Meleguş
Ertuğrul Karakuş
Ertuğrul KARAKUŞ
MELEGUŞ. AGAHAN DURDIYEV’İN HİKÂYECİLİĞİ. VE SEÇME HİKÂYELERİ
ÖN SÖZ
Agahan Durdıyev; genel olarak Türk Dünyası, özel olarak da Türkmen edebiyatı sahalarının Sovyet etkisi altındaki dönemlerini, bütün karakteristik özellikleriyle örneklendiren bir yazardır.
Eserlerinin tamamına yakınını 20.yüzyılın ilk yarısında veren, sosyalist Sovyet rejiminin Türkmenistan sahasında tüm kurumlarıyla yerleşme girişimlerine hem şahit olan hem de bu değişim dönemini eserlerinde en güzel şekliyle yansıtan bir yazardır. Bu açıdan bakıldığında, Agahan Durdıyev’in hikâyeleri, 20.yüzyılın ilk yarısında Türkmenistan coğrafyasının siyasî ve sosyal yapısını merak edip hem edebî hem de sosyal tahliller yapmak isteyen araştırmacılar için değerli bir araştırma ortamı sunmaktadır.
Ayrıca A.Durdıyev’in hikâyeleri; her ne kadar bu konuda taraf olsa ve tarafını belli etse de, o dönemin Türkmen toplumundaki “eski-yeni” yani “adet-yenilik” tartışmasını, dönemin deyim ve atasözlerini de kullanarak yansıtır. Bu da hikâyeleri, sosyolenguistik açıdan da değerli kılar.
Biz çalışmamızda, 20.yüzyılın ilk yarısındaki Türkmen toplumunun yaşamını yansıtan A.Durdıyev’in hikâyelerini, genel özellikleriyle ele aldık. Ayrıca, yazarın hikâyelerini gerek akademik, gerekse edebî olarak merak edenlerin tanıması için de bazı hikâyeri Türkiye Türkçesine aktararak çalışmamıza ayrı bir bölüm hâlinde aldık. Bayrammemmet Ahundov ve Allagulı Mollaev tarafından, yazarın nesir eserleri üzerine yapılan bir değerlendirme yazısına da, Türkmen Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarıp “ekler” bölümünde yer verdik.
Hikâye örneklerinin ön kısmına konulan ve kapakta kullanılan siyah-beyaz tasvirler, yazarın “Han Küyli” adıyla Bayrammemmet Ahundov ve ve Allagulı Mollaev tarafından hazırlanarak Türkmenistan’da 1982 yılında basılan ve nesirlerinin toplamını içeren kitapta yer alan resimlerdir. Kitapta ressam olarak B. Lallıkov’un, resim redaktörü olarak da B. Kuraev’in adı geçmektedir.
Çalışmanın, Türkmenistan bölgesindeki Türk edebiyatına akademik veya edebî olarak ilgi duyanlar ve Türk Dünyası Edebiyatı araştırmacıları için faydalı olması dileğiyle…
Dr. Ertuğrul KARAKUŞ
AGAHAN DURDIYEV VE HİKÂYELERİ ÜZERİNE
AGAHAN DURDIYEV (1904-1947)
AGAHAN DURDIYEV (1904-1947) Sovyet dönemi Türkmen edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Tecen ilçesi (yöresi), İkinci Babadayhan köyünde 1904 yılında doğar ve iki yaşında anne ve babasını kaybeder.
Agahan, olgunluk yaşlarına gelince köyünde çobanlık yapar. O arada köyün mollasından ders görür. Daha sonra daköyünde açılan yeni usul okulda eğitim alır. Marı (Merv) şehrindeki Türkmen Devlet Maarif Enstitüsünde okur. Bu okuldan sonra Taşkent’teki Orta Asya Komünist Üniversitesine kaydolur.
“Tokmak”, “Gızıl Goşun (Kızıl Ordu)” gibi gazetelerde çalışan A.Durdıyev, 12 Mayıs 1947’de kendi köyünde vefat eder.
“Bürgüt Pençesinde Bir Gözel”, “Meleguş”, “Bagtlı Yigit”, “Ballı Molla”, “Han Küyli” gibi pekçok hikâyeyi; “Zehmet”, “Pul”, “Açar” gibi önemli piyesleri ve povest türündeki eserleri miras bırakmıştır.[1 - Agahan Durdıyev (1982), Han Küyli (Proza Eserlerinin Toplamı), Aşgabat-Türkmenistan, s. 5-6. Ayrıca bkz. “Agahan Durdıyev” Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı-ekitap.kulturturizm. gov.tr(Erişim Tarihi: 02.06.2017)]
Sovyet döneminin ilk nesir eserlerini veren yazarlardan olan[2 - Salim Çonoğlu (2011), “Türkmen Edebiyatı: Onsekizinci Yüzyıldan Bağımsızlık Dönemine”, Türkiyat Araştırmaları, S: 11, s. 339.] ve dönemin sosyal-politik özelliklerine uygun eserler veren A.Durdıyev’in, kendi dönem şartları içerisinde değerlendirildiğinde, oldukça başarılı bir yazar olduğu söylenebilir.
Eserlerinde ele alınan konular ve her konunun ele alınış tarzına baktığımızda A.Durdıyev için bir “kanonik edebiyat işçisi” diyebiliriz.
“Kanon” kavramının tarih boyunca kazandığı anlamların çoğunluğu dinî mahiyettedir. Ancak kanon kavramı açıklanırken kullanılan “Genel kural, temel ilke, ölçüt” ve “Önemli ya da temel oldukları kabul edilen yapıtlar, yazarlar” tanımlamaları, daha sonraki sosyal bilimler ve özellikle de edebiyat alanındaki “kanon” tanımlarının temelini oluşturur.[3 - Kemal Atakay (2004), “Kanon Huzursuzluğu”, Kitap-lık, 68, s.70.]
“Sovyet döneminde kanon” konusuna geldiğimizde, özellikle Lenin ve Stalin’in hem uygulamalarında hem de söylemlerinde, Sovyet rejiminin hizmetinde olan bir kanon oluşturma çabalarına sıkça rastlanır.
Lenin, sadece edebiyatın “parti edebiyatı” olmasıyla yetinmez, aynı yazıda “gazeteler, yayınevleri, depolar, dükkanlar, okuma salonları, kütüphaneler ve çeşitli kitabevleri” nin de “parti denetiminde” olmasının gerekliliği özerinde durur:
“Şimdi, iş başına yoldaşlar! Önümüzde zor, yeni, aynı zamanda büyük ve soylu bir görev var; sosyal demokrat işçi hareketiyle sıkı ve kopmaz bağları olan, geniş, zengin, renkli bir edebiyat yaratma görevi. Bütün sosyal demokrat edebiyat bir Parti edebiyatı olmalıdır. Bütün gazeteler, dergiler, yayınevleri vb. hiç zaman yitirmeden, yeni baştan örgütlenmeli ve Parti’nin örgütlerinden biriyle bir biçimde bütünleşmek için gerekli hazırlıkları yapmaya girişmelidir.”[4 - V.İ. Lenin (2008), Edebiyat ve Sanat Üzerine, (Çev.: Elif Aksu), İstanbul, Payel Yayınları, s. 33.]
A.Durdiyev’in de eserlerini verdiği Sovyet dönemindeki Türkistan bölgesindeki edebiyatın ilkelerini belirleyen bu görüşlerinin devamında Lenin, bu “Sovyet kanonu”na uymayacak muhtemel muhalifleri de “kovmak”la tehdit eder.
“Herkes, en ufak bir kısıtlama olmaksızın, istediğini söylemekte ve yazmakta özgür. Ama, (Parti de içinde olmak üzere) bütün özgür kuruluşlar da, Parti bayrağının altına sığınıp, ona düşman görüşler yayan üyelerini kovmakta özgür.”[5 - V.İ. Lenin, age.s. 31.]
İşte böyle bir politik sınırlama ortamında, yazarların konu ve kurgu bakımından sınırlı eserler vermesi kaçınılmazdır. Sınırlı da olsa bu dönemin eserlerini, yazıldıkları dönemin bütün gerçeklerini olmasa bile, en azından politik eğilimlerini yansıtacağı kesindir.
Türkmen edebiyatı araştırmacısı Orazgılıç Çarı, A. Durdıyev vb. yazarlarla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“…Onun için de A. Durdıyev’in, N.Sarıhanov’un, A.Govduşov’un eserleri hayatı olduğu gibi göstermeseler de, kendi devirlerinin toplumsal şartları, siyasal durumları hakkında bir fikir verirler.”[6 - Orazgılıç Çarı (2013), “Rivayetten Realizme Doğru” (Türkçesi: Hüdayi Can), Çağdaş Türkmenistan Öyküsü (Edit.:Hüseyin Su), Ankara, Hece Yayınları, s. 16.]
A.Durdıyev’in eser verdiği dönemlerde, Türkmenistan edebiyatında, özellikle de hikâye türünde kurguda, tip oluşturmada, tasvirlerde bazı acemice denebilecek eksiklikler görülmektedir. 2. Dünya Savaşı yıllarını anlatan hikâyelerde bu durum daha da dikkat çekicidir.
“Bu hikâyelerde savaşın gidişatı, kahramanlar, eski rivayetlerdeki gibi beyan ediliyordu. Bir kahraman sayısız düşmanı darmadağın edip, sonra sağasağlam çıkıyordu. Mesela, A. Durdıyev’in ‘Festenko’, ‘Vatanın Kahramanı’ gibi hikâyelerinde bu özellik vardı. Bu tarz eserler kaleme alan yazarlar başkaları da az değil.”[7 - Orazgılıç Çarı, age. s. 16.]
“Sovyet kanonu”nun sınırlayıcı ortamında, müsade edilen sınırlarda kalmak şartıyla, dönemin yazarları yine de dönemlerine farklı yönlerden ışık tutma gayreti içerisinde olmuşlardır.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde özellikle şu mevzulara dikkat çekildiği görülmektedir:
– 1917 Bolşevik İhtilâli (Ekim Devrimi) sonrasında, “gelenek” ile sosyalist sistem çerçevesinde Türkistan bölgesindeki insanlara hedef olarak gösterilen, hatta büyük oranda dayatılan, “gelecek” arasında bocalayan Türkmen halkının durumu,
– Şehir-köy arasında sıkışmış insan,
– Zenginlerin, ağaların, özel mülkiyet anlayışının hakim olduğu “eski”den, ortak çalışma hayatının hakim olduğu “kolhoz” sistemine geçiş ve uyum aşamasındaki Türkmen halkının iç muhabesesi,
–Sürekli çalışma ve verimli olma üzerinden idealleştirilen yeni sistem karşısında, alıştığı serbest yaşamı terk etmekte zorlanan halk üzerinden “yaltalık” yani tembellik-miskinlik kavramının eleştirilmesi,
– Yeni Sovyet rejiminin anlayışı üzerinden bir “vatan” kavramı oluşturularak “vatan uğrunda çalışmak, savaşmak ve hatta ölmek” kavramlarının idealleştirilmesi,
– Kolhoz hayatı başta olmak üzere yeni yaşam tarzının bütün iş ortamlarında erkeklerle birlikte görev alan ve hatta “öncü” rolü üstlenen bir yeni kadın tipi oluşturmak,
– Toplumun kadına yönelik yanlış ön yargılarına ve erkeğinin yeni sisteme karşı olan tutumuna şahit olduğu zaman, daima ve cesurca bu tavırlara karşı koyabilen bir “partizan kadın” tipi ortaya koymak.
HİKÂYELERDE ELE ALINAN TEMEL KONULAR
Kolhoz Hayatı
Türkistan coğrafyasında neşet eden Sovyet dönemi Türk edebiyatlarında, özellikle de 1920 sonrası dönemde, en çok ele alınan konulardan birisi “kolhoz hayatı”dır.
Rusça kökenli bir sözcük olan ve Türkçe Sözlük’te “Rusya’da köylülerin ortak olarak çalıştıkları tarım işletmesi”[8 - http://www.tdk.gov.tr/ (Erişim Tarihi: 16.03.2018)] olarak tanımlalan “kolhoz” kelimesi “Kollektif çiftlik hayatı” olarak da tanımlanabilir. Bu sistem, 1917 Bolşevik İhtilâli (Ekim Devrimi) sonrasında, bütün Sovyet coğrafyasında, dolayısıyla da Türkistan bölgesinde uygulamaya konmuşttur.
1917 sonrasında tesis edilmeye çalışılan yeni Sovyet rejiminin temel ilkelerini eserlerine yansıtan bir Türkmen yazar olarak Agahan Durdıyev; “Hastalığın Sorun Değil”, “Gurban”, “Camal”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Vatansever Çobanlar” gibi pekçok hikâyesinde kolhoz hayatını farklı yönleriyle ele almıştır.
Bu konuda yazılan hikâyelerin en dikkat çekicilerinden birisi “Camal” adlı hikâyedir. Camal, kocası “vatan” savaşında cephede olan bir gelindir. Oğlu hakkında kaygılanan kaynanasına sunduğu çözüm yine kolhoz hayatındandır:
“– Yagdı’nın annesinin söylediğine! Biz onlar için elimizden geldiği kadar durmadan çalışıyoruz. Yakınlarda bütün kolhoz toplanıp, sıcak tutacak giyecekler toplayıp, onlar için gönderdik. Sen oğlunu kaygı çekme, oğluna soğuk işlemesinin imkânı yoktur. Boş ver de sen, anne, yumuşak yünlerinden eğir de dolak[9 - Tozluk yerine ayak bileğinden dize kadar bacaklara dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası] doku, ben de ellik, çorap öreyim. Öyle, anne bir çıkın gönderelim.” (Camal)
“Camal” hikâyesi sadece kolhoz hayatının idealeleştirilmesi değil aynı zamanda bir “kolhoz kadınının” zorluklar karşısında nasıl durması gerektiğini de gösteren bir hikâyedir.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde idealize attiği kolhoz hayatında tembelliğe yer yoktur. Özellikle “Hastalığın Sorun Değil” adlı hikâye doğrudan kolhoz hayatındaki tembellik sorununu ele almıştır. Bu sorun, “sahte” hastalığını bahane edip işten kaçan kocasıyla hanımı arasındaki diyaloga çarpıcı bir şekilde yansır:
“– Kim tembel olup, riyakarlık edip, işten kaçarsa o benim düşmanımdır. Sen değil babam olsa acıyacak değilim. Kalk da hemen işine git!
– Hadi oradan bir çaycağız kaynatıver!
– Tembele ben çay kaynatacak değilim.
– Yapma, biraz idare et!
– Tembeli asla idare edecek değilim!
– Sonu iyi olmaz, birden ikimiz ayrılırız!
– Vah vah, sen beni böyle korkutacak değilsin!” (Hastalığın Sorun Değil)
“Han Küyli” adlı uzun hikâyede de, yine rahata alışıp tembelliği ve başkalarının çalışması üzerinden geçinmeyi adet edinen birisinin kolhoz hayatına uyum sorunları ele alınır.
Kolhoz yönetimi hem tembellikle mücadele edip hem de görevini lâyıkıyla yerine getirenleri ödüllendirmektedir. “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Vatansever Çobanlar”, “Gurban”, “Camal” gibi pekçok hikâyede kolhoz yönetimi tarafından ödüllendirilen “üretim yarışındaki” insanlar yer alır.
“Vatansever Çobanlar” adlı hikâyede, “Andriyanov ile Fomin yoldaşlar”ın her yıl kolhoz yönetimi tarafından ödüllendirilmesi konu edilir:
“İşte, bu ikisi beş altı yıldan beri kolhozun mallarına bakarlardı. Bunlar mallara çok iyi bakarlardı. Nerede otlu yer varsa oraya hayvanları sürüp yayarlardı. Onların baktığı hayvanlar çok semizdi. O sebeple kolhoz kurulu bu ikisine her yıl ödül de veriyordu.” (Vatansever Çobanlar)
Görevini çok iyi yapan, kolhozun mallarını daima otu bol olan yerde yayan, bunun dışında da sürekli kolhozun okuma evine gidip okudukları kitaplar üzerinde tartışan bu iki örnek kolhoz çobanı her yıl ödüllendirilir.
“Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” adlı hikâyede de çalışkan genç kızlar kolhoz tarafından ödüllendirilir.
“Gurban” adlı hikâyede de daha önce hizmetçi olarak acımasız bir zenginin yanında çalışşan ve daha sonra kolhoza girip ekibiyle “her yıl yüksek ürün alan” çalışkan kolhoz işçisinin ödüllendirilmesi söz konusu olmaktadır:
“1929 yılında o zalim zengin, karısıyla sürgüne gönderildi. Gurban ise kolhoza girdi. Şimdi “Taze Durmuş” kolhozunun ekip başı olarak çalışıyor. Onun ekibi her yıl yüksek ürün almakta, kolhoz içerisinde de birinci olmaktadır.
Gurban bütün pamuk işçilerini de kendi ekibine aldı. Bunun için de Gurban’a kolhoz ve hükümet tarafından birkaç kez kıymetli ödüller verildi.
Geçen yıl da Gurban evlendi. Kolhoz ona iyi bir ev yaptı. Gurban, evinin içini gül gibi yaptı. Kapısında ise koyunu, danalı sığırı var. Şimdi Gurban, mutlu bir ömür yaşıyor.” (Gurban)
Genel olarak bakıldığında Agahan Durdıyev’in hikâyelerinde kolhoz hayatının her yönüyle ele alındığı görülür. Hikâyelerin genelinde kolhoz hayatıyla ilgili dikkat çekilen konuları şöyle sıralayabiliriz:
* Kolhoz hayatında tembelliğe yer yoktur. Tembel olan insanlar, kolhoz yönetimine gerek kalmadan en yakınları tarafından uyarılmalıdır.
* Kolhozda birlikte iş yapmak ve yardımlaşmak esastır.
* Kolhozda çalışan herkes en iyi işi yapmak için yarışmalı ve en iyi verimi almalıdır.
* Kolhoz yönetimi yapılan verimli çalışmaları mutlaka ödüllendirir.
Kadın Hakları ve Bilinçlenmesi
Sovyet yönetiminin ilk yıllarında Türkistan bölgesindeki yazarlar tarafından en çok ele alınan konulardan birisi de “kadın hakları”dır.
Agahan Durdıyev de Sovyet döneminin ilk yıllarında, kadın hakları ve kadının bilinçlenmesi doğrultusunda en çok eser veren yazarlardandır. Özellikle de “Kartal Pençesinde Bir Güzel”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Camal”, “Hastalığın Sorun Değil”, “Han Küyli” gibi hikâyelerinde yazar, bu konuyu sosyalist düzen ve kolhoz yaşamıyla birlikte ele alır.
Hikâyelerde, eski düzende ve geleneklerde ailenin tavırlarının kız çocuklarına karşı çok sert olduğu ön kabulü mutlaka vurgulanır. Örneğin “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” adlı hikâyede Akca kızların toplantısına gitmek ister fakat aldığı cevap çok serttir:
“– Anne, bugün kızların toplantısı var, ben de ona gideceğim, dediği zaman annesi hamurdan yumruğunu çıkartıp, dağılmış saçlarının arasından sert bir bakış ile:
– Sen, yüzü kara[10 - Utanmaz], tepe gibi bir kız olmuşsun![11 - “Kocaman kız olmuşsun” anlamında bir deyim.] Ot biçmek, toplamak, okul, toplantı dendiği zaman herkesten önce koşuyorsun! Senin bu hallerinden hiç hazzetmiyorum. Senin şu toynaklarını kendi ellerimle keserim bekle bakayım.” (Akca’ya Annesi Karşı Çıktı)
Sadece kızların toplantısına gitmek isteyen Akca, bunun karşılığında “utanmaz olmak”, “gezme düşkünlüğü” gibi ifadelerle suçlanmakla kalmaz aynı zamanda “toynaklarının! kesilmesiyle” de tehdit edilir.
Akca annesine karşı kendini savunmaya çalışsa da daha ağır hakaret ve tehditlerle karşılaşır:
“– Anne, milletin de benim gibi kızları az değil ki! Onların anneleri kızlarına: “Okula, toplantıya gidiyorsun” diye, senin gibi hemen ağır laflar etmiyorlar ki!
– Hey utanmaz kız, benim el ile işim olmaz!
– Senin işin olmazsa benim olur. Ben de milletten geride kalmam, gideceğim!
– Haydi, gidebilirsen git! Şuracıkta iki ayağını da keserim. Sen beni daha fazla konuşturtmadan git yerine otur da işini yap!” (Akca’ya Annesi Karşı Çıktı)
Kızını her şekilde tehdit eden annenin tavrı, köyün diğer kızlarına kolhozdan ve devlet tarafından hediye verildiğini duyunca, iki yüzlü bir tavra dönüşür:
“O sırada kapıdan oğlu Murat geldi:
– Anne, Ogulsona ile Ecegız, Aşkabat’tan geldiler. Onlara bir sürü şey ödül vermişler, dedi.
– Ne ödül vermişler, oğlum?
– Dikiş makinesi, parlayıp duran kol saati, palto, bir sürü yün seçekli(atkı, kaşkol) ve beş-altı tane şal ödül vermişler.
– Ey oğlum, başarılı olacak kız kendini hareketlerinden belli eder! Onlara kolhozumuzdan da önceden verilen koyunlara ne diyeceksin?! Milletin kızları çalışma konusunda tıpkı ateş gibi! Sonra böyle bir insanı devlet de destekler, kolhoz da destekler. İşte, bizde bir kız var, hazır versen yiyecek, vurursan ölecek, bir ekmek düşmanı…” (Akca’ya Annesi Karşı Çıktı)
Kendi kızına baskıcı davranan annenin başkalarının çocukları ödül alınca onlardan övgü ile söz etmesi karşısında Akca’nın verdiği cesurca cevaplar, aslında Agahan Durdıyev’in de bütün hikâyelerinde “yeni tip kolhoz kadını”nda görmek istediği ve sürekli idealize ettiği özelliklerdendir.
“…dediği an Akca annesine sinirlenerek:
– Ey anne, ikiyüzlü oluverdin! Biraz önce başka türlü konuşuyordun, şimdi de başka türlü konuşuyorsun. Benim Oğulsona gibi başarılı olmama engel olan sensin. Anne sen benim çok içimi yaktın! Sen bir elinde hem eski gelenekleri hem yenilerini tutmak istiyorsun. İkisini de aynı anda elde edemezsin. Sen şimdi eski düşüncelerini bırak da, yeniye yapış! Bırak beni kendi bahtıma!
– Git, haydi, izin verdik, alan da kalan da senin![12 - “Zararı da kârı da senin!” anlamında bir deyim.]
– Şunu önceden demiş olsaydın, şimdiye kadar çok saygın birisi olurdun. Şimdi benim yapacaklarımı seyret!” (Akca’ya Annesi Karşı Çıktı)
A.Durdiyev’in hikâyelerinde idealize ettiği kadın tipi “cesur” olmalıdır. Karşısındaki annesi de olsa, kocası da olsa haksızlık karşısında susmamalıdır. Eleştiri konusunda engel tanımamalıdır.
Bu cesaretin en güzel örneklerinden birisi de “Hastalığın Sorun Değil!” adlı hikâyedeki kadın karakter tarafından verilmektedir. Tembellik edip türlü bahanelerle kolhozdaki işten kaçan kocasına karşı taviz vermeyen kadının cesareti A.Durdıyev’in kalemine şu şekilde yansır:
“– Geçmişte birisi; “Başka düşmanın yoksa da kardaşın yok mu?” demiş. Kadın sen bana düşmansın!
– Kim tembel olup, riyakarlık edip, işten kaçarsa o benim düşmanımdır. Sen değil babam olsa acıyacak değilim. Kalk da hemen işine git!
– Hadi oradan bir çaycağız kaynatıver!
– Tembele ben çay kaynatacak değilim.
– Yapma, biraz idare et!
– Tembeli asla idare edecek değilim!
– Sonu iyi olmaz, birden ikimiz ayrılırız!
– Vah vah, sen beni böyle korkutacak değilsin!” (Hastalığın Sorun Değil)
Görüldüğü gibi kolhozdaki işten kaçan kocasıyla ayrılmayı bile göze alan cesarette kadınlar, A.Durdıyev’in çizdiği ideal kadın tipi karakterleridir.
Hikâyelerin birçoğunda, bu cesur kadın tipinin bu özellikleri yüzünden kendilerini anlamayan toplum tarafından kınandığı da görülür:
“Geldi ağanın karısı Annagül, hayırseverlik yönünden bir adım öne geçmezdi. Bunun yemeğinin suyunun temiz olmasına, çaydanlık ve bardakların makineden çıkmış gibi daima ışıldayıp duruşuna, pişirdiği yemeğe de şeker atılmış gibi yiyip-doyulmazdı. Ama Annagül’e elin bulduğu ayıp; “Kendi hakkını almaya sıra gelince, Tanrısını da saymaz!” deyip konuşurlardı.” (Annagül Hak-Hukukun Üstünde)
Annagül karakteri “hak arama” konusunda bir kadının gösterebileceği bütün tepkileri gösterebilecek bir karakterdir. Yeri geldiğinde toplumun dediğini de hiçe sayabilir:
“Annagül, kocasının şöyle bir hakiki gevşek adam oluşuna kızıp sinirlenirdi:
– Ah Tanrım, evvelden beni erkek yaratsan olmaz mıydı? Şöyle adamların beşinin bitireceği işi ben kendim tek başıma yapardım. Vah, sen beni kadın olarak yarattın! Bir zamanlar bu, hakikaten kendi su nöbetini göz göre Paşık baya aldırıp gelmişti. Amma dişlerimi sıkıp saldırırdım fakat: “Filanın karısı kocasından öne geçmiştir.”dedirtmek istemiyordum. Bırak, cehenneme gitsin, şimdi ben onu dedireceğim. Çoluk çocuğumu aç bırakıp eski bir köşede oturacak değilim, deyip, igini çekerek uzatıp, sümek[13 - Eğirmek için taranan yün, pamuk ipi]li elinden gözünü ayırmazdı.” (Annagül Hak-Hukukun Üstünde)
Hikâyelerin birçoğunda “işbaşa düşünce” kadınların nasıl davranacağı konusu örneklendirilir. Hikâyelerde kurgulanan durumlar üzerinden kadınlara yeri geldiğinde öz eleştiri yapmaları ve düştükleri durumun suçunu bir bakıma kendi “tepkisizliklerinde” aramaları da örneklendirilir.
“Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede, 10 yaşında bir çocukla türlü entrikalarla evlendirilip mutsuzluğa sürüklenen ve acımasız kaynanasının eziyetine maruz kalan Akcamal, sonuç olarak suçu kendi “tepkisizliğinde” bulur:
“Sultan ana kızının kahroluşunu görüp;
– Vah, yavrum, annen kurusun!Alnına yazılana bak!dedi.
Akcamal;
– Anne, bu şeylerin hepsini ben kendimden görüyorum. Anne-babamın gönlüne bakıp, ben kendi kendimi yaktım. Ben ahmakmışım. Anne-babamın yüzüne doğru dönüp; “Kendi sevdiğim olmasa ya da varacağım adamı görmesem olmaz!”deyip inat etseydim bunlar başıma gelmezdi. Hiçbir şey edemezlerdi. En fazla edecekleri öldürür gibi vurmak değil miydi?
O zamanda şu anki durumumdan iyi olurdu, dedi.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
A.Durıyev’in hikâyelerinde, toplumun her kesimini hatta kendisini bile eleştirebilecek kadar cesur bir karakter olarak çizilen yeni kadın tipinin en belirgin özelliklerinden birisi de “umutsuzluğa” hiç düşmemesi ve her duruma uygun çözümler üretebilmesidir.
“Camal” adlı hikâyede cephedeki oğlu için tasalanan kayınvalidesini hem teselli eden hem de “şikayet” yerine “hareket”e geçmeyi öneren bir kadın tavrı görürüz:
“– Yagdı’nın annesinin söylediğine! Biz onlar için elimizden geldiği kadar durmadan çalışıyoruz. Yakınlarda bütün kolhoz toplanıp, sıcak tutacak giyecekler toplayıp, onlar için gönderdik. Sen oğlunu kaygı çekme, oğluna soğuk işlemesinin imkânı yoktur. Boş ver de sen, anne, yumuşak yünlerinden eğir de dolak[14 - Tozluk yerine ayak bileğinden dize kadar bacaklara dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası] doku, ben de ellik, çorap öreyim. Öyle, anne bir çıkın gönderelim.” (Camal)
Bütün bu örneklerde de görüldüğü gibi A.Durduyev’in hikâyelerinde yeni sisteme entegre olacak bir kadın tipi örnek olaylar üzerinden idealleştirilmiştir. Bu kadın tipinin özellikleri şöyle özetlenebilir:
* En kötü durumlarda bile umutsuzluğa kapılmamalıdır.
* Çözümü başkalarından aramak yerine öncelikle kendi elinden geleni yapmalıdır.
* Başına gelenlerden dolayı daima başkalarını suçlamak yerine kendi “tepkisizliği”ni de eleştirmelidir.
* Karşısındaki annesi-babası veya kocası da olsa, “tembelliğe ve haksızlığa” müsamaha göstermemelidir.
Köylü Hayatı
Agahan Durdıyev’in hikâyeciliğinde köy hayatının özel bir yeri olduğu, ilk okumalardan hemen anlaşılabilir.
“Hayal Deryasında”, “Camal”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Hastalığın Sorun Değil”, “Gurban”, “Meleguş”, “Annagül Hak-Hukukun Üstünde”, “Vatansever Çobanlar” ve daha birçok hikâye doğrudan köy konusunu ele alır.
Agahan Durdıyev’in hikâyelerinde, köylü hayatı temel olarak eski-yeni çatışmasıyla verilir. Bir yanda eskiyi temsil eden köylüler diğer yandan da yeniyi temsil eden örnek ve mücadeleci gençler vardır.
“Hastalığın Sorun Değil” adı hikâyedeki tembel köylü, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” hikâyesindeki anne, “Gurban” hikâyesindeki zengin aile, “Annagül Hak-Hukukun Üstünde” hikâyesindeki Geldi Ağa, “Hayal Deryasında” hikâyesindeki “Garrı Ağa(Yaşlı Amca), “Han Küyli” hikâyesindeki tembel kahraman, köy hayatındaki eski yeni çatışmasında eskiyi, olumsuzu temsil ederler.
Yine; “Hastalığın Sorun Değil” adı hikâyedeki dürüst, çalışkan ve cesur kadın, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” hikâyesindeki Akca, “Gurban” hikâyesindeki önceleri hizmetçi olarak ezilen sonra da kolhozda gayretle çalışan Gurban, “Annagül Hak-Hukukun Üstünde” hikâyesindeki Geldi Ağa’nın hanımı, “Han Küyli” hikâyesindeki çalışkan kadın ve diğer kolhozcular, köy hayatındaki eski yeni çatışmasında yeniyi, olumluyu temsil ederler.
Hikâyelerde köylünün bir dönem içerisinde bulunduğu fakirlik, A. Durdıyev tarafından bazı hikâyelerde bütün gerçek ve yalın hâliyle yansıtılır.
“Evin içinde kürküne sarılıp, tatlı bir uyku uyuyan Muhammet, gürültüden uyanıp miskin gözlerini aniden açtı. Taş atsan durmayacak kadar evin delik deşik açık yerlerinden buz gibi soğuk geçiyordu, çatı örtüsü ise pat-pat ses çıkartarak iplerini kopartıp uçup gidecek gibiydi. Muhammet:
– Aman Allah’ım, bu gece amansız ve zorlu bir gece olacağa benziyor! diyerek, üstüne kürkünü alıp, ayakkabılarını giyip dönüp dışarıya çıktı. Ayazın tesirinden ayakları sertleşmiş, parça parça yarılmıştı. Ayaz onun dişlerini şakırdatmış, etinden geçip kemiklerine kadar işlemişti.” (Meleguş)
Bütün fakirliğe rağmen köylüler, kendilerine hayatları içerisinde bir meşgale bulur. Türkmen köylüsünün at yarışı merakı da bunlardan birisidir. A. Durduyev, Türkmen köylüsünün at sevgisi ve at yarışı merakını ayrıntılı bir şekilde tasvir eder:
“Aniden Muhammet arkadaşlarına:
– Atınızı çıkartın!diyerek yüksek sesle çağırdı. Muhammet Meleguş’un üstüne binip, topluluğun ortasından birkaç ayak hareketi yaptırarak, oynatmaya başladı. Bunu insanlar görüp, Meleguş’un heybetli haline hayranlıkla bakıyordu. Bütün halkın sevgisi ve ilgi dolu bakışları, Meleguş’un üstündeydi. Daha kötüsü de, topluluğun çoğu atı izleyerek, “Bu at benim olsaydı!” diye içlerinden geçiriyordu. Meleguş’u, buraya kadar bütün memlekette ün kazanan diğer kara(güçlü) atların yanına gönderdiler. Meleguş tüm topluluğun ilgisini çekmişti.” (Meleguş)
Bu at sevgisi ve at yarışı merakı gibi konular, köylülerle ilgili hikâyelere yansıyan en masum unsurlardır denebilir. Birçok hikâyede A.Durdıyev, köylünün cehaletini de en yalın hâliyle tasvir eder.
“Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede on yaşındaki oğluna, türlü hilelerle genç bir kızı gelin alıp ona işkence eden zengin bir köylü kadınının kendisi uyaranlara verdiği cevap dikkat çeker:
“– A gız, Oguldursun, neden gelinini böyle kötü horluyorsun? O da insan çocuğu değil mi?dediklerinde, Oguldursun çenesini şişirip, yukarıya kaldırıp;
– Siz, yüzükaralar! Bilmiyorsunuz. “Gelini baştan, oğlanı yaştan!” demişler. Şu zamanda onu ezmezsem daha sonra o benim oğluma yaramaz, deyip cevap verirdi.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Zalim bir zengin kadın karakteri olan Oguldursun’un “Şu zamanda onu ezmezsem daha sonra o benim oğluma yaramaz.”deyip gelinine türlü işkenceler yaparken dayandığı temel nokta da hikâyede “gelenekler”, yani “eski” anlayış olarak gösteriliyor. Çünkü Oguldursun, yaptığı işkenceleri “Gelini baştan, oğlanı yaştan demişler!” diyerek bir atasözüyle haklı çıkarmaya çalışıyor.
Hikâyelerde köy hayatına yönelik olumsuz unsurlar olarak “dedikodu”, “ön yargı ile kınama”, kız çocuklarına baskı, varlıklı insanların köylülere zulüm etmesi gibi durumlar da dikkat çeker.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde eski-yeni durum tasviri olarak “Hayal Deryasında” adlı hikâye dikkat çeker. Garrı Aga (Yaşlı Amca) rüyasında şehre gider. Devrim sonrasında şehirlerde çok gelişmiş, düzenli bir hayat kurulmuştur. Garrı Aga (Yaşlı Amca) köylü olduğu hâlde traktörü hayal deryasında görür:
“Bir baktı ki, etrafını toz kaplamış… “Allahım, bu ne böyle?” diye tozun yükseldiği tarafa yöneldi, bir tarlada beş-altı tane traktör tarlayı sürüyordu. Yaşlı amca traktörlerin toprağı karıştırmasını hayranlıkla izleyerek, onların yanına tüm içtenliğiyle yaklaştı. Tam o sırada, traktörlerin kumu dökmesini, karıştırmasını şaşkınlıkla izlerken, bir traktör tüm hızıyla kumu ezerek amcanın üzerine doğru geldi ve yaşlı amca bunu görüp: “Kumun altında kalıp helak olmayayım!” diyerek, geriye doğru gitti…” (Hayal Deryasında)
Genel olarak, A.Durdıyev’in hikâyelerinin neredeyse tamamında, köylülerin Devrim sonrası kolhoz hayatına ayak uydurma süreci ele alınır denebilir. Hikâyelerde köylülerle ilgili dikkat çekilen noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:
* Hikâyelere göre, Devrim sonrasında köylüler, eski gelenekleriyle yeni sistem arasında bir bocalama dönemi yaşamışlardır.
* Hikâyelere göre, özellikle zenginler ve mollaişanlar(halkın dinî duygularını sömürenler), köylülere zulmetmişlerdir.
* Bütün bu olumsuzluklar, yeni sistem tarafından köylerde açılan okuma salonları, zenginlerin arazilerinin fakirlere verilmesi ve eğitim girişimiyle aşılmaya çalışılmıştır.
Eğitim
Agahan Durdıyev’in hikâyeleri, 20.yüzyılın ilk yarısında yazılmıştır ve Sovyet rejiminin ilk yıllarındaki eskiyeni çatışmasını ele alır. Hem yazıldığı dönemin özellikleri hem de A. Durdıyev’in ideolojik eğilimi dolayısıyla, bu hikâyelerde eğitim konusu doğrudan veya dolaylı olarak en sık ele alınan konulardan birisi olmuştur.
“Vatansever Çobanlar”, “Hayal Deryasında”, “Camal”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Kartal Pençesinde Bir Güzel”, “Gurban” adlı hikâyelerde özellikle eğitimsizliğin toplumu düşürdüğü durum ve eğitimin gerekliliğine dikkat çekilir.
Hikâyelerde öncelikle Türkmenlerin “eski” eğitimsiz yaşamları sonucunda oluşan âdetlerin toplumu düşürdüğü durum örneklendirilir.
“– Türkmen’in eski âdeti kurusun: Nice gül yüzlü kız ve oğlanların ömürlerini harap ediyorlar, diyorlardı.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, yazar, önce durum tespiti yapıyor. “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede Akcamal’ın başına gelenler, zenginlerle “işan”ların yaptığı haksızlıklar, köylünün dedikoduları eğitimsizliğin toplumu getirdiği durumun birer göstergesidir.
Yine “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” adlı hikâyede, annenin kızına karşı tavrı ve çelişkili tutumunun temel nedeni de eğitimsizliktir.
“Gurban” adlı hikâyede de, bir zenginin evinde hizmetçi olarak çalışan ve sadece kendi içinden söylenmekten başka tepki gösteremeyen kahramanın kendini savunamamasının sebebi de eğitimden yoksun olmaktır.
Eğitimsizliğin sonuçlarını hâl-hareketlerine en güzel yansıtan hikâye kahramanlarından birisi “Han Küyli” adlı hikâyedeki Yaşlı amcadır.
“Yüksekliği on katlı olan, kırmızı, mavi ve beyaz renkli evlerin balkonlarına güneş ışığı vuruyor, güneş ışığı Yaşlı amcanın gözünü kamaştırıyordu. Caddelerin hepsi ağaç parkelerden yapılmış ve tertemiz olduğu için insan tükürmeye bile kıyamıyordu. Daha da ilgi çekici olan ise, cadde üzerinde yürüyen, üniversitenin yüksek sınıflarında okuyan öğrenciler elleri eğri sopalı, ayaklarında ise sivri uçlu ayakkabılar, boyunlarında kravatları olan, gözleri gözlüklü, kucağı kitap dolu olup, bir birleriyle sohbet ederek, okullarına gidiyorlardı.” (Hayal Deryasında)
Yaşlı amcanın şehir hayatını görünce heveslenmesi, ne yapacağını şaşırması, okula giden üniversitelilere şaşkınlıkla bakması da eğitimsizliğin bir sonucudur.
Yaşlı amca öğrencilere heveslenmekle kalmaz, eğitim-silik sonucunda hayatını boşa geçirdiğini düşünür:
“Yaşlı amca tam yürümeye başlamıştı ki, kulağına bülbülün ötmesi gibi bir ses geldi ve o an durdu. Bir baktı ki; sokakların ortasını tutup gelen, başı-sonu tükenmeyen, boynunda kırmızı şallı, siyah gözlü erkek ve kızlar, ellerinde kırmızı bayraklarıyla kırmızı ateş misali, çeşitli şarkılar söyleyerek, davullar çalarak, sokakları neşelendiryordu. Yaşlı amca bunları görerek kendi hayatının büyük bir kısmını boş geçirdiğini hatırlayarak, narin gönlünü incitti, üzüldü. Yaşlı amca caddelerin eğlenceli şeylerini izleyerek bir hayli eğlendi…” (Hayal Deryasında)
A.Durdıyev’in hikâyelerinde, okulda verilen örgün eğitimin yanında kolhoz hayatında, askeriyede verilen eğitim de ele alınır.
“Camal” adlı hikâyede, kolhoz hayatında verilen eğitimin en güzel örnekleri verilir. Bilinçli kolhoz kadını Camal, daima öğenme azmi açerisindedir:
“İşte, on dakika geçtikten sonra başı kızıl yağlıklı traktörcü giyimini giyen Camal:
– Vah kaynanam, seni çok beklettim, deyip, gülerek eve girdi. Camal yemeğin başında kaynanasına haber anlatmaya başladı:
– Ben traktör sürmeyi iyi öğrendim. Kursta benimle birlikte okuyan kızlardan iyi sürüyorum.
– İyi öğren, gelinim, faydalı işi öğrenmek gerek, deyip kaynanası uzundan nefes alıp yüzünü aşağıya eğdi.” (Camal)
Hikâyenin kahramanı olan Camal, yeni Sovyet rejiminin hedef gösterdiği kolhozcu kadın tipidir. Eşi “vatan” uğruna cephede iken bile telaşlanmak yerine yeni şeyler öğrenmek için kurslara gider. Onun bu eğitime açık tavrı da, aslında geleneksel bir kadın tipi olan kaynanası tarafından takdir edilir.
Hikâyelerde dikkat çekilen ve örneklendirilen bir başka eğitim ortamı da askerî eğitimdir. İdealleştirilen yeni insan tipinde, duruma göre yeri geldiğinde her türlü eğitimi alıp, yeni rejimin ihtiyacı olan sahalarda görev almaya istekli vatandaşlar dikkat çeker.
“Bizim Taburumuz Hazır” adlı hikâyede askerî eğitimin en güzel örneği, Hocamberdi karakteriyle verilir. Hocamberdi, daha önce hiç askerî eğitim almamış birisidir. Bu, arkadaşları tarafından bile tuhaf karşılanır:
“Bazı övünmeyi seven yoldaşları:
– Şimdi bizim hiçbir şey bilmeyen ile ders görmemiz oluyor mu? İşte, Hocamberdi sağını solunu bilmiyor, deyip Hocamberdi’ye sataşıyorlardı. Bu sözden dolayı Hocamberdi’nin yüzü kızarırdı.
O, yoldaşlarına:
– Yoldaşlar, bilmemek ayıp değil, bilip de bilmeyene öğretmemek ayıp. Nasıl yürüneceğini gösterip öğretseniz de ondan sonra yapamazsam, bana sataşabilirsiniz, derdi.” (Bizim Taburumuz Hazır)
Yeni rejim, bölgede topyekun bir eğitim seferliği başlatmıştır ve Hocamberdi de bu girişime “Yoldaşlar, bilmemek ayıp değil, bilip de bilmeyene öğretmemek ayıp.”sözleriyle destek olur.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde eğitim ile ilgili hususları şöyle özetleyebiliriz:
* A.Durdıyev’in hikâyelerinde eğitim ile ilgili hususlar; öncelikle “eğitimsizliğin” insanları düşürdüğü durumun tespitiyle yer alır.
* Toplumun düştüğü bütün olumsuz durumlar, “eski-yeni” tartışması çerçevesinde “eğitimsizliğe” bağlanır.
* Hikâyelerde, kahramanların başından geçen olaylar üzerinden lise, üniversite eğitimi özendirilir.
* Hikâyelerde, sadece lise ve üniversite eğitimi gibi örgün eğitim unsurları değil, aynı zamanda kolhoz hayatında ve askerî ortamlarda verilen eğitim de özendirilir.
Vatan Sevgisi
Agahan Durdıyev’in hikâyelerinin yazıldığı dönem Sovyet rejiminin, iki dünya savaşı arasındaki zorlu ve çalkantılı dönemde, yeni düzen kurmaya çalışır iken aynı zamanda kendi içerisinde bir “vatan” algısı oluşturmaya başladığı dönemdir.
Kastedilen “vatan”anlayışı, Sovyetler Birliği’nin hükmettiği tüm bölgelerde, yerel kimliklerin ön plana çıkartılmadığı, her türlü kimlikten ötede “Sovyet vatandaşlığı” kimliğinin kabul gördüğü bir “vatan” anlayışıdır. Ve bu anlayışın koruyucusu “Parti”dir. Bu çerçevede oluşturulmaya çalışılan edebiyat da “Parti edebiyatı”dır.
Bu durum Lenin tarafından şu şekilde belirtilir:
“Edebiyat bugün, hem de ‘yasal olarak’, onda dokuzuyla bir Parti edebiyatı olabilir. Edebiyat, bir Parti edebiyatı olmalıdır. Sosyalist proletarya, burjuva geleneklerinin, patronun sözünden çıkmayan, paragöz burjuva basınının, edebiyatta yükselme tutkusunun ve burjuva bireyciliğinin, ‘derebeyi anarşizminin’ ve çıkar düşkünlüğünün karşısında, bir Parti edebiyatı ilkesini salık vermeli, bu ilkeyi geliştirmeli ve olabildiğince kapsamlı ve eksiksiz bir biçimde uygulamalıdır.”[15 - V.İ. Lenin, (2008), Edebiyat ve Sanat Üzerine, (Çev.: Elif Aksu), İstanbul, Payel Yayınları, S. 29.]
Lenin’in bu görüşleri doğrultusunda bir edebiyat oluşturmaya başlayan dönemin yazarları, bu doğrultuda eserler verirler. Bu yazarlardan birisi olan Agahan Durdıyev de doğrudan veya dolaylı olarak, bütün hikâyelerinde, yeni vatan anlayışını ele alan eserler kaleme almıştır.
“Vatansever Çobanlar”, “Camal”, “Bizim Taburumuz Hazır” adlı hikâyeler, doğrudan vatan sevgisinin ele alındığı eserlerdir.
“Camal” adlı hikâyede örnek bir kolhoz kadını olan ve cephedeki kocasını metanetle bekleyen aynı zamanda da çalışkanlığı elden bırakmayan Camal adlı gelin, eşinin resmine bakarak şöyle seslenir:
“Birden, aynanın yukarısında duran askerî giyimli resme gözü ilişti. Resmi eline alıp: “Vatanımızın bekçisi sevgili yiğit, aramız uzak olsa da, yüreğimiz birdir. Siz cephede iseniz, biz cephe gerisinde, iş cephesindeyiz. Ama, sen niçin benim yazdığım mektuba cevap yazmıyorsun, yoksa vaktin mi yok?” deyip, Camal güya kendi sevgilisi ile konuşuyormuş gibi yaptı.” (Camal)
Camal’e göre cephede olanların yakınları, yine kendilerini cephede hissederek çalışmalıdır. Hasret çekseler de kaygı içerisnde olsalar da bu duygular onları metanetten ve kolhozdaki işlerden alıkoymamalıdır.
Yine Camal, oğlu için kaygılanan kaynanasına şöyle seslenir:
“– Rahat olmak gerek, kaynana! Oğlundan mektup da gelir haber de… Oğlun cani düşmanları yok ettiği zaman, sen onun arkasında dağ gibi durmalısın. Ana-babalarımız yurdumuzu alacak olan düşman ile kadın-erkek demeden ellerinde kırkılıkla[16 - Kırpma makası] savaşmışlar, düşmanlarını yenmişler. Biz onlardan daha aşağı mıyız? Biz onların nesliyiz sonuçta! Onların ellerinde kırkılık varsa, bizde su gibi[17 - “İyi vuran silah” anlamında bir deyim.] silahlar var, deyip kaynanasını tekrar tekrar anlattı.” (Camal)
Camal bir kadın olduğu hâlde “vatan” söz konusu olduğunda bahane bulmaya çalışmaz. Tam tersine elinden geldiğince cephedekilere destek verir, hatta kendisine sıra geldiğinde, tam “ideal bir kolhoz kadını” olarak “kılıcı tüfeği takıp” intikam alır.
“– Yagdı’nın anası, daha cesur ol! Eğer böyle bir bahtsız kötü olay olmuşsa da oğlunun arkasındakiler perişan olmaz. Ben senin oğlun da kızın da gelinin de olurum. Ben onun kılıcı ile tüfeğini takıp düşmandan intikam alacağıma sana söz veriyorum. Ben şimdi kolhoz başkanının yanına gidip onun ile bu haberi iyice araştırayım, deyip Camal evden fırlayıp çıktı.” (Camal)
A.Durdiyev’in hikâyelerindeki kahramanların, bu cesurca ve girişimci tavrı gösterebilmeleri için “erkek” olmasına gerek olmadığı için “asker” olmasına da gerek yoktur. Savaş zamanına kadar eline silah almamış, askerlikten hiç anlamayan kahramanlar da kendilerine vazife düşünce cesaretle “vatan” savunmasına gitmelidir. “Bizim Taburmuz Hazır” adlı hikâyenin örnek kahramanı olan Hocamberdi de kendisine askerlikten anlamadığını söyelen eşine şu şekilde seslenir:
“– Okurum, öğrenirim, hanım can, yoksa hiçkimse anasından kumandan olarak doğmuyor! Harp okullarında okuyup öğrenip komutan oluyorlar, deyip yemeğine başladı.” (Bizim Taburmuz Hazır)
Burada da görüldüğü gibi, A.Durdıyev’in hikâyelerinde özellikle “asker olmayanların da ellerinden geldiğince vatan için çalışabileceği” hususu vurgulanır. “Vatansever Çobanlar” adlı hikâye bu durumun en güzel örneklendirildiği hikâyedir.
Hikâyede Andriyanov ve Fomin adlı iki çoban kahraman, yazara göre, “vatan sevgisi”nin en güzel temsilcileridir. Bu iki kahraman, çoban oldukları hâlde daima okuyup tartışıp kendilerini geliştirirler ve aynı zamanda vatanları tehlikeye düşünce de anlık karar alma kabiliyetleriyle devreye girerler.
“Andriyanov, durduğu yerden atına binip yakındaki Kızıl Ordu bölüğüne haber vermek için atını sürdü.
İşte, bir anda kıdemli teğmen Belozyarov’un bölüğünün yetip gelen askerleri göründü. O anda Almanların paraşütçüleri birbirine haber verip düzlüğün ortasına toplandılar. Birden Belozyarov’un askerleri atlarını sürüp yıldız gibi kayıp geldiler. Kızıl askerler derhal düşmanın etrafını çevirdi ve düşmanın birini bile ellerinden kaçırmadan yok ettiler.
Kıdemli teğmen, o çobanların yanına gelip;
– Sağ olun, bizim vatansever çobanlarımız. Siz bizim mukaddes vatanımızı katil faşistlerden korumaya yardım ettiniz. Her zaman yardım edin, dedi ve iki çobanın elini sıkıp gitti.
Çobanlar Kızıl askerlere büyük yardım ettiklerine ve kolhozun yerini düşmandan temizlediklerine memnun olup, mallarını sürüp obaya gittiler…” (Vatansever Çobanlar)
Hikâyede çobanların, yazarın tabiriyle “mukaddes vatan”ın kurtulmasında devreye girip başarılı olabilmesi, onların okudukları kitaplar sayesinde olur.
“Camal” adlı hikâyede cepheden yeni gelen Yagdı, Rostovı’da “faşist” askerleri nasıl darmadağın edip kovaladıklarını anlatırken karısı Camal hemen yerinden fırlar! Ayakkabısını hızlıca giydiğini görünce, cepheden yeni gelen kocası ona nereye gittiğini sorar. Aldığı cevap tam bir “vatansever kolhoz kadını”nın vereceği cevaptır:
“– Görmüyor musun, ben traktörcüyüm, siz halkları kurtarmak cephesindesiniz biz geri cephede! Kolhozumuzun baharlık tarlalarının neredeyse hepsini ben sürdüm. Şimdi de yazlık yerleri süreceğim. Kolhozumuz bu yıl dört yüz hektar buğday ekti. Bizim sürdüğümüz her bir yere düşen tohumlarımız, düşmana gülle olup değer, dedikten sonra Yagdı:
– İşte sen benim gerçek yüreğim oldun!deyip güldü.
Camal:
– Maksat bir olduktan sonra yürek mecbur bir olmalı sonunda!deyip çıkıp gitti.” (Camal)
Bu diyalog aslında, A. Durdıyev’in genel olarak da Sovyet dönemi edebiyatının “kanon” anlayışını en iyi yansıtan hikâye diyaloglarındandır. Özellikle “…ben traktörcüyüm, siz halkları kurtarmak cephesindesiniz biz geri cephede!” sözü savaş dönemini ele alan tüm hikâyelerin özeti sayılır. Burada verilen “ön cephe” ve “geri cephe” kavramları, ağır bir savaş psikolojisine girmiş olan dönem edebiyatının en çok vurgulanan unsurlarıdır. Çünkü cephe gerisinde ekilen her tohum, hikâyedeki tabirle “…düşmana gülle olup değer…”.
Burada bir diğer çarpıcı husus da “Maksat bir olduktan sonra yürek mecbur bir olmalı!” cümlesinin içerdiği mânâdır. Bu durum, Sovyet dönemi edebiyatının bütün insani ilişkileri “vatan sevgisi” etrafında değerlendirdiğinin en güzel örneklerinden birisidir. A. Durdıyev’in hikâye kahramanlarına göre, aşk da emek de çalışma da mutluluk da ancak “vatana hizmet etme gayesi” etrafında anlam kazanır.
İşte bu yüzden “Hastalığın Kabul Değil” adlı hikâyedeki ailenin mutlu olması, “bahane kabul edilmeden kolhozun işlerine sıkı sıkıya bağlı olmaya” bağlıdır. “Han Köylü” adlı hikâyedeki aile, ancak tam anlamıyla “vatan için çalışıldığında” mutlu sona ulaşır.
Hikâyelerde vurgulanan bir diğer husus da “sosyalist düzen ile şekillenen vatan”ın bütün kurumlarının, yeri geldiğinde anne-babadan ve kardeşten daha ileri tutulması gerektiğidir. “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede toplumdaki zenginler ve dini duyguları sömürenler tarafından tuzağa düşürülüp on yaşında bir çocukla evlendirilen ve Oguldursun adlı kötü kalpli bir kadının acımasız muamelesine maruz kalan Akcamal’ın imdadına ailesi değil devlet yetişir:
“– Söyle, kardeş, bizden çekinme! dediklerinden sonra Akcamal, o ağır günleri düşündüğü zaman: “Anne babamdan, kardeşimden üstün olan şu iki adam benim vekilim.”deyip, gözünden yaşları döküp, çektiklerini anlatmaya başladı:” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
İşte bu yüzdendir ki A. Durdıyev’in hikâyelerinde “Sovyet vatanı aileden önce gelmelidir.”mesajı sıkça verilir.
Bütün bu örneklerden hareketle A. Durdıyev’in hikâyelerinde “vatan” konusuyla ilgili olarak öne çıkan unsurları şöyle özetleyebiliriz:
* Hikâyelerde “vatan” konusu, doğrudan veya dolaylı olarak en çok ele alınan konuların başında gelmektedir.
* Hikâyelerde kastedilen vatan, “Sosyalist rejimin hâkim olduğu Sovyet vatanı”dır.
* Hikâyelerin tamamına yakınında “Vatanını sevmek çalışmakla olur.” mesajı verilir.
* Hikâyelerde “cephe” ve “cephe gerisi” kavramları ön plandadır. Cephedekiler canını ortaya koyar iken cephe gerisindekiler, metanetli olmalı ve “ektikleri her tohumun düşmana gülle olarak yağdığının” bilincinde olmalıdır.
* Özellikle vatan sevgisi taşıyan kadınlar, vatan için çalışmayan kişi kocası bile olsa taviz göstermemeli ve cesaretle karşısına dikilmelidir.
* Hikâyelere hâkim olan düşünceye göre, vatan ve vatanın kurumları, yeri geldiğinde anne-babadan ve kardeşten üstün sayılmalıdır.
ŞAHISLAR
Agahan Durdıyev’in hikâyelerinde şahıslar ya Sovyet ideolojisinin olumlu yönlerini temsil eden “ideal karakterler” ya da rejimin farklı yönlerden düşmanı sayılan “olumsuz karakter”lerdir.
Bunların dışında hikâyelere yansıyan bir üçüncü şahıs tipi de “olumsuzdan olumluya” bir “değişim süreci içerisinde” olan şahıslardır.
Yazar, şahısları her yönüyle ayrıntılı olarak tanıtmaz. A.Durdıyev’in hikâyeleri “konu” ve “mesaj” temelli eserler olduğu için, şahıslar sadece verilecek olan mesaj için gerektiği kadarıyla tanıtılır.
“İdealleştirilen şahıslar” A.Durdıyev’in eserlerindeki şahıslar arasında en çok dikkat çeken, en çok yer verilen şahıs grubunu teşkil eder. Hemen her eserde bir veya iki “ideal şahıs” yer alır. Bu ideal şahıslar hikâyelerde alacakları görevlere ve temsil edecekleri “olumlu” özelliklere uygun olarak fizikî açıdan da olumlu yönleriyle tanıtılır:
“Kolhozun stahanovçı[18 - SSCB döneminde 1935’te üretimi ve işçilerin çalışma verimini artırmak için desteklenen hareketin adı.]sı Camal orta boylu, iyi yürekli, etli-kanlı, bileği güçlü bir gelindi.” (Camal)
Olumlu özelliklere sahip şahıslar içerisinde önemli bir yere sahip olan Camal, bütün bu sayılan “iyi yürekli, etli-kanlı, bileği güçlü” gibi özelliklerden beklendiği şekilde gayretli ve çalışkan bir kohoz kadınıdır. Bir ideal kadın tipi olarak cephedeki kocasını hasretle beklerken kolhozun tarlalarını sürer, eker, aynı zamnda kaynanasını teskin eder:
“Yakınlarda bütün kolhoz toplanıp, sıcak tutacak giyecekler toplayıp, onlar için gönderdik. Sen oğlunu kaygı çekme, oğluna soğuk işlemesinin imkânı yoktur. Boş ver de sen, anne, yumuşak yünlerinden eğir de dolak[19 - Tozluk yerine ayak bileğinden dize kadar bacaklara dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası] doku, ben de ellik, çorap öreyim. Öyle, anne bir çıkın gönderelim.” (Camal)
İdealleştirilen şahıs Camal ev kadınıdır, çiftçidir, traktörcüdür, yeri geldiğinde de en ilkel silahlarla olsa bile eline aldığı her şeyle “vatan” savunması yapabilecek yürekli birisidir.
“Vatansever Çobanlar” adlı hikâyede de idealleştirilen şahıslar “Andriyanov” ve “Fomin” adlı iki çobandır. Onlar, sadece mesleklerinin gereği ve kolhozdaki görevleri olan hayvan otlatıcılığını iyi yapmakla kalmaz aynı zamanda okuyup okudukları eserler üzerinde tartışan karakterlerdir.
Yazar, bu şahısları okuyucuya şöyle tanıtır:
“Andriyanov ile Fomin yoldaşların ikisi de çoban idiler. Onlar çoban da olsalar, anlayışlı, akıllı çoban idiler. Onlar akşamları obaya döndüklerinde çay çöreklerini yiyip, hemen kolhozun okuma yerine giderlerdi. Okuma yerine gelen taze gazetelerden birini kaçırmadan okuyorlardı. Bunun dışında da bu ikinci kolhozun kütüphanesinden ilginç kitapları alıp, ertesi gün mallara baktıkları yerlerde okuyorlardı.
Okudukları kitapların içinde ne anlatıldığıyla ilgili de birbirleriyle sohbet ederlerdi. Böylece onlar, birçok kitap okudular. Hangi kitap hakkında konuşsalar, onun içindeki kahramanları beş parmakları gibi bilirlerdi. O hâlde bu iki çoban, obanın ileri gelen okumuş kişilerinden aşağı değildi.
Bu iki çobanın birisi kolhozun sığırına bakıyordu, diğeri de kolhozun atlarına bakıyordu. Kolhozun sığırına bakan Fomin’di. O, kısa boylu, yuvarlak yüzlü, mavi gözleri parlayan bir yiğitti. O, ne söylese hızlı konuşurdu. Bu özellik onun doğal hâliydi.
Atlara bakan Andriyanov’du. Andriyanov ise uzun boylu, yagnas, kırmızı yüzlü bir yiğitti. Onun, Fomin’e bakarak uyanıklığı yoktu, yüreği yüzünden okunurdu. Ne iş yapsa, açıktan yapardı. Haksız şeye asla saygı göstermezdi.” (Vatansever Çobanlar)
Bu cümlelerden de anlaşıldığı gibi A.Durdıyev’in ideal kahramanı haksızlığa tahammül etmemeli, çok okumalı, kolhozuna faydalı olmalıdır.
Olumlu şahıslarda aranan bir diğer özellik de gerektiği zaman cesaretle “vatan” için cepheye koşmaktır. “Camal” adlı hikâyedeki Yagdı, “Vatansever Çobanlar”daki Andriyanov ve Fomin, “Han Küyli” hikâyesindeki savaşta yaralanmasına rağmen hâlen kolhozun işlerinde koşturanlar bu şahıslara örnek olarak gösterilebilir.
Agahan Durdiyev’in olumlu şahısları içerisinde “idealleştirilmiş kolhoz kadını” tipi ayrı bir yer tutar. “Akcamal”, “Akca”, “Camal” gibi kadın karakterler, cesaretleriyle, görev bilinçleriyle, haksızlığa karşı durmalarıyla, cephe gerisindeki metin duruşları ve gayretleriyle, eski inanış ve zararlı geleneklere cesaretle karşı duruşlarıyla idealleştirilirler.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde “olumsuz kişiler”; kolhozun işinden kaçan “yalta”lar yani tembeller, toplumu elbirliğiyle sömüren zenginler, dini duyguları sömüren “molla”lar, hırsızlar, kızlarına zulmeden ve eve kapatan aileler, emirleri altında hizmetçi çalıştıran ve onlara zulmedenlerdir.
Nasıl ki olumlu kişiler anlatılırken, hikâyede o kişiye verilen olumlu özellik ve harekete uygun olan olumlu fiziksel tasvirler yapılıyorsa, aynı şekilde olumsuz şahıslar anlatılırken de onların fiziksel olarak olumsuz tasvir edildiğini görüyoruz.
Bu durumun en güzel örneğini “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyedeki acımasız kaynana rolündeki Oguldursun karakterinde görüyoruz:
“Oguldursun şişman, ak düşen saçları kabarıp duran, yüzü uğursuz bir kadındı. Onun gölgesini gören obanın erkek çocukları korkudan kaçarlardı. Oguldursun’un bazen obanın ortasında lafına sözüne âhenk verip, patır pıtır yürüyüp geldiğini gören adamlar laf edip:
– Vay! Oguldursun’un siniri nedir? Şuna bir adamın işi düşmesin!derlerdi.
Başkaları:
– Oguldursun o cüssesi ile, nasıl kapısından içeri girebiliyor ki?deyip gülüşürlerdi.
Başka kadınlar ise;
– Utanmaz Oguldursun, zenginliğinin arkasından kaygısız endişesiz, gövdesine et yığmıştır, kız!deyip konuşurlardı.
…
Oguldursun’un nasıl uğursuz, kötü kadın olduğunu bütün obalar bilirdi.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Görüldüğü gibi “gövdesine et yığmış şişman, ak düşmüş saçları kabarıp duran, obanın ortasında patır patır yürüyen” gibi olumsuz özelliklerle nitendirilen Oguldursun, aynı zamnda da “zengin”dir. Hikâyenin yazıldığı dönemlerde “zenginlik” tek başına bir “olumsuz” özellik olabilmektedir. Bütün bu özellikleriyle Oguldursun’a hikâyede biçilen rol, acımasız ve utanmaz olmaktır.
Yine Oguldursun, olumsuz fiziksel özelliklerinin yanında başkalarına karşı acımasız olması, onların sırtından geçinmesiyle de tasvir edilir:
“Bazı işçileri ise gizlice kapısında saklayıp, hizmetini ettirip, emeğinin karşılığını tam vermeyip, incitici sözleriyle onları bırakırdı.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Aynı olumsuz özellikler, Oguldursun’un kocası İtalmaz için de geçerlidir.
“Oguldursun’un kocası İtalmaz çok zengin olup, yoksul işçilerin gücünden faydalanmaya devam ettiği için hem de kaçakçılar ile bağlantı kurması sebebiyle, Şûra hükümeti tarafından tutulup sekiz yıl sürgün edilmişti. İtalmaz Bay, iki yıl sürgünde olup, son olarak “Öldü!” diye bir haber işitilmişti. İtalmaz’ın arkasında yedi yaşında bir oğlu kalmış, babasının servetine de annesi ile oğlu sahip olmuştu.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
“İtalmaz” gibi haksız yollardan zengin olmuş olumsuz şahıslar, hikâyelerin sonunda mutlaka cezalandırılır. Nitekim İtalmaz’ın da “Öldü” diye haberi gelir.
Hem haksız zengin olup hem de emri altındaki güçsüz emektarlara zulmeden karakterlerden birisi de “Gurban” hikâyesindeki Memmet baydır.
“Gurban gençken, Memmet bay diye bir büyük zengin vardı. Gurban da o zenginin hizmetçisi idi. Memmet bay ve onun karısı Gurban’ı gece gündüz bir yerde oturtmaz, çalıştırırlardı.” (Gurban)
Olumsuz karakterler Memmet bay ve karısı, hatta oğulları bile Gurban’a eziyet ederler. Sadece eziyet etmekle kalmaz, aynı zamanda onu hakaret ve beddualarla da ezerler:
“– Gurban!
– He?
– Hey, varlığın kurusun! Git sığır ahırını temizle!
– Gurban!
– He?
– Merez, git de eşeği suya götür!deyip Mem-met bay Gurban’ı iki yana salardı.” (Gurban)
Hem zengin olup hem de acımasız olan bu karakterlerin bir başka olumsuz özellikleri de istikrarlı bir karakter yapısı sergilemeyip yeri geldiğinde tatlı sözlerini bile birer silah olarak kullanabilmeleridir:
“– Gurban han, seni oğlumdan aşağı görmem. Seni evlendiririm. Üstüne ak ev yaparım. Sana inci gibi düve, koyun, sığır veririm. Sen yine bizim dediğimizi yap ve ne buyursak “buyur” de ve işini yap, deyip Gurban’ı süt gölüne batırırdı.[20 - sakinleştirirdi]
Gurban da zenginin bu sözlerine inanıp, on iki yaşından yirmi beş yaşına kadar onun hizmetçisi olup kapısında dolandı.” (Gurban)
Gurban’a zuleden bu zenginler, onun artık dayanamayacağını anlayınca, onu ellerinden kaçıracaklarını anlayıp yapmacık ve çirkin tavırlarla övgüye başlamaktadırlar.
Bu olumsuz karakterler, sadece bunlarla sınırlı kalmaz. “Annagül Hak-Hukukun Üstünde” adlı hikâyede bu kişiler şu şekilde sıralanmaktadır:
“Yer-su paylaşımıyla ulaşılmak istenen hedef, gücünden faydalanarak haksızlık yapanlara karşı başlatılan mücadelenin bir parçasıydı. Zenginlerin, işan[21 - Molladan sonra gelen din adamı]-mollaların, tefeci-ticaretçilerin, tirekkeş[22 - Bir uyuşturucu müptelası]-kaçakların yer-suları alınıp fakirlere, az yeri olan gariplere verildi.” (Annagül Hak-Hukukun Üstünde)
Burada sıralanan “Zenginler, işan[23 - Molladan sonra gelen din adamı]-mollalar, tefeci-ticaretçiler, tirekkeş[24 - Bir uyuşturucu müptelası]-kaçaklar”, sadece emeği sömürülenlerin değil aynı zamanda yeni kurulmuş olan sosyalist Sovyet rejiminin de düşmanıdırlar ve bütün hikâyelerde bu tip şahıslar cezalandırılır.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde, olumsuz şahıslar tasvir edilirken dikkat çeken bir husus da bu şahısların “isim seçimi”dir. Olumsuz karakter taşıyan şahısların isimleri; “İtalmaz”, “Oguldursun”, “Caytıgül”, “Çişik” gibi ilk algılanışta olumsuz bir izlenim veren isimler olarak seçilmiştir.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde birçok şahıs, hikâyenin seyri içerisinde “değişim süreci”nden geçer. Özellikle de hikâyenin başında “yalta” yani tembel olanlar, hikâye sürecince başlarından geçen olaylardan ders alarak doğru yolu bulurlar.
Bu değişim sürecini en güzel ele alan hikâyelerden birisi “Han Küyli” adlı hikâyedir. Han Küyli başlangıçta, çalışmayan, köyde-pazarda gezen, tembelliği huy edinmiş birisidir. Ne ailesinin ne de kolhozun işlerine bakar.
Han Küyli bir dizi “uyarı” sürecinden geçer. Diğer kolhozcular bile onun bu tembelliğiyle alay ederler. Hanımı bu durumdan rahatsızdır ve defalarca Han Küyli ile tembelliği bırakması konusunda konuşur. Ama o, hanımını dinlemez. Komşusu ona tembellik konusunda bir hikâye anlatır. Daha sonra kolhozun başkanı da onunla bu durumundan rahatsız olduğunu anlatır. Hikâyenin ortasında Han Küyli olumlu yönde değişmeye başlar. Kolhozda bir dizi başarılı işe ele atar ve hikâye sonunda da ödüllendirilir.
“İşte Han böyle çalışıp kendi bölümündeki güçlü üyeler arasına katıldı. Elbette kötülükten iyiliğe geçmek çok zordur. Toplumun seviyesine gelene kadar, biraz iki ayak üstünde gayret göstermek gerekir.
Böylece Büyük Ekim Devrimi’nin 28. yıl bayramı geldi. Bu bayrama adanan toplantıda kolhoz başkanı kolhozculara ödül verme listesini okuduğunda, Ecegül gibi çalışkanlar arasında Han’a da ödül verildi.” (Han Küyli)
Hikâyenin başında yeni düzenin tersine hareket edip sonunda olumlu adımlar atmak durumunda kalan hikâyelerden birisi de “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” adlı hikâyesşndeki eski-yeni çatışması arasında kafası karılşık vaziyette olan, Akca’nın annesidir. Hikâye başında kıznın toplantıya gitmesine izin vermeyen anne, gerek duyduklarının etkisiyle gerekse Akca’nın kararlı cevapları sayesinde izin vermek durumunda kalır.
“Gurban” adlı hikâyede de başlangıçta safça hareket edip zengin tarafından ezilen Gurban adlı genç, sonraları zenginin sürgüne gönderilmesiyle son derece verimli bir insan hâline gelir.
“1929 yılında o zalim zengin, karısıyla sürgüne gönderildi. Gurban ise kolhoza girdi. Şimdi “Taze Durmuş” kolhozunun ekip başı olarak çalışıyor. Onun ekibi her yıl yüksek ürün almakta, kolhoz içerisinde de birinci olmaktadır.
Gurban bütün pamuk işçilerini de kendi ekibine aldı. Bunun için de Gurban’a kolhoz ve hükümet tarafından birkaç kez kıymetli ödüller verildi.
Geçen yıl da Gurban evlendi. Kolhoz ona iyi bir ev yaptı. Gurban, evinin içini gül gibi yaptı. Kapısında ise koyunu, danalı sığırı var. Şimdi Gurban, mutlu bir ömür yaşıyor.” (Gurban)
Önceleri zengin tarafından verilen emirlere söylenerek, hatta lanet okuyarak giden Gurban, hikâye sonundaki kolhoz hayatında, her işi seve seve yapan, hem kendisine hem de çevresine faydalı bir şahıs hâline gelmiştir:
“– Gurban!
– Ey can!Ne iş yapılacak?
– Yapılacak iş şu oğul, Büyük Ekim Bayramı’na bağışlayarak, biz de ak altın[25 - pamuk]ın bol ürününden arkası kesilmez altın kervan düzüp gönderelim!dediğinde, Gurban:
– Başüstüne!deyip yerinden fırlar ve doğru işe gider…”(Gurban)
A.Durdıyev’in hikâyelerinde görülen “olumsuzdan olumluya” doğru bu değişim süreci içerisinde sonunda doğru yola iletilmeyen iki grup insan vardır. Bunlardan birincisi haksız yolla mal varlığını biriktiren zengin, ikincisi ise halkın dinî duygularını sömüren “molla işan”lardır. Bu olumsuz karakterler hikâye sonunda ta sürgüne gönderilir, ya hapse atılır ya da kaçmak zorunda kalırlar.
“Bolşevik Topunun Sesi” adlı hikâyede şehirdeki Bolşevik topu seslerini duyan köylü zenginlerden Nazar Bay, sürekli bir telaşa kapılır. “Annagül Hak Hukukun Üstünde” adlı hikâyede bütün bu olumsuz karakterlerin malına el konur.
“Yer-su paylaşımıyla ulaşılmak istenen hedef, gücünden faydalanarak haksızlık yapanlara karşı başlatılan mücadelenin bir parçasıydı. Zenginlerin, işan[26 - Molladan sonra gelen din adamı]-mollaların, tefeci-ticaretçilerin, tirekkeş[27 - Bir uyuşturucu müptelası]-kaçakların yer-suları alınıp fakirlere, az yeri olan gariplere verildi.” (Annagül Hak-Hukukun Üstünde)
Yine “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede, genç gelinine olmadık zulümler eden Oguldursun, adalet önüne çıkar.
Am bu tip olumsuz karakterler yazarın “olumluya yönelme” inisiyatifinden faydalanamazlar.
Genel olarak şahıslar açısından bakıldığında, A. Durdıyev’in hikâyelerinde üç tip şahıs topluluğu dikkat çeker. Bu aşhısların genel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
Olumlu şahıslar:
* Eski-yeni çatışmasında daima yeninin yanında olmuşlardır.
* Ezilen, özgürlüğü kısıtlanan kadınlar, cesaret ve kararlılıkla haklarını arayıp başarıya ulaşırlar.
* Kadın veya erkek kahramanlar kolhoz içerisinde verimlidirler. Her türlü işte birbiriyle rekabet ederler.
* Kolhozun istediği kadın-erkek tipinin özelliklerini taşıyanlar, hikâye sonunda mutlaka ödüllendirilirler.
* Yeni Sovyet sisteminde hangi görevde olursa olsun, çobandan kolhoz başkanına kadar herkes sadece kendi işinde çalışmamalı aynı zamanda kendisini geliştirmek için okumalıdır.
Olumsuz şahıslar:
* Fakir halkı sömürenler, güçsüzlere zulmedenler, hakszılıklarla mal biriktiren zenginler ve yeni sitemin getirdiklerine uyum sağlayamayan hatta bu değişikliklere engel olan şahıslar, hikâyelerde yer alan olumsuz şahıslardır.
* Bu olumsuz şahıslar içerisinde, tembellik edip kolhoza destek vermeyen ve eski adetlerin etkisi altında kalan bazı şahıslar, hikâye sürecinde “olumluya” doğru bir geçiş süreci yaşar.
* Ancak zenginler, halkın dinî duygularını sömürenler, fakirlere zulmedenler hikâye sonunda yazar tarafından “olumlu” yöne sevk edilmez. Mutlaka cezalandırılır.
MEKÂN
Agahan Durdıyev’in hikâyelerinde mekân unsuru ayrıntılı tasvirlerle yer almaz. “Konu ve mesaj” ağırlıklı hikâyeler olması nedeniyle, mekân unsuru bütün hikâyelerde geri planda kalmıştır.
Hikâyelerde genel olarak mekân tasvirleri yer almasa da olayın geçtiği yer ile ilgili bilgiler sadece birkaç cümle ile tanımlanır.
“İkisinin yakınlığı uzadı… Şikayetler, Akcamal’ın babasının gelmesiyle kesildi. O küreğini silip evin köşesine koydu ve ocağın başında bağdaş kurup oturdu ve önüne konulan demli çayı içmeye başladı. Evde sohbet yok. Ana kızın yüzleri asık. Kızı dönüp geleli beri babası onun yüzüne bakmadı. Birden kızına gözü ilişti. Gördü ki her zamanki etli kanlı, güzel kız değil.”(Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Hikâyelerdeki mekân ile ilgili kısımlar, genel olarak, yukarıdaki “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâden alınan bölümde olduğu gibi “evin köşesi”, “ocağın başı” gibi birkaç kelimelik tanımlamalarla belirtilmektedir. Bu mekânların ayrıntılı tasviri ise yapılmamaktadır.
Ancak bazı hikâyelerde anlatılmak istenen konu doğrudan mekânla ilgili olduğu zaman, mekân tasvirlerine az da olsa yer verilmektedir.
“Evin içinde kürküne sarılıp, tatlı bir uyku uyuyan Muhammet, gürültüden uyanıp miskin gözlerini aniden açtı. Taş atsan durmayacak kadar evin delik deşik açık yerlerinden buz gibi soğuk geçiyordu, çatı örtüsü ise pat-pat ses çıkartarak iplerini kopartıp uçup gidecek gibiydi. Muhammet:
– Aman Allah’ım, bu gece amansız ve zorlu bir gece olacağa benziyor! diyerek, üstüne kürkünü alıp, ayakkabılarını giyip dönüp dışarıya çıktı. Ayazın tesirinden ayakları sertleşmiş, parça parça yarılmıştı. Ayaz onun dişlerini şakırdatmış, etinden geçip kemiklerine kadar işlemişti.” (Meleguş)
Meleguş adlı hîkaye, kısmen de olsa ayrıntılı sayılabilecek mekân tasvirleri içeren hikâyelerden birisidir. Çünkü yazar dikkat çekmek istediği “fakirlik”, “evsizlik” ve “at sevgisi” kavramlarını daha etkili vermek için mekân tasvirinin bu ayrıntısına ihtiyaç duymaktadır.
Bu durumu örnekleyen nadir hikâyelerden birisi de “Hayal Deryasında” adlı hikâyedir. Hikâyenin konusu doğrudan mekân ileilgili olduğu için kısmî olarak mekân tasvirine yer verilir.
“Yolda giderken caddelere bir göz attı: tramvaylar sıra sıra olmuş, çın-çın ses ediyor, onun etrafında otobüsler karınca gibi o taraftan bu tarafa, bağırarak hareket ediyordu…
Yüksekliği on katlı olan, kırmızı, mavi ve beyaz renkli evlerin balkonlarına güneş ışığı vuruyor, güneş ışığı Yaşlı amcanın gözünü kamaştırıyordu. Caddelerin hepsi ağaç parkelerden yapılmış ve tertemiz olduğu için insan tükürmeye bile kıyamıyordu. Daha da ilgi çekici olan ise, cadde üzerinde yürüyen, üniversitenin yüksek sınıflarında okuyan öğrenciler elleri eğri sopalı, ayaklarında ise sivri uçlu ayakkabılar, boyunlarında kravatları olan, gözleri gözlüklü, kucağı kitap dolu olup, bir birleriyle sohbet ederek, okullarına gidiyorlardı.” (Hayal Deryasında)
Metinde bahsi geçen tramvay, cadde, otobüs gibi mekân unsurları sadece birer kelime ile tanımlanmakta, ayrıntılı tasvire yer verilmemektedir.
Hikâyelerde mekân ile ilgili olarak dikkat çeken bir diğer özellik de, “Aşkabat” gibi belirli yer adlarının genel olarak geçmemesidir. Olaylar genel olarak “herhangi bir köy”, “herhangi bir kolhoz” veya “herhangi bir yer”de geçmektedir.
Sonuç olarak denebilir ki; A. Durdıyev’in hikâyelerinde mekân unsuruna verilmek istenilen mesaja lazım olduğu kadarıyla değinilir. Bunun dışında, özel olarak belirli mekânları ele alan hikâyeler haricinde, ayrıntılı tasvirlere yer verilmez.
ZAMAN
Genel olarak Agahan Durdıyev’in hikâyelerinde, hikâyelerin geçtiği gerçek zamandan bahsedilmez. Tıpkı mekân unsurunda olduğu gibi zaman da genel olarak “herhangi bir zaman”, “herhangi bir sabah”, herhangi bir Ekim Bayramı”dır.
Ancak hikâyelerin yazıldığı ve yayınlandığı dönemler ile ele alınan konuların ve olayların özellikleri bize gerçek zaman ile ilgili fikir verebilir.
Bazı hikâlerin yayınlanma tarihi şöyledir:
“Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” hikâyesi-(“Tokmak”, 1936, No: 5, Mart)
“Camal” hikâyesi -(“Sovet Türkmenistanı”, 1942, 15 Mart)
“Hayal Deyasında” hikâyesi- (“Türkmenistan”, 03.10.1927)
“Meleguş” hikâyesi -(Türkmenistan, 1928,23 Nisan)
“Karatal Pençesinde Bir Güzel” hikâyesi -(1928-1933)
“Hastalığın Sorun Değil” hikâyesi -(“Tokmak”, 1936, No: 12, haziran)
“Annagül Hak Hukukun Üstünde” hikâyesi -(1928-1933)
“Vatansever Çobanlar” hikâyesi -(“Sovet Edebiyatı”, 1941, No:9)
Hikâyelerin tamamına yakınının 20.yüzyılın ilk yarısında yazıldığı ve yayınlandığı görülmektedir.
Ayrıca bütün hikâyelerin konu olarak, sosyalist Sovyet düzeninin toplumsal hayata yayılma ve eski-yeni mücadelesi üzerine kurgulandığı görülmektedir. Bu bilgi de bizi hikâyelerdeki olayların geçtiği zaman hakkında bilgi vermektedir.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/ertugrul-karakus/melegus-69500098/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
Agahan Durdıyev (1982), Han Küyli (Proza Eserlerinin Toplamı), Aşgabat-Türkmenistan, s. 5-6. Ayrıca bkz. “Agahan Durdıyev” Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı-ekitap.kulturturizm. gov.tr(Erişim Tarihi: 02.06.2017)
2
Salim Çonoğlu (2011), “Türkmen Edebiyatı: Onsekizinci Yüzyıldan Bağımsızlık Dönemine”, Türkiyat Araştırmaları, S: 11, s. 339.
3
Kemal Atakay (2004), “Kanon Huzursuzluğu”, Kitap-lık, 68, s.70.
4
V.İ. Lenin (2008), Edebiyat ve Sanat Üzerine, (Çev.: Elif Aksu), İstanbul, Payel Yayınları, s. 33.
5
V.İ. Lenin, age.s. 31.
6
Orazgılıç Çarı (2013), “Rivayetten Realizme Doğru” (Türkçesi: Hüdayi Can), Çağdaş Türkmenistan Öyküsü (Edit.:Hüseyin Su), Ankara, Hece Yayınları, s. 16.
7
Orazgılıç Çarı, age. s. 16.
8
http://www.tdk.gov.tr/ (Erişim Tarihi: 16.03.2018)
9
Tozluk yerine ayak bileğinden dize kadar bacaklara dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası
10
Utanmaz
11
“Kocaman kız olmuşsun” anlamında bir deyim.
12
“Zararı da kârı da senin!” anlamında bir deyim.
13
Eğirmek için taranan yün, pamuk ipi
14
Tozluk yerine ayak bileğinden dize kadar bacaklara dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası
15
V.İ. Lenin, (2008), Edebiyat ve Sanat Üzerine, (Çev.: Elif Aksu), İstanbul, Payel Yayınları, S. 29.
16
Kırpma makası
17
“İyi vuran silah” anlamında bir deyim.
18
SSCB döneminde 1935’te üretimi ve işçilerin çalışma verimini artırmak için desteklenen hareketin adı.
19
Tozluk yerine ayak bileğinden dize kadar bacaklara dolanan ensiz ve uzun kumaş parçası
20
sakinleştirirdi
21
Molladan sonra gelen din adamı
22
Bir uyuşturucu müptelası
23
Molladan sonra gelen din adamı
24
Bir uyuşturucu müptelası
25
pamuk
26
Molladan sonra gelen din adamı
27
Bir uyuşturucu müptelası