Gagauzlara Dair

Gagauzlara Dair
Abdülkerim Dinç

Abdulkerim Dinç
Gagauzlara Dair

MERHABA…
TİKA görevlendirmesi ile 16 ay kadar (24 Mart 2001 –15 Temmuz 2002) Moldova Cumhuriyeti, Gagauz Yeri, Komrat Devlet Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdim. Bizler için adeta Kafdağı’nın ardındaki bir dünya olan Sovyetlerin, bir parçası Moldova’da bulunmak her zaman heyecanlandırdı beni. Moldova’yı, Moldovanları, Gagauzları, Bulgarları, Ukraynları, Rusları daha yakından tanıyabilmek için köy köy dolaştım. Gagauzya’da dil problemi olmadı. Zira, aynı dili konuşuyorduk. Gagauz Yeri’nde, Gagauzlarla birlikte yaşayan Bulgarların, Moldovanların, Rusların da Türkçe bilmeleri şaşırtmadı beni. Zaman geçtikçe, Gagauzlarla aynı kültürü yaşadığımızı gördüm. Sadece Gagauzlar değil, diğer halklarla da aradaki din farkına rağmen kültürel benzerlikleri görmek, gönülden bir yakınlık yarattı bende.
Moldova’da görevde iken sunduğum bir projede, Karadeniz coğrafyası müziklerinden ve danslarından yola çıkarak, bir altın halkanın, Karadeniz etrafına tespih taneleri gibi dizilmiş kültürlerin benzerliklerini, yakınlıklarını bulmayı hayâl ettim. “Ezgilerin İzinde” adını verdiğim bu proje şu görüşlerden yola çıkıyordu:
“Kültürlere, harita üzerinde sınır çizmek mümkün değildir. Kültürler, tarih içinde birbirlerinden etkilenmiş; alış verişte bulunmuşlardır. Görünüşlerinin değişmesine rağmen ritüellerden, mutfak kültürüne, etnoğrafik ürünlere, mimariye, duyuş ve davranış biçimine, adet ve geleneklere kadar komşu kültürlerde benzer yahut yakın motiflere, unsurlara rastlamak mümkündür. Farklı kültürler üzerinde arkeolojinin metodlarından istifade edilerek yapılacak çalışmalar bizi orijinal kültürlere götürecektir. Özellikle halk dansları, halk müzikleri bu anlamda üzerinde durulması gereken alanlardır.
“Diğer önemli bir konu, milletleri, halkları tarih kitaplarından tanımak, anlamak mümkün değildir. Bir milleti, onun maddi ve manevi yaratmaları olan kültüründen tanıyıp, anlayabiliriz. Tarih kitaplarının uzaklaştırdığı milletleri, kültür, sanat yaklaştırabilir ancak..”
Moldova’da bulunduğum süre içerisinde, Moldovan, Romen, Bulgar, Gagauz halk danslarını ve halk müziklerini yakından izlemek imkânını elde ettim. Bir edebiyatçı olmama rağmen; bu kültürlerin müzikleri ve halk dansları ile Türk halk müziği ve halk dansları arasındaki benzerlikler, ortak motifler, benzer figürler dikkatimi çekti.
Sovyetlerin dağılmasından sonra, Karadeniz coğrafyasındaki devletler arasında ekonomik işbirliğini geliştirecek çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaları halklar seviyesinde destekleyecek; milletleri birbirine yaklaştıracak kültür ve sanat çalışmalarına da ihtiyaç vardır.
Bu cümleden olmak üzere, Karadeniz coğrafyasını yakından tanıması gereken Tika’nın tecrübeleriyle, TRT’nin imkânları birleşerek “Ezgilerin İzinde” başlığı altında; ezgilerden ve halk danslarından yola çıkarak Karadeniz halklarının manevî kimliğini ortaya koyacak; kültürler arasındaki benzerlik ve yakınlıkları gösterecek bir belgesel çalışması yapılabilir. Karadeniz coğrafyası televizyonları ve uzmanları ile yapılacak ve internet ortamına da aktarılacak bu belgesel çalışma, sadece Türk seyirci esas alınarak değil; özellikle Karadeniz halkları olmak üzere dünya televizyonları hedeflenerek hazırlanabilir. Türk halk müzikleri ve dansları esas olmak üzere, mesela Balkanlardan başlamak üzere bütün Karadeniz coğrafyası taranarak ezgilerin, dansların kaynakları, hikâyeleri, melodi-figür özellikleri, sosyal-kültürel boyutları farklı kültürlerdeki uzantıları, mitolojik hikâyeler, efsaneler, çeşitli anlatmalar diğer kültürel motifler ve hayat tarzları, coğrafyanın sunduğu imkân ve zenginliklerle beslenerek seri belgesel yapılabilir. Yukarıda ifade ettiğim gibi eğer bu çalışmada müzikologlar, kareograflar ve sahanın uzmanları, arkeolojinin metodlarıyla, kültürlerin tarihi katmanları üzerinde derinlemesine ortaklaşa çalışma yaparlarsa halkların yakınlaşması sağlanmı olacaktır.
Uzun sürecek bir ön araştırma gerektiren bu belgeselde, Türk uzmanlar yanında, mesela, Moldovan, Gagauz, Bulgar, Yunan, Boşnak, Makedon, Romen, Ukraynalı, Rus, Gürcü… müzikolog, kareograf ve folklor uzmanlarıyla ortaklaşa çalışmaya ihtiyaç vardır. Karadeniz ülkelerinde yapılacak belgesel çalışması esnasında bu halkların kimlikleri, yapıları daha yakından incelenebilir.
“Ezgilerin İzinde” gibi çalışmaların milletleri birbirine yaklaştırmada, barışı sağlamlaştırmada, ekonomik ve ticari işbirlikler kadar, hatta çok daha önemli olduğu kanaatindeyim.”
Bu projeden neden bahsettim. Bugün iki ülke, Türkiye ve Moldova arasında tesis edilmiş bulunan dostluk ortamını ekonomik, ticari planda daha çok geliştirmeye; ama daha önemlisi, halkların ruhu olan kültürlerde buluşturmaya ihtiyaç vardır. İki ülkenin halkları arasında din farkına rağmen, büyük bir kültürel yakınlık bulunduğuna inanıyorum. Bu yakınlığı, sinema, tiyatro, müzik, edebiyat, dans.. gibi sanatlarla geliştirmeye ihtiyaç vardır. Iki ülkenin televizyonları arasında gerçekleştirilecek işbirliği ile iki dost yüz karşı karşıya gelecektir.
Türkiye ile Moldova arasındaki ilişkiler gelişmek mecburiyetindedir. Bu gelişme iki ülke için de; daha çok Türkiye’nin bu coğrafyadaki menfaatleri bakımından önemlidir. Moldova halkının Türk toplumuna karşı duyduğu yakınlık, sevgi iyi değerlendirilmelidir.
Moldova’da bulunduğum süre içerisinde Gagauz toplumunun hayatı ile ilgili çalışmalar yapmak istedim. Gaga-uzlarda Ölüm Adetleri ve Halk Takvimi üzerine köy köy dolaşarak derleme çalışmaları yaptım. Henüz çalışmalarım tamamlanmış değil. İmkân bulabilirsem, Gagauz Yeri’nde Vulkaneşti yöresi ve Ukrayna’nın Odesa bölgesinde derleme çalışmalarımı devam ettirmek istiyorum. Ortaya çıkacak çalışmayı bilim adamlarının dikkatlerine sunacağım.
Ezgilerin İzinde projesinde olduğu gibi, ritüellerin, adetlerin, inanmaların benzer yahut farklı kültürlerdeki görünüşleri, bizleri kültürlerin ruhuna, oradan da ortak duyuş tarzına götürecektir. Daha da önemlisi, tabiat karşısında insana…
Gagauzlar, coğrafya değişimlerine rağmen yüzyıllarca toprağa bağlı olarak yaşamış; çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen bir halktır. Sovyetler döneminde de endüstri ve sanayinin girmediği Gagauzya’da, Gagauzlar bilinçli olarak tarım ve hayvancılığa mahkûm edilmişlerdir. Esasında Tirespol bölgesi (Rus bölgesi) hariç Moldova halkları tarım ve hayvancılığa mahkûm edilmiştir.
Yüzyıllar boyunca azınlık psikolojisiyle kendi kabuğuna çekilen, köylerde, tarlalarda dillerini ve kültürlerini büyük bir titizlikle muhafaza eden Gagauzlar, hürriyetleri kısıtlandığı, dillerinin fonetiğine uygun alfabeyle yazma imkânı tanınmadığı için kendi romanlarını, tiyatrolarını, sinemalarını yaratamamışlardır. Emekleme hâlindeki şiirleri de ancak Dimitri Karaçoban’la başlar. Bugün millî romantik duyuş tarzıyla eser veren ressam Dimitri Savastin, heykeltraş Tanas Karaçoban, kompozitör Dimitri Gagauz.. çağdaş sanat dünyasında yer edinmeye çalışan Gagauz sanatçılardır. Dikkat edilirse, Gagauzların bütün edebiyatları folklor ürünlerinden öte gitmez. Edebiyatlarındaki kısırlığa rağmen, Gagauzların zengin bir folklora sahip olduklarını söylemek mümkündür. Hâkim kültürlerden etkilenmiş olmalarına rağmen, orijinal kültürlerini; kollektif şuuraltının yüzyıllardır muhafaza ettiği kültür mirasını bir hazine gibi muhafaza etmişlerdir. Sadece Gagauz Halk Takviminden yola çıkarak bu topluluğun kültür kaynaklarına inmek; ne kadar zengin bir kültüre sahip olduğunu görmek mümkündür.
Gagauz Türklerini çok iyi tanımak, anlamak mecburiyetindeyiz. Gagauz Türklerinin umudu Türkiye’dir. Gagauz Türklerinin kültürleri, folklorları, binlerce yıllık Türk kültürü hakkında fikirler verecek mikro laboratuvardır adeta…
Gagauzların geleceğini, şaşkınlık içinde bulunan Gagauz aydınlardan önce Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünmesi gerekir. Dışişleri Bakanlığımız ileri görüşlülükle Ukrayna’nın Odesa şehrinde bir Konsolosluk açmıştır. Bu bölgede 40 binden ziyade Gagauz Türkü yaşamaktadır. Odesa ve Reni bölgesi Gagauzları ile Gagauz Yeri Gaga-uzları, Sovyetler Birliği zamanında adeta bıçakla ortadan ikiye bölünmüştür. Iki Cumhuriyetin Gagauzları arasında iletişimin kurulmasında büyük menfaatler vardır.
Moldova’nın geleceği iyi hesaplanmalıdır. Moldova Cumhuriyeti Romanya ile birleşmek arzusundadır. Ancak, Romanya’nın önünde Avrupa Birliği gibi imkân durmaktadır. Romanya, aynı dili konuşup, aynı kültürü yaşadığı Avrupa’nın en yoksul ülkesi Moldova ile birleşebilir. Romanya ve Moldova birleşirlerse ki, hiç de uzak bir ihtimâl değil; Gagauz Yeri’nin kendi kaderini tayin hakkı vardır. Böyle bir durumda, Gagauzların stratejisi ne olacaktır. Romanya ve Ukrayna arasında sıkışmış, 200 bin nüfuslu, sanayisi, endüstrisi, yolları, elektriği, suyu olmayan bir Gagauz Cumhuriyeti mi? Yahut, Moldova Cumhuriyeti ile birlikte, özerkliğini feda ederek kader birliği mi? Bu kader birliği Besarabya’daki Gagauz Türk varlığını yok edecektir.
Zaten, Sovyetler döneminde baskılar ve azınlık ruhu ile devam ettirilen Türk kültürü, Komrat, Çadır Lunga gibi şehirlerde yeni kuşaklarda yok olmaya başlamıştır.
Gagauz Türklerinin, ilerde Ukrayna sınırları içerisinde yaşayan Odessa bölgesi Gagauzları ile birleşme ihtimalleri üzerinde durulmalıdır.
Moldova Cumhuriyeti, Sovyetler Birliğinden ayrılıp bağımsızlığını ilân ettikten sonra tayin edilen ilk büyükelçilerimiz Ender Arat ve Mü’min Alanat beyefendilerin Gagauzlar üzerinde yarattıkları olumlu tesirler daha sonra inkıtaya uğramış; Gagauz Türkleri’nin Türkiye’ye bağlanan umutları, hayal kırıklığına dönüşmüştür.
Gagauz Türkleri, nüfusu, dinleri dikkate alınarak önemsenmeyebilir. Ancak, Gagauz Türklerinin haritadaki yerine bakılırsa; problemin sanıldığından daha büyük olduğu anlaşılacaktır. Ülkemizin Gagauz Türkleri’ne ilgisi Moldova Cumhuriyeti ile sınırlı kalmamalı; Ukrayna Cumhuriyeti’ndeki Gagauzlar da bu çerçeveye dahil edilmelidir.
Gagauz coğrafyasında, Rum Ortodoks Kilisesi, ABD destekli Protestan Kilisesi, Bahailer, Yehova Şahitlerinin yoğun faaliyetleri yanında Türkiye Cumhuriyeti tarihin omuzlarına yüklediği vazifeyi üstlenmelidir. Herkesten önce bu kardeşlerini sahiplenmelidir.
1934 yıllarında Atatürk’ün bu coğrafya ile ilgili politikası, Gagauz Türklerine ilgisi; projelerimize, çalışmalarımıza işaret, rehber kabul edilmelidir.

    Abdulkerim DİNÇ
    (2002)

GAGAUZ DESTANLARI ÜZERİNE
“Ki Gagauzlar halis Türk soyundan gelmektedirler ve de eski zamanlarda Kavarna Balçık bölgesinde, Dobruca’da kendi padişahlıkları varmış ve şanlı bir hakanmış Dobrotiç (1354-1378)”
    Mihail Çakır/Bessarabkalı Gagauzların İstoryası
Muhterem Sadr, Muhterem âlimler, Gagauz söyleyişiyle pahalı dostlar…
İlim âlemi için böylesine anlamlı bir günde, sizlere büyük Türk çınarının küçük bir dalı olan Gagauz Türklerinin destanlarını tanıtmaya çalışacağım.
Gagauzlar, yoğunlukla Moldova Cumhuriyeti’nin güney doğusunda, Gagauz Eri denilen özerk bölgelerinde (Gagauzların tahmini nüfusu: 150.000) ve Ukrayna’nın Odessa ve Reni bölgesinde (tahmini nüfus: 40.000) ayrıca Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Kazakistan’da yaşayan Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup bir Türk topluluğudur.
Asırlarca Bizans, Osmanlı, Bulgar, Romen, Sovyet, Moldovan ve Ukrayna bayrakları altında varlıklarını ortaya koyamayan, sürülen, ezilen, horlanan, kullanılan, asimile edilmeye çalışılan bu küçük Türk topluluğu, azınlık psikolojisiyle sımsıkı sarıldıkları dilleri gibi, kültürlerini de kıskançlıkla muhafaza etmişlerdir. Gagauz Türklerinin folklorunu, tabiatiyle kültürünü, dört katman olarak görmek ve değerlendirmek gerekir:

1. Hristiyanlık öncesi kültürlerinden getirdikleri adetler ve inanmalar ki, hâlâ canlı bir biçimde devam etmektedir.
2. Hristiyanlık,
3. Komşu kültürlerin (Bulgar, Romen, Moldovan, Rus, Ukrayn) tesirleri ve
4. İslâmi tesir…
Gagauzlar, toprağa bağlı olarak yaşamış; çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen bir halktır. Tarım ve hayvancılığa mahkûm edilen Gagauz Türkleri’nin yaşadığı Bucak yöresine Sovyet döneminde de sistemli olarak endüstri ve sanayi girmemiştir.
Yüzyıllar boyunca azınlık psikolojisiyle kendi kabuğuna çekilen, köylerde, tarlalarda dillerini ve kültürlerini büyük bir titizlikle, kutsal bir hazine gibi muhafaza eden Gagauzlar, hürriyetleri kısıtlandığı, dillerinin fonetiğine uygun alfabeyle yazma imkânı tanınmadığı için romanlarını, tiyatrolarını, şiirlerini yaratamamışlardır. 1930’lu yıllarda Mihail Çakır’ın Gagauz Türkçesi ile kaleme aldığı dua kitapları, sözlük çalışması ve Gagauz tarihinden (Bessarabkalı Gagauzların İstoryası) sonra Gagauz dilinde edebî faaliyetler ancak 1950’lerden sonra Dimitri Karaçoban’la başlar. Dimitri Karaçoban, Dionis Tanasoğlu, Nikolay Baboğlu, Todur Zanet, Todur Marinoğlu, Stefan Kuroğlu, Mina Köse, Stefan Bulgar, Petri Yalıncı… millî romantik duyuş tarzıyla eser veren şâir ve yazarlarıdır. Gagauzlar, Düz Hava, Kadınca.. gibi halk dansları toplulukları (ansamble) ile halk ezgilerini ve danslarını, zorluklar içinde olsa da yaşatma gayretindedirler. Ressam Dimitri Savastin (Mete Savaşan), heykeltraş Tanas Karaçoban, kompozitör Dimitri Gagauz… çağdaş sanat dünyasında yer edinmeye çalışan sanatçılarıdır. Edebî faaliyetleri 1950’lerden itibaren başlayan Gagauzların zengin bir folklora sahip olduklarını söylemek mümkündür.
Gagauz Türklerinin folklorları hakkında, V. A. Moşkof, Atanas Manof, Stefan Kuroğlu’nun eserleri dışında; Dionis Tanasoğlu, Gagauz folklor mahsullerini ve çağdaş edebî yaratmaları 1959 yılında Bucaktan Sesler isimli eserinde toplamış; daha sonra Nikolay Baboğlu’nun 1969 yılında neşrettiği Gagauz Folkloru isimli antolojisinde folklor mahsulleri bir araya getirilmiştir. Konumuzla ilgili olarak Lüba Çimpoeş’in doktora tezi olan “Gagauz Destanları”nı da zikretmeliyiz. Mustafa Argun-şah ve Harun Güngör, Gagauz Türklerini tanıtıcı, birkaç farklı baskı yapan eserlerinde Gagauz Folkloruna geniş yer vermişler; Nevzat Özkan, Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 12. cildinde çağdaş Gagauz edebiyatı yanında Gagauz folkloru ve edebiyatı hakkında araştırmacılara zengin malzeme sunmuştur. Sayfalarında Gagauz folkloru ve halk edebiyatına geniş yer ayıran Sabaa Yıldızı dergisi, Ana Sözü, Gagauz Sesi, Halkın Birlii gazetelerini de zikretmek gerekir.
Bugün elimizde Gagauz Türklerine ait, özellikle Ukrayna’nın Reni, Akimovka; Moldova’nın Çadır-Lunga bölgelerinden ve Kazakistan’dan derlenmiş destan parçaları bulunmaktadır. Gagauz Destanları hemen bütün folklor malzemesi ve şifahi halk edebiyatı mahsulleri gibi henüz tam derlenmemiş; tasnif edilip değerlendirilmemiştir. Elimizdeki derlemelerden Köroğlu, Tepegöz gibi destan parçalarının yanında; kaynağını tarihî olaylardan alan manzumeler de mevcuttur. Ballada türküleri olarak literatura giren manzumeleri de Gagauzların trajik geçmişinin destanlaşmış manzumeleri olarak kabul etmek gerekir.
Elimizdeki destan parçaları Gagauzların yaşadıkları çok dar bir alandan tespit edilmiştir. Bu demektir ki, Gagauzlar içinde destanlar yahut destan parçaları için yeni derleme ve araştırmalara vakit geçirilmeden ihtiyaç vardır. Dastan, epos, legenda olarak tanıtılan bu metinleri, yapıları, üslûpları ve motifleri bakımından tam bir incelemeye tabi tutmak hem Gagauz kültürünün mahiyetini izah edecek hem de Türk dünyasında Gagauzların yerini belirleyecektir.
Öncelikle, elimizdeki derlemeler için kullanılan terminoloji üzerinde durmak istiyorum. Dionis Nikolaeviç Tanasoğlu, 1990 yılında Kişinev’de yayımlanan Ana Dili (5) isimli ders kitabında Geroyluk (1) Eposu, yani Dastannar başlığı altında destan ve epos kavramlarını izah eder:

EPOS: (Grek – epos- laf, annatmak) Folklor yaratmalarından bir soy (legendalar, dastannar, masallar, türküler), angısı annader çoktan olmuş işler için, haliz geroyluk için, büülü de işler için.
GEROYLUK EPOSU (DASTANNAR) Annader halkların istoriyalarından en büük, sayımlı olmuşları, artistik kolaylıkların yardımınnan.
Türk halklarında var zengin geroyluk eposu da, angısının dastannarında gösteriler çok eski zanannardan buyanı türlü, geroyluk olmuşları (geroy lat., heros –girgin, yarıalla), kavi hem girgin (2)batırların (3) yaptıkları, onarın düşleri titsi (4) hayvannarlan, dragonnarlan (5), insanı korumak için. Var geroyluk eposları, anadan bir batırın, hanın, girginin yaşamasını hem yaptıklarını. Böle eposlar, dastannar, legendalar türlü halklarında var: “Oğuz-name” (Oğuz – han için hem Oğuzlar için dastannar) Köroğlu (girgin hem kavi bir batır için, savaşı için), Manas, Alpamıs h.b. bunar hepsinin Türk halkların zenginnikleridir, istoriyasıdır, bizim de, Gagouzların da. Gagouz folklorunda da var bütün Türk geroyluk eposundan kalmalar, (haliz “Oğuz-nâmeden), zere onun dastannarı annaderlar Oğuzlar için –bizim dedelerimiz için, onarın büük Oğuz-Hanı için. Bize de o lazımnı, üretmeli, faydalıdır.
Geroyluk eposu (Dastannar) aazdan sölenermişler instrument çalgısınnan barabar (kobuz, kauş, kemençe). Onar pek uzunmuş –üzlerlen piet. Onarı çalannara dermişler akın, pietçi h.b. ( s.66-67)
Türkçede Destan kavramını izah eden Nihad Sami Banarlı (Resimli Türk Edebiyatı, cilt:I) Legenda için: “Tarihten önce veya tarihin kuruluş asırlarında söylenen efsanelerdir” derken; Epope için: “Daha çok tarih devirlerindeki kahramanlar veya kahramanlıklar hakkında söylenen destanlardır” tarifini yapar ve Türkçede destanın, hem legende hem de epope karşılığı olduğuna dikkat çeker. Banarlı’nın destan tarifi, Diyonis Tanasoğlu’nun tarifi ile benzerlik gösterir.
Siz değerli bilim adamlarına derlemelerle tespit edilmiş destan parçalarını tanıtmaya çalışacağım.
Kazakistan Gagauzlarından derlenen Dengiboz destanı, “Su Aygırı” efsanesi, Köroğlu destanı ve Dede Korkut hikâyelerinden Bamsı Beyrek’ten izler taşır. Hatta Dengiboz destanı için, Bamsı Beyrek hikâyesinin bir varyantı diyebiliriz. Destanın kahramanı genç tarafından üç yılda yetiştirilen Dengiboz, olağanüstü özellikler gösterir. Dengiboz, suya bastığı an kuru toprak çıkarır; kazığını sökerek sahibini uyarır; onunla konuşur. Akkavak padişahının kızının, kendisiyle evlenmek isteyen 39 gencin kafasını kesmesi; kahramanımızın kırkıncı kişi olacağı; kervandan haber alma; güvercinle haber gönderme, üzerinde durulması gereken motiflerdir.
Destanın hikâyesi kısaca şöyledir: Kahramanımız, ihtiyar bir adamın sattığı üç taydan en zayıf olanını satın alır. Dengiboz adını verdiği tayı üç yıl yetiştirir. Olağanüstü özellikler gösteren Dengiboz, suya bastığı anda kuru toprak çıkarmaktadır.
Genç adam, Akkavak Padişahının kızıyla yarışa girer. Bu yarışlarda kızı yenen onunla evlenecektir. Akkavak Padişahı’nın kızı, böyle yarışlarda otuzdokuz gencin kellesini kesmiştir. Kırkıncı kelle Dengiboz’un sahibi kahramanımız olacaktır.
Yarışlarda Akkavak Padişahının kızı hileler yapar. Mesela, kuş avlamaya çıktıklarında Genç adama şarap içirip sarhoş eder ama kendisi su içer. Dengiboz, bağlandığı kazıktan kurtulur ve insan gibi konuşarak sarhoş olan sahibini uyandırdığı gibi kendisine nasıl binmesi gerektiğini de öğretir. Bir kamçı Dengiboz’a, bir kamçı kıza vuran Genç, kızdan çok kuş vurur. Akkavak Padişahının kızının kuş avında kullandığı tüfek de hilelidir. Muhafızlar, Padişahın kızının verdiği tüfeğin yerine genç adama farklı bir tüfek verirler ve delikanlı üç kuş vurur.
Genç kızın güreşmek için üzerine giydiği kıyafet de büyülüdür. Genç, eğer kızın kıyafetine bakarsa büyülenecek ve bütün kuvveti yokolacaktır. Yaşlı bir kadın, Genç kızın hilesine delikanlıya söyler. Ertesi sabah kendisini güreşmek için çağırmaya gelen kızı, kıyafetine hiç bakmadan tuttuğu gibi yıkar.
Akkavak Padişahının kızı ile evlenen Genç, ülkenin sınırlarını dolaşırken, Türkmen padişahı, Delikanlıyı kaçırır ve yedi yıl tutsak eder. Ancak, Türkmen Padişahı, tutsak Genç’i çok sevmiştir; bu yüzden serbest bırakır. Genç, zindanın önünde dururken oradan geçen bir kervandan aynen Bamsı Beyrek hikâyesinde olduğu gibi memleketinden sual eder.
“Te o geçiy kervan. O göriy kervanı da diy onara:
– Be, vatan oldu bize, bu zından taşı. Be, nerden çocuklar, hey, gelir-gelişiniz, Nerden alırsınız bu kumaşı, Alır da satarsınız?
Ben yatırım bu yastıylan, Kılıcım durıy da küfü da pasıylan Kervandan:
– Bizim gelişimiz, çocuk, hey, Özü da elinde.
Biz bu kumaşı Hind içinden alırız, Alır da satırız.
Çocuk:
– Çok selemnar götürersiniz padişah bubama, Nice gördünüz ayler (ağalar), öle de söleniz! Kervandan:
– Çocuk, hey, buban indi (di) tahtından.
(H)en küçük kızkardaşin geçirdi düne de halinden.
Koca ninen mahrum kaldı iki de gözünden.
Zindandan çıkan Genç, atı Dengiboz’u çağırır. Bu sahne de, Dede Korkut hikâyelerindeki benzer sahneleri çağrıştırır.
“Çocuk, çıkıp zındandan:
Dengibozum, Dengibozum,
Dön beri üzünü de göremem,
Kurttur kulaazı,
Çatık kaşları.
Gitti elimizden Akkavak kızı. Dön geri, dön, üzünü de göreim, İkilip ikileim (eğilip eğileyim), dizini de tozunu da sile-im, Sarılaim-sarmaşaim gözünü de öpeim.”
Türkiye Dışandaki Türk Edebiyatları Antolojisi 12 (Romanya ve Gagavuz Türk Edebiyatı), Kültür Bakanlığı, 1999-Ankara, s.239)
Memleketine gitmek isteyen Gençle, Türkmen Padişahının Kızı da gitmek ister. Delikanlıya bir güvercin verir. Sınıra vardığı zaman güvercini gönderecek ve kız da peşinden gelecektir. Genç, sınıra geldiği zaman güvercinin kafasını koparır; atı Dengiboz’u çağırır. Dengiboz ve sahibi kavuşurlar.
Tepegözler destanı, Dede Korkud hikâyelerinden Basat’ın Tepegöz’ü Öldürmesi hikâyesi ile büyük benzerlik göstermektedir.
Üç arkadaş çalışmak ve para kazanmak için çıktıkları yolda bir Tepegözle karşılaşırlar. Tepegöz, gençleri yanında çalışmak üzere ikna eder. Gençler Tepegöz’ün beşbin koyununa bakacaklardır. Tepegöz, mağarasına götürdüğü gençlerden birisine bakır kazandaki suyu kaynatmasını ve su kaynayınca kendisini uyandırmasını söyler. Genç su kaynayınca Tepegöz’ü çağırır. Tepegöz, genci kaynar suya daldırıp sonra yer. İkinci genci çağırır ve aynı şekilde onu da yer. Üçüncü genç de Tepegöz’ün çağrısı üzerine giderken kuzulardan birisi dile gelir ve Tepegöz’ün arkadaşları gibi kendisini de yiyeceğini; dikkatli olmasını tenbihler. Üçüncü Genç, kaynayan suyu Tepegöz’ün kafasına dökerek gözünü kör eder.
Gözü kör olan Tepegöz, genci yakalayabilmek için koyunları teker teker yoklayarak dışarı çıkarmaya başlar. Bunun üzerine aynı kuzu, bir koyun kesmesini, postunu üzerine geçirmesini ve bu suretle dışarı çıkmasını öğütler. Bir posta bürünerek kurtulan Genç, Tepegözün elinden aldığı sihirli yüzüğü kuyuya atar. Yüzüğün ardından kuyuya düşen Tepegöz’ün üzerine taşlar atarak Tepegöz’ü öldürür.
Tepegözler destanı, Homeros’un Odysseus destanındaki Tepegözlerle (Kiklop) ilginç bir biçimde büyük benzerlik gösterir. Odysseus’daki tepegözler de (kiklop) insan yerler. Odysseus ve adamları Kiklopların mağarasında esir kalırlar. Kiklopların kralı Polyphemus her gün bir genci yer. Odyssseus, Polyphemus’u sarhoş ettikten sonra gözünü kör eder. Odysseus ve adamları koyunların altına girerek mağaradan kurtulurlar.
Dionis Tanasoğlu, Köroğlu destanını şöyle tanıtır: “Türk halkların folklorunda var bir geroy, adı Kör-oglu. Onun girgin yaptıkları için düzülmüş gözel pietler, annatmak hem türkü.
Neçin demişler ona Köroğlu?
Bobası onun Hasan, zorda kalıp, yanaşmış bir zengin hem fena beye beygir bakma. Beyin bir kere üfkesi çıker Hasana da izin verer onun gözlerini çıkarsınnar. Adam kör kaler. Ama varmış onun bir oolu, adı Ali. Bu çocuk pek severmiş beygirleri. Bobosında varmış sade bir genç tay. O onu büüder da emin eder, ani kin çıkaracek hain beylerden kendi bobası için hem hepsi fıkareler için. O girgin düşer onnarlan, ona toplaşer çok girgin yigitler da düzerler bir kavi asker. İnsan demiş ona girgin Kör-oglu (körün oglu). Bu dastan Kör-oglu rasgeleer bizde de.” (Dionis Tanasoğlu, Ana Dili, Kişinev-1990, s.15)
Gagauzlardan derlenmiş Köroğlu destanının, “bir adam varmış” diye başlayan hikâyesi şöyledir: Adam, oğlunu çağırır yanına ve: “Bak te o hergele gelecek suya, hepsi beegirlee içee su, nereyi akee, akıntıya doru içerle bak angısı suya karşı içee, te o ürük olacek.” (Özkan, s.242) der.
Çocuk babasının tarifine uygun beygiri alıp getirir. Padişah kendisine böyle bir beygir getirdiği için sinirlenir ve adamın gözlerini kör ettirir. Kör adam, oğluna der ki, yeraltında bir ahır aç ve o atı ahıra koy. Ama o yere asla ışık girmeyecek. Kör adam, atın sırtını sıvazlar ve hemen anlar ki küçük te olsa bir ışık sızmaktadır. Oğluna orayı kapattırır. Kör adam ve oğlunun yetiştirdikleri at, Padişahın bütün atlarını geçer.
Mariya Durbaylo tarafından, 1991 yılında Ukrayna’nın Reni bölgesinde Kotlovina köyünde, 1921 doğumlu Zinaida Dimçeva’dan derlenen Aşık Gaarip destanı, balaur gibi mitolojik varlık, kanatlı yılan ve olağanüstü at motifleri ile destan özellikleri göstermektedir. Ayrıca, destan kahramanının düğünde kemençe çalması ve sevgilisi tarafından tanınması ile Dede Korkut’tan Bamsı Beyrek hikâyesini hatırlatmaktadır. Kemençe ile anlaşma, sürgün edilme, gemiyle mektup gönderme de üzerinde durulması gereken motiflerdir.
Bu hikâyede, bir padişahın çok güzel bir kızı; halktan yoksul birisinin de güzel bir oğlu varmış. Zamanla bu kız ve oğlan birbirlerini sevmişler. Bunu haber alan padişah delikanlıyı ülkesinden sürer. Delikanlı onbir yıl ülkesinden uzak kalır.
Padişah, güzel kızını, Hasan beyin oğluna vermek ister. Büyük bir kedere kapılan kız, sevdiği delikanlıya bir mektup yazıp gemiciye verir. Liman liman dolaşan gemici sonunda Âşık Garip’i bulur ve kızın kederli mektubunu verir. Âşık Garip çaresizlik içinde çırpınırken ortaya “balaur” denilen mitolojik kanatlı bir yılan ve olağanüstü özellikleri olan atı ile bir adam gelir. Bunlar çok uzun mesafeleri kısa zamanda alırlar. Ülkesine gelen kahraman, Bamsı Beyrek hikâyesinde olduğu gibi, sevdiği kızın düğünün başladığını görür. Düğünün yapıldığı yere gidip Kemençesini çalmaya başlar. Kız kemençenin sesinden sevgilisini tanır. İki âşık birbirlerine sarılırken Hasan Beyin oğlu da çekilip gider.
Kamber, Türk dünyasından ortak motifler taşıyan çok iyi bilinen halk hikâyesinin bir varyantı Lüba Çimpoeş tarafından derlenen ve edebiyat diline uydurulan Garip Kamber destanıdır. Metnin başında Gagauz folklorcusu ve bilim adamı Stefan Kuroğlu’nun, destan kavramı ve destan anlatma biçimine dair tespitleri bulunan bir yazısı vardır:
“Garip Kamber” Gagauz halkın novella dastanı, “Aşık-Garip” dastanın bir variantı. Dastannar –halkların harcanmaz zenginlikleri, angılarını sular almaz, kumnar gömmez, vakıtlar silmez. En palı folklor sedeflerini halk ürende taşıer, palı uşaanı gibi koruer, sallangaç türküsünden ayırtmeer. Dastanı “Garip Kamber” Gagauzlar getirmiş Bucaa, Balkan erinden, açan diiştirmişler erlerini.
İhtiarların annatmalarına göre, bizim dedeler “Garip Kamberi” saatlan türkü gibi çalarmış. Bu Gagauz das-tanın parçası sefte “Bucak Sesleri” kiyadında 1959 ilde tipar oldu. Aaraya – araya, bu destanın taa birkaç parçasını bulduk. İzler gösterdi bize Çeşmeküünün da, nerede ellinci yıllarda geçindi türkücünün biri, ani dastanı bütüne bilermiş. Kazahstanı da, Zaporojie tarafını da, nerede umutlanırdık “Aşık Garibi” bulma. Bu umut aslı çıktı. Bu kiatta üze çıkareriz “Aşık Garibin” proza variantını, angısını yazdık Gagauz küüyünde Aleksandrovka Zaporojie taraflarında.
“Aşık Garib” – Oğuz halkların yaratması, angısı donattı başka milletleri de. Dastan “Garip Kamber” –onun bir siirek variantı. “
Çok zengin masal ve hikâye motifleri taşıyan Şah İsmail hikâyesi, baba oğul çatışması, baba tarafından oğlunun gözlerinin kör edilmesi gibi motifleri ile ilginç bir örnektir. Dede Korkut’tan izler taşımaktadır.
“1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı ile İlgili Bir Destan” başlığı ile tespit edilen 23 mısralık bu destan parçasında Anadolu türkülerinden özellikle Yemen türküsünün tesirleri görülen destan, savaşın trajik atmosferini bütün gerçekliğiyle çizmektedir. Muhtemelen, kopuş denilen Gagauzlara ait bir çalgıyla söylenen uzun bir destanın parçasıdır.
Bir destan olarak tanıtılan ve Mariya Durbaylo tarafından 1991 yılında Ukrayna’nın, Reni bölgesi, Katlovina köyünden, 1915 doğumlu Elena Bozacı’dan derlenen Menevşe; destan özellikleri taşımayan ve lirik bir türkü olan Ak Asan ile Saşa türkü formunda eserlerdir. Destan Manileri ezgi ile söylenen manilerdir. Bu küçük metinlerin ve manzumelerin destan parçası olma ihtimâlleri gözden uzak tutulmamalıdır.
Dastan Dizmek/Aalamak, savaşta oğlunu kaybeden bir ananın yaktığı ağıttır. Mariya Durbaylo tarafından 1991 yılında Ukrayna’nın Reni bölgesi Koldovina köyünde derlenen Bezergan Destanı, Bender Oolu ve Şu Ayın Ardında başlıklı üç parçayı, destan parçaları olarak düşünebiliriz. Dastan Dizmek/Aalamak, savaşta oğlunu kaybeden bir ananın yaktığı ağıttır.
Şu Ayın Ardında başlıklı manzum parçaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
Şu ayın ardında ardında
Bir dolu filcan
Tefterimize e, yazıldı
Oniki bin can.
Ayın da ardında bir sarı yıldız,
Tefterimize yazıldı e
Oniki bin kız.
Vay analar, vay bobalar
Nicel dayandınız?
Burca boylar genç kardaşları
Genç boydaşları bir yola yazdılar.
Sali günü vay, anacım,
Aldılar asker, başıma iidirdiler
Al çufa kalpak bize.
Elimize verdiler tüfek.
Vay analar, vay bobalar,
Nicel dayandılar?
Burca boylar, genç kardaşlar,
Kana boyattılar.
Şu şinendir içinde
Horu çaarerlar,
Aneksinin da bir oolu var.
Onu da cenge alerlar.
Ak sayırın da üstünde
Bostan mı biter ?
Bizim gibi genç çocuklar cenge mi gider?
Barabanı pek düverdiler
Giderler ileri
Al bayrak dikerlerdi,
Dönerler geri.
Vay analar, vay bobalar
Nicel dayandılar?
Çayır çimen etişik,
Erler çiçeksiz kaldı.
Garip da analarımız
Evlatsız kaldı.
Vay analar, vay bobalar,
Nicel dayandınız.
Gagauz destanlarını tanıtmaya çalıştık sizlere. Sözlerime, Nikolay Baboğlu’nun balada türkülerinden ilham ile kaleme aldığı “Oglanın Legendası” isimli uzun poeminin girişi ile son vermek istiyorum.
Evet değerli dinleyiciler, sözlerimi Oglanın Legendası isimli uzun manzumenin girişiyle bitiriyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum:
Tuna senin suyundan,
Bir köprü düzerim bän.
Bir kavi köprü uzun
Eskili bana bulsun…
Götürsün beni derä,
O eski evellerä,
Nerede saklı kaldı,
Devlerin girgin adı
Eh, silsäm legendadan,
Pas tutmuş örtülerni
Eh görsäm, orda ne var,
Ne aslı, ne diil aslı.
Hem insäm da bakayım,
O derin asirlerä
Hem bulsam da açayım,
Ne diil belli bizlerä
Dedemä da sorayım,
Şatrasında durayım.
Da olsun canımduymuş
Bu günnär ne unutmuş.
O geçmiş zamannarı
O girgin olannarı (s.191)
(Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu-Gagauz Literaturası. Hrestomatiya, Chişinau. 1997)
NOTLAR
1. Geroyluk: Kahramanlık
2. Girgin: Yiğit, cesur, atılgan
3. Batır: Kahraman
4. Titsi: Olağanüstü
5. Dragon: Ejderha
KAYNAKÇA
1. Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu- Gagauz Literaturası. Hremstomatiya, Chişinau. 1997.
2. Dionis Tanasoğlu- Bucaktan Sesler, Kişinev, 1959
3. Dionis Tanasoğlu- Ana Dili5. Kişinev, 1990
4. Nevzat Özkan- Gagauz Türk Edebiyatı, (Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 12, Romanya ve Gagavuz Türk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı, Anakara, 1999.
5. Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu- Literatura Okumaları, Kişinev, 1988
6. Harun Güngör, Mustafa Argunşah- Gagauz Türkleri (TarihDil-Folklor ve Halk Edebiyatı) Kültür Bakanlığı, Ankara, 2002

GAGAUZ HALK EDEBİYATINDA DOBRUCA VE TUNA HATIRALARI
Saba yıldızı, “Çolpan”, “Kervan yıldızı”, nicä dä taa deyärdilär ona eskidän taa şafklı yanardı bu küün üstündä, sansın aydınnadardı bu becenarcıların bitki hazırlanmaklarnı, angıları şamatalı, üfkeli hem kahırlı kalkınärlar tä duuma ocaklarından, da kervan uzaner Tunaya doru, alatlayarak.
(…)
Sora dädu Tanas çıkardı meşinindän bir deridän kesecik, o yazın da meşin taşırdı da, açıp, onu, dedi:
– Tä burayı koydum biraz toprak bizim harmandan, duuma topraamızdan bir auç. Al da taşı yanında, kuvet verir, aklına getirir Balkannarı, bizi, ani kalêrız, hem dä mezarlarda, kırlarda gömülü girgin dedelerimizi, çocuum! Dädunun yaşlandı gözleri, ama bakışı taa da pek çetin-nendi da o pek benzedi bir kudretli bayır kartalına. To-dur, alıp öptü o topracıı:
– Emin ederim, dädu, sana hem duuma erlerimizä!
(1)
Konuşmama, Gagauz âlimi Dionis Tanasoğlu’nun “UZUN KERVAN” isimli romanından, Balkanlardan ayrılışı anlatan bir sahne ile başlamak istedim ve sizleri Gagauzların sıcak söyleyişiyle selamlıyorum..
– Hepinizi saygıyla selamlaarım Paalı dostlar, paalı kardaşlıklar….
Gagauzların kaderini yaşayan ve bu kadere rağmen kimliğini muhafaza edebilen bir başka halka rastlamak mümkün değildir. Moldova Cumhuriyeti’nin güneyindeki özerk bölgelerinde sosyal ve kültürel değişimin; ekonomik bunalımın anaforunda sahipsiz bırakılan Gagauz Türkleri kimlik problemiyle; asıl trajik olanı ise, yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Hâlbuki Gagauzlar bu coğrafyalardan Bulgaristan’a Dobruca kırlarında, Tuna boylarında yüzyıllar boyu onurlu bir kaderi yaşadılar. Bu gururlu Türk halkı farklı kültürler içinde, dilini, kimliğini kaybetmedi. Kültürünü kaybetmedi… Hattâ, burada bir kültür yarattılar… Bugünkü Gagauzlar Dobruca’yı, Tuna boylarını hatırlamazlar. Bucak dedikleri Besarabya bölgesini vatan bildiler ve yeni topraklarına sımsıkı sarıldılar. Ancak, türkülerine, masallarına, destanlarına, manilerine kulak verdiğiniz zaman bu coğrafyanın kokusu yakar genzinizi, bu coğrafyaların rengini görür; Mavi Tuna’nın sesini bir Kavuş (Gagauz halk çalgısı) yanıklığıyla duyarsınız. İsmail Habip Sevük, Fırat nehrini anlattığı yazısında: “Nehirlerden sadece su değil, tarih akar” der. Evet, Tuna’yı dinlerseniz, derinlerden, Gagauzların bir ağıtını, bir destanını, genç kız ve delikanlıların sevdalı dudaklarından dökülen bir kaç maniyi, yanık bir türküsünü de duyarsınız… Tuna boylarında yavukluların birbirlerine söyledikleri maniler derinlerden gönlünüze düşer… Sizlere, Tanasoğlu’nun Uzun Kervan romanı ve Nikolay Baboğlu’nun Oglanın Lejendası isimli poemasının dışında Çağdaş Gagauz edebiyatına yansımayan, ama halk kültüründe hâlâ yaşayan Dobruca ve Tuna hatıralarından söz etmeye çalışacağım.
Gagauzlar ilk kez 1065’ten sonra Kuzeyden kitleler halinde Balkanlara gelmişler; Moğolların 1224’te Rusları yenmesinden sonra da Tuna’yı ikinci kez geçerek Silistre ve Varna bölgelerine yerleşmişlerdir. Gagauzların bir kısmının Balkanlar yoluyla Adalara, Anadoluya geçtikleri de bilinen tarihi bir gerçektir. Bu tarihi, Gagauzların büyük aydınlatıcısı Mihail Çakır, Gagauzların İstoryiası isimli eserinde şöyle anlatır: “Türk uzların (gagauzların) birkaç bölmesi erleşmiş Kara Denizin hem Tunanın Semptetlerindä Silistra, Mangalia, Kavarna, Balçik, Varna vilayetlerindä, neredä onlara deyarmişlär: Türk-Uzlar, Oğuzlar, Gagauzlar.” Bir başka Gagauz âlimi Nikolay Baboglu’nun o tatlı lisanından dinleyelim o tarihleri: “Benim gagauz halkımın o yakın dedeleri erleşerlar Balkan yarıadanın poyraz-günduusu taraflarına. Bu erlere o zaman denirmiş Küçük Skifiya (Büünkü Romaniyanın hem Bolgaristanın Dobrucası). Ama alırsak bizim çok uzak dedelerimizi (uzları, oğuzları, hak oğuzları) Onar bir çok uzun zamanda göçmüşlar Balkana Orta Asiyanın meralarından. Bu yol sürtmüş üzlarlen yıl. Bir avuç kadar halk, büük Türk dünnaasının bir parçası, kendi soydaşlarınnan barabar, nereda annaşarak, nerede dokuşarak hayvannarına otlayacek için, geniş çayırlar için dolaşmışlar Azer denizin hem Kara denizin poyraz taraflarından bütün Evraziyanın boş kırlarını da duruklanmışlar Kara denizin batı taraflarında. Uzak dedelerimizin bu uzun yolda gezmekleri için istoriya biza pek az bilgi bırakmış, ama kimi laazımnı işleri taa derin araştırırsak olur bilelim. Ama o zamanki bilgilerdan en paalısını biz bileriz; uzak hem yakın dedelerimiz tutabilmişlar, korumuşlar kendiliini, kendi türklüünü, etkin kulturalarını, dillerini da getirmişler biza bu mirası hiçbir kayıpsız, hiçbir kusursuz. Gelip Balkannara onbirinci üzyılında duruklanerler o zamanki kavi Bizantiya imperatorluun poyraz sınırlarında. Bu devletin padişahlarının kayıllıından düzmüşler kendi devletini, onun adıymış Uziyealet. Düzmüşler onu öla neetlan, ki koruma Bizantiyanınsınırlarını varvarlardan. Bu takım hakoğuzlar bi çala izmet etmişler imperiyanın faydasına, korumuşlar sınırları, ama tezda başlamışlar cenk etmaa o büük kavi imperayiylan da, neçin ki olurmuş büük doruluksuzlar, neçin ki Bizantiya askerleri gururlu halkı, kendi koruyuçularını başlamışlar ayak altına basmaa. Burada peydalanan eni hak oğuzlar (gagauzlar) kabuletmişlar hristiannık dinini, yamanmışlar evropayca çiftçilik işlerina hem da taa iiletmişlar kendi çoktankı zamannardan hayvancılık zanaatını, koruyup uzatmışlar orta Asiyadan hem kırlarda kazanılma oricinal kulturayı. Dörtüz yıl Balkanda yaşamak bırakmış gagauzların kulturasında kimi eni balkanizma motiflerini da. Ama onsekizinci asirin bitkisinda, ondokuzuncunun da başlantısında gagauzlar geçerlar yaşama Basarabiyaya da erleşerlar büünkü Bucak kırlarında.” (2)
Bulgar bilim adamı Atanas Manof ise: “Emine burnundan Tuna ırmağı ağzına kadar Karadeniz’in batı kıyısında ve bahusus Varna, Balçık, Kavarna kasabaları ile bunların mülhakatında; Basarabya’nın Komrat, İsmail, Çadırlunga, Bender Akkermen taraflarında; Bulgaristanın Varna, Provadı, Şumnu, Razgrad, Tutrakan ve Silistreden Dobruca’ya doğru olan hattından şimalî şarkî hattına müvazi olan yerlerinde ve Tuna mecrası ile Edirne taraflarında küçük guruplar halinde serpilmiş olarak yaşamakta bulunan bir millet vardır ki bunlar, vaktiyle bu yerlerde kesif bir surette yaşamış olan ve GAGAUZLAR adını taşıyanların bakiyeleridir.” (3) der. Bugün, Yunanistan, Bulgaristan, Türkiye, Romanya ve başka ülkelere dağılmış; çoğu kimliğini kaybetmiş Gagauzları saymazsak, Moldova’da tahminen yüzyetmiş bin, Ukrayna’nın Odessa bölgesinde kırkbin kadar nüfusa sahip olan bu Türk topluluğu Dobruca dediğimiz coğrafyada, ikiyüz yıldan fazla yaşayan ve merkezi Korbuna olan “Dobruca Prensliği” veya “Uzi Eyalet” adı altında kendi devletlerini de kurmuşlardır. Dobruca’ya adını veren Gagauz Dobrotiç beyden şöyle bahseder Mihail Çakır, Gagauzların İstoryiası isimli eserinde: “Emir bey Dobrotiç, ani beylik (padişahlık) etmiş Küçük Skifiyanın semtlerindä 1354-1383 yılların arasında hem da ondan provintiya – vilayet Dobruca kabul etmiş adı “Dobrudja”
(…)
Dobrotiç bey, gagauzların padişahı, ölä sanlıymış hem kämilmiş her bir işlän, ki onun padişahlına, onun adın vermişlär: “Dobrotça, Dobruca”, eski adın erinä: “Karbunlu Vilyat”
Onsekizinci yüzyıla kadar Dobruca bölgesinde yaşayan, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan Gagauzlar, onsekizinci yüzyıl boyunca kısa aralıklarla devam eden Osmanlı-Rus savaşlarını takiben Bulgarların baskısı ve Rusların teşviki ile eski yurtlarını bırakıp Moldova içine göç etmeye başlamışlardır. Bu göçte Moldova boyarları Gagauzlara bazı hususlarda yardımcı olmuşlar. Ayrıca bu göçte 1774 yılında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşmasının da etkili olduğunu unutmamak gerekir. Onsekizinci yüzyıldan itibaren bu coğrafyalarda başlayan göçlerin ilginç tarafı, Müslüman Türkler Osmanlı coğrafyasına yönelirken; Hristiyan Gagauzlar ters istikamete yönelmişlerdir. Olga Karanastas Radova, Gagauzlar Monografiyası isimli eserinde, tarihleri ile bu göçleri, göçlerin coğrafyasını ve yerleşim yerlerini gösterir: “Gagauzlar Bucak (Besarabya) bölgesine sadece Bulgaristan’ın güneydoğusundan ve Yunanistan’dan, Makedonya’dan, Romanya’dan ilk zamanlar onsekizinci yüzyılın sonlarında, 1787-1791 Rus-Osmanlı savaşları esnasında, 1806-1812 Osmanlı-Rus savaşları esnasında da bu göçler devam etmiş. Bütün bunlar Bucak’taki Gagauz yerleşim yerlerinin sadece ondokuzuncu asırda kurulmadığını göstermektedir.” Bir başka tarihlendirmede ise: “Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında yaşayan Gagauzlar 18. ve 19. yüzyıllarda Balkanlardaki bağımsızlık hareketleri sırasında Bulgarların baskılarına dayanamamış Tuna ırmağı üzerinden Rusyaya göç etmişler (1750-1856) Tuna bölgelerine (1769-1791) ve Besarabya’ya (1801-1812) yerleşmişlerdir” denir.
Amacımız Gagauzların tarihleri hakkında bilgi vermek değil. Bu derleme ile bir gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyoruz. Gagauz halk kültüründe bu coğrafyaların izleri hâlâ canlı bir biçimde yaşamaktadır. Bugün bir Gagauz, Tuna’yı, Balçık’ı hatırlamaz ama Balkan Türklüğünün ortak türkülerinden birisi olan “Alişimin Kaşları Kare” isimli türkünün nakaratı, Gagauzların dilinde şöyle tekrarlanır:
Görmedin mi ol civan Alişimi Tuna boyinda (Balçık yolunda)
(Zajaczkowski, s.67) (4)
Asırlarca, Bizans, Osmanlı, Bulgar, Romen, Sovyet, Moldovan ve Ukrayna bayrakları altında, varlıklarını ortaya koyamayan, sürülen, ezilen, horlanan, kullanılan, asimile edilmeye çalışılan bu küçük Türk topluluğu, azınlık psikolojisiyle sımsıkı sarıldıkları dilleri gibi, kültürlerini de kıskançlıkla muhafaza etmişlerdir. Gagauz Türklerinin folklorunu, tabiatiyle kültürünü, dört katman olarak görmek ve değerlendirmek gerekir:

1. Hristiyanlık öncesi kültürlerinden getirdikleri adetler ve inanmalar;
2. Hristiyanlık,
3. Komşu kültürlerin (Bulgar, Romen, Rus, Moldovan, Ukrayn) tesiri;
4. Önce Selçuklular, sonra Osmanlılar vasıtasıyla Gagauz kültürüne yerleşen İslâmî motifler, inanmalar, âdetler… Bu tesirleri Gagauzların bütün hayatında canlı bir biçimde müşahede etmek mümkündür.
Gagauz kültürünün, tabiatıyle folklor ve halk edebiyatlarının derin yapısını incelediğimizde onsekizinci yüzyıla kadar yaşadıkları Dobruca yöresi ve Tuna coğrafyasının en önemli şekillendiricilerden birisi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Elbet biz çalışmamızda bu şekillendiricileri tespit ve tarif imkânına sahip değiliz. Bu toprakların bir kültür atlasını, sadece folklor yahut halk edebiyatı ile sınırlı değil, müzik, dans, tiyatro, mimari, plastik sanatlarla da besleyerek hazırlarken Gagauz rengini de unutmamak gerektiğine inanıyoruz.
Bugün Gagauz Türkleri arasında hâlen anlatıla gelen destan yahut legenda dedikleri Köroğlu, Aşıg Garip, Garip Kamber anlatmalarının; Bizim Nastradin dedikleri Nasreddin Hoca, Köse fıkralarının…Balkanların, Dobruca’nın mirası olduğu inancındayız. Bu mirasa türkülerin, ağıtların, manilerin büyük bir kısmını da dahil edebiliriz. Ancak Tepegöz gibi anlatma parçalarının daha önceki zamanların izlerini taşıdığı, bir büyük destanın küçük bir parçası olduğu da gerçektir.
Türk coğrafyasının en önemli destanlarından Köroğlu, Manov’un verdiği bilgiye göre Gagauzlar arasında da yaygındır. “Anadolu’da yapmış olduğu yiğitlikler Gagauzlar arasında da yayılan Köroğlu, bir ara Dobruca’ya geçmiş, orada da mücadeleye devam etmiş. Nihayet tekrar Anadolu’ya dönmüş ve orada ölmüş.”tür (T. Acaroğlu çevirisi, s.121) (5)
KÖROĞLU
Ben bir Köroğlu’ydum dada gezerdim,
Çalıya çırpıya kelle dizerdim,
Esen lüzgardan izler seçerdim,
Kimsem yoktu Balkan’da yalnız gezerdim,
Demir topuzlan kelle ezerdim,
Ben edi daya hükm ederdim,
Geçenden baçını isterdim.
    (Manov, s.172)
Türküdeki, “Kimsem yoktu Balkan’da yalnız gezerdim,” mısraı Gagauz ruhunun ifadesidir sanki… Hayatlarını tarım ve hayvancılıkla idame ettiren bu halk, Menzel’in ifadesiyle çalışkan, dürüst ve çok gururludur. Ama, Hristiyan oldukları için Osmanlı İmparatorluğu tarafından ihmâl edilmişler; mensup oldukları yönetimler tarafından Bulgar, Rum… gibi halklara dahil edilmeye çalışılmışlardır. Tarlada, sabanda, hayvanlarının peşinde Türkçe konuşan; daha da önemlisi Allah’a yönelirken kendi dillerinde yakaran Gagauzlar daima yalnız kalmışlardır.
Gagauz folkloru ve halk edebiyatında Tuna’nın ayrı bir yeri vardır. Bir türküde:
TUNA BAŞINDA
Yıldırcım gittim Tuna’ya
Tuna başında pınar var,
Pınar başında kızlar var,
Kızlar var, bez çırpêrlar,
Olannar ot biçerlär.
Ey mari kız, versene bakırcını,
Sulayım ben dä al kuratcıımı.
Ey, bä olan, sän nereliysin?
Ey, mari kız, ben bir Beşalmalı,
Bu gece bän burada kalmalı.
    (Tanasoğlu, s.94) (6)
Bir başka türküde bir Gagauz genciyle ağabeyinin acıklı hikâyesi vardır:
TUNADA
İşidiniz, söleyim,
Nelär oldu Tumarvada,
Tumarvada, Tuna suda.
Tanas olan yavklu oldu.
Çarşamba günü perşembää karşı
Kalktı Tanas agasına vardı:
-Hadi, bre batö, kasabaa gidelim,
Genç gelinmä ruba seçelim,
Kumaş bulalım, şarap içelim.
Tuna boyunda yarışmak gider,
Kayıkçılar suda üzer.
Tanaslan agası ruba aldılar,
Ruba aldılar kumaş seçtilär,
Kumaş seçtilär, şarap içtilär,
Kayıklara pindilär,
Yarışa girdilär.
Tanas hem agası
Üstün çıktılar,
Mükafat aldılar.
Tanaslan agası gene çıktılar,
Su ortasında taa bir siyr yaptılar.
Neredän da esti bir fena lüzgär
Bir fena lüzgär ansızdan lüzgär.
Dalgalar üştü, karannık düştü-
Tanaslan batüsü Tunada buldu. (7)
Osmanlı-Rus savaşlarının Gagauz ruhunda yarattığı izler çağdaş Gagauz edebiyatına yansıyışından çok farklıdır.
MOSKOF
Hay çala çala kolum şişti
Kolunun entişi yerä düştü
Hay käfir Moskov Tunayı geçti
Tunayı aştı Rusçuya kondu
Rusçuya kondu tabiyayı kurdu
Tabialardan topları dizdi
Camiyi bozdu, askeri daattı
Ah! Aman aman käfir Moskof
Nettim sana: Kızma bizi biz uzuluyuz
Asmayın bizi, biz fermanlıyız. (8)
Bir başka türküde:
ÖMER PAŞA
Sabah yıldızı gecelän duar
İllä ilk uykum gecedän var
Ömer paşa dedi, dur bän varayım
Tuna boyundan asker dizeyim
Käfir Moskovadan kılıç çekeyim
Sünne buazı dardır geçilmäz
Şu Tunanın suyu buzdur içilmäz
Aman padişahım aman ne ettim sana
Yedi bin Moskof yolladın bana
Kaleye girirken bülürüm düştü
Bülürümün üstünä “Osmanlar” üstü
İstanboldan çıkan al yeşil bayrak
Anadan bayırlar bülä bülä aalar
Kuzusunu kaybedän bülä ağlar
Kuzusunu kaybedän bülä ağlar (9)
Gagauz türkülerinde Varna’nın ayrı bir yeri vardır. Varna’nın kuşatılması, işgâl edilmesi; Varna Türk halkının yaşadığı zulüm, bütün dramatikliğiyle Gagauz türkülerinde görünür:
TÜRKÜ
Nine bän yollandım Varna yoluna
Gel ayle doyunca sarıl boynuma
Gitme garip gitme yollar çamurdur
Yidi yıl dedikleri hayli ömürdür
Geribin ürecii taştır demirdir.
Ayler garip garip kimsem yok deyi
Pinmiş kır Atina indiremedim
Çatmış kaşlerini güldüremedim
    (Zajackowski, s.85) (10)
1828 yılında Varna’nın muhasarasını yâd eden bir türkü:
Varna gibi kale yoktur
İçinde timarı çoktur,
Varna’ya imdat yoktur,
Biz Varnalıiz aalar!
İmdat Varna’ya!
Varna Kalata’ya bakar,
Arasında dere akar,
Gemiler Varnai yakar,
Biz Varnalıiz aalar!
Padişahlar!
İmdat Varna’ya!
Varna’nın etrafı deniz
Varna’i sardı domuz,
Verin tabyalara omuz,
Biz Varna’lıız.
Varna’nın etrafız geriz,
Kabudan paşa deer biz biriz,
Karpuz gibi lüllei serperiz,
Biz Varna’lıiz.
Varna’nın etrafı bayler,
İçinde çeşme çayler,
Analar evladını ayler!
Biz Varna’lıiz.
Varna’nın kalesi taştır,
Gözümden akanlar yaştır!
Käfir!
Osmanlar baştır,
Biz Varna’lıiz.
Duşman ve käfir Moskof,
Denizden ve karadan,
Toplardan sık güllei saçar,
Korkar Osmanlı toplarından.
Ve Moskof hücümden kaçar,
Biz Varna’lıiz
Varna’nın etrafı çadır,
İçinde Osmanlı yatır,
Gäur Moskof bilmez hatır,
Biz Varnalıiz.
Gemi gemiylan çatılmış,
Arasında üç top atılmış,
Haber geldi Varna satılmış,
Biz Varna’lıiz. (11)
diye feryad eder adeta…Bir başka türküde:
VARNA
Hey Varna Varna
Gümüş kavarna
Varna gibi kale yoktur
İçindä timarı çoktur
Padişahtan imdatı yoktur
Biz Varneliyiz,
aman aman Agalara
beylerä imdat Varneye
Ah! Varna Varna
Nazlı Varna
Varna gibi kasaba yoktur
İçindä cannarı çoktur
Kesilän kellelerin hesabı yoktur
Biz Varneliyiz aman, aman
Agalara beylere imdat Varneye
Varnanın etrafı bağlar
Varna çöşmeleri çağlar
Çok analar evladını ağlar
Biz Varneliyiz aman aman
Agalara beylere imdat Varneye
Varna çöşmeleri akar
İçindän artık Osmannı bakar
Çok analar evlädını brakar
Biz Varnalıyız aman aman
Agalara beylere imdat Varneye
Varnanın etrafı çadır
İçindä artık Osmannı yatır
Kämil Moskof bilmez hatır
Biz Varneliyiz aman aman
Agalara beylere imdat Varneye
Varna’nın etrafı deniz
Varnayı sardı ya domuz
Verin taafiyelarä omuz
Biz Varneliyiz aman aman
Agalara beylere imdat Varnaya
Gemi gemiye çatıldı
İçindän üç top atıldı
Kiyat geldi Varna satıldı
Biz Varneliyiz aman aman
Agalara beylere imdat Varneye (12)
Bir başka türküde:
AYIN ARDINDA
Ayın ardında
Bir sarı yıldız,
Teftera alındı
Oniki bin kız.
Engin kasabalar
Esirlaa girdi
Varna hem İsakça
“Verilmam”, – dedi
Varneda kalktı
Bir kara tütün
Sel kanar aktı
Biz kaldık bütün.
İsakçadan çıktı
Bir gemi eni,
Bir gemi eni
Sırma dümeni… (13)
1878 yılında Varna’nın Rus askerleri tarafından fidye ile satın alınmasını müteakip Türk askerî muzıkasının, son Türk askerlerini İstanbul’a yolcu ederken kışlalar önünde çaldığı son şarkı budur. Aynı şarkı, gelin nikâh için babasının evinden alınırken bütün herkes tarafından söylenirdi. Gelinle ebeveyni bu sırada hazin hazin ağlardı. (Acaroğlu’nun çevirisi, s.120’deki not, Manov, s.170-171)
KAL SELAMET
Bir gazilen yol göründü
Gene garib göynüme.
Dağlar, taşlar dayanamaz,
Nice kıydın canımı?
Kal selamet nazlı yarim
Bir yana sen bir da ben.
Ben havada uçar iken,
Alilen tutun beni.
Ben pahamı bilir iken,
Üç pula satın beni.
Altım toprak üstüm yaprak,
Gene gönüm hoş idi.
Kal selamet kömür gözlüm,
Saya sen sola ben. (14)
Balkanlar, Dobruca, Tuna… renklerini taşıyan yüzlerce mani ile karşılaşırız Gagauz halk edebiyatında… Bunlardan birkaçını sunuyorum sizlere…
Şu Tunanın suları,
Duruk akar hem hızlı.
Şu Kongazın kızları
Hem hodoldur hem nazlı
(N.Baboglu, İ.Baboglu, Gagauz Literaturası, Hrestomatiya, Chişinau, 1997, s 35)
Tuna suyu bulanık
Aalarım yanık-yanık
Sevgilicim öleli
El uyur bän uyanık
    (Derleyen: Nikolay Baboğlu)
Çeşme başında durdum
Dokuz güvercin urdum
Onbeş Bulgar içinde
Bir Gagauza uruldum
Yolun Tuna boyunca
Gezdim, testi dolunca
Balkannara etiştim
Nazlı yäri bulunca.
(G.Gaydarci derlemesi, Saba Yıldızı, 2001, sayı:16, s.59)
Varna yolu toz duman
Yol boyu sarı saman
Bir samana dayandım
Gel yarim, bana yaman
(G.Gaydarci derlemesi, Saba Yıldızı, 2001, sayı:16, s.59)
Ay düar sini gibi
Sallanır selvi gibi
Benim bir yarim var
Varna’nın gülü gibi.
İki dalda bir ceviz
Aramız Kara Deniz
Sän orada bän burada
Ne olacak halimiz.
Pindim kerpiç duvarına
Baktım Varna yoluna
Varna yolu incecik
Yarim gelir gencecik
Varna’nın kavakları
Titreyor yaprakları
Çî düşmüş güle benzer
Yarimin yanakları
Varna yolu kaldırım
Düştüm gelin kaldırın
Ne anem var ne bubam var
Urun beni yöldürün
    (Güngör 233)
Daha önce de ifade ettiğim gibi Gagauz folkloru ve halk edebiyatı hemen hemen Balkanlar, Dobruca, Tuna boylarında şekillenmiştir. Masallar, destanlar, anlatmalar, türküler, maniler üzerine yapılacak bir çalışma bunu ortaya koyacaktır. Destansı motifler taşıyan ve büyük bir ihtimâlle, bir destanın parçası olan Bayır Oolu isimli masalın mekânı Tuna ve Kara Deniz kıyılarıdır.
Çağdaş Gagauz Edebiyatı’na da dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Gagauz ruhunun uyanmasında, Gagauz kimliğinin oluşmasında, Prof. Dr. Mihail Çakır’ın tarihi, dua kitabı ve sözlüğü kadar; Dimitri Karaçoban, Dionis Tanasoğlu, Nikolay Baboğlu, Todur Zanet gibi şâir, yazar ve bilim adamlarının da büyük katkıları olmuştur. Bu arada resimde, heykelde Dimitri Savastin, Afanasiv Karaçoban, Gagauzların kurt başlı bayrağını yapan ressam Petri Vlah (ki Müslüman olarak Ahmet İslâm ismini almıştır), müzikte Dimitri Gagauz bu ruhu uyandıran önderlerdir. Girişe aldığım metin, Gagauz Tarihini roman tarzında kaleme alan Dionis Tanasoğlu’nun UZUN KERVAN isimli romanından idi. Uzun Kervan’da, Balkanlar, Dobruca, Tuna geniş bir yer tutar.
Gagauz âlimi ve yazarı Nikolay Baboğlu’nun çağdaş bir destan denemesi olan ve Tuna boylarında Gagauz ruhunu yeniden canlandıran “OGLANIN LEGENDASI” isimli poemasına:
Tuna senin suyundan,
Bir köprü düzerim bän.
Bir kavi köprü uzun
Eskili bana bulsun…
Götürsün beni derä,
O eski evellerä,
Mısraları ile başlar. Destan girişinin Tuna nehri ile başlaması çok anlamlıdır. Tuna nehri, hem destanın geçtiği mekan, aynı zamanda, geçmişe açılan bir kapıdır… Tuna üzerine kurulacak köprü, esasında geçmişe kurulmuş bir köprüdür. Destan Tuna nehri etrafında hayat bulur, gelişir… Destansı yaşantılar Tuna etrafında geçer. Oglan’ın acıklı hikayesi karşısında kimi zaman “kara yaslı akar” Tuna, kimi zaman Oglan zorda kaldığında sadece baktığı, yalnız bıraktığı için sitem edilir Tuna’ya…
Nerede saklı kaldı,
Devlerin girgin adı
Eh, silsäm legendadan,
Pas tutmuş örtülerni
Eh görsäm, orda ne var,
Ne aslı, ne diil aslı.
Hem insäm da bakayım,
O derin asirlerä
Hem bulsam da açayım,
Ne diil belli bizlerä
Dedemä da sorayım,
Şatrasında durayım.
Da olsun canım duymuş
Bu günnär ne unutmuş.
O geçmiş zamannarı
O girgin olannarı (s.191)
Âlim, şâir Nikolay Baboğlu’nun, Dimitri Savastin’in (Mete Savaşan) resimlerinde yarattığı Gagauz ruhunu adeta mısralara döktüğü Oglanın Legendası isimli uzun poemasını, destan denemesini ayrı bir çalışmada ele aldığımızı bildirir; saygılarımı sunarım…
NOTLAR
1. Dionis Tanasoğlu- UZUN KERVAN. (N.Baboglu, İ.Baboglu, Gagauz Literaturası, Hrestomatiya , Chişinau, 1997, s 179-180)
2. Nikolay Baboğlu, ÇALILI YOL DİRİLMEYE. Publitistika Yazılarından, Kişineu 2000, s.3-4
3. Atanas Manof, GAGAUZLAR (Hıristiyan Türkler, Bulgarcadan çeviren: Türker Acaroğlu, Varlık neşriyatı, Ankara-1939, s.7)
4. Güngör, Harun-Argunşah Mustafa. Gagauz Türkleri (TarihDil-Folklor ve Halk Edebiyatı) T.C. Kültür Bakanlığı yay., 2002-Ankara, s.170
5. (Güngör, Harun-Argunşah Mustafa). s.19
6. (Güngör, Harun-Argunşah Mustafa). s.210
7. Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 12. cilt Romanya ve Gagavuz Türk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı Yay.,1999-Ankara, s.336
8. (Lenka Yabancı, 24 yaşında, Satılık Hacı-Akkerman) (Saba Yıldızı, Etnik bilimi-kültür-tarih dergisi sayı: 18, 2002, s.6) Derleyen Petri Zavrak, 30. yıllarda
9. (Lenka Yabancı, 24 yaşında, Satılık Hacı-Akkerman) (Saba Yıldızı, Etnik bilimi-kültür-tarih dergisi sayı: 18, 2002, s.6) Derleyen Petri Zavrak, 30. yıllarda
10. (Güngör, Harun-Argunşah Mustafa) s.199
11. (Manov, s.163-164) (Güngör, Harun- Argunşah Mustafa) s.214-215
12. (Kemençeci Dimyan 43 yaşında Tatar Kıpçak) (Saba Yıldızı, Etnik bilimi-kültür-tarih dergisi sayı: 18, 2002, s.5) Derleyen Petri Zavrak, 30. Yıllarda
13. (N.Baboglu, İ.Baboglu, Gagauz Literaturası, Hrestomatiya, Chişinau, 1997, s 28-29)
14. (Güngör, Harun-Argunşah Mustafa) s.194
15. N.Baboglu, İ.Baboglu, Gagauz Literaturası, Hrestomatiya, Chişinau, 1997, s 19

GAGAUZ DESTANLARINDA KÖROĞLU KÖROĞLU IN GAGAUZ EPIC

Dr. Abdulkerim DİNÇ
Dionis Tanasoğlu, Köroğlu destanını şöyle tanıtır: “Türk halkların folklorunda var bir geroy, adı Kör-oglu. Onun girgin yaptıkları için düzülmüş gözel pietler, annatmak hem türkü.
Neçin demişler ona Kör-oğlu?
Bobası onun Hasan, zorda kalıp, yanaşmış bir zengin hem fena beye beygir bakma. Beyin bir kere üfkesi çıker Hasana da izin verer onun gözlerini çıkarsınnar. Adam kör kaler. Ama varmış onun bir oolu, adı Ali. Bu çocuk pek severmiş beygirleri. Bobosında varmış sade bir genç tay. O onu büüder da emin eder, ani kin çıkaracek hain beylerden kendi bobası için hem hepsi fıkareler için. O girgin düşer onnarlan, ona toplaşer çok girgin yigitler da düzerler bir kavi asker. İnsan demiş ona girgin Kör-oglu (körün oglu). Bu dastan Kör-oglu rasgeleer bizde de.” (Dionis Tanasoğlu, Ana Dili, Kişinev-1990, s.15)
Gagauzlardan derlenmiş Köroğlu destanının, “bir adam varmış” diye başlayan hikâyesi şöyledir: Adam, oğlunu çağırır yanına ve: “Bak te o hergele gelecek suya, hepsi beegirlee içee su, nereyi akee, akıntıya doru içerle. Bak angısı suya karşı içee, te o ürük olacek.” (Özkan, s.242) der.
Çocuk babasının tarifine uygun beygiri alıp getirir. Padişah kendisine böyle bir beygir getirdiği için sinirlenir ve adamın gözlerini kör ettirir. Kör adam, oğluna der ki, yeraltında bir ahır aç ve o atı ahıra koy. Ama o yere asla ışık girmeyecek. Kör adam, atın sırtını sıvazlar ve hemen anlar ki küçük de olsa bir ışık sızmaktadır. Oğluna orayı kapattırır. Kör adam ve oğlunun yetiştirdikleri at, Padişahın bütün atlarını geçer.
Türk Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine Aktarılması ve Yayımlanması Projesi çerçevesinde, “Gagauz Destanları”nı derleyen Prof. Dr. Nevzat Özkan, eserinde, Atanas Manof, Dionis Tanasoğlu’nun, L.S. Çimpoeş’in eserlerinden Köroğlu metinlerini bir araya getirerek değerlendirmeler yapar.
Dionis Tanasoğlu’nun, Gagauz öğrenciler için hazırladığı ders kitaplarına aldığı Köroğlu metinleri Gagauz destanı olarak değerlendirilemez. Metinlerin başındaki “Türk – Oğuz dastanı” ibaresi dikkat çekicidir. Bu durumu, Mihail Çakır’ın, “Besarabyalı Gagauzların İstoryası” isimli eserinde Gagauzları “halis Türk soyu” olarak vasıflandırmasından sonra, Gagauz aydınlarının ve yazıcılarının kimlik arayışının bir tezahürü olarak değerlendirebiliriz. Tanasoğlu, modern bir destan/roman olarak kabul edebileceğimiz “Uzun Kervan” isimli eserinde Gagauzların köklerini Orta Asya’da arar. Kimliğin yaratılmvasında toprak kadar, maddi yaratmalar kadar destanların, efsanelerin, halk ezgilerinin ve dilin imkânlarının da büyük faydaları vardır. Vatan yahut Silistre ile Türk kimliğinin yaratılmasına Namık Kemal’in hizmetlerinden, 62 yıl sonra Mihail Çakır, Gagauzların kimliğini tarif etmeye başlamıştır. İşte Tanasoğlu’nun ders kitabına aldığı Köroğlu metninin başına koyduğu “Türk – Oğuz Dastanı” ibaresini bu anlamda değerlendirmeliyiz. Sadece “Oğuz destanı” yahut “Türk destanı” yazmamıştır. Türk destanı ile etnik kimliğe işaret ederken, Oğuz destanı ile de İslâm öncesi çağlara atıfta bulunmuştur. Tanasoğlu’nun kitaplarına aldığı özetler, Köroğlu destan parçaları olarak ifade edilen ancak “ballada türküleri” olarak değerlendirebileceğimiz metinler çağdaş Gagauz edebiyatında yahut Gagauz ruhunda akisler yaratmamıştır. Derleme parçalar Gagauzların, Balkan Türkleri ile temaslarının bir hatırası olarak arşivlerde yerini almıştır. 1950’lerden sonra ortaya çıkan Gagauz edebiyatı, köklerini Oğuz destanlarında aramaya başlamıştır. Bunu, en açık biçimde Dimitri Savastin’in resimlerinde ve Ta-nas Karaçoban’ın heykellerinde görebiliriz. Ayrıca Todur Zanet’in şiirleri, en şuurlu arayışlardır.
Özkan’ın, Köroğlu destan metni olarak eserine aldığı 1989 yılında Moldova’nın Çadır şehrinde 1954 doğumlu Vera Guboğlu’ndan M. A. Durbaylo derlemesi imgeler olarak Gagauz kültürüne dair işaretler taşımaktadır. Belki bütün Gagauz destanları, ballada türküleri ile birlikte çözümlenmesi gereken bu imgeler ayrı bir çalışmayı gerektirmektedir.
Kazakistan Gagauzlarından derlenen Dengiboz destanı, “Su Aygırı” efsanesi, Köroğlu destanı ve Dede Korkud hikâyelerinden Bamsı Beyrek’ten izler taşır. Dengiboz, ihtiyar bir adamın sattığı üç taydan en zayıfı olmasın, üç yılda yetiştirilmesi, olağanüstü özellikler göstermesi, suya bastığı an kuru toprak çıkarması, kazığını sökerek sahibini uyarması ve onunla konuşması ile Köroğlu’nun Kıratı ile aynı özellikleri gösterir.
SONUÇ
Sonuç olarak, yüzlerce yıl Dobruca bölgesinde ve daha sonra Besarabya’da yaşayan Gagauz Türkleri, kendi söyleyişleriyle bir “Köroğlu dastanı”na sahip değildirler. Ancak, hatıralarında taşıdıkları Köroğlu metinleri, Köroğlu destan literatüründe taşıdığı özel imgeler, isim değişimleri ile özel bir yere sahiptir.
KAYNAKÇA
1. Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu-Gagauz Literaturası. Hrestomatiya, Chişinau. 1997
2. Dionis Tanasoğlu-Bucaktan Sesler, Kişinev, 1959
3. Dionis Tanasoğlu- Ana Dili 5, Kişinev, 1990
4. Nevzat Özkan-Gagauz Türk Edebiyatı, (Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 12, Romanya ve Gagavuz Türk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1999
5. Nevzat Özkan (Prof. Dr.), Gagauz Destanları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2007
6. Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu-Literatura Okumakları, Kişinev, 1988
7. Harun Güngör, Mustafa Argunşah-Gagauz Türkleri (TarihDil-Foklor ve Halk Edebiyatı) Kültür Bakanlığı, Ankara, 2002

GAGAUZ FOLKLORUNDA ÖLÜM

Yüzyıllarca farklı kültürlerin arasında yaşamalarına rağmen dillerini ve kültürlerini muhafaza eden Gagauz Türklerinin folklorunu, tabiatiyle kültürünü, dört katman olarak görmek ve değerlendirmek gerekir. Hristiyanlık öncesi kültürlerinden getirdikleri adetler ve inanmalar; Hristiyanlık, komşu kültürlerin (Bulgar, Rus, Romen, Moldovan, Ukrayn) tesirleri ve İslâmiyetten geçen –ölüyü yıkama, kefenleme, 40. gün,....gibi- adet, örf ve inanmalar… Bu çalışma, Moldova Cumhuriyeti’nde, Gagauz Türkleri’nin yaşadığı özerk bölge Gagauz Eri’nde, Komrat, Çadır Lunga ve Vulkaneşti şehirleri ile; Beşalma, Çokmeydan, Avdarma, Kongaz, Kirsova, Kıpçak, Dizgince köylerinde 43 Gagauz Türk ile yüzyüze yapılan görüşmelerin tespit ve tasnifinden oluşmaktadır. Çalışmanın plânı, görüşmelerde yöneltilen sorular Sedat Veyis Örnek’in “Anadolu Folklorunda Ölüm” (Ankara,1979) isimli eserinden alınmış; ancak, Ortodoks kültürüne ait farklılıklar için sorular tarafımızdan hazırlanmıştır.

1. Bölüm:

A. ÖLÜMÜ DÜŞÜNDÜREN ÖNBELİRTİLER
I. Hayvanlarla İlgili Olanlar:

Gagauz Türkleri, kara kedinin, kanatlı karıncanın, karakarganın, saksağan kuşu.. gibi bazı hayvanların ölümün habercisi olduklarına inanırlar.
Kara karga evin damına oturur veya kapıda bağırırsa; saksağan kuşu ağaçtan ağaca zıplayarak öterse; soroka denilen bir cins karga –kuzgun- evin, kapının yanında öterse, pencereye vurursa; bir kuş veya serçe pencereyi gagalarsa, kedi masanın köşesine sarılıp, yumularak yatarsa ölüme işârettir.
Gagauz Türklerinin, ölümün önceden habercisi olarak asıl ürktükleri hayvanlar, köpek ve baykuştur.
Kuşların, hayvanların depremi önceden hissettikleri bilinmektedir. Gagauzlar köpeğin ulumasının depreme işâret olduğuna inanırlar.
Köpeğin uluması daima kötü habere, sık sık uluması; birkaç gece uzun süre, aralıksız uluması ölüme işârettir.
(Komrat’lı Mariya Kaynak, kocasının öldüğü gün, kendi köpeklerinin evlerinin önünde kuyu yaptığını ve uzun süre uluduğunu söyledi.)
(Beşgöz köyünde bir yaşlı bir kadın, komşularının köpeğinin iki-üç gün hiç susmadan uluduğunu ve nihayetinde o evden bir ölü çıktığını anlattı.)
Eğer, evin köpeği ulumaya başlarsa, sahibi çarığını/ ayakkabısını atarak köpeği kovalar; evden uzaklaştırmaya çalışır. Böylece evin etrafındaki uğursuzluğu kovmuş olur.
Pek çok kültürde olduğu gibi Gagauzlarda da Baykuş (kukumav) uğursuzluğun simgesi ve ölümün habercisidir.
Baykuşun, bir evin üzerinde durması, bir evden bir eve uçması, evin etrafında herhangi bir yere konması, evin saçağına tüneyip ötmesi, bir insanın gözlerine çok derinden bakması ölüme işârettir.
Baykuş, eğer neşeli öter ve çırpınırsa, kaygılanmaya gerek yoktur; ancak, ötüşü kederli ise bir kimse ölecektir.
Baykuş, evin etrafında dolaşarak kahrı/kederi haber verir.
Pencereye doğru çırpınır ve öterse can alacak gibidir.
Bir evin etrafındaki ağaçta acı acı öterse insanlar ürkerler, korkarlar. (Komrat’ta konuştuğumuz, 70 yaşındaki Praskove Petrovna Pedan, bahçedeki ağaçta bütün gece bir baykuşun öttüğünü ve bir hafta sonra annesinin öldüğünü söyledi.)
II. Ev, ev eşyası, araç-gereç ve yiyecekle ilgili olanlar:
Evin tahta ve direklerinde bir ağaç kurdu ses çıkarıyorsa bir can çıkıyor veya ölü, evini görmeye gelmiştir.
Masa, dolap gıcırtıları ölüme işâret olarak kabul edilir. İkona gıcırdarsa o evden birisi ölecek / öbür dünyaya misafir olacaktır. Kapı, pencere vurulmasını andıran ses, ölüme olduğu gibi, şeytanın geldiğine de işârettir.
Geceleyin beklenmedik bir sırada komşunun, kapı çalışı; işleyen saatin duruşu ölüm habercisidir.
Gagauzlar, gün battıktan sonra evden asla bir şey vermezler; verilmesini uğursuzluk sayarlar.
Gün battıktan sonra evden, elek, çorba, tuz, ekmek, ekşi hamur vermek ölümü davet etmektir. Kimilerine göre ölüme işâret olmasa da uğursuzluktur. Özellikle Pazartesi günleri evden hiçbir şey, hatta borç para bile verilmez. Evde bebek varsa yine evden bir şey vermek uğursuzluk kabul edilir.
Gümüş ziynet eşya birdenbire renk değiştirmeye başlar, parlaklığını kaybederse ölüme işârettir

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/abdulkerim-dinc/gagauzlara-dair-69499879/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Gagauzlara Dair Abdülkerim Dinç
Gagauzlara Dair

Abdülkerim Dinç

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Gagauzlara Dair, электронная книга автора Abdülkerim Dinç на турецком языке, в жанре историческая литература

  • Добавить отзыв