Dramalar I

Dramalar I
Mar Bayciev

Mar Bayciev
Dramalar I (Uzun Yol Treni-Gelin ve Damat)

Bismillahirrahmanirrahim
Anneme, Babama ve Ertuğrul’a


MAR BAYCİEV’İN HAYATI VE SANATÇI KİŞİLİĞİ ÜZERİNE
Mar Taşimoviç Bayciev Kırgızistan’ın yetiştirdiği en önemli kalemlerden biridir. Bayciev edebiyatın farklı türlerinde eserler vermiş olsa da en bilinen özelliği dramaturg yönüdür. Bayciev’in kaleme aldığı piyesler Almanya, Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Avusturya, İsveç, Finlandiya, Moğolistan, Kanada, Kosta Rika gibi ülkelerin tiyatrolarında sahnelenmiştir. Yine Bayciev’in kaleminden çıkan piyesler Sovyetler Birliği bünyesindeki yüzden fazla tiyatronun repertuarına girmiştir.[1 - Narozya, A. (2015). Mar Bayciev Dramaturjisinde Melodram Türünün Poetikası, Teke, 4/2. s. 667-683.]
1935 yılında şimdiki Kırgızistan toprakları içindeki Calal-Abad şehrinde doğan Bayciev, Kırgız Millî Üniversitesinin Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olmuş, 1962-64 yılları arasında Moskova’daki yüksek senaryo kursunda eğitim almıştır. Yüksek senaryo kursunda bitirme tezi olarak kaleme aldığı “Başkanın Baktısı” adlı çalışması Özbekfilm tarafından beyaz perdeye aktarılmış, bu film 1979 yılında düzenlenen Uluslararası Aşkabat Film Festivalinde ödül almıştır.
Bayciev, Kırgızistan edebiyat dünyasında hem Kırgızca hem Rusça yazabilen az sayıdaki kalem arasındadır. İlk hikâye kitabı “Karakurt” 1961 yılında basılmıştır. Bu kitabın ardından 1964’te “Kaytıp Kelüü”, 1976’da “Menin Altın Balalıgım” adlı hikâye kitapları basılmıştır.
Bayciev’in senarist özelliği de vardır. Kırgızfilm stüdyosu için “Ak İlbirstin Tukumu”, “Altın Küz”; Özbek-film stüdyosu için “Bötön Bakıt”, “Nöşör”; Kazaktelefilm stüdyosu için “Cañgı Cıl Aldındagı Tün” isimli uzun metrajlı filmlerin senaryosunu kaleme alan Bayciev’in kısa hikâyelerinden uyarlanan kısa metrajlı filmler de vardır.
Bayciev sanatına yakından bakmak için onu yetiştiren edebiyat iklimini başlangıcından itibaren kısaca hatırlamak yararlı olacaktır.
Salican Cigitov (1936-2006) Kırgız edebiyatını dört ana döneme ayırmaktadır:[2 - Cigitov, S. (2003). Kırgız Adabıyatının Tarıhı Suroo Coop Küzgüsündö. Bişkek Times. No 33.]

1. Sovyetler Birliği’nin Kuruluşuna Kadarki Kırgız Edebiyatı (1870- 1917)
2. Sovyetler Birliği Dönemi Kırgız Edebiyatı (1917-1990)
a) Kırgız Toplumunu Sovyetleştirme Dönemindeki Edebî Süreç (1919-1924)
b) Sovyetler Birliği’nin Totaliter Rejime Dönüşmesinde ve Yerleşmesi Dönemindeki Edebî Süreç (1925- 1955)
c) İkinci Dünya Savaşı Dönemine Kadarki Edebî Süreç (1925-40)
d) İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası Dönemdeki Edebî Süreç (1941- 1955)
3. Sovyetler Birliği’nin Az da Olsa Liberalleştiği Dönemdeki Edebî Süreç (1956-1990)
4. Bağımsızlık Sonrası Kırgız Edebiyatı (1990-2003)
Bu tasnife göre 1935 doğumlu olan Bayciev ilk hikâye kitabının basıldığı tarih (1961) ve sonrasında Moskova’daki Yüksek Senaryo Kurslarında eğitim aldığı dönem (1962-64) göz önünde tutulduğunda Kırgız edebiyatında altın nesil olarak bilinen 1956 sonrası dönem içinde değerlendirilmesi gereken kalemler arasındadır. Kendilerine ağabeylik yapan Cengiz Aytmatov’un açtığı yoldan ilerleyen 1960 nesli, Aşım Cakıpbekov (1935-1994), Murza Gaparov (1936-2002), Kazat Akmatov (1941-2015), Tölögön Kasımbekov[3 - Tölögön Kasımbekov’un Sıngan Kılıç adlı eserinin ayrıntılı incelemesi için bkz. Kıyat, A., Şener, A. (2020) “Kırgızistan’da Toplumsal Belleğin İnşasında Geleneğin Kurgusallaştırılması: Sıngan Kılıç Örneği.” Kırgızistan Araştırmaları 2020. Ed. Cengiz Buyar, BYR Publıshıng House. Bişkek, s. 11-51.] (1931-2011)[4 - Kazat Akmatov (1941-2015), Tölögön Kasımbekov (1931-2011) hakkında daha geniş bilgi için Yürümez, R., Yürümez, A. (2017). “Kırgız Edebiyatının Oluşumu ve İleri Gelen Yazarları.” Kırgızistan (Tarih-Toplum-Ekonomi-Siyaset), Ed. Cengiz Buyar, BYR publıshıng House, Bişkek, s. 579-592] gibi yetenekli yazarların öncülüğünde Kırgız edebiyatında yeni denemeler yapılmış ve daha önce yazılması dahi düşünülemeyen eserler kaleme alınmıştır.
Burada dikkatle üzerinde durulması gereken temel mesele Sovyetlerin Toplumcu Gerçekçiliği yorumlama biçimidir. 1934 Sovyet Yazarlar Birliği kurultayında alınan kararlar[5 - Pervıy Vse Soyuznıy S’yezd Sovetskih Pisateley, Stena Grafiçeskiy Otçyot, Gosudarstvennoye İzdatel’stvo (Hudojestvennaya Literatura), Moskva 1934.] gereği ilk dönem edebî çalışmalarında Toplumcu Gerçekçilik, eserlerde adına Jdanov Poetikası denilebilecek bir yaklaşımla ele alınmıştır.
A. Jdanov (1896-1948) Stalin’in sağ kolu ve baş ideoloğu olarak Komünist Parti ve Sovyetlerde oluşturulan edebiyatın birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği kabulü üzerinden 1934 yılında yapmış olduğu konuşmada Sovyet yazarlarının üzerine almaları gereken role vurgu yapmış ve Sovyetlerin oluşturacağı gelecek için yazarların çürüyen burjuva toplumu ve ideolojisinin altını çizerek yeni ve temiz bir toplum ütopyasını sanki o anda yaşanıyormuşçasına vurgulamasını istemiştir.[6 - Günümüzde ideoloji ile ilgili polemiklerin yoğunlaştığı “ideolojinin sonu” tartışması, daha çok Daniell Bell ve Seymour M. Lipset’in kuramsal beslemesini yaptığı, kapitalizmin dönüştüğü yeni biçim doğrultusunda artık çalışan sınıfların da yönetime ve siyasete demokratik katılım olanağı bulmasına mütevellit eski tip sağ ve sol tandanslı ideolojilerin son bulduğu tezi üzerinedir. Bugün küreselleşme ve çokkültürlülük politikalarının etkisiyle yalnız tek tipleştirici kültür fetişizmi anlamındaki ideolojiden değil, birey ya da grup olarak yaşam temsili talebindeki kimlik hareketlerini besleyen ideolojilerin varlığından da söz edebiliriz.(Kaymak, G. ve Öztürk Aykaç, N. (2015). Yeni Denetim Biçimleri Bağlamında İdeoloji, The Journal of Academic Social Science, 14, s. 39-51.)] Jdanov’un Sovyet Yazarları Birinci Kongresinde Konuşma (17 Ağustos 1934), Zvezda ve Leningrad Dergileri (1947), Leningrad’da Yayımlanan İki Derginin Hataları (1947) yazılarına bakıldığında özetle Jdanov’un Sovyet yazarlarından istediği şu idi: Sovyet halkını tembel, donuk, aptal ve kaba saba olarak göstermek affedilmez bir hatadır. Sovyet halkı çalışmasıyla, çabalarıyla, yiğitliği ile yüksek toplumsal ve manevi nitelikleri ile gösterilmelidir. Burjuva yazarlarına özgü en önemli özellik ise “Hayatın en aşağılık en değersiz yanlarını konu almalarıdır.” Burjuva yazarlarına Maksim Gorki’nin yakıştırması da “Mutfak tenceresinin dibindeki karadan ötesini göremeyenler.” şeklindedir.[7 - Jdanov, A. A. (1952). Daklad o jurnalah zvezda i leningrad. Moskva: Gosizpolit.]
İnsan iki yönlü bir varlıktır. İyi tarafları da vardır kötü tarafları da. Toplumları da kendilerine has özellikleri ile değerlendirmek gerekir. Oturduğu rahat koltuğundan topluma yukarıdan bakarken kahvesini yudumlayıp bir taraftan hem toplumun hem de onu oluşturan insanın akla hayale gelmedik zayıf taraflarını bulup bunu eserlerde yansıtmanın büyük bir suç olarak tarif edilmesinden sonra yazarlar üzerindeki baskı artmıştır. Çünkü Leningrad’da Yayımlanan İki Derginin Hataları (1947) adlı yazıda iki kalem özellikle hedef alınmıştır.
Bir Maymunun Serüvenleri (Mihail Zoşenko 1894-1958) kısaca Leningrad’da hayvanat bahçesine düşen bir bomba marifetiyle yıkılan hayvanat bahçesi duvarını kolayca geçip şehirde dolaşmaya başlayan maymunun Leningrad halkıyla yaşadığı komik maceraları anlatan kısa bir hikâyedir. Bu hikâyenin Jdanov tarafından anlaşılış biçimi ise Sovyet yazarları üzerinde ziyadesiyle baskı oluşturacak kadar keskindir.
Bir Maymunun Serüvenleri’ni daha dikkatli okumak zahmetine katlanırsanız maymuna, bizim toplumsal geleneklerimizi yargılayan yüksek yargıç, Sovyet halkına ahlak dersi veren bir akıl hocası rolünü verdiğini görürsünüz. Maymun insanların davranışlarını değerlendirebilecek akıllı bir yaratık olarak tanımlanır. Yazar, kasıtlı bir biçimde, Sovyet halkının yaşantısını donuk ve bayağı göstererek alaya alır ve böylece maymunun şu iğrenç, zehirli ve Sovyet düşmanı yargıya varmasını sağlar: Hayvanat bahçesinde yaşamak Sovyet toplumunda özgür olmaktan daha iyidir ve bir hayvan kafesinde, Sovyet halkının arasında olduğundan daha özgür soluk alabilir.[8 - Jdanov, A. A. (1996). Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine, Çev. Fatmagül Berktay (Baltalı), İstanbul: Kaynak Yayınları. s. 22.]
Uzunca bir yazıyla Zoşenko’yu yerden yere vuran ve sanatının Sovyet ideolojisine göre asla affedilemeyecek yönlerini gösteren Jdanov, Anna Ahmatova (1889-1966) için ise şunları söylemiştir: Ahmatova’nın işlediği temalar tepeden tırnağa bireycidir. Şiirleri acınacak derecede kısırdır ve garsoniyerle kilise arasında yalpalayan yoz bir aristokrat kadının duygularını yansıtır. Başlıca konusu, ıstırap, özlem, ölüm, gizemcilik ve kadercilik temalarıyla iç içe geçmiş erotik aşktır.[9 - Jdanov, A. A. Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine. s. 27.]
Zoşenko, Sovyet insanının ulvi özelliklerini göstermek yerine tersini yapmakla suçlanırken Ahmatova da gereksiz bir bireycilik ve değersiz deneyler yapmakla suçlanmıştır. Ahmatova’ya “Değersiz kişisel deneyimlerinin Sovyet insanına ne faydası olacağını” soran Jdanov, sert yazısının sonunda bu iki kalemin Sovyet edebiyatında asla yer almaması gerektiğinin altını çizmiştir.
Takdir edileceği üzere bu yazıları okuyan Sovyetler Birliği yazarları eserlerini en baştan gözden geçirmek ihtiyacı hissetmiş, yazar birlikleri içindeki insani çekişmelerden dolayı eleştirmenler ve yazarlar, sevmedikleri ya da rekabet hâlinde oldukları meslektaşlarının eski yazılarını farklı bir gözle bir daha okumuşlardır.
Var olan birçok örnek içerisinde en bilineni şair Alıkul Osmonov (1915-1950) ve yine şair ve edebiyat eleştirmeni Midin Alıbaev (1917-1959) arasında gerçekleşen tek taraflı kalem kavgasıdır.
Alıkul Osmonov yetim olarak büyümüş, hayatı Sovyetler Birliği tarafından kurulan yetimhanelerde geçmiş, yetimhanelerde genellikle Rus arkadaşlar edinmesi ve Rus hocaların etkisiyle Rusça da öğrenebilmiş, Puşkin’i Kırgızcaya ilk tercüme eden ve Rusçadan çevirileri olan sıra dışı bir kalemdi. Yaşadığı dönemin tedavisi olmayan hastalığı vereme yakalanan Osmonov hastalığının ziyadesiyle ağırlaşması ve yaşadığı ölüm korkusu nedeniyle Mahabat adıyla bir şiir kitabı kaleme almış, kitabında şahsi deneyimlerine yer vermişti. Midin Alıbaev Maanisi Cok Mahabat adıyla kaleme aldığı eleştiri makalesini yukarıda örneği verilen Jdanov perspektifi üzerine kurgulamış ve Osmonov’a şu satırlarla seslenmiştir:
Osmonov, kendisini karanlık gecelere hapsediyor, kederli ve yapayalnız olduğunu söylüyor. Bizim şairlerimiz, yazarlarımız emekçi halkımızın içinde, onlarla beraber çalışıp onlarla beraber gülerken Sovyet halkının emeklerini, kahramanlıklarını ve yaşayışlarını eserlerinde gösterirken Osmonov ne yapıyor? Paltosunun yakalarını kaldırmış, beli bükülmüş, su kenarlarında keyifsizce oturmuş okuyucularımızın bir kulağından girip diğerinden çıkacak şiirler yazıyor. İçinde yaşadığı emekçi toplumun hayatından kendini tecrit edip kendi kendine mırıldanıyor, faydasız düşünceleri işte böyle gereksiz şiirlerde ortaya çıkıyor:[10 - Alıbaev, M. (1946, 15 Kasım). “Maanisi Cok Mahabat”. Kızıl Kırgızstan Gazetesi, s. 227.]
Jdanov poetikasının etkisi ile Sovyetler Birliği’nde yazarlara şu iki soruyu sormak âdet hâline gelmişti:

1. Senin kişisel deneyimlerinin benim için ne önemi var?
2. Bu eser Sovyet insanını hangi açıdan zenginleştirdi?
Özelde Kırgız edebiyatını genelde ise Sovyetler Birliği edebiyatlarını anlamak açısından çok önemli olan bu soruların yorumlanış biçimleri merkezi temsil eden Moskova’dan uzaklaştıkça sertleşiyordu. Kadim bir geleneğe dayalı ve içinden onlarca klasik çıkarmış Rus edebiyatının mirasçısı olan Moskova merkez ve anadili Rusça olan yazarlar sanata ve edebiyata daha yumuşak olduğu söylenebilecek bir perspektiften bakarken Birlik içindeki cumhuriyetlerin başkentlerinde bir şablon edebiyatı oluşmaya başlamıştı.
Bahsi geçen şablon edebiyatı için söylenecek çok söz olmakla birlikte devrimci romantizm ve olumlu kahraman terimlerinin altını ayrıca çizmek gerekmektedir.
Toplumcu Gerçekçi perspektif Sovyet insanının ve toplumunun ulvi özellikleri ile yansıtılmasını isterken bunun olumlu kahramanlar üzerinden gösterilmesini savunuyordu. Buna göre her yönüyle örnek, fiziksel özellikleri ile hayranlık uyandırıcı, nefsani herhangi bir zayıflığı olmayan bu kahraman eline aldığı bir meşale ile karanlıkta kalan bilinçsiz halkı aydınlatmalı ve burjuva artığı, din adamı veya eski zengin bir toprak ağası karşısında her türlü zorluğa boyun eğmeden hedefine halkıyla birlikte ulaşmalıydı.[11 - Detaylı bilgi için bakınız. Göz, K. (2017). “Ana Çizgileriyle Kırgız Edebiyatı ve Yeniden Okuma Denemesi”, Kırgızistan Tarih – Toplum – Ekonomi – Siyaset. 593-612.]
Bu kahramanın en iyi örnekleri arasında M. Şolohov[12 - Mihail Şolohov.] (1905-1984) tarafından kaleme alınan Uyandırılmış Topraklar’daki işçi Davıdov, A. Serafimoviç[13 - Aleksandr Serafimoviç.] (1863-1949) tarafından kaleme alınan Demir Tufanı adlı romandaki asker Kozhuk, A. Fadeev[14 - Aleksandr Fadeev.] (1901-1956) tarafından yazılan Genç Muhafız romanındaki genç muhafızlar birliğinin liderlerinden Oleg Koşevoy gösterilebilir. Orta Asya’daki Türk halkları edebiyatlarında yüzlerce örneği görülebilecek bu kahraman türüne Türk edebiyatından Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye adlı eserindeki Aliye öğretmen ve Reşat Nuri Güntekin tarafından kaleme alınan Çalıkuşu romanındaki Feride gösterilebilir.
Başlarda devrimci romantizmle birlikte fedakârlık yapan ve halkının mutluluğu için hiçbir şahsi menfaati gözetmeyen bir kahraman türü çok etkili olmuştu. Kitapları okuyan kitleler bu kahraman türü ile özdeşlik kurabiliyor ve eserlerle ortak bir duygu paylaşımı içine girebiliyordu. Olumlu kahramanı örnek alan kitleler romantik bir bakış açısıyla canla başla çalışmış, İkinci Dünya Savaşı’nda ülkesini korumak için üstün bir gayret göstermişti. Birçok farklı halktan oluşan Sovyet toplumunda İkinci Dünya Savaşı sırasında herhangi aykırı sesin çıkmamasında edebiyatla beslenen olumlu kahramanın gösterdiği ortak yolun önemli etkisi olmuştur. Ancak devir ve sosyoloji değiştiği hâlde özellikle Moskova’dan uzakta kalan bölgelerin edebiyatlarındaki olumlu kahraman imajı değişmiyordu. Devrimi gören, kendini Sovyetlere borçlu hisseden, savaş yıllarının bütün fedakârlıklarını müşahede eden nesillerde olumlu kahramanların hâlâ bir karşılığı varken 1930’dan sonra doğan nesiller devrimin ilk yıllarındaki olumsuzlukları görmemiş, savaş yıllarında ise çocuk oldukları için kendilerinden önceki nesillerle bir kopuş yaşamışlardı.
Komünist Parti organları Batı’da burjuvazinin oluşturduğu oligarşik ayrıcalıklı bir sınıf ortaya çıkarmıştı. Toplum sosyolojisinde rüşvet, içki ve liyakatsizlik gibi konular yavaş yavaş da olsa gündeme gelmeye başlamıştı. Ayrıca birliğin çeşitli bölgelerinde yaşayan Rusların yerel halka bakışı farklıydı. Aşım Cakıpbekov genç bir öğrenciyken tuttuğu günlüklerinde Ruslarda var olan bakışı anlatışı dikkate değerdir. Günlüklerinde Kırgızcanın Kırgızlar tarafından bile tercih edilmeyen demode bir dil hâline gelmesinden yakınan Cakıpbekov, Rusların Kırgızları koyun şeklinde aşağılamasından dolayı duyduğu öfkeyi günlüklerinde şu şekilde anlatıyordu:

18 Temmuz 1960
Geçen hafta Tölmiş ile Ağış’a Ruslar dayak atmışlar. Otobüstelermiş. Onlar iki, Ruslar ise on beş kişiymiş diyorlar. Sarhoş Ruslardan biri, zayıf bir Kırgız’a sataşmış,“Koyun, dağlı, dağına git” demiş. Tölemişler de duyunca dayanamayıp araya girmişler. Onların araya girmesiyle kavga çıkmış. Polisler aklınızı başınıza almazsanız biz getiririz demişler.
Milliyetçilik gittikçe güçleniyor. Büyüklerse kendi başlarının yanacağından korkup her olayda Ruslara boyun eğiyor. Süreli basın, partinin siyasetinden olsa gerek, her şeyi açıkça yazamıyor.
Dışarıdan bakıldığı zaman bizim yaşadığımız hayat, halklar arasındaki dostluk “harika” deyip övünüyoruz, öyle de görünüyor. Fakat içeride intizamsızlık kol geziyor… Nereden çıkıyor bütün bu problemler?[15 - Göz, K. (2019, 5 Ocak). Türkistan Birliği. Erişim adresi: https://www.turkistanbirligi.com/kirgiz-yazar-asim-cakipbekov-ve-gunlukleri/]
Değişen bu sosyolojik yapı içinde bir taraftan rüşvet vs. varken edebiyatta hâlâ aynı şablon üzerinde görevine bağlı ve her yönüyle örnek olumlu kahraman imajı karşılık bulmamaya, Jdanov poetikası esasında kaleme alınan bu edebî eserler sanat derecesi açısından düşük olarak nitelendirilmeye başlanmıştı. Yazarları da tembelliğe iten bu şablonda insanı tanıma sanatını geliştirmesi gereken kalem erbabı zaten var olan olumlu kahraman şablonunu ufak değişikliklerle bilindik olay örgüleri üzerine yerleştirerek yeni kitaplar yazıyordu.
Olay örgüsü basitti. Her yönüyle örnek olacak kadar mükemmel çizilen ve insani hiçbir zayıflık göstermeyen başkişi bir kolhoza, ilkokula, baraj inşaatına vs. farklı görevlerle gönderiliyor, karşılarına -yerine göre değişmekle birlikte- eski bir burjuva, din adamı kalıntısı, devrim düşmanı ya da dış ülke istihbaratlarına çalıştığından şüphelenilen bir çatışma kişisi konuluyordu. Olumlu kahraman, karşısındaki çatışma unsuru ile mücadele ediyor, romanlardaki ilkesiz düşmanlar benzeri yöntemler kullanarak olumlu kahramanı yenilgiye uğratmaya çalışıyor ama başarılı olamıyordu.
Kırgız edebiyatında olumlu kahramanın en derinden sorgulandığı eserlerin başında Aytmatov’un Gülsarı adlı eseri gelmektedir. Kitap en baştan bir daha incelendiğinde olumlu kahraman olarak çizilen Tanabay’ın zaman içinde değişen toplumsal dengeler karşısında şaşkınlığı ve uğradığı hayal kırıklıklarının altının çizildiği görülebilir. Tanabay, 1917 Ekim Devrimi ne dediyse onu yapmış, yılmadan çalışmış, kendi kardeşini bile zengin sınıfında sayılması için ihbar etmiştir. Önce demirci olarak çalışmış, ülkesini savaşa giderek korumuş, savaştan döndükten sonra kimsenin yapmak istemediği at çobanlığı işini kabul etmiş daha sonra da çok daha yorucu olan koyun çobanlığı işini almıştır. Kitapta genç bir koyun çobanının başına gelen olumsuzluklara Tanabay kadar tahammül edemeyerek kendi sürüsünde kalan az sayıdaki koyunu Tanabay’a vermesi ve mahkemeye çıkma pahasına Tanabay’ın girdiği mücadeleye girmek istememesi değişen Sovyet toplumu değerlerinin altını çizmektedir. Tanabay’ın temsil ettiği neslin büyük bir dikkatle duyarlılık gösterdiği değerler gençler tarafından artık hiçbir şey ifade etmeyen içi boş propaganda söylemleri olarak görülüyordu. Olumlu kahramanın yenilgisi olarak görülebilecek bu sosyolojik travma aynı zamanda Tanabay’ın ve atı Gülsarı’nın yenilgileridir.[16 - Detaylı bilgi için bakınız. Göz, K. (2020). Olumlu Kahramanın Yenilgisi: Tanabay ve Santiago. MUTAD. 7(1), 77-90.] Ezcümle artık rüşvetin, adam kayırmacılığın ve adı konulmamış sınıflar arası çatışmanın ikrar edildiği bir toplumda olumlu kahramanın kendine yer edinmesi imkânsızdı. Yeni nesil, olumlu kahramanı ancak boş yere çalışan romantik bir deli olarak görebilirdi. Bu yenilgiyi Hayvan Çiftliği romanında çiftliğin kurulması için her şeyini feda eden ve güçten düştüğü zaman yönetenler tarafından hastaneye denilerek mezbahaya gönderilen atın kaderi üzerinden okumak mümkündür.
Dolayısıyla Mar Bayciev’in de mensubu olduğu Kırgız edebiyatının kuruluş döneminde yazar tembelliği hastalığı olarak nitelendirebilecek hazır şablon edebiyatının en keskin sonucu ortaya çıkmıştı. Yazarlar Kırgız Sovyet yazarları perspektiflerini değiştiremiyor ve insan tanıma sanatından uzakta kaldıkları için karakter oluşturamıyordu. Aytmatov’un kaleme aldığı Yüzyüze’nin yayımlandığı 1956 yılına kadar durum böyleydi.
Stalin 1953 yılında ölmüştü. Komünist Parti genel sekreteri olan Hruşev, Stalin döneminde yapılan haksızlıkları açıkça eleştirmiş ve bütün Sovyet halkını kapsayan rehabilitasyon dönemini başlatmıştı. XX. Parti Kongresinde Hruşev tarafından okunan uzun mektupta kıyasıya eleştirilen Stalin ve Stalin dogmalarının halkta karşılığı sanıldığı kadar boş değildi. Stalin döneminde milyonlarca insan kıyıma uğramış, çalışma kamplarına gönderilmiş ve hapishanelere atılmıştı ancak bunların ekseriyeti aydın olarak nitelendirilebilecek bürokratlar, yazarlar, ressamlar, doktora öğrencileri ve akademisyenler, teknik bilimlerle uğraşan mühendisler vs. den oluşuyordu. Sıradan halkın uğraşı günlük meşgalelerden ibaretti. Stalin ve dogmalarıyla ilgilenen pek kimse yoktu. Yırtılan ayakkabının tamire gönderilmesi, koyunların yayılması, atların sağılması, fabrikada doldurulması gereken plan için fazla mesaiye kalınması gibi her toplumdaki sıradan insanlarınkine benzer dertleri vardı.
Genç bir üniversite öğrencisi olan Aşım Cakıpbekov, Hruşev’in tarihe “Gizli Söylev” olarak geçen ve halka daha sonra açıklanacak olan XX. Parti Kurultayında söyledikleriyle ilgili şunları yazacaktır:
Halk Hruşev domuzunun baldan tatlı diline, zehirli diline kanıyor. Gerçi eskiye göre şükür iyi yaşıyoruz. Öyle olsa da Stalin’e acıyasın geliyor, ağlayasın geliyor. Belki de (Gördün mü ben belki dedim, ihtimal halk da belki diyordur.) Hruşev domuzunun Stalin için söyledikleri doğrudur. Belki de Stalin öyle olabilir. Ama mektubun yüzde ellisi iftira. Yani yaptığı hatalardan dolayı Stalin’e olan inancı yerle bir etmek, büyüklüğünü gölgelemek olmaz. Neticede Stalin uzun zaman bu halkı yönetti.
Hruşev’in Stalin’e özel bir kininin olduğunu mektubun içeriğinden değil ruhundan anlamak mümkün. O kadar kin ve nefretle yazılmış ki mektubun içeriğine sinmiş bu duygular. Mektubun yazılışındaki kötü niyeti anlamak mümkün. Hepsinden de üzüntü verici olanı “Gerçekten de Stalin ismi sönecek mi? diye akla gelen soru! Gerçekten mi?
Mektup Kurultayda okunurken Molotov[17 - Vyaçeslav Molotov (1890-1986) Komünist Parti’de önemli görevlerde bulunmuş ve Stalin’in ölümünden sonra Hruşev’le girdiği mücadeleyi kaybederek Sovyet siyasetinden tasfiye edilmiştir.]“Er Kiev’de” deyip çıkıp gitmiş diyorlar. Daha bir sürü dedikodu.[18 - Cakıpbekov, A. (30-31 Mart 1956). Aşım Cakıpbekov’un Günlükleri ve Aygaşka Adlı Uzun Hikayesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi, Haz. Kemal GÖZ. Manas Üniversitesi. s. 279.]
Bu satırlar Batı propagandasında korkutucu ve kimsenin sevmediği bir lider olarak gösterilen Stalin’in Sovyetler Birliği’nde sıradan insanlar arasında iyi bir imajının olduğunu göstermektedir.
Daha açık bir anlatımla sıradan halk içinde kimsenin Stalin’le alıp veremediği bir şey yoktu. Stalin dönemi de Stalin’in ölümünden sonra başlayan Hruşev devri de aydın kesimi yakından ilgilendiren travmatik bir durum ortaya çıkarmıştı. Stalin dogmalarına sıkı sıkıya bağlı aydınlar ve yazarlar Hruşev’in XX. Parti Kurultayındaki konuşmasına anlam verememişlerdi. Stalin hayattayken yazarlar birliği üyesi bir yazar olarak çalışma kamplarına gönderilmemek ya da bir iftirayla idam edilmemenin ön koşulu körü körüne Stalin dogmalarına bağlılık ve yukarıda tarifi edilen Jdanov poetikasının dışına çıkmamaktı. Ancak Stalin’le kapanmamış hesabı olanlar da vardı. Babası, dedesi ya da yakın akrabaları Stalin dönemindeki aydın kıyımına kurban gidenler için kapanmayacak bir yaranın hesaplaşması farklı şekilde görülecekti.
Bu dönemde babası idam edilerek öldürülen Cengiz Aytmatov, dedesi ve dayısı hapishanede vefat eden Salican Cigitov yine babası Stalin döneminde hapishanede ölen Mar Bayciev bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Nitekim yukarıda örnek verildiği üzere Cakıpbekov benzeri üniversite öğrencileri bile Hruşev’i eleştirip Stalin ismine sadıkken Stalin döneminde zarar görenler XX. Parti Kurultayında okunan mektubu canı gönülden sahiplenmiş, nispi özgürleşme ortamının neler ifade ettiğini hızlıca idrak etmişti. Kırgızistan yazarları için de aynı durum geçerliydi. Buna örnek olarak Aytmatov’un kaleme aldığı Yüzyüze (1956) ve Cemile (1958) adlı eserleri zikretmek mümkündür. O zamana kadar yerleşik şablonun dışındaki bu iki eserden özellikle Cemile, Kırgız edebiyat dünyasında infiale neden olmuş, Cemile ile ilgili birçok toplantı yapılmıştı. 1930 ve sonrasında doğan genç yazarlar Cemile ve kitabın yazarı Aytmatov’a var güçleriyle sahip çıkarken Stalin dogmacıları kitabı ve yazarını yerden yere vurmuştu. Okur dünyası ise bilindik şablonun dışına çıkan bu eserlere hem ilgi duymuş hem de dönemin gerçekliğini yansıttığı için özdeşlik oluşturmuştu. Asker kaçakları bilinen bir gerçekti. Ancak Toplumcu Gerçekçiliğin Jdanov yorumlaması, hiçbir Sovyet eserinde sıradan bir asker kaçağına izin veremezdi. O zamana kadar edebiyatta çizilen asker kaçakları yabancı ülkelerin hesabına çalışan halk düşmanlarıydı. Sıradan bir köyde sıradan bir hayat yaşarken ansızın askere çağrılan Yüzyüze’deki asker kaçağı İsmail ise her şeyi ile halktan biriydi. Eserde bir olumlu kahraman yoktu. Kitabın evreni içinde hiç kimse eline bir meşale alıp karanlıkta kalan halkı aydınlatmıyor ya da cephede savaşan askerler için robot misali yorulmak bilmeden çalışmıyordu. Aksine eserin evreni açlık ve sefaletle boğuşan Sovyet insanını gösteriyordu. İsmail her sıradan köylünün yapacağı gibi ölmek istememiş, yine her sıradan insanın yapacağı üzere kendinin ve yakınlarının canını önceleyerek kitabın düğüm noktalarından birisi olan ineği çalarak kesmişti. İsmail’in karısı Seyde de bir kadında olması garipsenmeyecek duygularla donatılmış, yazar tarafından trajik bir ikilemde bırakılmıştı. Çocuk doğurma ve büyütme fıtratları nedeniyle kadınlarda nispeten daha fazla olan merhamet duygusunun Seyde’de hem kocasına hem de komşularına karşı olduğunu söylemek yanlış olmaz.[19 - Kadın tipler konusunda ayrıntılı bilgi için ayrıca bakınız: Fedakâr, S. ve Aksoy, H. (2019). Türk Destanlarındaki Kadın Tiplerin Tespiti ve Tahlili: Kırgız Destanları Örneği. Millî Folklor, 16, 105-120; Aksoy, H. (2020). Destan Dünyasında Kadın: Kırgız Destanlarında Kadın Tipler. Ankara: Kömen Yayınları; Aksoy, H. (2021). “Kültür Taşıyıcıları Olarak Aytmatov’un Romanlarındaki Kadınlar”. Tanrı Dağlarının Zirvesi: Aytmatov. (Ed. Orhan Söylemez- Kemal Göz- Halit Aşlar). Ankara: Bengü Yayınları.] Ezcümle İsmail’in ve Seyde’nin kutsal kusurları vardı. Mitoloji uzmanı Joseph Campbell bir insanı en doğru şekilde tarif etmenin yolunun kusurlarından bahsetmek olduğunu söylüyor.[20 - Storr, W. (2020). Hikâye Anlatıcılığının Bilimi. (Çev. Esma Fethiye Güçlü). Timaş Yayınları. s. 89.] Bir karakter oluştururken yazar tarafından yapılması gereken ilk şey onun kutsal kusurunu düşünmektir. Ancak yukarıda altını birçok defa çizdiğimiz üzere olumlu kahramanların kutsal kusurları yoktu.


Resim 1: Cengiz Aytmatov, Mar Bayciev’le birlikte.

Aytmatov’un “Cemile”sinde geçen olaylar da sıradan insanların yaşayabileceği türdendi. Bu kitapta da olumlu kahraman yoktu. Romanın evreni sıradan insanların hepimize tanıdık duyguları ve zaafları üzerineydi. Ancak Stalin dogmacıları tarafından ülkesini korumak için cephede savaşan bir askerin karısının uzata uzata türkü söyleyen bir adama âşık olup onunla kaçması katlanılması zor bir hakaret gibi algılandı. O günlerin canlı tanığı Salican Cigitov’un tafsilatıyla anlattığı üzere Aytmatov’un eserini karalama toplantıları yapıldı. Aytmatov ancak Moskova edebiyat dünyasının sahiplenmesi ile kendi ülkesinde bu saldırıları savuşturabildi.
Jdanov poeitikasının önemli eksiklerinden birisi de değişimdir. Olumlu kahraman değişmez. Kitabın başında neyse karşısına çıkan onca güçlüğe rağmen bir olgunlaşma iyiye ya da kötüye doğru değişim süreci yaşamadan kitabın evreni içindeki serüvenini tamamlardı. Olumlu kahramana verilen görev insani bir değişim yaşaması değil temeli üretime dayalı olan görevini tamamlamasıydı. Olumlu kahraman üretimin içinde yer almalı, üretim odaklı çalışmalı, üretim üzerine düşünmeli ve kitabın evreninin içinde başardığı şey üretim olmalıydı. Kurmacaların okurla özdeşlik kurmasının anahtarı konumundaki değişim meselesi, değişimin doğal süreçlerle mantıklı bir zemin üzerinde oluşması gerekliliğini göz ardı etmemek kaydıyla önemlidir. Kahraman bir yolculuğa çıkmalı, (Bu yolculuk iç dünyasına ya da dış dünyada bir hedefe doğru olabilir.) bu yolculukta karşısına çıkan engellerle mücadele edip onları geçmeli ve bu engellerle mücadelesi esnasında yaşamış olduğu iç çelişkilerle birlikte yapmak zorunda kaldığı seçimler onu olgunlaştırmalı yani değiştirmelidir. Aytmatov’un Cemile’si hemen âşık olmamış, köyünü, kocasını ve doğduğu toprakları bırakıp bir bilinmeze doğru gitmeye karar vermesi bir süreç gerektirmiştir. İç çelişkileri ve yaptığı seçimler Cemile’yi değiştirmiştir. Cemile’deki olayların dinamikleri arasındaki bağlantı ve insan davranışları ile seçimlerinin nedenselliği o kadar sağlamdır ki roman okuyanları sarsmış, günlerce akıllarından çıkmayan soruların doğmasına neden olmuş en nihayetinde de okur dünyasını hatta yazın dünyasını olduğu gibi ikiye bölmüştür.


Resim 2: Mar Bayciev.

Yüzyüze’de İsmail’in karısı Seyde asker kaçağı kocasına yardım edip etmeme meselesini kendi iç dünyasına çıktığı zor yolculukta muhasebe etmiştir. Bu yolculukta Seyde’nin değişimini tetikleyen hikâyenin evrenindeki olaylar olmasaydı bile Seyde yolculuğunun sonunda onu değiştirecek bir seçim yapmak zorunda kalacağı ana gelecekti. Gülsarı’daki Tanabay’ın yolculuğu hayal kırıklıkları ile doludur. Tanabay bir olumlu kahraman prototipi olduğu için değişmesi ve Sovyetlere baktığı perspektifin sarsılması çok zor olmuştur. Ancak yazar, Sovyetlerde işlerin yolunda gitmediğini Tanabay üzerinden göstermiştir.
Bu kitabın ana konusu olan Marbayciev ve dramaları ile ilgili daha düzgün bir anlamlandırma için Bayciev’i yetiştiren sanat ikliminden kısa da olsa bahsetmek gerekiyordu. Bayciev de yukarıda bahsi geçen genç nesil gibi 1930’lu yıllarda doğan kuşaktandır. Ancak babası Taşım Bayciev’in (1909-1952) Stalin zulmüne kurban giden aydınlar arasında olması oğlu Mar Bayciev’in de Aytmatov gibi Hruşev’in mektubunu, kısmi özgürlük kavramlarını daha net benimsemesini sağlamıştır.
Mar Bayciev’in babası Taşım Bayciev 1952 yılında Karaganda’da hapishanedeyken ölmüştür.
Yazdığı eserlerle ve Ziyaş Bektonov’la (1911-1994) birlikte ilkokullar için hazırladığı Kırgız edebiyat eğitim-öğretim kitapları ile bilinen Taşım Bayciev, İkinci Dünya Savaşı’na katılmış, Ukrayna cephesinde savaşmış, cephede yaralanarak ülkesine gazi olarak dönmüştür. Taşım Bayciev Ukrayna cephesindeyken başladığı Cigitter adlı piyesi yaralandıktan sonra Ukrayna’da hastanede tamamlamış ve cepheden döndükten sonra bu piyes Sovettik Kırgızstan gazetesinde yayımlanmıştır. Ancak yukarıda bahsini ettiğimiz Jdanov’un yazısının etkisiyle piyesin içindeki bazı motiflerden dolayı yazarı ağır eleştirilere maruz kalmıştır.
Savaştan döndükten sonra İlimler Akademisinde kurulan Manas ve Folklor Bölümü başkanlığı yapan Taşım Bayciev Manas Destanı’nın 1100. yıl kutlamaları ile ilgili kurulan komitenin sorumlu genel sekreteri olmuştur. 1100. yıl etkinlikleri nedeni ile Ziyaş Bektonov’la birlikte yazdığı Manas ve Kırgız folkloru konulu kitapta Manas anlatıcıları Sagınbay Orozbakov (1868-1930) ve Sayakbay Karalaev’i (1894-1971) “Büyük Manasçılar” olarak nitelendirdiği için milliyetçilik suçlaması ile 10 yıl hapse mahkûm edilir ve 17 Şubat 1952’de Karaganda hapishanesinde hayatını kaybeder.[21 - Cigitov, S. (2009). “Taşım Bayciev Böldüü Kara Sözçü Bolmok”. Cañı-Alatoo, No 6, s. 75-80.]
Taşım Bayciev’in, ülkesini savunmak için savaşan ve yara almış bir savaş gazisi olarak ülkesine döndükten sonra hapse mahkûm edilmesi ve hapishanedeyken ölümü elbette geride bıraktıkları, özellikle de sanatçı kişiliği ile ileride edebiyat dünyasında yer alacak olan oğlunu derinden etkilemiştir.
Stalin zulmüne kurban giden bir babanın oğlu olarak Mar Bayciev’in Hruşev’in mektubunu sahiplenmemesi düşünülemezdi.
DRAMALARA DAİR
Sanatçı kişiliğini hangi temel üzerine kurguladığını yukarıda izaha çalıştığımız Mar Bayciev’in bu çalışmada çevirileri okura sunulan iki draması vardır. Bunlardan ilki “Gelin ve Damat” (1975). İkincisi ise Kırgızca ve Rusça varyantlarında “Son Sefer” olarak verilen bizim Türkçeye “Uzun Yol Treni” (1982) olarak çevirdiğimiz üç perdelik dramadır.
Sanatın Hastalıkla Bir İlgisi Var mıdır?
1960’lı yıllarda edebiyat dünyasında boy göstermeye başlayan Sovyet yazarları arasında karakter oluşturma meselesi dikkatle üzerinde durulan ve eserin başarısı ile ilgili kıstaslardan birisi olarak kabul edilen konulardan birisi hâline gelmiştir. Kurgu sanatının inceliklerini Moskova’daki iki yıllık yüksek edebiyat ya da senaryo kurslarında öğrenen yeni dönem yazarları olay örgüsündeki canlılık, tansiyon noktaları, neden sonuç ilişkisi ve yazmanın yeniden yazmak demek olduğuna dair bazı temel kavramları muvaffakiyetle özümsemişti. Ancak yazarlarda dikkat çeken asıl değişim evrensel konuları başka bir gözle ele alma şekilleri, gerçek insanı zayıf yanları ile gösterme eğilimi ve toplumsal problemleri korkmadan yansıtmaları şeklinde özetlenebilir.


Resim 3: Kürtaj karşıtı afiş.

Aile, evlilik ve boşanma ile ilgili kavramlar Sovyetler Birliği’nde dönem dönem farklılık gösteren bir yapıya sahipti. Çarlık Rusya’sında aile, evlenme ve boşanma konuları kilise ve din adamlarının sorumluluğunda idi. Ekim Devrimi’nden sonra seçkin Sovyet siyasetçilerinin ve sistemin dine bakışı belli olduğu için madem tanrı yoktu o hâlde tanrının kurallarına uymanın da lüzumu yoktur, şeklinde bir yaklaşım benimsendi. Boşanma işleri eşlerden birisinin hazır bulunmasına gerek kalmadan kayıt bürolarında dahi yapılabiliyordu.[22 - Adaev, A. A. (1998). Braki i Razvodı v Rossii. Narodonaselenie, No 2, s. 3-13 ve 1999 No 1, s. 27.] Kendilerine verilen özgürlüğü farklı yorumlayan Sovyet gençleri bu serbestliği alabildiğince kullandılar. 1930’lu yıllarda devlet organları durumun vahametini kavramaya başladı. 1933-34 yılları arasında yaşanan kıtlık, ailesiz kalan binlerce çocuk ve nüfus artışında meydana gelen azalma Sovyet yönetiminin konuya farklı bir perspektifle yaklaşmasına neden oldu. 27 Haziran 1936’da çıkarılan yasa ile boşanma zorlaştırıldı. Eşcinsellik cezai kovuşturma nedeni sayıldı ve kürtaj[23 - Kürtaj karşıtı afişte “Oysaki ben kürtaj yaptırmayı istemiştim” diyen ama çocuğunu mutlu gözlerle izleyen anne ve doğurduğu bebek bulunmaktadır.] yasaklandı.[24 - Adaev, A.A. Braki i Razvodı v Rossii. Narodonaselenie, s.27.] Ancak aile bağlarında hızlı çözülmenin asıl korkutucu etkisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülmeye başladı. Savaşta milyonlarca vatandaşını yitiren Sovyetler Birliği için nüfus önemli hâle gelmişti. 1936 yılındaki yasa ile 100-200 ruble arasında olan boşanma davası harç ücretleri savaştan sonra 8 Temmuz 1944 yılında yayımlanan kararname ile 4 kat artırıldı. Boşanma mahkemelerinin hakimlerine keyfi istekleri görmezden gelmeleri ve tarafları mümkün olduğunca uzlaştırmaya çalışmaları talimatı verildi. Nitekim önce aile mahkemesine başvuran çiftler boşanmaya karar verme yetkisi bulunmayan bu mahkeme tarafından barıştırılamazsa ancak bir üst mahkemede boşanabiliyordu.[25 - Age. s. 27.] Bu yasanın etkilerini şu şekilde izah etmek mümkündür. 8 Temmuz kararnamesinden sonra bir yıllık boşanma sayısı 3840 olarak kayıtlara geçmiştir. Bu sayının 3627’si şehirlerde 213’ü kırsal bölgelerde yaşayan çiftler arasında gerçekleşmiştir.[26 - Age. s. 27.]
Ayrıca Sovyetler Birliği’nde evliliği özendirici propaganda faaliyetleri başlamış ve aile kavramının önemi üzerine vurgu yapan yayınlar yapılır olmuştu. Aşağıdaki Sovyet propaganda afişinde “Komünizme fedakârca kendini adamış nesiller yetiştiriyoruz.” yazmaktadır. Ailenin, çocuğun ve yeni nesillerin öneminin altını çizen bu devlet bakışı Hruşev döneminin liberal politikaları ile yumuşamış ve Sovyetlerde boşanma oranları yeniden artışa geçmiştir.


Resim 4: Propaganda afişi.

Burada sosyal bir deneyden bahsetmek gerekmektedir. Bolşeviklerin devrimden sonra boşanmaları kolaylaştırıcı kanunlar çıkarmasının altında toplumun buna göstereceği tepkinin nasıl olabileceğine dair bir deney olması ihtimali yüksektir. Nitekim boşanma oranlarındaki patlama ve aile kavramının bir kenara atılmak istendiği bu ilk dönemin hızını 1933-34 kıtlığı, savaş ve çatışmalarda erkeklerin ölmesi nedeni ile kadınların evlilik şansının düşmesi, savaştan sağ dönen erkeklerin daha genç kadınlarla evlenmek için eski karıları ile ayrılmak istemeleri gibi unsurlar nüfus artış oranını baskılamıştır. Belki Avrupa’da yükselmeye başlayan Nazi tehdidi olmasaydı Sovyet seçkinleri bu aile yapısının toplumu götürdüğü yerden rahatsızlık duymayacaktı. Fakat dünya üzerinde güç olarak var olma meselesi sağlıklı ve düzgün eğitim almış nesillerle ölçülüyordu. Savaşacak ve ülkeyi koruyacak vatansever nesiller düzgün bir aile ortamında ve iyi ilk eğitim müfredatıyla yetiştirilebilirdi. Yukarıda Stalin döneminde boşanmalara getirilen zorluk ve Sovyet propaganda afişlerini izaha çalışılan tablo üzerinden okumak gerekmektedir. Sovyetleri aile politikalarındaki değişikliğe Avrupa’da ve dünyada var olan güç dengeleri zorlamıştır.
Mar Bayciev’in kaleme aldığı “Gelin ve Damat” dramasını bu uzun izah üzerinde değerlendirmek gerekmektedir. Hruşev serbestliği döneminde artan boşanma davaları Parti istememesine rağmen artmış ve bir gerçeklik hâline gelmiştir. Bayciev geleneksel Kırgız aile yapısı ve evlilik kavramını kadın ve erkek türleri üzerinden sorgularken Komünizmle zaman zaman barışamayan geleneksel Kırgız toplumunun dinamikleri eserde yerini almıştır.
Eserin yazıldığı dönemi anlamak için bakılması gereken ilk unsur kadınlardır. Kadın dönemin bütün sıkıntılarını üzerinde barındırır ve yansıtır.[27 - Söylemez, O. (2021). “Aytmatov’un Aşkları ve Kadın Kahramanları”. Tanrı Dağlarının Zirvesi: Aytmatov, (Ed. Orhan Söylemez- Kemal Göz- Halit Aşlar). Ankara: Bengü Yayınları, s. 127.] “Gelin ve Damat” ile “Uzun Yol Treni” adlı dramalarda da dramların yazıldığı dönemdeki sosyolojik problemler kadın kahramanlar üzerinden okuyucuya aktarılmıştır. Dramalarda yer alan Batmakan, Kadın, Genç Kız, Gülsün, Erkin’in annesi Sovyet toplumunda yaşayan kadınların örneğini teşkil etmektedir. Bu kişilerin canlı örneğiyle o dönemde karşılaşmak mümkündür.
Sovyetlerde İçki
Ekim Devrimi’nin ardından Çarlık Rusya yıkılmış ve yerine Sovyetler Birliği kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla sosyalist bir yönetim şekli uygulanmaya başlanmıştır. 1918 ile 1921 yılları arasında kişilere ait olan mallar devletin malı hâline getirilerek özel mülk edinme hakkı ortadan kaldırılmış ve tüm güç tek merkeze bağlanmıştır. Bunun sonucunda üreten kesim kendine üretmeyi bırakmış ve devlete üretmeye başlamıştır. Sosyalist sistemin getirdiği ve uygulamada yaşanan yanlışlıklar sebebiyle üretim, tüketim, arz talep vb. birçok noktada sorunlar yaşanmıştır. Birçok alanda yaşanan sorunlar nedeniyle 1921’de devlet komünizmi uygulama şekillerinde bazı değişikliklere gitmiş, NEP (Yeni Ekonomi Politikası) ortaya çıkmıştır. Önceden üretilen ürünün devletin malı olarak görülmesi ve devlete teslim edilmesi hususu NEP ile birlikte ürünün ederi kadar vergi vermek karşılığında üreticide kalması sağlanmıştır.
Sovyetler Birliği’nin kurulmasından itibaren sosyalist sistemde kalkınmaya yönelik birçok adım atılmıştır. Atılan adımlar bir sorunu çözerken başka bir soruna sebep olmuştur. Sovyet sisteminin yaşadığı sorunların en büyük etkeni sistemin ihtiyaçlarını insanın ihtiyaçlarının önünde tutmasıdır. Sovyet sistemine göre, insan sistemin ihtiyaçlarını karşılayan işçiler olarak görülmektedir. İnsanın mülk edinmesi kendini o yere bağlı hissetme ve geleceğe dair kaygılarının azalmasına sebep olmaktadır. Sovyet sisteminde ise mülk edinemeyen insanlar kendilerinin ve çocuklarının geleceğine dair kaygı içerisinde yaşamaktadır. Devletin değişen ve sistemin sorunlarına tam anlamıyla çözüm sağlamayan politikaları insanlarda buhrana sebep olmuştur. Bu sıkıntılardan uzaklaşmak isteyen insanlar kaçışı içkide aramışlardır. Bu teşebbüs edebiyata da yansımıştır. 1970’te yayımlanan Beyaz Gemi’de bu konuya dikkat çekilmiştir. Romandaki çocuğun kendini suya bıraktığı gece evde sarhoşların bulunması, Orozkul’un sarhoş olup karısını dövmesi bunlara örnek gösterilebilir. Yine 1966’da yayımlanan Elveda Gülsarı’da Gülsarı’nın içki kokan binicisi sebebiyle huysuzlanması, içkinin Sovyet halkı üzerindeki etkisi ve edebiyata yansımalarındandır.


Resim 5: İçki karşıtı afiş.

İçkinin halkta oluşturduğu olumsuz yansımanın yanı sıra sisteme ve devlet yönetimine belirli oranda olumlu yansıması bulunmaktadır. İçki içen kişideki bilinç, belirli bir süre bilinçsizliğe dönüşür. Bu da kişinin düşünme yetisini belirli süre kullanamaması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bu süreç zarfında kişi çevresindeki kişi/kişilerin bilinci doğrultusunda hareket eder veya etmek zorunda kalır. 1986 yılında yayımlanan Dişi Kurdun Rüyaları’nda Boss ve ekibinin yöneticilerin istediğini yapması buna örnek gösterilebilir. Yazarlar Birliği’nde yazarlara uygulanan şey bu durumun farklı bir uygulama şekli olarak görülebilir. Yazarlara eserlerinde neyi konu edeceklerinin dikte edilmesi tıpkı içkinin sonucu olarak ortaya çıkan bilinç kaybıyla benzerdir. Yazarların ideolojinin istediği şekilde eser vermek zorunda olması bir nevi yazarın düşün(e)memesine veya istenileni düşünmesine –aslında yine düşünmemesine- sebep olmaktadır. Düşünmeyen insanın bir konu hakkında iyi veya kötü eleştiride bulunması beklenemez. Bu kişiler kendilerine söylenilen veya kendilerinden istenilen şeylere doğrudan doğruya itaat eder ve yapar. Sistemin sebep olduğu içki kullanımı ve buna bağlı alkolik kişi sayısı durumu açıklar niteliktedir. Gorbaçov’un yönetime geçtiği “1985 yılı verilerine göre SSCB’de hastalık anlamında alkolik sayısı 4,5 milyon, alkol bağımlılarının sayısı ise 20 milyondur.[28 - Özsoy, İ. (2006). Sovyet Sisteminin Çöküşünden Tarihî ve Evrensel Dersler. Bilig, 39, 185.] İçki tüketimindeki artış ve alkoliklerin sayısının yükselmesinden yöneticiler de endişe duymuşlardır. Bu bağlamda aşırı içki tüketimine karşı çeşitli kampanyalar yapılmış, devlet tarafından bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Ancak tüketimin fazla olması sebebiyle yapılan uygulamalar ekonomiye olumsuz olarak yansıdığı için bu kısıtlamalar esnetilmiştir.[29 - Uludağ, İ. (1992). Sovyetler Birliği Sonrası Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve Türk Gruplarının Sosyo-Ekonomik Analizi Türkiye İle İlişkileri. İstanbul: TOBB Yayınları, s. 25.]
Sosyalist sistemin çökmekte olduğunu gören Gorbaçov, bu katı kuralları esnetmiş ve yeni bir yapılanma ortaya koymuştur. Gorbaçov sosyalist sistemi çöküşe götürecek birçok uygulamayı kaldırmak istese de Sovyetler Birliği dağılmıştır. Birliğin dağılmasında devlet politikaların yanı sıra Sovyet halklarının millî şuur bilinci doğrultusundaki bağımsız devlet kurma isteği de önemli etken olmuştur.[30 - Aşlar, H. (2020). Modern Kırgız Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış ve Bir Tasnif Denemesi. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 13/ 71 s. 28-29.]
Mar Bayciev’in “Uzun Yol Treni” adlı dramasında birbirinden farklı karakterler üzerinden vurgulanmış bir Sovyet sosyolojisi resmi vardır. “Rüşvet”, “Liyakatsizlik”, “İçki tüketiminin ulaştığı tehlikeli boyutlar”, “Plan ekonomisinin başarısızlığı”, “Komünist sisteme olan inancın dramatik şekilde zayıflaması.” olarak nitelendirilebilecek bu başlıklar etrafında Bayciev sistemin çökmek üzere olduğunu nesillerin olayları duyuş görüş ve anlamlandırma farklılıkları üzerinden haber vermiştir.
Adı konulmamış oligarşik bir parti sınıfının ülkeyi getirdiği toplumsal uçurumun izahı olan “‘Uzun Yol’ Treni’nin orijinal adının “Son Sefer” olması bununla ilgilidir. Şayet bahsi geçen parti oligarşisinin ülkeyi sürüklediği uçurum evrensel bir perspektiften okunursa gelecekte neler olacağına dair ipuçları kitabın içindeki eserlerde mevcuttur.

    Kemal GÖZ[31 - Doç. Dr. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Karaman / Türkiye, gozkemal@yandex.ru, ORCID: 0000-0003-4768-6604]
    Karaman, 2022

GELİN VE DAMAT


ROLLER
Gülsün: Kadın
Erkin: Erkek
Hâkim
Anne

Olay günümüzde geçmektedir.

Perde kapalı… Arka taraftan bir düğün sesi gelir. Kahkahalar, müzik sesi ve tokuşan kadehler duyulur.
Bir Ses: Kardeşlerim, davetliler! Düğün başına söz verelim.
Düğün Başı: Yoldaşlar, kısa konuşacağım. Birinci dileğim Gülsün ve Erkin’in mutlu olmaları. Eğer tamı tamına 25 yıl sonra buradaki herkes oraya buraya saçılmadan tam kadro sağ kalırsak Gülsün ve Erkin’in gümüş düğününde[32 - Evliliğin yirmi beşinci yılında yapılan ikinci kutlama. Sovyetler Birliği’nde özellikle Rus ahali arasında adettir.] buluşalım. Bu dileğimi kabul edenler kadehlerini kaldırsın…
Sesler: Yaşa, elbette, tamam!
Kadeh tokuşturmaları, gülüşmeler, müzik, düğünün sesi giderek azalır. Perde açılır.
Sahnede bir masa. Önünde iki tane sandalye. Sandalyelerde Gülsün ve Erkin oturmaktadır. Bu ikisi düğün kıyafetlerini hâlâ çıkarmamışlardır. Gülsün bembeyaz bir gelinlik içinde, başında duvak var. Erkin’in üzerinde bir smokin var, beyaz gömlekli. Dikkat çekici bir kravat takmış. Sanki az evvel düğünden çıkıp nikah salonuna gelmişler. Ancak burası nikah salonu değil. Bölge mahkemesinin binası. Masanın yanında siyah elbiseli orta yaşlı bir kadın ayakta duruyor. Bu, mahkeme hâkimi.
Hâkim: (Yerine geçer. Masasından bir kâğıt alıp okumaya başlar.) 1 Mayıs Bölge Mahkemesine “Eşim Erkin Samakov’la daha fazla beraberce ömür sürmemizin imkânı kalmamıştır. Bu yüzden ayrılmamız gerektiğini düşünüyorum. Kanuni olarak mahkemenin nikah akdini sonlandırmasını talep ediyorum. Gülsün Tokoev.” (Gülsün’e) Bu dilekçeyi yazmanızın sebebi nedir? Bunu mahkemeye anlatınız lütfen.
Gülsün: (Yerinden kalkar.) Bu soruya cevap vermem çok zor.
Hâkim: Dilekçeyi verdiğinize göre sebebini de anlatmanız gerek kızım.
Gülsün: (Biraz düşünür.) Benim… Benim kocam Erkin bir suç işledi. Ben… (Sessizce hâkime bakar.) Çaresizce ona yardım ettim. Ben ve bir kişi daha…
Hâkim: Kimmiş o?
Gülsün: Benim kaynanam. Erkin’in annesi.
Hâkim: Öyleyse dilekçenizi yeniden gözden geçirip sulh ceza mahkemesine vermeniz gerekir.
Gülsün: Hayır, hayır… Nasıl desem, kanunlara göre herhangi bir suç işlemedik. Şey… Biz birbirimize karşı suçluyuz… Biz beraber yaşamamalıyız… (Daha fazla konuşamaz. Gözleri dolar, kafasını önüne eğer.)
Erkin: (Yavaşça) Kendine gel!
Hâkim: Su veriniz. (Erkin ayağa kalkar hâkimin masasındaki sürahiden bir bardağa su koyar ve karısına götürür.)
Gülsün: Teşekkürler. (Biraz kendine gelir.) Her şeyi anlatacağım. (Bir süre sözüne nereden başlayacağını bilemeden kalakalır). Müzik olsa. Müzik koymama izin verir misiniz?
Hâkim: (Hayretle bakakalır.) Müzik mi dediniz?
Gülsün: Evet… Müzik!
Hâkim: (Tebessüm eder.) Eğer çok lüzumlu ise neden olmasın. (Gülsün ayağa kalkıp odanın köşesindeki plak çalara bir vals plağı koyar.)
Küçük mahkeme salonu yavaş yavaş ithal mobilyaları ve aydınlık pencereleri ile bir oturma odasına dönüşür. Pencere kenarında, sehpaların üzerinde, odanın hemen her yerinde rengarenk vazolar ve içinde buket buket farklı renklerde güller bulunmaktadır. Büyük pencere açık. Buradan küçük şehrin en güzel manzarası görülür. Gülsün odanın ortasında müzikle beraber bir iki kere döner ve Erkin’in önüne gelerek elini sunar. Şimdi ikisi vals yapmaktadır. İkisi de genç, çok güzel ve birbirlerine çok yakışmaktadırlar.
Gülsün: Ah, biraz durur musun?
Erkin: (Korkar.) Ne oldu?
Gülsün: (Gözlerini kapatır.) Yok bir şey… Birazdan geçer…
Erkin: Çok solgun görünüyorsun!
Gülsün: Bana sıkıca sarılır mısın? Başım dönüyor. Kalbim güm güm atıyor.
Erkin: (Korkar.) İyi misin? Ne oldu?
Gülsün: Mutluluğum kalbime sığmadı galiba. Bizimki ilginç bir tanışmaydı. Hiç beklenmedik bir anda. Üç ay önce yazın sıcağında ter içinde noter masasında otururken kapının açılıp da içeri boylu poslu yakışıklı bir genç adamın gireceğini nereden bilebilirdim.
Erkin: (Gülümser ve hemen rolüne girer.) Merhabalar küçük hanım! Diplomamın aslı gibidir belgesini hazırlamanız mümkün mü?
Gülsün: (Masasına gidip oturur, iş gözlüklerini takar ve ellerini masanın üzerine koyarak cevap verir.) Olur küçük bey.
Erkin: Mükemmel! Buyurun. İki kopya rica ediyorum. (Diplomasını eliyle verir gibi yapar.)
Gülsün: (Mühür basar ve imzalar.) Oo! Konservatuarı bütün derslerden beş alarak bitirmişsiniz!
Erkin: (Tebessüm eder.) Hepimiz azar azar bir şeyler öğrendik. Ama annemi sevindirmeyi çok istemiştim. Benimki şansa oldu.
Gülsün: Bravo size. Borcunuz bir som on iki kuruş. (Gözlüğünü çıkarıp Erkin’i dikkatle süzer.)
Erkin: (Hayran gözlerle Gülsün’e bakar.) Oo!
Gülsün: Ne oldu, pahalı mı yoksa?
Erkin: Hayır, pahalı değil! Hatta ucuz!
Gülsün: O hâlde?..
Erkin: Yok bir şey!
Gülsün: Sanki korkar gibi oldunuz!
Erkin: Bilmem… Korktum mu? Aa…Tam tersine… Buyurun ücretiniz… (Parayı verir.) Çok teşekkür ederim.
Gülsün: Rica ederim. (Gözlüğünü çıkarır.)
Erkin: İyi günler.
Gülsün: İyi günler.
Erkin: (Sanki dışarı çıkıyormuş gibi birkaç adım atar ve durur, yeniden dönüp masanın önüne gelir!) Merhaba küçük hanım!
Gülsün: Buyurun beyefendi!
Erkin: Özür dilerim, siz şey… Şu… Doğum belgesine mühür basıyor musunuz?
Gülsün: (Özellikle geldiğini anlar.) Hayır!
Erkin: Aa, şey… Şu belgeyi, şeyi… Pasaport kopyasına mühür basıyor musunuz?
Gülsün: Hayır, onu biz yapmıyoruz!
Erkin: O zaman şu önceki üniversite mezuniyet belgesini… Ee… Diploma…
Gülsün: Aslı gibidir mi?
Erkin: Evet, evet… O! İşte… Üç tane aslı gibidir. (Diplomasını verir gibi yapar.)
Gülsün: Yanılmıyorsam daha dün iki tane hazırlamıştım.
Erkin: Evet, doğru! Şey… Ben onları… İkisini de kaybettim… Çok unutkanım…
Gülsün: Hım, bu iyi değil. Daha fazla şeker tüketmelisiniz! (Mührünü üç defa basar gibi yapar.) Bir som[33 - Som: Kırgız para birimi.] elli kuruş. (Gözlüğünü çıkarır.)
Erkin: (Kızın gözlerine hararetle takılıp bir süre öylece kalır.) Tüh! Şu işe bak!
Gülsün: Ne oldu?
Erkin: Affedersiniz! Ben şey demiştim, demiştim ki… Şey! (Parayı verir.)
Gülsün: (Parayı alır.) Elli kuruş para üstü vermem gerek. Bir dakika!
Erkin: Ben o zaman yarın geleyim! Değil mi?
Gülsün: Yarın neden geleceksiniz?
Erkin: Şey işte, şu para üstü! Yoksa yarın gelirim!
Gülsün: Ha yok, burada işte, elli kuruş! Buyurun! (Parayı verir.)
Erkin: Teşekkür ederim.
Gülsün: Bir şey değil! Güle güle.
Erkin: Sağlıcakla kalınız! (Gider.)
Gülsün: (Sessizce) Züppe!
Erkin: (Aniden döner.) Ne dediniz?
Gülsün: Ben mi, hiçbir şey!
Erkin: Ama sanki bir söylediniz gibi!
Gülsün: Ben… Şey demiştim! Havalar da çok ısındı!
Erkin: Ya evet, çok iyi fark etmişsiniz. Sıcak hatta o kadar sıcak ki züppeler bile bunaldı bu sıcaklardan.
Gülsün: (Utanarak gülümser.) Ben sizi kırmak istemezdim ama kendiniz suçlusunuz! Darılmayın lütfen!
Erkin: Daha neler. Delirdim mi ben size darılacağım? Züppeyim ben kabul ediyorum.
Gülsün: (Kız gülümser.) Siz hep böyle misiniz?
Erkin: Hayır! Tek başımayken normal bir insanım. Ama çok güzel bir kız gördüğümde birden züppe oluveriyorum. Bunun için özellikle doktora gittim. Kalbimin röntgenini çektiler! Doktor bu hastalıktan iyileşmenin tek yolu evlenmen dedi. Size iyi günler. (Gider. Gülsün arkasından gülümser. Masasına bir şişe kefir ve poğaça koyar. Öğle yemeği yemeye başlar. Bu sırada kapı açılır ve Erkin girer.)
Erkin: Girebilir miyim hanımefendi?
Gülsün: (Kefirden bir yudum içip poğaçadan bir ısırık alır.) Ama öğle arası.
Erkin: Kusura bakmayın! Ama işim çok acele! O kadar acele ve önemli ki eğer yardım etmezseniz ölürüm.
Gülsün: (Hayretle şaşırır.) Ölür müsünüz?
Erkin: Evet, boş yere murdar giderim!
Gülsün: (Gerçekten telaşlanır.) Ne oldu böyle!
Erkin: Şey… Geçenki… Diplomalar… Ben kopyaları kaybettim.
Gülsün: (Gülümser.) Bu da nereden çıktı?
Erkin: (Yalandan ağlar gibi yapar.) İşte böyle…
Gülsün: Dosyaya koyup gitmiştiniz…
Erkin: Evet, öyle yapmıştım. Ama hepsini dosya ile birlikte kaybettim.
Gülsün: Kolunuzun altından kayıp yere düşse gerek!
Erkin: Hah! Evet, kaygandı o dosya zaten, balık gibi bir şey! Öyle olmuştur.
Gülsün: Yoldaş, anlaşılan çok dağınık bir insansınız!
Erkin: Allah’ım yaratmış, işte böyle! Ne yaparsınız!
Gülsün: Koynunuzda sakladığınız ne! Yılan mı yoksa?
Erkin: Bu, bu mu? Dosya!
Gülsün: Dosya mı?
Erkin: Evet, ama bu başka dosya!
Gülsün: Dosya koleksiyonunuz mu var yoksa?
Erkin: Yok canım! Ama arada bunlar birikiyor!
(Karı koca kahkaha ile gülerler!)
Gülsün: Sen neden tekrar tekrar bıkmadan geldin? Yoksa ilk görüşte aşk mı?
Erkin: (Başını evet der gibi sallar.) Ya sen?
Gülsün: Ben önce seni yapıştı mı bırakmayan züppenin teki diye düşündüm. Artık bıktırır bu beni dedim.
Erkin: Sonra?
Gülsün: Sonra mı? Sonra! (Erkinin boynuna asılır. İkisi de mutlu, güler.) O bana hazırlattığın aslı gibi belgeleri nerede?
Erkin: Hepsini bir şişeye koydum. Ağzını sıkıca kapattım ve gömdüm. Evliliğimizin ellinci yıl dönümünde açacağız.
Gülsün: (Mutlulukla tebessüm eder ve kafasını Erkin’in göğsüne yaslar.) Biliyor musun şu an ne düşünüyorum?
Erkin: Ben de diyorum ne zaman bozulacak bu an! Ne düşünüyorsun söyle de ağlayalım!
Gülsün: Bir iki saat sonra düğünümüz başlayacak. Hayatlarımız birleşecek. Kaderlerimiz ortak olacak. Resmî olarak karı koca olacağız… Diyorum ki ant içelim…
Erkin: (Güler.) Ne? Ant mı?
Gülsün: Evet, ant!
Erkin: Ne diyeceğiz?
Gülsün: Sonsuza kadar dost olarak kalacağımızı yeminle bağlayacağız!
Erkin: Kendi karımla, dost?
Gülsün: (Ciddi) Evet, ne var bunda şaşıracak!
Erkin: Beraber yaşayıp da dost olmamanın imkânı var mı?
Gülsün: Dost! Yani birbirimizden hiçbir şey saklamayacağız, beraber sevinip beraber üzüleceğiz. Beraberce endişeleneceğiz.
Erkin: Şimdi anladım! Beni affet meleğim. (Tiyatroda oynuyormuşçasına kadının önünde diz çöker, elini sunar.)
Gülsün: (Elini çocuksu bir küskünlükle Erkin’e uzatır.) Şaka yapmasana canım!
Erkin: Tamam! Hangi ahvalde, hangi zamanda olursam olayım hep beraber olacağımıza, senden hiçbir zaman bir şey saklamayacağıma, kaygını, üzüntünü, sevincini ve mutluluğunu her zaman seninle paylaşacağıma ant içiyorum! Hadi bakalım sıra sende!
Gülsün: Ben de ant içiyorum! (Biraz durur.) Mutlu olacağımıza inanıyor musun Erkin?
Erkin: İnanıyorum, ya sen?
Gülsün: (Endişeyle) Ben de inanıyorum!
Erkin: Hem… Gözlerin hiç de öyle demiyor! Sesinde inanmayan bir ton var!
Gülsün: Hayır, inanıyorum ama nedendir içimden bir ses yanlış bir şeyler var diyor!
Erkin: (Şakayla) Gülsün, bırak şu batıl inanışları, ben ateistim!
Gülsün: Karşılaşmamız ve beraber olmamız sihirli bir masal gibi olmadı mı? Mutluğu ve huzuru aniden bulunca… Hâlâ inanamıyorum. Sana taşındıktan sonra da olana bitene bir türlü inanamadım. Benim kocam olduğuna, burasının benim evim olduğuna alışamadım. Sabahları gözümü açıp uyanmak istemiyorum. Ya bu benim gerçek hayatım değil de bir rüyaysa ne yaparım diye korkuyorum.
Erkin: Seni çok seviyorum ve her gün seni sevmeye, daha çok sevmeye devam edeceğim. (Hayal kurar gibi…) Mutlu olman için elimden gelen her şeyi yapacağım. Bizim mutlu bir ocağımız, sağlıklı ve güzel çocuklarımız olacak. Fakat bir şartım var. Utanmadan, sıkılmadan ne kadar doğurabilirsen o kadar doğur! Anlaştık mı?
Gülsün: (Güler.) Anlaştık.
Erkin: On yıl sonra öğrencilerim büyüdüğünde burada bir müzik okulu açtıracağım ve ilk müdürü ben olacağım. Kendi öğrencilerimden bir senfoni orkestrası kuracağım. Bizim minik şehrimizin insanları Baha, Bethoven, Şostakoviç’in müziklerini dinleyecek. Ben de beste yapacağım. Orkestrama şeflik yaptığımda sen o güzelim siyah gece elbisenle en önde oturacaksın, yanında da çocuklarımız oturacak. Ve ben sahnede senin o heyecanlı nefes alışverişini duyacağım!
(Arkasını dönüp sanki bir orkestra varmış gibi ellerini orkestra şefi edasıyla hareket ettirmeye başlar. Görünmeyen orkestra Bethoven’ın beşinci senfonisini çalmaya başlar.)
Gülsün: (Gözlerini kapatıp hayal eder.) Ne kadar güzel! (Bu sırada telefon çalar ve hayali yarım kalır.)
Erkin: (Ahizeyi alır.) Efendim! Evet, Oo! Ne kadar dedin? On iki mi? Hepsi de beyaz! Ne zaman? Bir saat sonra! Ya hu, bir dursana durduğun yerde! (Ahizeyi aceleyle eliyle kapatıp) Bak sen şuna! Senin şu serseri kardeşin başımıza yine iş çıkardı. On iki tane beyaz Jiguli[34 - Murat 124 marka otomobillerle ayırt edilemeyecek kadar benzer Rus yapımı otomobil.] bulmuş nereden bulduysa. Hacı muratları süslemiş, güllerle çiçeklerle donatmış, dört tane de kırmızı motosiklet bulmuş. Motorlara dört tane de zurnacı oturtmuş. Şehirde turlayacak, sonra ikimizi Dostluk kafeye bırakacaklarmış.
Gülsün: Of, bu oğlanın sürprizleri bitmez ki! Ne yapacağız şimdi?
Erkin: Ne yapacağız, dediklerini yapmaktan başka çare yok. Gençleri küstürmeyelim. Arabalar birazdan evin önüne geleceklermiş. (Ahizeyi kulağına götürür.) Teşekkürler kayınço! Ablan çok sevindi. Orkestrada durum nedir? Davulcu mu yok? Tamamdır. Onu ben hâllederim. (Ahizeyi yerine koyar.) Davulcunun başı ağrıyormuş. Bir başkasını bulmam lazım.
Gülsün: Orkestranın ne gereği vardı? Hem çok pahalı.
Erkin: Hanım, ben müzik adamıyım. Düğünümde orkestra olmasın mı? Gören, duyan da her yıl evlendiğimi sanır. Orkestra bir tarafa televizyondan bile geleceklermiş.
Gülsün: A…a! Kim çağırdı onları?

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/mar-bayciev/dramalar-i-69499651/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Narozya, A. (2015). Mar Bayciev Dramaturjisinde Melodram Türünün Poetikası, Teke, 4/2. s. 667-683.

2
Cigitov, S. (2003). Kırgız Adabıyatının Tarıhı Suroo Coop Küzgüsündö. Bişkek Times. No 33.

3
Tölögön Kasımbekov’un Sıngan Kılıç adlı eserinin ayrıntılı incelemesi için bkz. Kıyat, A., Şener, A. (2020) “Kırgızistan’da Toplumsal Belleğin İnşasında Geleneğin Kurgusallaştırılması: Sıngan Kılıç Örneği.” Kırgızistan Araştırmaları 2020. Ed. Cengiz Buyar, BYR Publıshıng House. Bişkek, s. 11-51.

4
Kazat Akmatov (1941-2015), Tölögön Kasımbekov (1931-2011) hakkında daha geniş bilgi için Yürümez, R., Yürümez, A. (2017). “Kırgız Edebiyatının Oluşumu ve İleri Gelen Yazarları.” Kırgızistan (Tarih-Toplum-Ekonomi-Siyaset), Ed. Cengiz Buyar, BYR publıshıng House, Bişkek, s. 579-592

5
Pervıy Vse Soyuznıy S’yezd Sovetskih Pisateley, Stena Grafiçeskiy Otçyot, Gosudarstvennoye İzdatel’stvo (Hudojestvennaya Literatura), Moskva 1934.

6
Günümüzde ideoloji ile ilgili polemiklerin yoğunlaştığı “ideolojinin sonu” tartışması, daha çok Daniell Bell ve Seymour M. Lipset’in kuramsal beslemesini yaptığı, kapitalizmin dönüştüğü yeni biçim doğrultusunda artık çalışan sınıfların da yönetime ve siyasete demokratik katılım olanağı bulmasına mütevellit eski tip sağ ve sol tandanslı ideolojilerin son bulduğu tezi üzerinedir. Bugün küreselleşme ve çokkültürlülük politikalarının etkisiyle yalnız tek tipleştirici kültür fetişizmi anlamındaki ideolojiden değil, birey ya da grup olarak yaşam temsili talebindeki kimlik hareketlerini besleyen ideolojilerin varlığından da söz edebiliriz.
(Kaymak, G. ve Öztürk Aykaç, N. (2015). Yeni Denetim Biçimleri Bağlamında İdeoloji, The Journal of Academic Social Science, 14, s. 39-51.)

7
Jdanov, A. A. (1952). Daklad o jurnalah zvezda i leningrad. Moskva: Gosizpolit.

8
Jdanov, A. A. (1996). Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine, Çev. Fatmagül Berktay (Baltalı), İstanbul: Kaynak Yayınları. s. 22.

9
Jdanov, A. A. Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine. s. 27.

10
Alıbaev, M. (1946, 15 Kasım). “Maanisi Cok Mahabat”. Kızıl Kırgızstan Gazetesi, s. 227.

11
Detaylı bilgi için bakınız. Göz, K. (2017). “Ana Çizgileriyle Kırgız Edebiyatı ve Yeniden Okuma Denemesi”, Kırgızistan Tarih – Toplum – Ekonomi – Siyaset. 593-612.

12
Mihail Şolohov.

13
Aleksandr Serafimoviç.

14
Aleksandr Fadeev.

15
Göz, K. (2019, 5 Ocak). Türkistan Birliği. Erişim adresi: https://www.turkistanbirligi.com/kirgiz-yazar-asim-cakipbekov-ve-gunlukleri/

16
Detaylı bilgi için bakınız. Göz, K. (2020). Olumlu Kahramanın Yenilgisi: Tanabay ve Santiago. MUTAD. 7(1), 77-90.

17
Vyaçeslav Molotov (1890-1986) Komünist Parti’de önemli görevlerde bulunmuş ve Stalin’in ölümünden sonra Hruşev’le girdiği mücadeleyi kaybederek Sovyet siyasetinden tasfiye edilmiştir.

18
Cakıpbekov, A. (30-31 Mart 1956). Aşım Cakıpbekov’un Günlükleri ve Aygaşka Adlı Uzun Hikayesi, Yayımlanmamış Bitirme Tezi, Haz. Kemal GÖZ. Manas Üniversitesi. s. 279.

19
Kadın tipler konusunda ayrıntılı bilgi için ayrıca bakınız: Fedakâr, S. ve Aksoy, H. (2019). Türk Destanlarındaki Kadın Tiplerin Tespiti ve Tahlili: Kırgız Destanları Örneği. Millî Folklor, 16, 105-120; Aksoy, H. (2020). Destan Dünyasında Kadın: Kırgız Destanlarında Kadın Tipler. Ankara: Kömen Yayınları; Aksoy, H. (2021). “Kültür Taşıyıcıları Olarak Aytmatov’un Romanlarındaki Kadınlar”. Tanrı Dağlarının Zirvesi: Aytmatov. (Ed. Orhan Söylemez- Kemal Göz- Halit Aşlar). Ankara: Bengü Yayınları.

20
Storr, W. (2020). Hikâye Anlatıcılığının Bilimi. (Çev. Esma Fethiye Güçlü). Timaş Yayınları. s. 89.

21
Cigitov, S. (2009). “Taşım Bayciev Böldüü Kara Sözçü Bolmok”. Cañı-Alatoo, No 6, s. 75-80.

22
Adaev, A. A. (1998). Braki i Razvodı v Rossii. Narodonaselenie, No 2, s. 3-13 ve 1999 No 1, s. 27.

23
Kürtaj karşıtı afişte “Oysaki ben kürtaj yaptırmayı istemiştim” diyen ama çocuğunu mutlu gözlerle izleyen anne ve doğurduğu bebek bulunmaktadır.

24
Adaev, A.A. Braki i Razvodı v Rossii. Narodonaselenie, s.27.

25
Age. s. 27.

26
Age. s. 27.

27
Söylemez, O. (2021). “Aytmatov’un Aşkları ve Kadın Kahramanları”. Tanrı Dağlarının Zirvesi: Aytmatov, (Ed. Orhan Söylemez- Kemal Göz- Halit Aşlar). Ankara: Bengü Yayınları, s. 127.

28
Özsoy, İ. (2006). Sovyet Sisteminin Çöküşünden Tarihî ve Evrensel Dersler. Bilig, 39, 185.

29
Uludağ, İ. (1992). Sovyetler Birliği Sonrası Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve Türk Gruplarının Sosyo-Ekonomik Analizi Türkiye İle İlişkileri. İstanbul: TOBB Yayınları, s. 25.

30
Aşlar, H. (2020). Modern Kırgız Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış ve Bir Tasnif Denemesi. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 13/ 71 s. 28-29.

31
Doç. Dr. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Karaman / Türkiye, gozkemal@yandex.ru, ORCID: 0000-0003-4768-6604

32
Evliliğin yirmi beşinci yılında yapılan ikinci kutlama. Sovyetler Birliği’nde özellikle Rus ahali arasında adettir.

33
Som: Kırgız para birimi.

34
Murat 124 marka otomobillerle ayırt edilemeyecek kadar benzer Rus yapımı otomobil.
Dramalar I Mar Bayciev

Mar Bayciev

Тип: электронная книга

Жанр: Кинематограф, театр

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Dramalar I, электронная книга автора Mar Bayciev на турецком языке, в жанре кинематограф, театр

  • Добавить отзыв