Acı ve Tatlı Hayat

Acı ve Tatlı Hayat
Joltay Jumat Almaşoğlu

JOLTAY JUMAT ALMAŞOĞLU
ACI VE TATLI HAYAT (Çağdaş Kısa Romanlar)

OLİGARH VE OLİMP
(Lirik roman)

OLİGARH VE OLİMP
“…Amaçsız, zayıf iradeli, istenmeyen, işe yaramaz bir söz ağırlıktan yoksundur…”
    Abız Ahmet Yasavi Türk düşünür
“…İman ışığından mahrum kalan, biriktirdiği iyiliği kaybeder!”
    (Halk deyimi)
“Sarp bir uçurumun kenarındaki deve dikeni yalnızca umutsuz Naru’ya nasip olur…”
    (Halk deyimi)
Motif
    (Yazma düşüncesine giden yol)
Kelime! Onu satırlara oturtmak ne kadar zordur. Ancak bir kere yazmaya kalkıştıysanız, sanki bir filin ayağının ağırlığı altındaymış gibi moralinizi nasıl kaybetmeye başladığınızı hemen hissetmeye başlarsınız.
Evet, yazarlıktaki durum böyle. Kendinden emin olarak başlarsın, çok kolay bu işi kıvıracağınızı ve bu konunun üstesinden geleceğinizi düşünürsünüz. Ama gerçekte… inanılmaz eziyetin sizi beklediği kelimenin büyülü dünyası ile karşılaşırsınız.
Muhtemelen seçilen konuyu açığa çıkarmakta büyük zorluklardan endişe ettiğimi mi düşünüyorsunuz? Belki de bu konuda bazı doğruluk payı vardır. Bazen satırlar birbiri ardına uzanır ve her şeyin kolay ve güzel bir şekilde gerçekleştiği zannedilir. Bununla birlikte, memnuniyeti hak eden bir şeyin kolayca oluşturulmuş satırlardan ortaya çıktığını ben hatırlamıyorum. İtiraf etmeliyim ki, zorluklar, eziyetler ve sanatsal ısdıraplar – gerçektir.
Tüm bu gerilimden vazgeçmek, boş yere kafanızı yormayıp ve beyninizi kaynatmadan bu girişimi bir kenara atmak mümkün değil mi? Sonuçta, herhangi bir kimseye bir şey yapmak için yemin etmedim, konuyu sona erdirene kadar didinip duracağıma kimseye söz vermedim, el yazımı bitirene kadar ölmeyeceğime dair kimseyi temin etmedim. Ancak…
Zamanımızın büyük bir Kazak işadamı olan bir Oligarh (monopolist) ile ilgili olarak düşüncelerime işkence çektirdim…
Evet, ülkeye korkutucu derecede sert, kendilerini oligarh diyen kibirli insanların gözlerimizin önünde çoğaldığı bir devir geldi. Hem de ne oligarhlar! Senin benim, bizlerin tüm ortak varlıkları, aynı zamanda başlarımızdaki saçlarımızın miktarı bile onların tahmin bile edilemeyen varlıkları ile karşılaştırılamaz. Efsanevi zengin atalarımız Karınbay ve Şigaybay, bugünün oligarhlarının yanında dilenci paçavraları gibi kalırlardı…
Ve asıl şaşırtıcı olan nedir? Bu oligarhlar, bağımsızlık şafağında, sizinle birlikte hepimizin kafalarımızın üzerine basarak yürüdüler, ülkenin her yerinde, ilkbaharda açan kardelen gibi ortalıkta peydah oldular! Nereden geldiler? Peki “yeşil sokak” önlerine nasıl serilmişti?
Kimse bu soruları cevaplamayacak, kimse bu fenomenin nedenlerini açıklamayacaktır.
Allah’ın nazik, geniş alınlı bir entelektüeli şöyle demişti: “Böyle bir oligarhı, Kazak vatandaşı olması halinde selamlıyorum! Sonuçta, kesinlikle fakir halkımıza hayırlı işler yağdıracak…”
Ve bir neşeli, ince kaşlı adam da fikrini ifade etmek için geri kalmamıştı: “Zenginlik bir kusur değildir, hatta harikadır! Önemli olan Yaratan’ın sizi yoksulluktan kurtarmasıdır!”
Bu ifadelere katılmamak için hiçbir nedenim yok!
Sonuçta, ben de benzer bir düşünce ile kalemi elime aldım!
Ancak benim başka bir nedenim daha var.
Oligarh sadece sıradan bir canlı ruh değil, aynı zamanda tam bir sosyal fenomendir! İster beğenelim isterse de beğenmeyelim, ısrarlı arayış yoluyla toplumdaki sarsılmaz yerlerini buldular. Ve bununla, kendilerini güçlü bir şekilde ibraz etme haklarına manevi olarak sahipler! Daha doğrusunu söylemek gerekirse, gerçekte yapamadığımız birçok şeyi onlar başardılar, başarısız olduğumuz şeyleri tamamladılar.
Böylece oligarhın zamanımızın gerçek bir kahramanı olduğu ortaya çıkıyor!
Onun hakkında bir şeyler yazmak için, her şeyden önce, on kez düşünmeniz, fikri yüzlerce kez tartmanız, yazı kaleminizi dikkatlice sivrileştirmeniz gerekir…
Ben açık yürekli bir insanım, bu yaratıcı fikir hakkında kalem arkadaşlarıma danışmaya karar verdim. Söylenmeden, sabırsızlıkla için için yanarak, övgü ve desteği beklerken, henüz yazılmamış eser üzerindeki samimi düşüncelerimi bir arkadaşımla paylaştım. Ruhumda biriken her şeyi ona rahatça iç çekerek döktüm. Ve arkadaşım tarifsizce şaşkın olarak büyük bir şok geçirmişti …
– Kurnaz bir gülümsemeyle, ah sen bu kibirli oligarhı bilmiyor musun? İnsan duyguları bu türlere yabancıdır, komşuları için empati duymazlar, biriken sayısız zenginlikleri gözlerini gölgede bırakmıştır. Kimse senin yaptığın çalışmana inanmaz, onu didik didik araştırarak boşuna çok fazla ter dökmüş olursun! Ayrıca, oligarh sana kızabilir ve ondan merhamet beklenmez! Bu iyi tavsiyemi göz önüne alın: Makaleni hemen yak! Lütfen arkadaşına itaat et: hayattayken hemen ondan kurtulun! – oldukça korku hisseden arkadaşı, ellerini rastgele salladı.
– Neden bu kadar korktun ki? Seni bu kadar endişelendiren ne oldu? – Arkadaşımın bu sözlerini anlamamış gibi onu sorgulamaya başladım.
– Bizim oligarhlarımız yok – bizim türümüz farklı! Bu bizim için doğal bir şey değil! Gerçekten anlamıyor musun ?!
– Sanki atalarımız arasında, şimdiki deyişle, büyük zengin beyler, havalı zengin insanlar yok muydu? Halkımız neden şimdiye kadar görülmemiş ve yeni olan bir şeyi kabül etmezler, her zaman reddetmeye veya mümkün olan her şekilde kendini savunmaya gayret etmektedir? Sonuçta, “oligarh” kavramı zamanımızın yeni bir fenomeni.
– Hayır, hayır, kafa karıştırıyorsunuz! Şimdiki oligarhları cömert ve asil atalarımız-baylarla karıştırmayın. Onların arasında yeryüzü ve gökyüzü kadar fark vardır!
Arkadaşım beni ikna edemedi, onun muhalefetine rağmen, olası risk payını da göz önüne alarak, bağımsız olarak yaratıcı fikrimi daha da genişletmek için tarihin derinliklerine daldım. Sonuç olarak, modern bir oligarhın ve bize kıyaslanamaz hazineleri – paha biçilmez bir manevi miras ve sonsuz bir bozkır devleti bırakan asil, cömert atalarımızın kaderlerini heyecanla araştırmamı sağladı. Ayrıca, mümkün mertebede aralarında bir bağlantı noktasını bulma arzusu da vardı. Aydınlanma ışığı yolumu kolaylaştırmıştı.
Görünen o ki, oligarh bize bilinmeyen bir dünyadan gelmedi, yeryüzüne gökten de düşmedi. Onda hem Kazak kanı hem de Kazak ruhu var, ayrıca çevremizden ortaya çıkmıştı. Maddi zenginlik ne ki? Bugün var, ama yarın olmayabilir. Ancak ebedi varoluşu hedefleyen bağımsız ve tamamen gelişmiş bir ülke var.
Böylece, benzer düşünceler ile, gergin dizginleri “kendi akışına” bıraktım, ama sonra tekrar bir şüpheye düşerek ve bu serbest bıraktığım dizginleri sıkıca geri çekmek istediğim hasıl oldu, sevgili okuyucularım!
Önsözün başlangıcında neden bahsetmek istemiştik?
Ne söylemek istemiştim? Ey halkım, bizler aynı kandanız! Ve aynı kan bağı olanlar her iki avuçlarını göğsüne bastırarak, birlikte iyi işler yapmak için tek bir dürtü içinde çaba göstermelidir.
Bu harika bir şey olurdu, özellikle içinde bulunduğumuz zor zamanlarımızda!
Yalnızca şunu düşünmeyin, oligarha övgüler yağdıracak değilim, pervasızca onun doğru yolda olduğunu iddia etmeyeceğim. Daha doğrusunu bilmek istiyorsanız: bazen öyle anlar oluyor ki, bu hayatta bazılarını şahsen görmek dahi istemiyorum. Ve bunda da şaşılacak bir şey yok. Neden dilimle ona hayranlığımı göstereyim, heyecanla onlara bakayım ki?
Ancak, tavuğuna da kışt demeyeceğim, onları küçümseyerek: “çek git buradan, hepiniz kötüsünüz!” diyerek uzaklaşmayacağım.
Hayal gücüm sayesinde ortaya çıkan bu oligarh Aspan (ona Ospan da diyebilirsiniz), tamamen farklı bir doğaya, kendi görüşüne sahip, kısaca inatçı birisidir. Kurnazlık mı yapıyorum? Bana inanmıyor musunuz?
Gerçekten inanmıyorsanız, kendiniz görebilirsiniz – ese-rim önünüzde. Daha sonra buluşuruz ve her şeyi açık bir şekilde tartışırız.
Bu arada, çalışmayı durdurma, yazma yasağı önerilerini bir kenara bırakalım ve şimdilik bu konuyu kibarca kapatalım.
Ayrıca, zamanım azalıyor, onu uzun konuşmalarla boşa harcamak istemiyorum. Açıkçası, boş konuşma arzusu bile yok içimde.
Çünkü… Sonuçta, biz oyalanırken, lirik romanın doğuşu üzerine yaratıcı çalışma çoktan başladı bile.
Eserin artık doğum sancıları başlamıştı bile…

OLİGARH VE KÖY
(İlk hikaye)

“Ah, Dünya…”

1
Şerkala küçük bir kasaba. Kederli bir kasaba. Kasaba depresif bir durumda…
Bu neden böyle olmuştu? Burada size bunu anlatmaya ve bir şeyleri açıklığa kavuşturmaya çalışacağım. Kasaba küçük olmasına rağmen (nüfusun sayısıyla övünemezsiniz), sadece yararlı tavsiyeleri değil, aynı zamanda önemli şeyleri de diğer vatandaşlarıyla paylaşan birçok ünlü kişilik buradan çıkmıştır. Bugün hayatı mutlu bir şekilde yolunda giden çok az Şerkala sakinleri vardır. Bazen ne kadar asil kişilikler haline geldiklerine şaşıracaksınız!
Bunların arasında başlarıyla neredeyse göklere değen böyle oligarhlar da mevcut…
Eğer birileri onları sorgulamaya başladığında, kafaları karışan bir çok yabancı konuklar vardır: Şerkala nerede ve ne tür bir kent? Orada hangi milletlerden insanlar yaşıyor ve buna benzer sorular soruluyor. Ancak, orada bulunanlardan biri oligarhlardan en az birinin isminden bahsedilir bahsedilmez hemen yalakalığa başlar: biliyoruz, elbette biliyoruz, der…
Ama ne derseniz deyin, Şerkala bugün dünya çapında herkesin dudaklarında bir kent. Bu yerleşim yeri hakkında dünyanın her köşesinde birşeyler duyabilirsiniz. Böyle bir şöhretin ana nedeni elbette oligarhlar – Şerkala sakinleridir.
Bunlardan biri Aspan. Evet, evet, bu görünüşte önemsiz biri Aspan. Esmer, sıradan bir Kazak oğlu, tüm akranları gibi aul’da (köy) büyüdü ve kendi ülkesinin kumlarında oynadı. Tek kelimeyle – dünün esmer ve yerinde duramayan çocuğu. Doğumundan itibaren Ospan olarak adlandırıldı. Yabancı iş ortaklarının “Ospan” kelimesini telaffuz etmesi zor geliyor olabilirdi. Sonra adını hafifçe düzelterek acısız bir şekilde ismini Aspan’a dönüştürdü.
Tamam, Aspan ise Aspan olsun! Sonuçta, şimdilerde Aspan’ın elleri neredeyse kutsal göklere değecek. Yanılıyor da olabiliriz. Elleri neredeyse mavi gökyüzüne sıkıca dayanmış olabilir. Bunun böyle olup olmadığına şaşmamalı…
Bunda saklayacak ne var: Aspan çok değişmişti, bazen on iki ay boyunca kendi ülkesinde görünmeye tenezzül etmeyebiliyordu! Onun hakkında ne kadar istersen sor, soruştur, tek bir cevap vardır: yurtdışında – şimdi Amerika’da, sonra İngiltere’de! Ve başka bir zaman – Japonya’da… Dünyada ziyaret etmediği tek bir ülke değil, tek bir köşe yoktur. Yani, birinden bir devletin adını duyar, derhal küçümseyen bir gülümsemeyle karşılık verir: Ben orada bulundum, elbette… Aynı zamanda, muhatabını cümlesinin ortasında kesmekten de hiç tereddüt etmezdi.
Evet, başını gökyüzüne yasladığı zamanlardı onun.
2
Bugün Amerikan eyaleti N’de ikamet ediyor, ayrıcalıklar ve lüks içinde yüzüyor, lüks bir villası, birkaç arabası ve yeterli sayıda hizmetçileri var. Ana hizmetçi, bunda gizleyecek hiçbir şey yok, metresi. Adı Ket. O anlaşılmaz bir ulustan, hatta farklı bir ırktan. Bu onun egzotik görünümünden ve rahat tavrından belli olmaktadır. Ancak, diğer kanlardan da olsa, Ket şaşırtıcı derecede nazik, son derece yumuşak ve büyüleyici bir kadın. Sesini asla yükseltmez, Aspan ile bir şekilde çelişmeyi düşünmez, her kelimesini kolayca yakalar. Ket hiç şımarık değil, asla rahatsız edici değil, ilişkinin resmileştirilmesini de talep etmiyordu. Bu uysal, güzel ve enerjik kadın kendi statüsünden memnundu. Ket, tabiki, gizlice, oligarh Aspan ile evlenmeyi hayal ediyordu, ama asla arzusunu göstermiyordu. Peki ya Aspan? Böyle küçük bir meseleyi aklına bile getirmiyor, sadece ateşli ve yetenekli bir metresi kullanıyordu.
Aspan’ın hayatı, dışarıdan bakıldığında muhteşem görünüyordu, kaderi ise kıskanılacak türdendi! Ve onun hakkında zaten efsanelere dönüşen hikayeleri de bir dinlerseniz – merak edersiniz, yaşamda değil, sanki bir masal içindeydi…
Vatandaş kardeşleri, oldukça yakın ve uzak akrabaları, kendi topraklarında yaşıyor, geçinip gidiyorlardı. Belki onlarla temas halindedir, iletişim kuruyordur? Oligarh’ı sık sık ziyaret etmiyoruz, aul onun sık ziyaretlerden çok ta memnun değil. Memleket topraklarını hissetmez, kalbi eski zamanlar için ağrımaz. Akrabalarını arama arzusu yok, memleket bozkırının kokusunu özlemiyor. Eğer insan kendi doğduğu yeri görmek istemiyorsa ne yapabilirsiniz! Sen “Çürük bir yumurtasın!” diyerek kim onun suratına tükürerek küçük düşürmeye cesaret edebilir ki? Kim onun yakasına yapışıp acımasızca onu suçlayabilir? Kimse. Ve memleketindeki insanlar da sanki ağızlarına su almışlar gibi sessiz kalırlardı.
Şerkala’dan bir çocuk, neredeyse acı bir şekilde ağlıyordu, ona bir mektup yazdı ve internet yoluyla gönderdi:
“Saygıdeğer Ağam, Siz küçük Şerkala kasabasında doğdunuz, burada büyüdünüz. Burada eğitim aldınız. Burada okuduğunuzda kimse bilgisayardan haberdar değildi. Bugün, elbette, farklı bir zaman. Komşu şehirlerdeki tüm okullar bilgisayarlarla donatıldı, sadece bizde yok. Bu nedenle, komşu köylerin öğrencilerinin çok gerisindeyiz. Komşu köyden bir arkadaşımın interneti üzerinden bu mektubu size göndermek durumunda kaldım. Lütfen bize yardım eli uzatın, okulumuz için bilgisayar satın alın! Sonuçta, çok zengin bir adam, bir oligarh olduğunuzu duyduk.
Şerkala ortaokulunun altıncı sınıf öğrencisi olan Janmurat, size büyük selamlarını göndererek yazıyor.
Mektup, modern iletişim sayesinde aynı gün Aspan’ın masasına gelmişti.
– Ne emredersiniz? – Yardımcı asistan tereddütlü bir şekilde patronuna baktı. Oligarh kötü bir ruh halindeydi:
– Uzak bir kırsaldaki bazı okullarının küçük sorunlarıyla başa çıkmak için vaktim yok! – Aspan astına sitemle baktı. – Şimdi küresel bir problemle meşgulüm…
Asistan nefesini tuttu. Ve şef, memnun olmayan bir sesle tekrar konuştu:
– Eh, düşüncemi böldün! Beni değersiz, önemsiz şeylerle düşüncelerimden uzaklaştırdın…
Aspan, bu sonsuz dünyevi sorunlardan ve rutin işlerden bıktığını tüm gücüyle göstererek çıkışa doğru adım attı. Kendini bahçeye atarak bacaklarını genişçe açtı ve başını gökyüzüne bakarak kaldırdı. Ne kadar uzakta! Ne yazık ki şimdi bu gökyüzünün sonuna ulaşmayacağım, hayır, hayır, diğer tarafını ziyaret etmek daha iyi olurdu! Orada hangi gizemli olayların insan gözlerinden gizlendiğini bilmek ilginç değilmi ki?
“Beni bekle, gökyüzü! Şimdilik bekle… Bir gün, güzel bir gün, kesinlikle sana ulaşacağım…”
Bu beklenmedik biçimde yükselen inatçı düşünceden kurtulamadığı için kendine kızmaya başlamıştı. Ani bir öfkenin farkında olmadan bir kişiyi hain, çarpık bir yola yönlendirebileceğini bilmiyordu.
Öfkeden dolayı düşünceler bazen kendi sınırlarını aşarlar.
3
Önde gelen Amerikalı bir işadamı olan John Davis, Kazak Oligarhın girişimcilik faailiyetleri ile yakından ilgilenmeye başlamıştı, bunu Aspan’ın kendi güvenlik birimi ona derhal bu konudan bilgilendirmişti. Kısa bir süre sonra, Amerikalı ısrarla Aspan’a karşılıklı olarak yararlı bir işbirliği önerisi sunmaya başladı, sık sık ve belli belirsiz bir zamanlarda onu ziyaret ederek onun gururunu kırıyordu. Aspan öfkeyle şöyle düşündü: “Kendisini ne sanıyor ki? Acaba neden kendinden emin bu kadar emin görünüyor? Yoksa bana baskı yapmayı mı planladı! Yani beni küçümsüyor mu? Nasıl cüret eder? Sadece bir fabrikası ve birkaç oteli var!
Ne kadar aptal herif! Nelere sahip olduğumu aklının ucundan bile geçiremiyor! Eğer danışmanım Tomas bana tüm servetimi herkese, her yerde anlatmamam gerektiğini öğretmemiş olsaydı, sessizce kulağına ne kadar bir servete sahip olduğumu fısıldardım… Kııskançlıktan donup kalırdı! Dilini yutardı!”
Aspan’ın içi öfke ile kaynıyordu, sanki içine büyük bir miktarda erimiş kurşun dökülmüştü – bu yüzden ağzından sanki buhar öbekleri çıkacak gibiydi…
Amerikalı oligarhın aşırı özgüvenini ve kibirini daha ilk başlangıçta beğenmemişti. Şimdi zamanı gelmişti, hemen kimin kim olduğunu bu gösterişli Amerikalıya göstermeliydi! Aksi takdirde sakinleşmeyecekti. Burada geri adım atmamalı, karşısına yüz yüze çıkmalıydı. Bir laf söylemeye kalkarsa, Aspan hemen John Davis’e yerini gösterecekti. Başka türlü davranmak yersizdi!
Şerkalı’nın en sert, inatçı ve bitirim oligarhı ile “Benimle gerçekten eşit olmaya mı karar verdin?” – Aspan’ın iç konuşması devam etti. “Bir Kazak ile rekabet etmek isteyen birisinin şanslı olması olası değildir. Bunu başaranları duyan olmamıştır, ama başları bundan ötürü belada olanları kesinlikle biliyoruz. Kazakla şaka yapmamak en iyisidir…’
Aspan’ın öfkeli düşüncelerinde, şüphesiz gerçek payı da vardı: zayıf bir ülke, beş Fransa’nın, on İngiltere’nin özgürce yerleştirilebileceği bir bölgenin sınırlarını pek iyi savunamazdı ve güvenilir bir şekilde koruyamazdı. Düşmanına vatan topraklarının en değersiz bir parçasını bile vermeden bütünlüğünü koruyabilir mi?
Toprak bir başarıdır!
Toprak servettir!
Toprak hazinedir!
Bu halk nasılda kendini feda etmeye hazır olan çaresizlerdi, yedi yüzyıl boyunca ve belki de daha uzun süre topraklarını koruyabilen ve savunabilen insanlardı!
Ya insanları ve ülkeyi yöneten atalar-batırlar nasıllardı! Çok fazla hakiki idarecilerimiz olduğunu söylüyorlar, onları saymaya ellerimizin parmakları bile yetmez. Eğer eski Kıpçak bozkırlarının tarihinden ‘bilgeler’ bahsetmeye başlasalar, onları bir sonraki şafağa kadar susturamazlar. Bazen onların haricinde böyle bir bilgiye sahip başka hiç kimse yokmuş gibi geliyor, saçları ağarmış bilim adamlarının bile onlarla tartışması kolay bir iş değildir…
“Ah, ne kadar can sıkıcı! Diye aklından geçirdi. “Neden umutsuz ve cesur atalarım hakkında daha fazla bilgi edinmeyi düşünmedim? Evrensel konulardaki toplantılarda bu bilgiler bana yardımcı olurdu, kendim en azından şapa oturmazdım. Ancak bunun çok geç farkına vardım. Bunu düşünemedim, bu benim kendi hatam”
Bunu saklamaya bile gerek yok, daha düne kadar, ülkesi, anavatanı, tarihi, gelenekleri ve görkemli ataların gelenekleri hakkında onun neredeyse hiçbir fikri yoktu… Hiçbir şey bilmiyordu! Sadece bilmiyor değil, öğrenme arzusu bile yoktu. Bir iş kralına gerçekten böyle bir bilgiye ihtiyaç var mıydı, cansız gerçekler – bir birimi bine ve binleri milyonlara nasıl çevireceğini bilen birisi için? Bu nedenle, içtenlikle, bu konuda zaman kaybetmek istemedi. Ancak, saygın bir masa etrafındaki toplantılarda, konuşma ufukları genişlemeye başladığında, birileri aniden gözlerinize bakarak, hangi topraktan, ne tür bir soydan olduğunuzu sorduklarında, öz memlekiteniz hakkında bilgilerin çok gerekli hale geldiğini anlarsınız.
Bu soruları net bir şekilde cevaplayamıyorsanız iş ortaklarınız girişimci niteliklerinizi kabül etse de, içten içe size küçümsemeye başlayacaktırlar.
Hafif bir hor görme, böyle kötü bir yüz ifadesi, uzun zamandır ortak bir iş yaptıkları Ronni Rapp’ın yüzünde As-pan tarafından bir çok kez farkedilmişti. İlk bakışta, Ronnie neşeli, iyi huylu, iyi bir insana benziyordu. Yani, onunla konuşursan, ondan olumlu enerji alırsın. Ancak bir dezavantajı var: Kendisinin çok yüksekte olduğunu düşünüyor, kıskanç ve ayrıca parayı haddinden fazla seviyordu…
Bir zamanlar, birlikte küçük mahallerden başlayarak ortak bir iş kurmuşlardı. Yol kenarındaki duş odaları, yolcular için yıkanıp temizlenebilecekleri uygun yerlerdi. Zamanla duş odalarının yanı sıra berber ve güzellik salonları da açtılar.
Bir zamanlar, Ronni’nin babası ona birkaç küçük binayı miras olarak bırakmıştı: bu binaların alt katlarında bu işyerleri açıldı. İnsanlar buraya duş almaya ve traş olmaya geliyorlardı ve yakındaki evlerin sakinleri de düzenli olarak güzellik salonlarını ziyaret ediyorlardı. Çünkü onlar oldukça düşük fiyatlar belirlemişlerdi ve bu da işin gelişmesinde belirleyici bir rol oynamıştı. İşler iyice açıldı ve girişimcilerimiz daha ileri gitmeye karar verdiler: büyük bir banyo kompleksi organize ettiler. Fin saunası, Türk hamamı ve küçük bir ücret karşılığında gerçek bir Rus hamamı, egzotik hisler yaşamak için buraya gelen yerel Amerikalıları cezbetmişti. Ve “üçüncü dünyadan” göçmenler ise, memleket nostaljisiyle buraya akın akın geliyorlardı. Ziyaretçileri arttırmak için Çin hamamı da açıldı.
Böylece iş dünyasında kendi yerlerini buldular. Ronnie geri kalan mülkiyetin satışından sonra, özellikle eski Sovyetler Birliği’nden gelen göçmenlerin yaşadığı alanları giderek daha fazla kaplayan banyo işi ağını genişletti. Bu tür banyolar, özellikle doğu ülkelerinden insanların yoğun bir şekilde yaşadığı yerlerde popüler hale geldi. Zamanla bu yerleri otel ve eğlence işletmeleriyle birleştirdiler. Ülkenin kuzeyindeki Eyaletin tüm elitleri büyük bir eğlence ve dinlenme merkezinin açılışında bulunuyordu. Burada show dünyasından iş dünyasından ünlüler, gazeteciler ve diğer insanlar vardı. Birçoğu olumlu, güzel konuştu ve Aspan ve Ronnie sayesinde banyoların artık yerel halk için korkunç bir yer olmaktan çıktığını söylüyorlardı. Buradaki banyolar sadece yıkanabileceğiniz bir işletme değil, aynı zamanda ailenizle rahatlayabileceğiniz, eğlenebileceğiniz bir merkezler haline gelmişti. Onlara şans dilediler ve insanların tek bir yerde farklı hizmetler alabilmelerinden memnun olduklarını dile getirdiler. Zamanla, yüzme havuzlu fitness kulüpleri açtılar, restorant ağını genişlettiler ve İT teknolojileri üzerinde ciddi olarak ilgilenmeye başladılar.
Ama ne yaparsanız yapın, iki koyun kafası bir kazanın içine sığmaz, en nihayetinde, Ronnie Rapp ile yollarını ayırmak durumunda kalmıştı. Gururlu bir Kazak oligarhı, delinmiş burnunda dizginlenen bir deve gibi bir Amerikalının peşinden gidecek değildi.
4
Kazak doğmuş olmasına rağmen, kökeniyle övünmeyi ve “Ben Kazakım!” ünlemiyle göğsüne yumruğunu gururla vurmayı düşünmemişti bile. Amerika’da kendi ülkesini tamamen unutmaya başlamıştı. Birkaç yıl önce, Kazakistan’a kısaca bir uğradığında, yerel yazar Jashan, ulusuna olan sevgiyle ilgili ortak gerçekler hakkındaki yazılarıyla ona zor anlar yaşatmıştı. İşadamı kendisini ondan güçlükle kurtarabilmişti.
Jashan, kan kardeşlerinin kararsız ve kıskanç insanlar olduğunu çok iyi biliyordu! Bunu kendi kişisel deneyimlerden biliyordu.
Uzun zamanlar önce, işine daha yeni dalmaya başladığı zaman, onun Kazakları onu defalarca çelmelediler. Tökezleyip düştüğü anlar bile olmuştu. O bunu unutmaz (ve bunu unutmak kesinlikle imkansızdır zaten).
Ulaştı işte, nihayet Aspan zirveye ulaştı! Zirvenin en tepesine tırmandı – Olimp’e!
Peki ona bunda kim yardım etmişti? Şerkala’da işin zirvesine çıkarken Aspan’ı destekleyen biri mi vardı? Hayır, kimse yardım etmedi, her şeyi kendisi başardı.
Tabii ki, aksakalların hayırseverliği ve Aspan’a uzak Amerika’ya yolcu eden merhametli büyükannelerin duası hariç. Onlar da sadece dişlerinin arasına dillerini değdirerek dua okudular, kısık sesleri ona kadar ulaşmamıştı bile.
– İyi yolculuklar, Aspan! – Diye seslendi yaşlı adam Kabış. – Zafere giden yol her zaman kıvrımlı ve kaygandır. Dedikleri gibi, sadece umutsuz Naru uçurumun kenarındaki deve dikenine ulaşır. Sen de o deve dikeni -Naru misali gibi oldun… Sen, riskli bir rüya teknesinde uzun bir yolculuğa çıkmış olan hevesli yiğidimsin…
Ne kadar zor da olsa, ortaklaşa edinilen sermayenin skandal bir şekilde bölüşülmesinden ve Ronnie Dapp ile sansasyonel şekilde yollarını ayırmasından sonra, Aspan sert dalgalı iş okyanusuna yelken açtı. Tek başına. Ama yine de, zor işlerin üstesinden geldi.
Birkaç yıl sonra, nereden çıktıysa, nefes nefese kalmış bir şekilde önüne aniden atılgan John Davis çıkıverdi. Yavaş yavaş güvenini kazandı, parlak umutlarla onun ilgisini çekti ve gururlu Kazak’ı birlikte çalışmaya ikna etti. Aspan’ın kalbi endişeli bir şekilde atmış olsa da ve kalbi bir an buz kesse de, Kazak oligarh bu işbirliğini kabul etti: Yoksa onunla çalışmaktan korktuğumu düşünürdü. Üstelik ciddi bir hukuk departmanı vardı. Bilge yaşlı Kabış’ın Naru ve deve dikeni benzetmesi yaptığı Aspan’a bir Amerikalı John Davis’ten korkmak yakışmazdı…
* * *
Aspan, kendisi için unutulmaz, başarılı o yılı her zaman hatırlayacaktır. Sanki beklenmedik bir şekilde önünde bir halı döşemişlerdi, beyaz yelkenli bir Karavel’in onu beklediği ve yeni, mutlu bir hayata yelken açtığı okyanusa açılmıştı.
Bazen olur ya! Bir kişi bunu hayal bile edemez! Birdenbire, dünyanın diğer tarafında bulunan uzak Amerika’dan ünlü bir işadamı birden bire, göze çarpmayan küçük Şerkala kasabasında ortaya çıkmıştı… Ve bu zengin adam Tomas Trump buraya ticari işleri için değil, başka bir amaç için gelmişti. Meğerse bu para çantası, aile bağlarını yeniden ortaya çıkarmak ve mirasçısını bulmanın asil amacı ile bölgemize gelmiş. Ayrıca o, halk efsanelerinde çocuksuz Kazak olarak adlandırılan zengin Baybori’nin miras payına da sahipti.
Amerikalı neden dünyevi hayatta, onun işlerini devam ettirebilecek mirasçısını Kazak bozkırlarında arıyor, diye soracaksınız. Bunun için iyi sebepleri vardı… Ne de olsa Tomas Tramp, 1917’de Rusya’da yaşanan devrimden sonra Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan ve sonra da acı kaderin iradesiyle vatanını kaybetmiş birisi olarak Amerikaya göç etmiş talihsiz bir adamın büyük torunuydu.
Ne yazık ki, bu kişiyi bay olarak bile adlandıramayız, çünkü hayatta kalan tek oğlu İrlanda kökenli bir Amerikalı kadınla evlendi ve torununun kaderi bir Afrikalı kadınla birleşti. Böylece, kabaca bir kıyaslamayla, bir buldog köpeği ile bir gergedan birleşmesi gibi, ırkı ilk bakışta belirlenemeyen Tomas Trump adlı kalın dudaklı, esmer büyük torun doğdu. Bu hikayedeki en acı şey, Kazak bay isminin unutulmaya sevk edilmesidir. Daha da acısı ise – cinsleri tamamen yabancı bir ülkede yetişen, ancak aptalca bir girişim tarafından başka bir toprağa nakledilmiş asil bir ağacın kurutulmuş olması gibi. O Kazak Bay’ın son oğlu olan Tomas Trump çocuksuz birisiydi.
Tomas yaşlanıp sonsuzluğu düşündüğünde, aile arşivine girip kökenlerine ilgi duymaya başlamıştı. Tesadüfen bulduğu büyük büyükbabasının not defterinden, ailesinin çok uzaklardaki küçük Kazak kasabası Şerkala’dan olduğunu öğrendi. Ne yazık ki, Çok yazık, not defterinin başlangıç sayfaları yırtılmıştı. Görünüşe göre, o sayfalarda o Kazak bay’ın ismi geçiyordu. Öte yandan, Tomas Trump bu kayıtlardan uzak Şerkala’daki diğer akrabaları hakkında çok şey öğrenmişti. En önemlisi, büyük büyükbabamın soyundan gelenlerin iradesiyle bırakılmış olan emanet ile karşılaşmıştı.
“Sevgili torunlarım! Mutsuz kaderim beni sevgili vatanımdan uzaklaştırdı – Kutsal Kazakistan’dan beni denizaşırı Amerika’ya attı. Burada maddi zenginlik yarattım, ancak çok daha değerli bir hazineyi kaybettim: ana vatanımı – geniş ve özgür bir bozkır, ana dil ve kültürümü, ulusal ruhu. Yani ailem gözlerimizin önünde kaybolup gidiyor. Sana bir emanat bırakıyorum: eski ve asil soyumuzu yeniden ortaya çıkarmak, tabiki, Anavatanımız Şerkala ve Kazakistan’la olan teması yeniden kurmak! Artık yazma gücüm kalmadı… Elveda”
Büyük büyükbabasının emanetini okuduktan sonra Tomas Trump, danışmanlarına uzak Şerkala kasabası hakkında bilgi toplamaları talimatını verdi. Kısa bir süre sonra acı gerçeği öğrenmişti: Devrim ve iç savaş sırasında, büyük büyükbabasının neredeyse tüm akrabaları savaşlarda veya vurularak öldürülmüşlerdi… Bugün soylarından sadece bir çocuğunun hayatta kaldığı ve yetimhanede yetiştirildiğini öğrenmişti…
Bu yetim için Tomas Trump onu büyük servetine layık bir mirasçı yapmak için oraya uçtu.
Şerkala’da, yerel yetkililer Tomas Trams ile İngilizce konuşabilen birini aramaktan helak olmuşlardı. En nihayetinde, yerel öğretmenler cumhuriyet Olimpiyatlarında düzenli olarak yabancı dilde ilk sırayı alan Aspan’ı hatırlamışlardı.
Aspan’ı elinden tutarak Amerikalıya getirdiler, genç ise utangaç, denizaşırı misafirden çekiniyordu. Muhtemelen yanlışlıkla aptalca bir şey söylemekten çekiniyordu, çünkü daha önce gerçek bir İngilizle hiç karşılaşmamıştı. Fakat yavaş yavaş sakinleşti, özellikle de girişken Amerikalı onunla ortak bir dil buldu, oradaki Şerkala sakinleri de bundan çok hoşnut kaldılar.
Birkaç gün içinde Aspan misafirle hoşgörülü bir şekilde konuşmaya ve hatta onunla arkadaş olmaya başladı. Yetimhanede Tomas Trams’ın akrabasını çabucak buldular – uzun boylu, esmer bir genç Hanmurat. Aspan, gerçek bir tercüman gibi, onların konuşmalarını çevirdi. Cömert Amerikalının hediyelerinden memnun olan Şerkala idarecileri, onun peşinden arka ayakları üzerinde koşturuyorlardı ve Hanmurat’ın evlat edinme kabül belgelerini çabuk bir şekilde düzenlemişlerdi.
Yabancının ayrılma zaman gelmişti. Gitmeden önce, ciddi bir konuşma için Aspan’ı yanına çağırdı:
– Sen, haydi, Amerika’ya bize gel. Senden adam olur, gerçek bir işadamı olacaksın! Bunu görüyorum. Sana yardım edeceğim iş alanında yollar açacağım, her şeyi öğreteceğim! Evlatlık oğlum Hanmurat ile iyi arkadaş olursun.
Aspan, iyi niyetli Amerikalının teklifini memnuniyetle kabul etti.
Ayrılış günü hala gözlerinin önüne geliyordu.
Yabancı Kazak adetlerine göre insanlarla vedalaştıktan sonra, esmer çocuğu yanına aldı ve bir taksiye bindiğinde Hanmurat kendini tutamadı ve göz yaşlarına boğuldu. Sonra çocukluk ve kader arkadaşı Elmurat ona koştu ve sıkıca sarıldı. Arkadaşını sessizce ikna etmeye çalışıyordu:
– Söyle bana, gitmek istemiyor musun? Kal!
Hanmurat gözyaşlarını sildi. Üzgün bir şekilde, yanıtladı:
– Bunu yapamam, ona söz verdim…
– Sözünü kendi babana ve annene vermedin ki!
– Konuşulan kelime fırlatılmış bir ok gibidir, sözümü değiştiremem.
– Ya hayallerimiz ve planlarımız – rüzgarda dağılacaklar mı?
– Onları gerçekleştireceğiz – yabancı ülke bize yardım edecek…
– Onlara gerçekten inanıyor musun?
– Beni dinle, Amerika’ya yerleşeceğim, sonra seni oraya aldıracağım. Bu taşra Şerkala’da, sen ve ben bir şey elde etme ihtimalimiz çok düşük… Ama en önemlisi, beni evlat edinen babama söz verdim!
* * *
İlk kış, Amerikan eyaleti N.’ye kısa bir yolculuktan sonra, Aspan, Amerikan ticaretinin temel bilgeliğini iyi anladığına ve öğrendiğine ikna oldu. Tomas ona karşı açık ve misafirperverdi, katlanmak zorunda olduğu güçlüklerden ve bizzat yaşadığı zor anlarından bahsetti. Aynı zamanda, onu korkutmamaya, ama onu ticari işlere daha çok ilgilendirmeye çalıştı.
Tomas’ın iş kanunlarıyla ilgili öğretici hikayelerini ağzı açık olarak dinliyordu. Memleketine döndüğünde, artık kendisinin aynı Aspan olmadığını, sadece dış görünüşüyle değil, içten de değiştiğini açıkça fark etmişti. Değişen sadece hayata dair düşünceler, akıl yürütme ve bakış açısı değildi, hatta yürüyüş şekli bile farklılaşmıştı. Şerkala sakinleri, ondaki bu metamorfozları hemen fark etmişlerdi ve yaşlı babası şaşkınlıkla sordu:
– Senin neyin var oğlum? Bu Amerikalılar seni değişitirdiler mi yoksa?
“Şimdi ticarete başlayacağım! – Aspan hararetle haykırdı.
Yaşlı babasının yüzündeki derin kırışıklıklar şaşkınlıktan kıpırdanmaya başlamıştı:
– Neden bahsediyorsun oğlum, bu kadar zor bir işle nasıl başa çıkabilirsin, çünkü bizler hayatımız boyunca yoksulluktan çıkamadık…
– Küçük işlerimizi bir kenara bırakacağım, sadece ticaret yapacağım! Kısacası, girişimci olacağım…
– Kendinden emin misin oğlum?
Yaşlı babaya cevabı uzun sürmedi:
– Amerikalı beyefendi Tomas’a tamamen güveniyorum. İlk başlarda bana yardım edeceği konusunda anlaştık…
– Sen bizim tek varisimizsin, bizi düşündün mü? Yaşlı adam alnındaki derin kırışıklıkları tekrar tekrar düzelterek oğluna sorgulayan gözlerle baktı. – Nasıl yaşayacağız, ömrümüzü nasıl tamamlayacağız oğlum?
– Aspan inatçı bir şekilde, gözlerini kısarak, ‘Anlayın beni! Burada kalırsam, tüm hemşerilerim gibi herşeyden mahrum kalacağım. Ama Amerika’ya gitmek için başka güzel bir fırsatım olmayabilir”
Sonra babası, ya kurnazca planlanmış olarak ya da yeri geldiği için şu konuyu ona hatırlamıştı:
Oğlum, ona şefkatle seslendi. – Sevgili yavrum, en azından bir aile kursaydın. Yabancı bir ülkede nasıl yalnız yaşayacaksın? O kızın adı neydi – Balzia evet… O nerede?
Genç adam kendini biraz rahatsız hissetti, manevi sırlarının babası tarafından bilindiği ortaya çıkmıştı. “Atay’ım onu nereden biliyor, ona Balzia hakkında kim bilgi vermiş olabilir?” diye düşündü.
– Atay, bu konuda kafanı yorma! Babasına sertçe cevap verdi. Aramızdaki her şey bitti. Kendisi bana yapıştı ve uzun süre peşinde dolaştım… Ve cesaret edemedim, şimdi aramızdaki her şey geçti. İlişkimize son verdim.
– Oğlum, aklında neler olduğunu nereden bilebilirim! Sadece bildiğim tek şey, babasının iyi bir soydan olduğudur. Ne dersen de, ama iyi bir soy hayırlı evlatlar demektir…
– Hadi ama yalvarırım! Yeter! – dedi Aspan sabırsızlıkla, konuyu hızla kapatmaya çalışarak. Yararsız sohbeti daha da uzatmak istemiyordu, ama ruhunda her şey kıpır kıpırdı. Görünüşte duyguları da içtendi. Ancak kısmet değilmiş!
“Balzia! Ne dersen de, ayrılığımızda kendimin suçlu olduğunu söyleyemem! Her şeyi kendin mahvettin. Uzun bir yolculuğa çıktığımı bildiğin halde, benim çabalarımı desteklemek yerine engeller yaratmaya çalıştın. Ve sana olan sıcak duygularımın soğumasına neden oldun”.
…Aspan’ın babası köyde mütevazı bir şekilde yaşamaktaydı. Bölgede mükemmel bir ayakkabıcı olarak biliniyordu. Tüm hayatını ayakkabı dikmeye ve tamir etmeye adadığını söylenebilir. Oğlunun Amerika’ya gitmesinin ardından, huysuz ama refah içinde bir kadının kırmızı çizmelerinin üzerinden çalışırken birden kendini kötü hissetti ve daha önce ölen yaşlı eşinin ardından aniden öbür dünyaya göç etmişti.
O küstah kadın, kırmızı çizmelerini tamir etmeye zaman bulamadan işyerinde vefat eden yaşlı adam için üzülmek yerine, gevezelik ederek yakınmaya başladı:
– Ah-ahh, bu nasıl iş! Neden isteğimi tamamlamadı? Ah, bu yalnız, yaşlı adam ölmek için zaman tam zamanını bulmuş!
Bu gülünç ağıtlar ilçeye çok çabuk yayılmıştı. İnsanlar tekrar tekrar onun sözlerini ağızdan ağza aktararak neşeyle gülüyorlardı…
Böylece Aspan beklenmedik bir şekilde kendisini zor bir yaşamın içinde bulmuştu – babası ve annesi olmadan ortada kalmıştı. Oysa kaderi o kadar umutlu bir şekilde şekillenmeye başlamıştı, önünde ne parlak umutlar belirmişti!
* * *
Ancak, koruyucu bir melek gibi, aynı Tomas Trams tekrar ortaya çıktı, manevi açıdan cesareti kırılmış genç adamı akıllıca sözlerle teselli etti:
“Kedere gözyaşlarıyla yardım edemezsin, mezarda ölülerin yanına yatamazsın – yaşamaya devam etmelisin… Ama iş dünyasında sıkı çalışmak seni kederden uzaklaştırır. Gece gündüz çalış – çok daha rahat hissedersin kendini. Haydi, silkin, kendini topla! Sana öğrettiklerimi hatırla: ticaretin yolu su altındaki çakıl taşları gibi kaygandır – sarsılacaksın, denge kuracaksın ve tekrar tekrar düşeceksin. Ticaretin zirvesine yalnızca gerçek galipler yükselir – en sabırlı ve en kalıcı olanlar. Orada zayıflara yer yok. Kendini topla, çalışmaya başla!
Bir düşüp sonra tekrar kalktıktan sonra, sonunda işlerin daha iyi gitmeye başladığını hissetti. Sanki içinde ikinci bir nefesin açıldığını ve ruhunun rahatladığını hissetmeye başlamıştı. Sahiden de zafer için gerçekçi bir fırsat vardı! Böyle bir güç gerçekten de her insanın içinde gizlidir! Buna her birimizin içindeki gizli ruh mu deniyor? Belki de bir insanın iç dünyasına gizlenmiş bir hazinedir bu…
İyi kalpli Amerikalı Tomas Trams, Aspan’ın sadece iş dünyasında değil, hayatta da yol göstericisi olmuştu. Bu arada, Tomas Amca onu, uzun süredir ortak işler yaptığı Ronnie Rapp ile tanıştırmıştı. Her ne kadar, yolları pürüzlü bir şekilde ayrılmış olmasına rağmen, Aspan iş alanında Ronnie’den çok şey öğrenmişti.
* * *
Beklenmedik bir talihsizlik yine Aspan’ın kapısını çalmıştı – velinimeti Tomas Trams ağır bir şekilde hastalanmıştı. Aspan’ı yanına çağırdı:
“Merhaba Aspan,” dedi Tomas zayıf bir sesle.
– Merhaba Tomas Agay, ne oldu size, hasta mısınız?
– Evet, Aspan, görüyorsun…
– Doktoru arayalım, – Aspan telefonunu çıkardı.
– Gerek yok, zaman kaybetmeyelim, zaten doktorlara yeterince gittim. Şimdi benim için en önemli şey, sana bir vasiyet verecek vaktin olması. Henüz hayattayken…
– Ne diyorsun sevgili Tomas Amcam, yine iyileşeceksiniz, şimdi en iyi doktorları bulacağız! Aspan telefonu tekrar açtı.
– Aspan, hiçbir yeri arama, çok geç – Dördüncü evre kanserim ben.
Aspan dehşetten soğuk terler döküyordu. Ve Tomas devam etti:
– Beni dikkatle dinle. Muhtemelen kendin de tahmin etmişsindir: İş hayatında şanslı olmama rağmen, aile meselesinde çok mutsuz bir insanım. Bir değil iki kez evlendim. İlki hiç doğum yapmadı ve çocuk sahibi olma arzusu yoktu. İkinci eş daha da kötüydü. O, o … genel olarak, onun ne kadın ne de erkek olduğu belli değildi. Günümüzde buna benzer pek çok “mucize” var. Kısacası meseleyi sonsuza dek ertelemeden ona veda ettim. Üçüncü evlilik için buna ruhum yeterli değildi. İşte böylece, kader bana bir kez daha gülümsedi, büyük büyükbabamın defterini keşfettim ve nihayet, gerçekte kim olduğumu, hangi soydan geldiğimi, atalarımın kimler olduğunu ve tarihi Anavatanım nerede olduğunu buldum. Bunların bir insan için çok önemli kavramlar olduğunu anlayacaksın. Ve çok şanslıydım: Ailemizin son çocuğunu buldum – Hanmurat’ımı. Demek ki ailemiz kesintiye uğramayacak, devam edecek. O defteri ve tüm servetimi ona miras bırakıyorum. Ve senin için Aspan. ”Tomas Trams ağır bir şekilde öksürdü. Sonra derin bir nefes aldı ve konuşmasına devam etti. – Ve senden, Aspan, Hanmurat’tan sorumlu olmanı istiyorum: ona kardeş gibi ol, onu hatalardan ve yanlış yollardan, tüm ayartmalardan, kötü insanlardan ve bağımlılıklardan koru. Sadece kardeş değil, arkadaş ol, akıllı bir danışman, son yıllarda seninle birlikte olduğumuz gibi! Hatta aile babası ol! – Tomas Trams ateşli bir şekilde Aspan’ı elinden tuttu ve onu delice sarsmaya başladı, yalvararak gözlerinin içine baktı.
– Merak etmeyin Tomas agay, dediğin gibi her şeyi yapacağım! Aspan, kendisi için çok şey yapmış olan adamı sakinleştirmeye çalışırken yüksek sesle bağırdı.
Ve sonra Tomas Trams gözlerini sonsuza kadar kapattı…
Evlatlığı olduğu babasının ölümünden sonra Hanmurat’ın yüreği, özellikle arkadaşı Elmurat’ın da onu orada dört gözle beklemesinden ötürü, Kazakistan’a gitmek için can atıyordu. Ancak ağbisi olarak kabül ettiği Aspan ile görüştükten sonra Amerika’ya yerleşmeye karar verdi. Hanmurat’ı Amerika Birleşik Devletleri’nde kalmaya iten neden sadece büyük işler ve mükemmel beklentileri değil, aynı zamanda evlat edinen babasının ve kan akrabası olan Tomas Trums’ın anısına olan manevi borcu onun için çok şey ifade ediyordu.
Ayrıca, adı geçen kardeşler ticaret alanında da işbirliği yapmaya karar vermişlerdi.
* * *
Aspan, sadık yardımcılarından Artur Hazemet’i yanına çağırdı ve ona John Davis’i uygun şekilde soruşturma görevini verdi. Artur yumuşak başlı, çevik bir adamdı. Görevi bu kadar çabuk halleden başka kimse bulunmazdı. Aspan bir şeyden şüphe etmeye başlarsa veya yanlış bir şey hissederse, onu hemen bulur ve yalnızca ipuçları ve yüz ifadeleriyle, görevin özünü astına açıkça hissetirir, gerisi sanki sihirli bir değnekle çözülürdü.
“Şef, hiçbir şey için endişelenmeyin, John Davis’in tüm ayrıntılarını öğrenene kadar dinlenmeyeceğim!
– İyi şanslar! Bu işi titizlikle halledin.
Artur ofisten ayrıldıktan sonra Aspan derin bir nefes aldı, yumuşak koltuğuna iyice yaslandı. Hayattan oldukça mutlu bir şekilde, uzun süre bir şeye yürekten güldü…
Belki kahkaha sesi her zamankinden biraz daha yüksek çıkmıştı, kapı aniden açıldı ve… Ket ofise girdi. Hayır, hayır, ona öyle gelmişti! Ket’in sadece hayalini görmüştü ve genç bir sekreterin yeni işe alındığı ortaya çıktı. Çok meraklı bir kızdı. Makyajdan ve allanıp pullanmaktan canlı bir kukla bebeğe dönüşüyor gibiydi. Neden kozmetiklere aşırı bağımlı olduğunu anlamak isterim? Fakat Ket? Ket farklıydı! Hem yürüyüşü, yüz ifadeleri, sesi bile farklı özellikteydi…
Kısacası Ket’ten memnundu. Bu nedenle Aspan onu sekreter görevinden alıp, özel bir iş grubuna dahil etmişti. Ayrıca hayatında özel bir yer almıştı. Ket, uzunca bir süredir hiç belli etmeden, onun yatak odasında da özgürce “ev sahipliği” yapmaya başlamıştı. Tabii ki bu durumu Aspan kendisi onaylamıştı…
Aspan’ı derin düşüncelerden, sekreterinin sesini uyandırmıştı:
– Beni mi aradınız?
– Hayır hayır! Lütfen kendi işinize bakın…

Zenginlik bataklık çamuru mudur?

1
Ey, millet, neden sadece maddi zenginlik peşinde koşturuyorsunuz? Ebedi zenginlik arayışı, insanlığın kutsal olan her şeyi unutmasına ve dipsiz bir uçuruma düşmesine neden olmaktadır. Dünya tersine döndü ve insan ruhu bir hayalet imajına dönüştü… Çünkü büyük zenginlik, sadece yalnızlığa değil, aynı zamanda basit bir insan mutluluğu hissinin kaybına da yol açan, kötülüktür. Zenginlik peşinde koşanlar boş kafalı insanlardır.
* * *
Aspan’ın küçük kardeşinin oğlu Dospan, Şerkala’da yaşıyordu. Ve aniden, beklenmedik bir şekilde, daha önce hiç yapmadığı bir şekilde onu telefonla aradı. Her nasılsa, bir oligarh akrabasını rahatsız etmeye cesaret etmemişti. Aspan bile endişelenmişti – bir şey mi olmuştu diye…
– Ağam, saygıdeğer ağam. Ben Dospan, merhaba… – Akrabasının sesi titriyordu.
– Ne var, ne oldu? Konuş haydi! – Diye bağırdı Aspan hoşnutsuzca.
Küçük yeğeni, sanki dilini yutmuş gibi anında sustu.
–Konuş haydi, bana ne olduğunu anlat?
Bir süre sonra, yeğeninin donukluğu geçmiş gibi görünüyordu. Alıcıda zayıf sesi yeniden duyuldu.
– Ağam! – Seni çok çok seviyorum. Seninle gurur duyuyorum! Diye konuştu.
– Pekala! Bırak bu sözleri! Hemen en önemli şeyi söyle. Bu lanet telefonu şimdi etmenin sebebi nedir?
– Son zamanlarda, bir süreli yayında büyük miktarda yazılar yayınlandı. Senin hakkında…
– Ne yazıyorlarmış? Sanırım beni baştan sona övüyorlar değil mi?
– Hayır, yazılanlar övgü değil, yerme ve iftira…
– Peki ne karalamışlar?
– İşte makalenin başlığı: “Servet çamurunda boğulan bir adam.”
– Kim miş o? – Bu adam ben miyim?
– Görünüşe göre sizden bahsediyorlar! Adınız ve Soyadınız her paragrafta geçiyor. Zenginlik ve lüks içinde nasıl boğulduğunuzu ve çamurun içinde nasıl yuvarlandığınızı kendiniz bile fark etmemişsiniz…
– Saçmalamışlar belli ki! Tükürmüşüm bu saçmalığa, bunları umursamıyorum bile!
Küçük yeğeni neredeyse hayal kırıklığından dolayı tıkanacak gibi olmuştu, oldukça sarsılmıştı, amcası böylesine benzeri görülmemiş bir iftiraya – suçlamaya o kadar anlamsızca, umursamaz bir tarzda tepki vermişti. Kırgın bir sesle mırıldandı:
– Bu korkunç iftira seni gerçekten incitmiyor mu? Ben ise kendimi kaldırım taşı yutmuş gibi hissediyorum. Bura-da kendimi kırılmış, ezilmiş hissediyorum, kalbim durmadan sızlıyor.
– Sıcak bir tavaya atılmış gibi ciyaklayacak kadar hangi kelime sana dokundu ki?
– Söyleyemem. Buna dilim dönmüyor.
– Saklayacak ne var! Sonuçta, makale zaten gazetede yayınlanmış. Artık herkes tarafından okunuyor. Peki, hangi söz, söyle! Uzatma!
– Yazar… – Dospan kekelemeye başlamıştı. – Ah, dili yılan gibi! Deriyle kemik arasına iğne batırılmış gibi yazmış! Makalenin bir bölümünde seninle dalga geçip şöyle yazmış: “İşadamı Aspan, kâr için bir bitin bacaklarını bile saymaya hazırdır…”
– Peki, bu karalamanın yazarı kim? Ve nereden çıkmış?
– O da bizim Şerkala’mızdan. Adı Jashan’dır. Son zamanlarda kendini bir yazar sanmaya başladı ve ses getiren skandal makaleler yazmaya başladı…
– Kim-kim, Jashan-n-n mı? O ihtiyar Jurkabay’ın oğlu mu?
– Evet, Jashan Jurkabayoğlu.
Biraz düşündükten sonra Aspan şunları söyledi:
– Tamam anladım. Endişelenme. Çeşitli kıskanç ve kinci eleştirmenlerin entrikaları yüzünden üzülmene değmez. On-lar nerede ve ben neredeyim? Bugüne kadar beni kimler eleştirmedi ki! Ancak bir Kazak’ın, özellikle de hemşehrim hiç olmamıştı…
– İşte ben de bu yüzden! – Diye haykırdı Dospan. Bu yazanı bulacağım ve onunla erkek erkeğe konuşacağım!
– Sen bu işe karışma! – Aspan, akrabasını ciddi şekilde uyardı. -Yakında Şerkala’yı ziyaret edeceğim. Onunla kendim ilgileneceğim.
Evet, bilge bir adam doğru demiş: kendi memleketinde peygamber yok. Aspan, Amerika’da ünlü bir işadamı haline geldi, hatta onu dünyada çok iyi tanıyorlar. Fakat kendi vatandaşları – Şerkala sakinleri nedense onu tanımak, kabül etmek istemiyorlardı…
O sadece küresel ölçekte çeşitli etkinliklere defalarca katılmakla kalmamıştı, aynı zamanda bu tür forumların düzenleyicilerinden biriydi. Ana kurucular arasında olup bu tür konferansları cömertçe finanse ediyordu.
Evet, gerçekten böyleydi: Saygıyı hak etmediği bir yer varsa, orası da sadece kendi memleketi Şerkala idi! Birkaç günlüğüne memleketine vardığında, çocukluğunun güzel anılarıyla vakit geçirmek istediğinde, yurttaşlarından ne kadar çirkin sözler duymak zorunda kalmıştı. Halkın yoksulluğundan başka hiç kimsenin değil, sadece oligarhların suçlu olduğu ortaya çıktı. Sanki halkın servetini ele geçirenler, memleketin tüm zenginliklerini derinliklerden emip sonsuza dek mutlu yaşayanlar onlarmış gibi. Bu tür düşünceleri halkın kafasına sokanlar her türden gazeteci bozuntuları ve Jashan gibi yazarlardı…
Peki işadamı Aspan kimdir gerçekten? Evet, ateşten, sudan ve bakır borulardan geçmiş, zorlu denemeleri, başarısızlığın acısını ve zaferlerin mutluluğunu yaşamış en sabırlı, en dayanıklı kişidir! Elbette, Aspan yumruğunu göğsüne gururla vurarak övünmeyi falan düşünmüyordu. Ama yine de… As-pan, sadece Şerkala eyaletinden çıkıp kendisini tüm dünyaya kabül ettirdiği için, yurttaşlarının saygısını hak etmemeliydi mi? Ama o anavatan, ülke, gurur duyabileceğiniz insanlar nerede? Tam tersine, ona teşekkür ve destek vermek yerine ona kabalık etmeye, ayağını tökezletmeye niyetlenmişlerdi.
O zamanları hatırlamıştı… Artur Hazemet bir keresinde ona yalnız olduklarında şöyle demişti:
– Şef, sizinle konuşmak istediğim bir konu var. Müsaadenizle.
– Evet, konuş. Dinliyorum!
– Sizin de bildiğiniz gibi, rakiplerimiz – diğer restoran ve kafelerin sahipleri de tetikte. Ve rekabeti kazanmak için bir tür özel avantaja ihtiyacımız var.
– Ne gibi?
– Anavatanınız olan Kazakistan’da çok fazla et var. Kırgızistan yolunda kendim buna tanık oldum, oradaki etler bizim en pahalı mermer etimizden bile daha lezzetli… Kazak etinin Amerika’nın mega kentlerine ithalatını organize etmeyi öneriyorum…
– O-o, iyi fikir.
– O zaman para babaları sadece büyük bozkırdan gelen lezzetli biftekleri tatmak için restoranlarımızı arayacaklar.
Aspan, Artur Hazemet’in insiyatifini beğenmişti:
– Öyleyse bu projeyi kendin geliştir, Artur!
Ve böylece… Artur Hazemet hem Kazakistan’a hem de Kırgızistan’a gitti, toptan satış malları için iyi bir fiyat belirleyen yüksek kaliteli Kazak eti satıcılarını buldu. Onlarla tamamen arkadaş oldu ve onların güvenine girdi, onlardan biri olmuştu
Artur bir keresinde itiraf bile etmişti:
– Doğru söylediğim için alınmayın, ama yurttaşlarınızın arasında bu kadar katı bir rekabet olduğunu düşünmemiştim: Şerbek adında etkili bir Kazak, tüccar arkadaşlarını dağıttı ve kendisi sadece benimle iş yaptı…
Artur’un bu sözlerinden sonra Aspan hiddetle şöyle düşündü: “İşte bu tam bize uygun bir davranış! Kazaklar, her zaman olduğu gibi, kendi milletinin ayağını kaydırıyor, birbirlerine derin çukurlar kazıyorlar! Muhtemelen kendine özgü ulusal karakteri sergilemezlerse, gururlu “Kazak halkı” niteliklerini kaybedeceklerinden korkuyorlar…
Burada sıradan insanlara gücenecek bir şey yok, çünkü “Kazak oligarhı” kelimesinden aşırı eğitimli gazeteci – yazar Jashan’ın bile saçları dimdikleşiyor! Oligarh Aspan’ın sadece bir öcü olduğundan emin! Onunla görüşmemek en iyisidir, ancak onu gördükten sonra acilen caddenin karşı tarafına geçmeli ve görüş alanından hızla kaybolmalısınız. Görünüşe göre bu zavallı yazar onda, zenginlik çamurunda bocalayan bir garibanı görüyordu!
Zenginlik çamur mu? Hayır, bu doğru değil. Bu servettir, hazinedir! Zenginlik, daha parlak bir geleceğin yolunu açan altın anahtardır! Fakir bir ülkeyi temsil ediyorsanız sesinizi kim dinler? Kim seni adam yerine sayacak? Tabii ki hiç kimse…
Adının Jashan olduğunu söylediler. Tabii ki onun hakkında çok şey duymuştum. O zamanlar bile… Okuldayken her türlü notu, mesajı, bilgiyi yerel gazeteye gönderdiğini hatırlıyorum. Sonra gururla göğsünü kabartarak, gururlu bir şekilde yürürdü, “güya onu genç bir muhabir olarak tanımlıyorlarmış.” Tabii ki, bugün hala aynı hayalperestin teki”
Aspan’ın üzerine bir hüzün çökmüştü. Sanki ağır fırtına öncesi bulutlar onun üzerinde asılı kalmış gibiydi.
Atalarının uzak diyarından çağıran yeğeni Dospan’ın sözlerine mi çok üzülmüştü? Yoksa değersiz gazeteci – yazar bozuntusunun makalesinin içeriğinden mi çok incinmişti?
Hayır, hayır, burada başka bir şey vardı!
Birden şöyle bir şeyin farkına varmıştı: Göbek kordonundan ilk kan damlasının yere düştüğü o küçük kasaba, sessizce hafızasından kaybolmaya başlamıştı. Şerkala sadece o uyanıkken onun hafızısını rahatsız etmemekle kalmıyor, aynı zamanda geceleri rüyasına bile girmeyi arzu etmiyordu. Bu korkunç bir şey değil mi? Köyün aksakalı Kabış’ın dediği gibi, bir insan için en değerli şey anavatanıdır! İyi şansın kanatları üzerinde göklere ulaşsanız da, dünyanın yedi katmanı boyunca derinliklerine inseniz de – yine de, bir gün atalarınızın topraklarını özleyeceksin! Bunu ona aynı yaşlı bilge adam Kabış birçok kez hatırlatmıştı.
Ah, bu yalan dünya!
* * *
Aspan’ın memleketini ziyaret etme teklifinin ardından Hanmurat da ciddi bir heyecana kapılmıştı. Memleketini, en yakın arkadaşı Elmurat’ı hatırladı. Bunu belli etmemesine rağmen, ruhunun derinliklerinde atalarının ülkesini özlediğini fark etmişti. O tarafta, özellikle o ülkede onu bekleyen biri var mıydı? Sonuçta, hem babası hem de annesi uzun zamandır öbür dünyaya göç etmişlerdi. Ne akrabaları ne de yakınları yoktu… Belki talihsiz kader arkadaşları onu özlemişlerdi. Ve tabii ki en yakın arkadaşı Elmurat.
Hanmurat ne yazık ki şöyle düşündü: “Evet, yıllar geçti ama onu nasıl bu kadar çabuk unutabilirim? Çocukluğumuzdan beri sıkı arkadaştık: birlikte oynadık, yüzdük, topa tekme attık, hayal ettik, sırları paylaştık. Amerika’ya gitmeden önce veda ettiğimizde bana yemin etmedi mi: “Seni asla unutmayacağım!” Evet, çok parlak hayaller kurmuşlardı! Tüm yaşadıklarımı hafızamdan silip unuttum mu? Kendimi Amerikalı bir koruyucu ebeveynin – Tomas babanın şefkatli bakımı altında bulup ve mutlu bir hayat yaşamaya başladığım andan itibaren çocukluk geçmişimi hafızamdan anlaşılmaz bir şekilde silmeye mi başladım?
Evet, Amerika’ya varır varmaz, dil öğrenimine başladı, özel bir okuldaki dersleri dinledi. Ve sonra onur derecesiyle mezun olduğu en prestijli yüksek öğrenim kurumuna girmesine yardım ettiler. Ve şimdi, vasisi Tomas’ın akıllıca yönlendirmeleriyle ayağa kalkmaya başladığında – telafi edilemez bir talihsizlik olmuştu – en yakını aniden vefat etmişti…
Şimdi Amerika’da ona yakın sadece bir kişi kalmıştı – Aspan ağbisi.
2
Aspan, o yazarla telefonda konuştu:
– Merhaba, yazar Jashan Jurkabayoğlu sizi dinliyor…
– Beni dikkatlice dinle dostum! – Aspan hemen boğayı boynuzlarından yakalamıştı. – Makalenizde birinci sınıf bir iş temsilcisinin üzerine silinmez pislikler atmaya çalıştınız. Yüz yüze görüştüğümüzde de kuyruğunu sallayarak kendi düşüncenizde yine ısrarlı olacağınızdan yine emin misiniz?
– Affedersiniz ama kiminle konuşma şerefine nail oluyorum?
– Ben senin yazının kahramanıyım. Sizin de söylediğiniz gibi, “zenginlik çamurunda boğulan…” kişi.
– Oo-oo! Artık her şey anlaşıldı. Demek Aspan’sınız. Pekala, sizi dikkatle dinliyorum, yoldaş işadamı.
– Tekrarlıyorum. Küresel alana girmiş bir iş adamıyım. Ve ben sizin gibi, karalanmış, yeniden yazılmış karalamalarınızın görkeminin tadını çıkaran, henüz köy sınırlarının ötesine geçmemiş bir yazar gibi değilim. Her birimizin hak ettiği yeri bilmesi gerekmez mi?
İlçe yazarı bu sözlerden hiç hoşlanmamıştı, hakarete uğramış duyguların akışı hızla boğazında düğümlenmişti.
– “…hak ettiğin yeri bil” ifaden hiçbir şekilde beynimde sindirilemiyor. Bu ne demek? Bana yerimi mi göstermek istiyorsun yoksa bu sizin bir saçmalığınız mı?
– Yurtdışında yaşıyorum. Ve sen göze çarpmayan Şerkala kasabasında sefil bir varoluş için mücadele ediyorsun. Sana yerini bil diyorum, aptal!
– Orada yemekhaneleriniz olduğunu duydum… (Bu kelime ile restoranların statüsünü açıkça küçümsemek istemişti). Atalarımızın doğru bir şekilde belirttiği gibi: “as – adamnyң arқauy” – bunun anlamı – yiyecek güçtür… Belki geri kalanı için bir meslekten olmayan adamsınız, ama yiyecek satmanın yanlış olmayacağını fark etmişsiniz…
– “Yemekhane” kelimesiyle beni incitmeye çalışma! – As-pan nasıl bağırdığını fark etmemişti. – Bir restoran! Bir kafe! Kahve dükkanı! Eşyaları kendi isimleriyle adların!
– Peki ne olmuş? Orada bir şey servis edilir – yemek … İnsanlar yer! Yani, yemek odası, – Jashan sakinleşmemişti.
Aspan istemsizce güldü:
– Eh, köylü Kazak! – Her şeyi güzel bir mizaha dönüştürmek istedin. – Hiç gerçekten pahalı bir kahveyi denedin mi? Burada paketler içinde sattıkları değil, gerçek olanı…
– Hayır! Kahve için teşekkürler! Gerçek bir Kazak gibi, sütlü, sert siyah çay içiyorum. Dedikleri gibi çay içmezsen, gücünü nereden alabilirsin?
– Evet, anlıyorum, sizi kurtaran tek bir avantajınız var: keskin bir dil! Zavallı adam, meteliğe kurşun atıyor ama dilin uzun…
Jashan özensizce dudak bükerek kibirli bir tonda konuştu:
– Şerkala olmasaydı, kim olurduk: hem ben hem de sen? Her şeyden önce, zenginlik için ruhunu vermeye hazır olan sevgili hemşerim, atalarınızın ülkesine saygı duymayı ve onurlandırmayı öğrenin!
– Peki Şerkala’yı tanınır kılan kim: ben mi yoksa sen misin?
– İş adamı yoldaş, Şerkala için ne yaptın? Köy sakinlerimizin de derin düşünceli öykülerime ve hikayelerime ihtiyacı var. Kitaplarım sayesinde hemşehrilerim ahlaki ve manevi olarak temizleniyor, önlerinde parlak umutlar bekliyor…
“Beni dinle!” Aspan sabırsızlıkla sözünü kesti. -Sen, hadi, Amerika’ya gel! Burada yüz yüze konuşalım.
– Orada ne işim var ki?
İşadamı hoş olmayan bir sesle güldü: hih-hih-hi…
– Anlıyorum, uçuş için paran yok… Dilenci gibi var olmanın çileliğini anlıyorum. Bu sorunu kendim çözerim. Sadece bana gelme arzunu söyle yeter…
– Yine tekrar ediyorum: Amerika ya da diğer kıtalara ihtiyacım yok! Benim için hiçbiri Şerkala’dan daha değerli değil! Yani biliyorsun, kendi yuvamı dünyadaki başka bir şehirle değiştirmem! Ben burada doğdum ve burada öleceğim. Kanım, ruhum ve hatta göbek bağım sonsuza dek ana vatanımla bağlantılı…
– İşe bak, bir dilencinin vatansever sloganları ile karşılaştım… Ucuz sloganlarınıza kimin ihtiyacı var?
– Sözlerim, beyni ve gözleri zenginlikten gelen yağlarla şişmiş sizin gibi insanlar tarafından asla anlaşılmayacak. Ancak, kendi öz memleketimiz var, kendi topraklarımız – orada beni anlayacaklar ve beni de takdir edeceklerdir.
– Kısacası, sen ve ben farklı diller konuşuyoruz ve çıkmaza giriyoruz. Amerika’ya gelmek istemiyorsan, ben yakında Şerkala’da olacağım. Sohbetimize memleketimizde devam edelim. Ve sen, haydi, vicdansız makalene bir düzeltme makalesi hazırla. Aksi takdirde…
– Aksi takdirde ne yapacaksın?
– Sonra öğrenirsin… Dilini ısırarak acı bir şekilde pişmanlık duymak istemiyorsan, tavsiyeme kulak ver. Chao!
3
Artur Hazemet, Aspan’ın ofisinin kapısını çaldı:
– İçeri girebilir miyim şef?
– İçeri gel, Artur.
– Seni dikkatle dinliyorum.
– Bana John Davis’i iyice “araştırmamı” söylemiştiniz.
Aspan canlandı:
– Bir şey buldun mu?
– Hayır şef, her şey normal. Herhangi bir olumsuz kanıt bulamadım, onun için söylenebilecek hiçbir şey yok – o cam kadar temiz! Sonuç olarak, onunla güvenle çalışabilirsiniz.

Yüz Yüze

1
Şerkala muhtemelen hiç değişmeyecek. Bu kasaba, bir gün tamamen yeni, parlak bir görünüme kavuşmayı hayal bile etmiyor. Yirmi yıl geçmesine rağmen Şerkala, Aspan’ı aynı kasvetli, sanki kızgın bir biçimde karşılıyordu.
İnsanın içinde en azından bir tür neşeye neden olabilecek yeni hiçbir şey hissedilmiyordu burada. Sadece eski boşluluk hali hüküm sürüyordu. Ah Allahım, yöre halkı ne zaman ruhen silkinip medeniyete ve refaha kavuşacak?
– Kasabamız neden yürümeye yeni başlamış ve pantolonunu ıslatan bir çocuk gibi sevimsiz görünüyor? – Aspan sorgularcasına kardeşine baktı.
Küçük kardeşinin oğlu cevap vermekte gecikmemişti:
– Gerçek şu ki, anavatanlarını terk eden zenginleşmiş hemşehrileri onu çok kısa bir sürede unutuyorlar, burada kalanlar ise ancak sefil bir yaşam sürüyorlar.
Onun bu imasını görmezden geldi. Zihinsel olarak gözlerden uzak, kendini yine kasvetli düşüncelerin esareti altında bulmuştu.
“Her şey adil! Burada büyüyüp güçlenen biri olarak vatanımı tamamen unuttuğum doğru değil mi? Bu yüzden kabaca hesapladım ve Şerkala’dan uzmanlar, bilim adamları, yazarlar ve hatta oligarklar çıktılar. Sonuçta ne oldu ki?”
Genel olarak, Aspan kendisi için hayal kırıklığı yaratan sonuçlar çıkarmıştı: Bu Şerkala’da ne arıyordu? Peki, gelmesine gelmişti… Peki bundan ne elde edecekti? Taşra yazarını köşeye sıkıştırıp tatmin mi olacaktı?
Çok küçük bir yerleşim yeri. Buradaki insanlar kapalı, inatçı bir karakterleri var, bakışları soğuk. Az konuşuyorlar, sadece dinlemeyi tercih ediyorlar, bu da onlarda ilgi çekici bir şey olmadığı anlamına geliyor. Hiç ilginç olmadığı gibi hatta kasvetli bile denilebilir. Sadece… Tabii ki, zaman zaman hafızayı heyecanlandıran, anılar birikintilerini deşmenize neden olan memleket aurası insanı etkiliyor. O anlar bile çok nadir zaten.
Evet, uzun zamandır burada değildi. Belki de bu yüzden Şerkala’nın şu anki görünümünü kendi gözleriyle görmek istemişti, bu nedenle olacak ki, ayakları ona ana cadde boyunca yürümesini emretti. Az önce bu düşüncesini yeğeni Dospan ile paylaşmıştı:
– Baştan sona ana cadde boyunca yürüyelim!
Yeğeni şaşırmıştı:
– Peki, insanlar bize gülmez mi?
– Neden gülsünler?
– Biraz uygunsuz olur: sen ünlü bir iş adamısın ve sonuçta ben, hemşerilerimin tanıdığı bir öğretmenim.
– Önemli değil, yürüyerek gezelim, hava almış oluruz. Hem tanıdık yerleri yeniden görürüm…
Sabahın erken vaktiydi. Bu arada kendilerine nefes nefese kalarak yetişen Hanmurat’ın kardeşini fark etti.
Yürümeyi sürdürdüler. Düzgün giyimli bir öğrenci onlara doğru koştu ve nazikçe eğildi ve herkesi selamladı.
– Ağam, mektubumu aldın mı?
– Sen kimsin, evlat?
– Adım Janmurat.
– Hangi sınıftasın?
– Yediye geçtim.
Dikkatlice öğrenciye baktı, bir şey söylemek üzereydi, ama aniden içi burkuldu:
– Hanmurat’ı tanıyor musun?
Janmurat aniden başını ona doğru çevirdi ve kendini hemen onun kollarına attı.
– Ağabeyim Elmurat uzun zamandır sizden haber bekliyordu. Neden ona yazmadın? Neden susuyorsunuz?
Hanmurat heyecanla yanıtladı:
– Çok uzun bir süredir köyün yetişkinlerine – hemşerilere yönelik kızgınlığımdan kurtulamadım, bu yüzden yazma arzum yoktu…
– Ne tür bir kırgınlık?”Kırgın” kelimesi nedir?
– Bunu şimdi anlamıyorsun, sonra açıklamaya çalışacağım…
Aspan onların yanına geldi:
– Bilgisayar ihtiyacını yazdın mı? – Janmurat’a döndü. – Problem değil. Bu birkaç gün içinde alacağım…
* * *
Hanmurat, arkadaşı Elmurat’ı aramaya gidip çocukluğunun anılarıyla bütün günü onunla geçirmeyi hayal ediyordu.
Ancak niyeti gerçekleşecek bir şey değildi. Janmurat’ın ağzından çıkan acı sözler sanki kalbine keskin bir hançer gibi saplanmıştı.
– Elmurat yok!
– Nasıl?”Yok” kelimesi de ne demek?
– O vefat etti! Öldü! Göğe yükseldi… – Janmurat hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Kendini dizginleyemeyen Hanmurat da gözyaşlarını tutamadı.
…Memleketine vardığında duyulan ilk üzücü haber, Hanmurat’ın vücudunu ürpertmişti, onu şokların soğuk kucağına itmişti.
2
Şerkala’da şafak yavaş ama güzel bir şekilde doğuyordu. Yeni bir günün bu uyanışı her taşralı insanı canlandırır ve mutlu ederdi. Pencereden doğuya doğru bakarsanız, orada önce gökyüzünü gri ve soluk görürsünüz, sonra gittikçe daha parlak hale gelir ve tüm ihtişamıyla şafak belirir. Ufka bakmadan bile doğanın uyanışını ruh halinizle hissedersiniz.
Ancak doğu ufku gökdelenler tarafından sıkıca çevrilmiş megalopolislerde, ister istemez bir çok kayıp hayallerinizin ve umutlu düşüncelerinizin kaybolup gittiğine üzülüyorsun, kanatların medeniyetin kaprisleri tarafından kesiliyor. Ve bu beklenmedik keşif Aspan’ın aklına birden bire gelmişti! Evet, Amerika’da bazen kendini ezilmiş hissetmesi tesadüf değildi – tüm bunlar kasvetli gökdelenlerin ağır baskısı, doğanın günlük uyanışının tüm cazibesini kalın bir perdeyle ruhsuzca örtüyordu. Bununla birlikte, insan kentsel konforu medeniyet ve ilerlemenin bir başarısı olarak görmeye devam etmekteydi. Ya da belki bu, insanın bozulmamış tabiatın koynunda doğal varoluştan uzaklaşmasının dramatik yoludur?
Ve Şerkala’da ilk sabah, Aspan nedense yüzünde bir gülümsemeyle uyanmıştı ve inanılmaz derecede kendini iyi hissediyordu. Neşeyle gerildi, tatlı bir şekilde esnedi, sonra Dospan’ın neşeli sesi duyuldu:
– Jashan’ı şehirde görmüşler!
– Pekala, – Aspan kendine gelmeye başlamıştı. – Yani o yazarı mı kastediyorsun?
– Başka kim olabilir ki? .Diyorum ki Şerkala’ya bu sabah gelmiş…
– Gelmişse ne olmuş!
– Gelişini acilen bilgilendirme emrini vermediniz mi? Aksi takdirde, sabahın köründe kafamı bununla meşgül etmezdim! Bana kalsa, o hiç umurumda bile değil…
– Tamam, tamam alınma. Gelmiş olması iyi diyelim. Bu, şimdi onunla görüşmeniz gerektiği anlamına mı geliyor.
– Bugün değil!
– Neden?
– Sabah erkenden gelmiş, henüz tam olarak kendine gelmemiş gibi görünüyor.
– Bu ne demek oluyor?
– Votka içmiş anlaşılan. Şimdi rastgele her yerde saçma sapan konuşuyor, henüz tam olarak ayılmadığı belli. Öyle ana avrat küfürler ediyor ki, duysan ağzın açık kalır.
– Alkolik mi? Sürekli içen birisi mi?
– Hayır, onlardan değil.
– O halde neden çok sarhoş olduğunu söylüyorsun?
– Jashan, memleketinden ayrılıp başka bir yere gittiğinde, dönüş yolunda arkadaşlarına veda ederken çok içer ve sarhoş olur. Sonra da birkaç gün boyunca yatar, acı çeker.
– Pekala, ayılıncaya kadar bekleyeceğiz o halde…
– Evet, yazar-hayalperestle, dün adlandırdığın gibi “düşünce deposu” ile tanışmak için daha zamanınız olacak. Bu arada, köyümüzün büyüğü, ihtiyar Kabış, memleketimize gelişini duymuş…
“İhtiyar Kabış!” Aspan hürmetle haykırdı. – Yaşıyor mu – iyi mi?
– Tabii ki yaşıyor, ama pek iyi değil. Yaşlılık ne de olsa, yıllar etkisini gösteriyor.
– Neden şimdiye kadar sessiz kaldın, bununla başlaman gerekiyordu! Onu nasıl ziyaret etmem!
– Her zaman hatırlatmak istedim…
– Boşuna konuşmayalım! Saygıdeğer büyüğümüzün evine giden yolu göstersen iyi olur, hadi aksakal’a gidelim.
Hızla toparlanıp ihtiyar Kabış’ın evine gittiler.
İhtiyar adamın evine girdiklerinde, yaşlı adamın öksürdüğünü duydular. Misafirleri görünce zorlukla ayağa kalktı. İlk selamlayan Dospan’ı hemen tanımıştı, iki elini de uzatarak kısık bir sesle sordu:
– Sen bizden birisin, seni tanıdım. Ama yanında kim var? Hatırlayamıyorum…
– Aksakal, o Ospan… Amerika’dan geldi.
– Sen, Ospan mısın? Sonunda o günleri de görmek kısmet oldu. Seni tekrar göreceğimi düşünmedim. Oğlum … nerelere kayboldun?
Belki sevinçten, belki üzüntüden, yaşlı adam arkasını döndü ve gözlerinden acı gözyaşları aktı. Cebinden bir mendil çıkardı ve nemli gözlerini ovuşturdu.
– Olatay? Neden gözyaşları içindesiniz?
– Öylesine… önemseme canım. Seni sağ ve iyi gördüğüm için, duygularımı engel olamadım … şimdi biz ihtiyarlar böyleyiz!
Sofranın başında kısaca konuştular. Kısa süre içinde büyükbaba Kabış, Aspan’a çok şey söyleyebilmişti. Bir kez daha, bir insan için memleketinden daha değerli bir şey olmadığını ve yaşlandıkça daha çok özlem duyduğunu ve köklerini aradığını hatırlattı. Anlaşılan yaşlı adam Kabış, Aspan ile Jashan arasındaki gergin ilişkiler hakkında çok şey duymuştu ve bu konudaki fikrini şöyle ifade etti: “Uzun süre tartışabilirsin, ancak hemşehriler arasında uzlaşmaktan daha iyisi yoktur.”
Aspan, bilge yaşlı adamla konuştuktan sonra şaşkındı, yerel yazarla aralarındaki anlaşmazlığı nereden bildiğine de bir anlam veremiyordu ve istemeden kendi kendine şu soruyu sordu: “Anlaşmazlıklarımızı nasıl bilebilir?”
4
Ertesi sabah, Jashan iş adamının dinlenme odasına kendisi geldi. Sanki bir tanıdık edasıyla içeri girdi. Kıvırcık, biraz Puşkin gibi, ancak saçları tamamen kızıl renkteydi, bir sırık kadar uzun, çok zayıf, sanki tüm hayatı boyunca aç kalmış gibi.
Aspan, o zamandan beri onu ilk kez görüyordu. Jashan’ın görünüşünün bile hafızasında kalmadığı, onunla başka bir yerde karşılaşmış olsaydı onu tanımayacağı ortaya çıkmıştı. Onu gerçekten bu şekilde tanımak mümkün mü?
– Merhaba! Dedi kayıtsızca.
– Moskova nasıl, yerinde mi? – Aspan alaycı bir şekilde sordu.
– Moskova’da olduğumu sana kim söyledi?
– İnsanlar bunun hakkında konuşuyor.
– Benim Moskova’m, Şerkala’dan çok uzak olmayan, zümrüt yeşili kaplı bir nehir kıyısı. Ve insanlar Moskova’ya gittiğimi düşünüyor, bu yüzden beni rahatsız etmiyorlar. Bu arada dinlenmekten zevk alıyorum, hiçbir şeyden rahatsız olmuyorum. İlham aldığım sırada elbette kağıda bir şey döktürmeyi de unutmuyorum. Yalnız olduğumda her zaman yeni bir düşünce gelir, kristal netliğinde kelimeler satırlara düşer. Ah, ne yazık ki! Her şey kısıtlı! Zaman yetmiyor…
Aspan ona oturmayı teklif etti, yazar bir sandalyeye oturdu. İkisi de bir süre sessiz kaldılar. Yazar sessizliği böldü ve sıcak bir şekilde konuştu:
– Darıldınız mı yoksa?
– Onun gibi bir şey var.
– Haydi, dert etmeyin.
– Neden etmemeliyim?
– Ben kendim de pek memnun değilim bu durumdan, mümkün olsa, kimseye zarar vermek istemem.
– Beni ne için eleştirdin?
– Sen kendin…
– Ben ne yaptım?
– Memleketini unuttun.
– Hayır, unutmadım.
– Öyleyse neden atalarınızın ülkesini daha sık ziyaret etmeye tenezzül etmiyorsunuz? Üzerinden ne kadar zaman geçti: aylar, yıllar…
– Haddinden fazla işlerim var! Çok fazla işle meşgülüm. Eh, ticaretin ne olduğunu anlayabilirsen!
Jashan hemen itiraz etti:
– Bir ticarette ne tür sır olabilir? Onu anlamak ve değerlendirmek için gerçekten büyük bir zihne ve yüksek takdir yetkisine mi sahip olmak gerekir?
Aspan’ın gözleri ışılldamıştı:
– Ya nasıl! Ticareti hafife almayı bir görün – hemen batarsınız! Burada kesinlikle hatırı sayılır bir akıla ihtiyacınız olacak…
Jashan titreyerek ve öfkeyle söylendi:
– Tıpkı sizin gibiler… nereden geldiniz? Gökten mi düştünüz? Bir de “onunla şaka yapma” diyor…
– Hayır, bizler de senin gibi insanız.
“İnsan” diyorsunuz. Her şeyden önce insan olarak adlandırılabilmek için insani işlerin yapılması gerekir. Ya siz…
– Bizim hatamız ne?
– Gözleriniz perdeyle örtülmüş, öyle bir duruma ulaşmışsınızdır ki, bir düğme kadar küçük sorunlardan bahsetmeye gerek yok, yakın mesafeden deve büyüklüğündeki olumsuz olayları bile göremezsiniz. Gece ve gündüz tüm hayalleriniz sadece birikim, zenginlik içindir!
– Görünüşe göre, o yüzden bizim hakkımızda, bitlerin ayaklarını bile saydığımızı yazmışsın.
– Bu mecazi bir ifadedir! Hayatta kim en az bir kez bir bitin ayaklarını saymıştır? Ve ayrıca… servet uğruna hayatınızı feda etmeye hazır olduğunuz doğru değil mi?
– Bu ticaretin en önemli koşuludur! Sadece çıplak dizlerine sarılmış olarak oturan bir insanın, ticaretin amacını idrak etmesi zordur…
– İş dünyasında çok fazla iki ayaklı var, ama orada insan göremezsiniz…
– Bu sözler çok onur kırıcı! Konuşmadan önce düşünün!
– Belki de iş konusunda iyi değiliz. Ancak koyun kadar çekingen bir halkın suçu nedir? Yerel nüfus, sefil bir varoluş için zar zor geçiniyor, herhangi bir kamışa tutunarak ayakta kalmaya çalışıyor. Ve siz yabancı bir ülkede mutlu bir şekilde hayatınızı sürdürüyorsunuz.
Aspan, rakibinin sonuna kadar konuşmasına izin vererek; konuşsun, içini döksün, biriken tüm öfkesini boşaltsın, diye düşündü.
– Sen ve senin gibiler… – Jashan öfkeyle devam etti. – Siz Kazak değilsiniz! Kazak zihniyetinizi tamamen yitirseniz bile üzülmeyiz. Aklı başında bir insan, uzak diyarların ötesine, bilinmeyen bir ülkeye koşar ve orada sakin bir şekilde yaşayıp sadece kişisel refahını mı düşünür?
Bunlarla yetinmeyip düşüncelerini daha da ileriye taşıdı:
– Siz zavallı insanlarımızın gerçek kan emicilerisiniz! Genelde girişimcilik kavramından nefret ediyorum zaten. Benim anlayışıma göre, onlar paraya bağımlı kölelerdir…
Girişimci, iç sesini dinleyerek kendini güçlükle tutuyordu. Öfkeyi serbest bırakmak, zayıflığın bir işaretiydi:
“Hiç de değil!” Dedi içten kaynıyor olmasına rağmen sakin bir havayla.
– Peki nasıl?
– Biz de zorluk çekiyoruz, sık sık kendimizi çıkmazda buluyoruz, bazen canımız tak edecek hale geliyor. Ve ne kadar ter döküyoruz – haddi hesabı yoktur!
– Sizin sorunlarınız sıradan insanların çektiği acılarla karşılaştırılamaz!
– Nereden biliyorsun, belki ıstıraplarımız çok daha kötüdür…
– Ne yani – Zenginler de ağlar mı? Bunlar fakirler için peri masallarıdır…
Aspan, “Yapıcı bir sohbete girelim,” dedi. – Yoksa, boş konuşmayla ne kadar uğraşsak ta, mantıklı hiçbir yere gelemeyeceğiz.
Yazar, miyop gözlerini kısarak ona baktı:
– Yurttaşlarımızın acı ve kanlı hayatının resimlerini özetledim – Şerkala’nın sorunları bir ölçüm aleti ile ölçülemez… Bunlar sadece boş sözler mi?
– Bugün çok yorgunum. Görüşmenin geri kalanına yarın devam etsek nasıl olur?
– Nasıl isterseniz! Bu konuşma, eğer bilmek istiyorsan, benim için değil, senin için daha çok gerekli. Bu sorunları bilmeniz lazım.
– Yarın! Yarın devam edelim…
– Öyle arzu ediyorsanız, yarın olsun!
Gazeteci – yazar birden ayağa fırladı ve vedalaşmadan odadan hızla çıktı.
5
Ve ertesi sabah, oligarh ile yazar arasında, soru-cevap formatındaki bir diyaloğu anımsatan hararetli bir konuşma gerçekleşti.
Aspan: Tüm dünyaya yayılmış bir kuruluşu temsil ediyorum.
Jashan: Ben bir yazarım. Adımın tüm insanlar tarafından bilinip bilinmediğini söyleyemem. Sadece yazdığım kitapların yüz, bin yıl içinde ölmeyeceğinden eminim. Okur olduğu sürece ölmeyeceklerine inanıyorum.
Aspan: Zamanımızda gerçekten kitap okuyan insanlar kaldı mı?
Jashan: En az bir okuyucunun olması yeterli.
Aspan: Beni güldürmeyin.
Jashan: Bugünün okur yazarları, sizin için böyle bir şey… Siz, arkanıza dahi bakmadan, para ve malın kölelerine dönüştünüz, bu yüzden kitaplara ayıracak vaktiniz yok!
Aspan: Kitap okuyup okumadığımı nereden biliyorsunuz?
Jashan: Eğer okuyucuysan – ispat et! Elinizde en son hangi kitabı tuttunuz?
Aspan: Pekala… Hemingway “Yaşlı Adam ve Deniz”
Jashan: Peki bizimkilerden? Ülkemizden?
Aspan: Şey… Lev Tolstoy “Anna Karenina”
Jashan: O bir Rus yazar. Kazak’lardan kastettim.
Aspan: “Abay’ın Yolu”.
Jashan: Şimdi Abay’ın epik romanı yayınlanalı 70 yıl olacak! Çağdaş yazarlarımızla ilgilenmiyor musunuz? Onları tanımak bile istemiyor musun?
Aspan: Okunacak ilginç yazarlar var mı? Onlar hakkında bir şey duymadım da…
Jashan: Neden Kekilbayev’i okumuyorsunuz? Ve ne harika bir yazardır Kalihan İshakov! Ve Aziz Muratbekov? Tınımbay Nurmaganbetov…
Aspan: Onları duymadım bile.
Jashan: Şairler – Makatayev, Mırzaliev, Aybergenov, Medetbekov…
Aspan: Ben onları da duymadım…
Jashan: Sonunda maneviyat ve ahlak dünyasıyla bağlantınızı kesmişsiniz.
Girişimci şöyle düşündü: “Bende gerçekten sadece dar görüşlü bir adamı mı görüyor? Zaman zaman kitap okurum. Modern Kazak yazar ve şairlerini tanımıyor olmam büyük bir dezavantaj olarak değerlendirilebilir mi?
Kendisini neredeyse Kazak edebiyatının bir dehası olarak gören küstah Jashan’a kendi yerini göstermek istemişti.
Aspan: Maneviyat ve ahlak dünyasından bahsediyorsunuz… Peki en azından dünya edebiyatının klasiklerini kendiniz okuyor musunuz? Örneğin, Melville veya James gibi ünlü çağdaş yazarların sansasyonel kitaplarını hiç duydunuz mu? Romanları “Moby Dick” veya “Portrait of a Woman” ?
Jashan: Hayır!
Aspan: O zaman belki İngiliz kadın Charlotte Brontë’nin “Jane Eyre” romanını veya Güney Afrikalı yazar John Maxwell Cootzei’nin “Mutluluktan Yoksun” romanını duymuşsunuzdur?
Jashan: Evet, duydum ama okumadım. Nedeni ise bu eserlerin Kazakçaya çevrilmemiş olması ve ben sadece anadilimde okumayı tercih ediyorum.
Aspan yüksek sesle güldü.
Jashan: Neden gülüyorsun?
Aspan: Sözlerin beni güldürüyor!
Jashan: Ne dedim ki?
Aspan: O kadar komik bir şekilde söyledin ki, sadece Kazakça okuyormuşsun… Ve şunu söyleyeyim: Kazak yazarlar gerçek yazarlar düzeyinde gelişmek istiyorlarsa, dünya çapında sanat eserlerini bilmek zorundadırlar. Değil mi?
Jashan: Amacımız her şeyden önce halkımıza hizmet etmek! Bir evladı gibi milletine davranır ve onu seversen sözlerimin manasını anlarsın…
Aspan: Eminim sadece millete gönülden hizmet eden sadece bizlerizdir. Söyleyin bana, karalamalarınız kime yardımcı oldu bugüne kadar? Herhangi bir önemi var mı?
Jashan: Pekala. Hayatınızda çok şey gördünüz, umut vaat eden yollar açıldı, iş dünyasında başarılı oldunuz, bir şöhretin mutluluğunda yüzüyorsunuz, ancak kime önemli yardım sağladınız? Yani memleketinizin insanlarına örneğin ne faydanız oldu?
Aspan: Daha dün yerel bir lise için yirmi beş bilgisayar satın aldım, sınıfın ihtiyacını tam olarak temin ettim…
Jashan: Hepsi bu mu?
Aspan: Memleketime geldiğim ilk birkaç günde yapabildiklerim bu. Pekala, niyetlerimi listelemeye başlarsam, daha çok şeyler var… Ama senin niyetlerinden hiçbir şey olmaz! Hiçbir şey yapamazsınız, ancak başkalarını eleştirmeyi becerebilirsin! Eleştirin umurumda bile değil!
Jashan: Onurumu zedeledin! Sözlerini geri al! Aksi takdirde…
Aspan: “Aksi takdirde” ne olacak?
Jashan: Tekrar bir makale yazacağım, ama bu sefer merhamet beklemeyin, açıkça yazacağım…
Aspan: Ben de boş durmayacağım. Herhangi bir yazara sizi paramparça etmesini emrederim. Peki buna ne dersin?
Jashan: Ve sen böyle bir numara mı bile düşündün öyle mi? Halbuki ben düşündüm de…
Aspan: Ne düşünmüştün?
Jashan: Kurnaz olmana rağmen hala iyi bir iş adamı olduğunu düşünüyorum…
Aspan: Aynen öyle!
Jashan: Buna ikna olmadım… Haysiyetimi derinden incittin, bu yüzden kendimi tutamadım, aksi takdirde böyle bir dikkatsizlik yapmama izin vermezdim. İkimiz de Şerkala’lıyız, birbirimizi genç yaşlardan beri tanıyoruz.
Aspan: Doğru sözler söylüyorsunuz! Şimdi ciddi bir diyaloğa geçebiliriz.
Jashan: Ben de buraya büyük bir umutla geldim: bir insan gibi konuşmak, biriken sorunları derinlemesine düşünmek…
Aspan: Söyle bana, ne tür yardıma ihtiyacın var? Şimdi konuşun, çekinmeyin!
Jashan: Hiçbir şeye ihtiyacım yok.
Aspan: Diyorum ya: çekinme! Bu konuşma aramızda kalacak.
Jashan: Ben kimseye el açmadım.
Bu sözlerden sonra Jashan arkasına bile bakmadan oradan uzaklaştı…
* * *
Kendi kendine birşeyler mırıldanarak yürüyen, muhtemelen dünyanın neye benzediğine dair Aspan’a küfürler yağdıran ve ona karşı derin bir kızgınlık tutan yazar Jashan’ı gören Hanmurat, hızlı adımlarla onu takip etti. Bir süre sonra Jashan onu fark etti:
– Ey, bu takip de ne! Nereden çıktın? Benden ne istiyorsun?
Seninle yalnız konuşmak istedim.
– Seni dinliyorum.
– Söylesene, neden hep Aspan ağamı üzmeye çalışıyorsun? Etik olmayan şekilde davranıyorsun. Hareketleriniz yanlış…
– Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ben kendim biliyorum evlat! Bana bilgeliği öğretme!
Size akıl öğretmeye çalışmıyorum, ama sadece düşünmenizi istiyorum. Aspan ağa, Amerikalı işadamları tarafından çok saygı görüyor. Bu bir başarı değil mi?
– Peki bunun bizim insanlarımız için faydası ne? Amerika nerede ve biz neredeyiz?
– Bu öyle, ama bir düşünün. Önyargılı yazınız Aspan’ın gururuna zarar verdi…
– Gerçekten mi? – Jashan çok sevinmişti. Hedefim buydu. Bu yüzden onikiyi tutturmuşum demek!
6
Amerika’da yapacak büyük işleri olduğu için Aspan yavaş yavaş gitmeye hazırlanıyordu. Küçük yeğeni ile yalnız kaldıklarında, sanki bilmiyormuş gibi Dospan’a sordu:
– Eskiden burada güzel Balzia yaşardı. Onun şimdi nerede olduğunu biliyor musun?
– Balzia annesiyle birlikte ya Türkistan’a yada Çimkent’e taşındı. Annesini görmüştüm, geçen yaz Şerkala’ya merhumlarına Kuran okumak için gelmişti. Ona kızını sordum, o da çalıştığını ve her zaman meşgul olduğunu söyledi.
– Şimdi… – Aspan sözlerine başladı ama hemen sustu. Onun adresini sormak istemişti ve eğer bilmiyorsa, öğrenmesini isteyecekti. Ama sonra fikrini değiştirdi ve Dospan’ın omzunu okşadı:
– Gidebilirsin, yalnız kalmak ve dinlenmek istiyorum.
Dospan başını salladı ve sessizce odadan çıktı…
Aspan, yazarın zehir dolu sözlerini bir kez daha hatırladı: “Zenginlik çamurunda boğulan bir adam!” “Bitlerin bacaklarını sayan bir işadamı…”
“Fikirler Deposuyla” tekrar buluşma fırsatını aramaya başladı. Onu çağırmadı ama Jashan’a kendisi geldi.
– Vedalaşmak için neler söylemek istersiniz, yazar bayım?
– Yanlış yönde gidiyorsun, yoldaş oligarh…
– Neden böyle düşünüyorsun?
– En başarılı iş adamı bile, her şeyden önce halkına, milletine hizmet ederse değerli olur…
– Sonuçta, elde edilen zenginlik bir iş adamının kişisel başarılarıdır.
– Yanılıyorsun! Selefleriniz böyle düşünmüyorlardı…
– Hangi önceki zenginler? Daha önce büyük Kazak işadamları var mıydı? Elbette, birkaç inek sürüsü ve bir koyun sürüsü olan kötü şöhretli beyleri saymazsanız…
– Gerçek Kazak beyleri hakkında çok yüzeysel fikirleriniz var. Geçtiğimiz yüzyıllarda Kazakların sınırlı bir halk olduğunu ve hiçbir şey bilmediğini, anlamadığını düşünüyorsanız, derinden yanılıyorsunuz.
– Öyleyse açıkla bana, lütfen, Kazak ne tür bir iş yaptı?
Jashan ona eski bilge atalardan, Emir Timur gibi tarihi şahsiyetlerden, Abılay ve Kenesarı hanlarından bahsetmeye başladı. Muhatabına o kişiliklerin halkı ve milleti birleştirmeye yönelik her adımını coşkuyla ve kolayca anlatmaya çalıştı. Aspan, rakibinin sözlerine pek inanmıyordu, bunu bir peri masalı olarak görüyordu.
Anlatılanları sonunu kadar dinlemeyi zorlukla bekledi.
– İlginç bir hikaye. – dedi Aspan. – Doğrusu, daha önce atalarımız hakkında hiçbir fikrim yoktu! Sadece isimlerini duydum diyebilirim…
– Gerçek şu ki, içinde doğup insan olduğunuz ve uzun süredir acı çeken milletinizi sevmiyorsunuz. Gerçek bir kişi olarak adlandırılma hakkına sahip insan – halkını sonsuza dek seven, geçmişleriyle ilgilenen, atalarının tarihini inceleyendir… – Jashan düşünceye dalarak susmuştu.
– Teşekkürler, atalarımız – hanlar ve sultanlar, baylar ve batırlar hakkında ilginç bilgiler aldım. Ve şimdi de… Senden bana bir bilgeden bahsetmeni rica ediyorum – Ahmet Yesevi, geçen defasında kısaca bahsetmiştin…
Jashan birden canlanmıştı. Sorgulayıcı bir bakış atmıştı: “Sahiden Yesevi’den bahsetmemi mi istiyor?”
– Neden bu konuya değindin?
– Bilmek isterdim.
– En son anlattığımda sen dalgın dalgın dinliyordun ve arada bir gülümsüyordun, o yüzden kesmek zorunda kalmıştım…
– O zamanlar acelem vardı ve şimdi dinlemek için zamanım var.
Jashan onun doğru söylediğine kanaat getirerek, Aspan’a Sufi filozof ve şairden bahsetmeye karar verdi.
– Sadece sıradan insanlar değil, aynı zamanda günümüzün aydınlarından çok azı büyük filozof Sufi Ahmet Yesevi’nin görüşlerini anlayabilir. –Diyerek sözlerine başladı Jashan. – Ahmet Yesevi sadece Kazak topraklarında İslam’ı yayan bir dini figür ve bir akıl hocası – mürit yetiştiren bir eğitimci değil, aynı zamanda büyük bir düşünür, Sufi filozof ve şairdi.
– Evet, onun hakkında da bir şeyler duydum ama insanlar onun Sufi felsefesini pek hoş karşılamıyorlar…
– Onlar cahildir! – Diye hararetlendi Jashan . “Sufi akımını çarpıtarak anlayanların söylediği budur.
– Aynı zamanda – şair Ahmet Yesevi’nin Kuran-ı Kerim’i eski Türkçeye çevirdiği için din fanatikleri ve çağdaşları tarafından şiddetli bir şekilde dövüldüğünü duydum…Dedi işadamı.
Bu varsayım, zaten öfkeli olan Jashan’ı hepten çileden çıkarmıştı:
– Kuran-Kerim’i çarpıtmadı, eski Türk diline tercüme etti, büyük hayalini gerçekleştirdi- kutsal kitabı halkı için anlaşılır kılmak için!
Ancak bu çıkışı girişimciyi etkilememişti. Tembel bir şekilde esnedi ve şöyle dedi:
– Ama şahsen dine karşı özel bir çekim hissetmiyorum. Bu yola çıkarsanız kesinlikle kaybolursunuz. Üstelik hayalperest olabilirsin, din yolu çok kaygandır… Taşlı yoldur…
Bu sözlerden buz gibi bir ürperti hisseden Jashan, yüzünde endişeli bir bakışla donup kalmıştı…
Sonra bilge aksakal Kabış’ın bir süre önce söylediği sözlerini tekrar hatırladı.
O zaman ihtiyar, “Sevgili Jashan,” demişti. – Sen keskin kaleminle ekmeğini kazanan bir adamsın. Bu dürüst bir gelir. Ancak çağdaşın yiğit Aspan, gece gündüz elinde bir fenerle paranın izinde geziniyor. Ama zenginleşme yolunda başını önce bir taşa, sonra bir duvara vuruyor. Bunda fedakarlığa hazır olduğunu görüyorum. Şanslı olup olmayacağını – kendisi de önceden bilmiyor. Ama yine de, kör bir kelebek gibi ileri doğru koşuyor, uzaktaki ışık ona umut veriyor…
Yaşlı adamın uzun konuşmalarını dinleme arzusu yoktu, bu yüzden sabırsızca düşünce zincirini yarıda kesti:
– Bununla ne demek istiyorsun?
Aksakal Kabış kaşlarını çatmadı, sadece ona delici bir bakışla bakıp, kesintiye uğrayan konuşmasına devam etti:
– İşte bu Aspan, bana uçurumun kenarında büyüyen bir deve dikenini hedef alan çaresiz Naru-yu hatırlatıyor…
Jashan, bilge aksakal’ın dudaklarından söylenen sözlerin temel anlamının kendisine ulaştığını ancak şimdi hissetmişti. Bu, istemeden kendisinde işadamına karşı belli bir saygı uyandırdı. Ancak yine de, fikrini açıkça ifade etmek ve belki de böylelikle muhatabını küresel hatalara karşı uyarmak istemişti:
– Aspan! İş, gerçekçi bir şekilde bakarsanız, bir tür serap gibidir. Bu duruma çok güvenmemelisin. Bir zenginlik serapının peşinde koşarken, mazallah hayatınız boşa geçmiş olmasın. Sonuçta, servet aslında bir aldatmacadır – bugün vardır ve yarın yoktur…
İş adamı ona kızgın gözlerle baktı.
– Neden bahsediyorsun? Bana ne söylediğini anlıyor musun?
– Biliyorum! Hem de çok iyi biliyorum! Senin gibi binlerce kişi bu parlak dünyaya geldi ve yine onu binlercesi terkedip gitti. Şüphesiz onlardan pişmanlık duymadan göç eden yoktur…
– Pişmanlık mı dedin? Şimdi de bunun hakkında mı konuşuyorsun? Pişmanlık konusuna değinirsek, lütfen söyle bana, bu parlak dünyada hayalperest olmayan en azından bir kişi var mıdır? Ve sen kendin bir hayalperest olmadığını söyleyebilir misin?
Jashan inkar etmeye kalkışmadı, sakin bir tonda cevabına geçti:
– Hayal etmeyi sonsuz ve uzun bir yol olarak görüyorum. Ancak, ruhumda güvendiğim bir şey var. Bu, benim kendi memleketimde yaşadığım şehirdir, şehrimi temsil ediyorum. Memleketime her zaman kesinlikle güvenebilirim! Ve tüm hayatımı kendi halkımın yararına adadım…
– Ha ha ha! – Aspan haykırdı. “Evinde sıska bir keçin bile yok, ama aynı zamanda gururla” Kendimi halkımın yararına adıyorum… diyorsun. “Buna sadece demagoji derler…
Bunu söyledikten sonra, derin bir nefes alıp yavaşça son cümlelerini ifade etmeye koyuldu:
– İşte atalarımız hakkındaki düşüncelerin, belli ki, tarihi derinlemesine araştırmışsın – etkileyici! Bu bilgiler benim de ruhuma ve kalbime dokundular… Bunu içtenlikle kabul ediyorum. Ama aynı zamanda insanların kendi hayatlarını sadece geçmişin hayaletleri ile yakmalarını istemiyorum. Sonuçta, bu geçmiş bir çağ ve şimdi… tamamen farklı zamanlardayız.
* * *
Ayrılış gününün erken sabahında Aspan, Hanmurat’a sordu:
– Yolculuk için hazırlandın mı?
Genç adam kabahatliymiş gibi yanıtladı:
– Bir süre burada kalsam ne dersin?
Aspan çok şaşırmıştı:
– Yani… Amerika’ya geri dönmek istemiyor musun?
– Tabii ki değil! Kesinlikle geri döneceğim. Ancak şimdi… Atalarımızın tarihini daha da derinlemesine araştırmak istiyorum.
Aspan yiğitin yüzüne sorgularcasına baktı:
– Yani, çocukluk yılların izin vermiyor değil mi?
– Öyle de diyebilirsin, ağam!
– Peki, kendin bilirsin…
* * *
Yazar da, ayrılışının arifesinde Aspan’ın yanına gelmişti. Sohbete uzaktan başladıktan sonra, bu buluşmanın önemini ima eder gibi koltuğuna daha rahatça yerleşti. Laf arasında kendi el yazılarını onun eline iliştirdi. İki kalın klasöre bakınca Aspan şaşırmıştı:
– Bu yükü nereye koyacağım?
– Sen kendin değil miydin, atalarımız hakkında çok yetersiz fikirlerin olduğunu itiraf eden?
– Elektronik versiyonları nerede?
– Neden bahsediyorsun?
– Yazının bilgisayara aktarılan versiyonunu kastediyorum ve bir diske veya flash sürücüye kaydedilmiştir. – Böyle bir seçenek var. – O zaman e-postama gönder. – Ona kartvizitini verdi. Ancak, Jashan’ın dosyaları ona inatla verdiğini görünce, asistanına hoşnutsuzca mırıldandı: – Onlara seyahat çantanızda bir yer bulun! Koruması – yardımcısı hemen talimatını yerine getirdi.
Jashan endişeyle düşündü: “Belki de onu bu kadar rahatsız edercesine zorlamamalı mıyım? Ah, el yazmamın üstesinden gelebilecek mi? Belki beni gücendirmemek için almıştır?”
Endişeleri Aspan’a geçmişti. Yazarı sakinleştirmeyi düşünerek şunları söyledi:
– Sadece atalarının tarihi hakkında mı yazıyorsun? Şimdiki zamanın tüm zorlukları ve zevkleriyle ilgilenmiyor musun? Sonuçta, Şerkala’da pek çok sorun var: ekoloji, onkolojik hastalıklar, bozulma!
– Eh, – dedi Jashan üzgün bir şekilde. – Şimdi bundan bahsetmeyelim, yoksa ağlarım…
Vedalaşma vakti gelmişti. İçinde hiçbir şüphe ve soru kalmaması için Aspan sordu:
– Neden benim hakkımda eleştirel bir makale yazdığını hala açıkça itiraf etmedin?
– Bu eleştiri değil, seni objektifliğe alıştırmak…
Aspan kıkırdayarak gülmeye başladı, bu yüzden uzun süre kahkahalar atmaya başladı.
– Yeter! Burada komik bir şey yok… – Jashan derinden içerlemişti.
– Harika bir akortçu olduğun ortaya çıktı, – sakin bir sohbete geçmişti Aspan.
– Başka nasıl olunmalı? Eleştirel bir makale yazmamış olsaydım, anavatanına gelir miydin?
– Ziyaretimi daha önce planlamıştım.
– Yanlış! Bir gerçeği kesinlikle hatırlıyorum: iş dünyasında olan insanlar bir şey söyler ancak başka şey yaparlar.
– Seninle tartışmanın faydası yok! Şimdi ne diyebilirim Önemli olan hayatta ve iyi olman, arkadaşım hayalperest…
– Bana hayalperest deme!
O halde sana yakıştırdığım lakabı diyeyim?
– Bana ne lakabı taktın?
– Sana “Fikirler Deposu” dedim.
– Ha ha ha! – Jashan yürekten gülmüştü. – Sevdim! Bu istikrarsız hayatta bir düşünürün payından daha yüksek olan bir mutluluk var mıdır?
– Elbette! Elbette!
– Ama kasabamızda seni nasıl adlandırdıklarını duydun mu?
– Hayır, duymadım!
– Öyleyse bunu sana ben bildireyim: İhtiyar Kabış’ın önerisi üzerine, gururumuz saygıdeğer aksakallar sana Deve Naru diyorlar!
– Deve mi? Neden bir deveyle eşleştirildim?
– Bu sıradan bir deve değil! Diyorum ki: sen Naru devesin!
– Fakat, onları nasıl tarif ederseniz edin – deve devedir…
– Aspan şaşkınlıkla ensesini kaşıdı.
Erkekçe kucaklaştıktan sonra birbirlerine veda ettiler.

ŞERKALA’NIN ÜZÜNTÜSÜ
(İkinci hikaye)

Elmurat neden öldü?

1
Hanmurat, Aspan ağbisini Amerika’ya yolcu ettikten sonra aceleyle şehire gitti. Döndüğünde hemen Janmurat’ı aramaya başladı. Yaz günüydü. Bütün öğrenciler tatildeydi. Bir an düşününce şunu fark etti: Bu sıcakta çocuklar nerede olabilirlerdi, tabii ki şehirin kenarındaki nehirde. Çocukluk arkadaşı Elmurat’ın küçük kardeşinden onun zamansız ölümü hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyordu.
Nehire ulaştığında, aniden kurbağa dudaklı çevik bir çocuk karşısında belirdi ve ona meraklı bir bakışla bakmaya başladı.
– Birini mi arıyorsunuz ağbi?
– Evet, Janmurat’a ihtiyacım var.
– Evet, işte orada! Görüyor musunuz, nehrin tam ortasında yüzüyor!
Gözlerini güneş ışığından koruyarak yüzen çocuklara bakmaya başladı. Görünüşe göre Janmurat ta onu fark etmişti ve hızla kıyıya yüzdü.
– Ağbi, neden Amerika’ya gitmedin? – Hemen soruyu sordu, sudan çıkar çıkmaz.
Burada biraz daha kalacağım.
– Yüzmek ister misin?
– Hayır ben istemiyorum.
– Neden?
– Doğruyu söylersem gülmez misin?
– Tabii ki gülmem! Neden güleyim ki?
– Ben yüzmeyi havuzda öğrendim ve sadece havuzda yüzerim. Dibini görebiliyorsunuz, bu yüzden korkutucu değil, ama açık sudan korkuyorum. Bir kramp girse ne olur?
– Korkmayın. Sizin yanınızda olacağım.
– Hayır ben istemiyorum!
– Siz bilirsiniz.
– Seninle konuşmak istemiştim.
– Biraz bekleyin! Çabukak giyineceğim…
– Pekala, seni orada bekleyeceğim…
2
Çocukla yalnız kalan Hanmurat, onu soru bombardımanına tuttu:
– Ne oldu? Elmurat nasıl öldü? Buna ne sebep oldu?
Çocuğun alnı bir hüzün dalgasıyla buruştu, gözlerine yaşlar doldu. Yüzü anında ağlamaklı bir hal aldı.
– Geçen yıl bir kene tarafından ısırıldı. Görünüşe göre böcek çok zehirliydi. Sadece birkaç gün acı çekti. Sonra…
“Doktorlar onu kurtaramaz mıydılar?”
– Hayır, ellerinden gelmedi.
– Ah, bu doktorlar! Bu ne tür bir keneydi? Hayat kurtaran bir serum bulmak mümkün değil miydi?
– Kim bilir…
Ortalığı ağır bir sesslik kaplamıştı, onu bozan yine Hanmurat olmuştu:
Ağbin ve ben ayrılmaz arkadaşlarlar olarak büyüdük. Amerika’ya gittiğimde benim için çok endişelendiğini hatırlıyorum.
– Ama kasabanı sonsuza dek üzüntü ve pişmanlık duymadan nasıl bıraktın?
– Gerçek şu ki, sonradan uzak akrabamız olduğunu öğrendiğim üvey babam Tomas’a bir söz vermiştim. Öte yandan, çocukluğumdan beri en az bir kez uzak ve gizemli Amerika’yı kendi gözlerimle görmek beni cezbetmişti…
– Peki izlenimlerin neler? Orayı beğendin mi?
– Elbette! Amerika’ya ne yönden bakarsan bak- içinde her şey yolunda! Herkes tarafından tanınan, ilerici ve medeni bir ülke!
Janmurat inançla konuştu:
– Sen de buna şahit olacaksın ki! Önümüzdeki yıllarda aynı şekilde gelişmiş ülke olacağız! Biz kayıtsız şartsız önde olacağız!
– Nasıl? Ve neden Kazakistan birdenbire birçok ülkenin önüne geçecekmiş ki? – Diye sordu Hanmurat.
– Çünkü Kazakistan özgür, bağımsız bir ülke! Halkımız uzun yıllardır özgür bir yaşamın tadını çıkarıyor. Şimdi kimseye bakmıyoruz, kendi yasalarımıza göre yaşıyoruz.
Hanmurat, genç muhatabına gülümseyerek baktı ve şöyle düşündü: “Okulda vatanseverlik eğitimi çok iyi organize edilmiş gibi görünüyor. Ya da belki bu, zamansız ölen ağabeyinin etkisidir? Sonuçta Elmurat bana da memleketimiz hakkında gururla ve sevgiyle konuşurdu. Hayatının çok kısa olması üzücü. Böyle bir kaderi kim düşünebilirdi?”
Sabah erkenden hafif bir gülümsemeyle uyandı. Zarif güneş uçsuz bucaksız maviye doğru yükselmek için acele ediyordu.
Gece karanlığının vahşi doğasında kaybolmuş, aydınlığa aşık, ilk ürkek ışınları hisseden sabah yıldızı, görünüşünü gökyüzünün enginliğiyle cömertçe paylaşıyordu…
O, bu günün en şanslı bir gün mü olduğunu, yoksa Hanmurat’ın iç dünyasında iyi düşüncelerin uyanmaya mı başladığını hala net olarak belirleyememişti. Her halükarda, çocukluk arkadaşı Elmurat’ın beklenmedik kaybına rağmen, onun küçük kardeşini enerjik ve hedefine ulaşmaya niyetli bir takipçisi olarak görüyordu.
Ertesi sabahı iyi bir ruh haliyle selamladı.
Yazar, yemekten sonra Hanmurat’ın gençliğine rağmen onu özel olarak yerine davet etti. Jashan çay içerken onaylayarak ona şunları söyledi:
– Tebrikler, Kazakça nasıl konuşulacağını unutmamışsın!
– Onu nasıl unutabilirim? Bu annemin dili…
– Sen bir Azamatsın! Aferin sana! Eh, eğer bu gururlu sözlerin, hiç vicdan azabı duymadan ana dilimizi çarpıtan haydutlar tarafından duyulsaydı…
Hanmurat muhatabına şaşkınlıkla baktı:
– Kendi topraklarında bu insanların, ana dilleri Kazakçayı konuşmaya utandıklarını mı gerçekten düşünüyorsunuz? Neden ama?
– Sadece utanmıyorlar, özel bir zevkle kendi dilleriyle alay edip çarpıtanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Çok kötü bir zaman dilimine yaklaştığımız için çok endişeleniyorum…
Hanmurat, yazardan duydukları konusunda temkinliydi.
Yazar elmacık kemiğinine eliyle dayayarak bir süre sessizce oturduktan sonra devam etti:
– Bugünlerde yarısı keder içeren kitaplar yazıp yayınlıyoruz, bir süre sonra gereksiz bir zanaat haline gelebilir mesleğimiz. Böyle bir olasılığın farkına varmak çok üzücü…
Hanmurat dayanamadı, muhatabının sözünü kesti:
– İşler böyle giderse nesiller arasındaki bağlantı kesilmez mi? İdarecilerimiz nereye bakıyor?
Yazar, küçük kardeşinin öfkesini heyecanla dinledi:
– İyi iş çıkardın! Gerçek bir azamat oldun genç dostum!
Sonra tatmin edici bir ses tonuyla devam etti:
– Yazarken çok ter döktüğüm kitaplarımı sana veriyorum. Lütfen tam olarak oku, tamam mı?
– Elbette! – Diye haykırdı çocuk. – Okurum. Tüm eserlerinizi okumayı kendime görev kabül ediyorum! ‘’ Biraz tereddüt etti, sonra konuşmasına devam etti:
– Bir zamanlar Elmurat ve ben sonsuza kadar arkadaş kalmaya yemin etmiştik. Üzgünüm, kısmet değilmiş…
Muhatabın üzgün yüzüne bakarak Jashan bir sonraki soruya geçti:
– Neden öldüğünü biliyor musun?
– Biliyorum, küçük kardeşi bana söylemişti. Mavi bir kene tarafından ısırılmış…
– Sadece bu değil!
– Nasıl? Başka bir sebep var mıydı?
– Evet! – Jashan, zayıf yüzünü güneş ışığından koruyarak başladı. – Gerçek şu ki, Şerkala’mızda uzun süredir, zararlı parmakları olan vicdansız türler hüküm sürüyor…
– Sözlerinizi hiçbir şekilde anlayamıyorum…
– Hatırlıyor musun, bir keresinde bana şu soruyu sormuştun: “Yetimhane neden kapatıldı?”
– Tabiki hatırlıyorum. Hemen içeri bakmak için oraya koştum ama binanın kapısında siyah bir kilitle karşılaştım. Şaşırdım. Bir yandan pişmanlık duygusuna kapıldım, diğer yandan, saklamayacağım, sevindim… Neden mi? Çünkü yetimlerin ortadan kaybolduğunu düşününce bu umuttan bir sıcaklık hissettim…
– Elbette, doğru düşünmüşsün! – Jashan onu destekledi. – Ve sevinmen yerinde bir davranıştı. Ancak…
– Jashan ağbi, hiçbir şey saklama! Burada neler oluyor?
Derin bir nefes alan kıdemli muhatap sohbete devam etti:
– Sen Amerika’ya gittikten çok kısa bir süre sonra yetimhane de kapatıldı. Şimdi bu binada bir hastane yer almaktadır. Bu hastanenin ne olduğunu bilmek ister misin? Kanser hastaları şimdi burada tedavi ediliyor…
– Şerkala’da bu hastalıktan etkilenen çok kişi var mı?
– Çok, – Jashan teyid etti. – Ve sayıları yıldan yıla artıyor.
– Sebebi nedir? Bu tür hastalıkların nereden geldiğini araştırmıyorlar mı?
– Ah, canım! Şerkala’nın felaketlerinden bahsetmeye başlarsam, kendimi istemeden dayanılmaz bir hüzün esareti içinde bulacağım. Şerkala umutsuz, savunmasız bir şehirdir. Bir yandan – uranyum madenlerinin faaliyetleri, diğer yandan – uzay test sahası… Kirli atmosfer. Doğa boğuluyor. Su zehirli. İnsanların ruhu yok ediliyor… Tüm dertleri listelemeye başlarsam, itiraf ediyorum, dilim dönmez…
Burada genç daha fazla dayanamdı:
– İnsan sağlığı dünyadaki en önemli zenginlik değil mi? Bundan daha değerli ne olabilir?
– Biz de böyle sesimizi çıkarıyoruz, böyle yazıyoruz. Ancak, her şey arzuladığımız gibi mi olur?
– Neden? Peki, neden böyle?
“Bunun sonsuz sebebi var, küçük kardeşim. Görünüşe göre devletin de baş edemeyeceği durumlar var…
* * *
Amerika’dan gelen yiğitle ile konuşurken Jashan, bir zamanlar ruhunun derinliklerine göndermiş olduğu gizli bir düşünceyi istemeden hatırladı. Tabii Hanmurat’ın bundan haberi bile yoktu.
Ve bu konuşma yakın zamanda Aspan ile yalnız oldukları bir anda gerçekleşmişti. Açıkçası o ana kadar, bazen bazı sözlerinde kusur bulup, kişilik onurunu kıran girişimciye hiç sempati duymuyordu. Ancak, bu son bire bir görüşme, olumlu temasın kapısını açıyor gibiydi.
Konuşmanın en başından itibaren Jashan, onkolojik hastalıklardaki belirgin artışın, ekolojide ani bir bozulmanın, kozmodromun atmosferinin ve diğer zararlı olayların olumsuz etkisinin doğrudan bir sonucu olduğunu ateşli bir şekilde tartışmaya başlamıştı. Bununla birlikte, Aspan onun agresif çıkışını nazikçe sakinleştirmeyi başarmış, sonra sakin bir tonda cevap vermişti:
– Mantıklı düşünelim! Söylesene, dünyada uzay gemisi yaratma ve onları uzaya fırlatma ile uğraşan çok mu ülke var? Amerika’daki durum da budur. Sovyetler Birliği, olup bitenlere kayıtsız bir şekilde kalıp, uzay rekabetindeki birinciliği avuçunun içinden kaçırsaydı bu durum neyle sonuçlanırdı? Devletler arası rekabetin gidişatında sorunların ortaya çıktığı herkesçe malumdur.
Bu noktada, kollarını sıvayan Jashan’ın, işadamı ile kararlı bir şekilde polemiklere girdiğini hatırlıyorum:
– Devlet kimin için bir devlettir? Ülkenin ve bireyin menfaatleri hayasızca ayaklar altına alındığında bunun kime faydası olacaktır? Bu anlamsız rekabet gerçekten gerekli mi?
Girişimci tutarlı ve sakindi. İnandırıcı sözler seçiyor ve konunun hedefine ulaşıyordu.
– İlerleme anı, kişinin ve devletin çıkarlarının birleştiği zamanda gelir. Bu yazılı olmayan bir kanundur…
Ancak bu sözler muhatabı tarafından algılanamamıştı. Söylenenleri düşünmeye bile çalışmamış olabilirdi, ruhu buna karşıydı.
– Sovyetler ülkesi neresi ve biz neredeyiz? Uzun süredir acı çeken ülkemiz artık kendi halkıyla ilgilenmemeli mi?
“Oho-ho-ho,” diye itiraz etti Aspan. “Bağımsızlık, bir gün onu ilan edip yorganı kendi üzerine çekmek ve en yüksek sesle şunu bildirmek anlamına gelmez: “Ben seni tanımıyorum ve sen de beni tanımıyorsun, “Kazaklar daha uzun bir süre Rusya ile yakın çalışacaklardır, ülkeler arasındaki kesin kopukluk mümkün değildir.
– Bu durumda… – yazar biraz tereddüt etti – Ne söylemek istiyorsun? Ellerimizin ve ayaklarımızın hala bağlı olduğunu mu söylemek istiyorsun?
– İddia etmiyorum, ama öyle sanıyorum: bunu düşünmek için bir sebep var…
Ve sonra… yüksek sesle söylemek istemediği fikrini, ruhunun derinliklerinde ifade etti: “Devlet sosyal bir düzen, yani bir var bir yok. Bu yüzden insan her zaman kendisi için, mutluluğu için çaresiz bir mücadele yürütür, bunu her zaman öncelikli bir görev olarak görür…”
3
Batan bir kıymık gibi can sıkıcı düşünceler Hanmurat’ı rahatsız ediyorlardı. Bunun nedeni, yazar Jashan ile dünkü hoş olmayan konuşmalardı. Başlangıçta ona soğuk davranıyor, sözlerini ciddiye almıyordu, ancak geçmiş konuşma her şeyi alt üst etmişti… onunla ilgili görüşü 180 derece değişmişti. Jashan Amca, havada kaleler inşa eden ve boş bir hayalin peşinde koşan bir adama benzemiyordu. Öyle görünüyor ki kalbi hayatın dertlerinden kırılmış ve ruhu günlük sorunlardan kurtulup huzur arıyordu. Belli ki, ebedi ve manevi olan konularla daha çok ilgileniyordu. Şerkala’nın kaderinden bahsettiğinde, hüzün yaşları gözlerine doluyordu. Bu durum muhatabının dikkatinden kaçmamıştı.
Bütün gece yatağında dönüp durdu ve okul yıllarının hatıraları onu tekrar tekrar düşünceler okyanusunun dibine çekerek uykuya dalmasını engellemişti.
Öğleden sonra yetimhanesine tekrar döndü ve uzun süre içeriye girmeye cesaret edemeden gri binaya baktı. İşte orada, köşede çocuk odasının penceresi görünüyordu. Demir bir yatakta tatlı tatlı uyuduğunu hatırlamıştı. Ve o zamanlar kendine özel bir hayali bulunmuyordu. Yaz günlerinde küçük pencere her zaman ardına kadar açıktı. Ve her sabah onu tanıdık bir ıslık uyandırırdı – en yakın arkadaşı Elmurat’ın ıslığı. Hemen pencereye koşar ve neşeyle bağırırdı:
– Elmurat, sen misin?
Ve arkadaşı ev bahçesinden olgun kırmızı elmaları elinde tutup cevap vermişti:
– Seç, biri senin!
– Biraz bekle, şimdi geliyorum.
Sonra kasabadan çok uzak olmayan Sambi Tal bahçesine gitmişlerdi. Burası, yol kenarlarının güneşli tarafında meyve ağaçlarının bile yetiştiği kavak ağaçlarıyla dolu eski bir parktı. Yolda durmadan konuşuyorlardı ve aynı zamanda kocaman elmaları yiyiyorlardı. Elmurat’ın cömertliğinin sonu yoktu, cebinden güzel ambalaja sarılmış çikolatalı konfetini çıkardı. İnsan böyle güzel bir şeyi yemeğe bile kıyamazdı.
– Al, bu da senin çikolatan…
Bir arkadaşının sahip olduğu her şeyi paylaştığını bilerek sessizce sevinirdi. Gerçek bir arkadaşlığın anlamı budur, her zaman seni düşünür, unutmaz. Ebeveyn sevgisini görmemiş olan küçük bir çocuk başka ne diyebilir, hoş duygular onu sadece böyle anlarda sarıyordu. Saf bir çocuğun ruhunun küçük sevinçleri ve ardından zararsız çocuk konuşmaları başlardı…
– Elmurat, benim için sen bir kardeş gibi oldun ve seni bir yakınım gibi seviyorum ve arkadaşlığımıza gerçekten değer veriyorum.
– Ben de seni ailemden birisi olarak görüyorum! Öyle değil mi?
– Yine de benim sana olan yakınlık duygularımı sana aktarmam mümkün değil, beni gerçek bir kardeş ve arkadaş olarak kabül ediyor musun, benim seni kabül ettiğim gibi?
– Tabii ki benim için sen küçük bir erkek kardeşim gibi oldun ve bir ağabeyin yakınlık duyguları her zaman daha güçlüdür. Sonuçta, büyük olan her zaman herkesten sorumludur, – Elmurat tüm ciddiyetle ve çocuksu içtenlikle cevap verdi.
O zamanlar onlara göre sonsuza dek en iyi arkadaş ve kardeş olmuşlardı.
Arkadaşlar bu konuda uzun süre konuştular ve her biri kendi sadakatini kanıtlamıştı.
– Burada daha iyi dostluğumuza ve ebedi kardeşliğimize kutsal bağlılık yemini edelim. Sambi Tal, erkek yeminimizin şahiti olsun!
Böylece Elmurat bu kararı vermişti ve Hanmurat ta küçük bir erkek kardeş ve arkadaş olarak onu destekledi. Önce el sıkıştılar, sonra birbirlerine sımsıkı sarıldılar, sonra filmlerde gördüklerinden ve kitaplarda okuduklarından bir şeyler yapmaya çalıştılar, kahramanların yaptıkları gibi farklı yemin ritüelleri gerçekleştirdiler…
…Daha dün gibiydi… Bir film şeriti gibi çocukluk anları gözlerinin önünden geçmişti… O zamandan bu yana köprünün altından çok su akmıştı. Böylece kendisi de bir yetişkin oldu, kendi yolunu arıyor gibiydi ve evlat edinen babası Tomas’ın rehberliğinde ticaret yolunda yürüyordu. Tomas Amca öğretmekten asla yorulmamıştı ve kendisi de sürekli öğrenmeyi bırakmamıştı.
Şu anki rehber hocası, memleketinin yerlisi olan Aspan’dı.
Bu arada yeri gelmişken, Aspan hakkında bahsetmek gerekirse…
Amerika Birleşik Devletlerinin N eyaletine gittiğinden beri bir Whatsapp veya bir messenger aracılığıyla bir mesaj iletebilecek olmasına rağmen, her nedense bir kez bile kendisini arayıp sormaya tenezzül etmemişti… Neden sessizdi? Veya bir şeye mi kızgındı? Yoksa Hanmurat’ın Amerika’dan kendisiyle gelip bir süre daha Şerkala’da kalmasından memnun değil miydi? Onun kendi kararının aralarında bir anlaşmazlığa neden olabilir miydi? Tanıdığı kadarıyla, o geniş bir ruha sahip makul bir insandı. Şimdi hatırladığı gibi, üvey babası Tomas, ölümünden hemen önce ikisini de yanına çağırmış ve kendi vasiyetini bırakmıştı – o Aspan’a emanetti. Bunu unutabilir misin?
– Aspan, sen oğlum Hanmurat’ın ağbisi ol! Ömrün boyunca ona vasilik edeceğine dair yemin et! Söz ver. Ve sen Hanmurat, şimdi onun öz küçük kardeşisin, ona sadık ol! Ancak bu şekilde ruhum öteki dünyada huzurlu olabilir…
Babanın ölüm öncesi talebinin göz ardı edildiğini söyleyemem. Aspan o zamandan beri gerçekten de bir ağbi gibi Hanmurat’la yakından ilgilenmişti ve her zaman ona yardım elini uzatmaya hazırdı. Açıkçası, bir ağbi ve aynı zamanda bir arkadaşı olarak iyilikten yapmaktan onu mahrum etmiyordu.
Hanmurat, evlat edinen babası Tomas Trams’ın ölümünden sonra iş hayatında ilk adımlarını atmaya başlamıştı. Genel olarak, bu konuda adı geçen ağbisi Aspan ile yakın çalışıyordu.
Bir gün Amerika’da Aspan’nın onunla şöyle bir sohbeti olmuştu:
Ağbisi yavaşça ve düşünceli bir şekilde, işe daha yeni başlıyorsun, diye başladı sözlerine. – Şunu aklından çıkarma: iş hayatında arkadaşlık ikincil ve koşullu, geçici bir olgudur. Bazen öyle olur ki, her iki kişiden birisi, en uygun bir fırsatta diğerini hiçbir şeysiz bırakmaya hazırdır.
– Abi, öyleyse neden böyle girişimcilerle işbirliği yapalım ki? – Hanmurat sert bir şekilde yanıtladı.
– İşin başarısı için gerekirse şeytanla da arkadaş olmalısın. Öyle çaresiz durumlar var ki, en büyük düşmanın bile anlaşma yaparken en iyi dostun olur…
– Üzgünüm ağbi, ben böyle yapamam…
Bunun için ağbi bir ağbidir, onun gençlik maksimalizmine anlayışla karşılamış ve yanıtı cevapsız bırakmıştı, ancak sonunda şöyle devam etti:
– Ronnie adında bir Amerikalı ile yakın temasta olduğum bir dönem vardı. Çok hırslı ve gururluydu. Ne oldu… başarıya ulaştığımızda, işin kaymağını kendisine aldı ve ortadan kayboldu.
Onu hatırlayınca Aspan yüksek sesle güldü.
Yetişkin oyunlarını anlamayan bir genç olarak biraz kafası karışmıştı. Ağbisinin kahkahasının anlamını hemen anlamamıştı, ama içinde ağır bir duygu ve zihninde birçok cevaplanmamış soru duruyordu.
4
Birkaç saat sonra Aspan kendisini onu aramıştı:
– Merhaba Hanmurat aradın mı? Bir şey mi istedin?
– Özel bir durum yok. Sadece ağbimi özledim.
– Öyle mi? Amerika’dayken, akrabalık duygularını pek ifade etmezdin…
– Haklısın. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, birlikte olmak için özlem duymaya başlıyorum…
– Tamam, sözlerime aldırış etme! Sana inanıyorum. Başka ne söylemek isterdin? Şerkala’da olmak hoşuna gidiyor mu?
– Evet, gidiyor! Hatta bayağı fazla. Sadece…
– Sadece ne? Sorun nedir?
– Ağbi, Şerkala … keder içinde…
– Ne tür bir keder?
– Bir bilseniz! Büyüdüğüm yetimhane kapatılmış. Ve orada kanser hastaları için bir hastane açacaklarmış. Kanserden muzdarip insanların sayısındaki artıştan endişe duyuyorum. Neden çok kanser hastası oluyor? Sorunun özünü anlayamıyorum…
Aspan sözünü kesti:
– Haberim var. Yolda ben de senin gibi yurttaşlarım için endişelendim… Bu sanki bir çeşit istila, sanki bir enfeksiyon!
– Arkadaşımı duydun mu? – Diye sordu Hanmurat. – Çocukluk arkadaşım? Elmurat’ı hatırlıyor musun?
– Arkadaşlığınız hakkında çok şey duydum.
– Yani kardeşim… geçen yıl vefat etti. Ve ölüm sebebinin ne olduğunu biliyor musunuz?
– Neymiş?
– Hastalığının adını söylemeye dilim bile varmıyor, o da onkolojiden muzdaripti. Son aşamada hastalığı keşfedilmiş. Ve artık kimse bir şey yapamazdı. Sonra bana çok kilo verdiğini söylediler ve ailesinin anısında onun sadece hüzünlü bir bakışı kalmış…
– Bak şu işe, o çok gençti, senden biraz daha büyüktü. Ne-den bu kadar erken yaşta böyle bir hastalığa yakalandı? Aspan bir süre durakladı ve nefesinde bile acıma hissediliyordu.
Bilmiyorum ağbi, bana hastalığını çok geç anlattılar.
– Evet! Ah, ne yazık, toprağı bol olsun, huzur içinde yatsın.
Ve sonra Hanmurat daha fazla dayanamadı ve gözyaşlarına boğuldu. Bu durumdan telaşlanan Aspan, onu sakinleştirmeye çalıştı:
– Kardeşim, güçlü ol! Kendine hakim ol! Arkadaşını geri döndüremezsin…
Hanmurat kendini toparladı.
– Elmurat ölmeden önce başka bir şey daha söylemiş: “Ah, eğer arkadaşım Hanmurat burada olsaydı ve hastalığımı bilseydi, beni kesinlikle hastalığın pençesinden kurtarırdı…”
Yine kederle ağladı. Aspan, onun ıstırabını düşüncesel olarak anlamasına rağmen, onu sakinleştirmek ve anlamsız ağlamasını durdurmak için sesini yükseltmek zorunda kalmıştı:
– Sen erkek değil misin? Hemen kes ağlamayı…
Hanmurat kendini toparladı ve tekrar ağbisine döndü:
– Ağbi, bu yüzden sana danışmak için arıyorum…
– Peki söyle bana.
– İşte, kanser hastaları için aynı hastane de maddi sorunlar nedeniyle kapanmanın eşiğinde. Onlara yardım edebilir miyiz ağbicim?
Aspan hemen cevap vermedi.
– Düşünmeye ihtiyacım var! Dedi, kısa bir duraksamadan sonra. – Muhtemelen bu sorunu aceleye getirmeden konuşmamız gerekir kardeşim… Bu tür sorunlar telefonla çözülür mü?

Yazarın ruhsal haykırışı

1
Yazar, söz ustasıdır… Hanmurat bu zanaatı daha önce hiç duymamıştı.
Yazarlar kimlerdir? Bu bir meslek mi? Ve merak ediyorum, hangi görevlerde bulunuyorlar…
Ve yazar olarak nerede yetiştiriliyorlar ve ne tür diplomaları var? Mezun olduktan sonra nerede iş bulabilirler? Genel olarak onlar bir iş bulabiliyorlar mı?
Buna rağmen, neden bu kadar kibirliler? Çok gururlular? Bu nereden geliyor? Neden bu kadar özgür davranıyorlar?
Sadece o değil, birçok kişi artık yaratıcılıkla meşgul olanlara saygı duymayı bıraktı.
Özellikle Amerika’da, belki de ağbisi Aspan’ın onlar hakkındaki kötü düşüncelerinden dolayı, bir yazar hakkında bir şey duyduğunda hep küçümseyici bir şekilde gülümserdi.
Ancak Şerkala’ya geldiğinden beri, ilk başta tabii ki gazeteci – yazar Jashan’a karşı olumsuz yaklaşım içinde olduysa da, yavaş yavaş, her bir buluşmadan sonra “Fikirler Deposu”na yakınlaşıyordu. Hanmurat için hoş bir arkadaş olmuştu ve yerel yazarın kendisi de onunla iletişim kurmak için fazladan bir neden arıyordu.
Bugün kü buluşmada yine sertçe sordu:
– Oh, hemşerim, Amerika’ya ne zaman ayak basacaksın?
Sesinde alaycı bir mana yoktu ama yüzünde büyük bir soru işareti vardı.
– İnşallah gideceğim ama sözlerin bana biraz dokanıyor.
– Biliyorum. Kasabamız size o kadar romantik ve yaşanabilir görünmüyor. Bu, dünyanın böylesine güzel bir şehrinde yaşadıktan sonra böyle oldu değil mi … Keyif ve rahatlık. Gençler için en önemli şey bu, bundan sonra bizi selamlarsanız ve elimizi sıkarsanız, ona bile şükretmeye başlayacağız.
Genç adam, yazarın önyargılı düşüncelerinden rahatsız olmuştu.
– Hayır, ağam! Sert bir ses tonuyla söyledi. “Beni Yanlış Anladın. Amerika’ya gidiyorum çünkü orada beni evlat edinen babamdan miras kalan bir işim var, sonuçta işime devam etmeliyim. Bu, anavatanımdan – Şerkala’dan ve genel olarak Anavatanımdan – vazgeçeceğim anlamına gelmez! Şerkala benim hayatımın özü… babalarımızın diyarı, en nihayetinde!
– Ah, genç kurnaz! – Jashan gülümseyerek sohbete devam etti. – Kıdemli yoldaşınızı kandırmaya ve gerçek niyetinizi gizlemeye mi karar verdiniz?
– Hayır agay, samimiyetle söylüyorum.
– Öyleyse, Amerikan mahkemelerindeki kürsülerde söyledikleri gibi gerçeği ve yalnız gerçeği söyleyeceğine yemin et! Senin için hangisi daha değerli, kabul et, Amerika mı seni cezbediyor yoksa doğduğun ülke mi?
Genç yoldaş cevap vermekten çekinmedi:
– Eğer bana kalmış olsaydı, Şerkala’yı dünyadaki başka hiç bir şehirle değişmezdim!
Ondan böyle bir itiraf beklemeyen Jashan, neredeyse gözyaşı dökecekti – genç yiğitin sözlerinin samimiyetine inanıyordu.
“Eğer…” dedi sesinde bir titreme ile. Sizler – genç nesil… böyle yetişirseniz, saf bir ruhla büyürseniz ve bozulmazsanız, Şerkala yaşayacak ve gelişecektir. Yeniden doğacaktır! Bizler ise… itaatkar ve sessiz bir nesildik. Kendi yuvamızın… yurdumuzun bozulmasına göz yumduk…
* * *
Hanmurat, yazar Jashan’a çocukluk arkadaşı Elmurat hakkında da detaylıca sordu.
– Elmurat’ın ölümüne hala inanamıyorum. Neden bu kadar erken öldü: kene ısırığından mı yoksa kanserden mi?
Jashan ona hızlı bir şekilde açıkladı:
– Onkoloji bölgemizin belası haline geldi! Bu hastalık her üç aileden birisini etkiledi, bu nedenle bu yerlerin sakinleri hastalığa kendi adlarıyla hitap etmekten korkuyorlar ve daha sık olarak jaman aura diyorlar – kötü bir hastalık.
– Çoktandır mı böyle?
– Uzun zaman önce başladı. İnsanların ne kadar zamandır hasta olduğunu bilmiyorum, on ya da yirmi yıldır… belki daha da fazla…
– Saklamayın, söyleyin bana! Son yıllarda bu korkunç hastalık nedeniyle kaç kişi hayatını kaybetti?
– Bunu kim saymıştır ki, ve buna kimin ihtiyacı olur? Ben bir istatistikçi değilim, ancak maalesef, tüm hastalardan çok azının hayatta kaldığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Hanmurat dayanamayıp, erken vefat eden ebeveynlerinin kaderini sormaya karar verdi… Kim bilir, belki de bu dünyadan erken göç etmelerinin sebebi de kötü huylu bir tümördür!
– Agay, ailemi tanıyor muydun? Lütfen bana onlardan bahsedin!
Jashan bu soruyu bekliyordu, ama yine de Hanmurat’ın isteği onu hazırlıksız yakalamıştı. Kendine gelerek ve genç adamın ruhsal durumunu yakalamaya çalışarak dikkatle ona baktı.
“…Nasıl yani? Bugüne kadar ailesi hakkında, ölümleri hakkında hiçbir şey bilmiyor muydu? Ah, zavallı çocuk… Yakınlarını kaybetmek ne kadar zor.”
Küçük kardeşim, dedi düşünceli bir şekilde. – Her şeyi olduğu gibi anlatırdım, ama ruhunuzda derin bir yara bırakmaktan korkuyorum… Hala çok gençsiniz!
– Anlatın! Ben artık olgunlaştım. Ve ailemin kaderini öğrenme arzum doğal…
Halâ gerçeği hemen açıklamak istemiyordu, hatta kesin bir cevaptan kaçınmaya çalışıyordu.
– Hayır, hayır canım. Her şeyi hemen anlatamam. Önce, daha bilgili ve aşina olan bir başkasının anlatmasına izin ver. Bana işkence etme lütfen, Hanmurat.
Son sözleri hızlı ve akıcı bir şekilde söyledi ve çabucak uzaklaştı…
Hanmurat şaşırıp kalmıştı… Bir yetişkinin sorularına verdiği beklenmedik tepkiye nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu.
Ve uzun bir süre yerinde öylece mıhlanmış gibi kaldı. Soru sorulmuştu ama cevap gelmemişti…
2
Ebeveynlerinin hayattan erken ayrılışı Hanmurat’ı çok üzüyordu ve ilçe yazarını sorularıyla “köşeye” sıkıştırmaya karar verdi ve yüreği, anne ve babasının ölüm nedeninin ayrıntılarını onun bildiğini hissediyordu. Ve sezgisi onu yanıltmamıştı, bir sonraki buluşmada, uzun bir konuşmanın ardından Jashan, genç adamın ısrarlarına dayanamadı ve ebeveynleri hakkında bildiği herşeyi Hanmurat’a anlattı.
– Ah, sen, evlat, bu kadar kısa bir sürede arkadaş olduk ve bana benim küçük kardeşim gibi oldun! – Diye üzüntülü şekilde konuşarak derin bir iç çekti.
– Uzun zamandır gerçeği söylemeye cesaret edemedim, ama kararlısın… Belki de haklısın, artık büyüdüğüne göre, tüm gerçeği öğrenmen daha iyi olur.
– Evet, Jashan ağbi, olduğu gibi söyle, her şeyin bir zamanı vardır… ve o zaman şimdi geldi!
O gerçekten kendi görüşlerinde tutarlı bir gençti ve kıdemli yoldaşı artık onun baskısına daha fazla karşı koyamadı.
Hikayeye nasıl başlayacağını bilemeden düşündü, sonra yavaşça konuşmaya başladı:
– Bu çok zor bir vaka canım. Daha önce ilçemizde böyle bir şey olduğunu hatırlamıyorum. Eh, ellerinde yönetimi tutan, bizimkiler, kendilerini yerel prensler gibi hissediyorlardı…
– Neden bahsediyorsun ağbi, hangi prensler?
– Evet, küçük ilçemizin başındaki liderler bunlar. Dar kafalı insanlar…Sovyet iktidarı unutulmaya yüz tutar tutmaz, biz kendimizi değişim uçurumunda bulduk. Doğu’da dedikleri gibi, en kötü lanet, çocuklarınızın değişim zamanlarında yaşamaları dileğidir. Bir keresinde yukarıdan iyi bir bina yapımı için para tahsisi teklif ettiklerini ve ne inşa edileceğinin yerel yetkililerin kararına bırakıldığını hatırlıyorum. O dönemde kamuoyunun görüşleri henüz şu an olduğu gibi dikkate alınmıyordu. Ve şans eseri bu ilçenin yeni belediye başkanı Taskara, narsist bir adamın tekiydi ve o değersiz fikrinde ısrar etti. “Her şeye karar verildi, yeni bir yetimhane inşa etmeliyiz, yukarıdakiler fikrini değiştirmeden önce hemen bir bütçe başvurusu yapmalıyız!” Sonra o, daha önce olduğu gibi, her şeyin sahibinin kendisi olduğunu ve başkanın söylediklerinin oybirliğiyle destekleyeceğini düşünmüştü. Ama öyle olmadı, baban Sazanbek sorumlu bir çalışan olarak buna karşı çıktı. O üzün bir süredir ilçe yönetiminde çalışmaktaydı. “Eğer ruhunuzla bir Kazaksanız, şunu anlamalısınız: Dul kalmış kadınları ve yetimleri gözetimsiz bırakmama geleneğimiz var. Bir şekilde, onları koruyacak ve destekleyecek iyi kalpli yürekler olacaktır! Dolayısıyla şu anda halkımız için en yararlı olan şey çok fonksiyonlu bir hastanedir”. Maalesef başkan, babanın argümanlarını görmezden geldi. Ancak bu durum, halkın iyiliği için yüreğiyle çalışan Sazanbek’i hoşnut etmemişti. Ve ardından ne tür sorunlar çıktı bilmiyorum ama sonunda baban hastaneye kaldırıldı. Ve sadece birkaç gün sonra hastaneden mezarlığa götürüldü. Herşey o kadar ani olmuştu ki, kimsenin bunun sebebini anlamaya zamanı bile olmamıştı. Ve hasta bir kalbi olan annen, kocasının erken ayrılışına dayanamadı…
“Bana ise farklı bir şekilde anlatmışlardı…” Hanmurat zorlukla konuşabildi.
– Bu efsaneler sadece onların işine geliyor ve daha önce de söylediğim gibi gerçek olan benim anlattıklarım. Sen anne ve babanın tek oğluydun, yeni yürümeye başlayan küçücük bir çocuktun. Ve ailenizin yakın akrabaları yoktu. Önce, Elmurat’ın büyükbabası Kabış sağlıklıyken seni yanına aldı, birkaç yıl orada evlatlık bir oğul olarak yaşadın. O zamanları hatırlıyor musun bilmiyorum? Daha sonra o ilçe başkanınının kararıyla yaptırılan yetimhane binası işletmeye alınınca burasının en az üçte bir oranında doldurulması gerekiyordu. Ve ilçenin başkanı bu yetimhanenin senin ve diğer pek çok çocuk için daha iyi olacağına söz vererek o yetimhaneye gönderilmeni istedi…
Yazar bu noktada kasvetli hikayesini yarıda kesmişti. Görünüşe göre bu hatıralardan kalbi sızlıyordu. Kısa bir aradan sonra Jashan şunları ekledi:
– Halkımızın yolunu bulması ne kadar zor! Bambaşka bir hale geldik ve neredeyse Kazak kimliğimizi kaybettik, atalarımızın manevi mirasından kendimizi mahrum bıraktık…
– Neden her şeyi bu kadar geri atıyoruz ve dilimiz ve geleneklerimiz için savaşmaktansa pes etmeyi tercih ediyoruz, ağbi, bana söyleyebilir misin?
– Bunu yargılamak benim de için zor, çünkü milletimize karşı tavrımız benim için çözülmemiş bir gizem haline geldi. Belki sizler – gelecek nesil karar verecek. Ve en yukarıdan artık size – gençlere dikkatle bakıyorlar, Astana’daki okul arkadaşlarımdan öğrendiğim kadarıyla, gelecek yıllardan birinin Gençlik Yılı ilan edileceğini duydum… Gençler için müjdeli haberler bekliyoruz.
Sohbeti mantıklı bir sonuca götürmeden vedalaşarak ayrıldılar.
* * *
Yazar, iyi bildiği halde genç adama tüm gerçeği açıklamaya kalkmadı. Her seferinde bu üzücü hikayeyi hatırlayarak kendisi de acı çekiyordu.
Yetimhanenin inşasının entrikası şöyleydi: Baş belası Taskara bu konuyla ilgilenmişti, çünkü bir ihale yoluyla işin kaymağını yemek arzusundaydı. Ve Sazanbek, onun bu kurnaz planları hakkında her şeyi biliyordu, bu yüzden bütçe kaynaklarının “geçici başkan” ın cebine girmesi yerine, memleketi için yararlı olmasını istiyordu. Böylece sonuna kadar gitmeye karar vermişti, ancak belediye başkanı belediye başkanıdır – onun projesi kazandı. Gerisi herkes tarafından biliniyor: Sazanbek gerginlik – stres nedeniyle hastaneye kaldırıldı, sonra da vefat etti…
Yerel iktidardakiler her şeyi ellerinde tutuyorlardı. Bu nedenle ilçe başkanının haksız olduğunu bildikleri halde kimse Taskara ile polemiğe girmek istemiyordu, herkes yüzüne onun gerçekte kim olduğunu söylemekten korkuyordu. Yüz yataklık bir bina inşa ettiler, ancak buraya tüm bölgelerden en fazla otuz yetim toplayabildiler.
Daha sonra kaderin bir cilvesi olarak, bu yetimlerin arasında, babası bu yapılaşmaya şiddetle karşı çıkan Hanmurat da vardı…
3
Kendisiyle yalnız kalan öksüz çocuk, bebekliğinde olduğu gibi gözyaşlarını yine yastığına akıtıyordu, yüzlerini bile hatırlamadığı anne ve babasını özlüyordu. Ne anne sevgisini ne de babasının desteğini hissedememişti. Bütün mutsuz çocukluğunu hatırlayınca uyku da tutmuyordu. Sadece gözleri kapalıydı… Hatırladığı üzere, sadece arkadaşı Elmurat’ın büyükbabası, yaşlı adam Kabış, çocukluğunda ona sık sık şöyle derdi: “Ah, korumasız küçük tay, anne ve babasız nasıl bir kaderin olacak?” Ve bu anılar bile çok belirsiz görünüyordu. Büyükbabanın ona nasıl sarıldığını ve onu her zaman sofranın en baş köşesine nasıl otırttuğunu zar zor hatırlıyordu…
Ve böylece Elmurat ile samimi dostluğunu çok iyi hatırlamıştı. Böyle bir şeyi unutmak mümkün mü? Onunla her zaman çocuksu masumiyetiyle birlikte olmayı arzuluyordu. Hem arkadaşlıkları hem de yetişkinlik dönemlerinde birlikte yürümeye devam edeceklerdi. O zaman birçok rüyaları da gerçek olurdu. Ancak Amerikalı bir iş adamının kumlar ve çıplak bozkırların arasındaki uzak bir diyara gelmesiyle her şey farklı bir şekilde gelişmişti.
Hayır, hayatında yeni bir babayla – Tomas amcayla tanıştığı için pişman değildi, çünkü ona kendi evladı gibi davranıyordu. Hanmurat, çocukluğundan beri onun babacan ilgisini hissetmişti. Kim bilir, uzak Amerika’dan uzak bir akraba Tomas amca olmasaydı, bir yetimin kaderi nasıl gelişirdi? Bu zalim dünyada kimin umurunda olurdu bir yetim çocuk?
Tabii ki, yaşlı, iyi yürekli büyükbaba Kabış vardı. Çocukça bir kalple kendisiyle ilgilendiğini hissediyordu. Onu yetimhaneye götürdüklerinde, gözlerinde yaşlarla yaşlı adam çocuğu bırakmak istememişti:
– Torunlarımla arkadaş oldu, evimize bağlandı, onu neden götürüyorsun?
Bir patron edasıyla koltuğuna yayılmış olan Taskara, aksakal’a kaba sözler söyledi:
– Ne Kadar da ilgilisin çocukla… Belki bir yetimin yardımlarından yararlanmak istiyorsun, ha?
Ve yaşlı adam öfkeyle karşılık verdi:
– Siz, sadece bir yetimhane değil bir huzurevi de yaptırın, beni ve tüm yaşlıları zorla oraya götürün – daha da fazla çıkar elde edersiniz…
Tüm detayları araştırırken, şehir yetkililerinin yetimhaneyi herhangi bir şekilde doldurma gayretinin arka planını da anlamıştı. Her ne kadar, Taskara, bir yetimhane inşa ettirmiş olsa da, ebeveyn gözetimi olmayan yetim sayısı çok azdı. Ancak, yetimhanenin en az yarısını doldurmak gerekiyordu, aksi takdirde başkan yukarıdan zılgıtı yiyebilirdi. Böylece başkan tüm işini gücünü, her şeyi bir kenara attı ve kendisi yetim aramaya başladı. Kanun ve belediye başkanının önünde güçsüz kalan Aksakal Kabış, ancak öfkeyle yumruğunu ve gri sakalını belediye meclisine doğru sallayabildi.
Aksakal Kabış, Amerikalı iş adamı Tomas Trams’ın Hanmurat’ı götürmeye geldiğini öğrenince, onu görmeye geldi ve uzun süre arabanın kapısının kapanmasına izin vermedi, ona sıkıca sarıldı.
– Yavrum, nerede olursan ol, Yüce Rabbim senin yardımcın olsun! Ona şefkatlice dedi. – Ne yapabilirsin, bu senin kaderin… İnsan başı, Yüce Rabbimizin elinde bir top gibidir…
Hanmurat, yaşlı Kabış’ın sözlerini hafızasına sonsuza kadar yerleştirdi ve sık sık hatırlardı.
Majesteleri Lady Kader tarafından onun payına ne kadar imtihan hazırlanmıştı!
* * *
Şimdi büyükbaba Kabış, tüm acil meselelere kendisi karar veren o hareketli yaşlı adam değildi. Uykusuzluk ve osteokondroz tarafından ıstırap çekiyordu. Ağaçtan bir bastona yaslanarak zar zor hareket ediyordu.
Sevgili torunu Elmurat’ın ani ölümünden sonra hızla yaşlanmıştı. Komşuların fısıldadığı gibi, o zamandan beri yaşlı adam kendi kendine yüksek sesle konuşmaya başlamış ve zaman zaman bütün gün evden ayrılıp ve düşünceli bir şekilde köy içinde dolaşırmış.
Hanmurat yaşlı adamı tekrar ziyaret ettiğinde, aksakal Kabış ona iyi öğütler vermişti:
– Ağbin Aspan, deve sürüsünün lideri – Naru gibidir. Ve sen onu takip eden bir devecik gibisin. Birlikte olduğunuzda, gerçek güçsünüz. Birlikte büyük zirvelere ulaşabilirsiniz! Ancak, anavatanınızı asla unutmayın – babalarınızın kutsal toprakları burası, buradan çıktınız, burada anneniz babanız sonsuz huzuru buldu, burada atalarımızın ak kemikleri dinleniyor…
Büyükbaba, anavatanının kahramanca geçmişi ve parlak geleceği hakkında konuşarak gece geç saatlere kadar onun gitmesine izin vermemişti.
Ne ilginçtir ki, hem büyükbabası Aksakal hem de yazar amca neredeyse aynı şeyi tekrar ediyorlardı…

OLİGARH’IN ÜZÜNTÜLERİ
(Üçüncü hikaye)

“Eh, koca bir devir geçti …”

1
…Düşünceler yarış atları gibidir, onları serbest bırakırsanız kendinizi düşünceler okyanusunun derinliklerinde bulursunuz, bir de buna ek olarak, duygular da tezahür ederse, artık kendinizi dizginleyemezsiniz… bu yüzden durumu beklemeye karar verdi ve birçok düşüncelerini sonraya bıraktı…
* * *
Yine de, düşünceler göktaşı gibi inerek ona dinlenme fırsatı vermemişti. Pek çok fikir kelimenin tam anlamıyla topaktan fışkırıyor gibiydi ve onu ne beklediğini, her şeyi tahmin etmek zordu. Bir yandan hesaplarında çok fazla para vardı ve gelirleri tüm işlerden geliyordu ve hatta kötü tahminlerin aksine bitcoinin değeri de yükselmişti. Diğer yandan, karşı karşıya olduğu tüm sorunları çözmek için kaynakları yine de yeterli olmayacaktı ve birçok hayalinin gerçekleşmesi de şüpheli görünüyordu. Görünüşe göre bir hamlede yapılabilecek birçok şey artık boş bir hayal haline geliyor. Ve para boş bir ağırlık olmamalı iş için harekete geçirilmeli ve yeni bir soluğa ihtiyacı vardır. Tüm bunlar bir bütün olarak onu tatlı uykusundan mahrum etmişti. Kendi sıkıntılarınızı başka kiminle paylaşabilirsiniz? İş dünyasının sert yasası, kararınızı verene ve uygulayana kadar aklınızdaki her şeyi saklamaktır. Bu nedenle, Aspan uzun süredir bir sırrı kendinde saklamayı öğrenmişti – ölüm döşeğindeyken bile sırlarını açıklamayacaktı. Böyle bir işte ilk hocası Tomas Trams olmuştu! Onun asil, akıl rehberi olan Ah, sevgili Tomas amca, eğer şimdi yaşıyor olsaydı, ona kendisinin anlamaya gücü yetmeyeceği iş yapmanın temellerini hakkındaki pek çok konuyu öğretirdi. Kader böyledir, aniden ayrıldı ve onun hatırası bile neredeyse unutulmuştu.
Yeri gelmişken, gelecek planları hakkında şöyle düşünüyordu. Aspan’ın fikirlerinden biri, Tomas’ın anısına adanmıştı. İşadamı Thomas Trums’un hayatını anlatan bir kitap yayınlamaya karar verdi.
Doğrusu, daha önce okumayı ve genel olarak kitapları pek ciddiye almazdı. Ancak, son zamanlarda, hem hedefleri hem de düşünceleri daha iyiye doğru değişti… Daha çok maneviyat, kalıcı değerler hakkında düşünmeye başlamıştı. Ancak, Şerkala’daki hayalperest yazar arkadaşı – Jashan’dan olumlu bir şekilde etkilendiği açıktı.
Şimdi anlamaya başladığı gibi, kitap bir insana çok şey veriyordu, düşünerek okumadan tam teşekküllü bir kişilik geliştirmek imkansız. Yeniden kitap okumaya başlayarak, Aspan şunu bile hayal etmişti: Neden kendisi bir kitap yazmasın?
Onun için artık asıl amaç, iyiliğini asla unutmayacağı Tomas Trams hakkında bir kitap yayınlamaktı.
Her zaman insan doğasıyla ilgilenmiştir. Ve bazen ilk bakışta benzer olmayan insanlar arasında çok ilginç benzerlikler bulur. Amerikalı Tomas Trams ile Şerkalalı aksakal Kabış arasında pek çok ortak nokta olduğunu fark etti. Evet, bu hayatta Tomas ağa ona o kadar çok iyilik yapmıştı ki, bunun değerini ölçmek zordur. Aspan’ın kişiliği, Amerikalı Tomas’ının etkisi altında oluştu, gelişimini yakından takip etti, tıpkı yetişkin kartalların yavru kuşlara uçmayı öğretmesi gibi! Babalık ilgisini ve şefkatini nasıl unutabilir? Tomas’ın şaşırtıcı bir şekilde Kazaklara benzer bir karakter özellikleri taşıdığını farketmişti. Yoluna her kim çıkarsa, herkese bir şekilde yardım etmeye çalışırdı, en azından iyi bir tavsiye verirdi.
Yaşlı adam Kabış ile iletişim kurarak birçok şeye farklı gözlerle bakmaya başlamıştı. Halkın ruhunun kendilerinde muhafaza edildiği bilge yaşlı adam Kabış gibi – ulusal kimliğin ana koruyucuları, bozkırın gerçek akademisyenleridir! Ne kadar bilge ve akıllılar. Ah… Sadece torunu Elmurat’ın ani ve erken ölümü onu ciddi şekilde sarsmıştı ve bu nedenle, Şerkala’nın boş sokaklarında tek başına bir keşiş gibi dolaşıyordu.
Tekrar bunları düşündü. Azgın bir denizdeki dalgalar gibi, düşünceler birbiri ardına doğuyorlardı.
“…Tabii ki, Tomas hayatındaki en parlak kişiliklerden biri olmaya devam edecekti. Onunla kaderin bir lütfu olarak karşılaşmasaydı, başarılı bir işadamı olması çok olası değildi! Elbette olamazdı. En iyi ihtimalle, Şerkala’da tanınmış olurdu ve en kötüsü de sadece sıradan bir ölümlü olarak kalırdı! Daha başarılı olur mu olmaz mıydı, onu sadece Allah bilirdi…
Düşünceleri daha sonra şöyle şekillendi: “…Uzun vadeli ve gerçek bir işte saflığa, samimiyete ve doğruluğa ihtiyacınız vardır! Yalanlar uzun sürmez. Bir kez hile yapabilirsiniz, ancak her zaman hile yaparak bir iş sürdürmek kötü sonuçlara vardırır. Herhangi bir işte tartışılmaz bir gerçek şudur: nasıl geldin, nereden geldin ve kime borçlusun – her şeyi hatırla ve unutma!”
Sonra düşünceler daha da ilginç hale gelmişti: “…Ben bir Kazakım… Peki akrabalarım şimdi bana nasıl bakıyor? Ne-den bana değer veriyorlar ve saygı duyuyorlar? Muhtemelen, servetim onlar için benden daha ilginç geliyordur. Aksi halde neden daha önce fark edilmedim? Ya hemşerilerim ve akrabalarım? Ekmek parası kazanmak için çabaladığımda hiçbir akrabam yardım elini uzatmadı. Ve şimdi duyduğum şey: “Ah, Aspan – sen bizimsin, bizdensin, Kazakların gururusun! Sen kervanın başındaki baş deve gibisin! “Bunlar onu memnun etmek için yaptıkları konuşmalardı…”
Yine yaşlı Kabış’ı hatırladı.
“…Hayır, hayır, yine de memleketten daha iyi bir yer yok. Dedikleri gibi, anavatanın dumanı bile tatlıdır. Aksakal Kabış da bu fikri kısa bir öğütle dile getirmişti. Ve ona sevgiyle Nartuye lakabını takmıştı – bu da kervandaki tüm yükü taşıyan ana deve anlamına geliyordu. Ona böyle onurlu bir isim veren oydu. Ancak… bu sözlerine ve aksakal’ın diğer öğütlerine çok kayıtsız kaldım. Neden sağlığına dikkat etmedim? Ve ona yardım etmeyi bile düşünmedim?”
Kalbi müthiş sızlıyordu…
* * *
Hanmurat yine Aspan’ı aradı:
– Senin için kötü bilgi var ağbi!
– Ne tür bir haber?
“Yardımcın hakkında, Artur Hazemet.
Aspan çok şaşırmıştı:
– Artur mu, ne olmuş? Birşey mi yaptı?
– Evet, henüz net değil… Ancak…
– Ne duydun… anlat!
– Buradayken Artur’un ciddi bir işler geliştirdiğini öğrendim! Tamamen yaygın bir ağ oluşturmuş, karanlık işlerle meşgul gibi görünüyor…
– Artur, benim yakın yardımcılarımın en iyisi! Onun suçluluğuna dair kanıtların var mı? – Aspan duyduğu haberden hoşnutsuzdu – Artur’dan hayal kırıklığına uğramak istemiyordu. Ancak Hanmurat ise hoşnutsuzluğunu gizleyemiyordu, ancak yine de söylemek istediklerini söyledi:
– Ağbi, lütfen bu tür kaygan adamlara dikkat et…
Aspan uzun uzun güldü.
– Belki de Bayan Ket’den de uzak durmalıyım?
– Henüz Ket hakkında kötü bir şey duymadım, ancak Artur… şüpheli bir tip.
Aspan onun konuşmasını sonuna kadar dinlemeye karar verdi:
– Pekala, saklama… her şeyi anlat!
– Artur, Amerika’daki restoranlarımıza tek başına et tedarik etmekte, burada fırtınalı bir faaliyet başlatmadı. Yanlış bilgiler olmasın!
– Nereden biliyorsun? Nasıl fark ettin?
– Ben fark etmedim. Bu dolandırıcının sırlarını ifşa eden birisi var.
– Kim o?
– Adı Balzia! Burada böyle bir bayan var…
– Balzia! Kim o, nereli? Nerede? – Aspan bir şey hissetmiş gibi hızlı konuştu.
O sıradan bir kadın. Kendisi bana geldi ve bana çok şey anlattı.
– Sonuçta ne dedi?
– Seni uyarmamı istedi. “Aspan, Artur Hazemet’e güvenmesin” dedi.
– O şimdi nerede?
– Burada Şerkala’da.
– Ya annesi… yani, o kendi evinde mi?
Aspan, başladığı sözlerini tamamlamadan sustu. Hanmurat’ın Balzia ile önceki ilişkisini bilmesine gerek olmadığını düşündü.
Ancak kalbi hızlıca çarpıyordu…
– Ağbi, Artur hakkında ne söyleyebilirsin? – Hanmurat kesintiye uğrayan sohbete devam etmek istedi.
– Tamam. Birileri hakkında her zaman bir söylenti vardır… insanların söylediği her şeyi dinlersek… etrafta…

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/joltay-jumat-almasoglu/aci-ve-tatli-hayat-69500059/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Acı ve Tatlı Hayat Joltay Jumat Almaşoğlu
Acı ve Tatlı Hayat

Joltay Jumat Almaşoğlu

Тип: электронная книга

Жанр: Современная зарубежная литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Acı ve Tatlı Hayat, электронная книга автора Joltay Jumat Almaşoğlu на турецком языке, в жанре современная зарубежная литература

  • Добавить отзыв