Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri

Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri
Mekemtas Mırzahmetulı

Mekemtas Mırzahmetulı
Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri

ÖNSÖZ
Kazak bilim insanı Mekemtas Mırzahmetulı 9 Mayıs 1930 yılında Kazakistan’ın Çimkent eyaleti, Maytöbe köyünde çok çocuklu bir ailede dünyaya gelmiştir. Kazakistan’da Sovyet siyasetinin ve yapay açlığın hüküm sürdüğü bu dönem, Mekemtas Mırzahmetulı’nın ailesini de derinden etkilemiştir. Zanaatkâr babası, uygulanan acımasız Sovyet cezalandırma sisteminin kurbanı olmuş ve hayatını ceza evinde kaybetmiştir. Kardeşlerini de bu açlık ve siyasî kıtallerin uygulandığı yıllarda kaybetmiştir. Mekemtas Mırzahmetulı’nın anlatımıyla: “Ailede annem, sekiz aylık kız kardeşim ve ben kalmıştık. Açlığı unutturmak için annem kazana taş koyup kaynatırdı. Beklerken uyuyakalıyorduk. Bir gün komşu köyde yaşayan akrabamıza gitmek için annem bizi almış, yaya olarak yola çıkmıştık. Köye yaklaşırken karşımıza kurtlar çıktı. Annem o an zor bir karar vermek zorunda kalmıştı. Sekiz aylık kardeşimi kurtlara doğru atarak beni kucağına alıp kaçmaya başladı. Kurtlar kız kardeşime saldırırken biz kurtulmuş olduk. Köylüler olay yerine geldiğinde kız kardeşimin sadece saçları kalmıştı.” Bu acı olay, Kazakistan’da yaşanan ve her aileyi etkileyen yapay açlığı ve halkın çaresizliğini en iyi şekilde yansıtmaktadır. Yazarın başından geçen bu üzücü hadise, Yakup Ömeroğlu’nun ‘İki Çınar’ kitabındaki ‘Kazak Gördüğün Azap’ başlıklı hikâyesine de konu olmuştur. Bu hikâye, Mekemtas Mırzahmetulı’nın kıtlık döneminde ailece verdikleri mücadelenin yanı sıra milyonlarca Kazak Türkünün açlıktan öldüğü gerçeğini de açığa çıkarmaktadır. Çalışma, Sovyetler Birliği’nin toplumun değerlerini, yaşam biçimini ve hayatta kalma mücadelesini ne ölçüde etkilediğini göstermek bağlamında oldukça önemlidir. Tarih kitaplarında yer almayan ve irdelenmeyen bu tarihî ve toplumsal olgular ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dile getirilmeye başlanmıştır.
Çocukluğu bu zor yıllarda geçen Mekemtas çok başarılı ve gayretli bir öğrencidir. 1948 yılında liseyi bitirdikten sonra Almatı Devlet Üniversitesini kazanır, ama ailevî sebeplerden dolayı başkente gidemez. Öğretmen Enstitüsü’nde bir yıl okuduktan sonra eğitimden memnun kalmadığı için bütün olumsuz şartlara rağmen başkente gitmeye karar verir. Abay Devlet Pedagoji Üniversitesi’nin Filoloji Fakültesi Kazak Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazanır. 1953 yılında üniversite eğitimini tamamladıktan sonra mecburî hizmet için Özbekistan’a Taşkent Devlet Pedagoji Enstitüsü’ne okutman olarak görevlendirilir. Stalin’in 1953 yılında öldüğünü düşünecek olursak Mırzahmetulı’nın SSCB’nin pek çok dönemine bizzat şahitlik ettiği daha iyi anlaşılacaktır.
Mekemtas Mırzahmetulı’nın hayatında ll. Dünya savaşındaki askeri faaliyetlerinden dolayı Sovyet ve Kazakistan kahramanı olarak kabul edilen Bauırcan Momışulı’nın etkisi çok büyüktür. Mırzahmetulı şöyle der: “Ben yarım mankurttum ve Sovyet ideolojisinden çıkamamıştım. Momışulı millî meseleler ve gelenekler konusunda gözümü açtı. Doktora döneminde onun evinde yaşamam bana çok şey kattı. Momışulı’nın askerî mektepten kalan çok sayıda eski kitabı vardı. Halk bu tür kitapları saklamaktan korktuğu için yırtmış veya yakmıştı. Momışulı bu kitapları muhafaza etmiş ve sonra kaybolmasın diye bana vermiştir.”
Mırzahmetulı, 1961 yılında Abay Pedagoji Üniversitesi Kazak Edebiyatı kürsüsünde Doktora Eğitimine Bauırcan Momışulı’nın referansıyla başlar. Doktora Tez konusu Kazak aydını Abay Kunanbayev’in edebî mirası ile ilgiliydi. Doktora Tez Danışmanı K. Cumaliev, Abay ile ilgili konunun seçiminde ısrar etmişti. Mekemtas Mırzahmetulı, hayatı boyunca Abay mirasını araştırdı, ama okulda da üniversitede de Abay ile ilgili ders alamadığını da belirtir. Üniversitede K. Cumaliev’in Abay ile ilgili ancak bir dersine katılabildi. Çünkü K. Cumaliev “halk düşmanı” ilan edilerek 25 yıla mahkûm edilmişti.
Mekemtas Mırzahmetulı, “Abay Kunanbay’ın Edebî Mirasının Araştırmaları” konulu Doktora Tezini karşılaştığı zorluklara rağmen 1965 yılında savunur. Ona göre Abay, toplumun ruhanî gelişimi için önemli ve ebedi bir konudur. 1969-1975 yıllarında Abay Üniversitesi Kazak Edebiyatı Bölümünde Doçent, 1975-1991 yıllarında Kazakistan Bilimler Akademisi’nde, Avezov Edebiyat ve Sanat İlmî-Araştırma Enstitüsü’nde Abay Araştırmaları Bölümü Başkanı olarak çalışır. 1982 yılında “Muhtar Avezov ve Abaytanu Promlemaları” adlı monografisi yayınlanmıştır. Profesörlük için şart olan 2. Doktora Tezini de (Muhtar Avezov ve Abay Araştırmaları Meseleleri) tüm engellere rağmen ancak 1989 yılında savunmuştur.
1990-2000 yıllarında Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi’nde Kazak Edebiyatı Bölümü Başkanı, Tarih Etnografya Araştırma Merkezi Müdürü, ardından Dulati Taraz Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi, Dekan ve Rektör Yardımcısı olarak çalışır. Uzun yıllar M. O. Avezov Edebî Müzesi Müdürü olarak da görev yapmıştır. Bu dönemin başlıca eserleri: “Abay Jurgen İzbenen” (1985), “Abaytanuda Jariyalanbağan Materyaldar” (1988). “Kazak Kalay Orıstandırıldı” (1993), “Abaydın Adamgerşilik Murattarı” (1993), “Abaydı Oku, Tanırka” (1993), “Abay jane Şığıs” (1994), “Abaytanu Tarihi” (1994), “Voshojdeniye Muhtar Avezova k Abayu” (Rusça:1995), “Avezov jane Abay” (1997), “Türkistan’da Tuğan Oylar” (1998), “Abaytanu Dârısterının Derek Közderi”, “Abaydı Bilmek Parız Oylı Jaska” (1997), “Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi Kazak Edebiyatı II. Cilt 28” (2004) vd.
Prof. Dr. Mırzahmetulı’nın sunumu ve açıklamalarıyla yayına hazırladığı eserler: “Halkın Sıyı” (1986), K. Baybolov’un “Tölebi Destanı” (1991), M. Avezov’un “Edebiyat Tarihi” (1991), Ş. Kudaybergenov’un “Türk, Kırgız-Kazak Hâm Handar Şeciresi” (1991), “Üş Anık” (1992), “Musulmandık Şartı”, “Bayırcan Batır”, “Aynalğan Atı Anızğa Momışulı”(2000), K. Ömıraliyev’in “Abay Aforizmı” (1993), B. Momışulı’nın “Psihologiya Voynı” vs. “Abay” ve “Muhtar Avezov” Ansiklopedilerini hazırladı. “Abaytanuşı Ğalım”, “ Köne Taraz” (2000), “Türkistan Taras arası”, “Mâdi Akın Şığarması” vd.
Mekemtas Mırzahmetulı arşiv çalışmalarına büyük önem verdi, arşivlerde çalışırken sadece Kazakların değil, az nüfuslu halkların geçmişini de öğrenme fırsatı elde etti. Arşiv verilerini karşılaştırarak, ll. Dünya Savaşı öncesi bile Kazakların milyonlarca insan kaybettiğinini fark etti. Mekemtas Mırzahmetulı gençlik yıllarında Moskova’dan Özbekistan’a gelen bir akademisyene şu soruyu yöneltir: “Lenin, önce şovenistler, sonra milliyetçilerle mücadele edilmesi gerektiğini söylerken, Kruşçev niye önce milliyetçiler, sonra şovenistlerle mücadele edilmesi gerektiğini vurgulamıştır?” Bu soru için Mekemtas Mırzahmetulı üniversite idaresi tarafından sorgulanır ve uyarılır. Özbekistan’da çalışırken Mekemtas Mırzahmetulı, Hukuk ve Felsefe derslerine de girmiştir. O dönemden itibaren kâğıt üzerinde her şeyin düzgün, ama hayatta farklı olduğunu görür. Sovyet ideolojisinin önde gelen eşitlik sloganının da hayatta farklı sergilediğini ve Rusların her zaman bir adım önde olduğuna şahit olur.
Mekemtas Mırzahmetulı hayatı boyunca Türk topluluklarının özünü değiştiren tarihî ve siyasî olguların perde arkasını araştırmak için arşiv çalışmalarında dergi ve gazeteleri incelemiştir. Meselâ, 1928 yılının “Jana Edebiyat” dergisinin bir yıllık yayınlarını araştırarak, toplumsal şartların insan hayatını nasıl etkilediğini, millî bilince yönelik saldırıların nasıl başlandığını, açlık ve sömürgecilik siyasetinin uygulandığı bu dönemin Sovyet Türk halklarını nasıl etkilediğini ve yeni edebiyatın nasıl oluştuğunu anlatır.
Mekemtas Mırzahmetulı, edebiyat araştırmalarını her zaman tarih, hukuk ve felsefe alanlarıyla bağlantılı olarak yapar. Çarlık döneminde başlayan ve Sovyet döneminde devam eden siyasetin bilhassa üç Türk halkı için uygulandığını düşünmektedir: öncelikle Nogaylar. Birkaç milyon iken doksan bin kalmış ve çoğu Ruslaşmıştı. İkincisi, Kırım Tatarları. XVI. yüzyılda sayısı iki milyon iken, günümüzde yaklaşık 500 bin nüfusa düşmüşlerdir. Üçüncüsü de Kazak halkıdır. 1916 yılında altı milyon olan halkın dört milyonu imha edilmiştir. Böylece siyasî demografi meselelerinin de araştırılması gerektiğini ortaya koyar. “1934-1940 yılları arasında aydın kesim imha edildikten sonra ruhani hazinemiz yok oldu”, der Mekemtas Mırzahmetulı. Onun bu konuları Sovyet döneminde de dile getirdiğini özellikle vurgulamak gerekir.
Tarihî hafızanın geri getirilmesi için çabalayan Mekemtas Mırzahmetulı, bilhassa VIII-XIX. yüzyıl tarihini yeniden canlandırmamız şarttır, der. VIII-ХIХ. yüzyıl arasındaki zamanı anlatan ders kitapları Sovyet ideolojisi bakış açısıyla hazırlandığını belirterek, bu ders kitaplarının yeniden yazılmasının önemi üzerinde durur ve hayata geçirmek için gayret sarf eder.
Mekemtas Mırzahmetulı’nın Türkoloji alanında çalışmaları önemlidir. Taraz şehri onun katkılarının da yardımıyla bir Türkoloji merkezi haline gelmiştir. Kadim Taraz şehrinin tanıtımını ve değerini anlatan Mırzahmetulı, yer adlarının araştırılmasının da önemini ısrarla dile getirmiştir. Hazırlamış olduğu “Türk Halkları Edebiyat Tarihi” adlı eser Türk halklarının 2800 yıllık bir dönemini kapsamaktadır. Türk kökenli 49 topluluktan ancak yedisi egemen devlet olmuş ve dillerini muhafaza etmiştir. On beşi “ev dili” olarak kullanılmakta, diğerleri ise kaybolma tehlikesi altındadır. Bu acı duruma rağmen adı geçen eserde kökleri ortak olan Türk Edebiyatları yer almaktadır.
Mekemtas Mırzahmetulı, Rusya tarih yazıcılığının resmî ideoloji temellinde yapıldığını, I. Petro döneminden itibaren Rusya tarihinin Avrupa’ya yakınlığının temellendirilmeye çalışıldığını ifade ederek, Doğu’nun katkıları ve öneminin azaltıldığını belirtir. Sovyet döneminde Doğu konusu yasak konulardan biri idi. Doğu ile ilgili araştırma yapanlar cezalandırılırdı. Nitekim, bu konularla ilgilenen ve belirli şekilde ele alan bilim insanlarının çoğu kurşuna dizilmiş veya sürgüne gönderilmiştir. Bu yüzden akademik dünya bu konulara yönelmeye korkmuştur. Mırzahmetulı’na göre, Doğu kavramı alışıldığı üzere sadece Arap veya Fars dünyasını kapsamaz. Özellikle Türk dünyası için Doğu kavramı kapalı bir konu idi. Abay’ı idrak edebilmek için bu perdeyi açmak gerekirdi, yani doğu felsefesi, psikolojisi ve pedagojisini incelemeden Abay mirası derinliğiyle anlaşılamazdı.
Mekemtas Mırzahmetulı’na göre, Sovyet döneminde Abay’ın dünya görüşünün Rus ve batı edebiyatına dayanarak şekillendiğine dair bir tez üretildi. Halbuki Abay 30 yaşından sonra dil öğrenmeye başlamıştı. Dolayısıyla Abay’ın öğretilerinin köklerinin Doğu felsefesi ve edebiyatında aranması gerektiğini savunmuştur. Ona göre Abay’ın “kâmil insan” tezinin temelinde Yesevî’nin kâmil insan bilimi, daha derinlere inince “Kutadgu Bilig” vardır. Bu ilmin köklerinin derinlerde olduğunu ve kesintilere uğramasına rağmen devamlılık sergilediğini söyler. Mekemtas Mırzahmetulı gençlere millî terbiye verilmesi için kâmil insan ilminin okullarda öğretilmesi gerektiğini düşünür. Bu amaç doğrultusunda Abay Üniversitesi’nde Millî Terbiye kürsüsü açılmıştır. Abay Okulları’nın açılmasına da vesile olmuştur.
Mekemtas Mırzahmetulı, “Biz (Kazaklar) nasıl bir halkız” sorusunu şöyle cevaplar: Biz, can evinden vurulmuş ve ruhu ayaklar altına alınmış, mankurtlaştırılan bir halkız. Sovyet ideolojisi Kazak halkının Mankurtlaşmasına yol açmıştır. Bunu ifade etme cesaretini gösteren Mırzahmetulı, 1993 yılında “Kazak Kalay Orıstandırıldı?” adlı eserinde Kazaklara karşı yürütülen bu sömürgecilik siyasetini anlatarak Kazak halkının tarihî bilincinin nasıl değiştirildiğine dikkat çekmiştir. Adı geçen eser, Çarlık Rusya’sının ve Sovyet ideolojisinin Kazak milletine uygulanan Ruslaştırma siyasetinin esas noktalarına değinmektedir. Eskiden gizli olan bazı belgelerin incelenmesi bu konuya açıklık getirmektedir. Meselâ, coğrafî adların ve alfabenin değiştirilmesi bu siyasetin ayrılmaz bir parçası idi. Mekemtas Mırzahmetulı, asırlar içerisinde uygulanan bu siyasetin bilinmesi gerektiğini düşünmektedir. Karma Rus-Kazak okullarının açılma tarihini anlatarak, hâlâ uygulamada olan bu okulların kapatılması gerektiğini savunmaktadır. Mırzahmetulı’nın bu eseri Türkiye Türkçesine “Kazaklar Nasıl Ruslaştırılmaya Çalışıldı” başlığı ile aktarılıp 2003 yılında Çankırı Karatekin Üniversitesi tarafından yayınlanmıştır. Sovyet döneminde bu konuları çalışırken Mırzahmetulı hep sessiz itirazlarla karşılaştı ve dışlandı. Akademik faaliyetleri engellenmiş, görünmez sansür hayatının her aşamasını etkilemiştir. Mekemtas Mırzahmetulı Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra da aynı şekilde yoluna devam eden çok nadir alimlerden biridir.
Mekemtas Mırzahmetulı, şimdi bu mankurtluktan arınma yollarını aramamız gerekir diyor. Kazakları Kazaklarla karşı karşıya getiren siyasî modellerin seçildiğini ve Abay’ın bunu görebildiğini savunmaktadır. Mekemtas Mırzahmetulı’na göre, bugün Kazaklar Abay’ı ezbere biliyorlar, ama anlamını hala tam olarak idrak edemiyorlar. Abay’ı yaşadığı tarihî ve toplumsal şartları dikkate alarak, unutulan söz varlığını yeniden hatırlayarak okumak gerekir. Bu bağlamda Abay’ın ortaya koyduğu “kâmil insan” felsefesinin toplum ahlâkı açısından büyük önem taşıdığını belirtir. Ayrıca, ahilik, tasavvuf ve civanmertlik öğretilerinin yayılmasının önemi üzerinde durmaktadır.
Günümüzde Kazakistan’da ilan edilen üç dilliliğe karşı değildir, ama tarihte böyle bir şeyin olmadığını belirtir. Yabancı dili öğretiminin ancak 5. sınıftan sonra başlatılması gerektiğini ifade eder. Ana dilde eğitim ve öğretimin önemini anlatır. Günümüzde yabancı dillerin bilinmesinin önemli olduğunu, ama bunu uygulamak için kreşler ve anaokullarından başlatılmasının doğru olmadığını savunur. “Kazak dili zengin bir dil. Bu dilin değerini maalesef düşürdük. Bu dili korumayı ve değerini bilmeyi öğretmek lazım. Meselâ, Kazak dilini bilmeyenler kamu hizmetine alınmazsa muhakkak öğrenirler” diyerek dil konusunda bir devlet politikası oluşturulması gereği üzerinde durur.
Mekemtas Mırzahmetulı, Latin alfabesine geçmek yerine 2500 yıl önce kullanılan runik yazı sistemine geçmenin daha mantıklı olduğunu düşünmektedir. Bunun imkânsız olduğunun da farkında olmasına rağmen bu konuyu yine de gündeme getirir. Mevcut şartlarda Latin tabanlı alfabeye geçilebileceğini de belirtmektedir. Dil, tarih, edebiyat ve kültür araştırmalarını etkilemesine rağmen alfabe değişimlerinden kaynaklanan tarihî ve millî hafıza kesintilerinin onarılması, varlığımızı kökünden tanımaya, idrak etmeye gayret edilmesi gerektiğini vurgular. Çünkü ruhanî boşluğun yeri maalesef boş kalmıyor ve toplum hayatının her boyutunu etkiliyor.
Mekemtas Mırzahmetulı, her zaman toplumsal bilimlerin önemi üzerinde durarak, millî konuları gündeme getirir, değerlendirmeler yapar ve eleştirir. “Bugün Yazarlar Birliğinde kayıtlı 700’den fazla yazar olmasına rağmen millî ve toplumsal meseleleri ortaya koymak için aralarından yedi yazar çıkartamazsınız”, der. Devletin kadro siyasetindeki hatalarının eski dönemlerden gelen ve devam ettirilen teknokrat siyasetinden kaynaklandığını ifade eder. “Teknokrat düşünmez, uygular”, der. Dolayısıyla hükümet bünyesinde muhakkak sosyal bilim temsilcilerinin de yer alması gerektiğini savunur. Bir toplumsal değerlendirme yaparak Mekemtas Mırzahmetulı, “Bugünün zengininde doyum yok, insaf yok ve kanaat yok”, der. Bu doyumsuzluk, hayat boyu tatil ve göstermelik hayatın toplumun millî değerlerini çürüttüğünü, zengin ve fakir arasındaki uçurumu arttırdığını ve toplumda ruhanî değerlerin içini boşalttığını belirtir.
Mekemtas Mırzahmetulı, Kazakistan’ın mevcut bilim sistemini sorgular. Test sisteminden dolayı tarihçiler savaşın nerede ve ne zaman olduğunu bilirler, ama sebeplerini pek düşünmezler. Pedagoji ve Psikoloji müfredatlarının batı temellerine dayandırıldığını belirterek Doğu Pedagojisi’nin önemini savunuyor. Günümüzde dahi eski ders kitaplarının okutulmaya devam edildiğini üzülerek ifade eder. Okullarda Bauırcan Momışulı gibi millî kahramanların müfredata dahil edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Mekemtas Mırzahmetulı’nın “Legendarnıy Batır” adlı eseri Moskova’da Rus dilinde yayınlanmıştır. Büyük emek sarf ederek “Bayırcan Momışulı Murası XXI Ğasır Kögınde” adlı 30 ciltlik eseri yayına hazırlamıştır.
Mekemtas Mırzahmetulı, millî eğitim ve öğretimin geleceğe yönelik olarak toplum hayatında belirleyici olduğunu her zaman ifade eder. Bu amaç doğrultusunda süreli yayınlar için de yüzlerce makale ve ders kitapları yazmıştır. Abaytanu Araştırma Merkezi’nde 5-8 sınıflar için sesli materyaller içeren “Abaytanu Alıppesi” hazırlamıştır. Japonya’da hazırlanan bu ders kitaplarında özel bir kalemle metine dokunduğunuzda sesli metin, öğrencilere Kazak dili ve Edebiyatını daha iyi algılamaya yardımcı olmaktadır. Üniversiteler için de “Abaytanu” adlı ders kitapları hazırlamıştır.
Mekemtas Mırzahmetulı’nın hayatı, akademik faaliyetleri ve eserleri, millî ve tarihî bilinci uyandırmaya katkı sağlamakta; millî dil ve edebiyattaki boşlukları doldurmaya çalışmaktadır. Çoksesliliğin arasında tek sesin de muhakkak zamanı gelince duyulacağına inanan bilim kahramanı Mekemtas Mırzahmetulı 90 yaşını aşarak halkına ve Türk dünyasına hizmet etmeye devam etmektedir.
Elinizdeki eser yazarın 1993 yılında Kazakça olarak yayınladığı “Kazak Kalay Orıstandırıldı? eserinin genişletilmiş ve Rusça olarak 2015 yılında “Taynı Rusifikatsii Kazahov” başlığı ile basılmış şeklidir. Kitabın ilk bölümü Kazakça baskıda da yer alırken ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümler yeni yazılmıştır. Kitabın yeni versiyonunun Rusça basılması Kazakça okuyamayan Kazak kitlesine de ulaşma isteğinin bir göstergesidir. Bu yeni baskı hacim olarak ilk baskının iki katından fazla olduğu için bu yeni kitabında Türkiye’deki Türk okuyucusu ile buluşturulması çok isabetli bir karar olmuştur.
Çarlık ve SSCB dönemi pek çok açıdan birbirine zıt iki rejim olmasına rağmen Mırzahmetulı Türklere karşı uygulanan politikalardaki şekli değişime rağmen politikaların özünde çok fazla değişmediğini örneklerle ortaya koymuştur. Türklere karşı uygulanan Ruslaştırma politikalarındaki devamlılığın ortaya konulması açısından Mırzahmetulı önemli bir eser ortaya koymuştur.
Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının 30. yılına geldiğimiz şu günlerde bağımsızlığın pekiştirilmesi ve yeni nesiller tarafından özümsenmesi için geçmişin iyi anlaşılması önemini korumaktadır. Çarlık ve SSCB mirasının iyi bir şekilde öğrenilmeden Kazakistan’ın bağımsızlık serüveninin rotasının belirlenmesi tam olarak mümkün değildir. Mırzahmetulı kıdemli bir sosyal bilimci olarak günümüzde geçmişin öğrenilmesi konusunda azimli bir şekilde çalışmaya devam etmektedir.
Uluslararası siyasetin nazik yapısından dolayı devletlerin her konuda açıktan insiyatif alması döneme ve zamana göre değişiklik göstermektedir. Fakat günümüzde sivil insiyatiflerin ve ferdi araştırmaların önü açıktır. Kazakistan ve Türkistan tarihi alanında SSCB döneminde çalışılmasına izin verilmeyen konular artık günümüzde çalışılmaya müsaittir. Bu çalışma pek çok konuda kendisinden sonraki çalışmalar için genel bir perspektif çizerek yol göstericilik yapmaktadır. Bengü yayınlarına ve Dr. Yakup Ömeroğlu’na bu kitabın basımı konusunda gösterdiği yardım ve emek için teşekkür ederiz.

    Zeynep Bağlan Özer
    B. Tümen Somuncuoğlu

1. BÖLÜM

1.1. Kazaklar Nasıl Ruslaştırıldı?
Farklı dönemlerden şair ve yazarların eserlerini orijinalleriyle karşılaştırarak eklemeler yapmak ve tekrardan yayımlamak amacıyla eserlerde metinbilimsel düzeltmeler yapılması durumunda, her defasında otosansür gibi bir durumla karşı karşıya kalınmaktadır. Otosansür sebebiyle üstü örtülmüş gizli fikirlere ulaşılamamakta, yazarın ifade etmek istediği olgu, hangi amacı ortaya koyduğu, çizdiği veya gizli tuttuğu bilgiler her yönüyle derinlemesine öğrenilememektedir. Akademisyen Dmitri Lihaçev “Metinbilim eserin, metnin tarihini inceleyen ayrı bir bilimdir.” şeklinde ifade eder. Uygulamada metinbilimin bir özelliği de metnin bilimsel yayın vasfında olmasıdır. Bu nedenle yazarın dünyasına açılan kapıyı açmanın en iyi yolu kuşkusuz metnin metinbilimsel olarak incelenmesidir.
Her yeni nesil yeniden basıma hazırlamak için bilinen klasik eserlere yönelir. Eserlerin bilimsel esaslarını düzenleme sırasında mutlaka metinbilimsel incelemelerle karşı karşıya kalırlar. Burada yazar, dönemin birtakım sosyo-politik sebeplerinden dolayı eserde değişiklik yapma yoluna gider. Yani dış faktörlerin baskısı altında otosansür uygulamak mecburiyetinde kalır. Araştırmacı, yazarın uyguladığı otosansürü, metin içindeki kısaltmaları ve değişiklikleri anlayabilmek için eseri orijinaliyle ve farklı zaman dilimlerindeki baskılarıyla karşılaştırmak zorundadır. Bunun sonucunda sadece eserlerdeki tutarsızlıkları bulmakla kalmayacak, aynı zamanda bunların ortaya çıkış sebeplerini de öğrenecektir. Belli dönemlerde yazara fikirlerini eksiksiz olarak ifade etme, konuya yaklaşımını açık bir biçimde yazma imkânı tanınmamıştır. Sosyolojik ve politik koşullar yazarı otosansür yöntemini uygulamaya itmiştir. Bu durumun gerçekleşmesi için birçok sebep vardır. SSCB döneminde, Kazakistan tarihindeki kişilik kültü[1 - ÇN: Siyasi bir liderin propaganda ve medya aracılığı ile övülmesi ve bir kahraman olarak görülmesidir. Kişilik kültünde tek kişiye tapma ve ona boyun eğme fikri hâkimdir. Çalışmada, Stalin dönemi vurgulanmaktadır.] ve duraklama dönemindeki birtakım karmaşık sosyolojik ve politik sorunlar bu sebeplerden birkaçıdır. 19 Ağustos 1988’de gerçeği yazmaya eğilimli, doğruları gün yüzüne çıkaran, ülkede yaşanan olayların sebeplerini araştıran Sosyalist Kazakistan gazetesinde: “… Herkes kontrol altına alındı ya da tutuklandı. Bazı bölgelere eleştiri yapma yasağı getirildi.” şeklinde yazılmıştır.
Sürgünün benzer etkileri özellikle şair ve yazarların eserlerinde apaçık görülmektedir. Yazarlar Kazak halkının tarihine ve maneviyatına dair sorunlara yöneldikleri takdirde, ideolojik zararlar, ulusal sorunlar her zaman ortaya çıkacaktır.
Çarlık Hükümeti’nin koyduğu yasak, sömürgeciliğe ve manevi baskıyla gayrı Rus halklara yönelik misyonerlik politikasına ilişkin sorunları açığa çıkarmak maksadıyla ortaya çıkmıştır. Bu durum çok karmaşık, gizli, politik ve ideolojik problemleri kapsamaktadır. Fakat her şeye rağmen bazı Kazak şair ve yazarların bilimsel makalelerinde ve edebi eserlerinde bu konuya değinilmiştir. Özellikle Stalin’in baskıcı rejimiyle birlikte bu fikirler daha gerçekçi ve açık bir şekilde kendini göstermiştir. Alihan Bökeyhan, Mirjakup Dulat, Mağcan Cumabay, Koşke Kemenger, S. Asfandiyar, Yusufbek Aymatov, Dulat, Murat, Şortanbay gibi isimlerin telaffuz dahi edilmesi yasaklanmıştır. Onların adları ve manevi mirasımız tarihimizde büyük bir eksiklik olarak görülmektedir. Bir sonraki nesil şair ve yazarlarının sanatında ise bu konuya yönelik bir ima dahi olmamıştır. Nadiren bazı edebiyatçıların üstünkörü ya da dolaylı olarak kaynakları öğrenmeye yönelik girişimleri olmuştur. Muhtar Avezov’un ‘Abay Yolu’ (Путь Абая), Şerhan Murtazayev’in ‘Kızıl Ok’ (Красная стрела), Moris Simaşko’nun ‘Zil’ (Звонок), Caysanbek Moldagaliyev’in ‘Temiz Pınar’ (Чистый родник) romanları ve son eserlerden Halım Ahmetov’un anılarından oluşan öykü koleksiyonu ‘Eski Dostlar’ (Старые друзья) çalışmaları bu duruma örnek gösterilebilir.
Genç nesil okurları için asıl eğitici ve öğretici olan, Muhtar Avezov’un[2 - ÇN: Yazar, edebiyat tarihi araştırmacısı, filoloji profesörü Muhtar Avezov, Türk dünyasının önemli isimlerindendir. Muhtar Avezov, halk edebiyatı ile klasik edebiyatı, Batı ile Doğu’nun güzel söz kültürünü öğrenerek, günümüzdeki Kazak edebiyatının gerçekçilik kalitesini geliştirmeye, edebi dilini zenginleştirmeye katkıda bulunan yazarlarındandır. Kazak Türklerinin kültür ve medeniyetinin gelişme tarihinde gazeteci, araştırmacı, tercüman ve bir halk figürü olan Muhtar Omarhanoğlu Avezov’un rolü ve etkisi çok büyüktür. Muhtar Avezov, 1905 Devrimi, I. Dünya Savaşı, 1917 Ekim İhtilali ve II. Dünya Savaşı gibi önemli tarihi olaylara sahne olan bir bir dönemde yaşamıştır. Stalin döneminde birçok Kazak aydını, sanatçı ve bilim adamının öldürüldüğü zor döneme şahit olmuştur. Bkz. Zhangabayeva, A. (2016). Muhtar Avezov’un Romanlari Üzerine Bir İnceleme. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yüksek lisans tezi, Ankara.] ‘Abay Yolu’[3 - ÇN: Tarihî ve biyografik bir roman olan Abay Yolu’nda, şair ve aydın Abay Kunanbayev’in hayatı anlatılmaktadır. Romanda bütün cepheleriyle tanıtılan Abay, aynı zamanda da tarihî bir şahsiyettir. Roman, Abay’ın çocukluk döneminin, yetiştiği ortamın tanıtımıyla başlar ve onun ölümüyle biter. Eserde Abay’ın yaşadığı dönem siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel şartlarıyla birlikte ele alınır. Abay’ın hayatındaki önemli olaylardan hareketle onun içinde yaşadığı toplumun örf-âdet, gelenek, duygu ve düşüncelerine de ışık tutulur. Başka bir deyişle bu roman, 19. yüzyılın yarısı ile 20. yüzyıl başlarındaki Kazak toplumunun hayatını anlatan bir eserdir. Bkz. Duisebayeva, D. (2008). Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat” İle Muhtar Avezov’un “Abay Aolu” Adlı Eserinin Tema Bakımından İncelenmesi. Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Doktora tezi, Ankara.] eserinde karşılaşılan otosansür gibi bir olgunun tarihi içyüzünün açığa çıkarılmasıdır. Kazak Sovyet edebiyatının klasik eseri sayılan bu şaheser, Devlet ve Lenin ödüllerine layık görülmüştür. Eser, büyük bir ülkenin tek bir kişinin avucunun içinde olduğu, kişilik kültünün geliştiği dönemde yazılmasına rağmen XX. yüzyılın en önemli eserleri arasına girmeyi başarmıştır. Eserin içinde yer alan gizli fikirler sıradan bir okur tarafından değil, eseri daha derinlikli düşünen okur tarafından anlaşılmaktadır. Sıra dışı ve zor bir yaşam geçiren Avezov gerçeği doğrudan yazmaktan kaçınmış, otosansür tekniğini kullanarak ifade etmeyi tercih etmiştir.
Yazarlar otosansür yöntemini kendi iradelerine bağlı olarak kullanmamaktadır. Örneğin, ünlü Alman şair Johannes R. Becher’in kendi estetik fikirlerinden oluşan ‘Denemeler’ kitabı derlenirken kendisine eserin düzeltme uyarısı geldiğinde, katı bir sansür uygulamak durumunda kalmış, SBKP’nin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) 20. Kongresinde ortaya çıkan kişilik kültüne yönelik eleştirel fikirlerinin bazılarının üstünü çizmiş, bazılarını da kısaltmıştır. Eserin tamamı yazarın ölümünden sonra Almanya Demokratik Cumhuriyeti Dergisi Sinn und Form’da yayımlanmıştır.
Muhtar Avezov mevcut koşullar sebebiyle bildiği, tahlil ettiği ve okura anlatmak istediklerini bütünüyle ifade edememiştir. Ana fikri verebilmek için okurun kavramasını umut ederek mecazi ve imalı ifadeler kullanmak zorunda kalmıştır. Uzmanların el yazmalarını yeniden inceleyip, otosansür tekniğiyle gizli kalmış, yazar tarafından değiştirilen metinleri kavrayarak ve yorumlayarak metinbilimsel analizler yapması bu gizli fikirleri açığa çıkaracaktır. Böyle bir analiz, konuya hâkim olmayanların içeriği rahatlıkla anlaması için gereklidir.
Araştırmacı veya döneme tanık olan yazar otosansür diye adlandırılan edebi metodu, belirli toplumsal ve politik talepler gereğince olaylara karşı görüşlerin ve düşüncelerin gerçekçi anlatımının yasak olduğu dönemde kullanmak zorunda kalmıştır. Muhtar Avezov bütün sanat hayatının temel çalışması olan ‘Abay Yolu’ (Путь Абая) eserini itinalı bir hazırlık sürecinin sonunda kaleme alır. Fakat çalışmasını yazarken sık sık otosansür metodunu kullanır. Avezov’un otosansürle yazdıklarından faydalanarak tarihi öğrenmeye çalışmak toplumsal ve politik değişkenlik olgusunun sebeplerinin tarihin derinliklerinde yattığını anlamamızı sağlamaktadır.
Avezov ‘Abay Yolu’ başlıklı eserinin üçüncü kitabı üzerine çalıştığı sırada, geçmişin siyasi yönünü ve geçmişte yaşananları anlatırken gerçekleri yansıtmak yerine neden sıklıkla otosansür metoduna başvurduğu sorununu okura yöneltir. Okur, durumun içyüzünü anlamak için ‘Abay Yolu’ eserinin üçüncü kitabının ‘Çatışmada’ (Шайқаста) başlıklı kısmını ve ‘Üstat Şair’ (Ақындар ағасы) (1949) romanının ilk nüshasındaki ‘Cenazede’ (Қазада) başlıklı bölümü karşılaştırmalıdır. Bu eser Avezov müzesinde muhafaza edilmektedir. Yazarın el yazmalarında birçok değişiklik ve fazlaca kısaltma yaptığı ortaya çıkmış kısacası otosansür metodunu kullandığı görülmüştür.
İlk olarak Avezov’un ‘Üstat Şair’ romanının ‘Cenazede’ başlıklı bölümünün ilk nüshasının üzerinde durmak gerekir: “Bence, gelecekte toplumu iyiliğe ve özellikle de aydınlığa götürecek yolda sadece din etkili olacaktır.” şeklinde yazar. Eserde Abay’ın dinî fanatizme maruz kalmaması valinin hoşuna gitmiştir. Kafası farklı konularla meşgul olan vali, Hristiyanlığı özellikle de Ortodoksluğu göklere çıkarmaya başlamıştır. Vali Sibirya’da yaşayan gayrı Rus halklardan Kırgızların kendi geleneksel inançlarını reddederek Hristiyanlığı kabul ettiğini ayrıntılı olarak anlatmıştır. Burada Rus olmayan halkları farklı açılardan değerlendirmektedir. Kazakların bu zamana kadar yeni bir dinin yeni bir geleceğe götürdüğünü anlamadığını ve İslam dininde kalmaya devam ettiğini belirtmiştir. Valiye göre Sibirya’daki Hristiyan nüfus kısa sürede gelişecek ve mutlu olacaklardı. Bu şekilde konuşması valiyi Hristiyanlığı yayan biri gibi göstermiştir. Abay ses çıkarmadan dikkatle sohbet arkadaşını dinlemektedir. Bu valinin hoşuna gider ve birden söz kalabalığı yaparak Abay’a akıl vermeye başlar. Abay’ın Rus şiirine olan düşkünlüğünü bilerek Puşkin ve Lermantov’un Ortodoks kilisesinin propagandacıları olduğunu ifade eder. Onlar dışında da eğitimli misyonerlerden bahseder. Kazan’da ünü yayılan misyoner Nikolay İvanoviç İlminski’yi,[4 - ÇN: Nikolay İvanoviç İlminski (1822-1891): Rus Ortodoks misyonerdir. Kazan İlahiyat Akademisi’nde öğrenim görmüştür. 1861’de Kazan Üniversitesi Türk-Tatar kürsüsü profesörü olmuştur. Tatarca ve Arapça bilirdi. Türk lehçeleri üzerine çalışmaları mevcuttur. Türk halkları üzerinde misyonerlik faaliyetleri yürütmüştür.] Türkmenistan’da tanınan N. P. Ostroumov’u[5 - ÇN: Nikolay Petroviç Ostroumov (1846-1930): Bir papaz ailesinde 1846 yılında dünyaya gelen Ostroumov orta ve yüksek öğrenimini dini eğitim veren kurumlarda tamamlamıştır. 1866-1870 yıllan arasında Kazan Din akademisinin Müslüman karşıtı bölümünde eğitim almıştır. Burada misyoner eğitimi almış, Arapça, Farsça ve Tatarca öğrenmiştir. İlminski’nin öğrencisi olan Ostroumov hayatı boyunca onunla alakasını kesmemiş ve birlikte çalışmıştır. Bkz. Somuncuoğlu, T. B. (2012). Çarlık Rusyasında Müslümanlar Üzerine Bir Dergi: Mir İslama (1912-1913). Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi. Cilt: V, Sayı: 2. s. 83-102.] ve şahsen tanıdığı Omsk’ta yaşayan büyük misyoner A. Alektorov’dan[6 - ÇN: Aleksandr Yefimoviç Alektorov (1861-1918): Rus tarihçi, şarkiyatçı, misyonerdir. Orenburg Pedagoji Enstitüsü’nü bitirmiştir. Kazakistan ve Başkir halklarının tarihi, kültürü ile ilgilenmiş, bu halkların eğitimi konusunda faaliyetler yürütmüştür. Ders kitapları hazırlamış, akademik kadroları oluşturmuş ve okullar aracılığıyla misyonerlik faaliyetleri yürütmüştür.] bahseder.
Akmola ve Semey bölgelerinin idari, askeri ve mali işlerini vali yönetmektedir. Fakat bu bölgedeki dinî işler için bir de yönetim merkezi vardır. Bu işleri bir piskopos idare eder. Vali bu piskoposla Kazakların Hristiyanlaştırılmasına yönelik sorunlar üzerine birkaç defa görüşmüştür. Bu iki bölgeyi yöneten piskopos Omsk’ta yaşamaktadır. Semey’e taşınarak çoğunluğu Kazaklardan oluşan bir köyde Misyon adı altında bir kilise inşa etmiş ve artık burada yaşamaya başlamıştır. Kazak asıllı yetim çocukları eğiterek onları Hristiyanlaştırması ile ünlenmeye başlamıştır. Vali, Abay’ın söylediklerini yanlış anlamış ve onu Kazakların Hristiyanlaştırılması faaliyetlerinde kullanabileceğini dahi düşünmüştür:

“Bundan böyle Kunanbayev’den bambaşka bir insan yaratacağım. Göreceksiniz, bu insanı Rus İmparatorluğuna faydalı olacak, ülkemizde ortodoksluğu yaymaya yönelik kilisemizin kutsal işlerinde ziyadesiyle hizmet edecek bir kişi haline getireceğim.”
Misyonerlik faaliyetlerinden bahsederken İrkutsk vilayeti, Yakutsk bölgesi, Barabin Tatarları ve Minusin Tatarları gibi Rus olmayan halkların Hristiyanlaştırılma faaliyetlerinden pek çok örnek verir. Kırgızlarla komşu olan Oyrat Altaylarının da kendi dinlerini bırakıp Hristiyanlığı kabul ettiğini anlatır. Vali, kiliselerdeki Ortodoksluk faaliyetleri ve misyonerlerin gayrı Rus halkları Hristiyanlaştırma çalışmaları konusunda yeterli bilgiye sahiptir. Bu halkların Hristiyanlaştırılmasından bahsederken söz sahibi knyezlerin, zengin köylülerin, beylerin bu işte çok yardımı olduğunu vurgular. Hatta bazı knyezlerin Hristiyanlaştırma faaliyetinde çok gayret gösterdiğinden ve İmparator majestelerinin özel teşekkürüne layık görülerek Petersburg’a davet edildiklerinden bahseder.
Batı Sibirya ve İrkutsk’un bazı valileri Hristiyanlığı yayma faaliyetindeki aktif çalışmaları sebebiyle Kutsal Sinodun[7 - ÇN: Hristiyanlıkta, dinî veya idarî problemleri çözmek için içinde din adamı olmayanların da oluşturduğu genel ya da yerel kurul.] teşekkürüne layık görülmüştür. Bu valilerden ikisi Petersburg’a davet edilerek büyük bir saygı ve ilgiyle karşılanmışlardır. Vali bu sırada Çar’ın özel ricasını anımsamaktadır:

“Yüksek rütbeli generalin halkım arasındaki itibarıma bu derece kıymet verdiğini düşünmezdim. Otoritemi bahsettiğiniz maksatlarda kullanma niyetinde olduğunuzu da sizden beklemezdim. Benim halkım dindar değildir. Özünde din fanatizmi yoktur. Fakat biz geleneksel olarak İslam’ı yayıyoruz. Halkımın Müslümanlıkla ilgili aynı kutsal emelleri mevcuttur. Var olan dinî gelenekleri yıkma, halkım arasında yeni dinî yayma zorunluluğu olduğunu düşünmüyorum. Ben de halkım gibi dinî fanatizmden uzak, dinî bütün bir Müslümanım. Bu yaşıma kadar ne din öğretmenliği yaptım ne de vaaz verdim. Dolayısıyla ben kötü bir hocayım. Bu nedenle benden ‘iyi bir papaz olur’ şeklindeki görüşünüz beni şaşırtıyor.”[8 - Literanurno-memorialnıy muzey Muhtara Avezova. Papka № 9, 135-142.]
Losovski Abay’ı mağlup edememiş, onu misyoner yapamamıştır. Böylece yazar valinin sözleriyle Çarlık Hükümeti’nin yürüttüğü Hristiyanlaştırma, Ortodoksluğa dönme faaliyetleri üzerinden Kazak halkının Ruslaştırılma politikasını gün yüzüne çıkarmıştır. Görüldüğü gibi yazar, Çarlık rejiminin politik hedeflerinin aktif ideologları olan bütün misyoner ilim adamlarının adlarını ve idari konumlarını korkusuzca dile getirmiştir. Aynı zamanda yazarın 1950’lerde genç nesillere buzdağının görünen kısmını anlatma kararına vardığı hissedilmektedir.
Romanda dolaylı olarak bile olsa Kutsal Sinod’a, doğu ülkelerinde Ortodoksluğu aşılayıp benimsetme üzerine misyonerlik politikası yürütenlere, seçkin faaliyet adamlarına, İlminski, Alektorov, Ostroumov gibi profesörlere, Sibirya’daki az nüfuslu halkların Hristiyanlaştırılmasında şiddete dayalı tutuma ve valilerin Kutsal Sinod tarafından teşekküre layık görülmesine değinilirken, sosyal sorunların kaynağı yeterince ayrıntılı bir biçimde kaleme alındı mı? Ve neden bu konuyla ilgili birçok detay ‘Abay Yolu’ eserinin üçüncü kitabında üstünkörü yazıldı?
‘Kuşatmada’ (Korşauda) başlığı altında Misyon’un toplumsal ve ideolojik içyüzü vali ve Abay arasında geçen diyalogla ilk başta anlatılmıştır. Fakat ‘Abay Yolu’ eserinin tekrardan yazılan üçüncü kitabı ‘Çatışmada’ başlıklı bölümde yazar otosansür metodunu kullanmıştır. Bu durumu net bir biçimde görebilmek için eserin üçüncü kitabının ‘Savaşta’ bölümünde dile getirilen fikirlere başvurulabilir:

“… Çarlık idaresi ve Ortodoks kilisesi öğretmeninin Kazaklar, Tatarlar ve diğer halklara karşı kaba davrandığını Pavlov’un kendisi de biliyordu. Kendisinin ve hemfikir olduğu kişilerin bu politikaya karşı olduklarını Abay’a söylemek istiyordu. Pavlov ciddi bir şekilde Çarlık faaliyetlerini eleştirmeye başladı:”
– “İmamlar, zenginler şehrin fakir ve cahil insanlarını kandırıyor. İnsanlara yangın kulesi yakınındaki postanenin yanında duran beyaz kiliseyi gösteriyorlar. Bu kiliseye ‘misyon’ deniyor. Peki bu misyonda kimler yaşar? Büyük din adamları. Dinî rütbesi Omsk valisinin rütbesine eşdeğer olan Akmola ve Semey bölgelerinin seçkin din önderi piskopos Andrian, Kazakların nüfus olarak fazla olduğu köye özellikle gelmiştir. Peki neden buraya göç etti? Elbette Kazak ve Tatar halklarını Hristiyanlaştırmak için.” Pavlov böylelikle Abay’ın bilmediği misyonun sırrını açığa çıkarır.
– “Beyaz kilisenin yanında okul var. Evsiz çocukları oraya topluyorlar. Şu an otuzdan fazla Kazak ve Nogay çocuğunu eğitiyor ve Hristiyanlaştırıyorlar.”
İvaşkin yetim Mekeş’i misyonun yatılı okuluna vermiştir. Misyon da bu Kazak çocuğa Butin soyadını takmıştır. Mekeş adını ise Rus adı olan Mikail (Mişka) ile değiştirmişlerdir.[9 - Dvadtsatitomnoye sobraniye soçineniy. (1980). Almatı, 363-364.]
Kazak halkının manevi düşünce kaynağı olan Abay bile son ana kadar bu durumu idrak edememiştir. İdrak etse bile bu faaliyetlerin gizli saklı ortamlarda gerçekleştirildiğini ve tam anlamıyla gayrı Rus sömürge halklarının Ruslaştırmasında Hristiyanlaştırma faaliyetlerine yönelik Çarlık Hükümeti’nin imparatorluk politikasının içyüzünü kavrayamamıştır. Görülüyor ki, Pavlov gibi düşünenler misyon diye adlandırılan dinî örgütün Rus olmayan halklardan biri olan Kazakların Hristiyanlaştırılmasına yönelik uyguladığı Çarlık politikasının esas maksadını ve kaynağını bütün ayrıntılarıyla bilmektedir. Fakat Abay’a misyonerlik faaliyetlerinin manası ve asıl hedefi dolaylı olarak anlatılmıştır. Çünkü Çokan Valihanov, Abay ve Ibıray gibi Kazak aydınlarının her biri Rus İmparatorluğunda gizli yürütülen misyonerlik faaliyetlerini farklı taraflarıyla öğrenebilmişlerdir. Bu politikayla ilgili gerçeği gizli ve açık kaynaklardan edinmişlerdir. Örneğin, Çokan misyonerlik politikasıyla ilgili hoşnutsuzluğunu dile getirmiş ve eleştirel bir tutum sergilemiştir; Ibıray Altınsarin ise doğrudan misyoner ideologlarla görüşüp diplomatik metotlar uygulamış ve bu yöntemleri gereken durumda kendi eğitim faaliyetlerinde kullanmıştır. Abay sorunu hissetse de sorunun kaynağını son ana kadar anlayamamıştır. Özellikle bu sebeple Avezov misyonerlik politikasının gizli özünü Pavlov aracılığıyla göstermeyi tercih etmiştir. Görülüyor ki, o böyle bir metodu Çarlığın sömürgeci politikasının içyüzünü okuyucuya bildirmek ve okuyucuyu düşünmeye sevk etmek amacıyla uygulamıştır.
Yazar bu epizot üzerinden yani Çarlık sömürgecilerinin misyonerlik politikasını Kazaklar arasında yavaş yavaş uyguladığı konusundaki çetin siyasi ve ideolojik savaşın gizli fikirlerinin yansıtıldığı Abay ve Pavlov arasında geçen sohbet aracılığıyla, okuru yaklaşan tehlikeyi anlama aşamasında sorunun kaynağını bulmaya zorlamıştır. Elbette iki kişi arasında geçen bu konuşmayı Çarlık Hükümeti’nin özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan az nüfuslu halkları Ortodoksluğa geçirmeye yönelik iç politikasını, misyonun asıl hedefinin aşamalı sürecini dolaylı olarak bile olsa gözler önüne sermek amacıyla kullanmıştır.
Yazarın kendi arşivinde el yazmaları hala muhafaza edilmektedir. Yayımlanan ‘Abay Yolu’ eserinin üçüncü kitabının iki versiyonu arasında büyük farklılıklar görülmektedir. El yazmalarında birçok şey kendi adıyla verilmiş, aynı zamanda somut gerçekler ortaya çıkarılmıştır. Acı gerçek şudur ki, bugüne kadar çağdaş ve eğitimli Kazaklar, misyonerlere köle psikolojisiyle itaat etmiş ve onların zararlı fikirlerine lise ve üniversite kitaplarında yer vermişlerdir.
‘Abay Yolu’ eserinin üçüncü kitabı olarak ‘Üstat Şair’ (1951) başlığı altında yayımlanan eserde misyonerlik faaliyetleri ve İlminski, Ostroumov gibi ideologların sürdürdükleri çalışmaların temel hedefleri açığa çıkarılmıştır. Fakat metnin ilk nüshasıyla sonradan yayımlanan roman arasında çok fark vadır. El yazmasında ifade edilen birçok görüş değiştirilmiş, daha yumuşak ifadeler ise kalmıştır. Vali ve Abay arasında geçen diyalog tıpkı Pavlov ve Abay arasında geçen sohbet gibi verilmiştir. Yazarın el yazmasındaki içeriğin değişikliğe uğraması sebebiyle metnin metinbilimsel değişikliklere maruz kaldığı gayet açıktır. Metin içindeki bu değişiklik düşünüldüğünde doğal olarak “Bu derece ciddi farklılıkların sebepleri ve bunların arkasındaki gizli fikirler nelerdir?” sorusu akla gelmektedir. Cevap oldukça basittir: Kazak halkının Hristiyanlaştırılması aracılığıyla Ruslaştırma politikasının içyüzünü göstermek. Geleceğe yönelik olan bu politika Kazakların yakın tarihinde derin bir iz bırakmıştır. Fakat siyaset çok gizli, ustaca ve olabildiğince dikkatli bir biçimde hayata geçirilmiştir. Kişilik kültü fikrinin geliştiği katı rejim döneminde dahi gerçekleri öğrenebilen, Çarlık Hükümeti politikasını çözen ve bu durumu kaleme alan yazarın cesaretine ve vatandaşlık görevini yerine getirebilmiş olmasına şaşırmamak elde değildir.
Yazar ‘Üstat Şair’ romanının ‘Kuşatmada’ başlıklı bölümünün el yazmasında dünya görüşünü ve fikirlerini ifade ederken yüzeysel olarak otosansür yöntemini uygulamış, düşüncelerini özenle aktarmıştır. Katı dönem ona özgürlük tanımamıştır. Yazar bu durumu çok iyi anlayıp aktarmıştır. A. Baytursunov, A. Bökeyhan, M. Dulatov gibi uzun zamandır tanıdığı ve hemen hemen her gün sohbet ettiği hocaları o zamana kadar birçok hakikate ulaşmışlar ve bu hakikatlerle ilgili olarak tahlil yazıları ve yaratıcı eserler yazabilmişlerdir. Avezov hocaları tarafından başlatılan araştırmayı devam ettirme konusunda yeterli zekâ, yetenek ve yazarlık ustalığına sahip bir yazardı.
Eserin ilk el yazma nüshasında yazar, devlet seviyesinde sürdürülen misyonerlik politikasının ideologlarının adlarını açık bir biçimde vermiştir. Bilinçli okur, yazarın neden gereksiz konulara dağılmadan, kendi fikirlerini imalarla ifade ettiğini anlamıştır. Bu olgunun özünü anlamak için misyoner ilim adamlarıyla ilgili önceden yazılmış çalışmaları dikkate almak ve hatta arşivlerde muhafaza edilen belgeleri incelemek gerekir. Ancak o zaman, günümüz Kazak edebiyatında misyonerlere dair kanıt olmadan, analiz yapılmadan üstünkörü yazılmış övgü dolu düşüncelerin aslı açığa çıkacaktır. Aynı zamanda misyonerlerin yaptığı faaliyetlerin olumsuz yönleri saklanırken, yapılan küçük herhangi bir olumlu durum abartılı övgülerle dile getirilmiştir. Böyle deformasyonların ve gerçeklerin çarpıtılmasının toplum bilincini derin yanılgıya soktuğu acı bir gerçektir. Hatta bazı saygın aydınlar kalemlerini bu yanlış, sapkın ilime tutsak etmiş ve suni olarak ortaya çıkan, bilimsel temeli olmayan öğretilerin etkisinden kurtulamamıştır. Bu durum birçoğunun gözünü açmıştır. Bugüne kadar Kazakistan’ın ortaöğretim ve üniversite öğrencileri için hazırlanan edebiyat, dil ve tarih üzerine yazılmış ders kitaplarındaki sözde bilimsel kavramları düşünmeye sevk etmiştir. Dolayısıyla tarih ve arşiv kaynaklarına dayanarak bu güncel sorunların özünü açığa çıkarmak ve okuyucu kitlesini tarihimizde noksan olan politik gerçekle tanıştırmak büyük bir gerekliliktir.
Ana konuya geçmeden önce Kazakistan’daki misyonerlik faaliyetlerinin tarihçesine kısaca değinmek gerekir. Bütün söylediklerimiz ve yaptığımız çıkarımlar arşiv belgelerine dayanmaktadır. Arşiv belgeleri olmadan tarihimizle ilgili olarak yazdıklarımız ve yaptığımız bütün çıkarımlar okuyucuyu aldatmaktan öteye gitmez.
Yıllarca Romanov hanedanlığının sürdürdüğü Rus Çarlığı’nın iç ve dış politikasının temel amacı sömürge altındaki halkların Hristiyanlaştırılma aracılığıyla Ruslaştırılmasıdır. Bu politikanın hayata geçirilen diğer etkili bir yöntemi ise gayrı Rus sömürge halklarının asırlardır kullandıkları alfabelerinin Kiril alfabesiyle değiştirilmesidir. Burada amaç eski alfabeyi değiştirerek, dilden mahrum ederek köleleşen halkların tarihsel hafızasını silmek ve onları yaşayan millî törelerinden ve geleneklerinden koparmaktır. Dolayısıyla sömürgeciler kendi kökenini hatırlamayan bütün halkları mankurta dönüştürme amacında birleşmiştir. Bu duruma bütün tarihi gerçekler tanıklık etmektedir. Örneğin, Ural Kalmuklarına karşı uygulanan bu durumun 1917 yılında senatoda tartışıldığı ve uygun bir kararın alındığı belgelerde mevcuttur.
Çarlık Hükümeti politikasının üçüncü aşamasını oluşturan ‘Sibirya Kırgızlarını Yönetme Tüzüğü’ (Kazaklar bu yasayı ‘Yeni Düzen’ (Жаңа низам) şeklinde adlandırmıştır) yasası Kazak bozkırlarında uygulanmadan önce, Rus İmparatorluğu Kazak topraklarının devlet mülkiyetinde olduğunu ilan etmiştir. Rusya ve Çin İmparatorluğu arasında bulunan Kazak topraklarının resmî olarak sınırları belirlenmiş ve haritada çizilmiştir. Bundan sonra Çarlık Hükümeti geçici olarak İslamiyet’i yayma politikasından vazgeçerek 1862 yılından itibaren resmî olarak Kazak halkını Hristiyanlaştırmaya ve yavaş yavaş Ruslaştırmaya başlamıştır.
Çarlık Hükümeti, Kazak topraklarını tamamen sömürgeleştirilip halk sömürge altına alındıktan sonra, Kazak bozkırı üzerinde gerek ekonomik gerekse de ideolojik açıdan egemenlik kurma sorununu gündeme getirmiştir. Kazak halkına kendi çıkarları doğrultusunda hükmetmek amacıyla yeni politik yöntemler geliştirmiştir. ‘Barış misyonu’ adı altında bölgede yürüttüğü keşiflerde uzun yıllar süren bilimsel araştırmaları ortadan kaldırarak bölge prensibi temeline dayanan çok aşamalı yeni bir yönetim şekli uygulamıştır. Kazak halkının yaşam biçimine yönelik önceden hazırlanan detaylı araştırmalar sonucunda hükümet o dönemde ‘bozkır komisyonu’ oluşturmuştur.
Uzun yıllar sonunda adları ve sanatları yasaklanacak, hatırlanmayacak olan Kazak aydın, şair ve yazarları bu politikanın Kazak halkı için tehlike arz ettiğinin bilincindedir. Sadece bu hain politikanın getireceği tehlikeyi anlamakla kalmamış aynı zamanda bu sisteme karşı duruş sergilemişlerdir. Çarlık Hükümeti’nin Kazakları Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırmasına yönelik yaptığı kapsamlı çalışmalara bizzat tanıklık eden Yusupbek Aymautov şunları yazmıştır:

“Kazak topraklarını bölmeye ve yabancılara dağıtmaya başladılar. Dili, inancı bozmak için köy okullarına misyonerleri yerleştirdiler. Gelenek-görenekleri, bilinci yok etmek ve Ruslara itaat etmek için kanunları değiştirip köylü idareciler getirdiler. Kazakları içten zayıflatmak amacıyla farklı seçim sistemi uygulayıp, yabancı personel alarak Kazakları birbirlerine karşı kışkırttılar.”[10 - Kazak edebiyeti. (1989). 20 Ocak.]
Yazar, Kazak halkının yaşadığı güçlükleri bu cümlelerle ifade etmiştir. Tam anlamıyla sorunun nereden kaynaklandığını, halkın kaderiyle kimlerin oynadığını çok iyi anlamıştır. Böyle kapsamlı sosyo-politik olayların hayata geçirilmesinde elbette Çar II. Aleksandr’ın 5 Temmuz 1865’te hazırladığı özel fermanı etkili olmuştur. Çünkü Çar’ın kendi el yazısıyla hazırladığı bu resmî belgede özellikle iki konuya dikkat çekilmektedir. Birincisi 1867 yılından itibaren uygulanması planlanan, hükümet tarafından özel olarak hazırlanan, Kazakların Çarlık iradesine itaat etmesini öngören ve ‘yeni düzen’ olarak adlandırılan yönetmelik sistemidir. İkincisi ise Ruslaştırma politikası aracılılığıyla Kazakları gelecekte Ortodoks yapabilmek için bütün şartların öngörülmesidir.
Tarihi kaynaklar Çarlık İmparatorluğu’nun Rus olmayan halkların kullandıkları dil ve yazıdan uzaklaştırılarak Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikası uyguladığına tanıklık etmektedir. ХIV. yüzyılda Çuvaş, Mordvin, Komi halklarının sömürgeleştirilmesi bunun en açık örneklerindendir. Örneğin, Komi halkından olan papaz Stefan Komi alfabesini Rus yazı sistemi temelinde hazırlayarak misyonerlik faaliyetini sürdürmüş ve piskoposluğa kadar yükselmiştir. Başka bir örnek ise Kasım Hanlığı’nın son varisi olan Sayın Bolathan’ın XVI. yüzyılda Hristiyanlığı kabul edip adını Samson olarak değiştirmesidir. O dönemde Hristiyanlığı kabul edenlerin kendi ailesinin verdiği ismi reddederek adların ve soyadlarının Ruslaştırılması geleneği başlamıştır.
Çarlık Rusya’nın en sağlam ideolog ve misyonerlerinin bütün gayretlerinin Tatar halkını Hristiyanlaştırmak olduğu tarihten bilinmektedir. Bu işi ilim adamı ve misyoner İlminski üstlenmiştir. İlminski bu mücadelesinde gerici bir eğitim-öğretim yapısının temsilcisi olarak yazdığı pedagojik misyonerlik sistemini Tatar toplumuna uygulamıştır. İlminski’nin gelişine kadarki dönemde askeri şiddete maruz kalarak Hristiyanlaştırılmış on binlerce Tatar kendi dinlerine dönmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak Kutsal Sinod tekrardan Tatarların Hristiyanlaştırılmasına yönelik emir çıkarmıştır.
Dağıstanlıların Hristiyanlaştırılmasında yabancı misyonerler de faaliyet göstermiştir. İlminski’nin yabancı misyonerlerin faaliyetlerinden tecrübe edinebilmesi için yabancı ülkelere gönderilmesi uygun görülmüştür. Böyle bir tecrübe Çarlık Hükümeti için son derece önemlidir. Çünkü bu dönemde Sibirya, Kafkasya, Volga Bölgesi halklarını Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikasını gerçekleştirmeye yönelik faaliyetler aktif bir biçimde başlamıştır. Sırada Kazaklar ve onları takiben Orta Asya halkları vardır. Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikası Kazakların dinî bilinçleri, millî gelenek-görenekleri göz önünde tutularak gerçekleştirilmiştir. Misyoner ilim adamları bu amaca ulaşmak için Kazak halkının maneviyatının tarihsel gelişimi, psikolojisi, gelenek ve göreneklerini ayrıntılı olarak öğrenmiş ve bilimsel çıkarımlara dayanarak misyonerlik politikasının strateji ve taktik yöntemlerinin temelleri üzerinde çalışmışlardır.
Misyonerler Kazakları Tatarların dinî etkisinden çıkarmayı ve iki halkın iletişim kanallarını kapatmayı öncelikli görevleri olarak belirlemiştir. Böyle bir amaca yönelmelerinin sebebi Tatarların Kazak okul ve medreselerinde eğitim vermeleri, İslamiyet’i yaygınlaştırma ve güçlendirmeleri, yazışma ve tercüme işlerini sağlamalarıdır. Kısacası Tatarlar toplum nezdinde itibara sahiptir. Diğer taraftan Kazaklardaki İslam inancı Tatarlara kıyasla çok güçlü değildir. Kazak toplumunda çoğunlukla Şamanizm ve İslam inançları bir aradadır. Müslüman olmalarına rağmen günlük yaşamlarında atalarının nasihatlerine uyarak gelenek ve göreneklerini korumuşlardır. Kazakların iki dinî inanca sahip olma özelliğini ve bazı noktalarda İslamiyet’e olan uzaklıklarını yazar Ruzbehan şu cümlelerle ifade etmektedir “…Kazaklar günümüzde bile putlara tapmaktadır. Bu nedenle namaz kılıyor olsalar da onları dinsiz olarak tanımlamak gerekir. Onlar hala güneşe tapıyorlar… Topraklarından geçen Müslümanlarla alay ediyorlar.” şeklinde ifade etmiştir.[11 - Proşloye Kazahstana v materialah i istoçnikah. (1935). Alma-Ata, 103-104.]
Kazakların bu özelliğini Çarlık idaresindeki memurlar ve misyonerler kavramış ve bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için tedbirler almıştır. Onları bu eylemi gerçekleştirmeye yönelten sebeplerden biri Kazaklara komşu olan ve Şamanizm’e inanan Sibirya halklarının, sömürge halkları arasında Ortodoksluğu zorla benimseme konusunda tecrübeli olmasıdır.
Sömürgeciler ve misyonerlerin Rus İmparatorluğu hâkimiyetinde olan ve diğer Türk halklarından hem sayıca hem de kapladığı alan bakımından daha fazla olan Kazakları dikkate almama gibi bir durum söz konusu değildi. Bu geniş toprakları hızlı bir biçimde ekonomik ve ideolojik açıdan işgal etmenin politik açıdan büyük bir anlam taşıdığının bilincindeydiler. Örneğin, Akmola valisi ‘tamamen gizli’ ibaresi taşıyan resmî bir yazısında şu şeklinde belirtmiştir:

“Kazaklar kendilerini Müslüman olarak adlandırsalar da dinî yaşamlarında olduğu kadar özel hayatlarında ve ahlaki ilişkilerinde Kuran’a, şeriata ya da diğer Müslümanlık inançlarına göre değil kendi adetlerine göre yönetiliyorlar… Kazaklar Müslümanlık öğretilerini iyi bilmedikleri için bağnazlıktan uzak bir millettir. Ruslara kolaylıkla uyum sağlayabilirler.”
İlminski Müslümanlar arasında daha derin köklere sahip olan Tatarların Hristiyanlaştırılması konusunda başarı elde edememiştir. Bu nedenle İslamiyet’i çok derine inmeden kabul eden Kazakların yukarıda belirtilen özelliklerini de göz önünde bulundurarak 1872 yılında iş için Kazan’dan Orenburg’a geçmiştir. Çarlık Hükümeti tarafından işgal altında tutulan halkların erken dönemde Ruslaştırılmaya ve Hristiyanlaştırılmaya başlandığını 1731’de Volga Bölgesindeki halklar için senato kararıyla Yeni Hristiyanlaştırılmışlar Bürosu’nun (Novokreşçenskoy Kontorı) kurulması doğrulamaktadır. Kazak toprakları işgal edilip Rusya ile Çin arasındaki sınır belirlendikten sonra Kazak toprakları devletin özel mülkü olarak ilan edilmiştir. Yeni topraklara Rus köylüleri göç etmeye başlamıştır. Çarlık Hükümeti’nin sömürgeci politikasını güvenle uygulayacağı yöntemlerden biri budur. Valiler yeni sömürge topraklarına Rus köylülerinin kitlesel göçünün politik önemini çok iyi bilmektedir. Rus İmparatorluğu İçişleri Bakanı L. L. Polovtsev, bir buçuk yıl özel kalem memuru olarak Türkistan’ı araştırmak üzere görevlendirilmiş ve raporunda Yedisu valisi Kalpakovski’nin “Kazakların Ruslaştırılması gerekliliğinin bilincine varılmıştır.” cümlesini aktarmıştır. Kalpakovski daha sonra Türkistan civarındaki nüfusun Hristiyanlaştırılmasına yönelik Issık Gölü ve Nikolayevka’da (Taşkent bölgesi) kadın ve erkek manastırlarının açılmasını büyük bir gayretle desteklemiştir. Her yerde hararetle bu fikri savunmuş ve bu amaç için maddi kaynak ayırdığını ifade etmiştir.
RSDRP’nin (Rus Sosyal-Demokratik İşçi Partisi) X. Kurultay kararnamesinde şu şekilde belirtilmektedir: “Rus olmayan sömürge halklarına uygulanan siyaset toprak sahibi burjuvalar tarafından devlet düzeyinde gerçekleştirmektedir. Halkın günlük konuşma dillerini yok etmek, kültürlerini bozmak, halkı cahilleştirmek ve Ruslaştırmak hedeflenmiştir.”[12 - Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SPKP) kongre kararname ve hükümleri ve Merkez Komite’nin genel toplantıları, 1985, bölüm I, s. 595.]
Yukarıda verilen belge Rus İmparatorluğu’nun gayrı Rus halkları Ruslaştırma sürecinde şiddete dayalı politikasını kanıtlamaktadır. Çarlık Hükümeti, misyoner kadrosunun eğitim-öğretimi araç olarak kullanması konusuna ağırlık vermiştir. Bu nedenle 1797’de Kazan İlahiyat Akademisi açılmış ve özel kararname ile ‘Göç Merkezi’ ve ‘Ruslaştırma Bürosu’ kurulmuştur. İmparatorluğun gayrı Rus halklarını Hristiyanlaştırması ve Ruslarla birleştirmesi büyük önem teşkil etmiştir. Çarlık Hükümeti bu halkları anadillerinden koparma ve inandıkları dinden uzaklaştırma yöntemiyle Ruslaştırma politikasını yürütmüştür. Bu amaçla 1869’da Moskova’da bu ideolojik görevi üstlenmek için özel bir misyonerlik cemiyeti kurulmuştur. Çarlık Hükümeti sürecin zor taraflarını iyi bildiği için farklı dillerde konuşan halkları Ruslarla asimile etme aşamasında şiddete başvurmanın yanı sıra, sömürgeleştirmede daha güvenilir bir yöntem uygulayarak Rus köylülerini asimile edilen topraklara yeniden yerleştirme yönünde karar almıştır. Bu karara bağlı olarak 1868’de ‘Göç Komitesi’ kurulmuş ve misyoner kadroları oluşturulmuştur. Benzer bir durum ‘Yabancı İşler Bürosu’ adı altında 1824’te ABD’de de hayata geçirilmiştir. Ruslaştırma politikasının Göç Komitesi’nin faaliyetleriyle bağlantılı olarak sürdürülmesi amaçlandığı için ‘Ruslaştırma Meclisi’ kurulmuş ve yürütülen politikayla ilgili tüm yetkiler bu meclise aktarılmıştır.
Rus İmparatorluğu’nun gayrı Rus halkları sömürgeleştirme sürecindeki en etkin ve kanıtlanmış yöntemi yerleştirme usulüdür. Rus olmayan halkların arasına Rus köylülerini yerleştirme yöntemiyle yıllar sonra göçmenlerin sayısının arttırılması hedeflenmiştir. Dolayısıyla mevcut soruna yönelik hayata geçirilen Ruslaştırma politikası son derece önemlidir. Bu yöntem sadece gayrı Rus halkları Ruslaştırmak için değil aynı zamanda Hristiyanlaştırmak için de kullanılmıştır.[13 - Voşçin, V. (1914). Oçerki novogo Turkestana. Sankt-Peterburg, s.77.] Kazak topraklarında bu siyasi uygulamayı yerel özellikleri göz önünde bulundurarak dikkatle ve özenle çalışan valiler gerçekleştirmiştir. Bu konu Çarlık Hükümeti’nin bütün ayrıntıları düşünerek uyguladığı politikalardan biridir. Hatta dekabrist temsilcisi P. İ. Pestel bu politikayı desteklemiş ve yazısında “Bir halk diğer bütün halkları hizaya getirmeli ve Rusya’da yaşayan herkes Rus olmalıdır.” şeklinde ifade etmiştir.[14 - Russkaya Pravda (1906), Sankt-Peterburg. 77.]
Misyonerler kendi eserlerinde ‘ulusların ve milletlerin birleşip kaynaşması’ kavramını uygulama konusuna dikkat çekmiştir. Kişilik kültü ve duraklama dönemlerinde bile bu kavram Sovyet basınında ve medyada sıkça kullanılmıştır. Fakat asıl sorun bu korkunç kavramın gerçek anlamının hiç kimse tarafından incelenmemiş ve açığa çıkarılmamış olmasıdır. İdeoloji sorunlarını denetleyen, SBKP Merkez Komitesi sekreteri M. İ. Suslov, bütün gücünü SSCB’ye bağlı cumhuriyetlerdeki halkların kültürünü ve dillerini yok etmek için kullanmıştır. Bu konuyla ilgili olarak Politbüro üyesi Şelest: “Suslov ulusların dil ve kültürlerinin hızlı bir şekilde birleşmesi konusunda ısrar ediyordu.” şeklinde ifade etmiştir.[15 - Argumentı i faktı. (1989). № 2, 5-6.] Sonuç olarak Çarlık Hükümeti gayrı Rus halklara uyguladıkları asimilasyon politikasını gizlice sürdürmeye devam etmiştir. Suslov’un desteğiyle bu terim enternasyonalizm sloganı altında ikinci kez hayat bulmuştur. S. Baruzdin konuyu şu şekilde eleştirir: “… Ulusları zorla birleştirme politikası Stalin döneminden itibaren başlamıştı. Onun bunu isteyip istemediğini bilmiyorum fakat yapılan işler Ruslaştırmaya yönelikti.”[16 - Drujba narodov. (1988). № 12, 226)] Yazarın bu cümleleri Kazak edebiyatı tarihindeki göstermelik anlayışı açık bir biçimde göstermektedir. Türkistan Eğitimcilerinin 20. Yıldönümü Semineri anısına yazılan raporda: “Rus devletinin ilk amacı halkların Ruslaştırılması, diğer amaçları ise Kazakların Ruslar ile birleştirilerek ortak bir kamu sisteminin oluşturulmasıdır.” ifadeleri dile getirilmiştir.[17 - Ostroumov N. P. (1904). Otçet Turkestanskoy uçitelskoy seminarii za XXV let yeyo suşçestvovaniya. Taşkent, 25.]
Rus İmparatorluğu ve Eğitim Bakanlığı’nın diğer hedefi misyonerlerin rahatlıkla faaliyetlerini sürdürebileceği bir alan olarak gördükleri karma okulların açılmasıdır. Bu faaliyet Ekim devrimine kadar devam etmiştir. Karma okullar ve aynı tip eğitim-öğretim kurumları sömürge halkların Ruslaştırılmasında etkin araçlardan biri olmuştur. Çarlık Hükümeti bu okulları gayrı Rus halkların iyi eğitim almaları için değil yeni uzmanlar hazırlamak ve bu insanları sosyo-politik talepler doğrultusunda kullanmak amacıyla açmıştır. Eğitim Bakanlığı benzer okullara ‘çok gizli’ ibaresi adı altında misyonerlik faaliyetlerinin sürdürülmesini emreden talimatlar vermiştir. Bu talimatlarda: “Rus İktidarının taşra bölgelerindeki halk eğitimi, misyonerlik faaliyetleridir. Misyonerlik, savaşan tarafın asla planlarını açıklamadığı ruhsal savaş türüdür.” şeklinde belirtilmiştir. Diğer bir deyişle işgal altında tutulan halkın şüphe duymaması için, misyonerlik faaliyeti eğitim başlığı altında gizli bir ortamda gerçekleştirilmiştir. Okul, öğrenciler için bir paravan aracı görmekteydi ve bu paravanın ardında halkı kendi köklerine yabancılaştırmaya yönelik faaliyetler yürütülüyordu. Bu sebeple sözde öğretmenler ilk aşamada henüz olgunlaşmamış çocukları ele almaya çaba göstermiştir. Dışarıdan bakıldığında onları kendi taraflarına çekmek daha kolay görünüyordu.
Çarlık idaresindeki memurlar, Kazak topraklarındaki karma okullarda Öğretmen Seminerleri adı altında misyonerlik faaliyetlerini sürdürmek maksadıyla çalışmalarına devam etmiştir. Kazaklar Rus İmparatorluğu’na katıldıktan sonra, benzer okullar farklı Orta Asya halkları arasında da hızla açılmaya başlamıştır. Faaliyetler yönergelerde yer alan belirli kurallar çerçevesinde uygulanmıştır. Yönergede yer alan: “Türkistan’da Ruslaştırma politikası Rus okulları aracılığıyla yapılmalıdır.” ibaresi Millî Eğitim Bakanlığı’nın 1906 tarihli resmî belgesinde yer almaktadır. Bu uygulama devlet politikası düzeyine ulaşmıştır. Bu nedenle Türkistan’ın ilk valisi Kaufman,[18 - ÇN: Konstantin Petroviç Von Kaufman 1867-1882 yılları arasında Türkistan Genel Valiliğinin ilk valisi olara hizmet etmiştir. Çarlık Rusyasının Türkistan’daki pek çok politikasının temelini atmıştır.] Eğitim Bakanı’na yazdığı 8 Aralık 1880 tarihli mektubunda Kazakları İslam inancının güçlü olduğu komşu halklardan ayırıp Rus alfabesiyle eğitim veren okullar aracılığıyla asimilasyonu hızlandırmayı teklif etmiştir. Valinin bu arzusu Çar tarafından desteklenmiş ve 28 Ocak 1881’de belgelenerek onaylanmıştır.
Sömürge altında olan gayrı Rus halkların aşamalı olarak gerçekleştirilen Hristiyanlaştırma vasıtasıyla Ruslaştırılmasında, Çarlık Hükümeti’nin Kazak halkının asırlardır kullandığı Arap alfabesini kullanımdan kaldırması, uygulanan başlıca yöntemlerdendir. Arap alfabesinin Kiril alfabesiyle değiştirilmesi politikasında Kazak halkının millî ve geleneksel köklerinden koparılıp, millî bilinci yok edilip, ruhsuz ve itaatkâr kölelere dönüştürülme faaliyeti yatmaktadır. Tarihten de bilindiği gibi, sömürge güçleri yeni bölgeleri ele geçirirken öncelikli olarak halkın tarihsel hafızasıyla bağlantılı olarak dil, din, kültür, edebiyat ve coğrafi adları değiştirme yoluna girmiştir. Bu şekilde sömürge halklarının manevi açıdan baskı altında tutulması sağlanmaktadır. Örneğin, Türkistan nüfusunun Gök Tanrıya inandıkları ve eski Türk alfabesini kullandıkları bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Bu asırlık kültür ilk olarak XIII. yüzyılda Arap işgalciler tarafından sömürüye maruz kalmış ve yavaş yavaş Türkistan’a İslam ideolojisi etkisi yerleşmiştir. Eski Türk alfabesi, Arap alfabesiyle değiştirilmiştir. Tüm yenilikler silah gücü ve şiddet yoluyla getirilmiştir. Dolayısıyla, Türk dilli halklar kendi atalarının gelenek-göreneklerini kaybetmiş, kimlik ve edebi kültür ile tarihsel hafızaları yeryüzünden tamamen silinmiştir. Doğunun büyük ilim adamı Biruni’nin bu konuyla ilgili birçok değerli çalışması mevcuttur.
Sovyet döneminde Rus olmayan halkların alfabe değişikliği faaliyeti V. İ. Lenin’in ölümünden sonra daha etkin hale gelmiştir. İlk olarak Türk dilli halkların kullandıkları Arap harfleriyle ilgili değişikliğe gidilmiş, Arap harfleri Kiril harfleriyle değiştirilmiştir. Bu hareketin gerçekleşmesi tamamen aldatmacadır. Öncelikle, Latin alfabesini halka kabul ettirerek, Latin alfabesinin dünya komünist alfabesi olduğu fikri kamuoyuna yansıtılmıştır. Yirmili yıllarda Türk dilli halkların hepsi bu sebeple Latin alfabesine dönmüştür. Hatta Ortodoksluğu ve Kiril alfabesini kabul etmiş olan Yakutların bile Latin alfabesine dönmesi için çaba sarf edilmiştir. Bu süreçte eğitimli, aydın Kazakların büyük bir kısmı Latin alfabesine geçişi hoşnutsuzlukla karşılamıştır. Aydınların görüşü Ahmet Baytursunov’un[19 - ÇN: Kazak edebiyatının ünlü simalarından Ahmet Baydursunov (1873-1937), XIX. asrın sonları ile XX. asrın ilk otuz yılında Kazak edebî ve sosyal hayatı ile siyasetine damgasını vurmuş bir şahsiyettir. Sanatkâr, şair, gazeteci, yayıncı, dilci ve edebiyatçı gibi vasıflarıyla, Kazak halkını sosyal ve medenî bir uyanışa hazırlayan, onlara yol gösteren tanınmış bir Kazak âlimidir. Baydursunov’un bıraktığı eserler, üç ana bölüm altında toplanabilir. Birincisi; yazarın halkı aydınlatma dili kurallarına göre öğretme ve tanıtma; edebiyatı tanıtma ve araştırmalar yapma gibi konularda yazdığı yazılarıdır. İkincisi; şiirleridir. Üçüncüsü; diğer dillerden tercüme ettiği eserleridir. Bkz. Biray, Nergis. (1999). Ahmet Baytursunoğlu ve Eserleri (1873/1937). Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Denizli, Sayı: 5, s.10-17.] “Alfabedeki Karakterlerin Gizemi” (Әліппе – таңбалар жұмбағы) başlıklı makalede dile getirilmiştir. Yazar, çalışmasında: “Latin alfabesine geçince Avrupa ülkelerindeki halklarla eşit olacağımızı düşünmüştük.” şeklinde ifade etmektedir. Ancak, altında farklı planların yattığı bu hareket o kadar zor ilerler duruma gelmiştir ki, Ruslar bile Latin alfabesini uygulamaktan vazgeçmiştir. Bu sebeple “Neden yeni bir alfabeye geçmek zorundayız?” sorusu üzerinde konuşulmaya başlanmıştır. Latin alfabesine geçişin Kazak edebiyatı ve kültürünü ne gibi zararlara uğratabileceği, dil üzerinden nasıl ince politikaların yürütüldüğünü anlamayanlar yeni alfabeyle ilgili olarak gerçek dışı haberler yaymaya başlamıştır. Bu konuyla alakalı 25 Mayıs 1931 tarihli Enbekşi Kazak gazetesinde: “Yeni alfabeyi bilmeyen memurlar gizli düşman olarak adlandırılıp mahkemeye çağrılıyorlardı.” şeklinde ifadeler yer almıştır. 24 Temmuz 1931’de Bahtiyar adlı bir şair aynı gazetede: “Arap alfabesi ve yeni alfabe yanlıları kendi aralarında anlaşmazlık yaşamıştır; Ahmet, Eldes, Muhtar gibi kıymetli yazarlar Arap alfabesini ayakta tutabilmek için büyük çaba harcamıştır.” şeklinde belirtmiştir. Yazar burada Muhtar Avezov’un adını bilinçli olarak kullanmıştır. Çünkü Avezov Arap alfabesini Latin alfabesine çevirme fikri altında yatan kötü durumun farkında olan bir aydındır. O dönemde doğrudan Kiril alfabesine geçme fikri olsa da yetkililer bu konuya temkinli yaklaşmıştır. Onlar halkın devrime kadarki süreçte devlet politikası olarak yürütülen Ortodoksluk ve Hristiyanlığı yaygınlaştırma faaliyetlerini anımsayarak, Kiril alfabesine karşı olumsuz tepki verilmesinden korkmuştur. Bu nedenle Moskova Merkezi, eğitimli ve aydın Kazakları ortadan kaldırmak için geçici olarak geri adım atmıştır. Kiril alfabesinin bir müddet bekletilmesinde sakınca görülmemiştir. Rus İmparatorluğu’nun amacı Türk halklarının yazılı eserlerini tamamıyla Kiril alfabesine çevrilmesi olmuştur. Böylelikle Kiril alfabesi daha kolay benimsenecek ve halkın Hristiyanlaştırılması meselesinde Kiril alfabesi bir araç işlevi görecekti. Bu Çarlık Hükümeti’nin ezeli hayaliydi ve bu amacı hayata geçirmek için gizli ve baskıcı faaliyetler gerçekleştirmekten tereddüt etmemiştir. Sovyet döneminde gerçekleşen bu zor ve hassas sorunun içyüzü 1921 yılında bilimsel enstitülere taşınmış, akademisyen Gordlevski bu sorunun çözümüne yönelik teklifte bulunmuştur. Fakat Gordlevski’nin teklifi birtakım bilim insanları tarafından kabul görmemiş ve sorun çözüme kavuşturulamamıştır.
Yukarıda belirtilen misyonerlik fikirlerinin oluşmaya başladığı zamanlarda, bir zamanlar dinî eğitim veren bir öğretmen okulunda öğrenci olan Joseph Stalin kendine özgü sağduyuyla net tedbirler almıştır. Stalin, Türk halklarının Ruslaştırılma politikasının savunucularını dinleyerek, halkların bu duruma karşı çıkma ihtimaline karşı Kiril alfabesini direkt uygulamamış ve sonrasında Kiril’in daha rahat kabul görmesi amacıyla 1930’da Latin alfabesini zorla kabul ettirmiştir.
Alfabede yenilik, Türk dilli halkları hazırlıksız yakalamıştır. Bu nedenle süreç büyük zorluklarla ilerlemiştir. Ayrıca o dönemde eğitimli insan sayısı da azdır. 1937’ye gelindiğinde Stalin ve yanlıları aydın Kazakları siyaset sahnesinden kolaylıkla çıkarmıştır. Kiril alfabesinin Latin alfabesinin yerini alması konusunda kimse Stalin’i engelleyememiştir. 1940’da halkın talepleri gözetilerek bu kararın alındığı fikri benimsetilmeye çalışılmıştır. Felsefeci G. Batıgin Sovyet Hükümeti’nin gerçekleştirdiği faaliyetlerle ilgili olarak şöyle belirtir: “Stalin’in baskıcı rejimi o kadar geniş çaplıydı ki, birçok bölgede halkın tarihsel hafızasını devam ettirecek aydın kesim yok edilmiştir.”
Azerbaycan, Kazakistan ve Moldova’da mevcut alfabe Kiril alfabesiyle değiştirilmiştir. Bir asırlık geleneğe dayanan kültür kökleri ortadan kaldırılmıştır.[20 - Novoye vremya. (1989). № 18, 25.] Baytursunov misyonerlik tarihini etraflıca bilen bir yazardır ve misyonerlerle sıkı bağlantılar kurarak çalışmıştır. Onların nihai amaçlarının halkı Hristiyanlaştırmak ve Ruslaştırmak olduğunu çok iyi anlamış ve devrim öncesinde şunları yazmıştır:

“Hükümet için yararlı olan, halkın tek bir yazı, dil ve din çatısı altında toplanmasıdır. Rus İmparatorluğu’nun himayesinde farklı dilleri, yazıları kullanan ve farklı inanışlara sahip olan halklar vardır. Yönetim için elbette bu halkların dil, yazı ve inanışlarını Rus biçimiyle değiştirmelerinden daha iyi bir şey yoktur.”[21 - Kazak. (1914). 9 Mayıs. № 102.]
Baytursunov’un sarf ettiği cümleler derin anlam taşımaktadır. Aslında Rus İmparatorluğu’nun sömürgeci gruplarının, özellikle de misyonerlerin tek arzuları gayrı Rus halkların aynı dili konuşarak, tek bir dinin yayılmasını sağlamaktır. Bu hedefe ulaşmak için rüşvet ve kaba kuvvete varıncaya kadar farklı birçok tedbir alınmıştır. Neyse ki Ekim Devrimi onların hayallerini gerçekleştirmesine engel olmuştur. Fakat devlet adamı Nikita Kruşçev’in bilmeden ya da kasten söylediği sözler hala hafızalardadır: “Hepimiz ne kadar hızlı Rusça konuşmaya başlarsak, komünizmi de bir o kadar hızlı inşa edebiliriz.” Kruşçev’in bu cümleleri, Suslov’un büyük ölçüde etki ettiği Kazak çevresindeki ulusal nihilistlerin ve kozmopolitlerin sayısını arttırmış ve onları kışkırtmıştır. Bu, sözde bilimsel oyunlar hayatımızı zehirlemeye devam etmektedir.
On yıl içerisinde Rus, Gürcü ve Ermeniler dışındaki çoğu halkların yüzyıllar boyunca kullandıkları yazı dilleri üç defa değiştirilmiştir. Stalin bu reformları, yeri doldurulamaz manevi kayıplara yol açacağını bilerek gerçekleştirmiştir. Bu uygulamanın Türk dilli halkların tarih, kültür ve edebiyatlarına ne derece zarar verdiği şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. M. Vsevolodova ‘Aynı Dilde Konuşalım’ (Поговорим на равных языках) başlıklı makalesinde “Halkların geleneksel yazı dili bir neslin gözleri önünde Stalin’in emriyle değiştirildi. Stalin’in şahsi kararıyla Orta Asya’da Arap alfabesinden önce Latin alfabesine, sonra da Kiril alfabesine geçişin getirdiği belli başlı kayıpları hatırlatmak yeterlidir.”[22 - Pravda. (1989). 6 Mart.] şeklinde yazarak toplumda yeni bir tartışma yaratmıştır.
Devlet politikası seviyesinde yürütülen Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma girişimleri, Rus Çarlığı’na tabi olan farklı dinlere mensup ve farklı dilleri konuşan gayrı Rus halkların geleneksel alfabelerinin Rus alfabesine dönüştürülme çabaları erken dönemde başlamıştır. Fakat bu siyasi faaliyetler gayrı Rus halkların yaşam biçimleri, inanışları, gelenek-görenekleri ve dünya görüşleri dikkate alınarak uygulanmıştır. Örneğin Komi[23 - ÇN: Rusya’nın kuzeybatı topraklarında yaşayan özerk halk.] halkının Hristiyanlaştırılması ve alfabelerinin Rus alfabesiyle değiştirilmesi XIV. yüzyılda başlamıştır. Bu süreçte Dmitri Donskoy aktif bir şekilde yer almıştır. Tatar halkı bu büyük felaketle Korkunç İvan döneminde karşılaşmıştır. 1769’da Çuvaş[24 - ÇN: Orta İdil bölgesinde özerk Çuvaşistan Cumhuriyeti’nde yaşayan, Çuvaşça konuşan Türk halkı.] halkından ilk Hristiyanlaştırılan misyonerlerden biri olan piskopos Veniamin, Rus alfabesini kullanarak Çuvaş dilinin ilk gramer kitabını yazmıştır. 1808’de Dinî Kurallar Kitabı’nı Rus alfabesi temelinde Mari[25 - ÇN: Mari dili Ural Altay Dil Ailesinin Ural Koluna bağlı Fin-Ugor dilleri ana grubundandır.] diline tercüme etmiştir. Yermak seferinin sona ermesiyle birlikte Sibirya’daki azınlık halkların şiddete dayalı Hristiyanlaştırılma faaliyeti de tamamlanmıştır. Sonraki aşamayı Kazak bozkırları ve sömürge altında olan Türkistan’daki halklar oluşturmuştur.
Çarlık Hükümeti’nin yüzyıllara yayılan ve özerkliği olmayan halkları Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikası soylu toprak beylerinin, zengin ağaların çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Din adamları, yani misyonerler hedeflerine ulaşmak için devlet üzerinde manevi etkisi olan Kutsal Sinod aracılığıyla devlet hazinesinden gerekli ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bu dinî gruplar 1739 yılından itibaren misyonerlik faaliyetlerini devlet politikası düzeyinde yoğunlaştırmaya ve somutlaştırmaya başlamıştır.
1876’da Millî Eğitim Bakanı Kont Tolstoy, Orenburg’da bir toplantı düzenleyerek Kazakların kullandığı Arap alfabesini Rus alfabesiyle değiştirme konusunu gündeme getirmiş ve gerekli talimatları vermiştir. Semey valisi 26 Eylül 1878 tarihli özel mektubunda Batı Sibirya valisine şunları yazmıştır:

“… Kırgızlara[26 - ÇN: Çarlık Rusya’sı dönemi boyunca Kazaklara yanlış bir kullanım olarak ‘Kırgız’ denmiştir.]hükümetin aldığı kararları bildirirken Rus alfabesi kullanılmaktadır. Kırgızca’nın bu alfabe temelinde eğitim-öğretimde kullanılması sizin 4 Mayıs 26 numaralı emriniz doğrultusunda Kırgız yatılı okullarında uygulanmaktadır. Bozkırlarda Arap alfabesi yerine Rus alfabesinin egemen olacağı günler de gelecektir.”
Bu mektuptan Kont Tolstoy’un eğitim alanında devletin misyonerlik politikasını yürüten bir devlet adamı olarak verdiği talimatın uygulandığı ortaya çıkmaktadır.
1876’da Çar, Kazakların yüzyıllardır kullandığı Arap alfabesinin Rus alfabesiyle değiştirilmesi ile ilgili kararnameyi bizzat imzalamıştır. Aynı yıl Kont Tolstoy Ibıray Altınsarin ile görüşerek Rus alfabesinin herhangi bir değişiklik yapılmadan Kazak dilinde kullanılması yönünde talimat vermiştir. Altınsarin bu olaylarla ilgili olarak ‘Kazakların Bölge Okulları Üzerine Notlar’ (Записка о казахских областных школах) eserinde şöyle ifade eder:

“Kont Tolstoy 1876’da Orenburg’a geldiğinde Kazakların Rusça yazmayı öğrenmesi ve Kazakçada Rus alfabesinin kullanılması sorunu, görüştüğü ilk konuydu. Toplantıya Orenburg bölgesinin eski valisi Krijanovski, Orenburg eğitim müsteşarı Lavrovski, Kazan Öğretmen Okulu müdürü İlminski, Torgay ve Ural bölgesi valileri katılmıştı. Devlet adamları Rus alfabesinin Kazakçaya uygulanabileceği konusunda fikir birliği sağlamıştır.”[27 - Altınsarin, I. (1988). Taza bulah (Çistuy rodnik). Almatı, 133.]
Yazarın cümlelerinden Çar’ın, Kazak yazı dilinde Arap alfabesi yerine Rus alfabesinin kullanılması konusundaki emri üzerine gerek sömürgeci idarecilerin gerekse de misyonerlerin büyük bir gayretle çalışmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Çünkü bu gruplar Kazak bozkırlarını Ruslaştırma faaliyetleri için verilecek bu büyük emri uzun süre beklemiştir.
Orenburg toplantısından 14 yıl önce 1862’de Orenburg sınır komisyonu başkanı Prof. Dr. V. V. Grigoryev, misyoner İlminski’yi Rus harflerini kullanarak Kazak dilinde kitap yazması için görevlendirir. Ayrıca 1862’de misyonerlerin talebi üzerine Tatar dilinde basılacak kitaplarda da Rus alfabesi kullanılmaya başlanmıştır. Böylelikle Türk dilli halkların yazı diline Rus alfabesini uygulayıp benimsetme tasarısı için kademe kademe hazırlık yapılmıştır. Bu, Çarlık Hükümeti tarafından planlanmış ve düşünülmüş bir devlet politikasıdır.
İlminski’nin başlattığı misyonerlik politikasının yürütücüleri öncelikle Kazakları Tatarların etkisinden uzaklaştırmak ve karşılıklı ilişkileri kısıtlamak için çaba göstermiştir. Çarlık memurları, yani Türkistan’ın sömürgecileri aynı politikayı aralarında İslam inancının kuvvetli olduğu Buharalıların etkisinden Kazakları uzaklaştırarak uygulamıştır. Bu niyet doğrultusunda 8 Kasım 1880’de General Emir Subayı Kaufman, Millî Eğitim Bakanı’na Kazakları daha hızlı asimile etmek ve Ruslarla kaynaştırmak için onları diğer Orta Asya halklarından ayrı tutmak gerektiğini yazmıştır. Bu nedenle Arap alfabesini Rus alfabesiyle değiştirme sürecini hızlandırarak Kazakları, kendilerine yakın halkların manevi ve dinî etkisinden uzaklaştırmak gerekli görülmüştür. Türkistan’ın ünlü bilgini misyoner Ostroumov, Türkistan’daki Kazaklar arasında misyonerlerin uyguladığı çalışma ile ilgili olarak şunları yazmıştır: “… Yerlilerin Rus Devleti ve Rus halkıyla yakınlaşması, Rus alfabesinde herhangi bir değişiklik, ekleme ve kısaltma yapılmadan olduğu gibi Rus transkripsiyonu aracılığıyla gerçekleştirilmiştir.” [28 - Ostroumov N. P. (1904). Otçet Turkestanskoy uçitelskoy seminarii za XXV let yeyo suşçestvovaniya. Taşkent, 25.] Yazar bu sözlerle Rus alfabesinin Kazak yazı diline uyarlanırken Çar’ın nasıl bir hedef belirlediğini göstermiştir.
Kazaklar için ilk Rus alfabesi taslağı Ibıray Altınsarin’den önce Rus misyonerler tarafından hazırlanmıştır. 1862’de İlminski’nin hazırladığı alfabe taslağı ile ilgili olarak Grigoryev: “… Siz kendi Rusça-Kazakça alfabenizi hazırlarken bürokrat bir bilim insanı gibi hareket ettiniz.” şeklinde söz etmiştir. Yani İlminski’nin Kazaklar için hazırladığı alfabeyi kullanışsız, sönük ve yapay olduğu hususunda eleştirmiştir.
V. V. Radlov, Türk dilindeki edebi kaynakları 1870’de yayımlanan ‘Jungarya ve Güney Sibirya’daki Türk Kabilelerinin Halk Edebiyatından Örnekler’ (Образцы народной литературы тюркских племен южной Сибири и Джунгарии) başlıklı çalışmasına dâhil etmiş ve Türk dilinin fonetik özellikleri esasında Rus alfabesiyle çalışmasını yayımlamıştır. Rus diline uyarlanmayan bazı sesleri ise tamamlayıcı harfler yardımıyla vermeye çalışmıştır. Petersburg Üniversitesi’nde bu taslaklardan hangisinin daha uygun olduğu konusundaki görüşmede uzmanlar İlminski’nin hazırladığı alfabeyi desteklemiştir. Bu kararlarını ise Türk halklarının kendi fonetik özelliklerini yansıtmayan Arap alfabesini, değişiklik yapmadan kabul ettikleri ve kullandıkları durumuyla gerekçelendirmişlerdir. Bu durumun Türk halklarının diline zarar vermediğini ve bu nedenle de sömürgeci Türk dilli halkların hiçbir değişiklik, ekleme ya da sınırlama yapmadan Rus alfabesini kabul etmelerinde karar kılınmıştır. Bu kararın temelinde Ostroumov’un talebi yatmaktadır.
Türk dilli halkların alfabelerinin Rus alfabesiyle değiştirilmesine yönelik tüzük, Çar II. Nikolay’ın şahsen katıldığı 31 Mart 1906 tarihli toplantıda kabul edilmiştir. Fakat Çarlık Hükümeti o dönemdeki sosyo-politik sorunlar sebebiyle tek seferde Arap alfabesini Rus alfabesiyle değiştirmeye cesaret edememiştir. Gayrı Rus halkları yeniliğe alıştırmak için Rus alfabesinin kullanımı, resmî belgelerle ve okullardaki ders kitaplarıyla sınırlandırılmıştır.
Rus alfabesi temelinde Tatarlar için alfabe oluşturan kişi İlminski’dir. Bu onun misyonerlik faaliyetinin en parlak dönemine rastlar. Bu dönem aynı zamanda Tatarların Ruslaştırılması ve Hristiyanlaştırılması politikasının hızla sürdürüldüğü bir süreci kapsamaktadır.
Tatarlar için hazırlanan alfabede Tatar dilinin tabii özellikleri dikkate alınmamıştır. Bu nedenle Hristiyanlaştırılan Tatarlar yeni alfabeyle yeterli bilgiye erişemedikleri için oldukça güç durumda kalmıştır. Aslında, İlminski’nin başlıca hedefi, Tatarları millî ve manevi kültürlerinden koparmak ve onları ruhsuz mankurtlara dönüştürmektir. İlminski bununla kalmayarak Kazak dilindeki kitapların da yanlış alfabe kullanılarak yayımlanmasını talep etmiştir. Altınsarin’in tüm eserlerinin özellikle de ders kitaplarının Rus alfabesi temelinde yayımlanması bu taleple doğrudan bağlantılıdır.
İlminski, yeni alfabenin yeni kuşak Tatar ve Kazak halkının yüzyıllar içinde oluşan tarihsel hafızasını unutturacağını ve bu durumun dil, kültür, edebiyat gelişimini durduracağını çok iyi biliyordu. Bu durumda millî köklerinden koparılan insan ruhen sefil mankurta dönüştürülecekti. En büyük insanlık trajedisi, insanın kim olduğunu bilmemesi, manevi değerleriyle ve gelenek-görenekleriyle beslenmemesidir. Tarihten de sömürge altına alınan halklara uygulanan kötü yöntemlerin birçok örneğini görmek mümkündür.
Günümüz yazılı kaynaklarında (okullar ve yükseköğretimlerde kullanılan kitapların hepsinde) Ibıray Altınsarin’in Rus alfabesi temelinde ilk Kazak alfabesini oluşturduğu yönünde yanlış fikirler mevcuttur. Bu görüşün bilimsel bir dayanağı yoktur. Türk dilli halklara Rus alfabesinin ilk örneklerinin misyonerler tarafından hazırlandığı gerçeğine kimse itiraz etmeyecektir. Bu durumda Altınsarin’in sadece Kazak dilinde Rus alfabesiyle hazırlanan ders kitaplarının editörlüğünü yaptığı hesaba katılmalıdır. Altınsarin, 1876’da Çar’ın imzasıyla onaylanan, Millî Eğitim Bakanlığı’nın hiçbir değişiklik yapılmadan kullanımda zorunlu kıldığı, Kont Tolstoy ve İlminski’nin kabul ettirmek için etkin bir biçimde mücadele ettiği ve Petersburg Üniversitesi hocalarının karar alarak uygulamaya geçirdikleri yeni alfabeyi kullanmıştır.
1870’de MEB’in girişimiyle İlminski’nin misyoner eğitim sistemine dayanan, gayrı Rus halkların Ruslaştırılması görüşünü temel alan ‘Rusya’da Gayrı Rus Halkların Eğitimine Yönelik Kararlar’ kanunu kabul edilmiştir. Bu kanunla gayrı Rus halklar için üç eğitim kategorisi belirlenmiştir. İlk kategoriye göre, ulusal okullarda eğitimin Rus alfabesi temelinde anadilde verilmesi gerekliliğidir. Örneğin, Altınsarin’in açtığı okullar bu kategoride değerlendirilebilir. İkinci kategorideki okullarda eğitim Rusça verilip, sadece anlaşılmayan noktalarda sorunu çözmek amacıyla anadilin kullanılmasıdır. Üçüncü kategoride ise dersler sadece Rusça işlenip, anadilde konuşmak bile yasaktır.
10 Mayıs – 3 Haziran 1905 tarihleri arasında Doğu halklarının eğitimine yönelik özel bir kurul düzenlenmiş, gayrı Rus halkların eğitim sisteminde Ruslaştırma sorunları tartışılmıştır. Kurula bizzat Çar, Millî Eğitim Bakanı ve bütün tanınmış misyonerler iştirak etmiştir. Kurulda Tatar halkı dışında bütün Türk halklarının ilköğretimin ilk iki yılında anadillerinde, sonraki yıllarda ise sadece Rus dilinde eğitim alması ve bütün ders kitaplarının Rus alfabesi temelinde yazılması kararları alınmıştır. Bilinçli olarak alınan bu kararla birlikte, Rus İmparatorluğu’nun egemenliği altına giren Türk halkları anadillerinden mahrum bırakılmış, atalarının dil ve köklerinden koparıldıkları için de gelecek kuşakların kendi tarihini ve edebiyatını öğrenmesine olanak tanınmamıştır. Misyonerlerin çabasıyla emsali görülmemiş bu kararları kabul eden Çarlık Hükümeti, bu uzun soluklu adımların kötü sonuçlarının temsilciliğini yapmıştır.
Sınır bölgelerinde karma okulların ve eğitim kurumlarının açılması, misyonerlerin Rus İmparatorluğu’ndaki gayrı Rus halkları Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikasındaki nihai hedefin göstergesidir. Bu amacı iyi bilen ve gören biri olarak Avezov: “… Bu kiliseyi ‘misyon’ olarak adlandırıyorlar… Beyaz kilisenin yanında da ayrıca bir okul var.” şeklinde ifade etmiştir. Sadece cümlelerin özüne bakarak yazarın vermek istediği derin gizli düşünceleri anlamak mümkündür. Bu düşünceler olmadan Kazak bozkırlarında yürütülen yerel halkın Ruslaştırılması yönündeki misyonerlik politikasının çok yönlü gerçeklerini anlamak güçtür.
Misyonerlerin talebiyle Rus-yerli karma okulların açılması, Müslüman okul ve medreselerine karşı ideolojik bir araç olarak hükümet tarafından her şekilde desteklenmiştir. Türkistan’da bu tür okulların kurucularından olan Rus âlimlerden biri: “… Türkistan’da Rus okullar vasıtasıyla Ruslaştırma politikasının yürütülmesi amaçlanıyordu.” şeklinde ifade etmiştir.[29 - Kaufmankiy sbornik. (1910). Moskva, 140.]
Vali Kaufman, Perovsk ilçesindeki Kazaklar için açılan okulların açılışına bizzat katılarak Rus ve Kazak çocuklarının birlikte, karma okullarda okuması talebinde bulunmuştur. Kaufman, Kazak çocuklarının Rus akranlarıyla yakın iletişim kurmasıyla, Kazak okulları üzerinde hâkimiyet kuracak olan Rus okullarının ruhunu daha hızlı benimseyeceklerini bilmektedir. Aynı zamanda Kazak çocukları zihniyet olarak Hristiyanlaşmaya hazır olacak, kendi halkının manevi köklerinden koparak halkının kaderine kayıtsız kalacak ve kendi akrabalık bağlarını hatırlamadan büyüyeceklerdi. Kaufman gelecekte anne olacakları ve misyoner ruhunda çocuk yetiştirecekleri için özellikle Kazak kız çocuklarının eğitimlerine büyük özen göstermiştir. Ancak çoğu vatandaşımız hala kökeninin sorunlarını, Kazakistan’daki karma okulların Ruslaştırma politikasının bir yansıması olduğunu ve Kazak bozkırlarında Çarlık Hükümeti ve misyonerler tarafından yürütülen çalışmaları bilmemektedir. Akademisyen Amanoşvili’nin de ifade ettiği gibi, bu okullar millî ruh ve köklerinden kopan nihilist niyetli bireyler yetiştiren niteliksiz okullardır. Bu okullar hala ulusal güvenliği tehdit ettiği için, bu sözleri önemsemiyor ve ısrarla yanlış misyonerlik düşüncesinin ürünü olan karma okulların, enternasyonalizmin bir örneği olduğunu savunuyoruz.
Misyoner ilim adamları öğretmen yetiştirme faaliyetine çok özen göstermiştir. Bu süreçte Moskova ve özellikle de Kazan İlahiyat Akademisi son derece önemlidir. Kazan İlahiyat Akademisi’nde İlminski’nin bölüm başkanlığını yaptığı Müslümanlık karşıtı bir bölüm açılmıştır. Sonradan bu bölüm Türk-Moğol dilli halklar için açılmış karma okullara kadro hazırlama merkezine dönüştürülmüştür.
İnsanları gelecekte misyonerlik faaliyetlerinde kullanabilmek için, yerli nüfusu dinî personel olarak yetiştirme aşamasıyla yakından ilgilenilerek erkek ve kadın manastırlar açılmıştır. Örnek vermek gerekirse, 1881’de Issık Göl’de Kazak ve Kırgız erkek öksüz çocuklar için manastır açılmıştır. Bu amaç için Moskova, Taşkent ve Vernıy’da bulunan dinî merkezler gerekli finansal yardımı sağlamıştır. Yedisu valisi Kolpakovski bu manastıra büyük özen göstererek, manastırın ihtiyaçları için gerekli maddi desteği her şekilde sağlayacağını resmî olarak bildirmiştir. Bu manastırların gelecekte geniş çaplı misyonerlik faaliyetlerinin merkezi olacağı anlaşılmaktadır. Manastırlar aracılığıyla halk ile çalışma deneyimi elde edilmiştir. 1893’de İslam inancının güçlü olduğu Taşkent yakınlarında bulunan Nikolayevka’da dahi Özbek ve Tacik kızlar için manastır açılmıştır. Çarlık Hükümeti’nin Kazak topraklarında yürüttüğü faaliyetlerden haberdar olan Avezov, ‘Üstat Şair’ romanında: “… ‘Kutsal misyonerlik’ adı altında Kazak öksüz çocukları Hristiyanlaştırmak ve eğitmek için planlar yapılıyordu.” şeklinde belirtir. Yazar, dönem şartları sebebiyle Kazak topraklarında Çarlığın ve misyoner gücün gerçekleştirdiği haksız faaliyetlerden kısaca bahsetmiştir. Yazarın çalışması ayrıntılı olarak incelenmeden bir çıkarım yapmak oldukça güçtür. Bu nedenle yazarın verdiği ipuçlarının altında Çarlık Hükümeti’nin kamuoyundan özenle sakladığı büyük gerçek yatmaktadır.
Karma okullar, kiliselerin yanında açılan dinî okulların kontrolü altındaydı. 1871’de Vernıy şehrinde Çar’ın bizzat emriyle Türkistan için piskoposluk kürsüsü açılmıştır. 1872’de ise yine aynı yerde misyonerlik faaliyetlerini aktif bir şekilde yürütebilmek amacıyla başpiskopos konutu açılmıştır. Bu karar Kazakları Hristiyanlaştırma çalışmalarını güçlendirmek amacıyla Moskova Diyanet İşleri Başkanı Vladimir’in talebiyle alınmıştır. Bu talep doğrultusunda, 11 Aralık 1901’de Vernıy’da şehrin nüfuzlu memur ve tüccarlarından oluşan misyoner piskoposluk komitesi kurulmuştur. Komite, bölgedeki misyonerlik propagandası çalışmasını hızlandırmıştır. Komitenin amacı, papaz V. Ya. Yakovlev’in 1902’de Vernıy’da yayımlanan ‘Türkistan’ın Kilise Hayatı Tarihçesinden’ (Из истории церковной жизни Туркестана) adlı kitabında ifade edilmiştir: “… Burada her Ortodoks Hristiyan misyoner olmakla yükümlüdür… Biz Ruslar, bu nüfusun içine gerçek dinî yaşamın temelini yaymalıyız.” Şerhan Murtaza ‘Kızıl Ok’ (Красная стрела) romanında, cezaevi müdürü Prihodko’nun küçük Turar’ı piskoposluk komitesinin talebi doğrultusunda zorla Hristiyanlaştırma yolundaki çabası sade bir dille anlatılmıştır.
1867’de Kazak bozkırlarında ‘Yeni Düzen’ uygulaması adı altında Rus-yerli karma okullar açılmaya başlanmıştır. Misyonerler, çocukluktan itibaren Rus çocuklarla büyüyüp eğitim alarak yakın temasta bulunan Kazak çocuklarının, Hristiyanlaşma ve Ruslaşmaya daha hızlı yöneleceklerinden emindir.
Çarlık Hükümeti Kazak kızları için okulların açılması faaliyetiyle daha çok ilgilenmiştir. Bunun sebebi 1860-1872 yılları arasında Kalmuk kız çocukları için açılan okulların, yerli nüfusun daha hızlı Hristiyanlaştırılması ve Ruslaştırılmasında son derece etkili olmasıdır. Sonuç olarak, kabul gören bu deneyim, bugünkü Kazakistan topraklarında da uygulanmış ve misyonerler büyük bir istekle Kazak kız çocukları için okul açma işine yönelmişlerdir.
Misyonerin önem verdiği bir diğer konu kitle iletişim araçlarıdır. Halk arasında misyonerlik düşüncesini yaymak amacıyla özel derleme, gazete, dergi, çeviri kitapları yayımlama işi organize edilmiştir. Özellikle Kazak bozkırlarında hızla yayılan Ortodoks kilisesinin kutsal kitapları Kazakçaya çevrilmiştir. 1860-1917 yılları arasında Ortodoksla ilgili kutsal sayılan 72 kitabın Kazakçaya çevrilmesi boşuna değildir. Buna ilaveten İlminski, Katarinski, Alektorov, Vasilyev, Voskresenski, Levşin Rus alfabesi temelinde kitap yazma işiyle meşgul olmuştur. Türk dilli halklar arasında Ortodoksluk propagandasını arttırmak için, misyonerler tarafından 2 Haziran 1847’de Kazan İlahiyat Akademisi’nde İlminski’nin başkanlığını yürüteceği Çeviri Komitesi kurulmuştur. İlminski, Çarlık İmparatorluğu’ndaki Türk dilli halklara Ortodoks dininin kutsal kitaplarını tercüme etme ve çok miktarda yayımlama işinde rol almıştır. Bu süreçte, İlminski’ye çok güvenen, inanan öğrencileri ona yardımcı olmuştur. Örneğin, Ibıray Altın-sarin okulunda öğretmenlik yapan Fedor Demyanoviç Sokolov, İlminski’nin güvenilir öğrencilerindendir. Sokolov’un 24 Kasım 1893’de Orenburg ve Ural eyaletinin piskoposu Makarin’e yazdığı mektubunda dikkat çeken unsurlar vardır. 1887-1892 yıllarında Torgay’daki okulların müdürlüğünü yapan Altınsarin’in vefatının ardından, Sokolov geçici olarak bu okulun müfettişliğini yapmaya başlamıştır.
Sokolov ve Altınsarin 1886-1889 yıllarında sık sık mektuplaşmıştır. Sokolov, Ibıray’ın okullarında kendini örnek bir öğretmen gibi göstermiştir. Altınsarin’in ona yazdığı beş mektup muhafaza edilmiştir. Sokolov’un yetiştirdiği ilk Kazak gazeteci M. Seralin, Altınsarin’in vefatının ardından işini yapmaya devam etmiş, çok geçmeden geçmişteki ideallerinden vazgeçerek aktif misyonerlik faaliyetleriyle ilgilenmeye başlamıştır. Eskiden Kostanay olarak adlandırılan Nikolayevka’daki şehir kilisesinde başrahip olarak göreve başlamıştır. O dönemde Kazan İmparatorluğu’nun misyonerlik politikası merkezine dönüştürülmesi sebebiyle hem bütün misyonerler hem de öğretmen kadroları Kazan İlahiyat Akademisi’nde yetiştiriliyordu. Onlar, Türk dilli halklar arasındaki misyonerlik hareketinin çekirdeğini oluşturuyordu ve çalışmaya aktif olarak katılmak zorundaydı. Başpapaz A. İ. Makarov: “… Bizler öğretmen, onlar ise öğrenciler. Onlara öğretirken, onlarla yakınlaşırken kendimizi ve içimizdeki Rus ve Ortodoksluk ruhunu gizlememeliyiz. Tekrarlıyorum, Rus Ortodoks, her zaman ve her yerde Rus olarak ve Ortodoks olarak kalmalıdır.” şeklinde yazmıştır.[30 - Ostroumov N. P. (1904). Otçet Turkestanskoy uçitelskoy seminarii za XXV let yeyo suşçestvovaniya. Taşkent, 5.] Bu şekilde başpapaz, Puşkin’i örnek göstererek misyoner ilim adamları ve kilise çalışanlarının ideolojik yapısını ortaya koymuştur.
Kazakların arasına giren, onlara Kazakçaya çevrilmiş Ortodokslukla ilgili kutsal kitapları okuyan Sokolov, doğrudan dinî propaganda faaliyeti yürütmüştür. Sokolov, Tatarların Kazaklar üzerindeki güçlü dinî etkisinden memnuniyetsizlik duyduğunu ifade etmiş, Tatarların Kazak topraklarından çıkarılması talebinde bulunmuştur. Raporunda 1892 yılının Mayıs’ında Nikolayevka’da yirmi bir Kazak ve iki Tatar’ı vaftiz ettiğini ifade etmiştir. Ayrıca, 1893’te Torgay eyaletinin Dombar bölgesinden üç Kazak, Keneral bölgesinden Kanipa Cumatova isimli Kazak kız, Arakarağay bölgesinden iki, Sirderya eyaletinin Perovsk ilçesinden iki, Akmola eyaletinin Kuşburun bölgesinden de bir Kazak’ı vaftiz ederek, onlara Rus ad ve soyadı verdiklerini coşkuyla bildirmiştir. Avezov’un otosansür uygulanmış yazısında yer alan: “… Mekeş yerine Mikail (Mişka) adını aldı.” cümlesinden misyonerlik politikasından somut sonuçlar elde edildiği anlaşılmaktadır.
Görüldüğü üzere misyonerler, gayrı Rus halkları Hristiyanlaştırmayla yetinmeyerek, vaftiz edilmiş kişilere Rus ad ve soyadı vermeye çok önem göstermiştir. Bu, Kazaklar için büyük önem taşıyan soyağacını insanların bilincinden tamamıyla çıkarmak istemeleri maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Böylelikle misyonerler, yeni vaftiz edilmiş kişileri onların iradesine tabi kılmak amacıyla, insanların bilincinden tarihsel hafızalarını silmeyi amaçlamıştır. Burada, Stalin’in opera sanatçısı Krause’nin konserinde bulunduğunu, konseri çok beğendiğini ancak şarkıcının Türk olduğunu öğrenince soyadını değiştirmek istediğini hatırlatalım. Misyonerlik fikrine uydurmak için mi, İlahiyat okulunda okuduğu için mi, yoksa başka bir sebepten midir bilinmez, Stalin sanatçıya Krause Petrov adını vermiştir. Bu bir rastlantı değildir ve öncesinde buna benzer bir örnek yine yaşanmıştır. Stalin, Gürcü Askeri Komitesi’nin üyelerinden biri olan Türk şair ve devrimci Ömer Faik’ten soyadını Rusça olarak değiştirmesini talep etmiş ancak reddedilmiştir. Buna karşılık şair kurşuna dizilmiştir. Ahıska Türklerinin, zorla Orta Asya ve Kazakistan’a sürgün edilmesi konusunda neyin esas alındığını anlamak güçtür. Bu gerçek, doğrudan Stalin’in emriyle Türk dilli halkların asırlardır kullandıkları alfabelerinin Rus alfabesiyle değiştirildiğini göstermektedir.
Alektorov’un kitabında Sokolov’un iki çalışması mevcuttur. Yazarlar, onun misyonerlik düşüncenin propagandasını yaptığını ve yaymak için hizmet ettiğini saklamamıştır. Başka bir deyişle, Sokolov, Altınsarin’in okulunda koyun postuna bürünmüş bir kurt gibi, kendisini karma okul öğretmeni gibi göstererek, halka zarar veren politikasını yürütmüş ve sezdirmeden gizli misyonerlik görevini yerine getirmeye çalışmıştır.
Avezov’un 1951’de yayımlanan ‘Üstat Şair’ romanında generalin “… Misyoner İlminski, Ostroumov, eğitimci ve nüfuz sahibi Alektorov, Ortodoks kilisesinin eğitimli ve aydın temsilcileridir.” sözleri bilgi verir niteliktedir. Yazar, Kazak halkının yabancı olduğu ideolojinin ve misyonerlik düşüncesinin maskesini düşürme niyetindedir. Ancak, şartlar sebebiyle kendi çalışmasına otosansür yapmak zorunda kalmıştır. Kişilik kültü döneminde, yazar sürekli fiziksel zarara uğrama tehditleri almıştır. Bu nedenle, sıklıkla kendi çalışmalarına otosansür uygulamak zorunda kalmış ve okurlara Kazak halkının Ruslaştırılmasında eski ve yeni dalganın zararlarını iletebilmek için otosansürü bir araç olarak kullanmıştır. Elbette o yıllarda baskı korkusu altında yaşamış büyük bir ülkenin acısını hissetmemek mümkün değildir. Kişilik kültü döneminde Avezov’un Kazak topraklarındaki misyonerlik hareketinden bütün açıklığıyla bahsedemediği anlaşılmaktadır. Eğer yazar, çok iyi bildiği ve bilimsel bakış açısıyla zararlarını iyi anladığı sömürgeci iktidarın politik amaçları hakkındaki gerçekleri yazmaya karar vermiş olsaydı, Stalin tarafından tekrarlanan sorunlara mutlaka değinmek durumunda kalırdı. Örneğin, Çarlık Hükümeti, Türk dilli halkların asırlar içinde oluşturdukları alfabesini Rus usulüne dönüştürmeye, halkları Hristiyanlaştırmaya ve Ruslaştırmaya çalışmıştır. Amiral Potemkin Çariçe Yekaterina’ya Kırım’dan Tatarların çıkarılması konusunda fikir vermiş ancak General Yermolov Kafkas’ın Müslüman halklardan temizlenmesi ve sonunda İmparatorluğun mülküne gireceği için bu halkların Rus göçmenlerle sömürge topraklarına yerleştirilmesi teklifinde bulunmuştur. Çarlık Hükümeti’nin yüzyıllardır süren bu çabasının 1930’larda Stalin tarafından gerçekleştirilmesi oldukça garip ve düşündürücüdür.
Yazar bu durumla ilgili her şeyi biliyor olmasına rağmen yazma vaktinin henüz gelmediğini düşünmüştür. Ancak, gelecek kuşakların vatanlarında yaşananları bilmeleri için kinayeli ifadeler ve otosansürle gerçeği anlatmıştır. Yazarın hayatına bile mal olabilecek bu cesaretinden dolayı teşekkür etmek gerekir. Avezov zamanından günümüze kadar, bilimsel çalışmalarda ve ders kitaplarında, Orta Asya Cumhuriyetleri ve Kazakistan’ın kitle iletişim araçlarında misyonerlik hareketinin önemli ideologlarından İlminski, Ostroumov, Alektorov vd. enternasyonalizmin iyi niyetli ve aydınlanma amacını gözeten kişiler olarak methedilmiştir. Başka bir deyişle, onların öğretme propagandası devam etmiştir. Dolayısıyla, bu soruna değinmek ve bütün gerçekleri yazmak fayda yerine zarar verebilirdi. Avezov ‘Abay Yolu’ üçlemesinde başlangıçta İlminski, Ostroumov, Alektorov’u önemli misyoner ilim adamları olarak adlandırmış olsa da bu düşüncesinin tehlikeli olduğunu düşünüp bilinçli olarak otosansür uygulamıştır. Başka bir deyişle, tanınmış misyoner ve monarşist ilim adamları İlminski, Ostroumov, Alektorov ve en kıymetli fikirlerini kinayeli ifadelerle iletmiştir.
Avezov’un ulaştırmak istediği bilginin özü, akademisyen A. N. Kononov’un sözlerinde saklıdır:

“… Rus İmparatorluğu’nun doğu bölgelerinin siyasi ve ekonomik yönden iskânı için, öncelikli olarak ‘ideolojik özümseme’ yoluyla orada yaşayan milletleri Ortodoks kilisesine çekmek gerekmektedir. Bu sorunun çözümünü, bulunacakları bölgenin dilini öğretmek ve yaşam tarzını, gelenek-göreneklerini tanıtmak için özel eğitim kurumlarında ders alan Ortodoks misyonerleri üstlenmiştir.”[31 - İstoriya izuçeniya tyurkskih yazıkov v Rossii. (1982). Moskva, 207.]
Kutsal Sinod, Kazak bozkırları ve Türkistan bölgesinde sömürge altına alınmış gayrı Rus halkların ‘ideolojik özümseme’ yoluyla eğitilmesi için, devlet seviyesinde Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma görevini misyonerlerin gerçekleştirmesi fikrini desteklemiştir. Bu sebeple devlet, misyonerleri hazırlamak için dinî eğitim kurumları açmış, yeterli miktarda yayın ve maddi kaynak desteği sağlamıştır. Bu şekilde misyonerler toplumda saygı görmüş, devlet tarafından desteklenmiş ve ‘vatansever’ olarak adlandırılmışlardır.
Kazan şehrinde, çok sayıdaki kadroları misyonerlik kitlesine geçirme amacıyla Papaz Okulu 1797’de İlahiyat Akademisi’ne dönüştürülmüştür. Bu karar, Çarlık Hükümeti’nin ‘ideolojik özümseme’ tanımına hangi önemli politik anlamı yüklediğine tanıklık etmektedir.
Çar sömürgecileri, misyoner ilim adamlarına önemli bir görev vermiştir; maneviyatlarını anlayabilmek için misyonerler, hâkimiyeti altına aldıkları gayrı Rus halklarının din, dil, edebiyat, folklor, gelenek-görenek, dünya görüşü, tarih, etnografik ve psikolojik özelliklerini her yönüyle ve derinlemesine öğrenmekle sorumluydular. Türk dilli halklar konusunda uzmanlaşan ve tam bir misyoner örneği olan İlminski, Ostroumov ve Alektorov uzun yıllar yorulmadan bu alanda emek vermiştir. Otuzlu yılların sonunda toplumda dinî bütün eğitimci ilim adamları ve halklar arasındaki dostluğun pekiştirilmesine fazlasıyla katkıda bulunan öncü düşünce adamları olarak nitelendirilmişlerdir. Bu görüş topluma öylesine sinmiştir ki, toplum bu sahte görüşle büyüdüğü için bugüne kadar silmek mümkün olmamıştır.
Avezov, misyonerlik kavramının Kazak toplumuna getireceği tehlikenin bilincinde olduğu için, bu sahte ve suni anlayışı kabul etmemiş ve bu yanlışa karşı topluma uyarıda bulunmuştur. Okurların büyük çoğunluğu misyonerleri ismen tanıyor ve onların ‘dostane sarılmalarını ve aydınlatma girişimlerini’ biliyorlardı. Ancak halkın hepsi Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma gibi gizli fikirlerden haberdar değildi. Bu sebeple Avezov, halkı bilinçlendirmek ve halkı uyandırma çabasına girmiştir.
Nikolay İvanoviç İlminski 1822’de Penza’da papaz bir ailede dünyaya gelmiş ve dinî bir çevrede büyümüştr. 1846’da Kazan İlahiyat Akademisi’ni bitirerek Müslümanlık Karşıtı Bölüm’ün başına geçmiştir. Akademide Arap ve Tatar dillerinin yanı sıra İlahiyat dersleri de vermiştir. Dinî bilgisini geliştirmek ve tecrübe kazanmak maksadıyla Suriye ve Mısır’a gitmiştir. 2 Temmuz 1847’de misyonerlik fikirlerinin gerçekleştirilmesi amacıyla Kazan’da özel bir ‘Tercüme Komitesi’ açılmış ve bu komitenin yöneticiliğini yapmıştır. İlminski burada, Ortodoksluğun kutsal kitaplarını, himayesi altına aldıkları halkların diline çevirme faaliyetiyle ilgilenmiştir. Komitenin kadrosunda deneyimli misyonerlerden N. Ya. Bliznovski, E. A. Malov, V. T. Trofimov, papaz N. N. Ostroumov, N. İ. Zolotnitski, İ. Ya. Yakovlev, N. A. Bobronikov, V. V. Katarinski yer almıştır. Misyonerlerin çevirisini yaptığı 307 kitaptan 288’i dinî kitaplardır. Tatar ilim adamı A. Karimullin bunu ispatlamıştır. Çevirisi yapılan çalışmaların günlük hayatta gerekli olabilecek tarih, matematik, coğrafya konularını içermemesi komitenin misyonerlik hedeflerini kanıtlamaktadır. Bunun dışında 5 Ocak 1847’de Kont Protasov Ortodoksluk dinine yönelik kitapların Tatar diline çevrilmesi için özel emir çıkarmıştır. Bu sorumluluk gerektiren işte İlminski görevlendirilmiştir.
İlminski 1858 yılından itibaren üç yıl boyunca Orenburg Sınır Komisyonu’nda çalışmış ve Kazaklar arasındaki misyonerlik çalışmasını aktif bir biçimde yürütmüştür. Kazaklarda dinî fanatizmin olmadığını, Kazakların daha çok atalarının gelenek-göreneklerine bağlı olduklarını düşünmektedir. Bu sebeple onlara Ortodoksluğu kolaylıkla empoze edeceği kanaatindedir. Sadece İlminski değil Rus ilim ve misyoner camiası da aynı görüştedir.
İlminski, Orenburg bölgesinde yaşayan Kazakların hayatlarını ve gündelik yaşamlarını iyi bilmektedir. Gazeteci A. Solntsev ‘Bukey Ordası Kırgızlarının Dinî ve Ahlaki Yaşamları Üzerine’ (Из религиозно-нравственной жизни киргизов Букеевской орды) başlıklı makalesinde: “Kazakların Hz. Muhammed’in kanunlarına olan ilgisizlikleri, İslamiyet’in henüz bu topraklarda oluşmadığını, beyinlere giremediğini göstermektedir. Dolayısıyla, Kazak toprakları Rus misyonerlerin faaliyetleri için en yüce topraklar sayılabilir.” şeklinde belirtmiştir.[32 - Astrahanskaya Yeparhialnaya Vedomost. (1890). № 8, 11.] Bu bozkırlarda yaşayanların özelliklerini iyi bilen İlminski, Orenburg’da bulunduğu dönemde kesin olarak Kazak bozkırlarında kalmaya karar vermiştir. Konuyla ilgili olarak en yakın arkadaşı P. S. Savelyev ile düşüncelerini paylaşarak, önceden özel ilgi duyduğu Tatarları sevmeyi bıraktığını, artık kalbinin Kazaklara ait olduğunu ve fikir olarak Kazan’dan ayrılarak Ural’a yöneldiğini yazmıştır.[33 - Vıtebskiy, V. N. (1892). İlminski. Kazan, 8.]
Rus İmparatorluğu’nun sömürgesi altına giren Türk halkları arasında Kazaklar hem sayı hem de toprak genişliği bakımından diğerlerinden büyüktür. Bu nedenle gelecekte Kazak halkı, ideolojik özümseme açısından büyük kazançlar vadediyordu. Üstelik manevi köleliğe giden yolu da açıyordu. Bütün bu ayrıntıları dikkate alan İlminski, misyonerliğin menfaati için büyük bir istekle eğitim işlerine koyulmuştur. Ona göre bu işin çözümü, Kazakların Tatarların manevi etkisinden kurtulması ve Arap alfabesinin Rus alfabesiyle değiştirilmesidir. Uygulanan politikayı iyi çözümleyen Ahmet Baytursunov:

“Kazaklar, dinin henüz tam olarak olgunluğa erişmediği, yarı Müslüman bir halktır. Çarlık Hükümeti, bu halkın kolaylıkla Müslümanlıktan Hristiyanlığa döneceğini düşünmüş ve Kazaklarla Nogaylar[34 - ÇN: Orta Asya’da, Tatarlar Nogay şeklinde adlandırılmaktadır.] arasında bölücülük yapmak maksadıyla iki halk arasında huzursuzluk çıkarmaya karar vermiştir. Bu nedenle Kazak çocuklarına eskiden olduğu gibi Nogayca yerine, Rusça eğitim verilmesi politikası uygulanmıştır. Hükümet, Kazak ve Nogaylar’ın birbirini anlamalarına mâni olmak için Kazak çocuklarına okullar açmış, Nogaylar Arap alfabesini kullanmaya devam etmiş ve Kazak dilindeki ders kitapları Rus alfabesiyle basılmıştır. Ruslar ve Nogaylar Kazakları kendi tarafına çekmeye çalışırken Kazaklar, Rusça yazılmış edebi eserler aracılığıyla Avrupa halklarının edebiyatı ile tanışmıştır.”[35 - Baytursunov, A. (1989). Proizvedeniya, Stihotvoreniya, perevodı, issledovaniya. Almatı, 262.]
Yazar bu sözleriyle Çarlık Hükümeti’nin gizli oyunlarına karşı okurun gözlerini açmaktadır. İlminski, niyetini sorunsuzca ve gizlice gerçekleştirebilmek amacıyla Kazaklar arasından uyumla çalışabileceği insan arayışına başlar. 1861’de profesörlüğe terfi eden İlminski’ye Ural, Sibirya, İdil ve Kazak bozkırlarındaki sömürge halklarını Hristiyanlaştırma görevi verilir. Rus alfabesi temelinde yeni yazı modeli hazırlamakla işe başlayarak bu modeli uygulama işine girişir. 1872’de kesin olarak Kazan İlahiyat Akademisi’ndeki görevini bırakarak, tamamen misyonerlik işine geçer. 1862-1867 yıllarında Rus alfabesi kullanarak misyonerlik kurallarını konu alan Tatar dilinde yedi kitap çıkarır.
1872’de Kazan şehrinde öğretmen okulu açılmış fakat sonrasında misyonerlerin manevi merkezine dönüştürülmüştür. Okul müdürlüğü görevine İlminski tavsiye edilmiştir. Tanınmış Tatar bilim adamı A. Karimullin, bu ayrıntıya dikkat çekerek misyonerlik yolunda İlminski’nin asıl amacını şu sözlerle ifade etmektedir: “… Böylelikle misyoner kadrosunun hazırlanması işi İlminski’ye verildi… Burada, Rusya’nın bütün bölgeleri için misyoner yetiştiriliyordu.”
İlminski 1881’de P. P. Maslovski’ye yazdığı mektubunda Rusya’daki halkların millî bilinçlerinin uyanması konusunda endişe duyduğunu ifade etmiştir. İlminski, gayrı Rus halklara askeri liselerin, yüksek ve orta öğretim kurumlarının kapılarının açılacağından korkmuştur. Misyoner ilim adamı, bunu Moğol istilasından daha kötü bir olay olarak değerlendirerek, sıradan halkın ilköğretim seviyesinde eğitim almasına dahi karşı olduğunu belirtmiştir: “… Okullarda okuma-yazma, imla ve dilbilgisi tamamıyla gereksiz. Rus olmayan halkların okulları için ise zararlı ve tehlikeli.”
İlminski’nin Türkoloji ve Pedagoji alanlarındaki bütün eserleri sadece misyonerlik amacına yöneliktir. Türkoloji alanında yetenekli olmasına rağmen, bütün gücünü, bilgisini, çabasını misyonerliğe yöneltmiştir. Bu nedenle akademisyen Kraçkovski onun çalışmalarını bilimsel açıdan şu şekilde değerlendirir: “… Kazan okulunun seçkin temsilcisi, parlak bir Türkolog-Arap dili uzmanı olan İlminski, gayrı Ruslar arasında misyonerlik faaliyetleriyle derinlemesine uğraştığından Arap diline ve Türkoloji’ye yeterli hizmeti verememiştir.”
Teori ve uygulamada İlminski’nin misyonerlik inancıyla gerçekleştirdiği eğitim faaliyetleri dikkate alınacak olunursa, onun tutkulu bir anarşist ve sömürgeci olduğu ortaya çıkmaktadır. İlminski’nin yaşamı ve çalışmalarını araştıran Profesör V. M. Gorohov, İlminski ile ilgili olarak: “… Eğitimci misyoner, Ruslaştırma faaliyetlerinde tutarlı ve Çarlık Hükümeti’nin sömürgecilik politikası yanlısı” şeklinde yazmıştır.[36 - Reaktsionnaya şkolnaya politika tsarizma v otnoşenii tatar. (1941). Kazan, 37.] Aynı görüşü tarihçi A. N. Grigoryev İlminski’nin eğitim sahasındaki gericiliğini ve dünya görüşünü sert bir biçimde eleştirmiştir.[37 - Materialı po istorii Tatarin. (1948). 39.] Ancak İlminski, 1937 baskı dönemine kadar Kazakistan basınında muhafazakâr dünya görüşünü savunan misyoner olarak değerlendirilmiştir. Sonrasında onun hakkındaki gerçeklerin üstü örtülmüştür. Eleştiri yeteneğine sahip dünya görüşü olan aydınların öldürülmesiyle İlminski’nin gerçekleştirdiği faaliyetler ve aslı olmayan gerçek dışı hizmetleri takdir edilmeye başlanmıştır. Bu duruma rağmen tarihi gerçeklerin öğrenilmesi yönünde bir adım atılmamış ve bilim insanı, tarihçi, dilci, edebiyatçı ve gazeteciler, çağının gerçekleriyle bağlantılı olan eleştirilerden imtina etmişlerdir. Bilim insanlarının aksine, Güney Kazakistan bölgesi, Lenin semti, Jana Bazar köyünün yaşlısı Aben Sıbanoglu, 25 Aralık 1963 tarihli el yazısıyla şunları ifade etmiştir:

“… 1865’te Kazaklarla Ruslar birleştirildiğinde Kazakların arasına sözde muhafazakâr biri girdi. Bu kişi, Kazakların Müslüman olmadığı, onların daha çok Şaman oldukları ve Kazakları Rus dinine dönüştürmenin kolaylığı konusunda hükümeti inandırmaya çalıştı. Hükümetin bu tür faaliyetleri halk arasında huzursuzluğa sebep oldu. 1869’da halk bu durum karşısındaki memnuniyetsizlikleri dile getirdiler.”
Bu bilgilerle yazar, Kazakların Hristiyanlaştırılması girişiminin gerçeklerini gün yüzüne çıkarmaktadır. Bunun yanı sıra, Kazaklar Çarlık Hükümeti’nin yürüttüğü misyonerlik politikasına karşı rahatsızlıklarını dile getirmiş, toplumda İslamiyet’in üstünlüğüne ve doğuşuna dair söylenti ve efsaneler artmıştır. Aynı zamanda, yazarın dildeki bozukluğu da misyonerlikle ilişkilendirdiği hissedilmektedir.
Günümüzde Kazak topraklarının açık ya da gizli kalmış her köşesinde Çarlık Hükümeti’nin bölge ahalisini Ruslaştırma politikasına karşı eylemler olmuştur. Misyonerlerin yaptığı çalışmalar bu duruma tanıklık etmektedir. Kazak topraklarında, Çarlık Hükümeti’nin sömürge politikasına şüpheyle yaklaşan, özellikle de yerel halkın Hristiyanlaştırılmasına ve maneviyatına saldıranlara karşı bu oluşumun karşısında durmaya çalışan bilinçli kişilerin sayısı az değildi. R. Otarbayev’in ‘İki Keçe Çadırın Tarihi’ (Екі киіз үйдің тарихы) başlıklı makalesinde bu konuyla ilgili birtakım gerçekler sunulmuştur. Örnek verilecek olursa, edebi yakınlığı bulunan Ibıray Altınsarin ve Makaş Şoltıoğlu’nun altından keçe çadır maketi yaptığı ve Kazakların Ruslaştırılması politikasının durdurulması ricasıyla Çar’a hediye ettikleri tasvir edilmiştir.
Çar ile görüşmesinde Makaş, Kazakların Ruslaştırılmaması ve onların Müslümanlıktan koparılmaması yönündeki talebini dile getirmiştir. Sonraki hafta çarşamba günü iki memur gelerek: “Çar konak yaptırmanız için size bir miktar para ayırdı.” şeklinde konuşup vedalaşırlar. Makaş ve Otegali bu durumdan hoşnut kalmadan dönmüştür. Makaş’ın sözlerinden Çar’ın hediyeyi kabul ettiği, fakat Kazakların Hristiyanlaştırılması politikasından vazgeçmek istemediği anlaşılmaktadır. Reddetme amacının altında, Çarlık rejimi hayatta olduğu sürece bu politikadan vazgeçilmeyeceği görüşü yatmaktadır.
Tahrif edilmiş bilincin esirinde olmak Kazak edebiyatının zayıf taraflarından biridir. İlminski ve Altinsarin arasındaki ilişkiyi objektif olarak değerlendirmek yerine, bu ilişkiye misyonerlik ideolojisi tarafından bakılmaktadır. Dolayısıyla, bu zamana kadar bütün gerçeklerin ve hatta acı gerçeklerin üstü açılamamıştır. Altınsarin’in çalışmalarını inceleyen uzmanlar, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan yapay sloganlar yaymıştır. Yazarın Kazak edebiyatı tarihindeki gerçek değerinin bilinçli olarak açığa çıkmasını engellemek için çaba göstermişlerdir. Örnek olarak, Kazak bilim insanları bugüne kadar, Ibıray’ın Rus alfabesi temelinde ilk Kazak alfabesi oluşturduğu yalanından hala kopamamıştır. Gizlenmeye çalışılan bu tarihi gerçeğin bilinmesi gerekmektedir. Bunun için elbette bütün arşiv belgelerinin tekrar araştırılması, bilimsel analizlerin yapılması ve elde edilen sonuçların dönemin politik ve ideolojik koşullarına göre karşılaştırılması gerekir. Gerçek ancak o zaman gün yüzüne çıkacaktır. Altınsarin’in şahsi menfaati doğrultusunda, Orenburg’da açılan bir okulda eğitim gördüğü, Rusçaya teorik ve uygulamalı olarak iyi hâkim olduğu bilinmektedir. Altınsarin, halkın gözünü açma ve anadillerini koruyarak Avrupa’daki eğitim seviyesine ulaşmaları yolunda mücadele vermiştir. Hayallerini gerçekleştirmek için çabalamış, misyonerlik dünya görüşü çerçevesinde kabul ettirilen eğitim sistemini kabul edememiştir. Avezov bu konuda şunları yazmıştır:

“… O hem Müslümanlığın hem de Hristiyanlığın baskısı altındaydı. Müslümanlar, Kazak çocuklarını vaftiz etmek istediğini düşünerek ona iftiralar atıyordu. Resmî olarak ona yardım eden Hristiyan misyoner İlminski ise herkesi, bu okullar aracılığıyla Kazakların daha hızlı Ruslaştırılması fikrine inandırıyordu.”
Avezov’un bu görüşü hiçbir yerde yayımlanmamıştır. Rus sömürgeciler ve misyonerlerin aydınlatma siyaseti adı altındaki amaçlarının üstü örtülmeye çalışılsa da Altınsarin niyeti çözebilmiş ve Çarlık Hükümeti’nin uyguladığı politikaya korkuyla bakmıştır. Kostanay’ın karma okulunda öğretmen olan Sokolov, 23 Eylül 1889 tarihli günlüğünde şunları ifade etmiştir: “Altınsarin’in Nikolayev Kazaklarından düşmanları vardı. Bu kişiler Troitski hocalarının etkisi altındaydı. Ruslara hürmet ettiği ve Kazak çocuklarını Hristiyanlaştırma faaliyetine hizmet ettiği düşünülerek ondan nefret ederlerdi.” Altınsarin’in Kazak çocuklarını Hristiyanlaştırmak için değil, asıl amacının Kazakların Avrupa seviyesinde eğitim almaları için hükümetin açtığı karma okullardan yararlanmak olduğu anlaşılamamıştır.
İlminski, Rus İmparatorluğu’nun gayrı Rus halkları Hristiyanlaştırma politikasının, Kazak topraklarında kolaylıkla ve tehlike arz etmeden gerçekleşeceğine inanmış, Altınsarin’i de bu amaçlar için kullanmak istemiştir. 1869’da MEB’e yazdığı mektubunda şunları dile getirmiştir:

“Altınsarin, Kazaklar arasında okullar açar, Rus alfabesini kullanırsa ve bu işi Ruslar yapıyor dedirtmeden kendisi yürütürse, faaliyetin aslında Rus idarecilerin isteği olduğu Kazak halkına hissettirilmemiş olur. En önemlisi de bu yeni fikrin sahibi Altınsarin olarak gösterilmelidir.”
Altınsarin’in Rus alfabesi temelinde Kazak alfabesi oluşturan kişi gibi gösterilmesiyle, Kazakların bu yanlışa inanmaları amacı güdülmüştür. Kazak edebiyatçılar ve araştırmacılar bu zamana kadar yeni alfabenin Altınsarin’in fikri olduğunu yazmış ve yaymışlardır. Bu sorunun ayrıntılı olarak ve yeterli düzeyde araştırılmadığı görülmektedir.
İlminski’nin ikinci amacı, Kazakları Tatar din adamlarının etkisinden uzaklaştırmaktır. Bu amaca ulaşmak için Kazakların asırlardır kullandığı yazı dilinin Rus alfabesiyle değiştirilmesi gerektiğine inanmıştır. İlminski bu amaç için: “En gerçekçi yol Kazak alfabesinin Rus alfabesiyle değiştirilmesidir. Kazaklar Rus alfabesiyle yazmaya başladıklarında, kendi dillerinden kopmadan Ruslara yönelecek. Bu projeyi Rus idarecilerin hayata geçirmesi doğru olmaz.” şeklinde ifade etmiştir. İlminski, hükümet sömürgecilerinin yürüttüğü misyonerlik fikirlerinin Altınsarin’in görüşü olduğu düşüncesine büyük önem vermiştir. Devlet tarafından gizlice yürütülen siyasetin gerçekliği ile ilgili belgeler MEB’in yaptığı yazışmalarda görülmektedir.
1876’da Batı Sibirya valisinin İç İşleri Bakanlığı’na yazdığı raporunda: “Torgay eyaletindeki okulların müfettişi Altınsarin, Rus harfleriyle yazdığı Kazak halk şarkısı metnini bana teslim etti. Bizler Rus alfabesi temelinde Kazak dilbilgisi kitabı hazırlamalıyız. Bu işte İlminski görevlendirildi.” diye belirtmiştir. Buradan, Kazaklar için Rus alfabesini ilk oluşturan kişinin İlminski, bunu ilk uygulayan kişinin ise Ibıray Altınsarin olduğu anlaşılmaktadır.
İlminski’nin resmî olarak yardım talebi doğrultusunda, Millî Eğitim Bakanı Tolstoy’un şahsi emri üzerine Altınsarin, kendi eserlerini İlminski’nin ilkelerine uygun olarak Rus alfabesi temelinde hazırlar. Ayrıca, Petersburg’un tutucu ilim adamlarının, Altınsarin’in hazırladığı Kazak alfabesini hiçbir değişiklik yapılmadan kullanılmasını talep ettiği de unutulmamalıdır. Bu sebeple, Ibıray ve İlminski arasındaki ilişkinin neden diplomatik bir hassasiyet taşıdığına eleştirel bir gözle bakmak gerekir. İlminski, kendi misyonerlik hedeflerinde ve diplomatik çıkarlarında Altınsarin’i kullanmak için her şeyi yapmıştır. Üstünde siyasi baskı kurmuş, okul işlerindeki gereksinimlerini kullanmış, öğretmen modeli olarak onu etkisi altına almaya çalışmıştır.
Altınsarin, Kazakların eğitim işlerinde hükümetin güvenilir yüzü olan İlminski’nin otoritesini ve sözü geçerliliğini her şekilde kullanmaya çalışmıştır. Kuşku uyandırmamaya ve İlminski’nin misyonerlik görüşünden sakınmaya çalışmıştır. Yazışmalarda bu durum kendini göstermektedir. Mektuplarında, bilincinde var olan misyonerlikle ilgili gerçek düşüncelerini dile getirmemiş fakat imalarda bulunmuştur. Örneğin İlminski, Altınsarin’in Arap harfleriyle yazdığı ‘Şeriat-el İslam’ eserinin yayımlanmasına kesin olarak karşı çıktığında, Altınsarin itiraz etmiş, dinî içerikli bir kitabın Rus alfabesiyle basılmasının Kazakları rahatsız edebileceğini belirterek, halka karşı saygılı olunması gerektiği konusunda ısrarcı olmuştur.
Ibıray Altınsarin, sömürgeci hükümetin gayrı Rus halkları Ruslaştırma politikasını halkın Hristiyanlaştırılması yoluyla gerçekleştirdiğini biliyordu. Bu alanda yürütülen gericilik faaliyetleri hakkında bilgi sahibiydi. Altınsarin, Çarlık Hükümeti’nin XIX. yüzyılın ortasından itibaren Kazak topraklarında yürüttüğü yerel halkı Ruslaştırma politikasına direndiğini hissettirmiştir. Ayrıca, uygulanan yöntemlerle ilgili olarak: “Rusya halklarının yapay bir biçimde yakınlaşması bu zamana kadar başarıyla sonuçlanmamıştır. Tatar, Başkurt ve diğer halklar bunun en çarpıcı örneklerindendir. Bu sebeple Ruslarla Kazakların yakınlaşma meselesini doğal akışına bırakmak daha doğru olmaz mı?” şeklinde yazmıştır. Sözlerinden, halkların yakınlaştırılması politikasına ‘karşı’ olduğu anlaşılmaktadır. Aslında o, halkların zorlama olmadan kendiliğinden yakınlaşması taraftarıdır. Toplumun bütün alanlarının devlet tarafından desteklenen misyonerlerin kontrolü altında olması sebebiyle, devlet politikası seviyesinde yürütülen misyonerlik ideolojisi ile ilgili olarak elbette daha ayrıntılı ve açık bir biçimde fikirlerini ifade edememiştir.
İlminski, Rus olmayan halklar arasından Ibıray gibi ilim sahibi, yetenekli gençleri kendi misyonerlik hedeflerini hayata geçirmek maksadıyla kullanmıştır. Onun ne kadar tehlikeli, gerici bir ideolog ve Rus İmparatorluğu’nun koyun postuna bürünmüş bir kurt olduğunu gizlemenin mantığı yoktur. A. Karimullin’in yaptığı bilimsel çıkarımlara göre, misyoner hazırlamanın anahtarını elinde tutan İlminski, Rusya’nın bütün bölgelerine kadro oluşturmak için aktif bir biçimde çalışmıştır. Şartlara çabuk adapte olan, her halkın özelliğine göre yöntemler uygulayan ve misyonerlik politikasında değişiklik yapabilen İlminski, kendisini yetenekli bir ideolog olarak kanıtlamıştır. Örneğin, Tatar şair Yakov Emelyanov (1848-1893) Hristiyanlaştırılmış bir Tatar ailesinde dünyaya gelmiştir. 1864-1869 yılları arasında Hristiyanlaştırılmış Tatar Okulu’nda eğitim görmüştür. Okulu bitirdikten sonra İlminski, eğitiminin devamı için gönüllü yardım faaliyeti adı altında onu Kazan İlahiyat Akademisi’ne almış, eğitimini tamamladıktan hemen sonra papaz yardımcılığı rütbesine yükseltmiştir. Gençliğinden itibaren şiir yazıp yayımlamaya başlayan şairin yeteneğini, kendi görüşlerini yaymak amacıyla kullanmak için onu papaz mertebesine yükseltmiştir. Emelyanov, 1879’da ‘Hristiyan Bir Tatar’ın Dilinden Şiirler’ (Стихотворение на языке крещенного татарина) adı altında şiir koleksiyonu çıkarmış, toplumda tanınmaya başlamıştır. İlminski’nin vakfında saklanan belgelerde bu koleksiyonun: “Hristiyanlaşanların bilincini uyandırıp, Tatar ruhunu güçlendiriyor.” şeklinde yazılıdır.[38 - İstoriya tatarskoy literaturı. (1985). Kazan, 2-t, 465.] Bu sebeple Yakov Emelyanov, kilise papazlarının gözünden düşen kişiler arasına girmiştir. Kendi halkının sosyolojik huzursuzluklarını yazması sebebiyle misyonerler tarafından kınanmış, İlminski’nin taleplerini hayata geçirmemiştir. İlminski’yi etkileyen ‘Yolunu Kaybedenin Uyanışı’ (Шатасқанның оянуы) şiirini misyonerlik ruhuyla yazmasına rağmen, şair kendi halkına yönelerek onların acılarını da kaleme almıştır. Böylelikle öğrencisi İlminski’yi hayal kırıklına uğratmıştır.
İlminski, Tatarların Hristiyanlaştırılması sürecinde onu başarısızlığın beklediği yer olan Orenburg’a gelir ve Kazakların Hristiyanlaştırılması faaliyetinde çok dikkatli hareket etmeye başlar. Kazak topraklarına dönüşünün bir diğer sebebini kendi hayal dünyasında aramak gerekir. Yukarıda da ifade edildiği gibi, Kazakların Tatarlara kıyasla İslam inancının zayıf olduğu ve dinî fanatizme sahip olmadıkları yönünde toplumda yerleşmiş fikirler mevcuttur. Tanınmış gazeteci S. N. Yujakov, İslamiyet’in kökleştiği yerlerde asimilasyonun büyük bir sorun olduğunu yazmış, kullanılan alfabenin Rus alfabesiyle değiştirilmesini önermiştir. Kazakların İslam’a nispeten daha soğuk olduklarına dikkat çekerek, özellikle onlardan başlamayı teklif etmiştir: “… Kırgız okullarında da derhal bunu uygulamak gerekir. Burada bu yeniliğe engel olacak hoşgörüsüzlük ve Müslüman gelenekleri yoktur. Şüphesiz bu iş, kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleşecektir.” şeklinde belirtmiştir.[39 - Russkiy vestnik. (1891). Kn. 7-8.] İlminski’nin Kazak bozkırlarına hevesle gelip Altınsarin’i bulmasının nedeni, Kazak bozkırlarının onun misyonerlik amaçlarını gerçekleştirmesi için verimli topraklar olduğunu bilmesinden kaynaklıdır.
Muhtar Avezov’un eserinde Nikolay Petroviç Ostroumov’un adının geçmesi boşuna değildir. Avezov, Taşkent’te Orta Asya Devlet Üniversitesi’nde (SAGU) okurken Profesör Ostroumov’un çalışmalarıyla tanışmıştır. Ostroumov, bütün gücünü ve bilgisini Orta Asya halkları ve Büyük Cüz Kazaklarının Ruslaştırılması ve Hristiyanlaştırılması yönünde devletin yürüttüğü politik görevleri yerine getirmek için harcayan çok meşhur, tanınmış, deneyimli misyonerlerdendir. O da Kazan İlahiyat Akademisi’nden mezun olmuştur. Ostroumov bu yolları nasıl geçtiğini saklamayarak hocalarından gururla bahsetmektedir: “… Nikolay İvanoviç ve Efim Aleksandroviç benim akıl hocalarımdı. Gordey Semenoviç Sablukov ise akademinin son sınıfında danışmanlığımı yaptı. İslamiyet bilgimi adı geçen hocalara borçluyum.”[40 - Ostroumov N. P. (1899). Vospominaniya o missionerskom otdelenii pri Kazanskoy duhovnoy akademii. Kazan, 12.]
Ostroumov, Tambov eyaletinde dünyaya gelmiş ve buradaki İlahiyat Öğretmen Okulu’nu başarıyla bitirmiştir. 1886’da misyoner hocalarının davetiyle eğitim için Kazan İlahiyat Akademisi’ne başlamıştır. 1870’de okulu bitirir bitirmez İlminski’nin tavsiyesiyle Müslümanlık Karşıtı Bölümü’nün bölüm başkanı olarak göreve devam etmiştir. İlminski onun misyonerlik alanında yürüttüğü araştırmalardan, işlerden oldukça memnun kalmıştır. Öğrencisine büyük umutlar bağlayan İlminski, misyonerlik faaliyetlerini geniş çaplı yürütebilmesi için onu Türkistan bölgesine göndermiştir.
Ostroumov, Taşkent’e vardığında ilk iş olarak Yedisu ve Semerkant topraklarını dolaşarak, halkın günlük yaşamı ve manevi dünyasıyla tanışır. Türkistan bölgesinde farklı görevlerde bulunur ancak bir an bile asıl amacı olan, eğitim aracılığıyla halkı Ruslaştırma faaliyetinden vazgeçmez. 1883-1901 yılları arasında Taşkent Lisesi’nin müdürlüğünü, 1901’den 1917’ye kadar ise Türkistan Öğretmen Okulu’nun müdürlüğünü yapar. Bunun yanında 1883-1917 yılları arasında Ekim Devrimi’ne kadar 34 yıl boyunca Turkestanskaya Tuzemnaya Gazeta’sının baş editörlüğünü yapar.
Ostroumov’un temel araştırma alanı İslamiyet’tir. Çalışmalarının büyük çoğunluğu bu konuyla ilgilidir. Yazdığı kırk iki eserin hepsi misyonerlik açısıyla yazılmıştır. Ostroumov yerli din alimleriyle sıklıkla görüştüğü için İslamiyet’in tarihi ve içeriği hakkında yeterince kaynak toplamıştır.
Ostroumov’un ‘Müslümanlar Arasında Hristiyan Misyonerliğinin Tarihi ve Günümüzdeki Önemi’ (Историческое и современное значение христианского миссионерства среди мусульман) (Kazan, 1894); ‘Türkistan’daki Yerel Halkın Eğitimi Konusundaki Endişeler’ (Колебания во взглядах на образование туземцев в Туркестанском крае) (Taşkent, 1910); ‘İslam Bilimi’ (Исламоведение) (Taşkent, 1912); ‘Türkistan’daki Dinî Okulların 25. Yıldönümü Raporu’ (Отчет Туркестанской духовной семинарии за 25 лет ее существования) (Taşkent, 1900); ‘Arabistan ve Kuran’ (Аравия и Коран) (Kazan, 1899); ‘Sartlar’ (Сарты) (Taşkent, 1908); ‘Asya Göçebe Halkları Hristiyanlık İnancını ve Kültürünü Benimseyebilir mi?’ (Способны ли кочевые народы Азии к усвоению христианской веры и христианской культуры) (Taşkent, 1895); ‘İslam Bilimine Giriş’ (Введение в курс исламоведения) (Taşkent, 1914) vd. çalışmalarında yazarın temel ideolojisinin bütün yansımaları ve misyonerlik alanındaki mücadelesi görülmektedir. Ostroumov, sömürge altındaki halkların Ruslaştırılmasında asıl silahın okul ve eğitim faaliyetleri olduğunun bilincindedir. Bu sebeple, Kazaklarla Rusların tek bir din çatısı altında birleşebilmesinin bu okullar aracılığıyla mümkün olabileceğine inanmıştır. Ostroumov, Kazakların sömürgeciler tarafından yürütülen politikanın gizli amacını bir gün kavrayacaklarına ve politik açıdan tehlikeli bir güce dönüşebileceklerine dikkat çekmiştir. Diğer bilim insanları gibi Ostroumov da Kazakların kullandığı Arap alfabesinin Rus alfabesiyle değiştirilmesine ve hızlı bir şekilde Kazak yazı diline yerleşmesine büyük önem vermiştir. Profesör, kendi çıkarımları neticesinde, dinî bağlılıktan uzak olan ve maneviyatlarını temiz tutabilen Kazakları, İslam dünyasından, özellikle de Tatarların manevi ve dinî etkisinden, aynı zamanda Orta Asya’nın dinî işlerinden sadece bu tür tuzaklarla uzak tutulabilecekleri sonucuna ulaşmıştır. Konuyla ilgili olarak Petersburg Üniversitesi’ndeki raporunda şunları yazmıştır: “…Halkların Rus Devleti ve Rus halkıyla kaynaşması, temelinde hiçbir değişikliğin yapılmadığı Rus alfabesi ve transkripsiyonu aracılığıyla gerçekleştirildi.” Bu durum, onun devletin savunduğu ilkelere sıkı sıkıya bağlı olduğu görüşünü desteklemektedir.
Yerel halkları Ruslaştırma sorununda ilk sorumluluğu Türkistan Öğretmen Okulu’nun almış olması büyük önem taşımaktadır. Ostroumov, Kazakları Hristiyanlaştırma yoluyla birleştirip asimilasyona uğratmak olduğu fikrini de saklamamıştır. Bu ideoloji, Ostroumov’un dünya görüşünün temel taşıdır.
Muhtar Avezov, 1951’de basılan ‘Üstat Şair’ romanında General’in Abay ile sohbeti sırasında Alektorov’dan büyük bir misyoner olarak bahsetmektedir. Yazarın burada Alektorov’dan bu şekilde bahsetmesinin sebebi, araştırmacıların dikkatini çekmek ve tarihin gizli noktalarına gidilip gerçeklerin eleştirel analizle çözümlenmesini sağlamaktır.
Kazak edebiyatında makale ve araştırmalarda Alektorov’un sınıfsal konum ve dünya görüşüne yönelik eleştirel bir bakış açısı olmamasına rağmen, Kazak halkının en büyük destekleyicisiymiş gibi ona karşı tek taraflı övgüler görülmektedir. Bunun nedeni, Alektorov’un fikirlerindeki politik içeriğin gelişigüzel öğrenilmesi ve yazarların bu tür makaleleri incelemeden yanlış, basmakalıp sonuçlara ulaşmalarıdır. Bunun birçok örneği mevcuttur. Eğitimli yazar, akademisyen Gabit Musirepov 18 Mart 1977’de ‘Kazak Halkı Alektorov’a Borçludur’ (Казахский народ в большом долгу перед А. Е. Алекторовым) başlıklı makalesini kaleme alır. İçerisinde gizli politik amaçlar barındıran çalışmada yazar, Alektorov’dan övgüyle bahseder. Böylelikle Musirepov’un makalesi, gençlerin ve bilim insanlarının Alektorov’u doğru tanımalarına ve onun siyasi kimliğini adil bir biçimde değerlendirmelerine engel olmaktadır. Bunun sebebi, Musrepov’un gençler ve araştırmacılar üzerindeki otoritesinin, onların gerçekleri ortaya çıkarma isteklerinin önüne geçmesidir. Musirepov ‘gerçeği’ ifade eder, ancak gençlik onunla tartışmaya cesaret edemez. Kişilik kültü ve duraklama dönemlerinde bilim ve edebiyat hükümetin ideolojik silahı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle, bilim ve edebiyatta ‘doğru’ yerine çoğunlukla gerçeklerin üstünü örtme ve abartı hâkimdir. Bu olguyla ilgili olarak akademisyen Pankratov şunları söyler:

“… Çarlık Rusya’daki halkların durumlarıyla ilgili anlatılan yanlışlar düzeltilmediği sürece, bu sorunların çözümü mümkün olmayacak. Tarih kitaplarında ve halkların tarihi konulu ders kitaplarında baskıya ve Çarlık otokrasisinin sömürge halklarına uyguladığı zulme maruz kalanlara hiçbir şekilde dikkat çekilmiyor.”[41 - Stenografiçeskiy otçet. XX syezd KPSS. (1958). 1 tom. Almatı, 653.]
Alektorov’un yaptığı çalışmalar değerlendirilirken bu tür hataların yapıldığı sır değildir. Nitekim Alektorov’un Kazak Sovyet Ansiklopedisi’nde Kazak tarihi, kültürü, etnografyası, folklorunu araştıran pedagog, ilim adamı ve Rus İmparatorluğu’nun resmî eğitim öncüsü olarak gösterilmesi bunu kanıtlar niteliktedir. Ayrıca onun sosyo-politik hedefleri olan misyonerlik faaliyetleri neden ifşa edilmemiştir. Bu durum, Pankratov’un belirttiği gibi, millî tarihi gösterirken yanlış bilgilerin esiri olmaktan kaynaklanmaktadır.
Alektorov’un yürüttüğü faaliyetleri tarihi gerçekler açısından değerlendirmek gerekirse kendi politik anlayışına göre onun azılı bir monarşist ve yolundan şaşmayan bir misyoner olduğu görülmektedir. Avezov bu sorunu iyice araştırmış, Alektorov’un misyonerlik görüşünü ifşa etmiştir. Ancak, dönemin koyduğu tabu ve sansürler Avezov’u anlamaya engel olmuştur.
Aleksandr Efimoviç Alektorov (1861-1919) kariyerine Orenburg’da öğretmen olarak başlamıştır. İlminski, o dönemde misyonerlik faaliyetlerini yürütmektedir. Alektorov, İlminski ile Orenburg’da tanışıp misyonerlik faaliyetine kendini adamıştır. Sürekli kiliselerde bulunan misyonerden farklı olarak, Alektorov resmî eğitim kurumlarında eğitim işleriyle ilgilenmiştir. Rus olmayan halkların Ruslaştırılması için en büyük silahın okul ve eğitimden geçtiğine inanmıştır. Misyonerlik yolunda herkesin edindiği başlıca görev, sömürge altındaki gayrı Rus halkların dil, tarih, folklor, etnografya, din, günlük yaşamlarını derinlemesine ve her yönüyle öğrenmeleridir. Bunun sebebi Ruslaştırma faaliyetinin, edinilen bilgiler temelinde gerçekleştirilecek olmasıdır. Gayrı Rus halkların Hristiyanlaşması ve Ruslaşması yönünde sömürge politikasının hızlıca gerçekleşmesini hedefleyen misyoner ilim adamları, kendi araştırmaları çerçevesinde bilimsel çalışmalar kaleme almıştır. Bu çalışmalar, bir taraftan Rus olmayan halkların ideolojisini anlamak için bilimsel nitelik taşırken, diğer taraftan eleştirel düşünenler için tarihi gerçeği görmeye yardımcı olmaktadır. Sonuç olarak bu malzemeler, neslin tarihini, Rus İmparatorluğu’ndaki gayrı Rus halkların Hristiyanlaştırılması ve Ruslaştırılmasını belgeleyen, öncü ideologlar tarafından yazılmış kaynaklardır. Bu, araştırmacılar için tükenmez bir tarihi bilgi deposudur. Sadece ‘ideolojik amaca uygunluk’ bakış açısıyla yapılan hatalar ve yalanlar üzerine kurulmuş çalışmalardır.
Alektorov, 1886 yılında 25 yaşındayken İç Orda Okulları’nda müfettişliğe atanır. Çarlık Hükümeti tarafından Kazak topraklarında yürütülen sömürgecilik tarihinden yola çıkarak diyebiliriz ki, öncelikle İç Orda’da farklı sosyo-politik yöntemler uygulanmış, hemen sonrasında sonuçlar bütün topraklarda etkili olmuştur. Örneğin, Alektorov ‘Farklı Milletlerin Ruslaştırılması İçin Ne Yapılmalı?’ (Что нужно для обрусения инородцев?) başlıklı fazlasıyla ses getiren makalesinde İç Orda Kazaklarının Ruslaştırılması sorununu gündeme getirerek, misyonerlik yolundaki konumunu açığa çıkarmıştır. Alektorov, “Gayrı Rus halkları Ruslaştırma yolunda en iyi silah okuldur.” sloganını hayata geçirmek istemiştir. Yine aynı dönemde İ. N. Simirnov ‘Farklı Milletlerin Ruslaştırılması ve Ruslaştırma Politikası Sorunları’ (Обрусение инородцев и задачи обрусительной политики) başlıklı makalesinde, Rus olmayanların Hristiyanlaştırılması fikrini öne sürer. İfade edilen iki karşıt görüşlü slogandan yola çıkarak, Alektorov’un teklif ettiği slogan Kazakların yaşamına ve dinî görüşüne yönelik açık bir tehdit içermemesi sebebiyle, içindeki ana niyeti gizlemektedir.[42 - İstoriçeskiy vestnik. (1892).]
Alektorov, Batı Kazakistan’da bulunduğu süre içinde, Orta Cüz Kazakları için açılan karma Rus-yerli okulların tarihi ile yakından ilgilenmiş, misyonerlik işlerine yoğun bir biçimde bu bölgede başlamıştır. 1895’te yayımlanan ‘Gayrı Ruslar İçin Açılan Rus Okullarının Amaçları’ (Задачи русской школы в инородческой среде) başlıklı makalesinde Kazakların Hristiyanlaştırılması ve Ruslaştırılması yönündeki faaliyetler sürecinde Torgay’daki karma okulların rolünden övgüyle bahsetmektedir. Bu geleneğin devam etmesi için Torgay bölgesinde çalışarak Orta Cüz Kazaklarının yaşam biçimlerini etraflıca araştırmış, misyonerlik faaliyetlerini güçlendirmeyi amaçlamıştır. Misyonerlik öğretiminde tecrübe kazanıp, Orta Cüz Kazaklarının yaşam biçimlerini öğrenir öğrenmez Torgay bölgesi eğitim işleri müfettişliğine atanmıştır. Bu görevde altı yıl çalıştıktan sonra 1902 yılından itibaren Akmola ve Semipalatinsk bölgelerindeki meslek yüksekokullarında müdürlük yapmıştır. Bu yıllarda, yazdığı çalışmaların büyük çoğunluğu misyonerlik konusu üzerinedir.
Bilimsel ve pedagojik deneyim kazandıktan ve misyonerliği tam anlamıyla benimsedikten sonra, o dönemde Orta Cüz Kazaklarının başkenti olarak görülen Omsk şehrine gider ve bilim çevrelerinde ünlenen ‘İslamiyet ve Kırgızlar’ (Исламизм и киргизы) başlıklı makalesini kaleme alır.[43 - Moskovskaya vedomost. (1897). № 301.] Bu çalışmada, Kazakları Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırma faaliyetinde başlıca engelin Tatarlar olduğunu ve Tatarların Orta Cüz Kazakları üzerinde etkili olduklarını belirtir. Kazakların Tatarlarla iletişime geçmesini engellemek ve iki halk arasındaki manevi bağı koparmak amacıyla İlminski’nin yıllarca aralıksız süren mücadelesi düşünülürse, Alektorov ve İlminski’nin düşünce yapısındaki benzerlik görülmektedir.
Alektorov, farklı misyonerlerin baskısıyla zaman içinde Kazakların Ruslaştırılmasında uygulanan yöntemlere karşı bakış açısını değiştirmeye başlar. ‘Doğu Rusya’da Ortodoksluğu Yayma Sürecinde Gazetelerin Rolü’ (Наши газеты о деятельности православной миссии на русском Востоке) adlı makalesinde Doğu halklarını Ruslaştırma faaliyetinde, misyonerlik sömürgelerine maruz kalan genç Kazak kızları ve kadınlarının en önemli etken olduğunu ifade eder.[44 - Naros. (1897). № 237.] Doğu halklarında özellikle kadınların çocuk eğitiminde etkin rol oynadığını, büyüyen neslin maneviyatını fazlasıyla etkilediğini belirtir. Alektorov, ince hesaplar yaparak misyonerlik faaliyetlerinde uygulanan yöntemlerden, Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırma sürecinde anne-kadın faktörünün önemli olduğu konusuna vurgu yapar.
Çar sömürgecileri Alektorov’un ifade ettiği tehlikeli görüşü benimsemiştir. Çarlığın generalleri ve valileri de bu fikri desteklemiştir. Bu fikre istinaden, İdil boyunda Kalmukları Ruslaştırmak ve Hristiyanlaştırmak amacıyla kız çocukları için özel okullar açılmıştır. Kazak topraklarında da (örneğin Karkaralı) Rus Çarlığı’nın gizli sömürge politikasını yürüttüğü benzer okullar mevcuttur.
Alektorov, yine aynı makalesinde geçim sıkıntısı çeken yoksul Doğu halklarının Hristiyanlaştırılması faaliyetini hoşnutsuzluk ve eleştirel bir yaklaşımla değerlendirir. Yoksulların Hristiyanlığı dinî inancın gücüyle değil, sadece hayati gereksinimler sebebiyle kabul edeceklerini ifade eder.
Ahmet Baytursunov, Alektorov ile tanışmış, hatta birkaç yıl birlikte çalışmıştır. Bu zaman zarfında, Kazaklar arasında misyonerlik işini yürüten Alektorov’un sistemini çok iyi kavrayan Baytursunov, sonrasında onunla irtibatı kesmiştir. Avezov 1923’te Ak Yol gazetesinde bu konuyu kaleme almıştır. Hristiyanlaştırma politikasında Kazaklar arasından bazı şahısların misyonerlere yardım ettiklerini şiirlerinin birinde şu cümlelerle ifade eder:
Kimileri makam sahibi olmak için,
Kendi dinine bile ihanet etti…
Yukarıdaki ifadelere bakılacak olursa, halkın nasıl bir girdaba itildiği bilinmemekte ve tasavvur dahi edilememektedir.
Alektorov’un Omsk şehrindeki eğitim kurumlarında uzun yıllar süren çalışma süreci ve bu dönemde yazdığı bilimsel çalışmaları onun dünya görüşündeki temel nitelikleri yansıtmaktadır. Sosyo-politik yönü özellikle bu yıllarda şekillenmiştir. 1905’te bütün Rusya’yı sarsan ve muhalefetin güçlendiği devrim zamanında, Alektorov’a polisin gizli ajanı olma görevi verilir. Devrimci görüşlü gençleri sürgüne gönderme ve bağımsızlık düşüncesiyle hareket eden öğrencileri liselerden uzaklaştırma işinde çalışmıştır. Alektorov’un gerçek kişiliğini, devrim hayalleri olan gençlerin askeri baskıyla okullardan atılmaları ve sindirilmelerini kanıtlayan Omsk arşivindeki resmî belgelerde görmek mümkündür.
Alektorov’un eylemlerini Sovyet bilim bakış açısı ve sınıfsal konum çerçevesinden değerlendirmek gerekirse, olumsuz bir kişilik portresi ortaya çıkmaktadır. Alektorov’un 2 Mart 1906’da şahsen katılımıyla Omsk lisesinin bütün öğrencileri okuldan atılmış, ileri görüşlü bir öğretmen olan A. D. Kvan tutuklanıp hapse atılmıştır. Aynı gün lisenin sınıf tahtalarına Alektorov’a ölüm sloganı yazılmıştır. Dönemin liberal gazetesi İrtış’a yansıyan bütün bu olaylar, misyoner ilim adamının kime çalıştığını göstermektedir. Gazetenin 20 Ağustos tarihli sayısında Alektorov’a karşı ciddi suçlamalar olmuş ve ona sarkık kulak lakabı verilmiştir. Hükümet lehine haince hareket eden Alektorov, 1908’de görevinde terfi almış ve bütün Batı Sibirya’nın eğitim işleri müfettişliğine atanmıştır.
Misyonerlikteki amacından ve Çar yanlısı görüşünden sapmayan Alektorov, 1917 Ekim Devriminden sonra gericilerin tarafına geçmiş ve Omsk’ta bulunan eğitim kurumlarındaki aydın fikirli hocaların kovulması eylemine aktif olarak katılım göstermiştir.
Alektorov’un misyonerlik ideolojisiyle yazdığı bilimsel çalışmaları, içinde birçok tarihi gerçeği barındırması sebebiyle, dönemin sosyo-politik olayları ile ilgili tarihi gerçekleri ortaya çıkarmak bakımından önem teşkil etmektedir. Misyonerin yazdığı her sözcüğün içeriği titizlikle ve eleştirel bir tarzda incelenmelidir. Bunun sebebi, Alektorov’un çalışmalarını dikkatle yazması, tıpkı misyonerler ve Çarlık Hükümeti gibi gerçek niyetini yabancı bakışlardan gizlemeye çalışmasıdır. Aksi takdirde, tekrar çarpıtma ve insanlarla olayları yanlış değerlendirme yoluna gidilebilir. Örneğin, Alektorov’un 1900’da Kazan’da yayımlanan ‘Kitaplarda, Dergilerde ve Gazetetelerde Kırgızlar Hakkında Yazılanların Listesi’ (Указатель книг, журнальных и газетных статей и заметок о киргизах) günümüze kadar bilimsel değerini korumuştur. Hangi açıdan değerlendirilirse değerlendirilsin, Kazaklarla ilgili içinde farklı belgelere dayanan bilgileri barındıran bu çalışma, Kazak tarihinin yazıldığı ilk ana kaynaktır. Sömürgeci hükümetler sömürge politikasını hayata geçirirken himayeleri altına aldıkları halklara manevi açıdan boyun eğdirmek amacıyla onların geçmişteki yaşamı, ulusal bilici, gelenek-göreneklerini öğrenmeye büyük önem vermiştir. Çalışmaları sınıflandırmak ve öğrenmek için, kaynaklar sistemli bir biçimde toplanmıştır. Sömürgeci devletler, sömürgecilik amacıyla yeni topraklarda yürütülen araştırma çalışmalarına ve bilimsel seyahatlerin organizasyonuna büyük miktarda bütçe ayırmıştır. Çarlık Hükümeti, Rusya civarında himayesi altına aldığı bölgelerin gelişimi için yeni hiçbir şey yapmamıştır. Çarlık Hükümeti’nin bilinmeyen yönlerinin ele alındığı bu eserdeki gerçeklerden yola çıkılacak olursa, temkinli ve dikkatli olmak gerektiği unutulmamalıdır. Sömürgeci ideologların kültür, tarih, folklor, edebiyat, tek kelimeyle atalarımızın manevi dünyasını toplama ve koruma konusundaki çabaları karşısında memnuniyet duymaya gerek yoktur. Geçmişteki acı tecrübeler düşünüldüğünde sömürgecilerin bütün bu eylemleri tek taraflı değerlendirildiği görülmektedir. Bize düşen görev Çarlığın ve Sovyet yöneticilerinin lehine yazılan üstünkörü bilgilerden halkın bilincini arındırmaktır.
Yukarıda ifade edilen sorunların kökenine inilecek olursa, Avezov’un neden sıklıkla otosansür kullandığı konusu üzerine düşünmek ve otosansür gibi bir olgunun sosyo-politik nedenlerini açığa çıkarmak gerekmektedir. Yazar önemli bilgiler vermek istese dahi, nedensizce fikirlerini tam anlamıyla açamamış, mecaz kullanmış, yazdıklarında düzeltme ve kısaltma yapmıştır. Yazarın mecaz ve imalarla otosansür uygulaması, onun anlaşılmaz gücünün göstergesidir. Dıştan bakınca olabildiğince sıradan görünen kaleminin altında bilinmeyenler gizlidir. Avezov’un eserinde kullandığı otosansür, tarihi olayların gerçekliğini ve Çarlığın sömürge politikasını içinde barındırmaktadır.
Çarlık Hükümeti’nin sömürgeleştirme politikasında uyguladığı en güvenilir ve geçmişte denenmiş yöntemi, sömürge topraklarına Rusları yerleştirmek olmuştur. Bunun sebebi, halkı yavaşça bağımsızlıklarından ve topraklarından koparmaktır. Sömürgeleştirmenin temel amacı ise açılan karma okullar (Rus-yerli) vasıtasıyla gayrı Rus halkları Hristiyanlaştırmak ve Ruslaştırmaktır. Sonuç olarak, sömürge dönemi Kazak edebiyatı tarihinin yazımı aşamasında, toplum bilincinde önemli bir yer tutan misyonerlik olgusunun ifşa edilmesi gerekmektedir. Bu olgu, değiştirilmeden olduğu gibi gösterilmeli ve yaşananlar adil bir değerlendirmeyle herkese sunulmalıdır.

1.2. Vatan Nasıl Ruslaştırıldı?
İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren hayatta kalma ve keşfetme mücadelesi içindedir. Zamanla dilini keşfeder, bilinci uyanır ve bilinçli olarak bilgi ve deneyim biriktirmeye başlar. Bu şekilde tarihsel hafızası doldukça dünya görüşü de şekillenmiş olur. Bu durum bir bütün olarak insanlığın evrimsel gelişimi yolunda durmadan ve aralıksız olarak devam eden bir süreçtir. Günümüzde, halkların tarihsel hafıza konusuna kamuoyunda büyük önem verilmektedir. İnsanoğlunun doğduğu topraklarda ortaya çıkan coğrafi adlar tarih bilincinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Zaman içinde bu adlar kamuoyunun süzgecinden geçerek eleştirel bir değerlendirme yapılır ve adlara yeni anlamlar yüklenir.
Bu bölümün ana temasını topraklarımızda bulunan coğrafi adlar konusu oluşturmaktadır. Coğrafi adları oluşturan yazarların da halktan biri olmaları sebebiyle, sıra dışı olaylara ya da bölge özelliklerine göre adlandırılan yer adları, atalarımızın ulusal niteliklerini içinde barındırır. Bu adlar, belirgin nesnelerle özdeşleştirildiğinde halkın tarihsel hafızasında yer alır ve nesilden nesile geçer. Halk arasında kullanılan Vatan tarihi, millet tarihidir özdeyişi büyük anlam taşımaktadır. Halkın bilinçli olarak kullandığı bu ifadeyi derinden kavrayan Çokan Valihanov, kadim Türk gelenek-göreneklerini değiştirmeden koruyan Kazaklarda, değişik tarihi olaylarla bağlantılı şaşırtıcı nitelikte yer adları olduğunu, adlandırmalarda şahıs adlarının büyük önem taşıdığını, Kazak toprağının tarihinin bu şekilde yazıldığını ifade eder.[45 - İzbrannoye. (1985). Almatı, 115.]

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/mekemtas-mirzahmetuli/kazaklari-ruslastirma-siyasetinin-bilinmeyen-yonleri-69500032/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
ÇN: Siyasi bir liderin propaganda ve medya aracılığı ile övülmesi ve bir kahraman olarak görülmesidir. Kişilik kültünde tek kişiye tapma ve ona boyun eğme fikri hâkimdir. Çalışmada, Stalin dönemi vurgulanmaktadır.

2
ÇN: Yazar, edebiyat tarihi araştırmacısı, filoloji profesörü Muhtar Avezov, Türk dünyasının önemli isimlerindendir. Muhtar Avezov, halk edebiyatı ile klasik edebiyatı, Batı ile Doğu’nun güzel söz kültürünü öğrenerek, günümüzdeki Kazak edebiyatının gerçekçilik kalitesini geliştirmeye, edebi dilini zenginleştirmeye katkıda bulunan yazarlarındandır. Kazak Türklerinin kültür ve medeniyetinin gelişme tarihinde gazeteci, araştırmacı, tercüman ve bir halk figürü olan Muhtar Omarhanoğlu Avezov’un rolü ve etkisi çok büyüktür. Muhtar Avezov, 1905 Devrimi, I. Dünya Savaşı, 1917 Ekim İhtilali ve II. Dünya Savaşı gibi önemli tarihi olaylara sahne olan bir bir dönemde yaşamıştır. Stalin döneminde birçok Kazak aydını, sanatçı ve bilim adamının öldürüldüğü zor döneme şahit olmuştur. Bkz. Zhangabayeva, A. (2016). Muhtar Avezov’un Romanlari Üzerine Bir İnceleme. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yüksek lisans tezi, Ankara.

3
ÇN: Tarihî ve biyografik bir roman olan Abay Yolu’nda, şair ve aydın Abay Kunanbayev’in hayatı anlatılmaktadır. Romanda bütün cepheleriyle tanıtılan Abay, aynı zamanda da tarihî bir şahsiyettir. Roman, Abay’ın çocukluk döneminin, yetiştiği ortamın tanıtımıyla başlar ve onun ölümüyle biter. Eserde Abay’ın yaşadığı dönem siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel şartlarıyla birlikte ele alınır. Abay’ın hayatındaki önemli olaylardan hareketle onun içinde yaşadığı toplumun örf-âdet, gelenek, duygu ve düşüncelerine de ışık tutulur. Başka bir deyişle bu roman, 19. yüzyılın yarısı ile 20. yüzyıl başlarındaki Kazak toplumunun hayatını anlatan bir eserdir. Bkz. Duisebayeva, D. (2008). Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat” İle Muhtar Avezov’un “Abay Aolu” Adlı Eserinin Tema Bakımından İncelenmesi. Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Doktora tezi, Ankara.

4
ÇN: Nikolay İvanoviç İlminski (1822-1891): Rus Ortodoks misyonerdir. Kazan İlahiyat Akademisi’nde öğrenim görmüştür. 1861’de Kazan Üniversitesi Türk-Tatar kürsüsü profesörü olmuştur. Tatarca ve Arapça bilirdi. Türk lehçeleri üzerine çalışmaları mevcuttur. Türk halkları üzerinde misyonerlik faaliyetleri yürütmüştür.

5
ÇN: Nikolay Petroviç Ostroumov (1846-1930): Bir papaz ailesinde 1846 yılında dünyaya gelen Ostroumov orta ve yüksek öğrenimini dini eğitim veren kurumlarda tamamlamıştır. 1866-1870 yıllan arasında Kazan Din akademisinin Müslüman karşıtı bölümünde eğitim almıştır. Burada misyoner eğitimi almış, Arapça, Farsça ve Tatarca öğrenmiştir. İlminski’nin öğrencisi olan Ostroumov hayatı boyunca onunla alakasını kesmemiş ve birlikte çalışmıştır. Bkz. Somuncuoğlu, T. B. (2012). Çarlık Rusyasında Müslümanlar Üzerine Bir Dergi: Mir İslama (1912-1913). Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi. Cilt: V, Sayı: 2. s. 83-102.

6
ÇN: Aleksandr Yefimoviç Alektorov (1861-1918): Rus tarihçi, şarkiyatçı, misyonerdir. Orenburg Pedagoji Enstitüsü’nü bitirmiştir. Kazakistan ve Başkir halklarının tarihi, kültürü ile ilgilenmiş, bu halkların eğitimi konusunda faaliyetler yürütmüştür. Ders kitapları hazırlamış, akademik kadroları oluşturmuş ve okullar aracılığıyla misyonerlik faaliyetleri yürütmüştür.

7
ÇN: Hristiyanlıkta, dinî veya idarî problemleri çözmek için içinde din adamı olmayanların da oluşturduğu genel ya da yerel kurul.

8
Literanurno-memorialnıy muzey Muhtara Avezova. Papka № 9, 135-142.

9
Dvadtsatitomnoye sobraniye soçineniy. (1980). Almatı, 363-364.

10
Kazak edebiyeti. (1989). 20 Ocak.

11
Proşloye Kazahstana v materialah i istoçnikah. (1935). Alma-Ata, 103-104.

12
Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin (SPKP) kongre kararname ve hükümleri ve Merkez Komite’nin genel toplantıları, 1985, bölüm I, s. 595.

13
Voşçin, V. (1914). Oçerki novogo Turkestana. Sankt-Peterburg, s.77.

14
Russkaya Pravda (1906), Sankt-Peterburg. 77.

15
Argumentı i faktı. (1989). № 2, 5-6.

16
Drujba narodov. (1988). № 12, 226)

17
Ostroumov N. P. (1904). Otçet Turkestanskoy uçitelskoy seminarii za XXV let yeyo suşçestvovaniya. Taşkent, 25.

18
ÇN: Konstantin Petroviç Von Kaufman 1867-1882 yılları arasında Türkistan Genel Valiliğinin ilk valisi olara hizmet etmiştir. Çarlık Rusyasının Türkistan’daki pek çok politikasının temelini atmıştır.

19
ÇN: Kazak edebiyatının ünlü simalarından Ahmet Baydursunov (1873-1937), XIX. asrın sonları ile XX. asrın ilk otuz yılında Kazak edebî ve sosyal hayatı ile siyasetine damgasını vurmuş bir şahsiyettir. Sanatkâr, şair, gazeteci, yayıncı, dilci ve edebiyatçı gibi vasıflarıyla, Kazak halkını sosyal ve medenî bir uyanışa hazırlayan, onlara yol gösteren tanınmış bir Kazak âlimidir. Baydursunov’un bıraktığı eserler, üç ana bölüm altında toplanabilir. Birincisi; yazarın halkı aydınlatma dili kurallarına göre öğretme ve tanıtma; edebiyatı tanıtma ve araştırmalar yapma gibi konularda yazdığı yazılarıdır. İkincisi; şiirleridir. Üçüncüsü; diğer dillerden tercüme ettiği eserleridir. Bkz. Biray, Nergis. (1999). Ahmet Baytursunoğlu ve Eserleri (1873/1937). Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Denizli, Sayı: 5, s.10-17.

20
Novoye vremya. (1989). № 18, 25.

21
Kazak. (1914). 9 Mayıs. № 102.

22
Pravda. (1989). 6 Mart.

23
ÇN: Rusya’nın kuzeybatı topraklarında yaşayan özerk halk.

24
ÇN: Orta İdil bölgesinde özerk Çuvaşistan Cumhuriyeti’nde yaşayan, Çuvaşça konuşan Türk halkı.

25
ÇN: Mari dili Ural Altay Dil Ailesinin Ural Koluna bağlı Fin-Ugor dilleri ana grubundandır.

26
ÇN: Çarlık Rusya’sı dönemi boyunca Kazaklara yanlış bir kullanım olarak ‘Kırgız’ denmiştir.

27
Altınsarin, I. (1988). Taza bulah (Çistuy rodnik). Almatı, 133.

28
Ostroumov N. P. (1904). Otçet Turkestanskoy uçitelskoy seminarii za XXV let yeyo suşçestvovaniya. Taşkent, 25.

29
Kaufmankiy sbornik. (1910). Moskva, 140.

30
Ostroumov N. P. (1904). Otçet Turkestanskoy uçitelskoy seminarii za XXV let yeyo suşçestvovaniya. Taşkent, 5.

31
İstoriya izuçeniya tyurkskih yazıkov v Rossii. (1982). Moskva, 207.

32
Astrahanskaya Yeparhialnaya Vedomost. (1890). № 8, 11.

33
Vıtebskiy, V. N. (1892). İlminski. Kazan, 8.

34
ÇN: Orta Asya’da, Tatarlar Nogay şeklinde adlandırılmaktadır.

35
Baytursunov, A. (1989). Proizvedeniya, Stihotvoreniya, perevodı, issledovaniya. Almatı, 262.

36
Reaktsionnaya şkolnaya politika tsarizma v otnoşenii tatar. (1941). Kazan, 37.

37
Materialı po istorii Tatarin. (1948). 39.

38
İstoriya tatarskoy literaturı. (1985). Kazan, 2-t, 465.

39
Russkiy vestnik. (1891). Kn. 7-8.

40
Ostroumov N. P. (1899). Vospominaniya o missionerskom otdelenii pri Kazanskoy duhovnoy akademii. Kazan, 12.

41
Stenografiçeskiy otçet. XX syezd KPSS. (1958). 1 tom. Almatı, 653.

42
İstoriçeskiy vestnik. (1892).

43
Moskovskaya vedomost. (1897). № 301.

44
Naros. (1897). № 237.

45
İzbrannoye. (1985). Almatı, 115.
Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri Mekemtas Mırzahmetulı
Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri

Mekemtas Mırzahmetulı

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Kazakları Ruslaştırma Siyasetinin Bilinmeyen Yönleri, электронная книга автора Mekemtas Mırzahmetulı на турецком языке, в жанре историческая литература

  • Добавить отзыв