Aforizmalar

Aforizmalar
J. Wolfgang Goethe
Şaşırtıcı deneyimlerle dolu, uzun ve zorlu hayatında, Johann Wolfgang von Goethe (1749–1832) tiyatro programları, kartvizitler, yazı taslakları ve hatta faturalar hakkında aklına gelen birçok fikri kaleme almıştır. Goethe muhtemelen son “Rönesans İnsanı”, yani gerçek bir hezarfendir.
Weimar Dükalığı’nda bir bakan olmasına rağmen aynı zamanda resimler yapmış, tiyatro yönetmiş, anatomi, botanik ve optik üzerine araştırmalar yürütmüş ancak yine de her edebi türde başyapıtlar üretecek zamanı bulabilmiştir. Yaklaşık 1400 aforizmadan oluşan bu kitapta sadece sanat, etik, edebiyat ve doğa bilimleri üzerine değil, hayattaki rastlantısal olaylar ya da profesyonel meslek yaşamına dair de derin düşüncelerini paylaşmıştır.
Goethe’yi bir insan olarak gözümüzde canlandırmamızı sağlayacak bir tazelik ve dolaysızlığa sahip bu aforizmalar, en önemli Avrupalı yazarlardan birisine ideal bir giriş niteliğindedir.

J. W. von Goethe
Goethe Aforizmalar

çevirmenin önsözü
Alman edebiyatı denildiğinde şüphesiz akla ilk gelen isim Johann Wolfgang von Goethe’dir. Yüzyıllardır nesilden nesle aktarılan başyapıtlarının yanı sıra, yaşadığı çağı ve çağdaşlarını da etkilemiş olmasıyla sadece Alman edebiyatı için değil, dünya edebiyatı için de önemli bir isimdir.
1833 yılında “Maximen und Reflexionen” adıyla yayımlanmış bu eser aforizmalar, düşünceler ve alıntılardan oluşmaktadır. Varlığının toplamını oluşturan bu idrakler ve farkındalıklar, Goethe’nin ölümünden sonra derlenip kitaplaştırılmıştır. Bu derleme, Goethe’nin hayatı boyunca yaşadıklarından ilham alarak kâğıda döktüğü aforizmalardan oluştuğu için, onun hayat tecrübelerinin bir külliyatı olarak algılanmalıdır. Elinizdeki çeviri de, çağdaş Alman edebiyatı profesörü Helmut Koopmann’ın derlemesi temel alınarak yapılmıştır.
Bazı cümlelerdeki bulanıklığa rağmen, mümkün olduğu kadar Goethe’nin üslubuna ve felsefesine sadık kalarak yapılan bu çeviride, Almanca dışında yazmış olduğu sözler dipnotlar halinde okura sunulmuştur. Böylece Latince, Fransızca veya İtalyanca olan aktarımlar da özgün halleriyle okura yansıtılmıştır.
Çevirirken Goethe’nin bütün fikirlerinden ilham ve büyük keyif aldığım bu eserden, okurun da aynı keyfi almasını diler, sadece Alman edebiyatına ilgi duyanlara değil, tüm edebiyatseverlere, felsefe, bilim ve siyaset meraklılarına hitap etmesini gönülden dilerim.

    Gülrû Bayraktar

biyografi
Johann Wolfgang von Goethe 28 Ağustos 1749 tarihinde Frankfurt/Main şehrinde doğmuştur. Goethe’nin babası, Johann Caspar Goethe saray meclisinde idari görevi olmayan bir kurul üyesi idir. Annesi ise belediye başkanının kızı Catharina Elisabeth Textor Frankfurt soylularındandır. Goethe 29 Ağustos 1749 tarihinde Protestan kaidelere uygun olarak vaftiz edilir ve bir yıl sonra da kız kardeşi Cornelia dünyaya gözlerini açar. Bunun üzerine babaları evlerini genişletmeye başlar.
Goethe 1755 yılından itibaren Frankfurt’ta bir devlet okulunda öğrenim görür fakat sonra babası tarafından bu okuldan alınır. Goethe’nin eğitimini başta babası üstlenir ve onun sayesinde Latince öğrenir. Daha sonra babası Grossen Hirschgraben Caddesi üzerinde bulunan bu eve bir özel öğretmen getirtir. Yedi Yıl Savaşları sırasında Fransız Askerî Birlikleri Frankfurt’u işgal eder ve 1759 da Fransa Kralı’nın Başkomutanı Kont Thornac Goethe ailesinin evine yerleştirilir.
Goethe babasının ısrarı üzerine 1765 yılında Leipzig’de hukuk öğrenimine başlar ancak o zamanlar bile kendini edebiyat sanatına daha yakın bulur. Gönlünden hitabet ve edebiyat okumak geçer. Goethe burada 1766 senesinde Leipzig hancısının kızı Anna Katharina (Kaethchen) Schönkopf ile tanışır. Aynı sene içerisinde “Annette” isimli şiir külliyatı oluşur ve Goethe’nin onayı olmadan Frankfurt’ta yayınlanan “Die Sichtbaren”(Görünür Olanlar) isimli bir dergide “İsa Mesih’in Cehennem Yolculuğu Üzerine Şairane Düşünceler” isimli şiiri basılır.
Anna Katharina Schönkopf ile olan ilişkisi 1768 yılında son bulur. Goethe, psikolojik ve fizyolojik çöküşü ve ağır hastalığı (iç kanama ve akciğer rahatsızlığı) sebebiyle 1768 senesinde ebeveynlerinin evine Frankfurt’a geri dönmek zorunda kalır. Uzun süren hastalığı sırasında 1769 yılından itibaren annesinin akrabası olan Susanne Katharina von Klettenberg tarafından şefkatle bakımı üstlenilir. Goethe’yi sevgi içinde dindarlık felsefesinin hayal dünyasına ve yeni Platoncu geleneğin panteistik – simyevi yazılarına teşvik eden de o olur (Paracelsus, Basilius Valentinus, Georg v. Welling v.s.).
Nisan 1770 yılından itibaren Goethe hukuk eğitimine Strasburg’da devam eder ve yanı sıra da Tarih, İktisadi Bilimler, Anatomi, Cerrahlık ve Kimya gibi derslere de katılır. Aynı yıl içinde kendisinden beş yaş büyük olan şair, felsefeci ve ilahiyatçı olan Johann Gottfried Herder ile tanışır. Eylül 1770’den Nisan 1771’e kadar süren Herder ile olan neredeyse günlük görüşmelerinde Herder Goethe’ye Hamann’ın Aydınlanma ile ilgili eleştirisini ve kendi dil felsefesi fikirlerini sunarak Goethe’nin nazarını Shakespeare’e, Homerüs’e ve Ossian’a çeker.
Burada Ekim 1770 yılında Goethe Sessenheim papazının kızı Friederike Brion ile tanışır ve ona duyduğu aşk ile ilk olgun şiirlerini yaratır (Örn: Hoş Geldin ve Veda). Goethe 1771 yılının Ağustos ayında mezuniyet sınavını Strazburg’da başarıyla geçer ve “licentitatus juris” olarak adlandırılan hukuk doktorasını tamamladıktan sonra avukatlık yapma yetkisine haiz olur. Bunun üzerine 1771 yılının sonbaharında avukatlık yapabilmek için gerekli hazırlıkları başlatmak üzere Frankfurt’a döner. Frankfurt’ta 1771’de “Götz von Berlichingen” isimli dramı tamamlar. Akabindeki senelerde burada “Wanderers Sturmlied” (Gezginin Coşkun Şarkısı, 1772), “Mahomets Gesang” (Muammed’in Şarkısı, 1772), “Prometheus” (Prometeus, 1774) ve “Ganymed” (Jüpiter, 1774) isimli büyük kasideler kaleme almıştır.
Goethe 1772 yılından itibaren “Sturm und Drang” (Coşumculuk) hareketinin baş temsilcisi kabul edilir ve bu hareketin eleştirici kolu olan “Frankfurter Gelehrten Anzeige” (Frankfurtlu Bilginlerin Bildirisi) isimli yayına Hukuk Bilimleri, Hitabet ve Edebiyat dallarında eleştiri yazıları ile katılır. Aynı sene içerisinde Goethe Darmstadt Duygulular Cemiyetine “Gezgin” rumuzu altında kabul edilir ve anlatıcı Sophie von La Roche ile kızı Maximiliane ile tanışır.
Main şehrinde Goethe 1772’ den 1775’ e kadar avukat olarak 28 dava yürütür ve at pazarında çocuk katili Margaretha Brandt’ın kılıçla idam edilişine tanık olur. Bu tablo Goethe’nin “Faust” eserindeki Gretchen karakterinin temelini oluşturur. Wetzlar Yargıtay’ındaki stajyerliği esnasında Charlotte Buff ile tanışır. Bu ihtiraslı fakat karşılıksız sevgiden “Die Leiden des jungen Werther” (Genç Werther’in Acıları, 1774) isimli, mektup şeklindeki roman doğar.
Goethe 1773 yılında “Götz von Berlichingen” isimli dramı tamamlar ve Herder’in 1. baskıyla ilgili yaptığı sert eleştiriden sonra Goethe 1771 yılının Haziran ayında tekrar eserin üzerinden geçer ve eser 2. baskıyla yeniden yayınlanır. 14 Nisan 1774’ de Goethe’nin eseri “Götz von Berlichingen” sahne uyarlamasıyla Berlin’deki Koch kuruluşu tarafından ilk kez sahnelenir. Bu dönemde “Prometheus”, “Ganymed” ve aydınlanma çağı şairi Christoph Martin Wieland’a yazılmış olan bir hiciv yazısı “Götter, Helden und Wieland” (Tanrılar, Kahramanlar ve Wieland) adlı kasideler oluşur. Konusu evlilik ve ihanet olan “Clavigo” isimli bir trajedi 23 Ağustos 1774’te ilk kez Hamburg’da sahnelenir. Eserde genç yazar Clavigo ihanetiyle sevgilisi Marie’nin ölümüne sebep olur ve Clavigo kadının erkek kardeşi tarafından vurulur.
Goethe 1775 yılında Frankfurtlu bir bankacının kızı olan Lili Schönemann ile nişanlanır ancak nişan altı ay sonra atılır. Goethe 1775 yılında Ch. Ve F.L. zu Stolberg-Stolberg isimli kontlarla İsviçre’ye seyahat eder. Oradan döndükten sonra Kasım 1775’te Saksonya-Weimar’ın yeni Dük’ü Carl August von Sachsen-Weimar’ın daveti üzere Weimar Sarayına gider.
Düşes Anna Amalia, içlerinde Christoph Martin Wieland ve Charlotte von Stein’ın da bulunduğu birçok edebi alanda faal olan saraylıyı bir araya toplamıştır. 1776 yılında Goethe Charlotte von Stein’a aşık olur. Ancak bu aşk umutsuzdur çünkü Charlotte von Stein kraliyet imrahorunun eşidir. Aynı sene içinde “Claudine von Villa Bella”, “Die Geschwister” (Kardeşler) ve “ Stella” adlı dramalar ilk kez sahnelenir. “Stella” isimli eser bir ilişki üçgenini anlatır ve skandala yol açar; böylelikle Hamburg’da eserin yasaklanmasına sebep olur.
Goethe Weimar’a taşınır, orada Dük’ün ona hediye etmiş olduğu Stern’deki bahçeli eve yerleşir ve kendisine Weimar vatandaşlığı hakkı tanınır. Goethe Weimar’da çok sayıda siyasi görev alır. Daha sonraları tiyatronun yönetimini ve Saray Tiyatrosu ile eğitim işlerinin denetimini üstlenir. 1777 yılında Goethe eyalet makamının en üst mevkiinde oy ve oturum hakkı olan gizli elçilik meclis üyeliğine seçilir. Böylelikle geliri garantilenmiş olur. Aynı sene içerisinde kız kardeşi Cornelia vefat eder ve bundan kısa bir süre sonra Goethe eski dostu Johann Gottfried Herder’i de Weimar sarayına aldırır. 1778’de Goethe dük Carl August ile birlikte Potsdam’a ve Berlin’e, akabindeki sene de yine Dük’ün eşliğinde İsviçre’ye seyahat eder. İsviçre’ye yaptığı bu ikinci gezisinde bir mineral taş koleksiyonu oluşturur.
1779 yılında Goethe savaş komisyonu ile dağ ve yol yapımının başına getirilir. Aynı sene içinde özel meclis kurulu danışmanlığını alır ve “Iphigenie” isimli tiyatro eserinin çalışmalarını başlatır. Bu eser Yunan mitolojisini esas almaktadır. Eserde kralın kızı olan Iphigenie tapınak rahibesi olarak Tauris dağında sürgündedir ve erkek kardeşi Orest tarafından oradan kurtarılarak eve geri getirilir. 1781 yılında Goethe mineraloji üzerine çalışmalarına devam eder ve bir renk öğretisi geliştirir. Ancak bu renk öğretisi daha sonra bilimsel bilgi ışığında çürütülür. Ayrıca kendisi tarafından Weimar’da kurulmuş olan “Özgür Çizim Okulu”nda anatomi dersleri verir. 1782 yılında Kral II. Joseph tarafından soylu ilan edilir ve bundan kısa bir süre sonra da Frauenplan’daki eve taşınır. Bu sene içinde babasını kaybetmiştir ve kendisine defterdarlığın en üst merciinde bir idari görev verilir.
Goethe 1783 yılında İlluminatilere katılır ve ikinci kez Harz bölgesine seyahat eder. Ertesi yıl aynı bölgeye üçüncü kez gider. O sene Goethe insan kafatasında ara çene kemiğini (intermaksil kemiğini) bulur. 1785 senesinde Goethe daha yoğun olarak doğa bilimleriyle uğraşır ve aynı sene ilk defa kalmak üzere Karlsbad’a gider.
3 Eylül 1786 tarihinde Goethe daha önce de düşünmüş olduğu Weimar’ın kıskacından kurtulma niyetini Karlsbad’a gizlice kaçarak gerçekleştirir. Seyahati esnasında bilhassa antik Roma ve İtalyan Rönesansı ilgisini çeker. Goethe Roma yolculuğunu neredeyse dört ay sürecek bir Napoli ve Sicilya seyahati için keser ve bu süreyi araştırmaları için de kullanır. Jeolojik çalışmalar sebebiyle Vezuv’a tırmanır. Palermo’daki botanik parkında ise kendisine ait olan “Öz Bitki” kuramını tasdiklenmiş bulur. Bu fikir varlığın her alanında, sanatta olduğu kadar doğada da, genel geçer olanı kendisine örneğiyle sunmaktadır. Roma’da Goethe J.H.W. Tischbein ve Angelika Kaufmann gibi bilhassa güzel sanatlar alanında çalışan sanatçılara yakınlık gösterir. Yazar Karl Philipp Moritz de bir süre ona Roma’da arkadaşlık eder. Bu süre zarfında Goethe deha çağının coşkulu şairinden bir klasik dönem temsilcisine dönüşür ve “Iphigenie Tauris’de” (1787) isimli eserinin son halini yazar.
1788’de Goethe Weimar’a geri döner ve Christiane Vulpius ile bir birliktelik yaşar, bu da Charlotte von Stein ile olan ilişkisinin bitmesine sebep olur. 7 Eylül 1788’de Jena Üniversitesinde Tarih profesörü olabilmesine destek olduğu Friedrich Schiller ile ilk defa karşılaşır. Goethe 1568’de Hollanda bağımsızlığı için savaşmış ve İspanyollar tarafından idam edilen Kont Egmont’u konu alan trajedisi Egmont’u tamamlar. 1789 yılında Goethe’nin oğlu August doğar. 1790 yılında Goethe İtalya’ya ikinci bir seyahat gerçekleştirir. Bu sefer Venedik’e gider ve burada İtalya seyahatinin en belirgin eseri olan Venedik Hicivleri’ni yazar (1788-90). Ardından Torquato Tasso (1789) isimli oyununu kaleme alır. Bu eserde yaratıcı insanlar ile toplum arasındaki çekişmeyi, bu durumla baş edemeyen ve kendisini edebiyata adayan şair Torquato Tasso (1544-95) örneğinden yola çıkarak anlatır. Goethe 1774 yılında başlamış olduğu Urfaust’u (İlk Faust) “Faust. Bir Fragman” ismiyle tamamlar. 1792’de Goethe Dük Carl August’a Fransızlara karşı ittifak kurmuş olan birliğin karargâhına gitmek üzere eşlik eder ve 1793 yılında Fransız devrim savaş birliklerinin yardımıyla Jakoben Cumhuriyeti’nin kurulduğu Mainz’ın işgalinde yer alır. Fransız devrimiyle olan teması Büyük Coptha (1792) ve Halk Generali isimli komedileri yazmasına vesile olur.
Goethe 1794’ün sonunda bir tesadüf sonucu Friedrich Schiller ile yakınlaşır. Her ikisi de doğa bilimsel bir cemiyetin sempozyumuna katılırlar, bu da Goethe’ye Schiller ile derinlemesine sohbet etme fırsatını verir. Bunu izleyen verimli döneme bilhassa Schiller ile olan arkadaşlıkları damga vurmuştur. Schiller’in idealist estetiği Goethe’nin şiir üretimini kalıcı olarak etkilemiştir. Bu dönemde Hermann ve Dorothea (1797) isimli destan ile arayan ve yaratan insanın dramını sergileyen ve ancak Schiller’in ölümünden üç yıl sonra 1805’te biten Faust’un birinci bölümünü tamamlamıştır. Ortak çalışmaları arasında “Xenien” (1796) ve “Die Horen” ile “Propylaen” isimli dergiler, ayrıca “Schiller’in İlham Almanağı” sayılabilir. “Öz Kız Evladı” isimli oyunun fikrini Goethe nasıl Schiller’e borçluysa, Schiller de “Wilhelm Tell”i Goethe’ye borçludur.
1795 yılında Goethe tekrar Karlsbad’a seyahat eder. 1797 yılında birçok kez estetik akımı düşünürü ve şair Friedrich von Schlegel ile buluşur ve üçüncü kez İsviçre’ye seyahat eder. Aynı sene içinde Goethe Jena ve Weimar’daki kraliyet kütüphanelerinin idaresine getirilir. Balat yılı olan 1797’de birçok eser Schiller ile olan şairlik yarışı esnasında ortaya çıkmıştır. Örneğin “Der Zauberlehrling” (Sihirbaz Çırağı), “Der Gott und die Bajadere” (Tanrı ve Bayader), “Die Braut von Korinth” (Korintli Gelin), “Der Schatzgräber” (Hazine Arayıcısı) ve “Legende” (Menkibe). 1798 yılında Goethe tarafından çıkartılan “Propylaen” isimli derginin ilk sayısı yayınlanır ve Schiller’in edebi dergisi “Die Horen” ile Weimar Klasiğinin bakış açısını temsil eden en önemli eserler haline gelir. 1799 yılının Aralık ayında Schiller ailesi Weimar’a taşınır ve böylece on beş günde bir Goethe malikânesindeki buluşmalar başlar.
Yeni yüzyılın ilk yıllarında Goethe farklı krizler yaşar; bunlar da kendini hastalık olarak gösterir. Bu zamana kadar olan yaşam çemberi yavaş yavaş yıkılmaya başlamıştır, 1803’te Johann Gottfried Herder, 1805’te Friedrich von Schiller ve 1813’te de Christoph Martin Wieland vefat eder. 1805 yılında Goethe’nin kompozisyonlar külliyatı “Winckelmann ve Onun Yüzyılı” yayınlanır. Bu eser Alman Klasiğinin güzellik idealini biçimlendirmiş Arkeolog ve Sanat bilgini Johann Joachim Winckelmann’ın makalelerini içerir.
Bir sonraki sene Goethe Christiane Vulpius ile evlenir. Jena’lı bir kitapçıya yaptığı sayısız ziyaretler esnasında Goethe’nin kitapçının on sekiz yaşındaki üvey kızı Minna Herzleb’e karşı olan babacan yakınlığı ihtiraslı bir sevgiye dönüşür. 1808’de Goethe’nin annesi vefat eder. Aynı sene Erfurt’taki derebeyleri kongresinde Goethe birçok kez Napolyon ile karşılaşır ve Napolyon kendisini Paris’e davet eder. Aynı yıl içinde Gothe’nin “Faust I”, bir sene sonra da “Wahlverwandtschaften” (Seçilmiş Akrabalıklar) ayrıca da otobiyografik bir eser olan “Dichtung und Wahrheit” (Edebiyat ve Hakikat) isimli eserleri yayınlanır.
1812’den 1814’de kadar Goethe birçok kez Ludwig van Beethoven ile görüşür ve şair Friedrich de la Motte Fouque ile mektuplaşmaya başlar. Goethe bu süre zarfında ilk defa Ren, Main ve Neckar nehirlerine seyahat eder ve orada Wiesbaden’da Marianne von Willemer ile tanışır. 1815 yılında Goethe ikinci kez Ren, Main ve Neckar nehirlerine seyahat eder ve orada Prusyalı reformcu Karl von und zum Stein ile birlikte Dom Kilisesini ve Wallraf Sanat Koleksiyonunu ziyaret eder. Aynı sene içinde Grimm Kardeşler olarak bilinen Jacob ve Wilhelm Grimm ile Brentano ve Städel aileleriyle tanışır. Goethe devlet bakanı olur ve edebiyat eleştirisi olan denemesi “Shakespeare und kein Ende” (Shakespeare ve Sonu Yok) yayınlanır. 1816’da eşi Christiane vefat eder ve Goethe’nin “Italienische Reise” (İtalya Seyahati) yayınlanır.
1819’da Goethe Karl von und zum Stein’ın kurduğu “Eski Alman Tarih Bilim Cemiyeti”nin fahri üyesi olur ve sonra bu cemiyeti “Monumenta Germaniae” (Cermen Abidesi) isimli kaynakça çalışmasıyla destekler. Farsî şair Hafız’ın eserinin etkisi altında Westöstlicher Divan (Batı-Doğu Divânı) gibi eserler ortaya çıkar.
1821 yılında Goethe Hint edebiyatı ile meşgul olur ve Marienbad’a seyahat eder. Burada Amalia von Levetzow ve üç kızı ile tanışır. Goethe bu kızlardan on sekiz yaşındaki Ulrike’ye evlenme teklifi eder. Ulrike bunu başta şaka olarak algılar ve akabinde teklifi reddeder. Goethe “Wilhelm Meisters Wanderjahre” (Usta Wilhelm’in Gezi Yılları) ve “Odyssee der Bildung” (Eğitimin Odyseası) isimli eserlerini tamamlar. 1823 yılında Johann Peter Eckermann Goethe’yi ziyarete gelir ve sekreteri olarak yanında kalır.
1825’te Franz Schubert “An Schwager Kronos”, “An Mignon” ve “Ganymed” şiirlerinin bestelenmiş halini Goethe’ye yollar ancak Goethe bunları cevapsız bırakır. Aynı yıl Jena Üniversitesi Hukuk Fakültesi Goethe’ye fahri doktora ünvanı verir. 1827 yılında Charlotte von Stein ve bir sene sonra da Dük Carl August ölür. Goethe 1794’ten 1805 yılına kadar Schiller ile mektuplaşmalarını yayınlar. 1829’da da “Faust I” Braunschweig’daki Ulusal Tiyatro’da ilk kez sergilenir.
1830 yılında Goethe’nin oğlu August Roma’da çiçek hastalığına yakalanarak ölür. Goethe de akciğer kanaması geçirerek ağır hastalanır. Ertesi yıl Goethe “Faust II” isimli eserini tamamlar fakat müsveddeyi mühürler ve ancak ölümünden sonra açılmasını vasiyet eder. Edebi mirasının yayın haklarını varisi olarak tayin ettiği sekreteri Johann Peter Eckermann’a bırakır. 22 Mart 1832 yılında Johann Wolfgang von Goethe Weimar’da vefat eder ve kraliyet kabristanına defnedilir.

tanrı ve doğa
1 “Ben bir Tanrıya inanıyorum!” bu övgüye değer bir sözdür; ancak Tanrıyı, O’nun yarattıklarında tanımak, onun nerede ve nasıl açığa çıktığını bilmek yeryüzünde erişilebilecek en büyük mutluluktur.
2 Doğayı ilahi bir aracı olarak inkâr eden, aynı şekilde tüm vahiyleri de inkâr eder.
3 “Doğa Tanrıyı gizler!” ama herkese karşı değil.
4 Doğa, şimdi, geçmişte ve gelecekte her zaman Jehovadır.
5 Doğadan, hangi yöne bakarsanız bakın, sonsuzluk fışkırır.
6 Bütün olgular arasındaki ilişkiler hakikidir. Yanılgı sadece insanın içindedir. Yanılgısı dışında insanda gerçek olan hiç bir şey yoktur, insan kendisine, başkalarına ve olgulara olan ilişkisini bulamamaktadır.
7 Doğa, herhangi bir hatayı önemsemez. Doğanın kendisi sonsuza dek doğru davranmaktan başkasını yapamaz, oluşacaklara karşı kaygısızdır.
8 Kepler: “Benim en büyük dileğim; dış dünyada her yerde bulabildiğim tanrıyı, içimde, ruhumun derinliklerinde de aynı ölçüde hissedebilmemdir” demişti. Bu erdemli insan, farkında olmadan, özündeki ilahi gücün o anda evrenin ilahi gücüyle doğrudan bağlantı içerisinde olduğunu hissetmişti.
9 Tanrının varlığının teolojik kanıtını Eleştirel Akılcılık ortadan kaldırmıştır; buna boyun eğiyoruz. Kanıt olarak kabul olmayan, duygu olarak kabul olsun. Dolayısıyla Bronto-teolojisinden Nipo-teolojisine kadar tüm dini çabaları davet ediyoruz. Yıldırım, gök gürültüsü ve fırtına olağan üstü bir gücün yakınlığını, çiçek kokusu ve ılık bir esintide bir varlığın sevgi dolu yakınlaşmasını hissedemez miyiz?
10 Akılcı dünyaya, durdurulamaz biçimde gerekli olanı açığa çıkartan ve hatta bundan dolayı kendisini tesadüf olanın efendisi kılan büyük, ölümsüz bir birey olarak bakmak gerekir.
11 Gerçeklik tanrıya benzer. Hemen belirmez, biz onu tezahürlerinden tahmin etmek zorunda kalırız.
12 Fikir, ebedi ve tektir. Çoğul hali ile kullanıyor olmamız iyi olmamıştır. Bizim algıladıklarımız ve konuştuklarımızın tümü fikrin tezahürleridir. Kavramları konuşuyoruz, dolayısıyla fikrin kendisi de aslında bir kavramdır.
13 Fikir olarak adlandırılan: her zaman tezahür edendir ve dolayısıyla bütün tezahürlerin yasası olarak karşımıza çıkandır.
14 Sadece üst düzey ve en genelinde fikir ile tezahür bir araya gelir. Seyrin ve tecrübe edişin bütün orta basamaklarında ayrılırlar. En üst düzey olan farklı olanın aynı olarak seyridir, en geneli ise ayrı olanı aktif bir biçimde kimliğe bağlama eylemidir.
15 Öz-fenomenler: ideal, gerçek, sembolik ve özdeştir.
Ampirizm: Yukarıda saydıklarımızın sınırsız çoğalması, yardımdan umut ve bundan ötürü tamlıktan umutsuzluktur.

Öz-fenomen:
Son fark edilebilir olan olarak ideal olan,
Fark edilmiş olarak gerçek,
Bütün halleri kavrayabildiği için sembolik,
Bütün hallerle özdeştir.
16 Öz-fenomenleri doğrudan algılamamız bizi bir tür korku haline sokar. Yetersizliğimizi hissederiz. Yalnızca ampirik olanın sonsuz oyunu ile bizi canlandırır ve sevindirir.
17 Örtüsüz olarak duyularımıza tezahür ettiklerinde öz-fenomenlere karşı bir nevi korkuya varan çekingenlik hissederiz. Duygularına bağlı olarak yaşayan insanlar şaşkınlığa sığınırlar. Ancak anında çöpçatanlığa meraklı olan akıl devreye girer ve kendince en asil olanla en sıradan olanı bir araya getirmek ister.
18 Oysa gerçek aracı sanattır. Sanat hakkında konuşmak, aracıya aracı olmak demektir ve yine de bunu yaparak çok leziz şeyler başardık.
19 Mıknatıs sadece onu açıklamak için telaffuz edilebilir temel bir fenomendir. Telaffuz edildiğinde, ne ismi ne tanımı olmayan diğer her şey için de bir gösterge/sembol haline gelir.
20 En sonunda artık öz-fenomende sakinleşebiliyorsam bu sadece boyun eğdiğimdendir. Ancak insanlığın sınırlarında mı boyun eğiyorum, yoksa dar kafalı bireyselliğimin hipotetik sınırlılığı içerisinde mi boyun eğiyorum? Bu ikisi arasında hala büyük bir fark vardır.
21 Canlı tekliğin temel özellikleri: ayrılmak, kavuşmak, genele karışmak, özelde kalmak, dönüşmek, özelleşmek ve canlı olanın binlerce şartlar altında nasıl yapıyorsa o şekilde zuhur etmek ve yok olmak, lütfetmek ve erimek, donmak ve akmak genişlemek ve daralmak. Bütün bu etkiler aynı anda gerçekleştiğinden, her şey ve her biri aynı zamanda gerçekleşebilir. Var olmak ve yok olmak, yaratmak ve helak etmek, doğum ve ölüm, sevinç ve acı, hepsi karmakarışık etki eder, aynı anlamda ve aynı ölçüde. Bu yüzden oluşumların en önemli olanı, her zaman genel olanın resmi ve meseli/ benzeri olarak açığa çıkmaktadır.
22 Doğanın büyük, devasa olanını edinmek hiç de kolay değildir, çünkü bu sonsuz küçük olanı kapsayabilecek küçültme camlarına veya lenslere sahip değiliz. Ve eğer zihne bir avantaj sağlanacaksa gerçekten Carus ve Nees gibi gözlere sahip olmak gerekir. Fakat doğa en büyüğünden en küçüğüne kadar hep benzer olduğundan ve her puslu cam güzel maviliği dünyayı bulutlarıyla kaplayan atmosfer kadar iyi gösterdiği için, örneklere yönelmeyi ve bunları önümde bir araya koymayı doğru buluyorum. Burada devasa olan küçültülmemiştir, küçüktür ve sonsuzda olduğu gibi bu boyutlarda da anlaşılmazdır.
23 Her var olan bütün var olanın analoğudur. Bu yüzden varlık bize daima aynı anda ayrışmış ve bağlantılı olarak görünür. Analojiye fazla dalınırsa, o halde her şey aynıyla çöker. Ondan uzak durulursa her şey sonsuzluğa serpilir. Her iki durumda da seyir durağanlaşır, birinde aşırı canlı olarak diğerinde öldürülmüş olarak.
24 Analoji iki sapmadan korkar; biri nükteye kaymaktan ki orada hiç olur, diğeri ise kendisini mecazlar ve benzetmelerin kendisini kuşatmasından ki bu daha az zararlı olanıdır.
25 Analojilerle ifade edilişleri hem faydalı hem de latif bulurum. Analog hal kendini kabul ettirmeye çalışmaz, bir şey kanıtlamaya çalışmaz; o kendisini bir diğerinin karşısına koyar ama onunla bağlanmaz. Birden fazla analog hal kapalı olmayan sıralar halinde birleşir. O verici olmaktan çok canlandırıcı olan iyi bir sohbet ortamı gibidir.
26 Analoglar halinde düşünüyor olmanın kızılacak bir yanı yoktur. Analojinin avantajı sonlandırmaması ve aslında nihai olan bir şey istememesidir. Buna karşı genelleme çürütücüdür. Gözden kaçırmadığı bir amacı vardır ve ona yönelik çalışır, yanlışı da doğruyu da beraberinde söker alır.
27 Doğa sınırsız üretkenliği ile bütün mekânları doldurur. Sadece dünyamıza bir göz atalım: kötü, mutsuz olarak adlandırdığımız her şey, bütün oluşana mekân vermemesinden ve hatta ona süreklilik tanımamasından kaynaklanıyor.
28 Oluşan her şey kendine bir mekân arar ve süre ister. Bu yüzden bir diğerini yerinden eder ve onun süresini kısaltır.
29 Canlı olanın, dış etkenlerin en çeşitli şartlarında dahi rahat etme ve yine de belirli, elde edilmiş bir bağımsızlığı elden bırakmama yetisi vardır.
30 Bütün varlıkların ne kadar kolay sinirlendirilebilir olduğunu bir düşünelim. Mevcut bir durumun en ufak değişikliği, en ufak bir esintide aslında herkesin bedeninde sessizce uyuyan kutuplaşma olgusunu nasıl da ortaya çıkarttığını görebiliriz.
31 Gerilim; olanı açığa çıkartmaya, kendini ayrı göstermeye, kutuplaştırmaya hazır olan enerjik bir varlığın kayıtsız görünen halidir.
32 Doğanın zaman zaman gerçekleştirmediği ve açığa çıkartmadığı hiçbir şeye yasal yetisi yoktur.
33 Kuşlar doğanın çok geç bir ürünüdür.
34 Yalnızca serbest olan madde değil, haşin ve sık olan da varlığa bürünür. Birçok kütle tabiatı ve yapısı gereği kristalindir, ehemmiyetsiz, şekilsiz bir kütle içinde stokiyometrik yaklaşımlarla ve iç içe geçmelerle porfir benzeri bütün formasyonlardan geçen bir görünüm oluşur.
35 Doğa cansız başlangıçlarında bu denli titiz stereometrik olmasaydı, sonunda tahmin edilemez ve ölçülemez hayata nasıl ulaşabilirdi ki?
36 Organik olmayan âlemin en güzel metamorfozu, oluşum esnasında şekilsiz olanın şekle bürünmesidir. Her kütlenin buna dürtüsü ve hakkı vardır. Mika cevheri lal taşına dönüşür ve sıklıkla mikanın içerisinde neredeyse tamamen hapsedilmiş ve sadece en az bağlantı maddesi olarak kristallerin arasında bulunan, dağ kütleleri oluşturur.
37 Bütün kristalleşmeler gerçeğe dönüşmüş bir kaleydoskoptur.
38
Süreklilik (olarak) ile
(ve yine de)
zıtlık
39 Doğa nitelendirilmelere çıkmaz sokağa girmişçesine tepki verir: oradan geçemez ama geri dönmek de istemez; milli oluşum meselesindeki ısrar bu sebepledir.
40 Tüm etkinlikler merkeze Mars ile Jüpiter arasındaki mesafeden daha yakındır.
41 Büyük, ezelden beri var olan veya zaman içinde oluşmuş temel kuvvetler durdurulamaz biçimde gelişir. Yararlı yönde mi zararlı yönde mi gelişirler bu tesadüfidir.
42 “Seyyahlar dağlara tırmanışlarından büyük bir zevk adlıklarında, bu ihtirasları bana göre barbarca, tanrısızca bir şey barındırır. Dağlar doğa gücünün bize neler ifade ettiğinin göstergesidir belki ancak öngörünün ne kadar iyi bir şey olduğunu anlatmaz. İnsanın hangi ihtiyacına yararlar ki? Dağlarda yaşamak istese kışın evini heyelan, yazın ise bir toprak kayması alıp götürecektir. Sürülerini sular alır, tahıllarını fırtınalar. Yola koyulsa her tırmanış Sisifos’un işkencesi olur, her iniş de Vulkan’ın düşüşü; patikaları her gün çakıllarla dolar, dereleri gemiciliğe olanaksızdır. Küçücük sürüleri zor bela yiyecek bulsa dahi veya kendisi onlar için bir şeyler toplasa, ya doğa olayları onları elinden kopartır alır ya da vahşi canavarlar. Bir başına, gariban bir bitki gibi bir yaşam sürdürürdü mezar taşındaki yosun gibi, hiçbir rahat ve cemiyet olmaksızın. Ve dünyanın en güzel enlemlerini, Kuzey Kutbu’nun korkunçluğu ile kaplayan bu çetrefilli yamaçları, bu iğrenç sarp kayaları, bu şekilsiz granit piramitleri, iyi niyetli bir insan nasıl beğenebilir ve bir insan dostu bunları nasıl övebilir?” (Bkz. ek notlar)
43 Onurlu bir insanın halini anlatan bu eğlenceli tezat anlatıma şunu da eklemek gerekir. Eğer ilk dağ sıralarını Nubiya’dan en batıdaki denize kadar geliştirmek ve devam ettirmek ve bunları ara ara kuzeyden güneye bölmek Tanrı’nın ve doğanın hoşuna gitseydi, o zaman öyle vadiler oluşurdu ki atamız Hz. İbrahim öyle geniş bir arazi, Albert Julius da öylesine bir Taşkale bulmuş olurdu ki, zürriyetleri yıldızlarla rekabet edercesine üreyebilirlerdi. (Bkz. ek notlar)
44 Yunanların Entelecheia diye adlandırdıkları şey, daima işlevsel halde bir varlıktır. (Bkz. ek notlar) 45 Bu işlevsel varlık, faal olarak düşünülmüştür.
46 Hayvanların içgüdülerine yönelik soru sadece Monadlar ve Entelechieler kavramı üzerinden çözümlenebilir. Her Monas belirli şartlar altında tezahür eden bir Entelechiedir. Organizmanın ayrıntılı bir araştırması sır perdesinin aralanmasına… (Bkz. ek notlar)
47 Canlı olan her şey etrafında bir atmosfer oluşturur.
48 Bizi uğraştıran doğanın, artık bir doğa olmadığı, Yunanlıların uğraşmış olduğu varlıkla da alakasının olmadığı bir gerçektir.

din ve hıristiyanlık
49 Bizler doğa bilimci olarak Panteist, şair olarak Politeist, ahlaki olarak Monoteistiz.
50 Tanrı, yukarıda durduğumuzda her şeydir, alçakta durduğumuzdaysa zavallılığımızın tamamlayıcısıdır.
51 Yaratılan güçsüzdür, çünkü bir şey aradığında onu bulamaz. Güçlü olan ise Tanrıdır, çünkü yaratılanı aradığında, o hemen elindedir.
52 Sadece iki tane gerçek Din vardır. Biri içimizde ve etrafımızda mevcut olan, görünmez ve tamamen şekilsiz kutsal tanrıyı tanır ve ona tapar, diğeri ise onun en güzel şekline tapar. Bunun arasında kalan her şey putperestliktir.
53 Gerçek olanın her zaman vücuda gelmesi gerekli değildir. Fikren etrafta süzülmesi ve mutabakata yol açması, çan sesi gibi ciddi-latif bir şekilde havada dalgalanması yeterlidir.
54 Dindarlık bir amaç değildir. En berrak huzur hali ile en üstün kültüre erişmek için bir araçtır.
55 Bu nedenle fark edilir ki, dindarlığı amaç ve hedef olarak görenler, çoğunlukla riyakârdır.
56 İman, Sevgi, Umut bir zamanlar sakin, hoşsohbet bir anlarında kendi doğalarının özünde elle tutulur bir güdü hissetmişler, birlikte çabalamışlar ve sevimli bir eser, daha üst manada bir Pandora yaratmışlar: Sabır.
57 Kişilikleri tamamen fikirden ibaret olan insanların hayali olandan bu kadar çekiniyor olmaları, çok ilginçtir. Hamann böyleydi. Başka bir dünyaya ait şeylerden bahsedilmesine katlanamazdı. Bununla ilgili görüşünü bir paragrafta ifade etmişti ancak bu paragrafı, yetersiz bulduğu için, on dört defa değiştirmiş ve yine de yetersiz bulmuştur. Bu denemelerden geriye sadece iki tanesi bize kaldı; bir üçüncüsünü ise biz cesaret ettik ve burada yayınladık ki buna yukarıdaki nedenler sebep olmuştur:
58 İnsan gerçekten, gerçek bir dünyanın ortasına konulmuştur ve öylesine yetenekli organlarla bezenmiştir ki, gerçeğin yanı sıra olası olanı da algılayabilir ve açığa çıkarabilir durumdadır. Bütün sağlıklı insanlar kendi varlıklarından ve etraflarındaki varlıktan emindir. Bununla birlikte ise beyinde kof bir leke vardır, yani hiç bir nesnenin mevcudiyetinin olmadığı bir bölge. Zaten böyle olmaması tuhaf olurdu lakin gözün kendisinde görmeyen bir leke vardır. İnsan eğer bu bölgeye özellikle dikkatini verirse orda derinleşir. Böylece bir zihinsel rahatsızlığa yakalanır. Bu karanlık noktada insan aslında manasız olan ve ne bedene ne de şekle sahip olmayan, boş gece-mekânları gibi korkutan ve kendisini bundan sıyıramazsa eğer hayalet gibi kendisini takip eden başka dünyadan varlıklar sezer.
59 İnsan aklının, reformasyon döneminde özgürleşmeye çalıştığı inkâr edilemez. Yunan ve Roma antikitesi hakkında aydınlanma daha özgür, daha nezih ve zevkli bir yaşamın arzusunu ve isteğini açığa çıkartmıştır. Ancak, kalbin eski zamanların sadeliğine geri dönme isteği ve hayal gücünün yoğunlaşmış bir odak arayışı da bu durumu teşvik etmiştir.
60 Gökyüzünden birden bütün azizler kovulmuş, ilahi bir anne ve narin çocuğu terk edilmiştir. Bütün duyular, düşünceler, hissiyat ahlaklı görevlerini yerine getiren, haksız yere acı çeken erişkin İsa’ya yöneltilmiştir ki bu kişi sonrasında yarı tanrı ilan edilmiş, sonunda gerçek tanrı kabul edilmiş ve ona tapınılmıştır.
61 O, yaratıcının evreni yaydığı bir arka fonun önünde duruyordu. Zihinsel bir etki yayılıyordu kendisinden, acılarını kendimize örnek aldık ve yeniden dirilmesi sonsuzluk için ödenen bir bedeldi.
62 Aslında daha reforme olacağımız ve başkalarına karşı protesto edeceğimiz çok gün var önümüzde, dini anlamda olmasa dahi.
63 İncil’in yayılmasının yararları ve sakıncaları çok tartışıldı ve daha da tartışılacaktır. Farkındayım, şu ana kadar olduğu gibi, zarar vermeğe devam edecektir dogmatik ve fantastik kullanımıyla. Şu ana kadar olduğu gibi de yarayacak, didaktik ve duyumsal algılandığı takdirde.
64 Bu yüzden İncil ebediyen etkisi olan bir kitaptır, çünkü dünya durmadıkça kimse kalkıp: ‘ben onu bütünüyle kavrıyor, bireysel olarak da anlıyorum’ demeye cesaret edemeyecek. Biz ise tevazu içinde: ‘bütünüyle kutlu, ayrıntılarında da uygulanabilirdir’ diyoruz.
65 İncil’in anlaşıldıkça güzelleştiğine eminim, yani genel olarak algıladığımız ve kendimize yorduğumuz her kelimenin, belirli durumlara göre, zaman ve mekân şartlarına göre, kendince, özel ve doğrudan bireysel bir ilişkisinin olduğunu fark ettikçe ve gördükçe güzelleşmektedir.
66 Apokrif: çağımızın henüz ilk yüzyıllarında cemaatlerin bu apokrif yazılar içinde boğulduğu ve günümüzde dahi hâlâ kilise kanunlarının bundan zarar gördüğü bir gerçektir. Ayrıca Hıristiyanlığın siyasi anlamda ve kilise tarihi boyunca bütün güzelliği ve saflığı ile öne çıkamamış olmasının ana sebebi de yine bu apokrif yazılar olduğu gerçeği, tarihsel süreç içerisinde bilinse de, tekrar özetlemek önemlidir.
67 Bu dini çekişmelerin dermansız hastalığı, bazılarının insanlığın en yüce fikriyatını masallara ve boş sözlere dayandırma isteğinden, diğerlerinin de, kimsenin kabul edemeyeceği kaynaklara dayandırmaya çalışıyor olmasından kaynaklanıyor.
68 Bize göre yüceler yücesi, yüce olan, hürmete değer olan, ancak abes ile bezenmiş, hatta rezil bir ampirizme bağlı olan, bizi işkillendiriyor ve insan zor karar veriyor.
69 İsa’nın Hamletvari çöküşü ve daha beteri, etrafını yarı yolda bıraktığı insanlarla bezemiş olmasından ötürü çöküşü fenadır ki, Hamlet sadece birey olarak hareket ediyordu.
70 Mistisizm kalbin skolastiği, diyalektiğin duygusudur.
71 Bilge bir adam, yeni mistiğin kalbin diyalektiği olduğunu ve bu yüzden bu kadar şaşırtıcı ve cazip olduğunu söylemiştir, çünkü insanın sıradan akıl, izan ve dini yollardan ulaşamayacağı şeyleri dile getirir. Kendinde sersemliğe düşmeden onu araştırabilecek cesareti ve gücü gören, Trofonis’in mağarasına dalabilir elbet, ancak sorumluluk kendisine aittir. (Bkz. ek notlar)
72 Hıristiyan mistikler hiç olmamalı, çünkü dinin kendi hâlihazırda gizemler sunmaktadır. Bir de kendileri hemen bilinmeze, öznenin sonsuz derinliklerine inerler.
73 Oryantalist mistik edebiyat, ona inananın dünya zenginliklerinden vazgeçerek o zenginliklere ulaşmasından ötürü üstünlüğe sahiptir. Böylece o hâlâ terk ettiği bolluğun ortasında bulunur ve kurtulmak istediği zevklerin içinde sefa sürer.
74 Her türlü mistik duyuların ötesine geçme ve geri bıraktığınıza inandığınız herhangi bir nesneden kopmaktır. Arındığınız şey ne kadar büyük ve anlamlı ise mutasavvıfın üretimi o kadar zengindir.
75 Hayır işleri ve bu hayırların mükâfatları bittiğinde, Protestanlarda buna yönelik duygusallık başlar.
76 I convertiti stanno freschi appresso di me.[1 - İtalyanca: Dönüş yapanlar/ geçiş yapanlar bana taze gelir. (convertiti –din değiştirenler)]
77 Görevin en önemli noktası saf akla sahip insanın bir ahlakın var olduğunu idrak etmesidir; ihtiraslı, ehlileştirilemez olan kişinin kendi kendine affedemeyeceği hatalar yaptığını idrak etmesi önemlidir. İlk hal narin ilkeleri var saymaya götürür, ikinci hal ise bir uzlaşma sağlanacağına dair bir inanca götürür.
78 Dediler ki New York’ta farklı itikatlara sahip doksan tane Hıristiyan kilisesi mevcutmuş. Şimdi de bilhassa Erie kanalın açılışından bu yana şehir inanılmaz zenginleşiyormuş. Herhalde hangi özel türden olurlarsa olsunlar dini düşünce ve duyguların dinlendirici Pazar gününe, inançlı düşüncelerin eşlik ettiği zorlayıcı çalışmaların da çalışma günlerinde yapılması gerektiği inancındalar. (Bkz. ek notlar)
79 Günah çıkartma olsa olsa, yetişkinlerin ilmihal bilgisi edinmesidir.
80 “Kilise dokunduğu her yeri zayıf düşürüyor.”
81 Öyle ilahiyatçılar var ki, tanrının yeryüzünde kurtuluşa erdirdiği sadece tek bir insan olsun isterlerdi, çünkü böylece kâfirler olmazdı.
82 Hıristiyanlık dini bir amaca yönelik siyasi bir devrimdir. Ancak bu hedefini ıskalamış, sonra da ahlaki olmuştur.
83 Hıristiyanlık putperestlikten ziyade, Yahudilikle tezat içindedir.
84 Praedestinatio[2 - Latince: Kader] nedir?
Cevap: Tanrı bizden daha güçlü ve bilgedir, bu yüzden bizleri keyfince oynatır.
85 Mitoloji = Luxe de croyance.[3 - Fransızca: Lüks İnanç]
86

Din: Yaşlı
Edebiyat: Gençliğin dini.
87 Antik tapınaklar insandaki tanrıya odaklanır; ortaçağın kiliseleri yükseklerdeki tanrıya ulaşmaya çalışır.
88 Sırlar mucize anlamına gelmez.
89 İyi bir söz iyi bir yer edinirse; inançlı bir söz elbette daha iyisini edinir.
90 Kömürün tütsüsü nasıl hayatı canlandırırsa; dua da kalbin umudunu canlandırır.
91 İman gizli, evcil bir sermayedir, nasıl dar günlerde bireylerin ihtiyaçları görülen umumi birikim ve yardımlaşma hesapları varsa, buradan imanlı olan sessizce kendi faizini alır.
92 İman görünmeyene sevgidir, güven ise imkânsıza, olanaksıza.

toplum ve tarih
93 Zamanın kendisi bir elementtir.
94 Hepimiz geçmiştekinden yaşar ve geçmiştekinden helak oluruz.
95 İnsanlar yaşadıkları yüzyılın, çoğunlukla bilinçsizce hareket eden uzuvları olarak görülmelidir.
96 Herkes kendine bir sorsun, hangi uzuvla çağına etki edebilir ve ediyordur!
97 En büyük insanlar, yüzyıllarına bir zaaf yüzünden bağlıdırlar.
98 Şu anki dünya onun için bir şey yapmamıza değer değildir, çünkü var olan anda yok olabilir. Geçmiş ve gelecekteki için çalışmamız gerekiyor, ilki kazanımlarını idrak edebilmek için, ikincisi değerini yüceltmek için.
99 Hangi yönetim en iyisidir ? Bize kendimizi yönetmeyi öğreten.
100 Haşmet, ödül veya ceza gözetmeksizin doğru veya yanlış olanı yapmaktır.
101 Hükmetmek ve tadını çıkarmak birlikte yürümez. Tadına varmak kendine ve başkalarına keyifle bağlı olmak demektir. Hükmetmek kendine ve başkalarına en ciddi anlamda iyilik yapar olmak demektir.
102 Hükmetmek kolay öğrenilir, yönetmek zor.
103 Bize yararı olup olmayacağını, kimsenin yüzünden anlayamayız. Soylunun yönetimini kabul ediyoruz, çünkü onun yönetiminde mal varlığımızı güvende görüyoruz. Kendisinden çirkin, dış ve iç ilişkilere karşı koruma bekliyoruz.
104 İnsan en önemli iki özelliğin eksik kaldığını hemen görüyor: akıl ve güç.
105 “Nihil rerum mortalium tam instabile ac fluxum est quam potentia non sua vi nixa.”[4 - Latince: Bütün insani ve ölümlü şeylerden en tehlikelisi desteğini esirgeyen güçtür.]
106 Despotizm her bireyin otokrasisini destekler. Bunu da yukarıdan aşağıya kadar sorumluluğu bireye yükleyerek ve böylece icraatın en yüksek derecesini açığa çıkartarak yapar.
107 İki tane barışçıl güç vardır: hak ve nezaket.
108 Hak suçluluğa yöneliktir, polis uygunluğa. Hak tartar ve karar vericidir, polis etraflıca görür ve emreder. Hak bireye yöneliktir, polis genele.
109 Bütün yasalar, dünya ve yaşam sürecinde, ahlaki dünya düzenine yaklaşma çabalarıdır.
110 Ölüm kaldırılabilse buna karşı olmazdık. Ölüm cezasının kaldırılmasının kalıcı olması uzun sürmeyecektir. Kalksa dahi zaman zaman onu geri isteriz.
111 Halk ölüm cezası hakkında karar vermeye kalkarsa, anında kendi hakkını korumaya çalışanlar ortaya çıkar: Kan davası kapıyı çalar.
112 Bütün yasalar yaşlılar ve erkekler tarafından yapılmıştır. Gençler ve kadınlar istisnaları, yaşlılar ise kuralları ister.
113 Sana haksızlık yapılması dünyanın yasasız kalmasından daha iyidir. Bu yüzden herkes yasalara uysun.
114 Haksızlıkların vukuu bulması onların haksız bir biçimde yükseltilmesinden daha iyidir.
115 Nero, dört yıl süren geçici hükümeti esnasında, ki ben Galba, Otho, Vitellius hükümetlerini böyle adlandırıyorum, katledilişinden sonra dünyaya yayılan fenalık kadar fenalık yapamazdı. (Bkz. ek notlar)
116 Hükmetmek için nasıl bir hakka sahip olduğumuz sorusunu sormuyoruz; hükmediyoruz. Halkın bizi iktidardan etme hakkına sahip olmasıyla ilgilenmiyoruz; sadece böyle bir şey yapma meyline girmemesi için sakınıyoruz.
117 Zorba yönetim kaldırıldığında, aristokrasi ve demokrasi arasındaki ihtilaf başlar.
118 Egemenliğin sembolü olarak iltifat zayıf insanlar tarafından kullanılır.
119 Devrimden önce her şey çabaydı; sonrasında her şey talebe dönüştü.
120 Her devrim doğal bir hale yöneliktir, yasasızlık ve utanmazlık haline. (Pikartlar, Anabaptistler, Sans-culotte’lar.)
121 Eşitliği ve özgürlüğü aynı anda vaat eden yasa koyucu veya devrimciler ya hayalperest ya da şarlatandır.
122 Hayali eşitlik, eşitsizliği gösterecek ilk unsurdur.
123 Her insan kendini ayrıcalıklı hisseder.
Bu duyguyla şunlar çelişir:
1. doğal gereksinim,
2. toplum.

1’e. İnsan ondan kaçamaz, yolundan çekilemez, ondan bir şey elde edemez. Sadece perhizle ona itaat edebilir ve ondan önce davranmaktan kaçınır.
2’ye. İnsan ondan kaçamaz, yolundan çekilemez; ondan bir şey elde edebilir, kendi ayrıcalık hissinden ödün verdiği takdirde toplumun avantajlarından ortaklaşa yararlanabilir.
124 Toplum içerisinde herkes eşittir. Hiçbir toplum eşitlik kavramı dışında bir kavramın üzerine kurulu olamaz, ancak özgürlük kavramı için bu geçerli değildir. Eşitliği toplum içinde bulmaya çalışırım; özgürlüğü ise, hem de ahlaklı olanını, yani tabii oluşumu, kendim getiririm.
125 Yani içerisine katıldığım toplum bana şöyle demeli: “Sen her birimizle eşitsin.” Ancak sadece şunu ekleyebilir: “Özgür olmanı dileriz” yani: dileriz ki, kendi kanaatince, özgür iradenle ayrıcalıklarına yönelesin.
126 Bütün hünerimiz, var olabilmek adını varlığımızdan geçmekte yatıyor.
127 Toplumun en üst hedefi ayrıcalıkların neticesini herkese garantilemektir. Her bir akıllı zaten neticeye fazlasıyla kurban vermektedir, hele ki toplum. Bu netice sebebiyle şu anki uzuvların ayrıcalıkları helak olmak üzeredir.
128 Büyük hak, sadece kendi özelinde değil, – çünkü bunu herkes bilir – umumiyet içerisinde de hoşgörülü ve akıllı olmaktır.
129 Böylesine inatçı, çelişkilidir insan. Avantajı için zorluğa gelemez, zararı uğruna her türlü zorbalığı çeker.
130 Şakayla karışık insan tamimiyle hatalardan oluşturulmuş denilebilir. Bunlardan bazıları topluma yararlı, bazıları zararlı, bazıları işe yarar, bazısı da işe yaramaz bulunabilir. İlk saydıklarımın hakkında iyi konuşulur; onlara erdemler denir; ikincisi hakkında kötü konuşulur; onlara hata denir.
131 Dünyaya ilahi bir söz gibi adım atan her büyük fikir, tıkanık müşkülpesent halk için bir bela olur. Çok ama hafif eğitimli birine ise ukalalık verir.
132 Dünyaya ilahi bir söz gibi adım atan her büyük fikir, zorbalık gibi gelir. Bu nedenle beraberinde getirdiği avantajlar kısa zamanda dezavantaja dönüşür. Eğer başlangıç noktasını hatırlatırsanız ve her şeyin başlarda hangi nedenle yapıldığını göz önüne serebilirseniz her kurumu savunabilir ve övebiliriz.
133 Fikirde yaşamak, imkânsızla mümkünmüş gibi uğraşmak demektir. Kişilikle de durum benzerdir; her ikisi karşılaşırsa, o zaman dünyanın kendini yüzyıllarca şaşırmaktan alıkoyamayacağı vakalar gerçekleşir.
134 Tamamen fikirde yaşayan Napolyon, bunun bilincinde değildi. Fikirsel olanı reddetmesine ve gerçekliğini yalanlamasına karşın, diğer taraftan fikri gerçekleştirmeye çalışmıştır. Berrak, kandırılamaz zihni böylesine içsel bir çelişkiyi kaldıramamış ve bunu, zorla da olsa, kendince öz ve asil bir biçimde dile getiriyor olması önemlidir.
135 O fikri ruhani bir varlık olarak görür. Bir gerçekliği yoktur ancak uçtuğunda geriye gerçekliği yalanlanamaz bir residuum (ölü bir kap) bırakır. Bu bize göre yeterince sabit ve cismani olsa da, yaşamının durdurulamaz sonuçları ve hareketleriyle inanç ve güvenle halkını eğlendirse de kendisi bunu farklı izah etmektedir. O an hayatın, hayatiyet ortaya koyduğunu ve verimli bir fikrin sonsuza dek hüküm süreceğini itiraf etmektedir. Dünyanın gidişatına yeni bir ivme, yeni bir yön çizdiğini kabul etmek hoşuna gider. (Bkz. ek notlar)
136 Hiçbir şey çoğunluk kadar tiksindirici değildir, çünkü o çok az güçlü seleflerden oluşmaktadır. Defolu malların satışına izin veren muziplerden, asimile olan güçsüzlerden ve ne istediğiyle ilgili en ufak bir fikre dahi sahip olmayan, para peşinde paytaklayan bir kitledir.
137 “Umumi meselelerdeki payımız çoğunlukla sadece dar kafalılıktan ibaret.”
138 Eski, mevcut inatçı olanın gelişimle, eğitim ve dönüşümle olan mücadelesi hep aynıdır. Düzenden en son müşkülpesentlik ortaya çıkar; bundan kurtulmak için düzeni bozar insan ve yeniden bir düzene ihtiyaç olduğunu anlayana dek bir hayli zaman geçer. Klasisizm ve Romantizm, lonca baskısı ve esnaf özgürlüğü, temel zemini sıkı tutmak ve parçalamak, her zaman sonunda yenisini doğuran aynı münakaşadır. O zaman yönetenin yapacağı en akıllı iş bu savaşa diğer tarafı yok etmeksizin, eşitçe hâkim olmak; ancak bu insanlara verilmiş bir yeti değildir ve tanrı da bunu istemiyor gibi.
139 Donanmış, savunmaya ayarlanmış bir hal karşısında hiçbir devlet dayanamaz.
140 Hünkârlar tarafından gazetelerde basılan pek iç açıcı değildir; çünkü güç fiiliyata geçmeli, konuşmamalıdır. Liberallerin ortaya koydukları her zaman okunabilirdir; çünkü üstün güç sahibi, faal olamadığı için, kendini en azından konuşarak ifade etmek ister. “Bırakın, ödeme yaptıkları sürece, şarkı söylesinler!” der Mazarin, yeni vergilerle ilgili alaycı şarkıları kendisine sunulduğunda.
141 Gazetede bütün resmi resmi haberler tumturaklıdır, geri kalanlar ise tekdüzedir.
142 Birkaç ay gazete okumadıysa insan ve sonra hepsini bir arada okuduğunda bu kâğıt parçasıyla ne kadar vakit kaybettiğini anlıyor. Dünya her zaman taraflara bölünmüştü, bilhassa şu an böyledir. Her şüpheli durumda gazete yazarı bir tarafı diğerine tercih ediyor ve okur da bu doğrultuda günden güne bir meyil veya antipati oluşturuyor, ta ki sonunda bir karar verilene ve olaylara Tanrı’nın işiymiş gibi şaşkınca bakana kadar.
143 Sansür ve basın özgürlüğü daima birbirleriyle savaşacaktır. Muktedirler sansürü talep eder ve uygular, güçsüz olanlar ise basın özgürlüğünü ister. Birileri ne planlarında ne de icraatlarında her lafa karışan, itiraz eden bir varlık tarafından engellenmek istemez, itaat edilmesini ister; diğerleri gerekçelerini ifade etmek ve itaatsizliği yasallaştırmak ister. Bu duruma her yerde rastlanabilir.
144 Ancak burada şunu da söylemek gerekir, güçsüz ve acı çeken taraf da basın özgürlüğünü, entrika kurduğu ve ifşa edilmek istemediği durumda, aynı şekilde baskılamak ister.
145 Onu kötü emelleri için kullanmak istemeyen hiç kimse, basın özgürlüğü diye feryat etmez.
146 Liberal fikirleri dinlediğim zaman insanların kendilerini boş laflarla nasıl da oyaladıklarına şaşırıyorum. Bir fikir liberal olmamalı! Güçlü olabilir, çalışkan, kendi içerisinde tamamlanmış olabilir ki ilahi görev olan, üretken olmayı yerine getirebilsin. Hele ki kavram hiç liberal olmamalı, çünkü onun bambaşka bir görevi var.
147 Ancak liberalliğin aranması gereken yer zihniyetlerdir ve bunlar da canlı mizaçlardır.
148 Zihniyet ise nadiren liberaldir, çünkü zihniyet doğrudan kişinin kendinden, en yakın ilişkilerinden ve ihtiyaçlarından açığa çıkar.
149 Daha ötesini yazmıyoruz, her gün duyulanı bu ölçüte göre değerlendirmeli!
150 Liberal yazarlar şimdi iyiyi oynuyorlar, seyircileri tamamen vekillerden oluşuyor.
151 Hoşgörü aslında sadece geçici bir zihniyet olmalı, takdire ulaştırmalıdır. Tahammül etmek, hakaret etmek anlamına gelir.
152 Gerçek liberallik takdirdir.
153 Bir başına insan pek var olamaz, bu nedenle bir partinin tarafına geçer, çünkü orada huzur bulamasa da rahatlama ve güven bulur.
154 Dilimizde bir kelimeye ihtiyaç duyuyoruz, aynı çocukluk kelimesinin çocuktan türemesi gibi, halkçılık kelimesinin de halktan türeyen şekline ihtiyacımız vardır. Eğitimci çocukluğu duymalı, çocuğu değil; yasa koyucu ve yönetici halkçılığı duymalı halkı değil. Biri daima aynı şeyi söyler, akılcıdır, daimdir, saf ve dürüsttür. Diğeri istemekten ne istediğini bilemez. Ve bu anlamda yasa halkçılığın genel ifade edilmiş iradesi olabilir, olmalıdır da. Çoğunluğun asla dile getiremediği, ancak anlayışlı olanın duyabildiği, akıllı olanın tatmin edebildiği ve iyi olanın seve seve teskin edebildiği bir iradedir bu.
155 Bir ulus olgunlaşabilir mi sorusu tuhaf bir sorudur. Ben bu soruya evet diye cevap verirdim eğer bütün erkekler otuz yaşında insanlar olarak doğabilseydi. Ancak gençlik ebediyen ukala, yaşlılık da ebediyen çekimser kalacağı için asıl olgun olan insan, hep iki arada sıkışmış kalacak ve mucizevi bir biçimde bu işin içinden geçmeye ve sıyrılmaya çalışacaktır.
156 Hiçbir ulus kendi hakkında verdiği hüküm gibisini başka yerden alamaz. Ancak bu büyük avantaja çok geç ulaşır.
157 Gerçek bir Alman, varlığını eğitiminin çeşitliliği ve karakterinin birliği ile ortaya koyar.
158 Alman için en tehlikelisi komşularıyla ve komşularının çıtasından yükselmesidir. Bu denli kendi içinden gelişmeye müsait olan ikinci bir ulus yoktur. Bu nedenle dış dünyanın kendisini bu kadar geç fark etmiş olması kendisi için büyük avantaj olmuştur.
159 Alman’ın zihniyetten yana özgürlüğü vardır. Bu nedenle zevk ve akıl özgürlüğü bakımından eksik kaldığında bunu fark etmez.
160 Almanlar birlikteliklerini korumaya değer vermezler. Ancak kendi içlerinde kalmayı önemserler. Her birinin, bu kim olursa olsun, vermek istemediği, kendince, bir şeyi vardır.
161 Alman bir yazar ulusuna hâkim olmak istediğinde, onları, kendilerine hükmetmek isteyen birinin olduğuna inandırması yeterli olurdu. Hemen öylesine gözleri korkardı ki, kimin tarafından olursa olsun yönetilmeye razı gelirlerdi.
162 Eski zamanın Almanları için, birinin diğerine itaat edememesi kadar daha mutlu edici bir şey yoktu.
163 Yeni zamanın Almanları düşünce ve basın özgürlüğünü birbirlerini umuma açık yerebilme olarak değerlendirdiler.
164 Neredeyse yirmi yıl olacak Almanları tümüyle üstün geleli. Bunu bir fark etseler kendilerini tuhaf hissedecekler.
165 Almanlar otuz yılık bir süre için mizaç kelimesini telaffuz etmemeliler. Ancak o zaman yavaş yavaş mizaç yine oluşmaya başlayacaktır. Şimdi odaklanıp dikkat edilmesi gereken nokta zaaflardır, kendininkileri ve yabancılarınki.
166 Yanlışı düzeltmeyi bilir Almanlar, yardımda bulunmayı değil.
167 Adalet: Almanların özelliği ve fantomu.
168 Bir Alman umut ettiği sürece zaten tuhaftı; şimdi üstesinden gelinmiş haliyle beraber hiç yaşanmaz.
169 Alman dünyasının birçok iyi, isabetli zihinlerle süslenmiş olduğu, gitgide hemfikir olmayan, sanat ve bilime bağlı olmayan, tarihi, teorik ve pratik yolda gitgide kaybolduğu ve sapıttığı inkâr edilemez.
170 Fransızların tournure olarak adlandırdığı asaletin kibre indirgenmesidir. Buradan Almanların tournure’e sahip olmadıklarını görüyoruz. Kibirleri sert ve keskindir, asaletleri yumuşak ve mütevazı. Biri diğerini dışlar ve bu iki nitelik birbiriyle bağdaştırılamaz. (Bkz. ek notlar) 171 İngilizler bizi saf insan aklı ve iyi niyetle, Fransızlar ise akıllı ihtiyatla ve pratik uygulamayla utandıracak.
172
Yahudi meşrebi:
Her şeyin sebebi enerji.
Direkt hedefler
Hiçbir, en küçük bir Yahudi bile yoktur ki kesin bir hedefe yönelik olmasın, hem de dünyevi, zamansal, ana yönelik.
Yahudi dilinin bir dokunaklılığı vardır.
173 Sözüm ona aydınlanmanın hatası; tek yönlülüğü değiştirilemez olan insanlara çok yönlülük veriyor olmasıdır.
174 Bazı devletlerde yaşanan yoğun hareketler sonucunda ders işleme konusunda bazı aşırılıklar söz konusu oldu. Bu aşırılıklar bazı kurumların becerikli öncüleri tarafından tamamen fark edildi. Aklıselim insanlar, idari ve yönetmelik yüzünden gereksiz ve zararlı buldukları şeyleri öğretmek zorunda kalacakları düşüncesiyle bir çaresizlik içinde yaşıyorlar.
175 Hangi eğitim biçimi en yararlısıdır? Cevap: Hidriot’larınki. Adalı ve denizci olarak oğullarını hemen gemilere alır ve görevle birlikte büyümelerini sağlarlar. Ortaya bir iş koyduklarında çocuklar kâra ortak olur. Böylece ticaretle, takasla ve ganimetle ilgilenirler ve böylece en iyi denizciler, tüccarlar ve en gözü pek korsanlar yetişir. Elbette böyle bir kitleden düşman gemilerini yakarak amiral gemilerine mıhlayan kahramanlar çıkar.
176 Bundan sonra bir sanata veya zanaata yönelmeyenin hali harap. Bilgi, dünyanın hızlı devinimi karşısında kâr etmiyor. Her şeyin farkına varana kadar kendinizi kaybediyorsunuz.
177 Zaten dünya bize genel bir eğitimi mecbur kılıyor, bunun için ayrıca bir gayrete gerek yok. Özel olanı edinmeye mecburuz.
178 Zaman zaman, kendisinde hiçbir değişimi arzulamayacağım bir gence rastlıyorum, sadece kendisinde çağın sularına kapılıp gidecek yetiyi görüyor olmam beni korkutuyor. İşte tam da bu noktaya her zaman dikkat çekmek istiyorum: bu nedenle insana kırılgan kayığının içerisinde kürekler eline verilmiştir. Dalgaların keyfine değil, idrakinin iradesini takip edebilsin diye.
179 Ancak genç bir adam kendi başına, herkes tarafından yapılanın, onaylananın ve desteklenenin kınanacak ve zararlı olduğunu görecek noktaya nasıl ulaşacak!? Doğası gereği kendisinin de oraya sürüklenmesine neden izin vermesin?
180 Çağımızın en büyük felaketi hiç bir şeyin olgunlaşmaya izin vermeden, bir sonraki anda, bir öncekini tüketmesidir. Her zaman elden ağza işleyen döngüde, hiçbir şeyi düşünmeden gün be gün israf edildiğini söylemeliyim. Günün tüm zamanı için takvimimiz var! İyi bir kafa muhtemelen birini veya diğerini takvime ekleyebilir. Böylece şeytan hızla insanların yaptıkları, uyguladıkları ve imzaladıkları ile halkın arasına karışır. Evden eve, şehirden şehre, krallıktan krallığa ve en sonunda da kıtadan kıtaya atlar ve kimse bir başkasının eğlence ve mutluluğunu paylaşamaz ve acısına da ortak olamaz.
181 Nasıl buharlı motorların amacı zayıflatmak değilse; ticari faaliyetlerin amacı da etik olarak bu değildir. Kâğıt paraların hışırtısı, kabaran borçlar ve borçların ödenmesi genç bir adamın önüne sunulan korkunç unsurlardır. Ancak dünya için hiçbir mantıksız talepte bulunmaz ve kendi kararlarının etkilenmesine de izin vermez, doğası gereği üstün yeteneklere, makul ve sakin bir zihne sahiptir.
182 Ancak her çemberde günün ruhu tehdit unsurudur ve kendisine erkenden yol göstermek, iradesinin ne yöne gitmesi gerektiğini bildirmekten daha önemli bir şey yoktur.
183 Mezardakileri kıskanmak durumunda kaldığımız nasıl bir çağdır bu böyle?
184 İnsan herkesle yaşamak istemez, aynı şekilde herkes için de yaşamaz. Bunun farkına varan dostlarının kıymetini doruklarda bilir, düşmanlarından nefret etmez ve onların peşine de düşmez. Aksine insan düşmanlarının üstünlüklerine vakıf olduğunda onlara karşı avantajlı olur, onlara kıyasla bir ağırlığa sahip olur.
185 Tarihe geri dönüp baktığımızda her yerde öyle kişilikler görürüz ki, kimisiyle anlaşır kimisiyle de elbet çatışırdık.
186 Ancak en önemlisi kendi çağımızdır, çünkü o bizde biz de onda en berrak şekilde yansırız.
187 Cato, o yaşta mahkeme karşısında yargılandı, savunmasında bilhassa şunu vurguladı, insan kendini birlikte yaşadıklarının dışında kimse karşısında savunamaz. Ve tamamen haklı: bir jüri bilgisinin dışındaki ön koşullar olmaksızın nasıl karar verebilir? Çoktan geride kalmış motifler hakkında nasıl karar kılacak?
188 “Bütün halklar arasında yaşam rüyasını en güzel Yunanlar görmüştür.”
189 Tarihçinin görevi, gerçeği yanlıştan, emin olunanı şüpheli olandan, şaibeliyi aşağılıktan ayırmaktır.
190 Tarihçi mi üstün edebiyatçı mı sorusu asla sorulmamalı bile; müsabık koşucuyla bilek güreşçisi nasıl birbiriyle rekabet etmezse biz de rekabet etmeyiz. Her birinin tacı kendinedir.
191 Tarihçinin iki sorumluluğu vardır: önce kendine karşı sonra okura karşı. Kendisi için ne olmuş olabileceğini incelemeli, okur için ise neyin olduğunu tespit etmelidir. Kendisine yönelik davranışlarını, meslektaşlarıyla arasında halletmeli; seyirci ise, ne kadarının gerçekleşmiş olduğunu irdelemek zorunda değildir.
192 Sadece şimdiki zamanı önemseyen biri, bir kronik yazar.
193 Tarihi yazmak geçmişin yükünden kurtulmak gibi bir şeydir.
194 Genel dünya danışmanlığına, yeminsiz olsa da, yargıç ilan edildiysek ve gazete yazarları tarafından her gün bilgilendiriliyor olsak da, geçmiş zamandan haber verenlere sahip olmak da bir şanstır. Benim için von Raumer ve Wachler günümüzde bunlardan ikisidir.
195 Gündelik tuhaflıkları, dünya tarihindeki büyük olaylarla değerlendirmek gerekir.
196 Hava balonlarının keşfine tanık olanlar, hangi dünya akımının ortaya çıktığına, balon pilotunun buna ne kadar katkı sağladığına, zihinlerde binlerce özlemleri nasıl açığa çıkardığına, bunu çoktan kabul ettiklerine, öngördüklerine, her zaman inanılmaz tehlikeli olan seyahat katılımlarına inandıklarına, garip bir şekilde her zaman taze ve mutlu denemeleri gazeteleri doldurduğuna ve bir gün kitap ve gravürlerde yer almasına ve bu denemelere talihsizce kurban olan hassas paylaşımlara da şahitlik edeceklerdir. Bu en az otuz yıl önce yaşanmış olan savaşa duyulan ilgi gibi hafızlarda bile tekrarlanması imkânsızdır.
197 Bilimin tarihi bireyin dolaylı tecrübesi ile doğrudan aktarımı arasındaki çelişkiden oluşmaktadır. Çünkü kitleler içinde kitleler tarafından oluşturulan aslında her şeyi toplayan, düzenleyen ve birleştirecek olan daha hamarat bir bireye yöneliktir ve bu noktada çağdaşların bu durumu onaylıyor veya ona karşı koyuyor olmaları hiç fark etmez. Çünkü desteklemek, var olanı çoğaltıp genelleştirmek anlamına gelir. Böylece işe yarar olur ama ana konu desteklenmiş olmaz.
198 Ayrıca kendi tecrübesini aktarabilme adına, bireylerin, ulusların ve zamanların doğası gereği, tuhaf bir karşı koyuş, sendeleme ve karmaşa oluşmalıdır.
199 İki tür tecrübe vardır: Namevcut olanın tecrübesi ve mevcut olanın tecrübesi. Namevcutun tecrübesini, ki buna geçmiş olan dâhildir, yabancı otoriteye göre ediniriz. Mevcut olanın tecrübesini kendi otoritemize göre yapmalıyız. Her ikisini esaslı olarak yapabilmeye bireyin doğası kifayetsizdir.
200 Aktarımla daimi bir kavga içerisindeyiz ve mevcut olanın tecrübesini kendi otoritemizce yapmamız gerektiği talebi, bizi aynı şekilde üzerinde düşünülmesi gereken bir kavgaya iter. Yine de bu durumdan etkilenmiş olan bir insan bu ikili savaştan ibaret ve bilim tarafından kolaylaştırılmayan zorlaştırılan mesleği kendince icra edebileceğine inanır. Çünkü en nihayetinde, daha geniş bir doğaya ve daha geniş bir aktarıma göğüs ve alın germesi gereken bireydir.
201 İç içe geçmiş insanlık tarihi ve çağlar, az veya çok incelenmiş olan aktarımları kabul etmeye zorlar. Böylece aktarımdan çok insan neslinin ayrıcalığı öne çıkar. Yabancı tecrübelerin, yabancı kararların aktarımı kısıtlanmış insanlığın bu denli büyük ihtiyaçları karşısında çok istenen bir durumdur. Bilhassa yüce konular, genel tertibatlar söz konusu ise.
202 Namevcut olan, bize aktarım aracılığıyla etki eder. Basit olanı tarihsel olarak adlandırılabilir; daha yüce, hayal gücüne yakın olanı ise, efsanevidir. Bunun ardında üçüncü bir şey, bir başka anlam arandığında, o zaman mistiğe dönüşür. Ayrıca kolaylıkla duygusallaşır ki biz de sadece uygun olanını benimseriz.
203 Tarihsel bir insan duyumsallığına sahip olmak, öylesine bir tablo çizebilmektir ki içerisine geçmişin her türlü kazanç ve liyakati dâhil etmek demektir.
204 Hakkında pek az şey bildiğimiz önemli zamanlar vardır, ehemmiyetini doğurduğu sonuçlarından fark edebildiğimiz durumlar. Tohumun toprağın altına geçirdiği süre, elbette bitkinin yaşam süresine dâhildir.
205 Göze batan zamanlar vardır, hakkında az bildiğimiz, ama tuhaflıkları aklımızda kalan. Bu noktada sıra dışı bireyler öne çıkar, tuhaf olaylar vuku bulur. Böylesi devirler önemli bir bakış açısı sunar bizlere, bizi basitlikleriyle kendisine çeken büyük tablolar sunar.
206 Tarihi zamanlar dolu günlerde karşımıza çıkar. Onca ışıktan gölge görünmez olur, onca aydınlıktan hiçbir beden, ağaçtan orman görünmez olur, insanlık insandan; ancak öyle görünüyor ki herkese ve her şeye hak ettiği ulaşıyor ve her biri memnunmuş gibi.
207 Herhangi bir mahlûkun varlığı ancak kendisini fark ettiğimizde bize görünür. Bu nedenle insanın, kendisine yabancı, içinden gelen güçlü ivmeyle hareket ettiği, mükemmel bir biçimde etki ettiği ve geriye etkisi dışında hiçbir belge bırakmadığı sessiz, karanlık zamanlara karşı adaletsiziz. Oysaki geriye kalan bu etki bütün kayıtlardan daha üstündür.
208 Tarih araştırmacısı için en cazip nokta tarih ve efsanenin çakıştığı noktadır. Çoğunlukla aktarımların en güzel yeridir. Bilinenin içerisinden bilinmeyeni oluşturmak istediğimizde öyle bir hisse kapılıyoruz ki sanki o güne dek tanımadığımız bir kişiyi ve onun oluşumuyla ilgili olan kısmı araştırarak değil de sezerek almayı tercih ediyoruz.
209 Sadece, yeni zamanın yetkin tarihçilerinin yaptığı gibi, edebiyat ve kronik yazarlarına bu denli kötü gözle bakmamak gerekir.
210 Zamanların, mekânların, bölgelerin gelişimine bakıldığında her yerden maharetli ve harikulade insanlara, cesur, güzel, iyi ve şeklen muhteşem varlıklara rastlarız. Tanrısallığın severek dinlediği insanlığın methiye terennümü asla susmadı ve biz dahi bütün zamanlara mekânlara yayılmış dengeli akımları kimi zaman tek bir ses olarak, kimi zaman korolar halinde, kimi zaman düzenli, kimi zaman da doludizgin nameler şeklinde duyduğumuzda ilahi bir mutluluk hissediyoruz.
211 Elbette arı, taze kulaklarla dinlemek ve bencil partizanlığın her türlü önyargısından, belki insanoğlu için imkânsız bir biçimde, feragat etmek gerekiyor.
212 Dünya tarihinin kendini bireylerde ve halklarda, ardı ardına, eş zamanlı, kısmen tek başına ve bağımsız, kısmen olağan üstü kapalı olarak gösteren iki emaresi vardır.
213 İlki, unsurların yan yana özgürce gelişmesidir; bu olgunluğun, özgürlüğün, beslenmenin, sanatın, bilimin, keyfin ve aklın çağıdır. Burada her şey içe doğru etki eder ve en iyi zamanlarda mutlu, evcimen bir oluşuma doğru çabalar. Ancak bu durum son olarak parti bağımlılığı ve anarşide dağılır.
214 İkinci çağ ise, kullanmanın, savaşmanın, tüketmenin, tekniğin, bilginin ve zekânın çağıdır. Etkileri dışa dönüktür; en güzel ve en yüce anlamda bu an, bazı durumlarda, daimiyet ve zevk getirir. Ancak böylesine bir hal kolayca bencillik ve zorbalığa dönüşmektedir. Bu noktayı tek bir şahsın zorbalığı gibi düşünmemek gerek, elbette toplu kitlelerin de zorbalığı söz konusu olabilir ki bu aşırı şiddetli ve karşı konulamaz olabilir.
215 İnsanları eğitimini ve etkisini hangi şartlar altında olursa olsun nasıl düşünürseniz düşünün her ikisi de zaman ve ülkeler, birey ve kitleler, orantı ve orantısızlıklar birbirine etki eder; işte dünya tarihinin hesap edilemezliği kıyaslanamazlığı tam da bu sebeptendir. Yasa ve tesadüf iç içe geçmektedir. Sıradan insan partizan tarihçilerde de sıklıkla görüldüğü gibi bu ikisini birbirine karıştırmaktadır ve çoğunlukla bilinçsizce ama yapay bir şekilde bu şüpheyi kendi yararlarına kullanırlar.
216 Tarihten bize kalan en iyi şey uyandırdığı heyecandır.
217 Kendi tarih yaşamamış hiç kimse tarih hakkında hüküm veremez. Bu uluslar için de geçerlidir. Almanlar kendileri bir edebiyata sahip olduklarından beri edebiyat hakkında hüküm verebilir oldular.
218 Daha ayrıntılı incelendiğinde tarih yazarı için bile tarih kolayca tarihle dönüşmez; çünkü yazar her defasında tarihi sanki kendisi olaylara şahit olmuşçasına yazar, bir zaman olmuş olanı, etkileyeni yazmaz. Kronik yazarı ise sadece sınırları çizer, şehrinin, manastırının ve çağının özelliklerini gösterir.
219 Birinin ileri yaşlarda kendine tarihi olarak bakması veya beraberinde yaşadığı insanlara tarihi olaylar olarak bakması nadirdir, çünkü kimseyle çelişmek istemez ve çelişemez.
220 Tarih ve temsil ettiği evrenin de bir gerçek bir de ideal tarafı vardır.
221 İdeal tarafa kredi dâhildir, gerçek tarafa ise malvarlığı, fiziksel güç vs.
222 Kredi gerçek tediyat ile oluşturulmuş güvenirliliğin bir ideasıdır.
223 Her malvarlığı hantal bir olgudur ve hakkında şu şekilde karar verildiğinde iyidir. Ne incerta sint rerum dominia.[5 - Latince: …, ispatsız mülkiyet olup olmadığı.]
224 Tarihçi her şeyi, bir şeye bağlayamaz, bağlamamalıdır da. Matematikçiler de bilmez, mesela 1770 yılında görünen ve beş veya on bir sene de bir gelmesi beklenen kuyruklu yıldızın neden hala görülmediğini.
225 İster geçmiş, ister şimdiki zaman, ister gelecek olsun ‘tarih’ için de, ‘doğa’ için de, her türlü ‘esas’ için de aynı şey geçerlidir. Ciddi olarak ne kadar derine dalarsanız o denli büyük sorunlarla karşılaşırsınız. Korkmayan, cesurca üzerine yürüyen, yetiştiğini, aydınlandığını hisseder.

düşünmek ve yapmak
226 Bilgelik sadece gerçekte mevcuttur.
227 Tanrı ve doğadan aldığımız en yüce olgu yaşamdır, dümenin kendi etrafında yaptığı dur durak bilmeyen dairesel hareketi; yaşamı sarıp sarmalama dürtüsü her birimizin içinde doğuştan mevcuttur, ancak bu dürtünün tabiatı bize ve diğerlerine bir sırdır.
228 Yukarıdan etki eden varlıklardan aldığımız ikinci lütuf yaşanmış olan, idrak ve canlı-hareketli Monas’ın dış dünyanın çevresine müdahalesidir. Bu sayede kendini içsel olarak sınırsız, dışsal olarak da sınırlı idrak eder.
229 Üçüncü unsur olarak da, bizim dış dünyaya karşı icraat ve faaliyet, kelime ve yazı olarak sunduğumuzdur; bu bizden çok dış dünyaya ait bir oluşumdur ve bu yüzden de bizim yapabildiğimizden çok, dış dünyanın üzerinden kendisini ifade edebilir. Ancak kendisinin de farkında olabilmesi adına bizim tecrübemizden olabildiğince çok alması gerektiğini bilir. Bu nedenle genç başlangıçlara, eğitimin basamaklarına, yaşam detaylarına, anekdot ve benzerlerine bu kadar açız.
230 Bu dışa yönelik etkiye hemen bir tepki oluşuyor, sevgi bizi desteklemeye, nefret ise bizi engellemeye çalışıyor. Bu çelişki yaşamda da aynı kalıyor, çünkü insan aynı kalıyor, beraberinde yakınlık veya antipati duyduğu her şeyle birlikte.
231 Dostların bizimle, bizim için yaptıkları da bir yaşanmışlıktır; çünkü kişiliğimizi güçlendirir ve ilerletir. Düşmanların bize karşı yaptıklarını ise tecrübe etmiyoruz, sadece algılıyor, reddediyor ve kendimizi ona karşı koruyoruz. Dona, fırtınaya, yağmura, kötü havaya karşı veya dışarıdan gelmesi beklenen başka zararlara karşı korunduğumuz gibi.
232 Faal doğadan açığa çıkmamış ve yine yaşama iyilik olarak dönmeyecek, her yaşam anında muhtelif döngülerle, sonsuzca oluşan ve yok olan düşüncelerle, dünyaya pek yarar sağlanamaz.
233 Canlı, maharetli, pratikte daima doğrudan hedefe yönelik işleyen akıl yeryüzündeki en harika şeydir.
234 Bütün pratik insanlar dünyayı kolay yaşanır hale getirmeye çalışır; düşünürler ise kolay düşünülür halde isterler. Her biri bunu ne kadar başarır, siz karar verin.
235 Bilmek yeterli değildir, uygulamak da gerekir; istemek yeterli değildir, yapmak gerekir.
236 Neyin – nasıl yapılacağını aşağı yukarı bilebilmek için, kaç sene yapmamak gerekir!
237 İçsel etkinliğimin tümü bilinmeyen, sezilen bir kuralı kabul ederek onu dış dünyada bulmaya çalışan ve dış dünyaya sokmaya çalışan canlı bir deneme-yanılmaymış.
238 Taşı pereseye göre yerleştir, pereseyi taşa göre değil.
239 Aradıklarının nerede olduğunu bilselerdi aramazlardı.
240 Bir şeyin nerede olduğunu bilebilmek için, onu bulmuş olmanız gerekir.
241 Anlamadığınıza sahip değilsiniz.
242 Düşünmek bilmekten daha ilginçtir, ama seyretmekten değil.
243 Basit seyir, dünyevi şeylere doğru bakış, genel insan aklının mirasıdır; için ve dışın safi seyri çok nadirdir.
244 Kimisi pratik anlamda, fiiliyatta açığa çıkmaktadır; kimisi de simgesel, bilhassa matematikle, sayılarla ve formüllerle, konuşmayla, öz kaynaklı, mecazi, dehanın edebiyatı olarak, insan aklının deyimselliğinde açığa çıkar.
245 Doğa kendisine o kadar özgürlük tanımış ki, bizim onu bilgi ve bilimle algılayabilmemiz veya onu köşeye sıkıştırabilmemiz imkânsızdır.
246 Kendim kurtarmak için, bütün mevcudatı birbirinden bağımsız olarak seyrediyorum ve onları zorla yalıtmaya çalışıyorum; sonra onları korelatlar olarak seyrediyorum ve onlar nihai bir yaşam olarak bağlanıyorlar. Bunu özenle doğaya mâl ediyorum; ama en yeni, etrafımızda hareketlenen, dünya tarihi bağlamında da bu bakış açısı verimlidir.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/iogann-volfgang-fon-gete/aforizmalar-69403177/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
İtalyanca: Dönüş yapanlar/ geçiş yapanlar bana taze gelir. (convertiti –din değiştirenler)

2
Latince: Kader

3
Fransızca: Lüks İnanç

4
Latince: Bütün insani ve ölümlü şeylerden en tehlikelisi desteğini esirgeyen güçtür.

5
Latince: …, ispatsız mülkiyet olup olmadığı.
Aforizmalar Иоганн Вольфганг Гёте

Иоганн Вольфганг Гёте

Тип: электронная книга

Жанр: Афоризмы и цитаты

Язык: на турецком языке

Издательство: Maya Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Şaşırtıcı deneyimlerle dolu, uzun ve zorlu hayatında, Johann Wolfgang von Goethe (1749–1832) tiyatro programları, kartvizitler, yazı taslakları ve hatta faturalar hakkında aklına gelen birçok fikri kaleme almıştır. Goethe muhtemelen son “Rönesans İnsanı”, yani gerçek bir hezarfendir.

  • Добавить отзыв