesini niyaz etmektedir. Çünkü celal Allah’ın kahhar (yok edici), müntakim (intikam alıcı) sıfatlarını ve ceza, azamet, haysiyet gibi ifadeleri temsil eder. Bu sıfatlar ise inkâr ve isyan ile itaat etmeyenlerin kınanması ve cezalandırılmasını gerektirir.
Ayrıca Mehmet Akif şiddet ve celalin kâfirlere karşı gösterildiğini ama kendi ırkının kahraman bir ırk olduğunu (Maide Suresi’nin 54. ayetine işaret ederek) İslam uğrunda kahramanlıklar gösterdiğini ve bu nedenle şiddet ve celali (öfke ve kızgınlık) hak etmediğini, ona merhamet nazarıyla muamele etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü Allah “Rahmetim gazabımı geçti.”[3 - Buhari, Tevhid 15, 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 14-16] diyerek merhametinin daha çok olduğunu söylemiş ve Mehmet Akif “bir gül” derken bu merhamete sığınmış ve onun merhametini talep etmiştir.
Irk Kavramı
Mehmet Akif burada “kahraman ırkıma” ifadesini kullanmaktadır. Ama Mehmet Akif’in ırktan kastı tek bir ırk veya millet değildir. O, ırk ile tüm İslam milletini kastetmektedir. Çünkü Mehmet Akif’in kendisi bir Arnavut’tur. Türk kelimesini ve ırk kavramını İslam ile özdeş tutmaktadır. Çünkü bu dönemde İslam bayraktarlığını Türkler yapmaktadır ve onların şahsında tüm İslam âlemi mücadele etmektedir. Aynı zamanda İslam dünyasının siyasi liderliği, hilafetin Osmanlılar’da olması nedeniyle de Türklerin elindedir. Ayrıca Balkan Müslümanları da her zaman Türk ırkını Müslümanlıkla özdeş görmüştür; Balkan kökenliler, ırkları ne olursa olsun dinlerini soranlara “Türk’üm.” diyebilmiş, Türk’ü bir ırk olarak değil din gibi telakki etmişlerdir.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, kendisinin onları sevdiği onların da kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve güçlü, Allah yolunda cihat eden ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan bir topluluk getirecektir. Bu Allah’ın bir lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu ve nimeti geniştir, o bilendir.” (Maide 54)
Bazıları Mehmet Akif’in millet kelimesi yerine ırk kelimesini kullanmasını eleştirmekte ve bunun İstiklal Marşı’nın ruhuna aykırı olduğunu belirtmektedir. Kanaatimce bu, millet kavramının o günkü anlamıyla bugünkü anlamı arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Çünkü Osmanlı’da millet, bir kavmi veya ırkı simgelemezdi. Millet, Osmanlı’da din anlamında kullanılan Kur’anî bir kavramdır.[4 - “De ki: Allah doğru söylemiştir. O hâlde hanif olarak İbrahim’in milletine (din anlayışına) tabi olun. Şirk koşanlardan değildi (o)!” (Ali İmran 95)] Mehmet Akif, burada Türk ulusuna seslendiğini belirtmek ve millet kavramıyla arasındaki çizgiyi çizmek için ırk kelimesini bilinçli kullanmıştır. Mehmet Akif, millî marşın Türk milletine özgü olacağını biliyordu. Bu nedenle milleti muhatap almaya çalıştı.
Irk kelimesi günümüzde içinde birçok olumsuz anlam barındırmakta, ırkçılığı çağrıştırmaktadır. Fakat Mehmet Akif burada ırkçılıktan çok belli bir ırkı hedef alan, o ırka kimliğini -İslami kimliğini- hatırlatan bir anlam vermektedir. O, Maide Suresi 54. ayetini hatırlatmakta, bu davayı taşımaya talip olmadığı zaman, Allah’ın başka bir kavmi getirebileceğini hatırlatmaktadır. Bu ayeti genelde Osmanlı aydınları (Elmalı, Bediüzzaman, Ömer Nasuhi Bilmen) Türklere yorumlamaktadır. Hatta yine Türk olmayan (Kürt kökenli) Bediüzzaman bu ayeti şöyle yorumlamaktadır:
“İşte, ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlatları! Altı yüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri, bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’an’ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’an’a ve İslamiyete kal’a (kale) yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı (saldırıyı) defettiniz (ortadan kaldırdınız). Ta
[5 - Maide Suresi, 54. ayet.] ayetine güzel bir masadak (işaret edilen millet) oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve Frenk-meşrep (Batılı) münafıkların desiselerine (hilelerine) uyup şu ayetin evvelindeki hitaba masadak (layık) olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.
Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslamiyet-le imtizaç etmiş (şekillenmiş); ondan kabil-i tefrik değil (ayrılmaz). Tefrik etsen (ayrılsan), mahvsın (yok olursun). Bütün senin mazideki mefahirin (geçmişteki övünç duyduğun her şey) İslamiyet defterine geçmiş. Bu mefahir (bu övündüklerin), zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği hâlde, sen şeytanların vesveseleriyle (sözleri), desiseleriyle (hileleri) o mefahiri (övüncü) kalbinden silme.”[6 - http://www.saidnur.com/foreign/trk/risaleler/hutbe/hutbe.htm; Bediüzzaman, Lemalar]
Türklere hitap eden, onları eski günlerindeki başarısıyla motive etmek isteyen tüm aydınlar, Türk kökenli olmasalar bile asabiyet (yani ırki, millî) özelliklerine vurgu yapmaktadırlar. Bu, bir psikolojik motivasyon ve kitleleri harekete geçirme taktiğidir.
Bu kavramı kullandığı için Mehmet Akif’i kınamak yerine dönemi ve şartları iyi okumak, Osmanlı aydınlarının olaya nasıl baktığını iyi bilmek gerekir. O, dönemde nasyonal sosyalizm daha çıkmamış ve ırkçılık bu kadar olumsuz kavramları bünyesinde barındırmamıştı. Kelimenin örfi ve sözlük manaları olan belli bir kandan veya belli soydan gelme anlamında da kullanmıştır Mehmet Akif.
Mehmet Akif, İslamcı bir şairdir. Fakat o, İslam’ın eski güçlü günlerine kavuşmasını Türklerin sağlayacağına inanmakta ve bu millete “kahraman” sıfatını vermektedir. Mehmet Akif, ırk kelimesini İstiklal Marşı’nda iki yerde kullanır. İkinci kıtada “kahraman ırkıma” ifadesinde, bir de onuncu kıtada “sana yok, ırkıma yok izmihlal” sözünde görülmektedir. O, ırk ile Türkleri kastetmekte, kavim millet yerine kullanmaktadır. Irkçılık yapmamaktadır çünkü tüm hayatı boyunca ırkçılığa karşı mücadele etmiştir. Onun “kahraman ırk” tipolojisine ilk dönem Osmanlı askerleri örnek teşkil etmektedir. Bir şiirinde olayı şöyle tasvir etmektedir:
Nerde Ertuğrul’u koynunda büyütmüş obalar?
Hani Osman gibi, Orhan gibi gürbüz babalar?
…………..
Değişik sanki o arslan gibi ırkın torunu!
Mehmet Akif’in kavmiyetçiliğe ve ırkçılığa karşı olduğunun yazdığı diğer şiirler delil olmaktadır:
Ayrılık hissi nasıl girdi beyninize?
Fikr-i kavmiyeti (milliyetçilik) şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik (ayrı) bu kadar akvamı (milletler)
Aynı milliyetin altında tutan İslam’ı,
Temelinde yıkacak zelzele kavmiyettir (milliyetçiliktir).
Bunu bir lahza (an) unutmak ebedî haybettir (korkudur)…
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez…
Son siyasetse bu, hiç böyle siyaset yürümez!
Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını (sebeplerini) artık aradan.
Ayrıca Mehmet Akif, İslam uğrunda mücadele yapılmasının ırkçılık olmayacağını (hilal kavramı), ırkçılığın sadece belli bir milletin selameti yapılması durumunda olacağını belirterek kelimeyi iyi ve kötü anlamda kullanmıştır. Irkçılığın sınırını çizmiştir. O, bu savaşın din ve İslam için olduğunu, dolayısıyla bir ırk savaşı, bir ırkın üstünlük mücadelesi olmadığını göstermeye çalışmıştır.
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Milletime gülümsemezsen, böyle kaşlarını çatarsan, senin uğrunda döktükleri kanlar sonra helal olmaz. Yani bu kadar kızgın olduğundan sana döktükleri kanlarını helal etmezler.
Mehmet Akif burada bayrağa seslenmekte, bayrak uğrunda tarih boyunca dökülen kanları hatırlatmaktadır. Yalnız bayrağın kaşlarını çatmaktan vazgeçmesinin koşulu bağımsızlığın elde edilmesi veya ülkenin işgalden kurtulmasıdır. Çünkü bayrak, ülkenin içinde bulunduğu koşullardan dolayı kaşlarını çatmıştır.
Mehmet Akif, Allah yolunda dökülen kanların helal olmasının yolunun Allah’ın merhametiyle olacağını vurgulamaktadır. Çünkü bir şeyi ancak Yaradan helal yapabilir. Onun uğrunda dökülen kanların helal olup olmaması onun vereceği kararla olur. İslam (hilal) uğrunda olmayan ölümlerin geçerli bir ölüm olmayacağı, helal bir ölüm olmayacağı, yani şehadet olmayacağını da vurgulamaktadır. Irk uğrunda değil, hilal yani din uğrunda ölündüğü zaman şehit olunacağını, bu dökülen kanların helal olacağını vurgulamaktadır. Mehmet Akif, ırk kelimesini kullanarak hem ırkçılığı eleştirmiş ve hem de hangi koşullardaki mücadelenin ırkçılık olmayacağını vurgulamıştır. Yani burada hilal ile simgelediği İslam ifadesinde gizlemiştir.
İslam uğrunda olmayan tüm mücadeleler batıl mücadelelerdir. Bu uğurda dökülen kanlar makbul değildir, helal olmaz. Tek mücadele yöntemi veya dökülen kanların helal olmasının tek yolu din, İslam, vatan, millet ve bağımsızlıkla olur. Ama bütün bunlarda yine Allah rızası gözetilmelidir. “Sonra helal” derken hangi sonradan bahsediyor? Yani kıyamet gününde, yani mahşer gününde, yani Allah’ın huzurunda hesap verirken bu dökülen kanlar eğer meşru yollarla dökülmemişse kabul edilmez diyerek sonra ifadesiyle hesap gününü kastetmektedir.
Peygamber Efendimiz şöyle anlatmıştır:
“Kıyamet gününde şehit olmuş kimse huzura getirilir. Her tarafından kanlar akmaktadır. Allah ona olan nimetlerini anlatır ve ‘Bunların karşılığı ne yaptın?’ der. O kul ‘Senin yolunda cihat ettim, şehit oldum.’ der.
Allah ‘Yalan söylüyorsun, ‘cesur’ desinler diye savaştın, senin için de öyle denildi.’ der.
Sonra emir verilir, yüzü üzerine sürüklenerek cehenneme atılır.”
İşte Mehmet Akif burada cihadın ırk için değil, Allah için olması gerektiğini ırk kelimesini kullanarak vurgulamaktadır.
Ayrıca, sonra helal ifadesiyle Millî Mücadele başarılı olmazsa, ülke işgalden kurtulmazsa, din, namus ve vatan iğfal edilirse de dökülen kanlar helal olmaz diyerek insanları başarıya çağırmaktadır. Sadece kan dökmekle sorumluluktan kurtulmayacağımızı, asıl hedefimizin başarıya ulaşmak olduğunu anlatmaktadır.
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!
Bayrağın bağımsızlığını elde etmesinin yolu Hakk’a tapmakla olur. Yani Hakk’ın, İslam’ın ve Kur’an’ın buyruklarını yerine getirmekle olur. Çünkü bağımsızlık Hakk’a tapan milletimin hakkıdır demektedir. Hakk’a tapmaktan kasıt İslam dinidir. Çünkü Müslümanların dışındaki dinlere inananlar hak ve hakikati kabul etmeyenlerdir. Bir tarafta Hakk’ı kabul edenler, diğer tarafta Hakk’a karşı olanlar vardır. Dolayısıyla Hakk’ı kabul edenlerindir bağımsızlık.
Burada Mehmet Akif, Müslüman’ın esir olmayacağını, bağımsız olması gerektiğini vurguluyor. Çünkü gerçek dine biz sahibiz. Müslümanlar bir yandan Hakk’a yani Allah’a inanacak ve diğer yandan bağımsızlıktan vazgeçecekler. Bu yanlıştır. Bu olmaz. Çünkü hak din esareti kabul etmez. Ona uyanlar da esareti kabul etmezler.
Türk milletinin İslam milleti olduğunu, Hakk’a ve İslam’a bağlı olduğu sürece istiklalini, bağımsızlığını muhafaza edeceğini, bunlardan koptuğunda ise geriye hiçbir şey kalmayacağını vurgulamıştır.
Mehmet Akif, son cümle ile ırk kelimesi arasında bir bağlantı kurmuş, bir anlamda ırkçılara cevap vermiş, savaşın ve mücadelenin sadece Allah için olacağını, ırk için olmayacağını ispatlamıştır.
Mehmet Akif bu ana temayı şiirinde iki defa tekrarlayarak bu duruma verdiği önemi vurgulamıştır. Ona ırkçılık yaftasını yapıştıranlar kelimelerden mefhuma gidemeyecek kadar olaya hâkim olmamışlardır.
3. Kıta
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Kelimeler&Kavramlar
Ezel: Başlangıçsızlık, başı sonu olmayan, ruhların yaratıldığı zaman.
Hür: Özgür, esir olmayan.
Çılgın: Çıldırmış, delirmiş, delice hareketler yapan, mecnun. Ölçüsüz hareketlerde bulunan.
Şaşarım: Hayret etmek, ani ve umulmadık bir durumda zihni karışıklığa düşmek. Yoldan çıkmak, delalete düşmek.
Sel: Sürekli ve aşırı yağmur sonucu meydana gelen şiddetli su akıntısı.
Bent: Baraj, su toplamak için yapılan set, bağlama, hükmü altına alma.
Engin: Çok geniş, uçsuz bucaksız, göz alabildiğine geniş, açık deniz, umman, ufkunda kara görünmeyen deniz.
Söz Sanatı
“Yaşam”, “yaşarım” sözcükleri tekrarlandığından; tekrir-tekrar.
Düşmanlar çılgına benzetildiğinden; açık istiare.
Zincir vurmak, esir etmek anlamında yani kast edilen anlamdan farklı kullanıldığından; mecaz.
“Kükremiş sel gibiyim” ifadesinde millet kükremiş sele benzetilmiş; benzetme-teşbih.
Bent, “engel” anlamında kullanıldığından; mecaz.
Dağ, engin, bend, sel… (tenasüp)
“Yırtarım dağları, enginlere sığmam…” sözü; abartı.
Ayrıca dağları yırtmakta ile Ergenekon Destanı hatırlatıldığından; hatırlatma-telmih.
Nesir (Düz Yazı) Hâli
Ben, kâinat yaratıldığından beri özgür yaşamışım ve hâlen de özgür yaşamaktayım. Bu nedenle bana zincir vuracak, yani özgürlüğümü elimden alacak, vatanımı işgal edecek ve hatta bunu düşünebilecek olanlara şaşarım. Yani bu fikre bile şaşarım. Kabul etmem.
Ben, dizginlenemeyen yani zincirlenemeyen birisiyim. Özgürlüğüme saldırıldı mı bir sel gibi coşarım. Dağlardan yol bulur, hiçbir yere sığmam. Yani en sarp ve en zor koşullarda bile mücadelemi yapar ve özgürlüğümü korurum.
Açıklamalar
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Burada Mehmet Akif bu milletin hiçbir zaman sömürge olmadığını ve bundan sonra da olmayacağını belirtir. Yani kâinat yaratıldığından beri, ruhlar âleminden beri özgürüm, hâlâ da özgürüm ve bundan sonra da kimse benim bu özgürlüğümü alamaz. Ben özgürlüğe alışkın olduğumdan bu özgürlüğümü hiçbir şeye feda etmem.
Benden kasıt millettir. Ayrıca, Mehmet Akif burada ben diyerek toplumla kendisini özdeşleştirmiştir. Toplum, yani biz sonuçta tek tek bireylerden oluşuruz. Her birey, kendisinin özgür olduğuna inanırsa mücadele başarılı olur. Ben, yani biz bu toplumun bireyleriyiz. Bu toplumda özgür yaşadık. Kimse bizi sömürmedi. Birbirimizi sömürmedik. Bu nedenle topluma olan güvenim tamdır ve gelecekte de özgür yaşayacağıma inanıyorum. Ben ile Mehmet Akif bir anlamda kendisi gibi Türk milletine mensup olmayan kişilerin bu milletle olan özdeşliğini de vurgulamaktadır. Bu milletle birlikteyim ve bu millet tarafından geçmişte de sömürülmedim, gelecekte de sömürülmeyeceğim demektedir.
Bu millet, Avrupalıların sömürdüğü küçük, Afrikalı bir millet değildir. Kökü mazide olan ve büyük uygarlıklar kurmuş olan bir millettir. Hiçbir zaman esir olmadı ve olmayacaktır. Özgürlüğe alışmış olan bir millet bunu hayatı pahasına korur ve kesinlikle bundan vazgeçmez.
Bu dönem Sevr Antlaşması’nın zorla dayatıldığı dönemdir. Mehmet Akif, halkta oluşan ümitsizlik ve panik havasını gidermeye çalışır. Sen hiçbir zaman köle olmadın ki bundan sonra da olamayacaksın der halka.
Halkları etkilemek, coşturmak için tarihten ve geçmişlerinden örnek getirmek çok etkilidir. Bu örnekler halklarda, insanlarda bir öz güven oluşturur. Her milletin tarihindeki başarıları onlara anlatmak milliyetçilik veya ırkçılık değildir. Bu bir anlamda toplu terapidir. Kişilerde bile öz güven oluşturmak için geçmişteki başarıları kendilerine hatırlatılır. Böylece o kişilerin kendilerine olan güvenleri arttığı gibi, önlerindeki sorunla da daha iyi mücadele edebilirler. İnsanların başarılı olmaları için bir düşünceye gerçek anlamda inanmaları gerekmektedir. Mehmet Akif’in de yaptığı budur. Onlara bağımsızlığın kendilerinin tabii özellikleri olduğunu hatırlatmaktadır.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
O, işgalcilerin bu milleti köleleştirebileceklerini düşünmelerini bir çılgınlık, delilik olarak yorumlar. Ancak deli, köle ve hayvanlar zincire vurulur. Ben özgür olduğuma göre beni zincire vuracaklara şaşarım demektedir.
Ayrıca benim geçmişim ortada. Şimdiye kadar hiçbir ulusun egemenliğine girmedim. Bundan sonra da girmem. Beni egemenliği altına almayı düşünenlere şaşıyor, onları çılgın/deli olarak nitelendiriyorum.
Saldıranların hepsi çılgın/delidir. Çünkü bana saldırmak için deli olmak gerekir. Bu çılgınlardan, delilerden hangisi bana zincir vuracakmış, bu deliler mi bana zincir vuracakmış, onların bana zincir vurabileceğine inanmıyorum. Hiçbirisi beni esaret altına alamaz, köleleştiremez.
Bu arada aynı zamanda Avrupalı emperyalist devletleri, yani Birinci Dünya Savaşı’ndaki düşmanlarımızı birer deliye benzetmektedir. O devletler, dünyayı yok etmek, fesada boğmak için saldırmaktadırlar. Bunların birbirlerinden farkı yok. Hepsi bir diğerinden deli, emperyalist ve art niyetli. Bu dönemde bazıları İngiliz veya Amerikan mandacılığını savunurken Mehmet Akif, hepsinin aynı olduğunu, birbirlerinden farkları olmadığını ve amaçlarının dünyayı köleleştirmek olduğunu (zincir vurmak), sadece kendilerini düşündüklerini anlatmakta ve onları deli olarak nitelemektedir. Deliler çünkü bizi de diğer devletler gibi egemenlikleri altına alacaklarını düşünmektedirler. Deliler çünkü dünyayı bir deli gibi istila etmekte, insanları yok etmekte, dünyayı fesada boğmaktadırlar.
Osmanlı’ya saldıran devletler, aynı zamanda köleci devletlerdi. Tüm dünyada farklı ırkları zincire vurup ülkelerine götürüp köleleştirdiler. Mehmet Akif, bir anlamda bu medeni olarak nitelendirilen devletlerin tarihlerindeki vahşeti de hatırlatmaktadır. Onlar, medeni değil vahşidirler; başka ulusları zincire vurup köleleştirmektedirler demektedir. Böylece medeni Avrupalılara köleci geçmişlerini hatırlattığı gibi, zenginliklerin altında başka ulusları sömürmeleri olduğunu da vurgulamış olmaktadır.
İtilaf devletlerinin (İngiltere, Fransa, Amerika gibi dönemin süper devletleri) her taraftan kuşattığı ve her gün saldırılar tertiplediği ortamda Mehmet Akif’in bunu haykırması, düşmanı küçümsemesi, önemli bir moral kaynağıdır. Hâlbuki bu dönemde insanların gözünde bu devletler yenilmezdi. Onlara karşı hiçbir şey yapamayız; en iyisi bunlardan birilerinin mandacılığını kabul edelim diye düşünüyorlardı. Ama Mehmet Akif mandacılık ve başarısızlığı kabul etmemekte, bütün bu düşünceleri taşıyanlara gülmektedir. Burada Mehmet Akif sadece düşmana değil, içeride de bu düşünceleri taşıyanlara tepki göstermektedir.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Bu milletin bir sağanak yağmuru gibi düşmanın üzerine atılacağını, önünde hiçbir seddin, dağların duramayacağını anlatmaktadır. Sağanak yağmur sonucunda oluşan seli örnek göstermektedir. Bir anlamda Mehmet Akif, bireysel olarak yağmur taneleri gibi zayıf olabilirsek de bir araya geldiğimizde ve hep birlikte hareket ettiğimizde nasıl o zayıf olan yağmur taneleri sele dönüşüp önüne gelen her şeyi silip süpürürse bizim de öyle olacağımızı anlatmaktadır.
Bu yağmur ve seli hiçbir bent, yani engel durduramayacaktır diyerek hem kararlı olunması gerektiğini ve hem de birlikte harekete geçilmesi durumunda başarının geleceğini vurgulamaktadır. Şair, başarının sırrının birlik ve beraberlikte olduğunu belirttiği gibi, bu birliğin de aynı anda ve aynı stratejiyle harekete geçilmesi durumunda başarılı olacağını vurgulamaktadır.
“Bendimi çiğner aşarım.” ifadesi ile kişinin içindeki engelleri ve sınırları da aşacağını ifade etmektedir. Bizi sınırlayan ve engelleyen her türlü olumsuz düşünce ve motivasyonu aşacağımızı belirtmektedir. Çünkü bazen en büyük engel bizzat kendimiz, kendi nefsimizdir. Nefsimizi aştığımızda, kendimizi aştığımızda bütün engelleri de aşarız. Mehmet Akif, burada en büyük düşmanımızın kendi nefsimiz olduğunu, başarıya ulaşmamız için de onu aşmamız ve onunla mücadele etmemiz gerektiğini anlatmaktadır.
Resulullah (sav) Efendimiz hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir.” (Deylemi)
“İnsanın en kuvvetli düşmanı nefsidir, sonra çoluk çocuğu gelir.” (Deylemi)
Furkan Suresi’nin 43. ayetinde ise “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?” denmektedir.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Yağmur nasıl çoğalıp sele dönüşüp önündeki bendi, barajı, engelleri aşıyorsa biz de birlikte hareket ettiğimizde aynı sonuca ulaşacağız.
Dağlar ve diğer engeller bizi durduramaz. Biz bunları yırtıp yola devam edeceğiz. Benim öylesine güçlü bir membam var ki ben o kaynağa ulaştığımda coşacağım ve taşacağım. Beni hiçbir şey durduramayacak… Dağları bile yırtacak, enginlere bile sığmayacak kaynağımız bizzat ilahi kökenlidir.
Nasıl ki Hz. Musa’ya iman edip Firavun’a meydan okuyan azınlık ve zayıf bir kavmi denizler bile durduramadıysa, deniz bile açılıp yol verdiyse, denizi bile yarıp geçtilerse, ben de o ilahi kaynağa dönersem kükremiş sel gibi taşarım, önümde hiçbir şey durmaz, kimse beni hâkimiyeti altına alamaz. Çünkü çok güçlü bir kaynaktan beslenmekteyim.
Burada Mehmet Akif aynı zamanda Ergenekon Destanı’na da işaret etmektedir. Bu destanda bir dağın gerisinde bulunan Türkler, dağdaki demir madenlerini eriterek bir geçit yapıp kurtulmuşlardı. Yani dağ onların önünde bir engel olamamıştı. Dağı yırtıp geçmişlerdi.
Tarihten örnekler vermek, milletlerin kendilerini bulmalarını ve atalarımız yapmışsa biz de yapabiliriz duygusunun oluşmasını sağlama amacına yöneliktir. Pedagojik anlamda da bir çocuğa baban böyle yaptı, annen böyle yaptı, demek ki sen de yapabilirsin denildiğinde bu etkili olmaktadır. Bu, onlar yapabilirse ben de yapabilirim düşüncesini aşılamaktadır.
Bir milletinin tarihinden örnek vermek hem o milleti tanıdığını ve hem de o millete geçmişten örnekler vererek öz güvenini kazanmasın sağlamaya çalıştığını göstermektedir. Çünkü bu dönemde düşman saldırısı ile karşı karşıya olan milletin öz güvene ihtiyacı vardır. Milletin harekete geçmesi için dinî ve millî söylemlere ihtiyacı olduğu aşikârdır.
4. Kıta
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Kelimeler&Kavramlar
Garp: Batı, batıda bulunan yerler.
Afak: Ufuklar.
Zırh: Silah darbelerinden korunmak için giyilen demir tel veya levhadan yapılmış savaş giyeceği, savaş gemilerine kaplanan çelik levha.
İman: İnanmak, inanç, Allah’a inanma, İslam dinine inanma.
Serhat: Sınır, hudut, sınır başı, iki devlet arasındaki sınır.
Ulus: Oymakların, kabilelerin meydana getirdiği topluluk. Cemaat, halk, kavim, millet.
Medeniyet: Şehirlilik, bir topluluğun hayat tarzı, bilgi seviyesi, sanat gücü, maddi ve manevi varlığı ile ilgili vasıfların bütünü. Bir topluluğun bu bakımdan ileri olma hâli.
Söz Sanatı
“Garbın âfâkı” ile Batı sınırları belirtildiğinden; mecaz.
“Çelik zırhlı duvar” ile teknolojik güç, silahlar anlatıldığından; açık istiare.
“Ulusun” sözcüğü hem “yücesin” ve hem de “bağırsın” anlamında kullanıldığından; tevriye.
“Medeniyet” tek dişi kalmış canavara benzetildiğinden; benzetme, teşbih
Nesir (Düz Yazı) Hâli
Avrupalıların, Batı’nın askerleri teknolojik olarak çok üstün olsalar da benim onların sahip olmadığı bir özelliğim var. O da gençlerimin inançları ve imanlarıdır. Benim sınırlarımı bu inanç ve iman dolu gençlerim korumaktadır.
Bu nedenle ey ulusum, ey milletim, korkma! Sınırlarını bu imanlı gençler korudukça korkmana gerek yok. Bırak köpekler gibi ulusunlar. Onların bu ulumaları boştur. Gerçekte hiçbir etkisi yoktur. Yani kuru gürültü yapmaktadırlar.
Bu gençler düşmanı imanlarıyla boğarlar. Yani inançları sayesinde düşmana karşı başarılı olurlar. Çünkü aslında Batı’nın medeniyet diye bahsettiği teknoloji yaşlanmış, dişleri kalmamış bir canavara benzemektedir. Görünüşte güçlü de olsa aslında içleri boştur.
Açıklamalar
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Burada Batı medeniyeti ile Doğu medeniyeti karşılaştırılmaktadır. Batı’nın medeniyet alanında teknolojik üstünlüğe sahip olması onun güçlü olduğu anlamına gelmez.
Mehmet Akif burada Batı medeniyetinin bir demir ve çelik medeniyeti olduğunu insani ve imani bir özelliğe sahip olmadığını belirtmektedir. Ayrıca “garbın afakı” derken özellikle Çanakkale Savaşı’nda demirden gemilerin tüm ufku kapladığını ve onların bu demir yığınlarından her tarafın kapandığını belirtmektedir. Batı medeniyetinin demir medeniyet olduğunu, ufku demirlerle kapatarak gökyüzünü göremediklerini, manevi iklimden faydalanmadıklarını da belirtmektedir. Batı’nın çeliklerin arkasında kaybolduğunu ve sadece çeliklerden, demirlerden ibaret olduğunu da ifade etmektedir.
Batı’nın bir insan ve duygu medeniyeti değil, duygusuz bir demir medeniyeti olduğunu, medeniyetin yapıcı unsuru olan insanı ve insanlığı unuttuğunu göstermektedir.
Batı, çelik ve demirler arkasına sığınmış olsa bile kurtulamayacaktır. O, demir yığınları onları yok olmaktan kurtaramayacaktır. “Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.” (Nisa 78) ayetinde işaret edildiği gibi sağlam ve tahkim edilmiş kalelerinin arkasına saklansalar da ölüm onları bulacaktır. Bu tahkim edilmiş kalelerin arkasına sığınmaları, onların aynı zamanda korku içinde olduğunu da göstermektedir.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Batı her ne kadar çeliklerle örülmüş olsa da teknolojik üstünlüğe sahip olsa da onun insan unsuru zayıftır. İnsanlar sadece bu teknolojiye güvendiklerinden başarısız olacaklardır. Çünkü sonuçta başarıyı sağlayan en önemli etken insandır ve insanı da başarıya ulaştıran onun iman ve inancıdır.
Hâlbuki Batı, bu teknoloji ve demir medeniyetinde insani olan her türlü inanç, duygu ve düşünceden yoksundur. Batı’nın çelik zırhlı gemileri, zırhlı askerleri, topları ve tüfeklerinin olmasının hiçbir önemi yok. Benim sınırlarımı koruyan iman dolu gençliğim var. Benim imanlı gençliğim göğsüyle yani bu inancıyla sınırlarımı koruyacaktır.
Aslında Mehmet Akif bir anlamda halka da mesaj vermektedir. Yani askerlerine güvenebilirsin. Onlar her ne kadar teknolojik açıdan zayıf olsa da zafere ve Allah’a olan inançları güçlüdür. Bu nedenle başarıya ulaşacaklardır. Mehmet Akif, bir anlamda başarının en önemli sırrını çözmüştür. O da inanç ve öz güvendir. Hem halka hem de bizzat askerlere bunu vermeye çalışmaktadır. Siz başarılı olmak ve düşmanı yenmek istiyorsanız imanınızı kuvvetlendirmelisiniz…
Aynı zamanda küfür ile aramızda bir sınır vardır. Bu sınır imandır. Küfür, bizim iman sınırımızı aşamaz. “Ey peygamber, müminleri savaşa karşı hazırlayıp teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa iki yüz (kişiyi) mağlup edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.” (Enfal 65) ayetinde belirtildiği gibi sayılarımızın az olması bizi korkutmamalıdır. Savaşları ve başarıyı sayılar (kemiyet) değil nitelikler (keyfiyet) belirler.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
Buradaki “ulusun” ifadesi her ne kadar bazı yorumcular tarafından “yüce”, “büyük” veya “ulus/millet” diye yorumlansa da mısrayı “tek dişi kalmış canavar”la birlikte düşündüğümüzde uluyan bir canavarın tasvir edildiği görülmektedir. Bu canavarın dış görünüşü çok korkutucudur. Uluması bizi ürkütmektedir ama ona yakından baktığımızda tek dişi kalmış olduğunu görürüz. Yani yaşlanmış veya savaşlarla birlikte gücü tükenmiştir. Dolayısıyla böyle bir canavarın bizi korkutmaması gerekir.
Mehmet Akif, halka ve orduya seslenmeye devam eder. Onlara moral vermeye çalışır. Batı’nın teknolojik olarak üstün gözükmesinin bizi korkutmamasını söylemeye çalışır. Yani bırak havlasın… Onun böyle havlaması bize zarar vermez demek ister. Yani başka bir deyişle “İt ürür, kervan yürür.” demeye çalışmaktadır. O, istediği kadar havlasın. Onun havlaması, uluması bizi yolumuzdan alıkoymamalıdır. Çünkü bizim en büyük gücümüz olan inancımız böyle havlamalarla/ulumalarla sarsılmayacaktır.
Batı’nın tüm gücüyle üstümüze saldırmasını, bir anlamda iman-küfür mücadelesi olarak da nitelemektedir. Onun böyle bir saldırısı imanımızı yok edemez; İslam inancını yok edemez; Müslümanlığı silemez demektedir.
Küfrü, saldırgan bir köpeğe veya çakal-kurt gibi uluyan hayvanlara benzetmektedir. İmanın ve hakikatin dışındaki her fikir ve söylem sadece bir hayvan ulumasıdır. Onların uluması, çok ses çıkarması bizi yolumuzdan çevirmemelidir. Bazı fikirler ve görüşlerin çok gürültü yapması onun doğru olduğu anlamına gelmez. Batı’nın uluması, onun teknolojisi, bilimi, sanatı ve siyasetiyle olur. Ama biz bu fikir ve görüşlere itibar etmeyeceğiz. Yani bunlardan çekinmeyeceğiz. İman süzgecine vuracağız ve ona göre değerlendireceğiz.
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Batı medeniyeti tek dişi kalmış bir canavara benzetilir. Batı medeniyetinin dişleri olmayan güçlü bir canavar, güçlülüğünün ise sadece bir görüntüden ibaret olduğu ifade edilir. Tek dişi kalmış bir canavarın uysal bir koyundan farkı yoktur. Onun uluması sadece göz korkutmaktan ibarettir. Dolayısıyla onun uluması böyle bir imanı korkutamaz, yok edemez. Tek dişinin olması, yaşlılıktan veya yıllardır yaptığı savaşlardan dolayı gücünü tüketmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Yani Batı’dan korkmamıza gerek yok, o da diğer güçler gibi yorgundur, yenilmez değildir.
Mehmet Akif, Batı medeniyetinin bir anlamda gerçek bir medeniyet olmadığı eleştirisini de sunmaktadır. Çünkü medeniyetler insanlara mutluluk getirir, insanları geliştirirler. Ama Batı medeniyeti bir medeniyet olmayıp sadece bir teknolojik üstünlüktür. Teknolojik ve silah üstünlüğü de hayvanlara benzetilmiştir. Yani Batı medeniyeti, insani olan unsurun değil hayvani olan unsurun etkisindedir. Tasavvuf terminolojisine göre konuşursak Batı medeniyeti ruhun değil, nefsin yönetiminde ve etkisindedir.
Batı medeniyeti hayvani olan yönlerini geliştirmiştir ama insani olan iman ve inanç yönünden başarısız olmuştur. Bu nedenle o bir medeniyet değil, bir canavardır. Ama bu canavar mükemmel bir canavar olmayıp dişleri kalmamış bir canavardır. Dişlerinin kalmaması yaşlılıktan da olabilir, çok savaşmaktan dolayı yıpranmış ve dişlerini kaybetmiş de olabilir. Ama her durumda o bizim için bir tehdit olma vasfına sahip değildir.
İstiklal Marşı yazıldığı dönemlerde Osmanlı aydınları arasında Garpçılık-Batıcılık akımı güçlüydü. Mehmet Akif, burada bir anlamda Batıcılığı savunanlara, savundukları Batı’nın ne olduğunu anlatmakta, Batı’nın medeniyet olarak sunduğunun sadece bir ölüm makinesi olduğunu belirtmektedir. Buna rağmen Doğu medeniyetinde ise insan unsuru ön plandadır. Mehmet Akif, medeniyeti teknoloji olarak anlayanlara cevap vermektedir. Medeniyetin insanı kemale erdiren bir unsur olması, medeniyet ile teknolojinin birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini söylemektedir. İnsani olandan uzaklaşan bir medeniyetin hayvanlaşacağını “ulusun” ve “tek dişi kalmış canavar” ifadeleriyle vurgulamaktadır.
Mehmet Akif, “Asım’ın Nesli” kitabında Batı’nın sadece bilgi ve teknolojisinin alınması gerektiğini belirterek Batı medeniyetini ikiye ayırmaktadır. Batı’nın bilgi ve teknolojisi, Doğu’nun iman, irfan ve insani özelliklerinin birleşmesiyle asıl medeniyetin ortaya çıkacağını vurgulamaktadır. Ayrıca, bilgi ve teknolojinin insani unsurdan soyutlanması durumunda bir canavara dönüşeceğini de anlatmaktadır.
Sonuçta Batı medeniyeti eksik bir medeniyet olup sadece teknolojiye yönelmiştir. Bundan dolayı, teknolojiye değil de insana yatırım yapan ve inançla dolu bir yüreğe sahip olan bizim medeniyetimizi yok edemezler. Sınırlarımızı bu inançlı gençler korudukça korkmanıza gerek yoktur demektedir şairimiz.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/ibrahim-halil-er/mehmet-akif-ve-istiklal-marsi-69428425/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
İbn Hacer, “El-İsabe”, çev. Naim Erdoğan, c. 2, s. 345, İz Yayınları, İstanbul, 2010; Kettani, “Hz. Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye”, İz Yayıncılık: 2/80.
2
İslam bayraklarındaki hilalin menşesini sadece “El-İsabe”deki bir rivayetle izah isabetli olmayıp araştırmalar hilalin ilk zamanlar mevcut olmayıp daha sonra ortaya çıktığını göstermektedir. Bu konuda bkz. “Türk Hilalinin Aslı I”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi, Mecmuam, I (1926) sayı 2, s. 158-182; “Türk Hilalinin Aslı, II”, aynı mecmua, sayı 3, s. 36-51. Halil Halid bu yazlardan ilkini William Ridgway’in makalesinden, diğerini de Yakup Artin Paşa’nın eserinden tercüme etmiştir. Osmanlılar’dan önce, başka İslam devletlerinin de bayraklarında hilal bulunduğuna dair bkz. Fuad Köprülü, “Bayrak”, İA, II, 410-413.
3
Buhari, Tevhid 15, 22, 28, 55; Müslim, Tevbe 14-16
4
“De ki: Allah doğru söylemiştir. O hâlde hanif olarak İbrahim’in milletine (din anlayışına) tabi olun. Şirk koşanlardan değildi (o)!” (Ali İmran 95)
5
Maide Suresi, 54. ayet.
6
http://www.saidnur.com/foreign/trk/risaleler/hutbe/hutbe.htm; Bediüzzaman, Lemalar