Zamanın Kalbi

Zamanın Kalbi
Amy Blankenship


Zamanın Kalbi
Koruyucu Kalp Kristali Serisi Kitabı 1

Amy Blankenship
Translated by betül öztürk (http://www.traduzionelibri.it/profilo_pubblico.asp?GUID=c78c0eb6d40b020a2a3de5310f0ac811&caller=traduzioni)

Telif Hakkı © 2010 Amy Blankenship
English Edition Published by Amy Blankenship
French Edition Published by TEKTIME
All rights reserved.
ISBN:
ISBN-13



Zamanın Kalbi Efsanesi
Dünyalar değişebilir... ama gerçek efsaneler asla kaybolmaz. Karanlık ve aydınlık, zamanın başından beri sürekli savaşageldi. Dünyalar yaratıcılarının ayakları altında şekil aldı ve parçalandı, yine de süregelen iyi ve kötü ihtiyacı sorgulanmadı. Bununla beraber, bazen bu karışıma yeni bir unsur katıldı... iki tarafın da istediği ama yalnızca birinin sahip olabileceği tek şey. Doğası mantık dışı olsa da, iki tarafın da ulaşmak için mücadele ettiği değişmez tek şey, Koruyucu Kalp Kristali. Kristal taş, bilinen evreni yaratma ve yok etme gücüne sahip olup hala tek bir nefesle tüm acı ve anlaşmazlıkları sonlandırabilecek durumda. Bazıları kristalin kendisine ait bir aklı olduğunu söylüyor... bazıları arkasında tanrıların olduğunu.
Koruyucuları, her ortaya çıkışında, onu bencilce kullanacaklara karşı kristali savunmaya her zaman hazırdı. Bu korucuyuların kimlikleri değişmeden kaldı ve dünya ya da zaman farketmeksizin aynı acımasızlıkla sevdiler.
Bu kadim koruyucuların merkezinde bir kız bulunuyor ve sevgilerinin nesnesi de o. İçinde kristalin kendi gücünü tutuyor. Kristalin taşıyıcısı ve gücünün kaynağı bu. Çizgiler sıkça bulanıklaşıyor ve kristali korumak yavaş yavaş rahibeyi diğer koruyuculardan korumaya dönüşüyor.
Karanlığın kalbini içtiği şarap bu. Kristalin koruyucularını, saldırılara karşı zayıflatıp etki altında bırakma fırsatı. Karanlık hem kristalin gücünü hem de aynı zamanda bir erkeğin isteyebileceği gibi kızı istiyor.
Bu boyutlar ve gerçekliklerin içinde, Zamanın Kalbi diye bilinen gizli bir bahçe bulacaksınız. Orada genç bir rahibenin heykeli diz çöküyor. Gizli hazinesini saklı tutan ve iyi koruyan çok eski bir sihirle kuşatılmış. Kızın elleri, değerli birşeyin verilmesini bekler gibi ileriye uzanmış.
Efsaneye göre, Koruyucu Kalp Kristali diye bilinen güçlü bir taşın, kendisine geri verilmesini bekliyor.
Heykelin arkasındaki gerçek sırları ve nasıl var olduğunu yalnızca Koruyucular biliyor. Beş kardeş, zamanın kalbini atalarından ilk nefeslerini almadan önce, karanlık tarihi boyunca, Tadamichi ve ikiz kardeşi Hyakuhei koruyordu. İkizler, insanların dünyasının iblisler alemiyle bir araya gelmesini engelleyen mührü yüzyıllar boyunca korudu. Bu kutsal bir görevdi ve hem insanların hem de iblislerin hayatlarının, korunup birbirinden saklı tutulması gerekiyordu.
İnsanlardan oluşan küçük bir grup beklenmedik bir şekilde, hükümdarlıkları döneminde kutsal kristal yüzünden yanlışlıkla iblisler dünyasına geçti. Bir kargaşa esnasında kristalin güçleri, mühürde boyutları ayıran bir yarığa neden oldu. Grubun lideri ve Tadamichi mühürdeki yarığı kapatmak ve iki dünyayı birbirinden sonsuza dek uzakta kilitli tutmak için bir anlaşma yaparak hemen müttefik oldular.
Ama bu esnada Hem Hyakuhei hem Tadamichi insan liderinin kızına aşık oldu.
Hyakuhei’nin isteklerine karşın, yarık Tadamichi ve kızın babası tarafından onarıldı. Mührün gücü, tehlikeli aşk üçgenini sonsuza dek ayırarak on kat arttırıldı. Hyakuhei’nin kalbi parçalanmıştı. Kendi kanından olan kardeşi Tadamichi bile o ve rahibenin ebediyen ayrıldığından emin olarak ona ihanet etmişti.
Aşk bir kez kaybedildiğinde en şeytani şeylere dönüşebilir. Hyakuhei’nin kırık kalbi ikiz kardeşler arasında Tadamichi’nin hayatını sonlandıran ve ölümsüz ruhlarını ayıran bir savaşa neden olan kötücül bir öfke ve kıskançlığa dönüşmüştü. Bu ölümsüzlük şeritleri mührün muhafızlığını alacak ve onu kötüler alemindeki iblislere katılan Hyakuhei’den koruyacak beş yeni koruyucu yarattı.
Hyakuhei karanlığın içine hapsolarak zamanın kalbini korumaya dair bütün düşünceleri boşa çıkardı… bunun yerine enerjisini mührü tamamen ortadan kaldırmaya yöneltti. Dizlerini geçen uzun geceyarısı bukleleri ve en çekici kişilere ait bir yüz, meleksi görünüşünün altında saklı gerçek şeytanı maskeliyordu.
Aydınlık ve karanlık güçlerin arasındaki savaş başlarken kutsal heykelden, rahibenin tekrar doğduğuna ve kristalin diğer tarafta yeniden ortaya çıktığına işaret eden kör edici, mavi bir ışık yayıldı.
Koruyucular ona yönelip muhafızları olurken, iyi ve kötü arasındaki savaş gerçekten başlıyordu. Böylelikle de karanlığın, ışığın dünyasına hakim olduğu başka bir dünyaya giriş.
Bu, çok sayıdaki destansı maceralarından biri…

Bölüm 1 "Parçalanmış Hatıralar”

"Kyoko!!!!!!"
Toya'nın öfkeli çığlığı etraftaki ormanda duyulabiliyordu. Ümitsiz çığlığının sesi kaybolurken herşey ölümcül bir sessizliğe büründü, tüm gözler Hyakuhei’nin bir sonraki hamlesini izlemeye koyuldu.
Kimse bunu durduramazdı. Herhangi birinin tepki gösterebilmesi için her şey çok hızlı gerçekleşmişti. Gerçekleşen olay, beş koruyucunun hepsinin korkuyla felç geçirmesine sebep olmuştu. Hyakuhei’yle savaşmak için, koruyucu kalp kristalinin koruyucuları olarak bir araya geldiklerine inanamıyorlardı… yalnızca kazanması için. Yalnızca hepsinin sevdiği ve koruduğu kişiyi kaybetmek için.
Orada, savaş alanının ortasında dolanıp dururken… en kötü kabusları açığa çıkıyordu.



Hyakuhei, Kyoko’yu yakalamış, korku dolu yüzüne yukarıdan bakarak tutuyordu. Kızın bedeninin alt kısmı, planladığı gibi onunkiyle kaynaşmaya başlamıştı. Onu ve Koruyucu Kalp Kristalini yavaşça bedeninin içine almaya ve ruhunun içinde hükümsüz kılmaya çalışıyordu. İzleyen herkes, Kristal’deki bozulmayı yalnızca kötülükten doğan karanlıkla parlarken görebiliyordu.
Kyoko’nun elleri, bir iblise dönüşen bu koruyucu efendiden bütün gücüyle kurtulmaya çalışarak kendisini çılgınca ondan uzaklaştırıp iterken Hyakuhei’nin göğsüne dayalıydı, o ise yalnızca gülüyordu.
Hyakuhei, şimdi eti ve kanında dolaşan güçle sarhoştu ve kızın kaçmaya yönelik zayıf çabası onu çok eğlendirdi. Uzun, simsiyah saçları canlıymış gibi etraflarında dönüyordu. Geceyarısı buklelerinin ipeksi uçları, Kyoko’nun küçük vücudunu kendisininkine hapsetmek için, onu arkasından demir bir kayış gibi sardı.
Kyoko, bedeninin onunkiyle birleşmeye çekilmesine karşı koyarken savunmasız hissetti. Onun ruhu olan bu soğuk, karanlık boşluğa düşmek istemiyordu. Oradaki tüm iblisleri… onu beklediklerini hissedebiliyordu. Bedeninin içine girdikçe, kendi bedenin o kısmı soğuyordu. Bacakları, bir milyon iğne aynı anda derisini delerek, orada buz şekilleniyormuş gibi acıyordu.
Hızla bir şey yapmazsa tamamının kaybolacağını biliyordu. Son birkaç yılda onu koruyan beş kardeşi… orada dikilip izlerlerken görebiliyordu. Hepsi yardım etmek istiyordu, ama o kalkan olarak kullanıldığı sürece bir hamle yapmaya çok korkuyorlardı.
Kyoko, bu hain koruyucuya karşı kaybetmek istemiyordu. Onların öz amcalarıydı… Neden uzun zaman önce yeğenlerinin karşısına geçmişti? Kyoko’nun zümrüt yeşili gözleri korku dolu bir öfkeyle düşmanınınkilere dönüp kilitlendi. Bu gerçekleşiyor olamazdı… Yaşadığı bunca şeyden sonra olmazdı. Hepsi onun hatasıydı.
Gözleri Hyakuhei’nin karanlık sabit bakışları karşısında kısıldı. Kristal’i bu dünyaya o getirmişti ve eğer kendisiyle birlikte cehenneme götürmesi de gerekse onu bu dünyadan geri alacaktı.
Kyou, 15 metreden uzak değildi ve kör bir öfkeyle imha kılıcı ‘Hakaisha’yı hızlıca çekti. Amcasının… düşmanının, bugüne kadar ona saygı duymak için büyüdüğü tek insan kıza dokunması düşüncesi hoşuna gitmedi. Deli bir adamın kollarında, o kadar tehlikeli bir biçimde kırılgan görünüyordu ki, kavga artık kötülüğe karşı saflığın savaşı oluyordu.
Koruyucu aleminin efendisi… Kyou, beş kardeşin en büyüğü, bu süreçte Kyoko’yu incitmeden hiçbir şey yapamazdı. İçin için, Kristal’in gücünün kendisine zarar veremeyeceğini, çünkü bu savaştan önce bütün büyüleri engelleyecek bir büyü kullandığını biliyordu. Hyakuhei’nin, ona karşı Koruyucu Kalp Kristali’ni kullanmayı denemesi ihtimaline karşı hazırlanmıştı.
Ama bunu… beklememişti. Kyoko’nun incinmesini istemiyordu… bunu durduracak gücü olduğu sürece asla.
Hyakuhei tarafından gönderilen karanlık, şeytani hayaletler gizli bir kabustan çıkar gibi yerden süzülerek gelip onu hareketsiz tutmak için, ölümcül bedeninin etrafını sardığı zaman mücadele etmedi. Kyou, genç kardeşinin gümüşi gözlerinde yanan öfkeyi görerek Toya’ya bir bakış attı.
Hyakuhei, Toya’yı şeytani bir hayalet saldırısıyla sarmış, güvenli bir mesafede tutmaya çalışıyor, ama Toya hala onlara karşı intikam duygusuyla çabalıyordu. Kyou içinden, kardeşinin üzerindeki engellere minnet duydu… şüphesiz onlar olmasaydı, Toya sonuçları ne olursa olsun saldırırdı. Sadece Kyoko’nun tarafının içinde olduğu böyle bir tehlike Toya’nın kırılma noktasını geçmesine neden olmuştu.
Kyou, her kalp atışında kendi gücü ve diğer kardeşlerinin gücüyle beraber, Toya’nın koruyucu gücünün yoğunlaştığını hissediyordu.
30 metreden daha uzakta bulunmayan Kotaro’nun mavi gözleri inanmazlıkla açıldı. Kyoko’nun incindiğini görmek istemiyordu ama bunu önlemek için de birşey yapamazdı. Her iki kolu da savaşta kanla kaplanmıştı ve bacakları da daha iyi bir durumda değildi. Şu anda, acıya karşı savaşıp ayakta durmaya çalışırken saldıracak güce bile sahip değildi. Aklı hala her şeyden çok sevdiği kız için korku ile donmuştu.
Kotaro, buz mavisi gözleri karşılık verme ihtiyacıyla yanarken, keskin köpek dişlerini ortaya çıkararak kulak tırmalayan bir sesle “Onu incitmeye cüret etme yoksa seni cehenneme kadar kovalarım Hyakuhei” diye tısladı. Etrafında, kendi oluşturduğu güçlü esintilerden bir daire içinde bir enkaz yığını uçuşurken, çevresindeki tüm hava bir intikam hissiyle hayat buluyormuş gibiydi.
Kamui korkmuştu, ama Kyoko’yu Hyakuhei’nin kollarında mücadele ederken görmek, fikrini değiştirmesine sebep oldu. Öfkeli gözlerinde, birden çok rengi olan bir toz parıldadı. Kamui sonuçlarını düşünmeden, rahibeye olan aşkından doğan ve herkesin gördüğü akla gelmez bir cesaretle, açtığı pençeleriyle doğruca Hyakuhei’ye doğru koştu.
Hyakuhei'nin gölge iblisleri bedenini sert toprağa çarparak ve uçuşan bir enkaz göndererek onu geri püskürttü.
Savaşlarda her zaman en genç koruyucunun arkasını kollayan Kaen, kurtulmak için sıçrarken ayaklarından ateşler uçararak Kamui’yi sıkıca tutarak yakaladı. Kamui tehlikeden uzak, yerde güçsüzce yatarken Kaen kızgın gözlerini Hyakuhei’ye dikti ve en genç koruyucu ile tehlikenin arasında dikildi.
Suki dizlerinin üzerindeydi, babasını hala kollarında tutuyordu. Bedeni artık cansızdı ve Hyakuhei’ye olan nefreti, Sennin’i öldürdüğü için kızının içine dolmuştu. Bakışları, böyle yaşlı, bilge bir adamın başına gelen aynı soğuk akıbetten en iyi arkadaşını koruyabilmeyi dileyerek Kyoko’ya dikildi.
Shinbe, Hyakuhei’nin bedeni üzerindeki bakışlarını engelleyerek korumacı bir biçimde Suki’nin önünde dikildi. Kotaro’nun öfkesinin rüzgarı, Shinbe’nin geceyarısı mavisi saçlarını yüzünün etrafında uçuruyor… kurnaz ametist gözlerine tekinsiz bir ifade veriyordu. Kyoko için olan endişesi, kristal yapının gücünü hissederken derinleşti.
“Hayır….” Kelime ağzından, rüzgar aniden kendisini yere çarpmış gibi çıktı. Shinbe, eğer Hyakuhei koruyucu kalp kristalinin tüm gücünü elde ederse, iki dünyanın da ciddi bir tehlike içinde olacağını biliyordu. Hiçbir şey yapamayacağı gerçeğinin kalp kırıklığını hissettiğinde yanağından sıcak bir yaş aktı. “…Kyoko.”
Hyakuhei, etrafına, uzun süredir yolunda dikilen düşmanlara baktı… kendi kardeşinin çocukları. Kyoko’yu kalkan olarak tuttuğu için, şu anda ona saldırmaya korktuklarını biliyor ve her yönden yükselen öfkeyi hissedebiliyordu.
Abanoz kanatları, arkasında koyu bir zemin yaratarak ve aynı koyuluktaki gözleri, kollarındaki kıza kilitlenerek açıldı. “Seni korumaya çalışıyorlar.” Bunu bir savaşın ortasında değillermiş de, yalnızca kenardan izliyorlarmış gibi sakin, rahatlatıcı bir sesle belirtti.
Kutsal korucuyu kalp kristalinin hala çıplak göğsünün ortasında görünür olduğunu hissedebiliyordu. Kendisini savunmaya çalışan koruyuculara olan sevgisi, kristalin kalanının da bedeninin içine gömülmesini ve adama arzuladığı gücü vermesini engelleyen tek şeydi.
Bu sevginin saflığı kızın gücüydü ve kristali adamdan çekip almayı denemek için bunu kullanıyordu… adam bunu hissedebiliyordu. Ama aynı zamanda damarlarında gezinen gücü de hissediyordu ve bu yalnızca daha fazlasını istemesini sağlıyordu.
Bir an için aşığıyla konuşurmuş gibi kıza fısıldarken gözleri yumuşadı. “Bu yeterli değil.”
Hyakuhei, küçük grubun etrafını saran sevgi bağlarını bir şekilde yok etmek için, kristalden halihazırda kazandığı gücü Kyoko’ya karşı kullanmaya karar verdi. Onu durdurması gerektiğini biliyordu… çünkü tek başına kızın kendi gücü, bir zamanlar içinde olan kristalinki kadar kuvvetliydi. Bir zamanlar sevmesine izin veren… sonra zalim bir şekilde bu aşkı ellerinden alan aynı kristal.
Kyoko’nun yüzünü kendisininkine yaklaştırdı ve masum dudaklarına nazik bir öpücük kondurdu. Heyecanlı yeşil gözlerine bakarak, koruyucu kalp kristalinin gücünü kullanıp kızın zihnine girdi.
Hyakuhei en çok hangi korucuyu sevdiğine dair anılarını aradı… bunları ondan alacaktı. Uğrunda mücadele ettiği insanlara dair anılarını çalmak, kızın gücünü zayıflatırken kendisininkini artıracaktı.
Kyoko gözlerini kırpamıyordu. Adamın vahşi pençelerinin, zihnindeki anılarını yok etmeye ve bu mücadelenin nedenini söküp almaya çalıştığını hissediyordu… sevgisini ondan almaya çalıştığını. Arkadaşlarını, hepsini, buna izin vermeyecekti.
Kyoko, adama karşı kullanmak için kendisine yalnızca tek bir şey bırakarak kontrolünü kaybettiğini hissediyordu ve bu alıp yok etmeye çalıştığı şeyin kendisiydi. Gözleri öfkeyle parladı ve artık zaptedilmiş değillerdi. Ellerini adamın geceyarısı buklelerine tutturdu ve gidip gelen bir güç dalgasıyla titreyerek alınlarını birbirine bastırdı.
Sesi savaş alanındaki sessizliği delip geçiyordu. “Onu bu kadar çok mu istiyorsun? BURADA!! Al !!!”
Kyou’nun altın sarısı gözleri, korku sıcak keskin bir bıçak gibi içinden geçerken yoğun biçimde parladı. Rahibe ne yapıyordu? Bir şeylerin korkunç biçimde ters gittiğini biliyor ve psişik güçlerinin kendisini çağırdığını hissediyordu… onu çok geç olmadan dinleyip görmeye zorluyordu! Bu güce odaklandı ve ne olduğunu görmeye çalışmak için Kyoko’nun zihnine girdi. Şahit olduğu şey, etrafını çok sıkı sarmamış olan gölge iblisleri arasında dizlerinin üzerine düşmesine neden oldu… onu hareketsiz tutuyorlardı.
Görüntü ve sesler sonsuza dek zihin gözünde kalacaktı ve Kyou her nasılsa, üzerine üşüşen duyguları asla sarsamayacağını biliyordu. Kızın zihin gözüne bakarak anladığı için Kyoko, o ve kardeşlerine karşı olan sevgi duygularını korudu. Adam her dokunuşu görebiliyor, kendisini okşayan her duyguyu ve kendisini olduğu gibi kızı da paramparça ediyor olması gereken her gizli gözyaşını hissediyordu.
Kyou aynı zamanda Kyoko’nun, herhangi birinin onun sahip olduğunu düşündüğünden çok daha fazla güce sahip olduğunu anlayarak iliklerine kadar titremişti… kendisinin bile farkında olmadığı bir güç. Kızın aklından Hyakuhei’ninkine geçen her hatırayı, oradan silinmesine asla izin vermeyeceği yer olan kalbine atılıyormuşçasına görüp hissedebiliyordu.
Sevgi, kalp ağrısı ve adanış yılları… hepsi bir anda feda edilmişti.
Kendisiyle birlikte mücadele etmiş olanlara karşı tüm sevgi ve dostluk anıları, acıları ve gizli duyguları Hyakuhei’nin zihnine sokulurken, öfkeli gözyaşları Kyoko’nun yanaklarından aşağı aktı. Bu kalan tek silahıydı.
Hyakuhei’nin şeytani gücü bir anda dengesizleşti. Kristal, koyu bir ışıktan beyaz ışığa döner ve Toya ile Kyou’yu tutan gölge varlıklar görünmez olarak dağılırken herkes güç kaymasını hissetti.
Kyoko, karanlığın meleğinin kafasının karışmasını izledi, mükemmel, solgun yüzü acı ile çarpılmıştı.
Kyoko tam kaydığını hissederken küçük ellerini dışarı çıkardı ve kristali yakalayıp adamın etinden çekti. Unutmak istemediği anılar için zihninin verdiği mücadeleyi şimdiden kaybettiğini hissettiğinden ne yapılması gerektiğini biliyordu. Zaten çizgi izleri bulunan yanaklarından kristal gözyaşları akıyordu.
Herkesi korumak için bütün hatıralarını vermişti. Düşüncelerini kaybetmeden önce, koruyucu kalp kristalini çabucak kendi göğsüne… kalbine paralel olarak dayadı.
Doğruca ona doğru atılan Toya ve Kyou’yu görmek için dönerek fısıldadı “Beni unutmayın… lütfen.. beni bulun.”
Kyoko’nun görüşü kaybolmaya başladığında gözüne çarpan son şey, ismini bağırarak ona yaklaşmaya çalışmalarıydı. Biri saydam altın sarısı, diğeri parıldayan gümüş gözlerle… sonra dünyası karardı.
Kyou, Kyoko’nun zayıfladığını hissedebiliyordu ve öldüğünü düşündü. Her şey değiştiğinde, bir su damlası onun tarafında yüzeye çarpmış gibi umutsuzca Toya ile birlikte, ona ulaşmaya çalışarak öne atıldı. Kyoko’dan dalgalar yayıldı ve kız havada kayboldu. Sonrasında Hyakuhei de öfkeyle bağırarak ortadan kayboldu.
Kardeşinin kendisininkiyle birleşen çığlığı, ses göz açıp kapayıncaya kadar, beklenmedik bir şekilde kesilmiş gibi sonlanırken Kyou’nun aklı hızla çalıştı, Toya’nın da ortadan kaybolduğunu biliyordu. Kyou nazik bir şekilde bir saniye önce hedef olarak gözüne kestirdiği boş noktaya düştü. Öfkeli bakışları inanmazlıkla etrafını aydınlattı. Herkes ortadan kaybolmuştu.
Kyou damarlarında dolaşan ve soylu koruyucu kanına karışan adrenalini hissetti. Hepsini görmüş ve anlamıştı. Artık kızın tüm anılarına sahipti. Kyoko onları kurtarmak için hepsini vermişti ve son saniyede onun dileğini duymuştu. Muhtemelen ne yaptığını bile bilmiyordu… ama Kyou’yu geride bırakarak herkesi beraberinde götürmüştü.
Kutsal kristalin kendisine karşı kullanılmasını önlemek için çevresine yaptığı büyü, onu diğerleri her nereye gittiyse onları takip etmekten alıkoymuştu. Kız, yalnızca fısıldanmış birkaç kelime ile ondan her şeyi almıştı.
Bedeni dik ve gururlu bir şekilde dikiliyordu. Dizlerine kadar uzanan gümüş saçları etrafında dalgalandı ve gömleğinin beyaz ipeği, işkence görmüş kalbindeki fırtına ile eşleşen, görünmeyen bir fırtınanın gözünde oturuyormuş gibi rüzgarla titredi.
Terkedilmiş savaş alanına bakarken görünüşü bir meleğe benziyordu… krallara yakışır, güçlü ve mükemmel. Elini yanağına kaldırıp tek bir kızıl gözyaşını yakalayana kadar, duracak gücü yoktu.
Filizlenerek, yaşlanmadığı hayatında ilk kez gerçek kimliğini ortaya koyan kanatlarının tüyleri etrafında döner ve onu geniş altın sarısı bir parlaklıkla sararken, Kyou’nun görme gücü arttı.
Savaştan kalan tek yara, kalbinde oluşan yarıktı… hiç kimsenin sahip olduğunu düşünmediği kalbi. Bakışları yalnızca birkaç metre ilerideki kız heykeline kaydı ve fısıldadı, “Kyoko, seni terk etmedim. Bin yıldan uzun sürecek bir uzaklık beni, seni tekrar bulmaktan alıkoymaya yetmez…”



Bölüm İki "Önemsiz Kısım"
Zamanın Kalbi’nin diğer tarafında, iki yıl sonra… ve geleceğe binlerce yıldan fazla zaman varken.
Mektup Hogo tapınağına yazılmıştı. Büyükbaba Hogo çayını içtiği masaya geri dönerken, elçinin az önce kendisine verdiği şık zarfa baktı. Kapı çalınmadan önce, genellikle fazla hareketli olan evdeki huzur ve sessizliğin tadını çıkarıyordu.
Herkes akşam için dışarı çıkmıştı. Tama arkadaşlarıyla beraber şehirdeki oyun odasındaydı ve Bayan Hogo kahvaltılık alışverişi yapmaya çıkmışken, Kyoko çalışmak için kütüphaneye gitmişti.
Büyükbaba masadan küçük bir bıçak alarak keskin ağzını, kenarlarını altın çerçeveli olan zarfta dikkatle kaydırdı. İçini açtı ve ağır hizmet için noter onaylı, altın çerçeveli mektubu çıkarıp okumaya başladı. Okudukça gözleri açıldı. Bu bir burstu, şehrin diğer tarafının eteklerinde, çok pahalı bir okulda tam burs.
"K.L. Üniversitesi." Yaşlı sesinde yıllardır ilk kez şaşkınlık vardı. Okuduğuna göre her şey tam karşılanacaktı, kalacağı yatakhanenin ücreti bile, ve kendi imzası olan K.L. harfleriyle okulun kurucusu tarafından imzalanmıştı.
Büyükbabanın yaşlı yüzü, uzun zamandır görülen en parlak gülümsemesiyle yukarıya doğru kalktı. Kyoko mutlu olmanın da ötesine ulaşacaktı. Adam, okulda çok şey kaçırmış olmasının, herhangi bir üniversiteye kabul edilmesini engelleyebileceğini biliyordu ve şimdi bölgedeki diğer tüm okullardan üstün olan yere gidiyordu.
Düşünceli bir biçimde kaşlarını çattı… başvuran hiçkimsenin başarılı olamadığını bildiği için, bu girilecek en zor okullardan biriydi. Ayrıca sadece üye olmanın son derece yüksek gereksinimleri bulunduğundan çok az öğrencisi olduğu söyleniyordu. Başvuru bile yapmadığı bir yere nasıl kabul edilmişti?
Aklı son iki yıla döndü. Kyoko tapınak evinden aklı çok karışık olarak döndükten sonra kendine gelmesi zaman almıştı.
Aniden geri döndüğünde hepsinin kafası karışmıştı, çünkü uzakta olduğu zamanlar neler olup bittiğiyle ilgili çok şey hatırlamıyordu.
Hogo ailesi, zaman kapısından birçok kez ileri ve geri geçtiği için nereye gittiğini biliyordu… Bununla ilgili ani bir hafıza kaybına uğrayan Kyoko idi.
Toya’yı bile hatırlamıyordu. Ama büyükbaba için bu sorun değildi, çünkü zaman geçişi yapan koruyucuyu unutması en iyisiydi. Diğer taraf ve getirdiği tehlikeyle ilgili her şeyi unutması en iyisiydi.
Gözlerine bir an için üzüntü hakim oldu. Evet, Kyoko dünyalar arasında gidip geldiği ve bu taraftayken onlara en yeni hadiseleri aktardığı için aile gerçekleşen her şeyi biliyordu. Ve bilmelerini istemediği birçok şeyi sakladığını da söyleyebilirdi. Bu sırları unuttuğu için artık onların da asla bilemeyeceği şeyler.
Genç erkek kardeşi Tama, kendisine bildiği her şeyi aktardıktan sonra bile; yalnızca başını salladı ve gözlerini indirdi. Sadece diğer dünyada yalnız olduğunu hatırlıyordu. Canavarlarla dolu bir dünya.
Büyükbaba derin düşüncelere dalarken dudakları inceldi. Kyoko, Koruyucu Kalp Kristali’nin içine geri döndüğü ve her şeyin bittiğiyle ilgili bir şey hatırladığını söylediği için, büyükbaba işlerin yolunda gittiğini biliyordu. Birkaç hafta sonra okul çalışmalarına geri dönmüştü ve mükemmel notlar alıyordu, ve artık hesap kapanmıştı. Büyükbaba, ön kapının açıldığını duydu ve gülüşü genişledi.
Sanki kutsal bir iyi şans muskasıymış gibi mektubu öperek, torununun mutfağa yürümesini izledi… Kyoko bunu sevecekti.

Üç hafta sonra…
Geçmişteki kız üniversiteye yaklaşırken, altın sarısı gözler izledi. Onu bulmuştu ve ne yapıp edip işleri bir kez daha düzeltecekti. Gözlerinin altın rengindeki saydamlığı, o uğursuz günde, ölümcül bir savaşın ortasında olanların anılarıyla parlarken, bir an için insan kalkanının kaydığını hissetti.
Pencereden gelen sabah güneşinin ışıkları, arkasında kanat biçiminde tuhaf bir gölge oluşturuyordu. Pençeleşmiş elini kaldırdı ve gözlerini kısarak pençelerin tekrar insan örtüsüne bürünüşünü izledi.
Tekinsiz gözlerini tekrar rahibeye döndürerek içindeki güçleri bastırdı. Kyoko’nun saflığıyla, etrafındaki kötülüğün uyanışını hissettiği bir andı. Bu sefer… aynı hatayı yapmayacaktı.
Kyoko başını kaldırıp devasa binaya baktı. Burası ona, bilinmeyen bir geçmişteki büyük bir şato gibi görünüyordu. Kendi kendine sırıttı. Buna engel olamıyordu. Bursu ve aslında burada yaşayacağını öğrendiğinden beri hala mutluydu.
Arkasındaki Tama’ya baktı. Çantaları taşımak ve yerleşmesine yardım etmek için onunla gelmesinin büyük desteği olmuştu. Kyoko, annesi ve büyükbabasının evde kalıp orada vedalaşmalarına dair konuştuğu için memnundu. Şimdi bu büyük özgürlükle neredeyse sersemlemiş hissediyordu ve tadına vararak derin bir nefes aldı.
“Kyoko, bütün gün orada dikilecek misin, yoksa gidip yatacağın odayı bulacak mıyız?” Manzara onu da etkilese de Tama homurdandı. Başını kaldırıp, ana kapıya yönelen devasa kemere şaşkınlıkla baktı.
Kyoko haritayı elinde tuttu ve üniversitenin sağ tarafına bağlanan heybetli binayı işaret etti. “Bu doğru bina olmalı.” Döndü ve Tama’ya göz kırptı. “Bu sabah bana yardım ettiğin için teşekkür ederim.”
Tama biraz utanmış hissederek sırıttı. “Elbette Kyoko, nihayet senden bir süreliğine kurtuluyorum, bu yeterli karşılık olur.” Başını eğerek savuştu ve gülmekten ölerek bir süre ondan kaçmaya çalıştı.
Kyoko onu kovalamaya başladı, ama üzerinde bazı gözler hissederek yolun ortasında durdu.
Rüzgar, kestane rengi saçlarını yüzünden uzaklaştırırken, kimin gözlerinin üzerinde olduğunu merak ederek binaya baktı ama daha fazlasını göremedi. Son birkaç yıldır tuhaf şeyleri hissedebiliyordu ve orada birinin olduğunu… onu izlediğini, şüphe götürmez biçimde biliyordu. Neredeyse ona dokunduklarını hissediyordu.
Yukarıdaki pencerede bir hareket gördüğünü düşündü, ama daha yakından inceleyince boş olduğuna karar verdi. Kyoko bu garip hissin yok olduğunu fark ederek iç geçirdi. Hayal kırıklığının kaybolmasını beklerken yumuşak bir şekilde alt dudağını ısırdı. Boş vererek en sonunda kapıdan içeri giren Tama’ya yetişti. İkisi de etrafa bakınırken donup kaldı.
Yukarıya doğru bakarken "bu yer bir harika,” diye fısıldadı Tama, ardından ciddi bir sesle ekledi. “Bu haritayı saklamak isteyebilirsin… eğer seni tanıyorsam burada kaybolacaksın.”
Kyoko’nun gözleri ana salonun içinde dolaşırken, onu duymuyormuş gibiydi. İçinde bulundukları oda, diğer katlara doğru spiral bir biçimde kıvrılan merdivenleriyle en az üç katlı bir bina uzunluğundaydı. Bir tarafta büyük bir kütüphane varken diğer taraf dinlenme alanına benziyor ve ortasındaki yüksek tonozlu tavanda asılı devasa bir avize bulunuyordu.
“Bunun düştüğünü görmek gerçekten hiç hoşuma gitmezdi” diye havayı işaret ederek başıyla onayladı.
Konforlu mobilyaları olan oturma alanları aşağıdaydı. Sabahın çok erken bir saati olsa da şimdiden kalkmış olan öğrenciler oradaydı ve bir takım işlerle meşguldüler. Burada mümkün olduğu kadar erken bulunmak istiyordu ve saat şu an sabahın 7:30’uydu. Nereye gitmesi gerektiğini merak ederek hızlıca kağıda göz gezdirdi.
Sızlanarak omzunun üstünden Tama’ya bakıp önlerindeki spiral merdivenleri işaret etti. Kyoko, aslında taşındığından dört tane valizi vardı ve çok ağırdılar.
Tama’nın suratı asıldı. “Şaka yapıyor olmalısın.” En büyük valizin sapını, bu sefer tekerleklerin bu kez işe yaramayacağını bilerek bıraktı. “Bağıra bağıra ağlardım ama 12 yaşındayım.”
Kız kararlılıkla omuzlarını kaldırdı.
Arkalarından bir erkek sesi, “Siz Bayan Kyoko Hogo musunuz?” diye sorduğunda Kyoko irkildi.
Aniden dönerek, “Evet” dedi.
Çok yakışıklı bir adamla yüz yüze geldiğinde gözleri büyüdü. Korkutucu buz mavisi gözleri ve at kuyruğu şeklinde toplanmış uzun koyu renk saçları vardı. Korku dolu bir saygıyla bakarken, tuhaf bir rüzgarın yüzünü okşadığını hissetti. Yumuşak saçlarının uçları, bu rüzgarın çarptığı yüzünü gıdıkladı.
Adam ona çok çekici bir gülüş sunuyordu. Sonra onu şaşkınlığa düşürerek parmaklarını şıklattı ve iki adam hiç yoktan ortaya çıkarak çantalarını alıp onlarla beraber yukarı çıktılar. Onları izlerken Kyoko’nun gözleri büyüdü, ama bir şey diyemeden önce diğer adam ellerini kendisininkilerin içine aldı ve dudaklarına götürerek ona prenslere yakışır bir şekilde bir öpücük verdi.
"Benim adım Kotaro ve sizin gibi çekici birinin çok ağır bir şey taşımak zorunda kaldığını görmek istemiyorum. Şimdi, beni takip ederseniz, size kalacağınız yeri göstereceğim.” Kotaro elini, kendi elinin içinde tutarak özgüvenle döndü ve merdivenleri çıkmaya başladı.
Adamın parmakları ve kolundaki ani ısınma vücuduna yayılmaya başlamış gibi duruyordu… koruyucu kanını uyandırarak. Bu saklaması gereken bir sırdı. Kotaro, sabırla beklediği kişinin o olduğunu bilerek kızın elini hafifçe sıktı. Odaya girdiği anda bunu hissetmişti.
Kyoko kendi kendine ‘Tanrı beni centilmen erkeklerden korusun. Neyin içine düştüm böyle?’ diye düşünerek nazikçe kaşını kaldırdı.
Dönüp, ağzı açık orada dikilen Tama’ya omuz silkti. Kyoko başını yana eğdi ve bir kaşını kaldırdı. “Tama dikkatli ol, böyle durursan sinekleri avlayabilirsin.” Sonra o toparlanamadan döndü ve sadece Kotaro olarak tanıdığı adamın esnek biçimini takip etti.
Gizlice, kendisi ve Tama’nın puanlarını tuttuğu hayali yazı tahtasına zihninden tebeşirle yazdı. Merdivenlerden yukarı çıkarlarken burnundan soluduğunu duydu ve artık oyunu kazandığını biliyordu.
Merdivenlerden inen başka bir genç çocuğun yanından geçtiler ve çocuk geçerken bakmadı bile, Kyoko kalbinden bir şeyin hızla geçip gittiğini hissederek nefesi kesildi. Çocuk neredeyse yavaş hareketlerle geçerken bütün sesler kayboldu. Sonra kalbi bir atışlık tekleyip ardından hızlanınca her şey normale döndü.
Teninden, bir şeyi özlüyormuş gibi… veya daha ziyade bir şeyi kaybetmiş ve korkunç şekilde özlüyormuş gibi bir rahatsızlık hissi geçti. Bu garip tepkiden kurtulmayı çalışırak, bilmemesinin daha iyi olduğunu düşünüp yanından geçip gidenin kim olduğuna bile bakmadı.
Tama, Kyoko’nun zihninden homurdanmasını neden olacak şekilde, “Evet, en azından burada ağzının suyunu akıtmak için yeterince erkek var” diye fısıldadı.
Merdivenlerin başında, iki tarafında da birçok kapı bulunan uzun bir koridora doğru Kotaro’yu takip ederek döndü. Bunların yatakhane kapıları olduğunu varsayıyordu ama adam ne yavaşladı ne de herhangi birinde durdu. Koridorun sonunda GİRMEYİN yazan bir kapı aralığı vardı. Kotaro ve çantalarını taşıyan iki kişi, yalnızca bir başka merdiven katını daha dönmek için ait odukları yermiş gibi incelikle oradan geçince kafası biraz karıştı.
Tama, Kyoko’nun etrafını çevirerek “bence seni zindana gönderiyorlar” diye alay etti.
Kyoko omzunun üstünden ona sırıttı “Yukarı çıkıyoruz aşağı değil seni ahmak.”
Tama başının arkasına bir fiske atarak “kulenin tepesinde boş, soğuk bir oda o zaman” dedi.
Bir başka şık merdiven katına geldiklerinde 'eh en azından formumu koruyacağım,’ diye düşündü sonra başka bir koridoru geçtiler, ama burası güzeldi. Zemin bile mermerden yapılmış gibi duruyordu. Kapılar birbirinden çok uzaktı. Bu koridorda yalnızca üç oda vardı ve kendi kendine, belki Kotaro nerede kalması gerektiğini bile bilmiyordur diye endişelendi.
Kotaro, bu koridora birçok kişinin girmesine bile izin verilmediğinden çok özel biri olması gerektiğini düşünerek son kapıya yürüdü ve bunun tüm kampüsteki en iyi oda olması gerektiğini biliyordu. Odanın ön tarafına doğru adım attı ve kız ile genç arkadaşının ona yetişmelerini bekledi.
Kotaro sırıttı, kız gergindi. Bunu koklayabiliyordu. Heyecanlı, zümrüt yeşili gözlerine baktı ve kalbinin şimdiden bocaladığını hissetti ama şimdilik kendisine söyleneni yapacaktı.
Elini yukarı kaldırdı. “Şimdi ayrılıyorum ama bir şeye ihtiyacınız olursa…” ona odanın anahtarını uzatarak kızarmasına neden olan bir bakış attı, aslında cesurca reverans yapıp ardından iki adama kendisini takip etmelerini eliyle işaret etti.
Kyoko ve Tama kalkık kaşlarıyla, dönüp gözden kayboluncaya dek onları izlediler, sonra Kyoko tekrar kapıya baktı ve güçlükle soludu. Tam orada, kapının üzerinde, altın harflerle Kyoko Hogo yazan bir isim levhası vardı.
Tama kıs kıs gülerek kardeşine hafifçe vurdu. “Biliyorsun… böyle yaparak sinekleri avlayabilirsin.”
Kyoko daha önce kendisine verdiği puanı zihninden silerken gözlerini devirdi.
Anahtarı alarak kilidi, ardından çekingen bir şekilde içeriyi gözetleyerek kapıyı açtı.
Tama’nın gözleri faltaşı gibi açılıp onun önüne geçerek ilerledi. “Olamaz! Bu oda neredeyse bizim evin tamamı kadar büyük.” Hayret dolu sesi, sessizlikte yankılandı. “Bu kısımda korkunç bir depo- dans kulübü açabilirsin.”
Kyoko “yani, zindanımı sevdin mi?” diye sorarak puanı ait olduğu yere geri koydu.

*****

Kyoko, Tama’ya teşekkür edip onu yoluna gönderdikten iki saat sonra banyoda eşyalarını raflara yerleştiriyordu. Beş kişinin girebileceği kadar büyük olan küvete tekrar baktı.
Homurdanarak küçük kardeşinin sözlerini taklit etti “Olamaz!”
Hepsinin bir hata olup olmadığını yeniden düşünürken, ensesine değen saçları hissedebiliyordu. Kendi kendine “evet” diye fısıldadı. Her an birisi ortaya çıkıp, eşyalarını toplamasını söyleyebilirdi. Yalnızca yanlış odada bulunuyor olması gerektiğini biliyordu.
Kyoko dışarı çıktı ve odaya bakındı. Yatak bugüne kadar gördüğü en büyük yataktı ve toplanmış kabarık yorgan ve diğer her şeyle şimdiden tamamlanmıştı. Oda, sert tüylü halı ve yatağı tamamlayan yumuşak mor ve mavilerle güzeldi. Oraya buraya koyu kırmızı serpiştirilmişti ve içinde kaybolacak kadar büyük bir gömme dolap vardı.
Her şeyin siyah ve altın sarısı olduğu, bir insanın isteyebileceği her şeyle donatılmış oturma odasına adım attı. Mutfağı zaten kontrol etmişti. Tamamen stoklanmıştı. Kyoko milyonuncu kez başını salladı. “Olamaz.” Şimdi ne yapacağını düşünerek alt dudağını kemirdi. Cumartesi sabahıydı ve dersler pazartesine kadar başlamayacaktı.
Kendi kendine “evet bütün gün burada saklanamam” diye mırıldandı.
Kyoko, olmaması gereken bir yerde sinsice dolaşıyormuş gibi hissederek kapıya yöneldi ve başını koridora uzattı. Kimsenin olmadığını görerek dışarı çıktı ve kapıyı arkasından kapattı, sonra sessizce aşağı inen merdivenlere yürüdü.
Yine izlendiğini hissetti ve iliklerine kadar ürperdi ama dönüp bakmaya cesaret edemeden yürümeye devam etti.
Kyou, ‘beni hissedebiliyor’ diye düşündü. Belki güçleri korktuğu kadar derine gömülmemişti. Odasından ayrıldığı anı biliyordu ve arkasında bıraktığı kokuyu içine çekti… tadını çıkararak.
Kokusunun hatırası diğer hatıraları da tazelemiş gibi görünüyordu. “Rahibe, yakında güçlerini tekrar açığa çıkaracağız. Onları saklamayı tercih edebilirsin… ama uzun süre değil.” Koridordaki duvara dayandı, altın rengi gözleri, kız gözden kaybolana kadar onu izledi.

*****

Kyoko kendisini tekrar zemin katta bulduğunda biraz daha kolay nefes alabiliyordu. Etrafta şimdi kendi yaşında insanların olduğunu fark etti. Kyoko içini çekip yukarıdaki son tuhaflığı da silkeleyip atarak bir an daha düşüncelere boğulmuş bir şekilde orada dikildi.
Hislerinin böyle baskı yapmasına dayanamıyordu. Bazen hiçbir şey hissedememeyi diliyordu. Binanın geniş zeminine gözlerini dikerken bunları aklından uzaklaştırdı. Yalnızca bir saniye önce hissettiği tuhaf heyecanı düşünerek “bunun için bir açma-kapama düğmesine ihtiyacım var” diye mırıldandı.
Kütüphaneye bir bakış atıp ardından çabucak diğer tarafa döndü ve ilk önce bölgeyi daha fazla tanımak istediğine karar verdi. Bir şeyleri keşfetmek hatırlayabildiği kadar eskiden beri kendisi için bir alışkanlık olmuştu ve böyle kalmasını istiyordu. Son iki yılda her türlü dövüş sanatını ele almıştı ve bunun esnek vücuduna verdiği hareket özgürlüğünü seviyordu.
Dinlenme odalarına geçtiğinde, orada birçok farklı çalışma alanı olduğunu fark etti. En büyük spor salonlarından birini camdan görebiliyordu. Orada durup bir süre onları izlemekten kendini alamadı. İki kişi kılıçlarla dövüşüyormuş gibi görünüyordu. Metalin metale çarpma sesini duyunca bir kaşını kaldırdı. Odaya daha da yaklaşıp dinleyerek dikkatle baktı.
"Dikkatini vermiyorsun Suki." Siyah giyimli olanı diğerini bertaraf ederek gülüp poposuna vururken alay edermiş gibi bir sesle konuştu.
Koruyucu giysiler giydikleri için Kyoko ikisinin de yüzünü göremiyordu.
“Shinbe!” diye çok öfkeli, fakat bir kadına ait olan bir ses çıktı. Sonra uyarmadan ileriye atıldı ve daha ziyade tokat atarmış gibi, eskrim kılıcıyla adamın başına vurdu, ardından başındaki kalkanı çekip çıkardı.
Kız adama doğru yürüyüp tek kaşını kaldırarak adamın göğsünü parmağıyla sertçe ittiği sırada uzun kahverengi saçlarının açılıp sırtına dökülmesi Kyoko’yu şaşırtmıştı. “Böyle serserilik yaptığında ciddi dövüşmekte zorlanıyorum.”
Shinbe sırıtarak başındaki kalkanı çıkardı. Teslim oluyormuş gibi iki elini havaya kaldırıp geri çekildi. “Üzgünüm Suki, ama oradaydı… ve onu korumuyordun.” Teninde karıncalanma dalgalarının yayıldığını hissederek kaşlarını çattı ve yavaşça dönerek ametist bakışlarını kapının ağzında dikilen kıza çevirdi, “Hım, bir ziyaretçimiz var gibi görünüyor.”
Kyoko, Suki adındaki kızın rakibine hala ters ters bakarak gerçekten kızarmasını, sonra ondan uzaklaşıp geniş bir gülümsemeyle kendisine doğru yürümesini izledi.
Dostça bir hareketle elini uzatmadan önce “erkekler” deyip gözlerini devirdi, “merhaba ben Suki ve bu zavallı erkek müsvettesi de Shinbe” deyip hala sırıtarak arkasından gelen adama doğru başparmağını uzattı.
Shinbe adındaki genç adam “Suki,” diye bağırdı. Açıklamasının önemini göstermek için iki elini de kalbinin üzerine yerleştirerek “beni derinden yaraladın.”dedi.
Suki kaşlarını çattı “Shinbe… eğer seni yaralasaydım beni yapmaya zorladığın tüm vuruşlarla beraber şimdiye kadar beynin kulaklarından akardı.”
Shinbe kaşlarını oynatarak “biliyorsun bana lütfettiğin bu sert sevgiyi seviyorum” dedi.
Suki, “sana sert sevgiyi bir dakika içinde göstereceğim ama yeni kızı korkutup kaçırmak istemiyorum” dedi.
Kyoko onu şimdiden sevmişti ve elini sıkıca sıkarak gülümsedi. “Merhaba ben Kyoko Hogo ama lütfen sadece Kyoko deyin.”
Suki’nin arkasında duran çocuğa bir bakış attı. “İkinizle de tanıştığıma memnun oldum.”
Gözlerinde Kyoko’nun dikkatini çeken bir şey vardı. İnanılmaz bir ametist rengine sahip ve nefes kesiciydiler. Saçları omuzlarından biraz daha uzundu ve mavi gölgeleriyle çok koyu renkteydi. Ona, 80’lerin rock gruplarından bir şarkıcıyı hatırlatıyor gibiydi.
Suki kulağına fısıldadı. “Hey senden bahsedildiğini duymuştum. Evet bugün geleceğini biliyordum. Biraz sonra seni aramaya çıkıp sana etrafı gösterecektim.” Aniden yüzünde gergin bir bakış oluştu ve başını yana çevirip Shinbe’yi sert bir bakışla durdurarak “yerinde olsam bunu yapmazdım” dedi.
Kyoko bakmak için başını eğdi. Oldukça emindi… çocuğun eli havada durmuş, neredeyse Suki’nin poposuna değiyordu ve hayran bir bakışla sırıtıyordu.
Shinbe iç çekti ve elini indirdi, “bir gün bakmıyorken bile nasıl anladığını öğreneceğim.”
Suki, “sadece biliyorum, hepsi bu!” diye homurdandı, Kyoko’ya arkadaşça bir gülümseme sunarak “benimle gel, üstümü çok hızlı değiştireceğim” dedi ve Kyoko’nun elini yakalayarak kapıya çekti.
Kyoko, el salladığını görmek için arkasına dönüp Shinbe’ye bir bakış attı. Kadınların soyunma odasına doğru girerken, ‘bu ikisi çok eğlenceli olacak’ diye düşündü.
Suki, Kyoko’dan şimdiden hoşlandığını söyleyebilirdi ve nedense tanışmadan önce de onu tanıyormuş gibi hissediyordu. Duvarın arkasına geçerken “Kyoko, ben üstümü değiştirirken bana biraz kendinden bahsetsene” dedi.
Kyoko, Suki’nin yanında tamamen rahat hissederek bir banka oturdu. “Şey, şehrin diğer yakasındaki küçük bir kasabadan geliyorum. Ve nedense beklenmedik bir şekilde buradan burs aldım.” Kyoko, Suki’nin “evet” dediğini duyup devam etti. “Gerçekten de başvuru bile yapmadığım bir bursu nasıl aldığımı bilmiyorum.”
Suki bu açıklamadaki soru işaretini duyabiliyordu ve başını köşeden uzatarak gülümsedi. “Bu konuda endişelenme. Buraya benimle aynı şekilde gelmişsin” dedi ve tekrar duvarın arkasında kayboldu, “ben de buraya hiç başvurmadım.”
Kyoko kaşlarını çattı, “ama neden? Bir nedeni olmalı. Sen biliyor musun?”
Suki bu sefer üstünü tamamen değiştirmiş olarak döndü. Tenis ayakkabılarını giymek için oturdu. “Evet, bunu çözdüm. Şey, en azından bir kısmını. Bu okulun sahibi olan adam bazı insanlar arıyor…” Suki duraksadı, başını biraz eğerek, “sıradışı yetenekleri olan insanlar” dedi.
“Burada kalan diğerleriyle tanışmaya başladığında, alışman gerekecek çok fazla şey olabilir” diye ekleyerek omuz silkti. Haklı olduğunu bilerek sırıttı.
Suki aniden kalktı ve soyunma odasının kapısına bir ayakkabı fırlattı, karşı taraftan hafifçe küfredildiğini duyduğunda zaferle güldü. Ayakkabıyı geri alarak giymek için oturdu. “Evet şimdi, nasıl bir sıradışı yeteneğin var?”
Aklı çok hızlı çalışırken Kyoko’nun nefesi kesilmiş gibi duruyordu. Buradaki herhangi biri onun rahibe olduğunu bilebilirmiş gibi görünmüyordu. Suçlu bir ifadeyle Suki’ye kaş çatıp hızlıca bakışlarını uzaklaştırarak cevap verdi “bildiğim kadarıyla hiç yok.”
Suki bir kaşını kaldırdı, ama er ya da geç öğreneceğini bildiğinden omuz silkti. “Hadi gidelim. Zaten muhtemelen Shinbe bizi bekliyordur.” Kapıyı açtı ve tabii ki Shinbe orada, kapıya onları dinleyebilecek kadar yakın bir mesafede dikiliyordu. Geri geri giderek onlara gülümsedi.
Suki kapıyı arkalarından kapattı ve kapıdaki işareti göstererek “Shinbe, okuyamıyor musun? Kadınlar Soyunma Odası” dedi. Çocuğa anlamlı bir bakış attı.
Shinbe omuzlarını silkti “evet, bu yüzden yakınında dikiliyordum.” Kız elini ona doğru salladığında çabucak sıçrayarak çekildi. “Suki… ben bir erkeğim… Sevgiye ihtiyacım var. Bunu elde etmenin, kadın zihninin nasıl çalıştığını öğrenmekten daha iyi bir yolu var mı?”
Suki sıkarak gıcırdattığı dişlerinin arasından “araştırmanı kütüphanede yapabilirsin” dedi.
Shinbe sırıttı. “Sevgili Suki, kadınların zihniyle alakalı olan şu kütüphanedeki her kitap… boş”
Suki gülümseyerek karşılık verdi “çünkü bu kitapların hepsinin yazarı erkek.”
Shinbe öne eğilip bir kaşını kaldırarak, “aynen öyle. Biz testesteron sahiplerine mantıklı gelecek bir kitap yazacak ilk kişi ben olmayı planlıyorum” dedi.
Suki, Kyoko’ya mağlup olmuş şekilde bir bakış attı ve sonra saatine bakıp “hey, aç mısın? Hadi önce öğrenci yemekhanesine gidip yiyelim” dedi.
Kyoko başıyla onayladı. Bu sabah yemek yemek için fazla gergindi ama onların yanında evdeymiş gibi hissediyordu ve şu anda açlıktan ölüyordu.
Shinbe eliyle yolu göstererek “hanımlar önden” dedi. Suki başına başka bir darbe indirdiğindeyse ciyakladı.
Suki ona suçlayıcı bir bakış atarak " bu sefer çok yavaş değildim, değil mi… şimdi önden buyur” dedi. Shinbe güvenli bir şekilde önlerinde yürümeye başladığında bilmiş bir gülüşle Kyoko’ya doğru eğildi “dokunulmak istemediğin sürece her zaman onu önünde tutmayı unutma” dedi.
Kyoko buna engel olamıyordu. Gülmeye başladı ve kendisine, daha ziyade yemekli vagon gibi görünen gömme yemek odasına girene kadar gülmeye devam etti. Bir adım atarak Suki’ye yaklaştığında gözleri büyüdü “biliyorsun, bu yere her gelişimde yanlış yerdeymişim gibi hissediyorum.”
Shinbe onları odanın arka tarafına yakın bir masaya götürdü. Suki ve Kyoko bir banka kayarken, Shinbe dünyanın en masum erkeğiymiş gibi görünerek diğerine oturdu. “Biliyorsun bu yerde alışılması gereken çok fazla şey var.” Ametist gözlerini parlatarak Kyoko’ya gülümsedi. “Bir senedir buradayım ve hala öğrenemedim.”
Suki Kyoko’nun omzunu dürttü, “senin ve benim geldiğimiz gibi geldi. Açık bir davetle.” Kyoko’ya bunu kabul edip tadını çıkarmasını söylemek ister gibi omuz silkti.
Kyoko kafası karışık bir bakışla öne eğildi, “anlamıyorum. Neden birisi bunu yapsın ki?”
Shinbe birisinin ona gerçeği söylemesi gerektiğini bilerek başıyla onayladı. “Benim bazı yeteneklerim var, Suki’nin de öyle.” Göz kırparak omuz silkti. “Burada bursu olan herkesin var.” Doğru kelimeyi aramak için bir an durdu, “biz o veya bu şekilde yetenekliyiz.” Suki’ye kaşını kaldırdı, “henüz ona söyledin mi?”
Suki hızlıca olumsuz bir baş hareketi yaptı, ardından aniden konuyu değiştirmek isteyerek Kyoko’ya döndü, “hey, hamburger ve patates kızartması ister misin?”
Kyoko başıyla onayladı ve Suki ücretsiz burslarla ilgili sorudan kaçıyormuş gibi ayağa kalktı, “burada kal, hemen döneceğim ve endişelenme. Bursu olanlara yemekler ücretsiz ve hatta yemeği bize onlar getiriyor.” Suki onu Shinbe ile yalnız bırakarak sipariş vermek için gitti.

Bölüm 3 "Toya ile Tanışma"

Shinbe, ametist gözleri parlayarak yüzünde ciddi bir bakışla öne eğildi, “burada normal insanlar var ve bir de ben ve Suki gibi bursu olanlar. Bursu olan başkaları da var, ama hepimizin bir tür özel yeteneği var… normal insanların sahip olmadığı bir güç gibi.”
“Benimkisi telekinezi. Zihnimle nesneleri hareket ettirebiliyorum.” “Ve telepati, yani aklımı kullanarak diğer insanlarla konuşabiliyorum.” Bu kelimeleri ses çıkarmadan, kızın onu kendi zihninde duyabildiğini bilerek söyledi.
Dudaklarının oynamadığını ve sesinin zihninde yankılandığını gördüğünde Kyoko’nun dudakları aralandı. Sesinin tüm sıcaklığının… veya bir şeyin orada olması gerektiğini hissetti. Çocuğa baktıkça ifadesi rahatladı ve gözleri yumuşadı.
Shinbe, meraklı kaş çatışını saklamaya çalıştı… zihnini onunkisine bağladığında… bağlantıyı durdurmak için bütün konsantrasyonunu vermişti. Gücü kızla kalmak istiyor gibiydi. Bu duyguyu atmaya çalışarak devam etti. “Aynı zamanda büyü yapabiliyorum ve uzun bir keşişlik hayatından geliyorum.” Kyoko’nun gülmekten gözleri yaşarınca durdu.
Suki, Kyoko’nun yanına geri geldi ve hiçbir şüphe göstermeden “biliyorum inanması zor ama keşişlikten geliyor” dedi. Sırıttı, ama sonra bakışı tekrar ciddileşti, “ve eşyalara dokunmadan onları fırlattığını gördüm, ayrıca her türlü dövüş sanatında da harika.”
Shinbe “belki de sevgili Kyoko’yu tüm yeteneklerim hakkında bilgilendirmeliyiz” diye önerdi.
Suki döndü ve Shinbe’ye ters ters baktı, “hayır, ona BU konuda iyi olduğunu söylemeyeceğim!” sonra da başının tepesine vurdu.
"Ama hala yalnızca bir insanmış gibi davranıyor” nereden geldiği belli olmayan alaylı bir ses duyuldu ve Shinbe fırlayıp sesin nereden geldiğini anlamak için doğruldu.
Kyoko etrafa göz gezdirdi ve bakışları derin altın sarısı gözlere kilitlendi. Sesin sahibi gördüğü her şeyden daha güzel görünüyordu. Gümüş gölgeleri olan siyah saçları uzun katmanlar halinde başından aşağı dökülüyordu. Güneşin kararttığı teni sağlıklı bir şekilde parlıyordu ve uğrunda ölünebilecek bir vücudu vardı. Her nasılsa, gözleri doğrudan ona bakmasa bile onu esir almış gibi görünüyordu.
Suki huysuzlandı ve yeni gelene kızgın bir bakış atarak kollarını göğsünde kavuşturdu. “Harika, onu korkutup kaçıracak herkes burada.”
Shinbe Suki’ye doğru sırıttı ve ardından Kyoko’ya bakıp “bu Toya. Toya, Kyoko ile tanış. Bugün burada ilk günü” diye tanıttı.
Toya, Kyoko’yu görmek için ve her nedense onu ölçüyormuş gibi döndü, bu kızı rahatsız etti. Kyoko gözlerini kısarak adama baktı, onunla ilgili ilk izlenimi ayaklarının yere inmesini sağladı.
Toya huysuzca “ee, yani rahibe sen misin?” dedi, otururken de onu başından savıyormuş gibi kafasını çevirdi.
Kyoko’nun gözleri ona döndü ve şaşkınlıktan güçlükle soludu. Oradaki hiç kimse onun rahibe olduğunu bilmiyordu. Aslında yalnızca, en yakın aile üyeleri biliyordu.
Ani bir öfkeyle, "bunu nasıl biliyorsun?" diye bağırdı.
Toya kanının kaynadığını hissederek geri çekildi. “Lanet olsun, korkunç bir manyak gibi bağırma. Seni gayet iyi duyabiliyorum” diye homurdandı.
Suki ve Shinbe ürkmüştü ve Kyoko ile Toya birbirlerine öfkeli bakışlar atarken, sandalyelerinde küçülmüş gibiydiler.
Toya’nın hisleri, Kyoko’nun öfkesiyle bir güç dalgası yakalamaya başlamış gibiydi ve eğer bunu ona söylerse lanetlenecek de olsa, belki bu küçük sevimli bedenin içinde birazcık gücü olduğunu düşünerek gerginleşti.
Sessizce görünüşünü tarttı. Kalp şeklindeki güzel bir yüzü çevreleyen kumral saçları ışıkta parıldıyordu. Şu anda kendisine öfkeyle bakan ve kanının hafifçe ısınmasını sağlayan canlı gözleri vardı. Cesareti sahibi kadınlar hoşuna giderdi ve şüphesiz kız bununla doluydu, ama nedense bu onu rahatsız ediyordu. Hoşuna gitmeyen şey ona bakma tarzıydı… bunu hemen düzeltecekti.
Kızın gözünü korkutmaya çalışarak daha sert baktı. Toya onun yüzüne karşı “Bir burs aldın, değil mi… ve O senin bir RAHİBE olduğunu söyledi!” diye neredeyse burun buruna gelene kadar her kelimede ona daha da yaklaşarak gürledi. Kollarını gevşek giysi kollarının içinde kavuşturdu ve kıza doğru hofladı. Aniden, her saniye kendisine daha da sevimli geldiğini fark ederek bu onu rahatsız etti ve “bahse girerim bir iblisin ne olduğunu bile bilmiyorsundur” diye homurdandı.
Kyoko, öfkesi kabararak geri çekildi. İblislerin ne olduklarını biliyordu. Tüm hayatı boyunca onları incelemiş ve hatta eğer ailesi haklıysa birisiyle karşılamıştı… ama hatırlayamıyordu. Yine de, Toya’nın tepeden bakan kibirli davranışı hoşuna gitmemişti ve bu konuda bahse girmek isteyip istemeyeceğini sorar gibi bir kaşını kaldırdı.
Suki, Kyoko’yu savunmaya gelmiş gibi “Toya, tek bir saniye için medeni olamaz mısın? Yalnızca birkaç saattir burada ve sen onu kaçırmadan önce kalması için ikna etmek istiyorum” dedi. Kyoko’yu bu kadar çabuk kaybetme düşüncesiyle neredeyse üzgün bir hali vardı.
Toya rahatsız olmuş bir şekilde kaşını kaldırıp Suki’ye bakarak, “ee, soruma cevap bile vermedi. Bununla başa çıkabileceğini düşünüyor musun?” dedi ve kızgın bakışlarını hızlıca Kyoko’ya çevirdi.
Kyoko, "beni afallatacağına inandığın her şeyle baş edebilirim, pislik” diye bilgi verirken kelimeleri buz gibiydi.
Suki ve Shinbe birbirlerine baktılar. Toya’nın karşısında böyle cesaretle yalnızca kendileri ile üniversite sahibi ve belki Kotaro dışında kimse duramıyordu. Sonra ikisi de Kyoko adındaki bu kızı kesinlikle seveceklerini anlayarak sırıttılar.
Masada bir yemek tepsisiyle bir garson göründü ve Kyoko dikkatini Toya’dan ona çevirdi. Çocuk Kyoko’ya biraz fazla uzun baktı ve hisleri, ona bir şeyler olduğunu söyleyerek karıncalanmaya başladı. Bu genç adamın çocuksu yüzüne uygun değilmiş gibi görünen karanlık gözlerine baktı.
Çocukla ilgili bir şey… bu duygudan gerçekten hoşlanıp hoşlanmadığını bilmese de Kyoko’nun aklını çeliyordu. Elbette görünüşü sevimliydi ama çocuktaki bir şey onu hafifçe rahatsız ediyordu. Genç adamın çaba bile göstermeden yayıyormuş gibi göründüğü büyünün etkisinden kendisini kurtarmak için gözlerini kırptı. Atmosfer, yanından alçak bir homurdanma sesi duyduğunda en sonunda bozulmuştu.
Toya teninden bir soğukluk geçtiğini hissetti ve şaşırtarak sarsmak ister gibi çocuğa homurdandı. Çocuğun gözleri tekrar Toya’nınkilere odaklandığında, dönüp masadan sıvışırken, abanoz siyahından gümüş mavisine parıldıyor gibiydiler.
Kyoko kafası karışmış bir şekilde Suki’ye baktı ama o yalnızca yemeğinden bir ısırık alarak omuzlarını silkti. Yanındaki Shinbe, ortamı hızla terkeden çocuğu izlerken tuhaf espri anlayışını saklamaya çalışarak elinin içine doğru öksürdü. Kyoko, ‘Toya’ denen çocuğa karşı çok tuhaf bir heyecan duyuyordu ve sorununun ne olduğunu anlayana kadar rahat etmeyecekti. Sandalyede arkasında yaslandı ve bir dakika boyunca onu izledi.
Uzun saçları, içlerinden çılgınca geçen kalın gümüş rengi gölgeleriyle geceyarısının en tuhaf rengindeydi ve gözleri güzeldi… O güzeldi. ‘Zihninden kendine not et, bunu düşündüğün için daha sonra kendini tokat atacaksın.’ Hiç şüphesiz, gözleri altın rengi tozlarla alev alev yanıyordu. Eğer şu anda kendisine çizdiği imaj olmasaydı sevimli olabilirdi.
Suki iç çekti. Kyoko ile, Toya’yı fazla kızdırmaması konusunda bir konuşma yapması gerekiyordu. Ve Kyoko’nun, bir korucuyu kızdırdığı hakkında hiçbir fikri olmaması adil değildi.
Shinbe masadaki sessizlikte, “eğer ateşle oynarsan… genellikle yanarsın” diye bilgilendirme yaptı ve ödül olarak, onu görmezden gelmeye karar vermelerinden önce hepsinden hararetli, sert bir bakış aldı.
Toya, Kyoko’ya hızlıca bir başka bakış attı. Gözlemesi gereken kişi bu muydu yani? Kyou şaka yapıyor olmalıydı. Kyou kızın geleceğinden kendisine bu sabah, onu izleyeceği ve her zaman güvende olduğundan emin olacağına dair uyaran bir tonla bahsetmişti.
Şimdi gözlerini kısmış, az önce masalarının yanında dikilen çocuğun kim olduğunu merak ediyordu. Kyoko’ya bakma tarzı onu öfkelendirmişti. Rahibe gerçekten tehlikede miydi? Kyou neden önemsiz bir insanı güvende tutmakla bu kadar ilgileniyordu? Kyou asla kimseye saygılı davranmazdı, peki bu küçücük kızı farklı yapan neydi?
Toya bazen Kyou’nun, kendisine atanmış bulunan koruyucu olduğu gerçeğinden nefret ediyordu ama kendisini içeri aldığı için ona çok şey borçlu olduğunu kabul ediyordu. Ayrıca Kyou bir şey yapıyorsa, her zaman iyi bir nedeni olduğunu biliyor ve bu tek başına Kyoko denen kız hakkında meraklanmasını sağlamaya yetiyordu.
Masadaki gerginliğe dikkat çektiği için bir bıçakla kesilebilecek olan Shinbe, kocaman açtığı, sevimli bir köpeği andıran gözleriyle Suki’ye bir bakış attı. Soytarılıklarıyla Kyoko’yu tekrar güldürebileceğini bilerek, abartılı bir şekilde bunu yapmaya başladı.
"Evet Suki, bu akşam hala benimle kulübe geliyor musun? Bu gece cumartesi ve seninle dans etmek varken onlarca yabancıyla dans etmek hiç hoşuma gitmez.” Sonra iddiasını kanıtlamak için bir sürü başka kadınla dans ettiğini hayal edermiş gibi sersem bir görünüme büründü.
Suki ona, suratındaki aptal görüntüyü tokatlayarak yok edip edemeyeceğini merak edermiş gibi bir bakış attı, sonra Kyoko’ya döndü. “Kyoko, birisinin bana eşlik etmesi lazım” güldü. “Benimle gelirsin, değil mi? Sadece onunla yalnız gitmek… çok tehlikeli” Kyoko’ya yalvaran bir bakışla baktı.
Shinbe’nin sersem görüntüsünden sıyrılıp ona göz kırptığını gören Kyoko’nun dudaklarının köşeleri seğirdi. “Suki, sizlerle gitmeye bayılırım. Böylece şehvetle kontrolden çıkarsa Shinbe’yi durdurabiliriz.”
İkisi de ona keskin bi bakış attı ve Shinbe homurdandı. Kyoko yine gülme krizine girmesine engel olamadı. Bu ikisini gerçekten seviyordu.
Toya gözlerinin köşesiyle Kyoko’yu izliyordu. Lanet olsun, böyle güldüğü zaman güzeldi. İçten içe homurdandı. Bu da nereden çıkmıştı. Bu düşünce silsilesinden rahatsız olarak kendisini oturduğu yere bıraktı. ‘Lanet olsun!’ Şimdi onu izlemek için bu gece kulübe gitmesi gerekiyordu. Kız arkasını döndüğünde hala Shinbe ve Suki’ye gülümsüyordu.
Kyoko gülümserken kalbi bir an için durdu ve kanındaki sıcaklık birkaç derece arttı. Toya, mutlu olduğu zaman, az önce onu öfkelendirdiği haline oranla kızdan daha fazla gücün geldiğini fark etti. Uzun süredir ilk kez rahatsız hissediyordu.
Kyoko’nun gülmesi bittiği zaman Suki’ye döndü, “hey, pazartesi hangi derslere gireceğimi veya bu sorun için nereye gideceğimi bile bilmiyorum. Nereden öğrenebileceğimi biliyor musun?”
Suki cevaplayamadan, bu soruyu onu dikkatle izleyerek Toya cevapladı. “Tüm burslu öğrencilere aynısı verilir. Yani sen, Suki ve Shinbe diğerleriyle beraber aynı sınıfta olacaksınız. Tek ayrı dersin okulun sahibiyle yapacağın olacak.” Sandalyesinde geriye yaslanırken sesi uyuşuk çıkıyordu.
Kyoko kaşlarını çattı, “okul sahibi hangi dersi veriyor?”
Bu sefer cevabı ametist gözleri fesatça aydınlanan Shinbe verdi, “hepimiz için farklı bir ders. Bu yüzden herkese ayrı ayrı öğretiyor. Bize özel yeteneklerimiz konusunda yardım ediyor.” Düşünceli bir şekilde geriye yaslandı, sonra sırıtarak ekledi, “sanırım, sen rahibelik güçlerini kuvvetlendiriyor olacaksın.”
Kyoko'nun öfkesi, okul sahibinin kendisinin rahibe olduğunu nasıl bildiğini merak ederek tekrar kabardı. Bursta bundan hiç bahsedilmiyordu. Son yıllarını, okul sahibinin kendisine verdiği bursun sebebi olan güçleri gömmeye çalışarak geçirmişti. Biran önce bu sorunun temeline inmek istiyordu.
Kyoko tabağına bakarak gergin bir sesle, “belki bu bir hatadır. Üniversitenin sahibiyle şimdi konuşabilmemin bir yolu var mı?” diye sordu.
Toya gözlerini kıstı. Kyou, bunu sorabileceğini kendisine söylemişti ve dersin dışında kimseyi görmek istemese de, Toya’ya eğer herhangi bir sorusu olursa kızı doğrudan kendisine getirmesini söylemişti.
“Ne oldu, korktun mu?” diye iğneleyici bir şekilde sordu ve kızın sinirli gözlerinin rahatsız bir öfkeyle doğrudan kendisininkilere bakmasıyla ödüllendirildi. Demek bu kız kendisiyle baş edebileceğini sanıyordu. Eh, bu bakışı Kyou üzerinde denemesini izlemek eğlenceli olabilirdi. Kyou’nun tek bir söz etmeden herhangi birine verebileceği korkuyu görmüştü.
Toya, “iyi, hazır olduğun anda seni ona götüreceğim” diye yemi yutup yutmayacağını merak ederek meydan okudu.
Kyoko bunu duyunca öfkesi biraz azaldı. Tabağı önünden iterek, adamın blöfünü gerçekleştirmesini istemekten mutlu bir şekilde, “sen hazır olduğunda” diye başıyla onayladı. Bir kaşını ona doğru kaldırdı.
Toya gülerek dikildi, “acelen ne?” Kendisini neyin içine soktuğunu bilmediğini düşünerek, ‘bunu hissedeceği için bu öfkenin önüne geçebilir’ diye kıs kıs güldü.
Kyoko gözlerini kısarak ona baktı, ardından Suki ve Shinbe’ye dönerek ayağa kalktı. “İşim bittikten sonra beni almaya gelirseniz sizinle konuşacağım. Odamda bekliyor olacağım, sonra bu akşam için plan yapabiliriz.” Suki’ye göz kırptı, sonra Toya’ya dönerek ifadesiz bir sesle ekledi. “Kalmaya karar verirsem.”
Toya hoflayarak arkasını döndü ve Kyoko onun gidişini izledi, sonra onu takip ederek diğerlerine omzunun üzerinden el salladı. Ardından hemen diğer öğrencilerin, Toya’nın yolundan ne kadar hızlı çekildiğini fark etti ve nedenini merak etti. ‘Neydi o? Okulun kabadayısı mı?’
Kyoko, adama yetişmek için koşarak ona bu memnuniyet hissini vermeyecekti, bu yüzden yürürken kasten geride kalarak acele etmedi. Ona hala biraz öfkeliyken, gözleri Toya’nın poposunda gezindiğinde neredeyse kızardı. Saçlarının pantolonuna değmesini izlemek, bunun altındaki sağlam yuvarlaklığa attığı bakış onu daha da rahatsız ediyordu. Sinir bozuculuk ve sevimlilik çok korkunç bir bileşimdi.
Zihninden kafasını sallayıp başıboş dolaşan gözlerine lanet ederek onu takip etmeye devam etti. “Tahammül edemediğin birinin sevimli olduğunu düşünmek için… tamamıyla aptal olmak gerekir” diye kısık sesle mırıldandı. Şimdiden daha iyi hissederek “rahatsız edici… saldırgan… ve belki kibirli… ama asla sevimli değil” diye sırıttı.
Tuhaf bir şey hissedip gözlerini yukarı dikti ve kendisininkileri delip geçen karanlık gözlere kilitlendi. Adam merdivenlerin başında dikilmiş, duvara dayanmış bir şekilde onu izliyordu. Arkasında ve omzularında salınan saçlarında abanoz rengi dalgalar vardı ve geceyarısı rengindeki gözleri derindi. Çok çekiciydi ama o… tehdit altında hissetti.
Bakışlarını ondan uzaklaştırdı. Zümrüt yeşili gözlerini kaldırıp tekrar ona bakmaya yeltenirken kendi kendine sert bir şekilde, ‘Kyoko kendine hakim ol. Gördüğün herkesi analiz etmekten vazgeç’ dedi.
"İşte kampüsteki en güzel kız."
Kyoko, omuzlarının üzerinde güçlü bir kolun dolaştığını hissetti, ardından bu sabah kendisine odasının yerini gösteren adamın sesini hatırlayarak bakmak amacıyla döndü. Saç uçlarının, nereden geldiği belli olmayan bir rüzgar yanaklarını okşuyormuşçasına yüzünü gıdıkladığını yine hissetti.
Ona sıcak bir gülümseme sundu ama aynı anda kendisine bitiştirdiği kolundan silkelenip ayrıldı. Kyoka, kendisine bu kadar samimi davranmamasını dileyerek gergin bir sesle, “Kotaro, seni tekrar görmek güzel. Bu sabahki yardımın için teşekkürler” dedi. Hoş ve hatta daha fazlası olduğunu düşünüyordu ama hiç kolunu ona dolayabileceğini söylememişti.
Kotaro, kızın elini kendisininkinin içine alırken etkilenmemişti, “sana eşlik edebileceğim başka bir yer var mı Kyoko?” Zümrüt yeşili gözlerine, onları daha önce bir yerde… gördüğünü bilerek derin derin baktı. Ve bir keresinde içlerinde mutlulukla boğulduğuna dair belirsiz bir şeyler hissetti.
Kyoko, Toya’nın durduğu yeri görmek için durdu ve tekrar öfkeli görünerek merdivenlere baktı. Az önce ona veya Kotaro’ya küfrettiğini duyduğuna yemin edebilirdi, kime karşı olduğuna emin değildi.
Toya, Kotaro’nun ne yapmaya çalıştığını bilmiyordu, ama Kyoko’ya fazla arkadaşça davrandığı gerçeğinden hoşlanmamıştı. Bir uyarı gönderirken göğsünden derin bir hırıltı geldi. “Bunu halledebilirim Kotaro, onu Kyou’yu görmeye götürmeyi sen istemediğin sürece.” Kotaro’nun, Kyou’nun yanına ders dışında veya çağrılmadığı sürece gitmediğini bilerek ona sert bir bakış attı.
Kotaro, Kyoko’nun elini bıraktı, “umarım her şey yolundadır Kyoko.” Toya’ya pis bir bakış atarak tekrar kıza döndü, “dondurulmuş yiyeceklere dikkat ettiğine emin ol. Kontrolden çıkarsa ben senin için ilgileneceğim.” Kotaro, kendini beğenmiş bir biçimde Toya’ya baktı, ardından Kyoko’ya dönüp başını eğdi ve dönerek merdivenlerden indi.
Kyoko, Toya’nın hofladığını duydu ve bu sabah yaptığı gibi dönüp koridorda yürürken ona baktı.
Bu sefer acele etti ve GİRMEYİN yazan kapıdan geçmeden önce tam zamanında ona yetişti. Kyoko nereye gittiklerini merak etti. Güçlü sırtını izlerken, aklından onu odasına geri götürüp götürmediği geçti. Gerçekten de kapısının önünde durduklarında Toya ona bakmak için döndü ve kız, elini onunkinin tam karşısındaki kapıya kaldırıp vuruncaya dek kızgın bir şekilde ona baktı.
Kyoko şok olmuştu. Okulun sahibi karşısındaki odada mı kalıyordu? Kardeşinin söyledikleri yine aklına gelmişti. “Olamaz!” Toya bir cevap beklemeden kapıyı açtı ve kızı kendisinden önce içeriye itti.
Kyoko aniden ona döndü. “Kahrolası sorunun nedir bilmiyorum ama lütfen beni itme”, adamı kovaladı “veya dokunma. Sana hiçbir şey yapmadım.” Toya’nın gözlerini dikip arkasına baktığını fark ettiğinde saçları yine ensesinde hissediyordu.
Kyoko’nun omuzları çöktü. Artık yapmıştı. Sürekli nerede olduğunu veya kimin izliyor olabileceğini düşünmeden çekip gitmek zorunda mı kalacaktı?
Toya, Kyoko’nun gerginleştiğini gördü ve gözlerini, bir anda çok küçük görünmeye başlayan kıza doğru indirerek sırıttı. “Biriyle konuşmak istemiyor muydun?” Kyoko arkasını dönmeyince Toya dönüp Kyou’ya baktı ve onun oturma odasının kapı aralığına dayalı bir halde, transa geçmiş gibi Kyoko’yu izlediğinin farkına varınca gözlerini kıstı.
Toya kendi kendine “bu da ne?” diye düşündü. Kyou neden ona hayalet görmüş gibi bakıyordu? Bunun neden olduğu kıskanç düşünceyi tanımlamak istemiyor denilebilirdi. Bu bağırsaklarına ürpertici bir his vermiş, aralarına girip Kyou’nun Kyoko’yu görmesini engellemek istemesine neden olmuştu. Kızı korumak istiyordu.
Kyou, bin yıldan uzun bir süre sonra Kyoko’yu bu kadar yakından gördüğü için bir süre söyleyecek kelime bulamamıştı. Etraflarındaki tüm hava, hatırladığı güç ile canlanmıştı… geçmişte kendisini kıza çeken görmezden gelinemeyecek bu güç ortadan kaybolmamıştı.
Altın rengi gözleri tarafsız bir kayıtsızlıkla kızın arkasındaki koruyucuya takıldı. “Toya, çık.” Sesinde tehlikeli bir tehdit tonu duyulabiliyordu.
Toya’nın hafızasının gizli derinliklerinden, bilinmeyen bir yerden bir takım duygular şaha kalkıp yakasını bırakmıyormuş gibi görünürken, gırtlağında bir hırıltı meydana geldi ve yumrukları öfkeyle sıkıldı. Toya, başka bir kelime edilmeden döndü ve bir fırtına gibi çıkarak kapıyı çarptı.
Kyoko, aklı karmaşık düşüncelerin etrafında dönüp duruken Toya’nın gidişini izledi. Aniden, onun ardından kendisi de çıkma isteği hissetti. Sonra bir korkak gibi davranmamaya karar verip çenesini yukarı doğru kaldırarak cesaret buldu ve sonunda döndü, ne var ki gördüğü şeye inanamadı.
Görmeyi beklediği resmi takım elbiseli adamın yerine, kendisini… altın gözleri kendi gözlerinin içinde yanıp başka yere bakamazmış gibi hissetmesine neden olan adamla yüzyüze buldu. Gümüş saçları omuzlarına ve mükemmel biçimli vücudunun üzerine dökülüyordu. Yalnızca cenneten bir hediye olabilecek yüzü ve vücudunu saran, krallara layık bu kibir dokunuşuyla, uzun boylu ve yakışıklıydı.
Kyoko hemen gözlerini kapattı. Derdi neydi? Buraya soru sormaya gelmişti, salya akıtmaya değil. Gözlerini tekrar açtığında adam çok daha yakındaydı. Aniden adamı çevreleyen asalet ve üstünlükten bir adım uzaklaştı… ama arkasındaki kapının varlığını farkederek kendisini kapana kısılmış gibi hissetti.
Kyou ne yaptığını fark etmeden ona doğru yürüdü. Ama kızın geri çekildiğini fark edince şık bir şekilde kaşını kaldırarak elini koltuğa doğru uzattı. “Oturmak ister miydiniz Bayan Hogo?” Ona soruları olduğunu biliyordu. Eğer olmasaydı hayal kırıklığına uğrardı.
Kyoko gergin bir şekilde yutkundu, ama mağrurca çenesini kaldırıp aralarına koyabildiği kadar mesafe koyup, hiçbir şey ummasa da beyninin normal şekilde çalışmasını umarak koltuğa yöneldi. İçinden hafifçe güldü.
“Bilmek istediğim ilk şey, benim bir rahibe olduğumu düşünmenize neden olan nedir?” Adam sehpanın karşı tarafında bir sandalyeye oturmak yerine koltukta yanına oturduğu zaman, dikkatle ve neredeyse korkmuş bir şekilde ona baktı. Kyoko kaykıldı ve onu izleyerek, adamdan daha da uzaklaşıp korkusunu göstermeden sakinleşerek döndü.
Kyou, tembelce ‘eh, oyun oynamak istiyor’ diye düşüncelere daldı ama bu ilgi çekici düşünceyi hemen aklından kovdu. Anormal biçimde sakin bir sesle cevap verdi, “rahibe olduğunu bilmeyeceğimi düşünmene neden olan nedir?” Adam üzerine eğilip kalp şeklindeki yüzüne yukardan bakarken, ona kıyasla çok ufaktı.
Kyoko herhangi bir duygu izi bulmak için adamın mükemmel suratının yüzeyini inceledi ama bulamayınca şaşırdı. Bir kusursuzluk ve sükunet heykeli gibiydi ve bu onu sonu gelmez bir biçimde rahatsız etti.
“Soruya her zaman soruyla mı karşılık verirsiniz, Bay…?” Adını bile bilmediği için kekeledi.
Kyou gülümsedi, ama bunu yalnızca içinden yaptığı için kız göremedi. Eh, hala bir tarzı vardı ve bu adamı hayal kırıklığına uğratmamıştı. Yalnızca daha fazlasını görmek istemesine neden oldu. “Bay Lord, ama Lord’un daha iyi olduğunu düşünmediğin sürece bana Kyou diyebilirsin.” Ateşli bir bakışla onu olduğu yere mıhladı.
Kyoko, aynı ateşli bakışla karşılık verdi, “neden… buradayım?” kelimeleri bir çocukla konuşur gibi yavaşça ve tek seferde söyledi. İşte, bakalım bundan nasıl sıyrılacaktı. Kyoko, göz temasını kesmeden kendi kendine mırıldandı ‘Bay Lord’muş.’
Aklını okuyan Kyou’nun altın rengi gözleri, kızın zümrüt yeşili gözlerine doğru kısılarak parladı. Böyle yapıp gözünü korkutacağını bilerek biraz daha üzerine eğildi. Onu koklayabiliyordu.
Sakin görünüşü yerine geri dönmeden önce bir an için soğukkanlılığını kaybederek, “rahibelik güçlerin zayıf ve eğitilmemiş, yoksa nasıl rahibe olduğunu bildiğimi anlardın” deyip, neredeyse ona tısladı. “Sana güç kazanmanın yanında eksik olan… dövüş sanatlarını öğreteceğim.”
Kyoko için, son söylediği şey neredeyse hakaret gibiydi. Düşünmeden hareket etmesiyle bilinen kız neredeyse onunla yüz yüze gelecek şekilde eğildi ve bundaki istihza ağırdı. “Belki gerçek gücümü gizliyorumdur ve bunu hak edecek bir hedef bulduğumda salarım.” Öfke onu korkusuz yapıyordu, veya aptal, şu anda hangisi olduğuna emin değildi.
Kyou, dudaklarını onunkilere değdirerek daha da yakına eğildi, böylece sıcak nefesi kızın dudaklarını okşayabiliyordu. Karanlık bir sesle fısıldadı, “rahibe.”

Bölüm 4 "Dikkatini Ver"

Kyoko, aniden ona karşı hissetmemesi gereken bir heyecan hissederek kendini geri çekti. Burada bir şeyler oluyordu ve kendisi bunu bilebilecek son kişi gibiydi.
Alt dudağını ısırıp Kyou’nun yarattığı gıdıklayıcı histen kurtulmayı umarak, gergin bir sesle “cevaplara ihtiyacım var” diye fısıldadı. Sinir sisteminden hızla geçmeye kararlı, nefes kesici ürpertilerden hemen kurtulabilmeyi diledi.
Kyou, kızın kokusunu içine çekerek ve aniden kanının ısındığını hissederek arkasına yaslandı. Küçük bedeninin titrediğini görmüştü, ama tiksinerek değil. Aşağı doğru bakarken, kızın kollarındaki tüylerin ürperdiğini görünce neredeyse sırıtıyordu.
Hafif kibirli bir ses, “neden güçlerini bastırıyorsun? Geçmiş tekrarlanmadan önce çevrende olup bitenlerden haberdar olman gerekiyor.” dedi.
Kyoko yutkundu, gerginleşerek “bununla ne demek istiyorsun?” diye sordu.
“Okulda ölümsüzlerin olduğunun farkındasın, değil mi?” Gözleri, Kyoko’nun daha önce hiç görmediği bir şeyle parlıyordu ve sesi onaylamıyormuş gibi sertti. “Biz konuştuğumuz sırada iblisler etrafımıza yaklaşıyor.”
Kyoko’nun gözleri açılıp kapandı. Onunla oynuyor muydu? Öfkeli bir alayla, “seni burada koruyucular ve iblisler olduğunu düşünmeye iten nedir?” diye sordu.
Kyou, göz açıp kapayıncaya kadar onu kolundan tutup kaldırdı, yüzünü iki santimetrelik bir mesafeyle onunkinin üzerine eğdi. Öfkeyle gürledi, “dikkatini ver.”
Kyoko gördüğü şeye inanamayarak gözlerini kırptı. Önünde dikilen şey bir saniye önce onunla konuşan kişi değildi. Anormal derecede parlak, öfkeli, altın rengi gözlere ve onların altındaki küçük bembeyaz azı dişlerine bakıyordu, ve şu anda farkında olmadan kolunu tırmalayan pençeleri hissedebiliyordu.
Saçı, az önce olduğunun iki katı kadar uzamıştı ve adeta onayını bekliyor gibi etrafında salınıyordu. Kyoko, korku dolu bir viyaklamayla kendisini ondan kurtarıp, yalnızca adamın tehditkar bir adım daha atmasını sağlayan bir biçimde hızla bir adım geriledi.
Kekeleyerek, “sen koruyucu musun?” diye geveledi.
Öfkesinin geçtiğini hissettiğinde bile onu izleyerek, “ve sen de bunu zaten bilmesi gereken rahibesin” diye tısladı.
Kapıya koşmak için döndü ve güçlü kolların kendisini arkadan sardığını hissettiğinde aniden bağırdı.
Çabaladıkça, Kyou’nun bedeni çevresinde sıkılaştı. Kendisinden kaçmaya çalışıp, havayı tekmeleyen kızı yukarı kaldırdı. Kendisinden kurtulmaya çalışmasının faydasız olduğunu anlaması için ona yeterince zaman vererek, dudaklarını kulaklarının yanına yaklaştırıp, “kendini bu kollardan kurtaracak güce ulaşana dek kalacaksın rahibe” diye fısıldadı.
Sonra onu sadece, hafifçe sıçrayarak yerleşeceği dolgun koltuğa atmak için tekrar havaya kaldırdı. Şimdi tekrar yüz yüzeydiler, Kyoko ona öfkeyle bağırdı ve görünüşü az önce konuştuğu adama dönünce gözlerini kırpıştırdı.
Elini yumruk yaparak öfkeli bir şekilde ona baktı, “ne haltlar dönüyor?”
Kyou sakin bir şekilde önünde duruyordu, tek fark bu sefer gözlerinin parlıyor olmasıydı, “burada kalacaksın.” Ona doğru eğildi, “seni eğitmeme izin vereceksin.” Ellerini, onu kapana ksıtıracak biçimde koltuğun arka kısmına yerleştirdi, “ve bu sefer hiçbir şeyi kurban vermeden kazanacaksın.” Şimdi memnuniyetsizlik gösteren son sözleri tıslayarak çıkarırken burnu neredeyse kızınkine değiyordu.
Kyoko, ateşili bakışlarına karşılık vererek, adam izin verdiği ölçüde arkasına yaslandı, ama hala ondan kendisine doğru gelen bir tehdit hissetmiyordu. İnsan olmasa bile, onu incitmeye niyeti yoktu. Az önce ne söylediğini fark ederek kaşlarını çattı.
“Bu sefer mi?” Sesi yumuşaktı, “bu sefer ile ne demek istiyorsun?”
Kyou derince içini çekti, “sen unutmuş olabilirsin, ben unutmadım.” Kızın kokusu onu sardı ve unutulmuş kalbinin etrafında ağrıyan aynı sızıyı hissetti, ama onun gerçeği bilmesi gerekiyordu, “geçmişte birlikte savaştık rahibe, ve bunu tekrar yapmak zorunda kalacağımız vakit yaklaşıyor.”
Kyoko’nun gözleri bir an yumuşadı, “kimsin sen?”
“Senin koruyucun. Kyoko, Koruyucu Kalp Kristali’ni bu dünyaya geri getirmek için anılarını feda ettiğin için unuttuğunu biliyorum.” Bakışlarıı onunkini aradı ve sesi hafif bir fısıltıya dönüştü, “bana güvenmelisin.”
Yalnızca kendisini korkutmaya çalışmış olsa da, söylediği her şeyde ona güvenmesini istiyordu. “Ben… güveniyorum.” Bu kelimeleri söyler söylemez kendisini onun kollarında buldu. Önce kasıldı, ardından kendisini saran sıcaklık örtüsünü hissedince dingin bir kafa karışıklığı içinde kendisini bu sarılışa bırakarak rahatladı.
Kyou buna engel olamıyordu. Çok uzun süredir reddedilme endişesi taşıyordu ve bu sözleri duymak, gergin omuzlarından dünyanın yükünü kaldırmıştı. Burnunu saçlarına sürterek kendisini kokusuyla sararken, kızı kendine çekti.
Bir anlık zayıflıkla, “bu defa kal” diye fısıldadı.
Kyoko sözleri ve kollarındaki şefkati hissedebiliyordu, yine de birkaç dakika önce ödünü koparan oydu ve şimdi onu, hayatı kendisine bağlıymış gibi tutuyordu. Ondan korkma ile uzanıp pürüzsüz yanağını okşama isteği arasında kalmıştı.
Soracak çok şeyi vardı ve adamın göğsünün üzerinde mırıldanarak, “unuttuğumu söylediğin şeyleri hatırlamak istiyorum. Ne bilmem gerekiyor?” diye sordu.
Kyou, henüz gerçek dünyaya dönmek istemeyerek altın rengi gözlerini kapattı… ait olduğu yerde… kollarında iyiydi. Kızı iç çekerek, isteksizce koltuğa bıraktı ve yanına oturdu.
Kyou, ellerini aşırı uzun kaküllerinin arasından geçirerek öfkeli içgüdülerini bastırabilmek için derin bir nefes aldı. Arzularını sakinleştirerek önündeki duvara odaklandı ve ona bilmesini istediği şeyleri anlatmaya başladı. Bir şeyi duymak onu hatırlamakla aynı şey değildi.
“Yardım alacaksın. Buraya senin geldiğin gibi bursla gelen bütün insanları senin için getirdim. Onlar seni hatırlamıyor, sen de onları, ama o zaman seninle beraber savaşmışlardı, ve zamanı gelince tekrar seninle savaşacaklar,” sesi geçmişin hatıralarından bir ize bağlanmıştı.
Kyoko’nun gözleri, ona neden bu kadar kolayca inandığını merak ederek büyüdü, “Suki ve Shinbe mi?” diye sordu.
Kyou başıyla onayladı, “onlarla tanıştığını görüyorum. Evet, onlarla çok yakındın, seni hiç kimsenin korumadığı gibi koruyan Toya’ya da.”
“Toya mı?” Bir kaşını kaldırdı, “Şaka yapıyor olmalısın.” Ardından zihninden ekledi, ‘benden hoşlanmıyor bile.’
Kyou isteksizce iç çekti, “Toya bu hayatta hiç değişmedi, ve hala geçmişteki kötü, katı kalpli genç. Ama evet, seni öç alma duygusuyla korudu ve eğer öyle bir ihtiyaç hasıl olursa senin için ölür.”
Kyoko kaşlarını çattı, “o hatırlamıyor mu?” doğruyu söylüyor gibiydi ve hafızasının bir kısmını kaybettiğini bilmesi bunu mantıklı yapıyordu. Gözleri, bu bilgileri geri almak için onunkileri aradı.
Kyou hafifçe başını salladı, “seninle geri gelmeyen tek kişi benim. Bu yüzden ne olduğuna dair hatıraları geri verecek tek kişi de benim. Toya benim kardeşim olduğunu bile hatırlamıyor.”
Kyoko, bu kafa karışıklığı karşısında içini çekti, “kardeş mi? Hatırlayan tek kişinin sen olmasını sağlayacak ne oldu?”, bunu bilmesi gerekiyordu.
“Bir savaşta, dünyamızdaki kötülüğü yenip Koruyucu Kalp Kristali’ni kurtarmak için, bütün hatıralarından vazgeçtin. Aynı anda kristalden, herkesi tekrar görmeyi de diledin. Onları kaybetmek istemiyordun. Sen bir anda ortadan kaybolduğunda… herkes kayboldu… düşman da dahil. Onları bilmeden, kendinle beraber… buraya getirdin.”
Üzülerek içini çekti, “ben etrafıma, kendimi böyle dileklerden koruyan bir büyü yapmıştım.” Anıları tekrar yaşıyormuş gibi gözleri uzaklara daldı.
“Herkesi seninle beraber götürdün ve bunu bilmiyordun bile. Beni geride bırakarak, hepsi senin zamanında, burada yeniden doğdu.” Gözleri kızınkilere odaklanıp kenetlendi. “Yani hayatta kaldım ve seni bekledim. Zamanı geldiğinde beni bırakan herkesi bir araya getirdim. Şimdi kendinle beraber kristali de getirdin ve kötülük onu istiyor…” sesi karardı, “… kötülük şimdiden seni aramaya başladı ve ben buna izin vermeyeceğim.”
Kyoko, anlamaya çalışarak başını eğdi, “yani, benimle aynı şekilde buraya gelmiş olan herkese güvenebilir miyim?” Adam onayladı ve Kyoko devam etti, “onlar bununla ilgili herhangi bir şey biliyorlar mı?”
Kyou başını salladı, “bir bağ hissedecekler ve bu gelişecek, ama bunun dışında geleceği bilemem, yalnızca geçmiş. Seni o zaman korudukları gibi koruyacaklar. Yapmak için doğdukları şey bu… varoluşlarının nedeni.”
Sözlerinin doğruluğu kendisine de uygun gelmeyerek gözlerini hemen ondan uzaklaştırdı. “Hala biraz zamanımız var, ama şimdilik rahibe güçlerini saklamayı bırakmanı ve çevrende olup bitenlerden haberdar olmanı istiyorum. Gözüm üzerinde olacak, Toya’ya da seni yakından izlemesini söyledim.”
Kyoko, hakkında bir şeyler hatırlamaya çalışarak onu yakından izledi. Adam kendisini çok iyi tanıyormuş gibi duruyordu. Gözlerine derin derin bakarak merakla fısıldadı, “ne kadar yakındık?”
Kyou kasılıp ondan uzaklaşmadan önce, altın sarısı gözbebeklerinden gizli bir sevgi dalgası geçti. Soğuk dış görünüşü yerine tekrar otururken kapıya ve ardından hızla tekrar ona bakarak homurdandı. “Kendi yöntemleriyle hatırlayacakları için sana söylediklerimi onlara tekrarlama.”
Kapı sertçe çalındığında Kyoko sıçradı, ardından izin verilmeden açıldı. Toya, kızın güvenliği için endişe etmeye başlamış ve hiçbir şeyden değilse de Kyou’nun gösterebileceğini bildiği soğukluğundan onu korumak için araya girmeyi düşünmüştü. Girer girmez bakışları kıza çekildi.
Hala bir şeylerin doğru olmadığını hissederek gözbebekleri gümüş renginde parladı, “evet, bakıyorum konuşmasını canlı bitiriyor.” “Eğer Kyoko ile konuşman bittiyse, Suki dışarıda onu bekliyor.” Toya, gözbebeklerinde parlamaya başlayan gümüş benekleri fark etmeden gözlerini Kyou’ya indirdi.
Kyou, her zamanki boş bakışıyla Toya’ya döndü ve başıyla sessizce onayladı.
Kyoko artık hislerini kullanabildiği için sıcak bir şekilde Toya’ya baktı, öyle değilmiş gibi davransa bile kendisi için endişelendiğini söyleyebilirdi.
Kyou’nun sözleri tekrar aklına geldi, ‘senin için canını verirdi.’
Kyou, onun Toya karşısında gevşemesini izledi ve bakışlarının dertleşmesine neden olan, belirsiz ama tanıdık bir özlem hissetti. Bu duyguyu iyi hatırlıyordu ve gözleri, gümüş koruyucuya dönerek kısıldı. Kızın, kardeşiyle her zaman, diğerleriyle paylaşmadığı bir bağı mı olmuştu?
Kyoko ayağa kalktı, başıyla Kyou’ya hoşça kal işareti yapıp Toya’nın göremeyeceği gizli bir gülümseme gönderdi, ardından Toya’ya dönüp ona en tatlı gülümsemelerinden birini bahşetti. “Hadi, Suki’yi bekletmeyelim.” Toya’yı orada sıcak bir hisle bırakarak kapıdan çıkıp gitti. Sadece gülüşünün verebileceği bir histi.
Toya bu sıcak histen kurtulmak için başını salladı, sonra kendisini dikkatle incelediğini fark ederek Kyou’ya sertçe baktı. Cevap alamayacağını bilerek sert bir sesle “ne?” diye sordu. Zaman harcamaya değmeyeceğine karar verip kapıyı arkasından çarparak çıktı ve Kyoko’ya yetişmek için koştu.
Kyoko, aceleyle koridorda yürürken Toya’yı arkasından izledi. Kyou’dan uzaklaşmak için acele ediyor olmalıydı. Koruyucu olduğunu düşünerek, ona yetişmek için, zahmet çekmeden hızlanarak kendi kendine güldü. Kendisinin kim olduğu hakkında bir fikri olup olmadığını merak ederek düşünceleri gölgelendi. Bildiğini düşündü, yoksa ona böyle gülümsemezdi.
Kyoko, Toya’nın kendisine merdivenlerin başında yetişeceğini biliyordu, çünkü onu arkasında hissediyordu. Evet güçlü aurasını hissedebiliyordu, ama bu Kyou’da hissettiğinden biraz daha farklıydı. Sadece bir saniye için gözlerini kapattı. Kyoko, aurasını ararken, ne kadar kaba davrandığının bir önemi olmadığına karar verdi, aslında aurası çok sıcaktı ve diğer şeylerin yanında… korunuyor hissetmesini sağlıyordu.
Toya’nın, Kyou’dan daha genç olması gerektiğini anlamıştı, ama aynı zamanda içindeki gizli gücü de hissedebiliyordu. Dokunulursa, bir kalp atışı süresinde Toya’nın abisini gölgede bıraktıracak bir güç… yine de ikisinin de bunun farkında olduğuna dair şüpheleri vardı. Kyoko güçlerini kullanmanın tadına varıyordu, artık onları tekrar açığa çıkarmıştı.
“Ee…” adama döndü, “Suki ve Shinbe nerede?”
Toya gözlerini kısarak ona baktı, söylediği yalanla zor durumda kalmıştı. Suki ve Shinbe’nin nerede olduğunu da nereden bilecekti? Yalnızca onu Kyou’dan uzaklaştırmak için oraya gitmişti.
Uyuşuk bir biçimde, sözcükleri uzatarak, “bilmiyorum,” dedi.
Kyoko kaşlarını çattı, “ama dedin ki…”
Toya sözünü kesti. “Seni kurtardığım için bana teşekkür etmelisin,” diye adeta gözünü korkutmak ister gibi yakınlaşarak bilgi verdi.
Kyoko davranış tarzından hoşlanmayarak, “beni neden kurtardın?” diye yüzüne karşı gürledi. Tanrım, bazen gerçek bir pislik izlenimi bırakıyordu.
Toya da yumruğunu perçinleyerek, ona yüksek sesle “Kyou’dan” diye bağırdı. Bu güzel ağzıyla gerçekten de onu kızdırabiliyordu. ‘Güzel ağız mı?’ Bu da nereden çıkmıştı? Kafası karışık olarak korkmuş bir şekilde bir adım geriledi.
Kyoko, bir an için afallamış bir halde ona baktı. Ardından önce sessizce daha sonra her geçen saniye sesi yükselerek ona gülmeye başladı. Kıkırtıların arasında nefes almaya çalışarak “kurtardın mı?” diye sordu. Gülmesini yavaşlatarak ve nihayetinde gözleri hala yaramazca parlasa da yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirerek, “neden…” diyerek sustu.
Yüzündeki ciddiyeti korumaya çalışarak, “bu çok tatlıydı. Önemsediğini bilmiyordum,” diye burnunu buruşturdu.
Toya, kendisiyle ilgili bir şaka yapıldığı hissine kapılarak sertçe baktı, “peki, en sonunda kalmaya karar verdin mi ‘rahibe’?” son kelimeyi ağzında kötü bir tat bırakmış gibi tükürdü.
Kyoko’nun gülüşü soldu ve yüzünü onunkine yaklaştırıp doğrudan altın rengi gözlerine baktı. “Evet, ‘koruyucu’” bir kaşını ona doğru kaldırdı, sonra dönüp gülerek koşarak merdivenlerden indi.
‘EVET!’ Kyoko sessizce bağırdı ve zihninden tahtaya kendisi için bir puan yazdı. ‘Kyoko bir… Toya sıfır.’
Toya, küçük sürtüğün onu kandırdığını anlamadan bir saniye önce gözleri büyüdü. “Lanet olsun!” diye tısladı ve kızın ardından gitti.
Kyoko, rahibe güçlerinin aşırı kullanılmaya başlandığını hissettiğinde neredeyse merdivenlerin sonundaydı. Toya’nın dışında başka bir koruyucuyu hissederek etrafına baktı. Bu hissi sağlayabilecek kadar yakındaki tek kişi, merdivenlerin dibinde dikilip ilgiyle kendisini izleyen bir öğrenciydi.
Yakından bakınca, dağınık saçlarına düşen morumsu gölgeler ve gördüğü en güzel gözler karşısında şaşırmıştı. Bu gözlere bakarken yemin edebilirdi… gözbebeklerinin içinde parıldayan her rengi görebiliyordu.
Toya şimdi Kyoko’nun arkasında dikiliyordu. Aniden durduğunu görüp, Kamui’ye baktığını fark etmişti. Toya kendi kendine, ‘demek artık ölümsüzleri hissedebiliyor,’ diye düşündü. Aşağı indiğinde kolundan tutup, “hadi, seni tanıştırayım.” dedi.
Toya, Kamui ile tanıştığı anda, ona karşı bir yakınlık hissetmişti. Hakkında gerçekten bildiği tek şey, ailesinin olmadığı ve Kyou ona bir yer verene kadar bakım evinde kaldığıydı.
Kyoko, kendisini Toya’nın kendisini yabancıya doğru çekiştirmesine izin verdi. Onun da ölümsüz olduğunu söyleyebilirdi ama aynı zamanda harika bir nezaket de hissediyordu. Güçlerinin, aurasını keşfetmesine izin verip orada sıcaklık ve… yalnızca bir çocuğa ait olan bir masumiyet buldu.
Kamui’nin parıldayan gözleri büyülenmiş bir şekilde onu izliyordu, “hey Toya, buradaki kim?” Uzun süredir onun için bekliyormuş gibi hissediyordu… kim olduğu hakkında hiçbir fikri olmasa da. Onu çok korkunç bir biçimde özlemiş gibiydi. Aniden, tekrar nefes alıyormuş gibi hissediyordu ve hatta bu gerçeği kanıtlamak için içini çekmişti, ama bunu yaptığında kızın kokusunu duydu ve bu da çok tanıdık geliyordu.
Toya’ya bakarak sordu, “ne yaptın sen?... kendine bir kız mı kapattın?” Gözleri neşeyle aydınlanmış gibi parlayarak sırıttı.
“Lanet olsun hayır,” diye gürledi Toya, “hiç de benim tipim değil.”
“Bunu nasıl bilebilirsin ki? Hiçbir zaman bir kız arkadaşın olmadı” diyerek kendi şakasına yüksek sesle güldü.
Kyoko kıkırdamamak için kendini zor tuttu, ama Kamui’nin gözlerindeki neşeye Toya’nın yüzündeki karanlık ifadenin eşlik ettiğini görmek bunu imkansız kılıyordu.
Toya kıza dönerek, ona dokunmakta olduğunu yeni hatırlamış gibi kolunu bırakarak, “bu Kyoko,” dedi. “Kyoko, bu Kamui. O da burada burslu bulunuyor ve seninle aynı derslere girecek.”
Kamui ciddi bir yüzle, Kyoko’nun ilk anda zar zor zaptedebildiği gülüşü koruma kabiliyetini kaybetmesine sebep olarak “evet, buradaki otlakçılardan birisi de benim” dedi.
Kamui’ye döndü ve elini uzattı. Eğer burada bursla bulunuyorsa geçmişte de arkadaş olduklarını bildiği sırrını içinde tutarak, çok dostça bir gülümsemeyle, “selam Kamui, tanıştığımıza memnun oldum. Ne kadar süredir üniversitedesin?” dedi.
Kamui bu dost canlısı kızı şimdiden sevmişti. “Yaklaşık iki yıldır. Ee, asabi ne yapıyor? Sana etrafı mı gösteriyor?” sırıtarak Toya’ya, ardından tekrar gülümsemesini yumuşatarak kıza baktı. Kişiliğinin yaramaz kısmı öne çıkmış ve Kyoko’nun elini kendi elinin içine almıştı. Hafifçe öne eğilerek, yumuşak elini dudaklarına götürdü ve boğumlarına nazik bir öpücük kondurdu.
Kamui, Toya’nın kendisine öfkeyle bakmasına neredeyse gülüyordu. Yalnızca bir aptal, bu harika kıza karşı hissettiği apaçık çekimi fark edemezdi.
Kyoko hafifçe kızardı ve “asabi” ifadesine kıkırdadı. Toya’nın Kamui’ye sertçe baktığını görerek güldü. “Aslında şu anda Suki ile Shinbe’yi bulmaya çalışıyoruz. İkisinden birini gördün mü...”
Kyoko sözünü bitirmemişti ki birisi onu kolundan tutup Kamui ve Toya’nın arasından çekti. Kyoko hızlı bir bakışla, kendini Suki’nin endişeli yüzünü izlerken buldu.
“Her şey yolunda gitti mi, Kyoko? Kalıyorsun, değil mi?” Suki neredeyse yalvarır gibi konuşuyordu.
Kyoko bir anda Kyou’nun kalması için fısıldayan yumuşak sesini duyarak başıyla onayladı. “Hiçbir yere gitmiyorum.” Verdiği cevap karşısında neredeyse onun kadar tatmin olmuş görünen Shinbe’ye, Suki’nin omzunun üzerinden başıyla selam verdi.
Toya, Kyoko’nun söyledikleri karşısında bir kaşını kaldırdı. Kyou’nun ona, kalmak için bu kadar kararlı olmasını sağlayacak ne söylediğini merak etti. Şimdi çok farklı davranıyordu, neredeyse mutlu gibi görünüyordu. Kyou insanlarla yalnız başına konuştuğunda genelde…uzaklaşıp saatlerce gergin olurlardı. Adam, her seferinde biraz kendisinin bile tüylerini ürpertiyordu.
Kyoko, Suki’nin kolunu tuttu ve merdivenlere yöneldi, “eğer dans etmeye gidiyorsak, bana bu gece giyecek bir şey bulmamda yardım etmelisin.” İki kız birbirlerine sokulup konuşarak yürüdüler. Birbirlerini ezelden beri tanırmış gibi davranıyorlardı.
Shinbe, Kamui ve Toya, iki kızın merdivenlerden çıkıp gözden kaybolmalarını izledi. Shinbe endişeli bir sesle Toya’ya, “burada gerçekten neler olup bittiğini biliyor mu?” diye sordu.
Toya, Suki ile konuşan Kyoko’nun dudaklarını izledi, “evet, sanırım biliyor.” Daha sonra onlara dönerek konuyu değiştirdi, “Kamui, bu gece bizimle geliyor musun?”
Shinbe’nin jetonu geç düştü. “Toya? Gerçekten dansa mı geliyorsun?” sesi şok olmuş gibiydi. Kendi kendine, ‘bu Toya’ya benzemiyor’ diye düşündü.
“Hey, bir şahin gibi onu izlemem söylendi, yani sanırım artık bir seçeneğim yok, var mı?” Toya’nın canı sıkkın görünüyordu, bu yüzden bunu isteği dışında yaptığını düşüneceklerdi. Ama aslında, onu ansızın gözden kaçırmak istemiyordu.
Nabzı teninin ardında, öyle yapması istenmiş olsun ya da olmasın, onu ne pahasına olursa olsun korumasını söylemek ister gibi küt küt atıyordu. Şu an, Kyoko’nun kalabalık bir dans pistinde, gümbür gümbür çalan bir müzikle, akıl çelici bir şekilde etrafta dönüp durduğunu zihninde canlandırması hiç de yardımcı olmuyordu. Bu, korucuyu içgüdülerinin aniden günyüzüne çıkmasına sebep oldu ve bir anda gitmemesini tercih etti.
Toya’nın gırtlağından yumuşak bir hırıltı çıktı ve kızın üzerinde çok fazla gözün… uygunsuz bakışların gezindiği düşüncesinden kendisini kurtarmaya çalıştı.
Kamui, “kulağa eğlenceli geliyor, geliyorum” diye bağırdı. “Haftasonları, aklımızı bu yerden uzaklaştıracak bir şeyler yapmak zorundayız.” Bundan sonra Kyoko’nun da etrafta olacağı düşüncesiyle neredeyse sersemlemiş gibiydi. “Dahası, Toya için bir kız arkadaş bulmalıyız” diye masumca bağırdı.
Toya, Kamui’nin başının tepesine vurarak, “bir kız arkadaşa ihtiyacım olduğunu da kim söyledi seni küçük ahmak” diye gürledi. “Poponu ısırsaydı bir kız arkadaşın ne olduğunu anlardın.”
Shinbe sırıttı, “sanırım burada bir kız arkadaşın ne olduğunu bilen tek kişi benim, ama eğer tecrübe isterseniz size iki bakire gösterebilirim,” İkisi de öldürücü bakışlarla ona dönünce hızlıca bir adım geriledi.
Shinbe çabucak konuyu değiştirerek başını eğip Toya’ya biraz daha yaklaştı. “Kyou senden Kyoko’yu izlemeni mi istedi?” bakışları kızın gittiği yöne kaydı. “Biliyorsun… son zamanlarda buradaki dengede, bir şeyler olmaya hazırlanıyormuş gibi bir kayma hissediyorum. Kötülük yaklaşıyor. Bununla başa çıkacak bir şeye sahip olup olmadığını merak ediyorum.” Shinbe’nin içgüdüleri neredeyse her zaman doğru çıkardı ve bu onu endişelendiriyordu.
Bunu Toya da hissetmişti ve cevap istiyordu. “Evet, hiçbir zaman şimdiki gibi değildi. Neden sadece yukarı çıkıp soğuk adama gerçeği sormuyorum?” Kyou’nun bir şey sakladığını biliyordu ve ne olduğunu öğrenecekti.
Shinbe onu durduramadan merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Shinbe korkuyla sindi, “ikisinin aynı odada olmasından nefret ediyorum. Buna şahit oldum ve hiç hoş değil. Kardeş veya buna benzer bir şeymişler gibi davranıyorlar.” Ametist gözleri, Toya’nın basamakları ikişer ikişer çıkışını izleyerek merdivenlere sürüklendi.
Kamui, Kyou’nun bazen kendisinin de ödünü kopardığını bildiğinden onayladı. “Benimle olduğundan daha iyi. Akşama görüşürüz.” Hala merdivenleri izleyen Shinbe’yi orada yalnız bırakarak gitti.
Shinbe, koruyucu güçlerini yansıtan aynasının bulunduğu aklının derinliklerinde az önce yanlarından ayrılan rahibeiçin de benzer bir duygu hissederek şaşırdı. Gözlerini kapatarak, ruhunun derinliklerinde gerçeği aradı.
Ametist gözlerini tekrar açtığında yalnızca kendisinin bildiği sırlarla parlıyorlardı.



*****

Kyou, Kyoko ile nasıl başa çıkacağına dair düşüncelerde kaybolmuştu, artık onu olmasını istediği yere getirmişti. Kapıya vurulduğunu duyduğunda düşünceleri beklenmedik bir şekilde bölündü. Gözlerini birkaç kez kırpıp, bunun yalnızca Toya olabileceğini bilerek altın rengi gözlerini devirme isteğini bastırdı. Onay almadan açılan kapıya bir bakış attı.
Toya, hedefini arayarak apansız içeri girdi ve Kyou’yu koltukta yatarken buldu. “Kyoko ile ilgili ne haltlar dönüyor?” Doğrudan konuya girmişti.
Kyou’nun gözleri Toya’yı hedef aldı, ama yüz ifadesi soruyla ilgilenmiş gibi durmuyordu.
Toya, Kyou’nun ruh hallerini iyi biliyordu ve farkındaydı ki damarına basmış olsaydı yüzüne bile bakmazdı. Ona göre Kyou’yu okumak bir bilimdi. Eğer bunu yapan Kyou ise, göz kırpmanın bile bir anlamı vardı. Toya, oturmak için karşısından dolgun bir sandalye almaya gitti.
“Yapma, aptal değilim. Onu korumamı istiyorsan, nedenini bana söylemelisin. Hepsinden öte, kalan herkes kendi halindeyken onun farkı ne?” Bu düşünce kendisini tiksindirmiş gibi tükürdü. “O yalnızca zayıf bir insan kız.”
Toya, ansızın boğazında bulduğu pençeyi kavradı ve Kyou’nun çok öfkeli olan yüzüne baktı.
Kyou’nun sesi öfkeyle titriyordu, “ne söylüyorsam onu yapacaksın.”
Toya’nın gözleri kısıldı. Artık bir şeylerin döndüğünü biliyordu. “İyi” diye tısladı ve serbest bırakılarak ödüllendirildi. Karşısındaki eski yerine geçerken Kyou’nun öfkesinin bir anda yok oluşunu izledi, arkasında saklandığı soğuk maskesi yerine oturuyordu. Toya başını salladı. “Onun neden ‘senin için’ bu kadar önemli olduğunu bana söylemelisin.” ‘Senin için’ derken bunu vurgulamıştı.
Kyou, nasılsa kabul etti. Toya’yı doğduğu günden beri o yetiştiriyordu. Toya bu dünyada nefes aldığı anda onun yakınlarda olduğunu biliyordu ve onu, kendisini anlayamayacak olan ailesinden çaldı. Kyou, bir süre için onları uzaktan izlemeyi seçse de, diğer kardeşleriyle de aynı şeyi yaşamıştı.
Bir şekilde Toya’nın kişiliğini daha farklı hale getirmeyi ummuştu ama Kyou onu değiştirmek için ne yaparsa yapsın, belli ki kişiliği bu hayatında da onu takip etmişti. Sonuç olarak, nasıl bir hayat sürerse sürsün, Toya hala Toya idi. Kyoko ile karşılaşmasının anılarını canlandıracağını düşünmüştü, ama kardeşi şu ana kadar ona olan ilgisi dışında öyle bir belirti göstermemişti. Kyou’nun gözleri bu düşünceyle kısıldı.
“Ona karşı bir şey hissetmiyor musun?” diye Toya’yı ürküten bir tonla sordu.
Toya, onun için gerçekten bir şeyler hissettiğini bilerek ama bunu kabul etmeyi düşünmeyerek, “hissetmeli miyim?” diye karşılık verdi. Kollarını önünde kavuşturarak, altın rengi gözlerinde dans eden gümüşün farkında olmaksınız her zamanki gibi rahatsız olmuş göründü.
“Evet” diye soğuk bir cevap geldi.
Toya çileden çıkarak öfkeyle kollarını indirdi. “Lanet olsun! Onu bizim için bu kadar özel yapan ne?”
Kyou’nun bakışı onunkine meydan okudu, “o bekleyip durduğumuz kişi.”
Toya’nın gözleri açıldı. Kyou, hatırlayabildiği kadar eski bir geçmişte ona, Koruyucu Kalp Kristali’ni taşıyan kişi için hazırlanmaları gerektiğini söylemişti. Elbette, bundan bahsediyor olamazdı… öyle güçlü bir kristal neden böyle zayıf bir kızın içinde olacaktı ki? Bekleyip durduğu savaşçı bir tür… basit bir kız değildi.
Kaşları sorgulayıcı biçimde havaya kalktı. “Herkesi buraya toplamanın nedeni bu mu?”
Kyou, Toya’ya geçmişini anlatmaktan her zaman kaçınmıştı, ama onu geleceği konusunda uyarmıştı. “Onu ne pahasına olursa olsun korumalısın.”
Toya’nın beyni bir düşünce sarmalına daldığında oda sessizleşti. Son zamanlarda bölgedeki şeytani titreşimlerde, daha fazlası doğuyor ve kötülüğün tarafı güçleniyormuş gibi bir artış hissetmişti.
“Yani bu, o. Başka ne bilmem gerekiyor?” Kardeşinin, Kyoko ile bu kadar ilgilenmesinin nedeninin bu olduğunu öğrenerek bir rahatlama hissetti, ama şimdi kıskançlığa işaret eden bu duyguların derinine inmeyecekti.
Kyou gerçeği çok uzun zamandır saklıyordu, hatıraları paylaşmaya hazır olup olmadığına emin değildi. Toya’nın geçmişte Kyoko’ya olan yakınlığı sorunları çözmeye yardım etmiyordu. Belki de en iyisi bazı şeylerin unutulmasıydı. İkisi zaman zaman birbrilerinden ayrılamaz hale gelmiştiler. “Onu korumak için yeniden doğdun ve ben bin yıldan uzun bir süredir onu bekleyerek yaşadım. Şimdilik… bilmen gerekenin hepsi bu.”
Toya sessizce homurdandı, ardından hafif alaycı bir şekilde kıkırdadı. “Bilmem gereken tek şey bu ha?” Farkında olmasa da, içindeki gizli bir öfkeyi açığa çıkarmak için duyduğu karşı konulmaz ihtiyaçla parmaklarını uzun saçlarından geçirdi. “Bu yüzden mi gözlerinde ateşle ona bakıyorsun? Yakın olduğumuzu söylüyorsun… aslında çok uzun zaman önce, sana o gözle bakmayacak bir kızla güya olmuş bir şeyi mi kıskanıyorsun?” Toya ters ters baktı… gözleri şimdi erimiş gümüş gibiydi.
Kyou, Toya’nın yaptığı tahmine karşılık neredeyse sinirle söylendi. Çocuğun algılarının esrarengiz bir hal aldığı zamanlar oluyordu.
“Sabrımın sınırlarını geçme Toya. Rahibe ile ilgili olduğunda büyüklük suçlamaların veya kuruntularını hoş görmeyeceğim. Onu korumakla görevlendirildin… bunun hoşuna gidip gitmemesi umrumda değil. Öfkeni kontrol altında tutacak ve onunla ilgili konularda ileri gitmekten kaçınacaksın. Anlaşıldı mı?” küçük kardeşine odaklanmış olan gözleri şimdi ölümcül bir hal almıştı.
Kyou’nun sözlerinde buz sarkıtları asılı durabilirdi ve Toya, en azından şimdilik, konuşmanın bittiğini söyleyebilirdi. Ayağa kalktı, arkasına bakmadan ve tek bir söz etmeden odayı terk etti. Kardeşinin odasından çıkar çıkmaz Kyoko’nun kapısını karşısında bularak durdu. Önündeki odaların sınırları önünde onu hissedebiliyordu.
Onunla olmak isteyerek, kapıyı çalmak için elini kaldırdı ama şu anda bir nedeni olmadığını biliyordu. Elini cebinin derinliklerine sokarak dönüp koridorun aşağısına doğru devam etti.
Koridorda olan herhangi biri, Toya’nın arkasında beliren gümüş kanatların parıldayan dış çizgilerinin, şimdi gözleri gümüşe dönmüş olan koruyucu tarafından fark edilmeden kaybolduğunu görürdü.

Bölüm 5 "Hırıltılı Uyarı”
Kyoko makyaj masasından bir lastik aldı ve ele avuca sığmayan kumral saçlarını, arkasını kısa kabarık bir katman şeklinde ve sırtından dökülmesi için uzun bir katmanı da serbest bırakarak tekrar at kuyruğu yaptı. Biraz allık sürmek için eğildi ardından ayağa kalkıp boy aynasına doğru yürüdü ve kendini inceleyerek döndü. Suki, ona kendi kıyafetlerinden birini giymesini söylemişti ve Kyoko kendisini farklı hissediyordu.
Siyah mini etek, etrafında döndüğünde, yaptığı bütün o egzersizler sayesinde biçimli olan bacaklarını ortaya çıkararak havalandı. Dar, pembe gömleğinin sırtı boyunca siyah bağcıklar iniyordu ve neredeyse göğüslerine kadar inen V yakalı ön kısmında da siyah bir bağcık vardı. Kyoko, ortaya çıkan dekolteye karşı başını silkti.
Bu, Shinbe’nin kendisinin peşinde koştuğu gibi Suki’nin de onun peşinden koşup koşmadığını düşünmesine neden oldu. Küpelerini alarak, neden dağınık bir çocuk gibi görünmeyi kabul ettiğini düşündü. Birisi çekingen bir şekilde kapısını çaldığında düşüncelerinden sıçrayarak irkildi.
Hala küpelerini takarken kapıyı açıp Suki’nin kendisinden daha dağınık giyindiğini görünce daha iyi hissederek gözlerinin içi parladı. Arkadaşını baştan aşağı süzerek “ah Suki, bu gece onları öldüreceksin” dedi.
Suki dar bir deri pantolon ve uzun dökümlü kollarıyla vücudunu gösteren şeffaf mavi bir bluz giyiyordu. Kyoko, Shinbe’nin bu gece kaç defa tokat yiyeceğini düşünerek başını salladı.
Bir kaşını arkadaşına doğru kaldırarak, “sadece Shinbe’nin harekete geçmesini istiyorsun, değil mi?” diye zümrüt gözlerinde parlayan bir gülüşle sordu.
Suki, Kyoko’yu gözden geçiriyordu, tatmin olmuş bir şekilde başını eğerek, “evet, bu gece bir süre için eğlencenin sonu olacağına dair bir his taşıyorum. Shinbe’den duyduğum bir söylentiye göre, pazartesiden itibaren her zamankinden daha sıkı çalışmaya başlayacağız.” Gözleri parladı, “ama bu gece, kendimizi salalım. Gittiğimiz yeri seveceksin. Orası çok büyük bir yer ve bu gece çalacak grup orayı sallayacak.”
Suki gözleri açılarak Kyoko’nun odasına bir bakış attı. “Vay canına! Buraya hiç gelmemiştim,” gözleri Kyoko’nunkilere döndü. “Toya dışında kimsenin buraya girmesine izin verilmiyordu. Anlıyor musun, yalnızca o, sen ve Kyou bu kattasınız?” Katta bulunma konusunda çok gergindi, öyle ki Kyoko’nun odasına gelmeden önce Toya’dan izin almıştı.
Kyou’nun, kendisini, o ve Toya’nın daha iyi izleyebileceği bir yerde olmasını tercih etmesi gerektiğini biliyordu. Söylediği her şeyi hatırladığında, Suki ve geçmişte arkadaş oldukları konusunda haklı olduğunu biliyordu, çünkü nedense onu çok uzun zamandır tanıyormuş gibi hissediyordu.
Ansızın yutkundu, “belki diğer tüm odalar alınmıştır, bilmiyorum.” Kapıya yöneldi, “ama bu gece eğlenmek istediğimi biliyorum, çünkü haklısın, muhtemelen bir süre için bu son eğlencemiz olacak.”

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «ЛитРес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/pages/biblio_book/?art=40851157) на ЛитРес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Zamanın Kalbi Amy Blankenship

Amy Blankenship

Тип: электронная книга

Жанр: Современная зарубежная литература

Язык: на турецком языке

Издательство: TEKTIME S.R.L.S. UNIPERSONALE

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Zamanın Kalbi, электронная книга автора Amy Blankenship на турецком языке, в жанре современная зарубежная литература

  • Добавить отзыв