Ondan Bundan

Ondan Bundan
Fatih Kerimî

Fatih Kerimî
Ondan Bundan

Ön Söz
19. ve 20. yüzyılda her alanda gelişmelerin yaşandığı Tatar toplumunda dil ve edebiyat meşalesinin taşıyıcısı konumunda olan Fatih Kerimî benimsediği ve izlediği idealleriyle İsmail Gaspıralı Bey’den[1 - “Ceditçilik hareketinin önderi konumundaki isim hiç şüphesiz İsmail Bey Gaspıralı’dır. “Dilde, işte, fikirde birlik” idealiyle yola çıkan Gaspıralı bu uğurda büyük işler başarmış, ömrünü bu uğurda tüketmiş büyük bir fikir adamıdır. Dünya üzerindeki Türklerin bir ve bütünlüğünü arzulayan Gaspıralı amaçlarını gerçekleştirmek için iki faaliyet alanı benimsemiştir: matbuat ve eğitim. Bu amaçla ilk olarak St. Petersburg’da eşinin ziynet ve altınlarını bozdurmak suretiyle eski bir matbaa makinası satın alır. Böylelikle ilk gazete faaliyetlerini gerçekleştirebilecektir. Gaspıralı’nın Tercüman adını verdiği ve iki dilde yayımlanan (Rusça ve Türkçe) gazete 30 yılı aşkın bir süre Türk Dünyasının tamamında okunan önemli bir yayın organı olmuştur. Gazetesinin Türklerin yaşadığı geniş coğrafyalarda okunmasını isteyen Gaspıralı bu amaçla Tercüman’da sadeleştirilmiş bir Osmanlı Türkçesi kullanmıştır. Gaspıralı matbuat faaliyetlerinin yanında cehaletle de mücadele etmeyi gaye edinmiştir. Bu amaçla açtığı ve usul-i cedit adını verdiği okullarda hızlı bir okuma-yazma seferberliği başlatmıştır. Usul-i cedit okullar kısa sürede tüm Türkistan’da yayılmış ve bu alanda önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Fatih Kerimî’nin fikri yapısının şekillenmesinde ilk olarak babası İlman Kerimî’nin ardından da İsmail Gaspıralı’nın etkisi olmuştur. Çocuk yaşlarda medrese tahsili alan Kerimî, ardından Rus mektebine gitmiş ve Batı dünyasına ait edebi eserleri okumuştur. Zeki fakat ekonomik açıdan zorluk yaşayan Türkistanlı ailelerin çocukları İstanbul’a eğitim almak üzere gönderiliyordu. İşte bu çocuklardan biri olan Fatih Kerimî eğitim hayatının önemli bir bölümünü İstanbul’da geçirecekti. Fatih Kerimî’nin fikri yapısının oluşmasında İstanbul’da aldığı eğitimin büyük tesiri olmuştur. Özellikle Ahmed Mithat Efendi, Kerimî’ye önemli ölçüde destek olmuş, Mekteb-i Mülkiye’de eğitim almasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti içindeki edebi, fikri ve siyasi ortamı sonuna kadar teneffüs eden Kerimî, Balkan Savaşı’nın başladığı yıllarda bizzat cepheye giderek olayları izlemiştir. Bu izlenimlerini daha sonra İstanbul Mektupları adıyla neşredecektir. Kerimî eserlerinde sade ve anlaşılır bir İstanbul Türkçesi kullanmıştır. Şüphesiz bu tercihinde İstanbul’da aldığı eğitimin yanı sıra Gaspıralı’nn “Dilde, işde, fikirde birlik” ideallerini benimsemiş bir aydın olması da etkili olmuştur.” (Çakmak 2017: 212-123).] ayrı düşünülemez. Kerimî’nin, Gaspıralı’yla olan münasebeti kendisi henüz çocukken babası Gılman Kerimî etrafında şekillenmiştir. Gaspıralı’nın fikirlerinden büyük ölçüde etkilenen Fatih Kerimî’nin ona olan ilgisi babası tarafından hoş karşılanmamıştır. Ancak Gaspıralı ile tanıştıktan sonra fikirleri olumlu yönde değişen Gılman Kerimî, oğlu Fatih’i Gaspıralı’yı takip etmesi için teşvik etmiştir.
Fatih Kerimî’nin Seçme Eserler (Saylanma Eserler) başlığını taşıyan ve üç hikayeden oluşan eseri 2016 yılında tarafımızca Türkiye Türkçesine aktarılmıştı[2 - Kerimî, Fatih (2016). Mirza Kızı Fatıyma Seçme Eserler (Haz: Dr. Cihan Çakmak), Ankara: Gece Kitaplığı Yayınları.]. Söz konusu aktarmada M. Gaynetdinov’un Kiril harfli Kazan-Tatar nüshasıyla yazdığı metin kullanılmıştır[3 - Kerimî, Fatih (1996). Hıyalmı Hakıykatmi, Morza Kızı Fatıyma: Saylanma Eserler, Kazan: Tataristan Kitap Neşriyatı, s. 118-148.]. Elinizdeki kitap ise Prof. Dr. Fatma ÖZKAN’ın danışmanlığını yaptığı ve 2014 yılında tamamlanan Doktora tezinde yer alan “Ondan Bundan”[4 - Eserin orijinal adı Tatar Türkçesinde Andan Bundan’dır.] adlı eserin Türkiye Türkçesine aktarımından oluşmaktadır[5 - Çakmak, Cihan (2014). Fatih Kerimî’nin Hıyal Mı? Hakıykat Mi? ve Andan Bundan Eserleri Üzerinde Dil ve Üslup İncelemesi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.].
Fatih Kerimî’nin Ondan Bundan adlı kitabı yazarın eserinin Önsöz’ünde belirttiği gibi 1904 yılında Şark-ı Rus gazetesinde “kalem” imzasıyla yazdığı yazılardan oluşmaktadır[6 - “1904 senesi Tiflis’te neşredilen, merhum, Şark-ı Rus gazetesine “kalem” imzasıyla birkaç makale yazmıştım. Gerçi hiçbirinde kendi ismim yazılmamış ise de bu hususta bazı dostlarımdan mektuplar aldım: “Şark-ı Rus kalem imzasıyla toplanan makaleler senin yazıların olsa gerektir, biz bunu kokusundan sezdik, lakin muntazam surette hepsini de okuyamadık, eğer kendinde müsveddeleri var ise bunların hepsini birlikte bastırıp neşrederseniz güzel olur idi” diyorlar. Yazdığım mektupların bazı yerlerinden nüsha (kopya) almak âdetim olduğundan bende bunların nüshaları var idi. Mütalaa, edebiyat, ilim ve marifette heveslisi olan dostlarımın en küçük bir arzularını yerine getirmek için bence en lezzetli bir iş ve en mukaddes bir borç olduğundan bunları birlikte toplayıp ayrıca risale şeklinde neşretmeye karar verdim. Vaktiyle Mirâtin 6. cüzünde toplanmış “Mütâlaa” başlıklı bir makalemin nüshası da defterimin baş tarafında olduğundan onu da burada birlikte yazıverdim, hem de risalenin baş tarafına merhum Kemal Bey şiirlerinden birkaç satır yazdım. Bu türlü şeyleri ihtiva eden risaleye ne gibi bir isim vereyim diye bir müddet düşündüm. Tatarca olarak kısaca uygun bir isim hatırıma gelmedi. Türkçe ve Tatarca yazılmış risalelere üçer beşer Arapça sözlerden mürekkep hiç alakasız isimler vermek pek gülünç ve yakışıksız bir şey olduğundan ben bundan asla hoşlanmıyorum. Bu risalenin içerisine türlü şeyler yazıldığı için haydi öyle ise bunun ismi de “Andan Bundan” olsun dedim. İş tamam oldu, vesselam! Muhammed Fâtih” (Çakmak 2014: 293).]. Eserde “Ondan Bundan” ana başlığı altında 17 adet farklı hacimlerden oluşan yazı yer almaktadır. Bu yazılardan Bahtlı Kız başlığını taşıyan kısa hikaye hariç diğerleri genel itibariyle çeşitli konulara dair fikri, toplumsal ve kültürel konulardan oluşmaktadır. Ağırlıklı olarak okumanın önemi[7 - Mütalaa başlıklı yazısında okumanın önemini “Gerçekten, insan beden ile ruhtan ibaret olup bedenini beslemek için maddi gıdaya ne derece muhtaç ise ruhunu beslemek için manevi gıdaya bu nispette muhtaçtır. Yemek içmek olmaz ise insanın bedenine zayıflık geldiği gibi mütalaa ve ilim olmaz ise insanın ruhunu ve kalbini zulmet basar. Yiyip içmek ve yatıp uyumaktan başka bir şey bilmez ise insanın at ve sığır gibi başka hayvanlardan ne farkı olur? Bilmeyen ve okumayan adamın ruhu ne ile beslenir? Namı ilelebet muhterem olan “Jan Gutenberg” tarafından kitap basmak usulü keşfedildikten sonra bilginin arttırılması ve düşüncenin gelişmesi için o kadar geniş bir meydan açılmıştır ki her şeyden haber almak ve her şeyi öğrenmek mümkün olmuştur. Yalnız insanda okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalıdır!” cümleleriyle özetlemektedir.], cehaletle mücadele, liyakatsiz din adamları, gayret ve çalışmanın değeri, insanları dış görünüşüne veya giyim-kuşamına göre değerlendirmenin yanlışlığı, kitap sevgisi, matbuat ve mektep[8 - Matbuat ve Mektep başlıklı yazıda bir toplumun gelişmesinde ve aydınlanmasında olmazsa olmaz iki kurumun matbuat ve mektep olduğunu vurgulamaktadır. “Vatan evlatlarının fikrini genişletecek ve zihnini aydınlatacak sebepler ve vasıtalar çok ise de en önemlisi mektep ve matbuattır. Kerametleri kabirde kemikleri çürümüş işanlardan değil, belki ayağımızın altında ve gözümüzün önünde olan mektep ve matbuattan ümit etmelidir. Mektep ile matbuat karşısında el bağlayıp diz çökersek adam olacağımıza, dünya ve ahirette mesut olacağımıza ve eğer bunlara iltifat etmezsek dünya ve ahirette bedbaht olacağımıza, her bir fazilet ve insani kemalattan ayrılarak ahirette mahv ve perişan olacağımıza iki kere iki dört eder gibi inanmalıyız.”] gibi konular üzerinde durulmaktadır.
Kerimî’nin düşünce dünyasının izlerini görebildiğimiz bu yazılar aynı zamanda 19. ve 20. yüzyıllardaki Müslüman Türk-Tatar toplumunu kültürel, ilmi ve sosyolojik açılardan anlamamıza da yardımcı olmaktadır. Yazar, eserinde toplum içindeki sorunları dile getirmekte ve çözüm önerileri sunmaktadır.
Türkiye Türkçesine aktarılan Ondan Bundan adlı eserin orijinali 1907 yılında neşredilen Arap harfli nüshadır[9 - Fatih Kerimî, Andan Bundan, Biblioteka Tatarskogo Nauçno…İnstituta Yazıka i Literaturı, Orenburg: Kerimof ve Şirekâsı Matbaası, 1907.]. 1927 yılına kadar Arap alfabesini kullanan Tatarlar, bu alfabeyi iki kez reforma tabi tutmuşlardır. 1927’den sonra ise 12 yıl süreyle Latin alfabesini kullanmışlardır. 1939’da kaldırılan Latin alfabesinin yerini Kiril alfabesi almıştır. 1991 yılında SSCB’nin dağılmasının ardından[10 - Özellikle 1990’lı yıllardan sonra SSCB’nin de dağılmasıyla birlikte başlayan bağımsızlık hareketleriyle millî ve dinî hareketler Tatar toplumu arasında yayılmaya başlamıştır. Bu dönemde Tatar kültürünü yeniden canlandırmak ve geliştirmek için çalışmalar yapılmaya başlamıştır. Bu müspet gelişmeler dile ve alfabeye de yansımış, Tatar Türkçesini, Kiril alfabesinden sonra yeniden konuşma ve yazı dili haline getirme çalışmaları baş göstermiştir. 1 Eylül 1992 tarihinde de Tataristan Cumhuriyeti Meclisi kararıyla Tatar Türkçesine resmî dil statüsü verilmiştir. Bugün Tataristan’da resmî dil Rusça ve Tatar Türkçesi olup bu iki dil eşit statüdedir. Bütün okullarda okutulmak üzere Tatar Türkçesi dersi konmuştur. Bunun yanı sıra Tatar Türkçesiyle kitap, dergi, gazete çıkartılması ve devlet dairelerinde resmî işlerin Tatar Türkçesiyle yürütülmesi gibi adımlar da atılmıştır. Tüm bu adımlara rağmen Tataristan’da, Tatar Türkçesinin aksine Rusça ağırlığını ve hâkim dil pozisyonunu korumaktadır. Tataristan’da, Tatarca ikinci dil konumundadır. Tatar Türkçesinin Tatarlar tarafından çok iyi bilinmemesinin, Rusçanın uzun süre resmî dil olması, Tatar Türkçesinin uzun yıllar yasaklanması, Tatarlar ile diğer toplumlar arasında yapılan evlilikler gibi pek çok neden sayılabilir (Alkaya, 1998). Daha geniş bilgi için bkz. Ercan ALKAYA (1998). Tataristan’da Dil ve Alfabe Meselesi Üzerine, Türk Dili (562), s. 263-299.] özerk bir yönetim olarak varlığını sürdüren Tataristan Cumhuriyeti’nde 2001 yılında tekrar Latin alfabesi kabul edilmiştir. Ancak 15 Kasım 2002’de Rusya Parlamentosu’nun aldığı kararla tekrar Kiril alfabesine geçilmiştir (User, 2006: 335).
Arap harfli metnin okunmasında güçlük çekilen kelimelerin yanına
işareti konmuştur. Ayrıca Arapça-Farsça tamlamaların yanı sıra anlamının bilinmediği düşünülen veya az kullanılan söz varlığı ile Rusça kelimelerin anlamları dipnotlarda ayrıca belirtilmiştir.
Eserin hazırlanmasında üzerimde büyük emeği olan ve akademik alanda beni her zaman teşvik eden değerli hocalarım Prof. Dr. Leylâ KARAHAN, Prof. Dr. Fatma ÖZKAN, Prof. Dr. Erhan AYDIN’a, ayrıca yaşam kaynağım, her şeyim biricik kızım Zeynep AZRA’ya ve değerli eşime teşekkürü bir borç bilirim.

    Temmuz 2019
    Cihan ÇAKMAK

FATİH KERİMÎ
Fatih Kerimî, 30 Mart 1870 yılında Rusya’ya bağlı Samara eyaletinin Minlibay köyünde imam ve ahund bir ailenin evladı olarak dünyaya gözlerini açmıştır. Fatih Kerimî, İdil-Ural boyunda gazetecilik ve yazarlık faaliyetleriyle ün kazanmıştır. Fatih küçük yaşlardan itibaren Çistay Medresesinde babası Gılman Kerimî’nin yanında öğrenim görmeye başlar. Gelenekçi bir eğitim metodunun uygulandığı medrese yılları Fatih’in zihin dünyasının şekillenmesinde oldukça etkili olmuştur.
Medrese tahsili esnasında yayımlanan Tercüman gazetesini arkadaşları arasında gizlice okuması hocasının tepkisine neden olmuş, bunun üzerine Gılman Kerimî oğlunu medreseden almak zorunda kalmıştır[11 - “Zakir işan babamıza mektup gönderdi: ‘Oğlun Fatih bozuldu, yoldan çıktı. Eğer gelip oğlunu almazsan, medresemden kovup atacağım.’” (Şeref, 2000: 76-77).]. Gılman Kerimî, küçük yaşlardan itibaren Fatih’teki ilgi ve istidadı fark etmiş ve onu Rusya’ya tahsile göndermiştir.
Kerimî’nin fikri oluşumunda en önemli iki isimden ilki hiç şüphesiz İsmail Gaspıralı, diğeri ise babası Gılman Kerimî’dir.[12 - Fatih Kerimî’nin babası Gılman Kerimî’nin hayatını anlatan Merhum Gılman Ahund başlıklı hal tercümesi (1904) tarafımızca hazırlanmakta ve ayrı bir kitap olarak yayımlanması planlanmaktadır.] İsmail Bey Gaspıralı açtığı modern mekteplerde uyguladığı ve usul-i cedit adını verdiği reform niteliğindeki eğitim-öğretim metoduyla Fatih Kerimî’yi önemli ölçüde etkilemiştir[13 - “Yazılarında, Türklerin bir taraftan modern eğitim usullerini benimserken, diğer taraftan da medreselerin eski usul tedrisatında ıslahat yapmak mecburiyetinde olduğunu anlatan Gaspıralı İsmail Bey, kurtuluşun ancak böyle mümkün olabileceğini söylüyordu. Bu ise, mutaassıp çevrelerin büyük tepkisine sebep oluyordu. Nitekim, bu mutaassıp insanlardan birkaç tanesi kendisini öldürmeye dahi teşebbüs etmişlerdi. Bunlardan biri de Kazan ulemasından Gilman Kerim Bey (İlman Kerimî) idi. Gilman Bey’in oğlu Fatih Kerimî, Orenburg’ta çıkan ‘Vakit’ gazetesi başmuharriri ve aynı zamanda İsmail Bey’in hayranlarından bir münevver idi. Bir gün elinde ‘Tercüman’ gazetesini okurken, babası, bu gazete vasıtasıyla ‘Gaspıralı yeni fikirlerini yayıyor ve benim oğlum da onun peşinden gidiyor’ diye oğlunu öldürmeye karar vermiştir. Fakat, asıl kabahatlinin oğlu değil, Gaspıralı olduğuna hükmederek, onun ‘katlini vacip’ telakki etmiş ve bu maksatla Bahçesaray’a kadar gitmiştir. Taassubuna rağmen akıllı bir zat olan Gilman Kerim, İsmail Bey’le çok heyecanlı ve şiddetli münakaşalarda bulunmuştur. Fakat Gaspıralı İsmail Bey’in ihtiyatlı ve akıllı sözleriyle ikna olan Gilman Bey, tamamıyla Gaspıralı taraftarı olarak memleketine dönmüş ve hatta oğlu Fatih Bey’i tahsilini tamamlaması ve Türklüğe hizmet etmesi için İstanbul’a göndermeye karar vermiştir.” (Saray, 2008: 29, 30’dan naklen: Kırımer, 1934: 47).]. Babası Gılman Kerimî ise Tatar maarif hayatının kurucusu olarak kabul edilmekte, açtığı usul-i cedit okullarında çocukların okuması uğruna verdiği mücadeleyle tanınmaktadır.
1890 yılının sonlarında Kerimî tahsil görmek üzere İstanbul’a gitmiştir. Ahmet Mithat Efendi’nin desteğiyle Mekteb-i Mülkiye’de öğrenim gören Fatih, Osmanlı Türkiyesi ile ilgili önemli izlenimler edinmiştir. Bir taraftan Arapça, Farsça ve Osmanlıcayı öğrenirken diğer taraftan da Fransızca ve Rusça’ya hakim olan Fatih Kerimî bu şekilde çok dilli bir aydın olarak kendini yetiştirmiştir. İstanbul’daki eğitimini tamamladıktan sonra 1896 yılında öğretmenlik yapmak üzere Kırım’a bağlı Yalta’nın Üzen köyüne gitmiştir. Burada Gaspıralı İsmail Bey’in kurduğu okullarda kendisinin de benimsediği usul-i cedid tarzında eğitim vermiştir (Yüziyev vd. 1985: 334).
1905 Ekim Devriminin ardından Rusya’da meydana gelen kısa süreli özgürlük ikliminden istifade eden ve Ceditçiler adı verilen yenilik taraftarları, başta eğitim olmak üzere basın, edebiyat ve fikir hayatında çok önemli gelişmelere öncülük etmişlerdir. Tatar modernleşmesinde önemli bir yere sahip olan Fatih Kerimî, Kazan Türkleri başta olmak üzere Rusya Müslümanlarına en çok hizmet eden şahsiyetlerden biridir. 1905’te Rus İhtilali’nin ardından ruhsat alan Kerimî, Remiyev kardeşlerin sermaye desteğiyle 21 Şubat 1906’dan itibaren Vakit[14 - İlerici fikirli bir yayın organı olan Vakit Gazetesi sadece Tatarlar arasında ilgi görmemiş; Özbek, Başkurt, Kazak Türkleri arasında da yoğun bir şekilde okunmuştur (Sabitov 2000: 194).] gazetesini çıkarmaya başlar. 1917 yılına kadar 11 yılda 2309 adet basılan Vakit gazetesinin başyazarlığını yapmıştır. 1906’da II. Devlet Duması milletvekili seçimlerinde delege olarak görev yapmıştır. Duma’ya seçilen Zakir Remiyev’in vekili olmuş ve Müslüman mebuslarının danışmanlığı görevlerinde bulunmuştur. Petersburg’ta bulunan Müslüman İttifakı Merkez Komitesinde görev almıştır. Balkan Savaşı’nın başladığı yıllarda bizzat cepheye giderek savaşa dair izlenimlerini Vakit gazetesi ile Şura dergilerinde paylaşmıştır. Kerimî, Yaŋa Vakıt adlı bir gazete çıkarmış, Ĭşçĭler Dönyası, Yul, Saban gazetelerinde çeşitli yazılar yayımlamıştır. 1919 yılında Ĭşçĭler Dönyası gazetesinde “Kart Ĭşçĭ” imzasıyla kaleme aldığı yazısı dikkat çekmektedir (Gökçek, 2001: XI, XII; Gaynullin 2000: 209, 210).
Stalin döneminde İdil-Ural bölgesindeki pek çok Tatar aydını gibi takibata maruz kalan Kerimî düzmece suçlamalarla 4 Ağustos 1937’de 67 yaşındayken tutuklanmış, 27 Eylül 1937’de öldürülmüştür (Özkan 1997; Yüziyev vd. 1985: 350; Şeref 2000: 111).
Kerimî yazdığı roman ve hikayelerle Tatar modern edebiyatının güçlenmesine büyük katkı sağlamıştır. Eserlerinde genellikle olumsuz din adamları, kadınların okumalarına karşı çıkılması, doğu-batı, mektep-medrese çatışması ele alınır (Çakmak, 2018: 39). Yazdıkları ve eğitim faaliyetlerinde Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işde birlik” ülküsüne sıkı sıkıya bağlı kalan Fatih Kerimî Müslüman Tatar toplumu özelinde tüm Türk dünyasının modernleşmesini ve ilerlemesini amaç edinmiştir.
Eserleri
Hikayeleri: Komedya (1894), Hüsid Baba (1895), Salih Babaynın Üylenüwi (Orenburg 1901), Şakirt ile Student, Cihangir Mehdümniŋ Avıl Mektebinde Ukuvı (Basılışı Petersburg 1900, Yazılışı 1898), Merhum Gılman Ahund (Orenburg 1904),Mirza Kızı Fatiyma, Soltan Gıyşkı (1906), Tilsiz Hatın (1906), Gayaş Helfe (1906), Hıyalmı, Hakiykatmǐ (Orenburg 1908).
Seyahatnameleri: Avrupa Seyahatnamesi (Petersburg 1902), Kırım’a Seyahat (Orenburg 1904), İstanbul Mektupları (Orenburg 1913), Orenburg Seyahatnamesi.
İlmî Eserleri: Muallim ve Mürebbiyelere Rehnâme I (Kazan 1901), Muallim ve Mürebbiyelere Rehnâme II (Kazan 1901), Muhtasar Târîh-i İslâm (Kazan 1901), Târîh-i Enbiyâ (Kazan 1902, ibtidâî mektepler için ders kitabı olarak hazırlanmıştır), Muhtasar Târîh-i Umumî (Kazan 1911), Resimli Geografiya Dersleri (Orenburg 1919), İçtimaî Terbiye (Kazan 1924)
Gazete ve Dergileri: Vakit Gazetesi, Şura Dergisi (Yüziyev vd., 1985: Çakmak, 2014: 15-18; Gökçek, 2001; Özkan, 2006; Uslu, 2004).

ONDAN BUNDAN
Fatih Kerimî
Ölmez mi güşade çeşm-i millet?
Ta haşre mi sürmeli bu sıklet?
Hep zulmet-i cehldir ki ‘illet
Da’im kalıyor bu hab-ı ġaflet[15 - Ölmez mi açık olan milletin gözü?Tâ haşre kadar mı sürmeli bu sıklet?Hep cehalet karanlığıdır ki illetDaim kalıyor bu gaflet uykusuAbdülhak Hamid]
    “Abdülhak Hamid”
    Orenburg
    Kerimof, Hüseyinof ve Şürekâsı Matba’ası
    1907
Her daim kendilerini bir örnek olarak göstermek gerek… Böyle büyük kişilerin herkesi ahmak bilip kendilerini akıllı görmeleri mümkün değildir, şu mecliste bazı avamlar var, sizin her sözünüzde pek çok ikiyüzlülük olduğunu biliyorlar, her ne kadar onlar bu mecliste hiçbir şey söylemese de sonunda size hiç olmazsa beş tenge[16 - tenge (teŋke): yassı, yuvarlak altın veya gümüş akçe, para (TTAS III: 239).] zarar verir yani üyelikten çıkarır, bakınız! Hesap defterinizde bir sene üye olan kişilerin yarısı ikinci sene yok, eski azalar halden anlayıp çıkıp gitseler, her zaman tekrardan yeni azalar bulmak çok zor olur. Bizim malumatımıza göre hesap defterinde kime ne kadar yardım verildiyse ismiyle yazmak gereklidir. Her kim ki isminin yazılmasını makul görmezse, sizden yardım talep etmesin. Bu gibi işlerde hatır gözetmek âdette yoktur. Umumi bir işte hatır olmaz, düzenlemelere uygun bir şekilde davranmak ortadadır.
Cemiyet-i Hayriyeden maksat nedir? Bunu bilmek lazımdır, aynı zamanda bu maksada uygun bir şekilde davranmak gerektiği malumdur. Benim maksadım (Cemiyet-i Hayriye)yi yüzümüzü kara çıkarmayacak derecede bir yola koymaktır. Bu umutla Cemiyet-i Hayriye azalarını uyarırım, başka bir maksadım yoktur. Benim gereksiz ve anlamsız sözlerimi ise affetmelerini rica ederim. Fakat bu hizmeti yapanların kendi nefisleri için hizmet etmelerinin şüphesiz büyük bir günah olduğunu her zaman tembih ediyorum.
Bundan sonra bu hususta dahi birkaç söz yazarız.

    Abdulreşid

BİR İKİ SÖZ
1904 senesi Tiflis’te neşredilen, merhum, Şark-ı Rus gazetesine “kalem” imzasıyla birkaç makale yazmıştım. Gerçi hiçbirinde kendi ismim yazılmamış ise de bu hususta bazı dostlarımdan mektuplar aldım: “Şark-ı Rus kalem imzasıyla toplanan makaleler senin yazıların olsa gerektir, biz bunu kokusundan sezdik, lakin muntazam surette hepsini de okuyamadık, eğer kendinde müsveddeleri var ise bunların hepsini birlikte bastırıp neşrederseniz güzel olur idi” diyorlar.
Yazdığım mektupların bazı yerlerinden nüsha (kopya) almak âdetim olduğundan bende bunların nüshaları var idi. Mütalaa, edebiyat, ilim ve marifet heveslisi olan dostlarımın en küçük bir arzularını yerine getirmek için bence en lezzetli bir iş ve en mukaddes bir borç olduğundan bunları birlikte toplayıp ayrıca risale şeklinde neşretmeye karar verdim. Vaktiyle Mirât’in 6. cüzünde toplanmış “Mütâlaa” başlıklı bir makalemin nüshası da defterimin baş tarafında olduğundan onu da burada yazıverdim, hem de risalenin baş tarafına merhum Kemal Bey şiirlerinden birkaç satır yazdım. Bu tür konuları ihtiva eden risaleye ne gibi bir isim vereyim diye bir müddet düşündüm. Tatarca olarak kısaca uygun bir isim hatırıma gelmedi. Türkçe ve Tatarca yazılmış risalelere üçer beşer Arapça sözlerden mürekkep hiç alakasız isimler vermek pek gülünç ve yakışıksız bir şeydir ve ben bundan asla hoşlanmıyorum. Bu risalenin içerisine türlü şeyler yazıldığı için haydi öyle ise bunun ismi de “Andan Bundan” olsun dedim. İş tamam oldu, vesselam!

    Muhammed Fâtih.
MERHUM KEMAL BEY’İN ŞİİRLERİNDEN
Birkaç mısra:
Usanmaz kendini insanlar bilenler halka hıdmetden
Mürüvvetmend olan mazluma el çekmez iânetden.
Çıkar olduysa millet şanına noksan gelir sanma
Yire düşmekle cevher sâkit olmaz kadr ü kıymetden.
Vücudun kim hamır mâyesi hâk-i vatandandır
Ne gam râh-ı vatanda çâk olursa cevr ü mihnetden
Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denâetdir
Köpekdir zevk alan sayyâd-ı bi-insâfa hıdmetden
Hemân bir feyz-i bâki terk ider bir zevk-i fâniye
Hayâtın kadrini ali bilenler hüsn-i şöhretden
Nedendir halkda tul-ı hayâta bunca rağbetler
Nedir insâna bilmem menfaât hıfz-ı emânetden
Cihânda kendini her ferdden alçak görür ol kim
Utanmaz kendi nefsinden de âr eyler melâmetden
Felekden intikâm almak dimekdir ehl-i idrâke
İdüp tezyid-i gayret müstefid olmak nedâmetden
Turup ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i milletde
Çıkar âsâr-ı rahmet ihtilâf-ı rey-i ümmetden
İder tedvir-i âlem mekinin kuvve-i azmi
Cihân titrer sebât-ı pây-ı erbâb-ı metânetden
Kazâ her feyzini her lutfını bir vakt içün saklar
Fütur itme sakın milletdeki za’f u betâ’etden
Biz ol ulvi nihâdânız ki meydân-ı hamiyetde
Bize hâk-i mezâr ehven gelür hâk-i mezelletden
Ne gam pür ateş hezel olsa da gavga-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir cân içün meydân-ı gayretden
Kemend-i cân-güdâz-ı ejder-i kahr olsa cellâdın
Müreccahdır yine bin kerre zencir-i esâretden
Felek her dürlü esbâb-ı cefâsun toplasun gelsün
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetden
Vatan bir bi-vefâ nâzende-i tannâza dönmüş kim
Ayırmaz sadıkân-ı aşkını âlâm-ı gurbetden
Müberrâyım recâ vü havfden indimde âlidir
Vazifem menfaatden hakkım agrâz-ı hükümetden
Gönülde cevher-i elmâsa benzer cevher-i gayret
Ezilmez şiddet-i tazyikden tesir-i sıkletden
Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden
Senindür şimdi cezb-i kalbe kudret setr-i hüsn itme
Cemâlin tâ ebed dûr olmasun enzâr-ı ümmetden
Ne yar-ı cân imişsin âh ey ümmid-i istikbâl
Cihânı senin âzâd eyleyen bin ye’s ü mihnetden
Senindür devr-i devlet hükmüni dünyâya infâz it
Hüdâ ikbâlini hıfz eylesün her dürlü âfetden

MÜTALAA
Fransız yazarlarından Monteskiu (Montesqiu): “Dünyâda hiçbir kaygı ve hasret yoktur ki bir saatlik mütalaa onu yok etmesin” demiş ve Türk ediplerinden merhum Kemal Bey de “İnsanın âdemiyeti okumakla ve hayvâniyeti yemekle kâimdir” demiş. Gerçekten, insan beden ile ruhtan ibaret olup bedenini beslemek için maddi gıdaya ne derece muhtaç ise ruhunu beslemek için manevi gıdaya bu nispette muhtaçtır. Yemek içmek olmaz ise insanın bedenine zayıflık geldiği gibi mütalaa ve ilim olmaz ise insanın ruhunu ve kalbini zulmet basar. Yiyip içmek ve yatıp uyumaktan başka bir şey bilmez ise insanın at ve sığır gibi başka hayvanlardan ne farkı olur? Bilmeyen ve okumayan adamın ruhu ne ile beslenir? Namı ilelebet muhterem olan “Jan Gutenberg” tarafından kitap basmak usulü keşfedildikten sonra bilginin arttırılması ve düşüncenin gelişmesi için o kadar geniş bir meydan açılmıştır ki her şeyden haber almak ve her şeyi öğrenmek mümkün olmuştur. Yalnız insanda okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalıdır!
Dünyanın neresinde olursa olsun meşhur bir muharrir, büyük bir adam yeni bir eser yazdığında kendi memleketinde binlerce nüsha basılıp dağıtıldığı gibi aradan çok zaman geçmeden başka dillere de tercüme edilerek onun fikrinden bütün dünya halkı için istifade etmeye yol açılıyor. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalıdır! Avrupa ve daha doğrusu bütün yeryüzü bir sohbet meclisi hükmüne girmiş, âlimler, hekimler, filozoflar, hüner ve sanat ehilleri din ve mezhep ayırmaksızın genel olarak insanoğlunun mesut ve bahtiyar olması için her gün en gerekli ve mühim meselelerden bahsediyorlar ve her gün dinleyecek yeni yeni şeyler keşif ve icat ediyorlar. Bunların söylediklerini işitip anlamak ve keşfettikleri hüner ve sanatlarından faydalanmak herkes için mümkündür. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalı!
İsimleri bütün dünyada meşhur olan: Eflatun, Aristo, Fahr el-Razi, Gazali, İbn-i Rüşd, İbn-i Sina, Volter, Russo (Rousseauo) gibi filozoflar ile sohbet edip çok değerli fikirlerini ve ilginç mesleklerini öğrenmek istiyor musunuz? Pek kolaydır. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalı! Eserleri ellişer dile tercüme edilip medeni milletlerin çocuklarına kadar malum olan: Rasin, Gurney ve Viktor Hugo, Puşkin, Lermontof, Sadi, Fuzuli gibi şairlerin her biriyle tanışıp konuşarak duygularını dile getirme ve tabiatı tasvir etme konusundaki maharetlerine vakıf olmak istiyor musunuz? Bu da pek kolay. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalı! Cengiz, Anibal, İskender ve Napolyon gibi cihanı titreten savaşçıların ve Rusya padişahı olan Büyük Petro ile Bismark gibi talihsiz ve dâhilerin kimler olduğu ile nasıl ve ne gibi inkılaplara sebep olduklarını öğrenmek istiyor musunuz? Pek kolaydır. Yalnız okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalı!
Kısacası: Her türlü büyük adamlar ve meşhur olaylar, önemli işler hakkında haber alıp bilgimizi arttırmak, fikrimizi açmak, kalplerimizi nurlandırmak ve her türlü hüner ve sanattan icat ve keşiflerden haberdar olup dünya ve ahiretimiz için faydalanmak yalnız okumak ve mütalaa sayesindedir. Bunların her birine dair binlerce kitaplar ve risaleler yazılmış ve her gün yazılmaktadır. Mütalaa edenler istifade ediyor. Mütalaa etmeyenlerin gönlü kör, fikri dar, kesesi boş kalıyor.
Muallim ve müderris iseniz çocukların terbiye ilmi ve mektep idaresi hakkında pek çok faydalı kitap ve gazeteler neşrediliyor. Bunlardan istifade edip mesleğinizin terakki ve ıslahına çalışmalı. Tüccar iseniz ilm-i ticarete mahsus, çiftçi iseniz ilm-i ziraate mahsus, özetle: Her türlü mesleğin kendine mahsus okulu ve gazeteleri vardır. Filozof iseniz felsefeye, ruhani iseniz din ve mezheplere dair birçok kitap ve gazete vardır ki her gün yeni şeyler ve yeni fikirler beyan edip duruyorlar. Bunların dini olanları istisna edildiğinde hiçbirisi Hristiyan, yahut Müslüman ve Yahudi olmak cihetinden bahsetmiyorlar. Mademki biz de bir insan yavrusu olarak dünyada yaşıyoruz, o halde onların bildiklerini bilmeye ve öğrenmeye, onlar gibi muhtacız. Onlar bu ilimleri o kadar terk ettirmişlerdir ki bunun derecesinden haberdar olsak şaşıp kalırdık.
Herkese de büyük okulları bitirmek ve türlü ilimleri öğrenmek mümkün olmuyor. Fakat ilkokulda olsa bile güzelce okuma yazma öğrenildiğinde ölünceye kadar mütalaa ile bilgisini arttırmak ve fikirlerini aydınlatmak herkes için mümkün olur. Okumak hevesi çocuklara tâ ilkokula başladığı zamanlarda öğretilmelidir. Bu muhabbet küçük yaşlarda kalplerine yerleşsin ve mütalaadan tamamiyle lezzet alacak bir hale gelsin. Şimdiye kadar bizim mektep ve medreselerimiz bizde öğrencilere okumak ve mütalaa hevesi öğretildiği için avam halkımız şöyle dursun, hatta mollalarımız da mütalaadan lezzet alamıyorlar. Tecrübe ile bilirim ki: Okumak için bir mollanın eline yeni çıkmış güzel bir risale veriyorsun, lakin okumuyor. Öyle ise yalnız dinlemesini rica ederek risaleyi kendin okumaya başlıyorsun. Hatır için az bir vakit dinleyip dursa da aradan çok geçmeden molla uykuya dalıyor. Böyle adamların mütalaadan ne kadar lezzet aldıklarını siz hesap ediniz!
Fakat şu kadarı da vardır ki: Şimdiye kadar bizim halkımız için kıraat ve mütalaaya hevesli olmak da mümkün değil idi. Çünkü Rusçayı bilmiyorlar, kendi dilimizde insanı okumaya heveslendirecek kitaplar yok idi. Arapçanın edebiyatı pek geniş ise de avam değil havasımız bile Arapçadan istincâ[17 - istincâ: necâsetten, pislikten temizlenme (Devellioğlu 2003: 461).] ile istibrâ[18 - istibrâ: 1. Küçük abdestten sonra akıntıyı tam arıtma. 2. Nikahla alınan bir dulun gebe olmadığına kanaat getirmek için bir hayz görünceye kadar ona yaklaşmaktan çekinme (Devellioğlu 2003: 454).], abdest ile gusl, hayz ile nefes bahislerinden başka pek çok konuyu görmüyorlar ve görseler de anlayamıyorlar.
Bozyigit, Seyfü’l-Mülk, Tâhir ile Zühre ve Kesik Baş kitapları o kadar doyurmuştur ki artık insanın bunlardan midesi bulanıyor. Hamdolsun bu son yıllarda bazı hamiyetli ve gayretli adamlar ortaya çıkıp faydalı edebi risâleler yazmaya başladılar. Halkımızın, hatta hatun kızlarımızın bunları zevkli bir şekilde mütalaa ettikleri büyük bir sevinç ile görülmektedir. Mesela: Hüssâm Minlâ, Güzel Hadice, Günâh-ı Kebâir, Selime Çoban Kız, Nâdânlık, Nenge Cân Hanım, Bagçe Saray Çeşmesi, Bahadır ile Suna, Kilünler Hamaili, Kitâb alâ-Anber, Mihrakü’l-Efkâr, Esmâ, Mülâhaza, Basiret-i Hikmet ve Heyet-i Cedideler, Tarih-i İntişar-ı İslâm, Meşhûr Hatunlar, Yer Risâlesi. Vesair birkaç risale ve kitaplar seve seve okunup fayda alınacak eserlerdir.
Risaleler kendi dilimizde ve açık ibareler ile yazılsa ve herhangi bir şekilde hayatla ilgili birer meseleyle ilgili olarak hikaye tarzında yani doğrudan doğruya beyan edilse herkes tarafından incelense milletin terakkisine pek çok hizmet edeceği âşikârdır.
Kalem sahipleri gayret edip milletin terakkiyat-ı fikriyyesi[19 - terakkiyat-ı fikriyye: fikri ilerleme.] için gereken kitapları yazmalı, başkaları bunları çokça alıp okumalı, okuma bilmeyenler başkalarının okuduklarını dinleyerek de olsa uyanmaya ve ibret almaya çalışmalıdır. Bunların her biri ibadet, her biri sevap ve faydalı işlerdir.
Şurasını da unutmamalıdır ki: Herkes yeni kitapların her birini alıp okumaya ve onlar hakkında bir fikir hasıl etmeye ve okuduktan sonra da onları kaybetmeyip kendisinde hepsinden birer nüsha bulundurarak her hane sahibi kendi evinde küçük birer kütüphane teşkil etmeye çalışmalıdır. Medeni milletlerde her bir hanede değil, hatta bir hane içindeki aileden her birinin kendine mahsus kütüphanesi bulunur. Kitaplar hane için en önemli güzel bir ziynet ve sahibi için de en aziz zenginlik kabul edilmelidir.

MATBUAT VE MEKTEP
Yeni usulde eğitim ve şimdiki medeniyetin ruhu her milletin kendi ana dilinde basılmış gazeteleriyle edebiyatından ibarettir. Bugünkü günde bir milletin ve bir kavmin fikri ilerlemesi hüner ve sanat hatta diyanet ve ahlakı, kısaca: faziletlerinin tümü, maddi ve manevi mükemmellikleri matbuatıyla mukayese ediliyor. Doğrusu şaşılacak şey şudur ki: Diyanet ve ahlakın safiyeti, yükselmesi ve ilerlemesi din hamisi sayılan dini liderlerin çokluğuyla orantılı olması gerekirken bilakis bunlarda matbuat ve edebiyat ile orantılıdır. Hangi millette yeni usul matbuat ve şimdiki edebiyatın etkisiyle fikri ilerleme meydana gelirse o milletin din ve ahlak cihetlerinde safiyet, ulviyet ve semaviyata bu nispette yaklaşıyor, birtakım akla ve hikmete muhalif putperestlik yadigarı olan aba ve kadim ecdat âdetlerinden hiç korkmadan ayrılıyor, akıl ve hikmeti rehber tanıyor ve kendi kendine ulviyet kazandırıyor.
Buna örnek istiyorsanız Fransızlara bakınız, İngilizlere bakınız. Bu iki millet içerisinden halis bilim, fen ve edebiyat sayesinde: “La ilahe illallah Muhammed Resulallah” diyenler meydana çıkmaya başladı. Hele “La ilahe illallah” demeye bütün milletler yaklaşıyorlar. Birtakım akla ve hikmete aykırı fikir ve inançları hiç korkmadan ve utanmadan bırakıyorlar. Çünkü bu milletler kendilerine dini lider olmak üzere ruhla ve akılla hiç ilgisi olmayan ve kendileri gibi cismani ve dünyevi şahısları (papazları) tanımaktan vazgeçiyorlar, onlara ölü gömmek, kiliseye hizmet etmek gibi kendilerine uygun cismani hizmetler ile meşgul olmalarını teklif ediyorlar ve kendilerine dini lider olmak üzere bu yüce maksada hizmet eden edebiyat, matbuat ve mevcut ilimleri rehber kabul ediyorlar. Bugünkü günde Fransız ve İngilizlerin dinleri Hıristiyanlığın en temizi ve İncil öğretimine en uygun olanı, akıl ve hikmete en yakın olduğu herkesin malumudur.
Dini lider ve kurtuluş rehberi olmak üzere edebiyat, matbuat ve fen yerine şahsi ve cismani birtakım adamları tanıyarak bunları yücelte yücelte dinden, ahlaktan, bilim ve terakkiden, kısaca: bütün faziletlerden ve maddi ve manevi gelişmelerden mahrum olarak inkırâz kapısına doğru yol tutan ve günden güne geriye giden ve geriye gittikçe şu dini lider saydıkları şahıslara sarılarak hepsi birlikte geri kalan millete misal isterseniz kendimize bakınız; Fas, Cezayir, Tunus, Buhara, İran, Türkiye ve Kazan’a bakınız, Hıristiyanlardan İspanyollara bakınız. Bu milletler cennete girmek ve her türlü rahat ile sefa sürmek maksadıyla sırf kendi şahsi menfaatleri için çalışan, millete ve insanlığa beş paralık faydası olmayan işanları, rahipleri, altınlara boğuyorlar. Gözlerinin nuru gibi aziz yavrularını okutup dünya ve ahirette mesut etmeye çalışan muallimlerini aç ve çıplak gezdiriyorlar. Hiç kimseye faydası olmayan işana[20 - işan: etrafında müritleri bulunan ve onlara ruhani liderlik yapan din adamı, kutsal kabul edilen kişi. 2.Dünya işleriyle ilgilenmeyen, takva sahibi kişi (TTAS I: 438).] veya rahiplere ayda elli ruble, yüz ruble sadaka ve paralar toplanıyor, halbuki bütün milletleri ve tüm insanoğlu için faydalı ve insanlığa hizmet eden öğretmenlerine ayda beş on rublelik görev vermeye para bulunmuyor. Hiç kimseye faydası olmayan işanlar birkaç bin rubleye yurtlar yaptırarak ikişer üçer kadın alıyorlar, fazla paraları da bankalara yatırıyorlar, herkes için faydalı olan muallimler hastalanıp, açlıktan fakirlikten verem olmaya başlayınca öğretmenliği bırakıp limon ve kibrit satmaya veya birer dairede hizmet etmeye veyahut misafirhanelerde kapıcılık yapmaya başlıyorlar. Talihsizlik, akıl ve hikmetten, diyanet ve ahlaktan ayrılmanın bundan daha ilerisi olur mu? Demek istediğim şey şudur ki: Bugünkü günde bu milletin kendi milli haysiyetini muhafaza ederek başka milletlerin arasında insan gibi yaşayabilmesi, din ve ahlaklarını muhafaza ve gerekirse ıslah edebilmesi, ticaret, hüner ve sanat işlerinde ilerlemesi, kısaca dünya ve ahirette mesut olabilecek ameller ile meşgul olabilmesi mutlaka o milletin fikren ve aklen ilerlemesine bağlıdır.
Vatan evlatlarının fikrini genişletecek ve zihnini aydınlatacak sebepler ve vasıtalar çok ise de en önemlisi mektep ve matbuattır. Dünya ve ahiretin kurtuluş rehberi bu iki şeydir. Dini liderler, imamlar, işanlar, rahipler, hayır dualar, tasavvuflar, kerametler, cennetler, kevserler, huriler bilmem neler hepsi de mektep ile matbuatın içindedir. Dünya ve ahirette rahat etmek isteyen adam birtakım dervişlere, işanlara ve şeyhlere değil, belki mektep ile matbuata bağlanmalıdır. Kerametleri kabirde kemikleri çürümüş işanlardan değil, belki ayağımızın altında ve gözümüzün önünde olan mektep ve matbuattan ümit etmelidir. Mektep ile matbuat karşısında el bağlayıp diz çökersek adam olacağımıza, dünya ve ahirette mesut olacağımıza ve eğer bunlara iltifat etmezsek dünya ve ahirette bedbaht olacağımıza, her bir fazilet ve insani kemalattan ayrılarak ahirette mahv ve perişan olacağımıza iki kere iki dört eder gibi inanmalıyız. Buna inanmayanlar cezasını gayet şiddetli bir şekilde kendileri çekeceklerdir.
Zaten biz Müslümanlar bir kere dinimize bakacak ve oradaki şeylere doğru anlamlar vererek düşünecek olursak mektep ile matbuat karşısında diz çökmeye, bunları ve bunlara hizmet edenleri her şekilde yüceltmeye ve her türlü saadet ve feyzimizi bunlardan beklemeye dinimizce mecburuz. “midādü’l ‘ulema yuzinu bi demi’ş-şüdedā”[21 - “Alimlerin kalemlerinin mürekkepleri şehitlerin kanı ağırlığındadır.”]. Muharrirler, öğretmenler, fıkıhçılar ve ediplerden ibaret olan âlimlerin faydaları şehitlerin (din yolunda canını feda eden adamların) kanlarıyla ölçülür. “Men iġberet ķademāhu fi talebi’l-‘ilmi harramallāhu cesedehü ale’n-nār[22 - “Kimin ayakları ilim talep etme konusunda tozlanırsa Allah onun cesedine cehennemi haram kılar.”]”. İlim talebi yolunda cüzi bir zahmet çekmeyi tercih edenleri bile Cenâb-ı Hak cehennemden kurtarır, diyen şeriat, şeriat-ı İslamiyedir. Bir talebenin geçip gittiği yerlerden kırk seneye kadar kabir azabı kaldırılır, bir saatlik tefekkür bin senelik nafile ibadetten daha iyidir, âlimin uykusu da cahilin ibadetinden hayırlıdır, diyen ve bunun gibi lā yu’ad velā yuhsā[23 - sayısızca] yollar ile ilim, fikir, kalem hizmetlerinin faydasını, yücelik ve kutsiyetini anlatarak teşvik ve tergibde[24 - tergib: arzu ettirme, istek verme, isteklendirme (Devellioğlu 2003: 1085).] bulunan şeriat yine şeriat-ı İslamiyedir.
İslam dininin halis ve safi vaktinde, birtakım yalan ve hurafeler ile bulanıp bozulmadığı zamanlarda yaşamış olan bizim dindaşlarımız eski Araplar, eski Türkler şeriatımızın emirlerini ve kurallarını doğru anlamış olmalıdırlar ki onlarda eğitim, medeniyet ve fikir şaşılacak derecede gelişmiş, dine ve şeriate aykırı şeyler, adamı derhal kafir eden şeyler o vakitlerde pek az olmuş, o zamanın din uleması Müslümanları kafir yapmaya çalışmıyorlar, belki kafirlerin muhabbetlerini İslamiyet’e dönüştürecek muamele ve hareketlerde bulunuyorlarmış. Lakin ne yazık ki şimdi işler büsbütün tersine döndü. O vakitler rüya gibi, hayal gibi karanlık içerisinde kaldı. Biz böyle çocukların oğullarıyız diyecek olursak hiç kimse bize inanmaz. Atalarımızdan kalan bu kadar çok ve güzel mirası büsbütün kaybederek elimizin boş kaldığına herkes hayret eder!
Fakat teessüf ve pişmanlıktan hiçbir fayda elde edilmez. Bugünkü günde hiçbir şeye bakmayarak var gücümüzle gayret etmemiz lazımdır. Bugünkü günde kusur ve cehaletimizi anlayanlarımız ve buna çare arayanlarımız çoktur. Bazısı imamlara fena diyor, bazısı Rusça, bazısı Arapça bilmiyoruz diyor. Bazısı aramızda birlik ve ortaklık yok, bundan dolayı fakiriz, bazısı fakir olduğumuz için terakki edemiyoruz ve bazısı da kusur zenginlerimizde, onlar millet yoluna para ve mallarını harcamıyorlar diye birbirimizi suçlamak veya hariçten birtakım zanni ve hayali sebepler aramak ile vakit geçiriliyor. Halbuki aradan hiç kimse çıkıp da: Yahu! Biz konuşmaya, okumaya, yazmaya ve başka halklar gibi düşünmeye bayılmıyoruz, biz kör, sağır, dilsiz, elsiz ve ayaksız yani cahil bir milletiz; eğer biz ilkin konuşmaya ve kendi dilimizde okuyup yazmaya ve yakınlarımız gibi düşünmeyi öğrenmezsek hiçbir şey yapamayacağız, bize öncelikle lazım olan şey mektep ve matbuattır, demiyor.
Benim halis imanım şudur ki: Zihnimizi aydınlatmadan ve fikrimizi genişletmeden önce imam da ıslah edilmez, Rusça ve Arapça da bilinmez, bilinse de faydası olmaz, ittifaklar da meydana gelmez, cemiyetler de kurulamaz ve kurulsa bile faydası olmaz. Mesela: Atlar, sığırlar bir yere toplanıp da bir Cemiyet-i Hayriyye, yahut Cemiyet-i Edebiye kuracak olsa veyahut yapsalar bile ondan ne çıkar! Ya da bu atlar ve sığırlar kendi aralarından birkaç tanesi seçilip bunların hallerini ıslah ve haklarını talep etmek için vekil gönderseler ondan ne çıkar!
Mazisini hatırlamayan, içinde bulunduğu zamanı anlamayan, geleceğini göremeyen, kendi fayda ve zararlarını, iyilikleri ve fenalıkları fark edemeyen adamın ya da milletin elinden esaslı hiçbir şey vücuda gelmez. Bize her şeyden evvel fikrimizi genişletmemiz ve aklımızı nurlandırmamız gerekmektedir. Yukarıda dediğim gibi bunların da en temel vasıtaları mektep ve matbuattır. Hamdolsun, henüz vakit geçmemiş ve fırsat kaçmamıştır. Rusya Müslümanları da başka yerdekiler gibi cahil ve mutaassıp iseler de hiç olmazsa kendi sahip oldukları faziletleri kaybetmemişlerdir. İyice anlatıldığında denileni anlıyorlar, nasihati dinliyorlar, din ve millet yolunda fedakârlık etmeye hazırdırlar ve zaten şimdi de ediyorlar, fakat düzensiz yapıldığı için fayda gelmiyor, hatta bazı yerlerinden zarar geliyor. (Mesela: millet ve din mikropları olan birtakım işanları, bedelci[25 - bedel: başkasının adına ve masrafıyla hacca giden (Devellioğlu 2003: 76).] Arapları, sapkın efendileri semirtmek gibi şeyler dinin yüceltilmesi ve milletin ilerlemesi için zararlıdır.) Mekteplerimizi ıslah etmek gerektiğini bilenlerimiz çok ise de henüz ıslah edildikleri ve ümitli bir surette ıslah yoluna koyulduğu da yoktur. Bugünkü ıslah gibi hareketlerimiz ise pek temelsiz şeyler olup kendi kendimizi aldatıp durmaktan ibarettir.
Matbuatımıza gelince: Bu cihetten bir miktar gelişmeler var ve gelecek için umutluyuz. Kazan, Ufa, Orenburg, Bakü, Tiflis, Petersburg, Moskova gibi az çok Müslüman olan yerlerde birer ikişer yazarlarımız, mütercimlerimiz var. Çokça ve türlü türlü şeyler yazılıyor (Hatta Kazan’da tecvidin bile beş on türlüsü yazılmıştır!) Gençlerden ve hatta kadın kızlardan edebiyat okuyucu sınıfı oluşturuldu. Yeni eserleri, yeni fikirleri seve seve ve eski fikirli mutaassıp ata babalarından kaça kaça olsa da okuyorlar, muhakeme ve mülâhaza ediyorlar. Yeni çıkmış eserlerin hepsini gözden geçirip okuduktan sonra kütüphanelerinde saklıyorlar. Demek ki kitap okuma sevgisi uyanmaya başlamış. Bu, memnuniyet verici, çok temel ve ümit dolu bir iştir.
Gazetelerimize gelecek olursak bu bakımdan da şükretmeye borçluyuz. Tercüman ile Şark-ı Rus’tan ibaret iki tanecik gazetemiz var. Yirmi beş milyona yakın Rusya Tatarları için tabi bu pek azdır. Fakat zaman ve mekanına göre bunların faydaları o derece çok ve o derece büyüktür ki burada tarifine bile imkan yoktur. Tan gazetesinin Fransızlara, Tayms gazetesinin İngilizlere verdiği faydalardan Tercüman ile Şark-ı Rus’un Tatar milletine verdiği faydalar belki daha fazladır. Çünkü ölüm halinde olan bir hastaya verilen bir kaşık suyun, sağlam adama verilen bir bardak yahut bir kova sudan faydalı olduğunu kim inkâr eder!
Tercüman sebatlı mesleği, doğru fikri, metanetli yüreği, milli cemiyeti, vatanına sadakati ile bir çeyrek asra yakın mukaddes hizmetine yani milletin ruhunu terbiye, fikrini genişletme ve zihnini nurlandırmaya devam edip milletin durumunda o derece büyük bir değişim meydana getirdi ki bunu hakkıyla takdir edebilmek için daha elli sene – belki yüz sene geçmesi gereklidir.
Şark-ı Rus özgürce yürüttüğü yayın faaliyetleri sayesinde gazete sayfalarını bütün millete bahşetti. Eline kalem alıp da yazmak için can atıp duran hamiyetperver gençlerin önünde geniş bir fikir meydanı açıldı. Karadeniz’den Sibirya sahralarına kadar yayılmış Türk ve Tatarlar birbiriyle tanışmaya, kusur ve eksiklerini müzakere edip çare aramaya, birlikte medeniyet ve ilim yoluna girmek gerektiğini düşünmeye başladılar. Medreselerdeki talebelerimize ruh girmeye, imam ve müderrislerimiz tefekkür etmeye başladı. Bunlar o derece büyük ve yüce işlerdir ki sadece gelecek ve tarih yardımı olmadan bunu tamamen anlamak mümkün değildir. Çok şükürler olsun milletimiz de bu gazetelerin kadir ve kıymetini güzel bir şekilde takdir etmeye başladılar. Tüccardan olsun, talebe yahut imam olsun bunları okuyorlar, düşünüyorlar, hatta yeni fikirli bazı medreseler kendi şakirtlerine bunları almaları ve okumaları hususunda emrediyorlar. Yaşasın matbuat! Var olsun erbâb-ı maarif! Hayat bunlar sayesindedir! Dünya bunların elindedir!
Bu bend 1904 yılı Şark-ı Rus’un selamet zamanında yazılmış idi. Şimdi ise o nerededir, kaybolup gitti. Vefat ettiyse Allah’ın rahmeti üzerine olsun! Onun yerine yeniden birçok Tatar gazeteleri çıkmaya başladı.

AMERİKA’DA JAPON ÖĞRENCİLERİ
(12 Ağustos 1904 senesi)
Bakü’de Rusça yayımlanmakta olan “Kaspi” gazetesinin nüshalarından birinde ibret alınması gereken bir yazı okudum. Tercümesi şöyledir: Amerika’da Japonlar – Amerika gazeteleri şu son yıllarda Amerika Birleşik Devletlerine gelmekte olan binlerce Japon gencinin ilim ve bilim tahsili konusunda gösterdikleri gayret ve emeklerini anlatıyorlar. Bugünkü günde Amerika’nın “San Fransisko” şehrinde ve onun etrafındaki beldelerde on binden fazla ve “Kaliforniya” hükümetinde binden fazla Japon bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu çocuk veyahut ancak yirmi yaşlarına gelmiş gençler olup Japonya’nın asil ve iyi aile çocuklarındandır.
Japonlarda şöyle âdet olmuştur: Ceplerinde çok az bir miktar para olduğu halde ve hatta bazen hiç paraları olmadığı halde binlerce Japon genci ilim tahsili ve öğrenim görmek için Amerika’ya gidiyorlar. Fakat bunun için epeyce zahmet ve zorluk çekmeleri gerekiyor. Amerika’da Japonlar hizmet bekleyen vatandaşlarına yer bulmak için birçok daire açmışlardır. İlim öğrenmek ve eğitim için bir ev kiralayan Japon çocuğu Amerika’ya geldiği gibi kendisine hizmet edeceği bir yer bulmalarını rica etmek için bu dairelerden birisine gidiyor. Bir haneye hizmet etmek için girdiğinde sahipleri tarafından kendisine verilen emirleri anlayabilecek derecede ev sahibi, o Japon çocuğa birkaç İngilizce söz öğretiyor. (Çünkü Amerika’da İngilizce konuşuyorlar) Sonra çocuğu gayet az bir ücret karşılığında bir haneye ev hizmeti için yerleştiriyorlar.
Başta çocuğa verilen ücret çok az oluyor, çoğunlukla bu ücret ayda iki rubleden ibaret oluyor. Fakat bu hizmet ettiği hanede yiyip içtiği ve yatıp kalktığı için yemek ve ev kirası masrafı çıkmıyor. Lakin çocuk hane hizmetine verilirken işten geriye kalan vakitlerde okula devam edip derslerini aksatmaması birinci derecede önemli şart kabul ediliyor. Japon çocukları her ne kadar küçük iseler de – çalışkanlık ve gayretleri ile mümtazdırlar. Hanede birer hafta hizmet ettikleri gibi kap kacak yıkama vesair her türlü ev hizmetlerini mükemmel bir şekilde öğreniyorlar. Bu şekilde hizmetlerini yerine getirip işlerini bir kere yoluna koyduktan sonra Japon çocuğu hizmetten geriye kalan vakitlerde okula devam etmeye başlıyor. Mektepte bir süre derse girdikten sonra çabucak hanesine dönüp ev sahiplerine yemek hazırlıyor, ev işlerine bakıyor, onların kap kacaklarını yıkayıp ve temizledikten sonra tekrar okuluna giderek birkaç ders daha okuyor, yeniden hanesine dönüp işlerini yapıyor. Özetle sabah saat dokuzdan itibaren akşama kadar azıcık bir boşluk bulduğu an derhal okula gidip ders çalışıyor.
Japon çocuğu fevkalade çalışkandır. Bu kadar zorluk arasında derslerine devam ettiği gibi hane hizmetlerini de mükemmel bir şekilde yerine getirip ev sahiplerinin memnuniyetini ve beğenisini kazanıyor, hem de bu arada nasıl oluyorsa vakit bulup mutfakta (kuhnada) hane sahibesine yemek pişirmede yardım ve hizmet ediyor. Bu şekilde mutfakta da bulunarak Amerikan usulü yemek hazırlama ve pişirme düzenini öğrendikten sonra Japon çocuğu kendine daha fazla ücret ile daha iyi bir iş (aşçılık) buluyor. Bu vakit o yine bir taraftan okula devam ediyor, diğer taraftan büyük bir ibretle hizmet ederek yüksekokullarda okumak için kendine eğitim masrafları için para toplamaya başlıyor. Bir de bakarsın Japonya’dan gelmiş küçük bir çocuk bu şekilde hizmetlerde bulunarak 6-7 sene içerisinde gimnaziya[26 - gimnaziya: lise, kolej (RTS 1996: 145).] derslerini tamamlamış, Üniversiteye girmeye hazırlanmış ve orada okuyabilmek için kendi masraflarına yetecek derecede para biriktirmiş. Şurası da unutulmamalıdır ki: Gimnaziya derslerini tamamlaması ve dört sene kadar üniversitede okumak için para biriktirmesi, kendisinin yükümlü olduğu işlerden boş kalan vakitlerde olmuştur. Üniversite öğrenimine devam etmeye başlayıp öğrenci olduğunda Japon genci gayet sade yaşıyor, küçük bir odada geçiniyor, çoğunlukla
dogiden[27 - Bu kelime ile kastedilen hot dog(?) olmalıdır.] ibaret olan yemeğini kendi pişiriyor, hiç yorulmaksızın çalışarak dört sene sonunda üniversiteyi bitirip diploma alıyor.
Amerika’ya gelerek mutfaklarda kap kacak yıkayarak, ev süpürerek geçinen Japon çocuklarından bugün, Japonya’nın başkenti olan, “Tokyo” şehrindeki Üniversitede profesör (müderris) olanları pek çoktur. Japon gençleri bu şekilde bin türlü zorluklar içerisinde bir taraftan tabak çanak yıkamak ve diğer taraftan da kitap sayfaları karıştırmak arasında eğitim aldıkları halde kendi vatan ve milletlerine muhabbetlerini hiçbir şekilde kaybetmiyorlar. “San Fransisko” Üniversitesinde öğrenim gören Japonlar bundan birkaç sene önce kendilerine mahsus bir cemiyet kurdular…” (tercüme burada tamamlandı.)
Bu yazıyı okuyunca ne düşündüm, bilir misiniz? Kendimizi, kendi Tatarlarımızı düşündüm. Kazan, Orenburg, Ufa, Astrahan gibi şehirlerde binlerce Müslüman Tatarlar var. Acaba bunlarda ilim ve bilim uğruna bir parça gayret, Japon çocuklarında olanın binde biri kadar muhabbet gösterildiği var mıdır? Bu şehirlerin hepsinde gimnaziya, riyalini mektep, hür ve sanat sınıfları, pek çok başlangıç ve mahalle mektepleri, Kazan’da bütün Tatarların burnunun dibinde mükemmel ticaret okulu, teknik okul vesaireden başka dünyada meşhur olan birkaç bölümden oluşan mükemmel Üniversiteler var. Kendi evlerine komşu olan bu gimnaziyalarda, riyalini mekteplerde, Üniversite şubelerinde öğrenim görmek, diyelim ki hiç olmazsa şu nefis Kazan şehrinde yaşayan binlerce Tatar için, bir güçlük ve bir fedakârlık gerektirir mi? Bana kalırsa hiç! Çünkü Tatarların büyük kısmının bu şehirlerde güzel evleri, güzel kurulmuş ve yoluna koyulmuş ticaretleri Ruslar katında hürmet ve itibarları var. Rus okullarının her birine bizim Tatar evladını memnuniyetle kabul ediyorlar, hatta giriş sınavlarında dil ve yaş bakımından bir derece özel saygı gösteriyorlar. Şu halde anne babanın gösterecekleri fedakarlık komşularında olan bu yüksek ve muntazam okullardan istediği birine oğlunu yahut kızını kaydettirmekten ibarettir.
Bu okullarda öğrenim ücreti için senelik verilecek para o derece azdır ki bizim Müslümanlarımız bu gibi paraları güvehaneye, fahişehaneye bir kere girip çıktıklarında hiç acımadan harcıyorlar. Bizim bu taraf Müslümanlarından Rus okullarında okuyanlarımız gerçi ara sıra görünse de halkımızın çokluğuna oranla hiç yok denecek kadar azdır.
Bizim Müslümanlar diyorlar ki: “Rus okullarında yavrularımızı okuturduk, lakin orada hiçbir şekilde alfabe ile akait ve dinimizi öğrenemiyorlar, Rusça okuduklarında kendi dinimize ve milletimize muhabbetleri kalmıyor.” Pekala! Bu Japon çocukları nasıl oluyor da başka memleketlerde ve Hıristiyanlar arasında tahsil ederek kendi diyanet ve milliyetlerini terk etmiyorlar? Nasıl oluyor da bunlar onar on beşer sene Amerika Protestanları arasında kalarak halis Buda oğlu Buda olup kalıyorlar? Onların ata anaları kendi çocuklarını Hıristiyan okullarına vermeye nasıl korkmuyorlar? Bize kendi dinimiz nasıl hak din ve mukaddes ise onlar için de kendi dinleri böylece hak ve mukaddes bir dindir. Bizim çocuklarımız kendi hanelerimizde, kendi ailemiz içerisinde yaşadığı halde günlük birkaç saat Rus okullarına gidip ders okumaları da faydalı olmuyor, bozuluyor, Hıristiyan oluyor, itikadı değişiyor, milletine muhabbeti bitiyor, bilmem neler oluyor, neler!… Yahu! Biz niçin böyleyiz? Yahut niçin böyle zannediyoruz? Okumak sebebiyle mezhep değiştirenlerimiz binde, yüz binde bir adam ise okumamak ve cehalet sebebiyle dinimizi terk edenlerimizin, yahut Müslüman kalıp Müslüman kıyafetinde gezseler de hakikaten ne Müslüman ve ne de Hıristiyan olup, gerçek bir Mecusi olduklarını niçin düşünmüyorlar?
Bunların her birinden çıkarılabilecek sonuç şudur: Rus okullarında Müslümanca dil, itikat ve şeriat okunmadığı için kime öfkeleniyoruz? Bunun suçu kimdedir? Hükümetin her bir okulunda Müslüman çocuklarına kendi dillerini ve dinlerini öğrenmelerine tamamiyle izin verilmiştir.
O halde kendimiz niçin okutmuyoruz? Niçin iyi öğretmenler görevlendirmiyoruz? Niçin faydalı ders kitapları tertip etmiyoruz? Eğer bu hizmetleri Petroflardan, İvanoflardan ümit edip vakit geçirirsek bunun sorumlusu kim olacak? Yahut bunları el açıp Hüdâ’dan istesek, yani Hüdâ’nın bize hâdim olmasını ister isek yine boştur!
Rus okullarına balalarımızı bölük bölük göndermeliyiz. İslamca din ve lisanımızı okutmak, hamiyet-i milliye ve diniyelerini arttırmak için muktedir, hamiyetperver muallimler görevlendirmeliyiz. Şimdiki halde boş yere hükümetten maaş alarak Rus okullarında Müslümanca öğretmenlik mevkiini zapt edip duran birtakım yetersiz, düşüncesiz, ilimsiz ve akılsız önemli hizmetlere liyakatsiz adamları ve Müslüman çocuklarının İslamiyet’ten muhabbetlerini soğutmaya sebep olan giyim şekillerini, insanlık ve medeniyet mikroplarını tamamiyle oradan süpürüp defederek temizlemeliyiz. Bin senelik asılsız, düzensiz ve anlamsız kitaplarımız yerine kısaltılmış, faydalı ve pedagojiye uygun ders kitapları hazırlamalıyız. Bize hiçbir şey gökten inmez, hariçten de gelmez. Her şey kendimizden gelir. Çalışmalı ıslah edilmeliyiz. Eğer hayat istersek bedenimize düşüp de bedenimizi çürütmekte olan mikropları temizlemeliyiz. Dinimiz, hamiyetimiz, vicdanımız ve gayretimiz biterse bunun sebeplerini Rus okullarından, yeni usul alfabelerden, astronomi ve geometri ilimlerinden aramalıyız. Bunun temel sebebi kendimizin ilim ile cehalet farkını, fayda ile zararı, hayat ile ölümü, aydınlık ile karanlığı fark edemediğimizden kaynaklanmaktadır diyebilmeliyiz.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/fatih-kerimi/ondan-bundan-69500092/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
“Ceditçilik hareketinin önderi konumundaki isim hiç şüphesiz İsmail Bey Gaspıralı’dır. “Dilde, işte, fikirde birlik” idealiyle yola çıkan Gaspıralı bu uğurda büyük işler başarmış, ömrünü bu uğurda tüketmiş büyük bir fikir adamıdır. Dünya üzerindeki Türklerin bir ve bütünlüğünü arzulayan Gaspıralı amaçlarını gerçekleştirmek için iki faaliyet alanı benimsemiştir: matbuat ve eğitim. Bu amaçla ilk olarak St. Petersburg’da eşinin ziynet ve altınlarını bozdurmak suretiyle eski bir matbaa makinası satın alır. Böylelikle ilk gazete faaliyetlerini gerçekleştirebilecektir. Gaspıralı’nın Tercüman adını verdiği ve iki dilde yayımlanan (Rusça ve Türkçe) gazete 30 yılı aşkın bir süre Türk Dünyasının tamamında okunan önemli bir yayın organı olmuştur. Gazetesinin Türklerin yaşadığı geniş coğrafyalarda okunmasını isteyen Gaspıralı bu amaçla Tercüman’da sadeleştirilmiş bir Osmanlı Türkçesi kullanmıştır. Gaspıralı matbuat faaliyetlerinin yanında cehaletle de mücadele etmeyi gaye edinmiştir. Bu amaçla açtığı ve usul-i cedit adını verdiği okullarda hızlı bir okuma-yazma seferberliği başlatmıştır. Usul-i cedit okullar kısa sürede tüm Türkistan’da yayılmış ve bu alanda önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Fatih Kerimî’nin fikri yapısının şekillenmesinde ilk olarak babası İlman Kerimî’nin ardından da İsmail Gaspıralı’nın etkisi olmuştur. Çocuk yaşlarda medrese tahsili alan Kerimî, ardından Rus mektebine gitmiş ve Batı dünyasına ait edebi eserleri okumuştur. Zeki fakat ekonomik açıdan zorluk yaşayan Türkistanlı ailelerin çocukları İstanbul’a eğitim almak üzere gönderiliyordu. İşte bu çocuklardan biri olan Fatih Kerimî eğitim hayatının önemli bir bölümünü İstanbul’da geçirecekti. Fatih Kerimî’nin fikri yapısının oluşmasında İstanbul’da aldığı eğitimin büyük tesiri olmuştur. Özellikle Ahmed Mithat Efendi, Kerimî’ye önemli ölçüde destek olmuş, Mekteb-i Mülkiye’de eğitim almasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti içindeki edebi, fikri ve siyasi ortamı sonuna kadar teneffüs eden Kerimî, Balkan Savaşı’nın başladığı yıllarda bizzat cepheye giderek olayları izlemiştir. Bu izlenimlerini daha sonra İstanbul Mektupları adıyla neşredecektir. Kerimî eserlerinde sade ve anlaşılır bir İstanbul Türkçesi kullanmıştır. Şüphesiz bu tercihinde İstanbul’da aldığı eğitimin yanı sıra Gaspıralı’nn “Dilde, işde, fikirde birlik” ideallerini benimsemiş bir aydın olması da etkili olmuştur.” (Çakmak 2017: 212-123).

2
Kerimî, Fatih (2016). Mirza Kızı Fatıyma Seçme Eserler (Haz: Dr. Cihan Çakmak), Ankara: Gece Kitaplığı Yayınları.

3
Kerimî, Fatih (1996). Hıyalmı Hakıykatmi, Morza Kızı Fatıyma: Saylanma Eserler, Kazan: Tataristan Kitap Neşriyatı, s. 118-148.

4
Eserin orijinal adı Tatar Türkçesinde Andan Bundan’dır.

5
Çakmak, Cihan (2014). Fatih Kerimî’nin Hıyal Mı? Hakıykat Mi? ve Andan Bundan Eserleri Üzerinde Dil ve Üslup İncelemesi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.

6
“1904 senesi Tiflis’te neşredilen, merhum, Şark-ı Rus gazetesine “kalem” imzasıyla birkaç makale yazmıştım. Gerçi hiçbirinde kendi ismim yazılmamış ise de bu hususta bazı dostlarımdan mektuplar aldım: “Şark-ı Rus kalem imzasıyla toplanan makaleler senin yazıların olsa gerektir, biz bunu kokusundan sezdik, lakin muntazam surette hepsini de okuyamadık, eğer kendinde müsveddeleri var ise bunların hepsini birlikte bastırıp neşrederseniz güzel olur idi” diyorlar. Yazdığım mektupların bazı yerlerinden nüsha (kopya) almak âdetim olduğundan bende bunların nüshaları var idi. Mütalaa, edebiyat, ilim ve marifette heveslisi olan dostlarımın en küçük bir arzularını yerine getirmek için bence en lezzetli bir iş ve en mukaddes bir borç olduğundan bunları birlikte toplayıp ayrıca risale şeklinde neşretmeye karar verdim. Vaktiyle Mirâtin 6. cüzünde toplanmış “Mütâlaa” başlıklı bir makalemin nüshası da defterimin baş tarafında olduğundan onu da burada birlikte yazıverdim, hem de risalenin baş tarafına merhum Kemal Bey şiirlerinden birkaç satır yazdım. Bu türlü şeyleri ihtiva eden risaleye ne gibi bir isim vereyim diye bir müddet düşündüm. Tatarca olarak kısaca uygun bir isim hatırıma gelmedi. Türkçe ve Tatarca yazılmış risalelere üçer beşer Arapça sözlerden mürekkep hiç alakasız isimler vermek pek gülünç ve yakışıksız bir şey olduğundan ben bundan asla hoşlanmıyorum. Bu risalenin içerisine türlü şeyler yazıldığı için haydi öyle ise bunun ismi de “Andan Bundan” olsun dedim. İş tamam oldu, vesselam! Muhammed Fâtih” (Çakmak 2014: 293).

7
Mütalaa başlıklı yazısında okumanın önemini “Gerçekten, insan beden ile ruhtan ibaret olup bedenini beslemek için maddi gıdaya ne derece muhtaç ise ruhunu beslemek için manevi gıdaya bu nispette muhtaçtır. Yemek içmek olmaz ise insanın bedenine zayıflık geldiği gibi mütalaa ve ilim olmaz ise insanın ruhunu ve kalbini zulmet basar. Yiyip içmek ve yatıp uyumaktan başka bir şey bilmez ise insanın at ve sığır gibi başka hayvanlardan ne farkı olur? Bilmeyen ve okumayan adamın ruhu ne ile beslenir? Namı ilelebet muhterem olan “Jan Gutenberg” tarafından kitap basmak usulü keşfedildikten sonra bilginin arttırılması ve düşüncenin gelişmesi için o kadar geniş bir meydan açılmıştır ki her şeyden haber almak ve her şeyi öğrenmek mümkün olmuştur. Yalnız insanda okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalıdır!” cümleleriyle özetlemektedir.

8
Matbuat ve Mektep başlıklı yazıda bir toplumun gelişmesinde ve aydınlanmasında olmazsa olmaz iki kurumun matbuat ve mektep olduğunu vurgulamaktadır. “Vatan evlatlarının fikrini genişletecek ve zihnini aydınlatacak sebepler ve vasıtalar çok ise de en önemlisi mektep ve matbuattır. Kerametleri kabirde kemikleri çürümüş işanlardan değil, belki ayağımızın altında ve gözümüzün önünde olan mektep ve matbuattan ümit etmelidir. Mektep ile matbuat karşısında el bağlayıp diz çökersek adam olacağımıza, dünya ve ahirette mesut olacağımıza ve eğer bunlara iltifat etmezsek dünya ve ahirette bedbaht olacağımıza, her bir fazilet ve insani kemalattan ayrılarak ahirette mahv ve perişan olacağımıza iki kere iki dört eder gibi inanmalıyız.”

9
Fatih Kerimî, Andan Bundan, Biblioteka Tatarskogo Nauçno…İnstituta Yazıka i Literaturı, Orenburg: Kerimof ve Şirekâsı Matbaası, 1907.

10
Özellikle 1990’lı yıllardan sonra SSCB’nin de dağılmasıyla birlikte başlayan bağımsızlık hareketleriyle millî ve dinî hareketler Tatar toplumu arasında yayılmaya başlamıştır. Bu dönemde Tatar kültürünü yeniden canlandırmak ve geliştirmek için çalışmalar yapılmaya başlamıştır. Bu müspet gelişmeler dile ve alfabeye de yansımış, Tatar Türkçesini, Kiril alfabesinden sonra yeniden konuşma ve yazı dili haline getirme çalışmaları baş göstermiştir. 1 Eylül 1992 tarihinde de Tataristan Cumhuriyeti Meclisi kararıyla Tatar Türkçesine resmî dil statüsü verilmiştir. Bugün Tataristan’da resmî dil Rusça ve Tatar Türkçesi olup bu iki dil eşit statüdedir. Bütün okullarda okutulmak üzere Tatar Türkçesi dersi konmuştur. Bunun yanı sıra Tatar Türkçesiyle kitap, dergi, gazete çıkartılması ve devlet dairelerinde resmî işlerin Tatar Türkçesiyle yürütülmesi gibi adımlar da atılmıştır. Tüm bu adımlara rağmen Tataristan’da, Tatar Türkçesinin aksine Rusça ağırlığını ve hâkim dil pozisyonunu korumaktadır. Tataristan’da, Tatarca ikinci dil konumundadır. Tatar Türkçesinin Tatarlar tarafından çok iyi bilinmemesinin, Rusçanın uzun süre resmî dil olması, Tatar Türkçesinin uzun yıllar yasaklanması, Tatarlar ile diğer toplumlar arasında yapılan evlilikler gibi pek çok neden sayılabilir (Alkaya, 1998). Daha geniş bilgi için bkz. Ercan ALKAYA (1998). Tataristan’da Dil ve Alfabe Meselesi Üzerine, Türk Dili (562), s. 263-299.

11
“Zakir işan babamıza mektup gönderdi: ‘Oğlun Fatih bozuldu, yoldan çıktı. Eğer gelip oğlunu almazsan, medresemden kovup atacağım.’” (Şeref, 2000: 76-77).

12
Fatih Kerimî’nin babası Gılman Kerimî’nin hayatını anlatan Merhum Gılman Ahund başlıklı hal tercümesi (1904) tarafımızca hazırlanmakta ve ayrı bir kitap olarak yayımlanması planlanmaktadır.

13
“Yazılarında, Türklerin bir taraftan modern eğitim usullerini benimserken, diğer taraftan da medreselerin eski usul tedrisatında ıslahat yapmak mecburiyetinde olduğunu anlatan Gaspıralı İsmail Bey, kurtuluşun ancak böyle mümkün olabileceğini söylüyordu. Bu ise, mutaassıp çevrelerin büyük tepkisine sebep oluyordu. Nitekim, bu mutaassıp insanlardan birkaç tanesi kendisini öldürmeye dahi teşebbüs etmişlerdi. Bunlardan biri de Kazan ulemasından Gilman Kerim Bey (İlman Kerimî) idi. Gilman Bey’in oğlu Fatih Kerimî, Orenburg’ta çıkan ‘Vakit’ gazetesi başmuharriri ve aynı zamanda İsmail Bey’in hayranlarından bir münevver idi. Bir gün elinde ‘Tercüman’ gazetesini okurken, babası, bu gazete vasıtasıyla ‘Gaspıralı yeni fikirlerini yayıyor ve benim oğlum da onun peşinden gidiyor’ diye oğlunu öldürmeye karar vermiştir. Fakat, asıl kabahatlinin oğlu değil, Gaspıralı olduğuna hükmederek, onun ‘katlini vacip’ telakki etmiş ve bu maksatla Bahçesaray’a kadar gitmiştir. Taassubuna rağmen akıllı bir zat olan Gilman Kerim, İsmail Bey’le çok heyecanlı ve şiddetli münakaşalarda bulunmuştur. Fakat Gaspıralı İsmail Bey’in ihtiyatlı ve akıllı sözleriyle ikna olan Gilman Bey, tamamıyla Gaspıralı taraftarı olarak memleketine dönmüş ve hatta oğlu Fatih Bey’i tahsilini tamamlaması ve Türklüğe hizmet etmesi için İstanbul’a göndermeye karar vermiştir.” (Saray, 2008: 29, 30’dan naklen: Kırımer, 1934: 47).

14
İlerici fikirli bir yayın organı olan Vakit Gazetesi sadece Tatarlar arasında ilgi görmemiş; Özbek, Başkurt, Kazak Türkleri arasında da yoğun bir şekilde okunmuştur (Sabitov 2000: 194).

15
Ölmez mi açık olan milletin gözü?
Tâ haşre kadar mı sürmeli bu sıklet?
Hep cehalet karanlığıdır ki illet
Daim kalıyor bu gaflet uykusu
    Abdülhak Hamid

16
tenge (teŋke): yassı, yuvarlak altın veya gümüş akçe, para (TTAS III: 239).

17
istincâ: necâsetten, pislikten temizlenme (Devellioğlu 2003: 461).

18
istibrâ: 1. Küçük abdestten sonra akıntıyı tam arıtma. 2. Nikahla alınan bir dulun gebe olmadığına kanaat getirmek için bir hayz görünceye kadar ona yaklaşmaktan çekinme (Devellioğlu 2003: 454).

19
terakkiyat-ı fikriyye: fikri ilerleme.

20
işan: etrafında müritleri bulunan ve onlara ruhani liderlik yapan din adamı, kutsal kabul edilen kişi. 2.Dünya işleriyle ilgilenmeyen, takva sahibi kişi (TTAS I: 438).

21
“Alimlerin kalemlerinin mürekkepleri şehitlerin kanı ağırlığındadır.”

22
“Kimin ayakları ilim talep etme konusunda tozlanırsa Allah onun cesedine cehennemi haram kılar.”

23
sayısızca

24
tergib: arzu ettirme, istek verme, isteklendirme (Devellioğlu 2003: 1085).

25
bedel: başkasının adına ve masrafıyla hacca giden (Devellioğlu 2003: 76).

26
gimnaziya: lise, kolej (RTS 1996: 145).

27
Bu kelime ile kastedilen hot dog(?) olmalıdır.
Ondan Bundan Fatih Kerimî

Fatih Kerimî

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Ondan Bundan, электронная книга автора Fatih Kerimî на турецком языке, в жанре историческая литература

  • Добавить отзыв