Gökçeyayla

Gökçeyayla
Hasan Kallimci

Hasan Kallimci
Karaçay Türklerinin Köyü Gökçeyayla (İnceleme: 1970-1971)

ÖNSÖZ
1971-1972 ders yılında, şimdi Eskişehir’e bağlı bulunan, o zamanlar Afyon’un merkez ilçe köylerinden biri olan Gökçeyayla’da öğretmenlik yaptım. Eylül başında birkaç parça bekâr eşyasıyla köye vardığımda akşamüzeri idi. Okul müdürü, “Köyde kiralık ev yok!” diyerek beni müdür odası olarak kullanılan odaya yerleştirdi. İki aya yakın süreyi orada geçirdim. Köyden ve köylüden uzakta vakit geçiriyordum; çok bunalmıştım. Mesai arkadaşımız Gökçeyaylalı Öğretmen Meryem Kaya’dan yardım istedim. Bana bir ev bulunup taşınınca bu köyün insanlarıyla tanışma fırsatı bulabildim. Genciyle yaşlısıyla pek çok insanla oturup kalktım; dinledim. Beni bağırlarına bastılar, benimsediler. Böylece Karaçay Türklerini tanımaya başlamıştım. Bana Türk dünyasından bir pencere açılıyordu.
Fırsatı değerlendirdim. “Köy İncelemesi” başlığı altında not tutmaya başladım. Köyde benden başka üç öğretmen daha vardı, üçü de stajyerdi. Onlar, köy incelemesi yaparak hazırlayacakları dosyaya koymakla yükümlüydüler. Mesleğinin dördüncü yılında olmama rağmen ben de köy incelemesi yapıyordum. Bana; “Sen de mi stajyersin? Stajyer değilsen niçin köy incelemesi yapıyorsun?” diye soruyorlardı. Tahmin edersiniz, resmî görev olarak yapılanlardan kat kat fazla hacimde oldu benim incelemem…
1971 Mayıs ayının sonlarına doğru incelememi bitirdiğimde elimde –büyük boy kareli defterde- seksen sayfalık bir çalışma vardı. O küçük karelerin her satırını yazıyla doldurmuştum.
İncelemeyi, 1971 yılının Haziran ayı içinde, o yıllarda Sivrihisar’da doktor olarak görev yapan, Karaçay Türklerinin aksakallarından Yılmaz NEVRUZ Bey’e gösterdim. Yılmaz Bey, dar bir zaman içinde de olsa okuyup düzeltmeler yaptı ve tavsiyelerde bulundu; 2000’li yıllarda da Gökçeyayla’dan öğrencim Muhterem (Musa) ATEŞ, bazı konularda yardımcı oldu.
Zaman içinde, incelemede yer alan notlar masal, hikâye, şiir ve düz yazı şeklinde çeşitli gazete ve dergilerde yayımlandı. İncelemeden, “Önce Hürriyet“ adında bir roman doğdu. Masallar, “Kurnaz Ayı” adlı bir çocuk kitabında yer aldı. Karaçay Türkleri ile ilgili yazılarım, bu Türk boyunun insanları arasında adımın sevgiyle anılmasına sebep olduğu gibi Dr. Hayati BİCE tarafından “Fahri Karaçaylı” ilan edildim.
Yıllar sonra 2008 yılının Şubat ayında, o incelemeleri bilgisayara kaydetme ihtiyacını duydum. Gökçeyayla’dan ayrılalı 37 yıl olmuştu, yıllar su gibi akıp gidiyordu. Köylü, bulunduğu coğrafyadan Bolvadin’e taşınmış, Gökçeyayla da Eskişehir’e bağlanmıştı. İncelemede bana bilgi veren birçok Gökçeyaylalı Allah’ın rahmetine kavuşmuştu.
Dizgisini yapmak için incelemeyi elime alarak şöyle bir baktım:
İlk bulduğum evrak, Gökçeyayla köyü halkına, Padişahın, Bolvadin’deki araziyi verdiğine dair belge idi. O belgeyi kelimesi kelimesine yazmışım.
Bir köylünün verdiği (Karaçay Malkar Türklerinin Faciası – Mahmut Aslanbek, Çankaya Matbaası, 1952, Ankara) adlı bir kitaptan bu insanların tarihini okumuş ve özetlemişim. Bu bilgileri –istendiğinde temin edilebilir düşüncesiyle- buraya almadım.
Birleşik Kafkasya dergisinin 1964 yılında çıkan ilk sayısını vermişler. Derginin arka kapağından Kafkasya’da Karaçay Türklerinin yaşadığı yerleri gösteren haritayı ben de defterime çizmişim. O dergideki Kazavat Cır’ı not etmişim.
Köylülerden biri, Kafkasya’dan göç ederken getirdiği Rus parasından bir 10 lirayı vermiş bana, onu defterime yapıştırmışım.
Düğün, doğum, ölüm vb. âdetlerini, köy ve köylülerle ilgili bilgileri kayda geçirmişim. Şiirlerini, türkülerini not etmişim. Masallarını, hikâyelerini, bilmecelerini yazmışım. Kafkasya’dan 1900’lü yılların başında Anadolu’ya göç etmelerinin hikâyesini dinlemişim. Elimdeki İmla Kılavuzunu açmış, (ş) harfine kadar bir (Türkiye Türkçesi – Karaçay Lehçesi Sözlüğü) bile hazırlamışım. Şimdi neden tamamlamadığımı hatırlamıyorum. O küçük ve yarım sözlüğü, Karaçay Lehçesi Sözlükleri yayımlandığı için buraya almadım.
Elimde bir fotoğraf makinem, bir ses alma cihazım bulunmadığı gibi inceleme yapmanın nasıl olması gerektiğine dair bilgiye de sahip değildim. Kültür değerlerimizin ve hatıraların tespit edilmesi gerektiğini düşünüyordum; zamanı en iyi şekilde değerlendirmek için köylülerle, gençlerle konuşuyor, konuşuyor ve durmadan yazıyordum o kadar.
Genç bir öğretmen olarak amatörce de olsa iyi ki yazmışım… Zaman denen selin önünden bir şeyler kurtardığıma ve onlardan bazılarını işleyerek büyük milletime hizmet ettiğime inanıyorum.

1. BÖLÜM
GÖKÇEYAYLA KÖYÜ İNCELEMESİ

KAFKASYA’DAN GELİŞ[1 - Bu bilgiler, Gökçeyayla köyünden, 1313 Teberdi köyü doğumlu Yahya EVREN’den alınmıştır.]

Karar veriş:
Kuzey Kafkasya’da; Teberdi, Duvut, Sıntı (Töbenkabak), Havundu Kabak, Mara, Taşköpür, Ullu Karaçay, Oğarı Karaçay ve daha pek çok köyde Karaçay Türkleri yaşamaktadır. 1900’lü yılların başlarında bir sonbaharda, bu köylerin halkında şu düşünce hâkimdir:
“-Rus hâkimiyeti altında yaşıyoruz. Bugünlerde rahatımız iyi fakat bir gün mutlaka huzurumuz kaçacaktır. Bu günden bir şeyler yapmalıyız.”
Karaçay ileri gelenleri Paşinskiy’de toplanırlar. O toplantıdan, Osmanlı İmparatorluğuna göç etme kararı çıkar. Karar Karaçay Türklerine duyurulur. Her köyde bu karar tartışılır. Bazı köylerde, Osmanlı İmparatorluğu topraklarına göç ederek orada hür yaşama kararı alınır. Göç kararı alınan köyler ve hane sayıları hatırladığım kadarıyla şöyledir:

(700) hanelik Teberdi’den (150) hane,
Sıntı’dan 50-60 hane,
Ullu Karaçay’dan 100 hane,
Töben Karaçay’dan 30 hane,
Oğarı Karaçay’dan 30 hane,
Taşköpür’den 15-20 hane.
Rus hükümetine müracaat edilir. Bu istek, Kafkasya’daki Türk nüfusunun azaltılması açısından uygun görülür. Hatırladığım kadarı ile yaklaşık 630 haneye göç etmesi için izin verilir. Osmanlı hükümeti, Kafkas göçmenlerini karşılamak ve yerleştirmek için hazırlıklara başlar. Karaçay köylerinden göç edecekler de hazırlığa başlarlar.
Evler, tarlalar, bahçeler köylerde kalacak kişilere satılır. Eşyasını, mülkünü yakınlarına bağışlayanlar da olur. Bazı Ruslar da Karaçay Türklerinin ev ve arazilerine talip olur ve satın alırlar.
Bu arada Teberdi köyü özdenlerinden Bilingotları sülalesinde bir çekişme yaşanmaktadır. Göç hikâyesini anlatan Yahya EVREN, aileleri içindeki durumu şöyle anlatır:
***
Atam (babam), Kafkasya’da öldü. Ölümünden önce ağır hasta yatıyordu. Ninem, atama sordu:
–İsmail, ne arzun var?
–Ana, diye söze başladı atam. Biliyorsun, zengindim. Malımı bir serseriye kaptırdım. Fakir düştük. Çocuklarım küçük yaşta yetim kalacak. Ben göç günlerini göremeyeceğim, ancak evlatlarım görsün. Onları, Osmanlı topraklarına, İslâm topraklarına götürün.
Vasiyeti bu oldu. Atam, çok yaşamadı, öldü. Ninem, o vasiyet gereği göç edeceklerin arasına kendini ve bizi de kattı. Kafkasya’da kalmayı, orada ölmeyi arzulayan zengin bir halam vardı.
–Gitmeyiniz, dedi. Malımdan mal vereyim, paramdan para… Gitmeyiniz, ata topraklarını terk etmeyiniz.
Ninem, atam İsmail’in vasiyetini öne sürerek halamı dinlemedi. Bilingotlanı sülalesinden göç edecek kişiler şunlardı: Ben Yahya EVREN, ninem Ayşa, dedem Osman Hoca, anam Baydı-mat, ağam Musa, ağam İsa, ağam Zekeriya, bacım Hatice, kardeşim İlyas, kardeşim Unuğh… Ayrıca iki emmim de ayrı haneler olarak göç etmeye karar verdiler ve geldiler; burada öldüler.
Ayrılış
Rus hükümeti, göç edeceklerin ve eşyalarının taşınması için köylere at arabaları gönderdi. Teberdi sokakları da bu arabalarla doldu. Her hane, bu arabalardan birkaç tane kiraladı. Ev eşyaları imkân nispetinde hazırlandı.
Helallaşıldı, vedalaşıldı. Kimileri konuşamadan, gözyaşlarına ve hıçkırıklara boğularak; kimileri de zorlanarak da olsa konuşarak vedalaştılar. Emmim Muhammed Teberdi’de kaldı. O malcıydı, sürüsü vardı. Diğer emmim Orman Şefi Yakup, bizimle beraber deniz kenarına, Lebnskiy’e kadar uğurlamaya geldi.
Arabalar kafile şeklinde hareket etmişti. Teberdi’de gözyaşları, hıçkırıklar, ata yurdunda yaşamak ve ölmek isteyenler kalmıştı. Arabalarda kürklere bürünmüş Karaçaylılar, önce köyün dışına kadar uğurlamaya çıkan akrabalarını, sonra çoğu tek katlı ve toprak damlı evlerini, daha sonra da Karaçay dağlarını geride bıraktılar. Ayrılık gerçeğini hepsi kabullendiler. Kafkasya’nın çam kokulu havası ciğerlere doldurularak, arabalarda iki gün yol alındı. Artık Teberdi uzakta kalmıştı. Sokaklarında gezemeyecek, evlerinin önündeki geniş hayatta toy yapamayacaklardı.
Naborise’ye gelindi. Diğer Karaçay köylerinden gelenler de burada toplandılar. Orada bir gece kalındı. Ertesi gün, üç gün sürecek tren yolculuğuna çıktılar. Tren onları, yurtlarından daha da uzaklaştırdı, daha da inandırdı ayrılığa.
Deniz göründü, Karadeniz idi bu. Sonra kıyı şehri Lebinski… Orada da iki gece geçirildi. Emmim, Orman şefi Yakup da bizlerle gelmişti. Bir sabah iki gemi yanaştı limana. Vedalaştık. Emmim Yakup, anama, altın işlemeli bir başörtüsü verdi. Vedalaşanlar içinde, birbirlerine hiçbir şey diyemeyen, tıkanarak konuşamayanlar vardı. Eşyalarımız yüklendi, gemiye bindik. Önümüzde, iki gece bir gündüz sürecek bir yolculuk vardı.
İstanbul
Bizi karşılayan Padişah, biz göçmen Karaçaylı Türkler için şöyle demiş:
–Esaret altından, baskı altından da ülkemize gelenler oldu. Soydaşlarımızdırlar, dindaşlarımızdırlar. Hepsinin başımız üzre yeri vardır. Sizler daha kıymetli misafirlerimizsiniz.
İstanbul’da karşılayan görevliler, bizi güvertelerde dizerek fotoğraflar çektiler. Orada, gemide bir gün kaldık.
İzmit ve Konya
İstanbul’dan aynı gemilerle hareket ederek Marmara denizine açıldık ve İzmit’e geldik. Orada bize yiyecek dağıtıldı. İzmit’te bir gün kaldık. Bir kol, Eskişehir’e gitmek üzere ayrıldı. Bunlar Sivrihisar’ın Yakapınar, Çifteler’in Belpınar, Ankara’ya bağlı Yağlı köylerine yerleştirilmişler. 200 hane Karaçaylı da Konya’nın Başhüyük köyüne yerleştirilmek üzere götürülmüş.
Bizim de içinde bulunduğumuz 150 hanelik Karaçaylıyı, Konya’ya götürdüler. Konya valisi tarafından şehir içindeki hanlara yerleştirildik. Bir yıl Konya’da bu şekilde kaldık, yiyeceklerimiz devlet tarafından karşılandı. Bizi Başhüyük’e yerleştirmek istiyorlardı. Bizimkiler orada da kalmak istemediler.
Önceki yıllarda Osmanlı ülkesine gelerek Afyon’un Doğlat ve Akhisar köylerine yerleşmiş Karaçaylılardan bazıları bizimkileri ziyarete gelmiş.
–Bizim köylerin yakınında Kilisa isimli bir yer var. Görseniz tam Kafkasya… Çam, su, hava, hayvancılık için bol ot, dağlar… diye konuşmuşlar.
Vali beyin karşı çıkmasına rağmen at arabaları kiralayıp yola koyulmuşlar. Sonra trenle yolculuk yapmalarına izin verilmiş. İlk istasyonda trene binerek Çay ilçesine kadar gittik. Oradan arabalarla Bayat’a, oradan da Kilisa diye anılan, şimdiki Gökçeyayla’ya geldik.
Gökçeyayla
O yıllarda, köyün doğusunda bulunan, şimdiki tarlaların yerinde, Han kasabası halkının yazlık evleri vardı; o evlere yerleştirildik.
Muhtar Şevket Dombaycı ile Bakkal Çakır’ın evlerinin bulunduğu yerde de kilise kalıntıları mevcut idi. Bu kalıntılar sebebiyle bu mevkiye Kilisa adı verilmiş. Kalıntılar yıkıldı, taşlar bazı evlerin yapımında kullanıldı. Halen köy ortasındaki caminin yanındaki çeşmede kabartma resimli bir taş vardır. Caminin önünde iki sütun, duvarında da bir kabartma taş bulunmaktadır.
Yayla evlerinde bir yıl kaldık. Orada bulunan iki çeşmenin suyundan faydalandık. Bu süre içinde devlet, her aileye ev yapıverdi. Bu evler kerpiç yapı ve kiremitli idi; şimdilerde birkaç tanesi ayakta kalmıştır. Köy, altı caddeyi kesen düzgün sokaklarla planlı bir şekilde kurulmuştur.
Çevresindeki tepeler kalın gövdeli uzun çam ağaçları ile kaplı bu yer, Kafkasya’ya benzemesi sebebiyle büyüklerimizin çok hoşuna gitmişti. Başka yerde yaşamalarını teklif edenlere;
–Bir mezarlık yer olsun da buradan olsun, diye karşılık verdiler.
Bu göç zamanında, Teberdi’nin muhtarı Kaçğan lâkabı ile anılan “Batçalanı Yunus” da vardı. O Doğlat köyüne yerleşti. Orada altı ay kadar kaldıktan sonra İnegöl’den bir çiftlik satın almış, Eskişehir’e yerleşmiş ve orada vefat etmiş.”
Bilingotlanı sülalesinden Yahya EVREN, göç hikâyesini böylece anlattıktan sonra şunları da söyledi:
–Çifteler ilçesinde bir kişiyle tanıştım. Alman-Rus Harbinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Karaçay Türklerinden Harun’du. Kafkasya’da, Almanlarla birlikte Ruslara karşı savaşmışlar. Ruslar, Almanları yenmiş, bazılarını da esir etmiş. Harun’un içinde bulunduğu iki bin kişiyi, uçurumun kenarındaki bir okula tıkmışlar. Bunların içinde, Kafkasya’da kalan emmim, Orman Şefi Yakup da varmış. Emmim, Rusların kendi aralarındaki konuşmalarından kurşuna dizileceklerini öğrenip oradakilere kelimeişehadet getirmelerini söylemiş. Hepsini kurşuna dizmişler. Bir Karaçaylı, tuvalet çukuruna sığınarak canını kurtarmış. Harun da ölülerin altında kaldığı için kurşunlar isabet etmemiş. Emmim Yakup da şehitler arasındaymış.
Önce “Kilise”, sonra “Orhaniye Kestaneliği” daha sonra da “Gökçeyayla” adı verilen köyde yaşayan Karaçay Türklerinin göç hikâyesi bu…[2 - Bu göç hikâyesi, inceleme içinde tespit edilen diğer konular da kullanılarak romanlaştırılmış; eser “Önce Hürriyet” adı ile Hikmet Neşriyat tarafından 2006 yılında basılmıştır.]
Karaçay Türkleri, göç ederken yanlarında çok miktarda Rus parası getirmiş. Ancak Osmanlı İmparatorluğunda o paranın geçerliliği olmadığı için ellerinde kalmış, fakir düşmüşler. Bunlardan biri de Süleyman ÜNLÜ’dür. Bu kişi, göç ederken malını mülkünü satarak paraya çevirmiş ve paraları da yanında getirmiştir. O zaman 10 000 (on bin) sarı lira değerindeki paralar elinde kalmıştır.
İşte o paralardan birinin ön ve arka yüzlerinin görünüşü:





KÖY TARİHİ İLE İLGİLİ EVRAK[3 - Bovadin’deki Gökçeyayla köyüne ait çayırın bu köye verilme emridir. Haydar Doru’daki suretten aynen alınmıştır.]
Yıldız Himayun Baş Kitabet Dairesi : 1927
Konya’ya izam kılındıkları hâlde Hüdavendigar vilayetinin Aziziye kazasına gelerek istida eden ve isafı istidaları muktaza-i iradei seniyei mulûkânede bulunan Karaçay muhacirlerinin iskânı için Karahisar sancağında Bolvadin kazası dahilinde kâim olup Hazinei celilece senevi sekiz bin kuruş raddesinde istifade edilmekte bulunan miri çayırının terk ve tahsisi Muhacirin İslâmiye Komisyonu Âlisinin mazbatai maruzası üzerine şerefsudur buyurulan iradei seniyei cenabı hilafeti penahi icabı aliyesinden olmağla ol babda emri ferman hazreti veliyyülemrindir.
4 Rebiyyülevvel 325 ve 4 Nisan 323

    Serkâtip Hazreti Şehriyari
    Bendei Tahsin
Yukarıdaki yazının arka yüzü:

5 Rebiülevvel 325’de Dahiliye Defteri Hakaniye ve Muhacirin İslâmiye Komisyonuna senalar.
240 5 Rebiülevvel 325
2452 2 Muhassa 240 Hazine Hususi: 11
Kayıd şud
10 Rebiülevvel

KÖY İLE İLGİLİ NOTLAR
Köyün Afyon’a uzaklığı 55 km. dir. Komşu köylerin uzaklıkları şöyledir:

Peçene: Eskişehir’e bağlı Yörük köyüdür, 1,5 km.
Alanyurt: Afyon’a bağlı bir Türkmen köyüdür, 13 km.
Akhisar: Afyon’a bağlı Karaçay köyüdür, 5 km.
Doğlat: Afyon’a bağlı Malkar köyüdür, 13 km.
Mallıca: Eskişehir’e bağlı Yörük köyüdür, 7 km.
Han: Eskişehir’e bağlı Yörük kasabasıdır, 14 km.
Yazılıkaya: Eskişehir’e bağlı Karaçay köyüdür.
Köyün denizden yüksekliği oldukça fazladır. Köylülerin yazlık olarak kullandıkları yerler vardır. Güneyde, köye 2 km. uzaklıkta Ayrılar ve Çanacık yaylaları; bu yaylalarda en sıcak aylarda dahi dişleri sızlatacak soğuk sulu pınarlar bulunmaktadır; Taşkarasuv, Katran Kayala, Asgerle Kırıkcık bunlardan üç tanesidir.
Gökçeyayla ile Alanyurt arasında Gölcük yaylası yer alır. Köyün güneybatısına düşer. Gölcük yaylası, diğer yaylalarla aynı özelliktedir fakat onlardan biraz daha alçaktır. Bu yaylalar köylüye hayat kaynağıdır.
Köy arazisinde çam, meşe, pıynar, kavak ormanları ile kaplıdır. Arazi çok engebelidir. Tarım arazisi azdır. Sert bir iklim hüküm sürdüğünden, erken düşen kırağı, karpuz, domates ve üzüm gibi ürünlerin olgunlaşmasına müsaade etmez.
Gökçeyayla’nın çevresi ormanlarla kaplıdır. Dar, aynı zamanda engebeli bir vadinin iki tarafına yerleşmiştir. Plânlı, düzgün altı cadde ve caddeleri düzgün kesen sokaklar vardır. Evler toprak damlıdır. On tane kiremitli ev, birkaç tane de ahşap ev vardır.
Köyün doğusu ormandan açılmış tarlalar, diğer yönler vadinin yamacını oluşturan tepeciklerle çevrilidir. Gökçeyayla, Eskişehir-Afyon sınırındadır. Eskişehir-Çifteler-Han yolu, köyü ikiye bölerek Afyon’a doğru uzanır. Yolun doğusunda kalan köy parçasına Çeğetbavur, batısında kalan kısmına da Künbet denir. Okul, cami ve bir pınar, yolun doğusundaki mahallede bir arada bulunmaktadır. Mezarlık, okul bahçesi ile bitişiktir. Fırın, köy odası gibi yapılar yoktur. Köyün sınır işaretleri bellidir; tapu ve hudutlama belgeleri vardır.
Köyde telefon yoktur. Acil durumlarda, telefonu bulunan komşu köylere, en hızlı atlarla veya at arabası ile gidilerek telefon edilir.
Köyde 82 radyo, 1 kasetçalar ve 3 pikap (plak çalmak için)
vardır.
Taşıt olarak 1 traktör bulunmaktadır. (62) attan düzülen (31) çift at, (76) öküzden düzülen (38) çift öküz, (70) tane de at ve öküz arabası vardır.
Afyon’a gitmek için köyden çıkıldığında yol, komşu köy Akhisar’ın yolu ile birleşir. Daha sonra Alanyurt, Selimiye, Bostanlı, Ambanaz, Çıkrık ve Kozluca köylerinin içinden geçer. Yol, kumlanmamış, kaba şosedir. Kış mevsimlerinde tahrip olması sebebiyle Alanyurt ile köy arasındaki yol, taşıt geçemez duruma gelir. Yazın yolun bakımının yapılmasından sonra Haziran ayından itibaren beş ay süre içinde eski bir otobüs köye kadar gelmeye başlar. Geriye kalan yedi ay içinde ulaşım hayvanlarla ve onlara koşulan arabalarla sağlanır. Otobüsle yapılan yolculuklarda çimento torbaları koridora istiflenerek; tavuk ve horoz gibi kümes hayvanları da birbirlerine bağlanarak taşınır.
Köye gazeteyi, arada bir şehre inenler getirir. Postacılar kanalıyla muhtara gelen siyasi gazeteler, Harp Malulü Gazilerin gazetesi, zirai yayınlar, sağlıkla ilgili broşürler ve dergiler gelir.
Dışarıya çok az ürün, mal satılır. Patates, yün, orman ürünleri (odun, tahta, kereste)… Dışarıdan alınanlar pek fazladır. Altı aylık ekmeklik buğdayını çıkarabilen aileler sayılıdır. Meyveler, en bol olduğu zamanda görülür, sonrasına bütçeler yetişmez.
Köyde Haydar Doru’nun başkanlığını yaptığı bir kalkınma kooperatifi var. 1968 yılından bu yana faaliyette olup binasının inşası devam etmektedir. Kooperatif, halıcılık üzerine eğilmiş, kırk kadar halı tezgâhını faaliyete geçirerek köylüye gelir kapısı açmıştır. Sümerbank Halıcılık Müessesesine bin düğümü yüz kuruştan halı dokunuyor.
Evler taş yapıdır, toprak damlıdır. Harç olarak çamur kullanılır. Köyde kiremitli on ev, işlerinin ehli sekiz yapı ustası vardır; köyün camisini ve okulunu bunlar yapmıştır. Yapı ustalarından üç tanesi aynı zamanda marangozdur. Köyde on tane de marangoz bulunmaktadır. Bu ustalar çevre kaza ve köylere iş için giderler.
Köyde en çok yenen yemekler; patatesin çorbası, haşlaması ve kızartması ile un çorbası, süt ve sütten yapılan yiyeceklerdir. Hayvanlar kış mevsimlerinde kuru ot, arpa, saman ve burçakla doyurulur. Yazın otlaklara salınırlar.
Kadınlar şalvar üstüne mintan ve başörtüsü giyerler. Erkekler ceket, pantolon, gömlek ve şapkalıdır. Eski Karaçay kıyafetleri toylarda giyilmektedir. Hemen hemen her evde dikiş makinesi ve az da olsa kömür ütüsü vardır.
Sulamaya elverişli arazi, Gölcük yaylası yolu boyunca uzanan Ketenlik deresidir. Bu derede –birkaç aile hariç- herkesin en fazla bir dekarlık patatesliği vardır. Arazi darlığını, 15 dekarlık tarlayı beş-altı kardeşin bölüşmüş olmasına bağlayabiliriz. En çok arazisi olan 60 dekardır. Tarlalar pullukla sürülür. Pulluğu at veya öküz çeker. Çoğunluk, tarla sürme işini köylüler yapar. Gerekirse kadınlar da harmanda, tarladadır. Toprak geliri dışında odunculuk, hayvancılık mevcuttur. Evde kümes hayvanı besleyen, arıcılık yapan kişiler de yapılır.
Köyde ortalama 200 hayvanlı beş tane sürü vardır. Ayrıca 20-100 mevcutlu koyun ve keçi sürüleri de bulunmaktadır.
Gökçeyayla’da çok eşli evlenme yoktur, ayıp karşılanır. Evlenme yaşı kızlarda 18, erkeklerde 20-30 arasıdır.
Doğan çocuğun kız ve erkek oluşu: Aileler çocuklarının kız ve erkek oluşuna göre değerlendirilir. Çoğunluk erkek doğması istenir.
Gökçeyayla köyü ilkokulu 1945 yılında eğitim öğretime başlamıştır. 1970-71 ders yılında 131 öğrencisi ve dört öğretmeni vardır.
Köyden; biri tıp fakültesinden diğeri erkek teknik yüksek öğretmen okulundan mezun 2 yüksek tahsilli kişi vardır. Ayrıca; 2 öğretmen okulu, 1 sanat oklu mezunu kişi bulunmaktadır. Ortaokulda 8, öğretmen okulunda 3, yüksek öğretmen okulunda 1, lisede 2 Gökçeyaylalı öğrenci okumaktadır.
Okul binası bakımsızdır, toyların binada yapılması zarar vermektedir. İki büyük derslikten ibarettir. Salon, 3. bir derslik olarak hazırlanmıştır. Depo da 4. derslik olarak kullanılmaktadır. Müdür odası ve okula bitişik lojman da vardır. Yazı tahtalarının ikisi tahtadan ve seyyardır. Diğer ikisi sacdan yapılmıştır ve sabittir. Okulda eşya olarak; birkaç kitap, haritalar, şekil levhaları, dört tane çerçevesiz Atatürk resmi, beslenme araçları mevcuttur. Üçer kişilik öğrenci sıralarına ek olarak tek kişilik sıralar yaptırılmıştır. Okulun açılma ve kapanma tarihleri iş zamanlarına rastlıyor, bu sebeple devamsızlıklar yaşanıyor. Bunun dışında devamsızlıklar da görülüyor.
Köyde halk şairi ve âşık yoktur.
Köylü İslâm ve Hanefi mezhebindendir. Minaresiz bir camisi vardır. Cami hoparlöründen köy ile ilgili duyurular da yapılmaktadır. Caminin yapısı ve bakımı iyidir. Avlu duvarı vardır. Avlusunda selvi ağaçları mevcuttur. Evlerde kadınlar, camide de 15-20 kişi, çoğunluk ihtiyarlar namaz kılıyor. Bayram, Cuma ve cenaze namazlarında mevcut artıyor. Her vakit namazı sonrasında, cami önünde kabristandan yana dönülerek ölmüşlerin ruhlarına bağışlanmak üzere sureler okunur, dua edilir. Kadınlar arasında dervişlik, zikr geceleri yaşanır. Erkeklerde Nur ve Süleymanlı cemaatlerine bağlı olanlar vardır.
Dinî bayramlar, bayram namazından sonra bayramlaşma ile başlar. Kabristan ziyareti yapılır. Çocuklar ellerinde naylon poşetlerle evleri dolaşırlar; onlara şeker, fıstık gibi yiyecekler verilir. Erkekler ve gençler de akrabalarını ve büyüklerini ziyaret ederler. Kadınlar bayram sabahları evlerinden ayrılamazlar, onların bayramı öğleden sonra başlar. Büyüklere yemek, küçüklere şeker ikram edilir.
Arife günü akşamı, diğer köylerde pek rastlanmayan tebgir yapılır. Akşam namazından önce camiye pişi, bisküvi, kuru üzüm gibi yiyecekler gönderilir. Çocuklar da cami önüne birikirler. Bu yiyecekler, namazdan sonra çocuklara dağıtılarak onlar bayram öncesi sevindirilir. Kurban bayramının Ramazan bayramından farkı kurban kesilmesidir.
Cami imamı Kur’an Kursunda yetişmiştir. Köyde “hoca” namıyla bilinen beş kişi vardır. Büyüye ve muskaya inanıldığı gibi doktora ve ilaçlara da itimat edilir.
Hiçbir evin banyo için ayrılmış bölümü yoktur. Haftada bir banyo yapmak adet hâline getirilmiştir. Yine haftada bir gün çamaşır yıkanır. Köyde bir ebe vardır, aynı zamanda iğne yapar. Askerliğini sıhhiye olarak yaptığı için iğne vurma işi yapan gençler de vardır.
Köyde, hastalıklara şu adlar verilir:

Şizofreni: Teli avruv
Nezle: Kesekle
Zatürre: Kabırga avruv
İshal: İç ötgen
Kızamık: Köme
Romatizma: Cel avruv
Kanser: Eşek gummos, Gummos siğil
Hayvan hastalıklarından bazılarına da şu adlar verilir:

Şap: Silegey
Kelebek: Kurtbavur
Yanıkara: Talak
Köye su, kapalı ve sağlıklı arklarda getirilmiştir. Tam beslenememe ve hayvan gübrelerinin ortalarda bulundurulması sağlık açısından yaşanan olumsuzluklardır. Temiz hava ve suyun iyi olması sağlık açısından artılardır.
Köy, ilin merkez köylerindendir. 1970 yılı sayımına göre 782 kişidir. Bunların 431’i kadın, 351’i erkektir.
Yayla için Yaz mevsiminde bir iki ay için köyden ayrılmalar yaşanır. Sebebi geçim zorluğudur, işsizliktir. Daha çok İzmir’in gecekondu semtlerine gidilir. Afyon’a, Eskişehir’e, Çifteler’e çalışmaya gidenler olduğu gibi Amerika’ya gidip yerleşenler de vardır.
Ortalama her evde altı çocuk bulunmaktadır.

Köy Yönetimi ve Siyaset: Muhtar ve azalar, üç sınıflı ilkokul mezunudurlar. Muhtarın aylık ücreti 200, bekçinin seneliği 1400, imamın seneliği 2000 liradır. Bu heyet, 1968 yılından bu yana görev başındadır.
Muhtar: Şevket Dombaycı
Aza: Basri Kaplan
Aza: İbrahim Bıçaksız
Diğer iki asıl aza istifa etmiş olup yerine yenileri getirilmemiştir. Muhtar ve azaların görülen işlerinden biri camiye hoparlör taktırmış olmalarıdır. Diğeri de Bolvadin arazisi içinde bulunan ve son Osmanlı padişahının emriyle köy halkına verilen miri çayırını ortağa vererek arpa ektirmeleri ve parayı da bankaya yatırmalarıdır. Orman yangınlarının söndürülmesi, resmi duyuruların köylüye iletilmesi ve hastalıklarla mücadele de görevleri arasındadır. Ayrıca köyün bulunduğu yerden başka bir yere taşınması için uğraşılmıştır. Muhtar ve heyet Adalet Partilidir, muhtar Adalet Partisi delegesidir.
Gökçeyayla halkı meselelerle ilgilidir ve ilgisi körükörüne parti bağlılığı şeklindedir. Bu sebeple kırgınlıklar, bölünmeler yaşanmaktadır. Köy kalkınmasına mani sebepler arasında bu durum da vardır.
1969 seçimlerinde partilerin aldığı oy miktarları şöyledir:

Adalet Partisi: 84
Milliyetçi Hareket Partisi: 34
Güven Partisi: 32
Cumhuriyet Halk Partisi: 27
İşçi Partisi: 17

DOĞUM VE ÖLÜM ÂDETLERİ
Köyde bir ebe (Okul müdürünün eşidir.) mevcut olduğu hâlde, köylüler doğumlarda onu çağırmamaktadır. İhtiyar bir kadına ebelik yaptırmaktadırlar. Doğan çocuk erkek olursa sevinç daha fazladır, tabii bu durum aileden aileye değişir. Çocuğun doğduğu, çocuğun amcası, ninesi gibi yakınlarına müjdelenir. Bebek önce bezlere sarılır ve annesinin yanına yatırılır. İki üç gün sonra beşiğe koyma merasimi yapılır. Ev halkı, maddi durumuna göre, bir hayvan keserek veya bişi yaparak ikram eder. Çocuğun yakınları, akrabalık derecesine göre kumaş, sabun vb. hediyeler getirirler. Çocuk kırk gün, annenin “kırkı çıkıncaya kadar” dışarıya çıkarılmaz.
Ölüm vuku bulunca camiden salâ verdirilir. Ölen çocuk ise salâ kısa, büyük ise uzun verilir. Cenaze evine önce yakınları gider. Ev halkının üzüntüsü paylaşılır. Birbirlerine düşman olsalar dahi böyle durumda başsağlığına gidilir. Cenaze evindeki bütün işler, birkaç günlüğüne gelinle görülür. “El kızıdır, acıya daha çok dayanır.” gibi düşünülür. İlk ziyaretten sonra yakınlık derecesine göre bişi, hıçın, meyve, vb. götürülür. Hediye götürülmesi üç günle sınırlıdır. Bu zaman içinde cenaze evinde yemek pişirilmez. Götürülen yemeklere “kayğı aş” denir. “Kişinin, ölüm anında, ayak bileğine kadar canı alınırken kanı akmıştır; biz görmesek de vardır.” inancıyla bu âdet sürdürülür.
Ölüyü, yardımcılarla birlikte altı kişi yıkar. Erkek ölüyü erkekler, kadın ölüyü kadınlar yıkar. Kefenledikten sonra bir kilime sararlar. Ölü yıkanıp bittiğinde bir miktar altın veya gümüşle günah alma (devir) denilen okumalar yapılır. Cenaze “sal ağaç”a konur, mezarlığa kadar elde taşınarak götürülür. Cenaze namazı mezarlıkta kılınır. Mezar önceden hazırlanmıştır. Cenaze defnedildikten sonra mezar toprağına, ölünün göbeğinin hizasının bulunduğu yere su dökülür. Hoca talkın verir. Bu arada suyun ölen kişin göbeğine damladığına, irkilip kafasını tahtaya vurduğunda öldüğünü anladığına ve o anda sorgu meleklerinin geldiğine inanılır.
Cenaze defnedildikten sonraki bir hafta içinde, cami cemaati, bir hafta boyunca sabahları o kişi için dua eder. Ayrıca cenaze evine akşamları gelerek Kur’an okurlar. Elli ikinci gece ölü evi, yaşlılara ve Kur’an okumasını bilenlere kibrit dağıtarak kemik duası okuturlar. O gecede ölünün kemiklerinin birbirinden ayrıldığına inanılır.
Ölü küçük çocuk ise anne ve babası, büyüklerin yanında ağlamazlar, ayıplanır. Çocuğa devir ve kemik duası yapılmaz. Maddi duruma göre cenazenin arkasından mevlit okutulur.

TOPLANTI OYUNLARI
Şap şap: Daha çok toyda, dinlenme anlarında, süygenlerin (sevgililerin) birbirleriyle yaptıkları, oyun şeklinde bir şakadır. Bir genç ortaya çıkar, yanına topluluktan bir başka genci çağırarak onun eline vurur ve kenara çekilerek oturur. Ortada kalan kişi bir başkasını çağırır ve onun eline vurarak oturur. Oyun böylece devam eder. Oyun sonlandırılmak istenirse, ortada kalan en son kişi, vurulan elini cebine sokar veya duvara vurur.

Kim urdu: Oyuncular, kız-erkek karışık ve yalnız erkekler veya yalnız kızlar şeklinde de oynanabilir. Oyuncular on-on beş kişi veya daha az olabilir. Bir genç ebe seçilerek orta yere diz üstü oturur ve öne doğru iyice eğilir. Diğerlerinden biri sırtına vurur. Oyuncular, “Kim vurdu?” diye sorarlar. Ortadaki kişi kimin vurduğunu bilirse, adı bilinen genç ebe olur. Bilemezse, oyun ortada yatan kişinin ebeliği ile devam eder.

Cüzük oyun: Sayıları beş-on beş arası değişen gençler daire şeklinde otururlar. Kız-erkek karışık oynandığı gibi yalnız erkekler veya yalnız kızlar tarafından da oynanabilir. Ortaya bir genç çıkar. Elinde tuttuğu yüzüğü sırasıyla herkesin avucuna yüzüğü bırakıyor gibi yapar. Gençler, ellerini, yüzük tutuyormuş gibi yumarlar. Ortadaki genç, dairedeki oyunculardan birini çağırarak eline vurarak oturur. Ortaya çıkarılan oyuncu, yüzüğün kimde olduğunu bulmaya çalışır. Bilemezse, şüphelendiği birini çağırarak eline vurur ve yerine oturur. Onun yerine yüzüğün kimde olduğunu o oyuncu bilmeye çalışır. Yüzüğü bulan, tekrar oyunu başlatır, yüzüğü avuçlara bırakıyormuş gibi yaparak oyunu sürdürür.

Ayak oyun: İnsan başına geçebilecek şekilde bir cavak[4 - Bir çanak veya tas ile oynandığı için bu oyuna “Ayak Oyun” adı verilmiştir. Cavak, bu oyunda başa geçirilen çanak veya tasın adıdır.] ile oynanır. Oyuncular erkek-kız karışıktır. Oyunda herkes eş olur. Ekseriyetle gençler süygenleri ile eşleşirler. Bir genç, cavağı, bir başka gencin kafasına, acıtacak şekilde geçirir. Başına cavak geçirilen gencin eşi onu çıkararak başkasının başına geçirir. Oyun böyle devam eder. Dalgınlık yapan eşler oyundan çıkarılır. Oyun böyle devam eder.

KARAÇAYLARDA DÜĞÜN

-Gökçeyayla köyünden olup aynı köyde öğretmenlik yapan Bay-çoralar’dan Meryem KAYA’dan tespit edilmiştir.-

Kaçuv (Kaçma)
Akrabayla evlenmek yoktur. Sınır, 5-7 göbek arasıdır.
Düğün, kızın oğlan evine gitmesiyle başlar. Kızlar daima anlaşılmış olsa bile kaçırılarak, haberi yokmuş gibi, oğlan evine getirilir. Kaçırma, her iki ailenin de haberi olarak veya oğlan-kız anlaşarak veyahut zorla kaçırma şeklinde olur. Çoğunluk, ikinci şık yaşanır. Eğer iki tarafın anlaşması güç olacaksa kızı başka bir köye götürürler. Oğlan evinin gönderdiği elçiler (keleçile) aracılığıyla anlaşma sağlanır. Gelin o köyden şenlikle getirilir.
Kaçma sadece evlenenlerin el ele tutarak kaçması şeklinde değildir. Bu tür kaçırmaya çok az rastlanır ve çok kınanır. Kız, yanına akrabalarından birini alarak kaçar ve anlaşma olmadığı takdirde hiçbir şey olmadan evine, kardeşiyle-akrabasıyla döner. O yine kızdır.
Kızın beraberinde çıkana “birgesine çıkgan caş” denir. Anlaşma olsa bile bu caş, düğün bitinceye kadar kızın yanında kalır. Oğlan evine gelen kız, ayrı bir evde birgesine çıkgan caş iledir. Oğlan, kendi akrabalarından birinin evindedir, düğün bitinceye kadar orada kalır.
Nekah (Nikah)
Aileler arasında anlaşma sağlandığında yapılan ilk iş nikâhtır. Tabii ki dinî nikâhtır. Oğlan evi ve kız evi akrabalarını davet ederler. Kız evinin davetlileri, oğlan evine toplanarak nikâh işlemini yaparlar. Yemeği oğlan evi verir.
Başlık âdeti vardır. 2500 – 10.000 lira arasında değişir. Bu para ile daha sonra kıza çeyiz alınır. Kız evinin istediği para verilmezse nikâh kıyılmaz. Bunu kızın yakınları, amcası, dayısı, vd. tespit ederler. Kızın anne ve babasının düşünceleri alınır amma onlar bu davette bulunmazlar. Anlaşma sağlanınca para verilir ve nikâh kıyılır. Yemek önceden yenmiştir. Kız tarafı, toplandıkları evden, oğlan tarafının diğer halkının yanına gelerek iyi dileklerini belirtir, evliliğin hayırlı olmasını dilerler (alğış eterle). Bütün bunlar yaşanırken genç kız ve erkekler toy yaparlar. Bu toy sabaha kadar devam eder.
Nikâh gecesi, kız tarafı, akrabalarından birkaç erkek, bir kız (bu çok defa amcasının kızıdır), bir de kadın arkadaş gönderirler kızlarına. Kızlara “kız nöger”, kadına da “katın nöger” denir. Kız nöger, gelinin yanındadır. Uykusuzsa yanında bekler, uyutur. Su vs. ihtiyaçlarını karşılar. Nikâh gecesinden itibaren düğün bitinceye kadar bu gibi işleri yapar. Gelin, oğlan arkadaşlarına, yakınlarına görünmez. Çok yakını ile karşılaşırsa görünmemeye çalışır, saklanır. Bir köşede, önünde perde ile durur. Kız nöger ile katın nögerlerin her dediği yapılmaya çalışılır, nazlarına katlanılır.
Av aluv
Nikâh gecesinden sonraki ikinci gece, akşama doğru, gelinin avu alınacaktır. Gelinin bulunduğu eve gelenler olur. Bunların içinde; oğlanın dayısı, dayısının oğlu, amcası, amcasının oğlu, kızı gibi yakınları bulunursa kız nögerler ceza verirler. “İzin almadan niye geldin?” gibi sorular sorarlar. Aralarında hâkim, savcı, jandarma, yazıcı gibi görevlendirmeler yaparak yakaladıklarına ceza verirler. Kaçanlara ağır ceza verilir. Cezalar; ayaklarından yukarı asma, değirmen taşını boynuna takmak, elini kolunu bağlayıp tek ayak üzerine bekletmek, boyalı su içirmek, dövmek şeklinde olur. Kız cezalılara ise tavuk kızarttırılır, yemek yaptırılır. Para cezası verildiği de görülür. Bu parayla ortak eğlencelik yiyecek alınır. Bazen de ceza olarak kız nögerler, sevdikleri kızların akşamki toplantıya getirilmesini isterler.
Akşam, gelinin bulunduğu eve kızlar toplanır, gençler toplanır, konuşurlar. Sayıları artınca, saat 23.00’e doğru birlikte toy yerine gidilir.
Bu gece oğlan tarafına davetliler, yiyecek, şeker, para, makarna vs. götürürler. Kız tarafına davetliler ise kız evine yakınlık derecesine göre elbise, çorap, havlu, başörtüsü gibi hediyeler götürürler. Kız evi, oğlanın annesine, babasına, kardeşlerine, yeğenlerine hazır gömlek veya gömleklik kumaş, ayakkabı, başörtüsü gibi şeyleri bohça içinde götürür. Kız evine hediyelerle gelen kadınlar topluluğuna “cıyın”, hediyelere “berne” denir. Oğlan evinde yemek verilir. O guruplar ile gelen kızlar, misafir kız kabul edilerek toya götürülür. Hediyeleri getiren grupta, kızın yakınlarından yaşlı kadınlar da vardır, onlar kızın yanında kalırlar. Hâl hatır sorar, ileriden geriden konuşurlar.
Sabaha karşı gelinin yakınları, geline, başına iki tane ipekli başörtüsü, ellerine iki tane küçük baş örtüsü verir. Başındakiler, yüzünü de kapatacak şekilde örtülmüştür. Gelinin koltuklarına, gelinin akrabalarından iki kız girer. Hediyelerle birlikte misafirler, kaynananın oturduğu eve giderler. Bu arada şenlik yapılır. Gelini almağa gelen gruba kapı açılmaz. Kapıyı bekleyen çocuğa bahşiş veren oğlan evi, kapıyı açtırır. Kaynananın evinde bir kişi, gelinin hayırlı olmasını arzulayan uzun uzun bir dilek (alğış) diler.
“Alğış ayak, bal ayak.
Kolubuzga alayık,
Tilibizge salayık.
Calınayık, calbarayık.
Ulu Allah’tan kelgen kıyıllıktan
Birda mardasız keňde kalayık.
Voy âmin değiz, âmin, âmin!
Âmin değen tileğin tapsın.
Âmin temeğen tilin kapsın.
Bu kelgen kelin oňaylansın, oň cürüsün.
Süygenlerin süyer kibik,
Süymegenelerin kara küyer kibik Cenabı Allah etsin.
Bu kelgen kelin,
Burup butlay urçuk toltursun.
Kayınanasına, kayınatasına
Kayınlarına bıla honşusuna,
Tiyresine aman bolsa burula cılay oltursun.
Alğı burun uulan süyeği paşa bolsun.
Ekinçisi molla bolsun,
Mingen atı corga bolsun.
Üçüncüsü tayakçı bolsun
Kızları da tört beş bolsun.
Barısı da biribirinden baş bolsun.
Men alğış etebilmeyme,
Allah alğışlık etsin.”

Ayak: tas, kap / Calınayık, calbarayık: Yalvaralım / Kıyıllıktan: Felâketten / Mardasız: Uzakta / Kapsın: ısırsın / Oňaylansın: İyi olsun / Kara küyer kibik: Ah’lı vah’lı, kötü / Urçuk: Kirman / Tiyre: Mahalle / Burup butlay: Dizinde çevirerek / Burula cılay: Hastalanıp ağlayarak / Alğı burun: İlk defa / Süyeği: Çocuğu / Uulan / Oğlan, erkek / Corga: Rahvan / Barısı da: Hepsi de / Tarakçı: Tarak yapan, zanaatkâr / Koyçu: Koyuncu / Ulakçı: Oğlakçı
Dilek bitince elindeki para ve şekerleri gelinin başına doğru atarlar. Orada bulunanlar şekerleri kapmaya çalışırlar. Kaynanası ve oğlan evinin büyükleri gelini kucaklarlar. Sıra gelinin üzerindekileri, oğlan evinin yakınlarının almasına gelir. Bu el ile alınmaz. Gümüş kamanın ucu ile alınarak, bir kişiye verilir. Alanlar, oğlanın yeğenleri, kız kardeşi veya amcasının kızıdır. Ellerindekileri yine yukarıdaki kişiler alırlar. Sıra hediyelerin açılmasına gelir. Bu işi, kızın yakınlarından orta yaşlı bir kadın yapar. Gelin eski evine götürülür. Hediyeler gelinin yanında kalır, sonra sahiplerine dağıtılır.
Bütün bunlar olurken gençler de toyda eğlenmektedir. Dinlenme anlarında çerez dağıtılır. Yine oğlan evinin aşçısı (üy biyçe – hep kadından olur) hamur işlerinden ufak, çeşitli şekillerde, süslenmiş yiyecekleri tepsiyle toya, gençlere gönderir. Bunlardan birer tane alan kız ve erkekler, süygenlerine (sevdiklerine) ikram ederler. Kız tarafından olanlar evlerine dönerler. Avu alma böylece biter.
Boluşdan çığaruv
Evlenen genç, gelin eve geldiğinde, yakınlarından birinin evinde misafirdir. Sıra onu evine getirmeye gelir. Bu sebeple misafir kaldığı ev, oğlanın akranlarına yemek verir. Onlar da evin yemekçilerine ve hizmet edenlere para bırakırlar. Damadın arkadaşları onu kendi evine götürürler. Anne ve babasının kaldığı evde ihtiyarlar vardır. Eve girer.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/hasan-kallimci/gokceyayla-69499744/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Bu bilgiler, Gökçeyayla köyünden, 1313 Teberdi köyü doğumlu Yahya EVREN’den alınmıştır.

2
Bu göç hikâyesi, inceleme içinde tespit edilen diğer konular da kullanılarak romanlaştırılmış; eser “Önce Hürriyet” adı ile Hikmet Neşriyat tarafından 2006 yılında basılmıştır.

3
Bovadin’deki Gökçeyayla köyüne ait çayırın bu köye verilme emridir. Haydar Doru’daki suretten aynen alınmıştır.

4
Bir çanak veya tas ile oynandığı için bu oyuna “Ayak Oyun” adı verilmiştir. Cavak, bu oyunda başa geçirilen çanak veya tasın adıdır.
Gökçeyayla Hasan Kallimci
Gökçeyayla

Hasan Kallimci

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Gökçeyayla, электронная книга автора Hasan Kallimci на турецком языке, в жанре историческая литература

  • Добавить отзыв