İparhan
Ziya Samedi
Ziya Samedi
İparhan
Koca Çınar
Orhun, Selenga, Tulga nehirleri vadisinde, Ötüken, Altındağ, Hangay ve Tanrı dağları eteklerinde Dokuz Uygur ve Dokuz Oguz boyları birleştirip bagımsız Uygur hanlığının tuğunu dikerek, Uygur-Türk yazıtlarını taşlara nakışlayarak bizlere miras bırakan meşhur Kağanlar, Tümet, Gör-bala, Karakağan, Gültekin, İdikut, Pantekin, Bavurçuk ile Arttekin idi. Bu kağanlar Büyük Türk Birliğini kurarak tarihimizin sayfalarına silinmeyecek izler bıraktılar. Bunlarla beraber Kaş-karlı Mahmut ve Yusuf Has Hacip, sadece Türk dünyasına değil, tüm insanlığın kültür dünyasına eşi benzeri olmayan eser bırakan isimlerdi. Bu sene 100.doğum yılı münasebetiyle Türk Dünyası’nda ve Kazakistan’da saygı ve sevgiyle anılan Halk yazarı Ziya Samedi de yüksek değerlerin devamı gibidir.
Unutulmaz büyük şahsiyet, bir kalp insanı, usta yazar Ziya Samedi ne kadar Kazak halkı için önemliyse, o kadar da Uygur halkının sanat dünyasında silinmez izler bıraktı. O sadece milli edebiyatımızın çerçevesinde kalmadı, bütün insanlığa mal oldu. Onun yazdıkları herkese hitap eden çok yönlü zengin bir yapıya sahiptirler.
Ben Uygur edebiyatında zirvede olan isimlerle çok sıkı bağlar kurdum. En baştaki usta yazarlar Camal, Hezmat, Mahmut, Kurvan, Helil, İlya, Hezim, Masimcan ağabeylerimdi. Bu söz sanatının üstadlarıya birlikte meşhur sanatçı Kudüs, Galımdar Kocaahmet, Tuglukcan gibi isimlerle de çok sıkı münasebetlerim oldu. Bunların hepsi benim yazarlık hayatımın esasını oluşturan, yazarlık emeklerime ve yoluma etki ederek beni yetiştiren özel kişilerdi. Hasretlerini yüreğimin derinliklerinde hissettiğim ve kıvançla hatırladığım anların başkahramanlarıydı onlar. Yaşım ilerledikçe ve onların arkasında yalnız kalmak suretiyle ağabeylik sorumluluğunu omuzlarımda hissettikçe bu mesuliyetin ne kadar ağır olduğunu fark ettim. Her biri aydın ve sanatkâr olan bu ağabeylerim halkın huzuru için çabaladılar, aydın bir gelecek için dert çektiler, iffetlerine leke getirmeden milli ruhun dalgalanan bayrağı zirveden düşürmediler ve bu yolda alev alev yandıklarına şahit olduk. Onları yakan o ateş şimdi bizleri de yakmaktadır. Yüreğimiz yaralı, gönlümüz telaş ve endişeyle dolu. Bunların herhangi birisini ebedi hayata yolcu ettiğimizde bir yıldız sönüyordu, yurdundan vatanından ayrılmış gibi gönlümüz kararıyordu. Çünkü onlar ruhumuzu aydınlatan birer nurdu, birer ışıktı.
Adı sevgiyle anılan büyük yazarımız Ziya Samedi’nin eserlerinde Uygur halkının şahit olduğu, fakat hiç bir milletin başına gelmeyen azap ve zulümler resmedilir. İki asırdan beri vatanından ve devletinden ayrılan bir halkın esaret ve sömürünün unutulmaz anları anlatılır. Yabancı millet ve devletlere yalvaran gözlerle baktığı acılı günlerin, yılların feryadı duyulur. Bundan dolayı onun yazdıkları, milli tarihimizin bizleri keder ve üzüntüye boğan devirlerine ait antolojidir. O milletimizin sıkıntıya dayanaklığını, çalışkanlığını, çektiği çilelerini, ayaklar altına alınamayan namusunu, bitmez tükenmez gayretini, yarına ümitle bakan imanını kaleme alır. Bundan dolayı Ziya Samedi eserleri milletimiz için gurur ve şereftir.
Uygur edebiyatının klasik yazarı Ziya Samedi 1914 yılının 14 Nisanında Kazakistan’ın Panfilov ilçesi Konakay köyünde Bagban ailesinin bir ferdi olarak dünyaya gözünü açar. İlkokula Carkent ilçesinde başlar daha sonra Rus lisesinde orta öğrenimini tamamlar. 1929 Sofu Zervat adındaki Pedagoji Yüksek Okuluna gider.1930 yılında Kazakistan’daki açlık ve kıtlıkla beraber meydana gelen tutuklama, sürgüne gönderme ve katliam döneminde yazarımızın ailesi ve birçok insan memleketlerini bırakarak Doğu Türkistan’ın Kulca iline göçer. Böylelikle 17 yaşındaki Ziya’nın hayatında yeni bir dönem başlar. Bu yıllarda Doğu Türkistan bölgesinde baş gösteren yenilenme ve hak hukuk adına yapılan toplumsal ve siyasi hareketlere tereddütsüz katılır ve ilerici bir aydın olarak halk önderleri arasında görünmeye başlar.1937’de başlayan “Halk Düşmanlarını” yok etme hareketi Çin ülkesinde de kanlı bir şekilde kendini göstermeye başlar. O dönemde aydınları ve toplum önderlerini tutuklarlar. Bir kısmını idam ederler, bazılarını sürgüne gönderirler. Ziya Samedi de 1937-1944 yılları arasında hapiste kaldı.
O yenilikçi fikirleriyle, mücadeleci karakteriyle kabiliyet ve gücünü, merhamet ve sevgi duygularını gösterdi. 1932 yılında Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin yıkılması ile 1944’de kurulan Doğu Türkistan Devleti’nin de trajik bir şekilde son bulması onu ümitsizliğe düşürmedi. Milletini seven, vatanına hizmet etmeyi boynunun borcu olarak kabul eden yazar 1949 yılından sonra tüm birikimiyle milletinin medeniyetini yükseltme adına hizmet etti. 1950-1958 yılları arasında Sincan Kültür işleri idaresinin başkanı oldu, Uygur Özerk idaresi resmen kurulunca Milli eğitim bakan yardımcısı görevini yaptı. Daha sonra bakan olarak Halk Hükümeti’nin daimi üyeliğine atandı. Çin Kuzey-Batı (Sincan, Şanşiy, Nikşa, Kansu, Çinhay) Bölgesinde Edebiyat ve sanatkârlar birliğinin başkan yardımcısı ve Uygur Özerk Devleti’nin Dış işleri idaresinin başkan yardımcısı oldu. Bütün bu hizmetlerine rağmen edebiyattan ilişkisini kesmedi. “Zulmün Zevali”, “Kanlı Leke” piyesler ile “İli Boyunda” isimli sinema senaryosunu yazdı.
O çok zor şartlarda cesur adımlar attı, fikirlerini cesurca ifade edebildi. Böylelikle hayatı boyunca kendisini kaygı ve üzüntülere sevk eden milletinin kaderiyle ilgili konularda düşüncelerini rahat aktardı. Herbir eserinde vatanına ve milletine olan samimi hislerini açık duyurdu. 1957 yılına kadar yazmış olduğu eserleri Kazakistan’ın klasik yazarı Gabit Müsirepov’un ilgisini çekti. Gabit Müsirepov şöyle demişti: “ Ziya Samedi Uygur Edebiyatı’nın usta bir yazarı olarak kalmadı, o insanlık kültürü için mücadele veren bir aydındır”.
Gabit Müsirepov Çin’e birkaç yazarlarıyla gitmiş ve orada Yazarlar birliğini idare eden Ziya Samedi’yle tanışmıştı. Tam bu sıralarda başlayan Doğu Türkistan’daki iç karışıklıklar, sağcı ve milliyetçilere karşı Çin idaresinin hareketi gittikçe kanlı bir hal almaya başladı. İşte bu siyasi ve toplumsal olaylar yazarımızı da olumsuz yönde etkiledi. Halkı bilinçli bir şekilde asimile etme ve sindirme hareketleri sonucunda milletin içine düşen kaygı verici durumdan son derece üzüntü duyan yazarımız milli mücadelesini yine devam ettirdi.
1961 yılında Kazakistan’a göç eden Ziya Samedi hayatının sonuna kadar edebiyat ve sanat dünyamıza sayısız değerli hizmetler yaparak paha biçilmez eserler bıraktı. Vatana döndükten bir kaç ay sonra Kazakistan Yazarlar Birliği’nin Uygur Edebiyatı bölümüne başkan olarak atandı. Kazakistan’da aktif bir şekilde çalışmaya başlayan yazarımız Uygur Edebiyatını tanıtma amacıyla çalışmalar yaparak çeşitli konularda toplantılar düzenleyerek yeni Uygur yazarları için umut hislerini şahlandırdı.
Hiç unutmam yazarlarla beraber Ziya Samedi’nin “Mayımhan” isimli eserini tahlil etmek için toplandık. Yazarımız eserini hikâye olarak takdim etmişti. Tahlil son derece seviyeli ve tartışmalı geçti. Hepimizin dört gözle beklediği yepyeni bir âlemin kapısının açıldığını hayret ve sevinçle gördük. Tanınmış usta yazar Hizmet Abdullin bir ara sağ elini kalbinin üstüne koyarak ayağa kalktı ve; “Ziya ağa, bizler tam bir roman okuduk, siz çok büyük ve üstat bir yazarsınız. Size çok teşekkür ederiz. Siz bununla da yetinmeyin, yazarlıkta ustalığınızın sınırı olmadığını fark ediyoruz. Bundan sonra okuyucularınız bundan daha da büyük eserler bekler. Bu roman Kazak, Özbek ve Rus dillerine çevrilmesi lazım. Hiç şüpheniz olmasın herkes ilgiyle okuyacaktır. Sizin bu kitabınız Uygur edebiyatının gelmiş olduğu büyük zirveyi göstermekle beraber insanlığın ortak sorunlarını ortaya koyan yüksek ruhlu bir roman” demişti. Bu sözlerden son derece etkilenerek bu romanı el yazmasından okuyan bir yazar olduğumu sevinçle hatırladım. Roman, XIX. yüzyıl başlarında Doğu Türkistan’da başlayan ardı arkası kesilmeyen zulümlere, sömürüye, baskı ve ezgilere karşı isyan eden, köşeye sıkıştırılan halkımızın dinmeyen feryadıdır. Bağımsızlık için verilen mücadele ve kahramanlıklar roman kahramanları olan Mayımhan’ın şahsında dile getiriliyor. 1984 yılında hepimizi sevindiren bir olay yaşandı: Ziya Samedi’ye “Mayımhan” romanı için “Muhtar Auezov Ödülü” verildi. Ben o sıralar Yazarlar Birliğinde Uygur edebiyatı bölüm başkanıydım. Bu olay bizim için gurur vericiydi.
1960-1970 yılları arasında “Eriğin Çiçek Açtığı Günler”, “Bir Tane Sigara”, “Yıllar sırı” isimli roman ve hikâyeleri arka arkaya yayınlandı. Ziya Samedi’nin milli tiyatromuza çok büyük yenilikler getirdiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Uygur tiyatro sahnelerinde yer alan “Laşman” ve “İparhan” sahne eserleri seyirciler tarafından çok büyük beğeni ve takdirle seyredildi. Kahramanlığı ile halkımız arasında efsane haline gelen Gani Batur’la ilgili yazdığı roman 1980 yılında çıktığında bizleri bir kez daha hayret içinde bıraktı. Yazarımız bununla da yetinmeyerek “Ahmet Efendi” romanıyla okuyucunun beğenisine bir kez daha mazhar oldu. Böylesine değerli eserleri bir biri ardına yayınlandıkça, edebiyatımız ışıklı, aydın bir çehre kazanarak seviyesi yükseldi. Ziya Samedi eserleriyle sadece Uygur edebiyatının değil, Kazakistan edebiyatının da çok önemli bir figüranıydı. Bunlarla birlikte yazarımızın birçok eserleri Türk lehçelerine çevrilmiştir ve dolayısıyla onun Türk Dünyası’nda da çok önemli bir yeri var diye düşünüyorum.
1987 yılında Ziya Samedi’ye “Kazakistan Halk yazarı” unvanı verildi. Bu unvanı liyakatine uygun olarak kazandı. Yazar Tuglukcan Talipov “Söz Sanatının Mücevheri” isimli makalesinde şöyle diyor: “Ziya Samedi ana dilimizi anamızın ak sütü gibi kutsayan bir yazar, onun saflığını göz bebeği gibi korudu.” İçten ve samimi bir dille söylenen bu sözler aslında hepimizin şuur altında duran bir ifade idi. Meşhur edebiyatçı Şeriyazdan Eleukenov: “Ziya Samedi, “Ben halkımın çağdaşıyım” derken, Avezov, Ayni, Aybek isimlerini anmak zorundayız; fakat o bunların gölgesinde kalmadı. Samedi’nin açtığı edebiyat çığırı, kendine has yepyeni bir alemin kapısı, kendi iç dünyası. Edebiyatta ve yazarlıktaki ustalığı hiç kimseden eksik değil.” demişti. Yazar Alcebbar Abişulı “Sevgili Ziya, sen bize kendini yazar olarak kabul ettirmekle kalmadın, asil ruhlu bir insan olduğunu da gösterdin. Kaderde bir meslektaş olmakla beraber hem sırdaş hem de çagdaş olduğunu da her an hissettirdin. Uygur kardeşlerimizin drama tiyatrosunun açılması bizleri son derece sevindiriyor. Senin eserlerin sadece seni zirvelere taşımadı, ulusunun da adını duyurdu. Kazaklar “Kırk yıl beraber olduğun dostunu yolculukta daha iyi tanırsın” derler, ben seni Gabit Müsirepov’un kurduğu aksakallar heyetinde daha iyi tanıdım. Son derece adil, sadık, dostun için ateşe de suya da göz kırpmadan girecek kadar cesur bir karakterin bizleri hayretler içinde bıraktı. Yazarlar Birliği’nin başına Olcas Süleymenov getirildiğinde çocuklar gibi sevinerek, “Olcas gibi oğulları olan Kazak halkı ne kadar bahtiyar” dediğini hiç unutmam. Bu ise senin ferasetini ve gençlere olan güvenini gösteren bir ifadeydi.” Böylece Ziya Bey aksakallar heyetinin bir üyesi olarak bir çok güzel işlere önderlik etti. Milli edebiyatımızın yol haritasını çizenlerden oldu ve aksakalların takdirle andığı mümtaz bir şahsiyete sahipti. Dolayısıyla Kazak aksakallarıyla aynı safta bulunması bizim için, özellikle Uygur milleti için bir iftihar tablosuydu. Şunu da ifade etmek gerekiyor ki, eğer Uygur edebiyat kervanı doğru yola düşerek başarılı eserlere imza attıysa, bu Ziya Samedi’nin sayesinde olmuştur desem mübalağa etmiş olmam sanırım. Aslında bu ifadeyi ben değil, Kazakistan’ın mümtaz şahsiyetlerinden biri, büyük şair Olcas Süleymenov söylemiştir.
Yazarımızın herbir eseri paha biçilmez değere sahiptir. Halkın akla hayale gelmedik kaderini, ömrün sayısız musibetlerini, kazan gibi kaynayan toplum hayatını, ak ile karanın mücadelesini, milletinin var olma veya yok olma kavgasını, bağımsızlığa sahip olmayan bir milletin hürriyete olan hasretini, geleceğe olan ümit ve inancını her zaman dile getirdi ve birbirine benzemeyen kahramanları meydana getirerek büyük bir edebiyat galerisi oluşturdu. Eserlerinde her zaman aradığımız kahramanlarıyla figüranları bulduk. Bunlarla iftihar ettik, onların yaşantılarını hayatımızın ilkeleri haline getirdik. Kana susamış despot zalimlerden, katillerden nefret ettik. Dünyada böylesine çirkin hadiselerin olabileceğini öğrendik. Onun o şaheserleri, milletinin kaderiydi aynı zamanda. Bağımsızlığı ile hürriyete susamış halkın hayatıydı. Bundan dolayıdır ki, onun eserleri her yönüyle anlatıldı ve nice doktora tezlerin konusu oldu.
Ziya Samedi çok yönlü, gizemli bir insandı. Bir insan olarak etrafına saçtığı ışık, insanlara gösterdiği iltifat ve alçak gönüllülük, milli ahlakıyla karakteri aydın kişiye mahsus bir fıtrattı. Dostuna olan sevgisi, büyüklere olan hürmeti, izzet ve ikramı, küçüklere gösterdiği samimi alakası hepsi ayrı ayrı birer yazı konusudur esasında. O sadece bir yazar olarak değil, çevirmen olarak ta çok değerli eserleri Uygur ve Kazak edebiyatına kazandırdı. Mesela Gabit Müsirepov’un “Kezdespey Ketken Bir Beyne” hikayesini Uygur okuyuculara son derece anlaşılır ve edebi bir dille sundu. Bu hikayeyi okuyan bir Uygur kendi kardeşinin hayatını görüyormuşçasına etkilendi. Sabit Mukanov’un “Kaş-kar Kızı” isimli eseri Uygurların günlük hayatı ile alakalı edebi bir eserdi. Bu kitabı çok iyice araştırarak sevinçle Uygur diline aktardı. Bu eserin uzun yıllar Uygur tiyatro sahnelerine konulduğunu yakinen biliriz. Büyük insanların yaptığı her işi güzeldir. Yıllar öncesinde Ziya Bey’in şaheserleri Rus diline çevrilerek büyük bir ilgi gördü. Moskova’da tanıtımları yapıldı.
Ziya Samedi alev alev yanarak gerçek istek ve arzularını dile getirebilen bir insandı. Bitmez tükenmez bir emek ve çabanın nasıl müsbet neticeler vereceğini terredüte mahal bırakmayacak şekilde ortaya koyabilen, nadir rastlanılan bir yazardı. O kendi ülkesini ve Kazak halkını samimi olarak sevdi. Kazakistan bağımsızlığını ilan ettiği gün sevinç ve heyecandan yerinde duramadı. Ve şöyle demişti: “Kazak eli bağımsızlık bayrağını eline alarak nura gark oldu. Hür millet, hür vatan, bağımsız devlet oldu. Şimdi özgürce uçsuz bucaksız yurdun, egemenli devletin ve yumruk gibi sıkılan milletin var. Mühür kendi elinde hiç kimseden korkmadan, çekinmeden ana dilinle konuşacak, yazacak devir geldi. Sevinç ve bahttan başımızı döndüren bu gün kutlu olsun! “Hür Vatanın” manasını ve onun ne ifade ettiğini bizler, Uygurlar çok iyi biliriz. Geleceğin aydın ve nurlu olsun Kazak milletim. Ben de vatanım ve milletimin egemenliği için elimden geldiğince ter döktüm, yazdım, konuştum, dilimin döndüğünce söyledim. “Bununla halkıma olan vazifemi tam olarak yerine getirebildim mi?” diye düşünüyorum. Şu ana kadar geçen ömrümün her bir gününden memnunum. Bende milletimin kaderi ile alakalı düşünceden başka bir şey yok.”
Ziya Samedi ruhu bir, dili bir, soyu bir, dini bir olan tüm Türk milletleriyle bütünleşti. Herkese kucak açtı. Herbir Türk milletin kaderiyle ilgilendi. Ve her ne kadar Uygur olarak dünyaya geldiyse de, Kazak olarak yaşadı ve Türk gibi bu diyarlardan göç etti. Türk Dünyası’nın Koca Çınarı gibi zirvelerde dolaştı. Kazakistan devleti yazarımız Ziya Samedi’nin 100.Doğum Yıldönümü kutlamalarına son derece önem verdi. Astana’dan başlayan ve ta Carkent ilçesine kadar yapılan kutlamalara bizzat katıldım. Bu yapılanları sadece Uygur halkına olan bir hürmet ve sevginin nişanesi olarak değil, Kazakistan halkının birlik, beraberlik ve huzuruna yapılan bir katkı olarak telakki ediyorum.
Ahmetcan AŞİRİ
Uygur yazarı (Kazakistan)
Sunuş
İtalyan ressamın atölyesi…
Leoni’nin kendine has samimi havası üzerindedir; yanında bir konukla içeri girer.
Leoni: Afedersiniz efendim… (yer gösterir)
Konuk: Teşekkür ederim (oturmaz). Aniden Roma’ya gelmem sizi şaşırtmadı umarım?
Leoni: Şaşırtmadı efendim, hoş geldiniz. Müsade ederseniz resimlerimi göstermek isterim.
Konuk: Bütün resimlerinize değil, sadece bahsini ettiğiniz o güzelin resmine bakalım.
Leoni: Hayret! İlginizi çeken sadece o resim mi?
Konuk: Doğrusu hakkında çok şey duydum. Biz İngilizlerin kulağı delik olur… Bu yüzden ‘üzerinde güneş batmayan ülke’ olduk.
Leoni: Doğru, âlemde ayak basmadık yer bırakmadınız.
Konuk: Amma ve lakin sizin kahramanınızı koyacak yer bulamıyoruz.
Leon: Çin Hakanı ve Rus Çarı gibi iki zorlu düşman, Uygur halkının şiddetli direnişi karşısında durmak zorunda kaldı.
Konuk: Yorumlarınız gerçege yakın, şimdi lütfedip, Pekin hatıralarınızla bizi hoşnut etseniz.
Leoni: Bir şartım var, orda yaptığım resimleri Britanya müzesine satın, diye talep etmeyeceksiniz.
Konuk: Tamam, bunu hatırımda tutacağım.
Leoni: Lütfen! (Perdeyi açar ve İparhan’ın üç ayrı resmi gözükür)
Konuk: Aferin dostum, aferin! (İparhan’ın zırh giyinmiş ve belinde hançer olan resmine bakarak) Roma Tanrısı ile kıyaslamış gibisiniz, lakin bu resimdeki yüz ifadesinde iç güzellik öne çıkmış. ( Hoten kumaşından yapılmış elbise giyen, uzun lüle saçları omuzlarına düşen, güzel ellerini güllere doğru uzatmış bir genç kızı resmeden diğer portreye bakarak, heyecanla) Bu resimlerdeki ruhi ve cismani güzelliğin son derece uyumlu halini tarif etmek mümkün değil.(zırhlı olanı göstererek) Burda, irade ve cesaret ile güzellik ve nezaket bütünleşmiş. Bir insan vücudunda böylesine yüksek faziletlerin bir arada olması mümkün müdür? (Diğer resme bakarak Leoni’ye sorar) Lütfen söyleyin senyör, şu resimdeki sevgili hayal mahsulu değil mi?
Leoni: Aksine, bu resimle, ben, o büyük insanın gönül güzelliğini, ruh halini tam olarak aksettirdiğimi söyleyemem. Bu olaganüstü Uygur kızı kahramanlık ve güzellik örneğidir.
Konuk: Zaten, Londra müzesinde de Uygurların tarihi ve medeniyetiyle alakalı birçok belge var. Sizin bu değerli eserlerinizde onların yanında yer alsa aydınlık bir sahne daha açılırdı.
Leon: Her neyse… Görüşünüze katılıyorum.
Konuk: Beni memnun ettiniz dostum, şimdi bu kahramanınızın hikayesini tam olarak anlatsanız.
Leoni: Memnuniyetle…
BİRİNCİ BÖLÜM
Geniş bir ova, ormanlık yamaçlar, ekinlik tarlalar, bağ-bahçeler, uzakta bir dağ, yaylak ve otlaklar, verimli arazinin ortasından akan meşhur Tarım Nehri… Perde açılmadan hüzünlü bir ney sesi ile beraber şu şiir okunur.
ULU VATANIM DOĞU TÜRKİSTAN
Dillerden düşmeyen bir destan
Yeri geniş, halkı geniş, bağrı geniş bir bostan
Tarihte bilinen meşhur Ulu Türkistan
Bu diyar ezelden beri Uygur eli
Bu yerde koptu ecdadımın beli
Kan ve terle yeşerdi kutlu zemini
Muhtaclara el uzatan gerçek Bağistan
Bu diyar ezelden beri Uygurlara has
Helal olarak atalardan kalan miras
Mertlik ve yiğitliğe gönül vermiş
Niyeti nurdan ak, koynu güle has
Milletimin tarihi şan ve şerefle dolu
Cihanda namı, şöhreti pek ulu
Moyunçur İpar’dan bize miras Baturluk
Canım cananım ey Ulu Türkistan!
Perde açılır… Şiiri okuyan bir tepeye oturur… Ney çalan genç etrafına bakınır. Bu anda içeriye telaşla bir kişi girer.
Genç: Kamber! Kamber! Şu gelen atlıları görüyor musun, şu gelenleri?
Kamber: (Şaşkınlıkla) Görüyorum… Hatta nehri geçmeye başladılar.
Genç: Tarım’la dalga geçmeye gelmez, bunlardaki de deli cesareti.
Kamber: Cesur ve atik gençlermiş, kıyıya çıktılar bile.
Genç: (Merakla) Bunların arasında Şehzade de var herhalde!
Kamber: Bindiği atlar cins atlara benziyor, çok hareketliler.
Genç : Peh! Peh! Elbiseleri de yıldız gibi parlıyor.
Kamber: (Heyecanla) İpar! İpar hanım!
Genç: (Şaşkınlıkla) Yok ya! Hançenin (kraliçe) buralarda işi ne?
Kamber: (Aniden dönerek) Onu, ata binişinden tanırım. Atın üstünde şahin gibi oturuşu görmüyor musun!
Genç: (Kafasını sallayarak) Sanki İparhan’la beraber büyümüş gibi konuşuyorsun.
Kamber: Keşke, İparhan’ın nasıl biri olduğunu bir bilsen ey şaşkın! O herkesle eşit, herkesle beraber. Öyle alçak gönüllü ki… Ney çaldığımı görüp yanına çağırmıştı beni, o zaman tanışmıştım.
Genç: Ben de onun hakkında çok güzel sözler işitmiştim; fakat tanışmak kısmet olmadı.
Kamber: Git, köylüye tez haber ilet.
Dışarıda “Atları bağlayın!” diye bağıran bir ses ve İparhan, bir kaç güzel kızla içeri girer. İparhan’ın başında sekiz köşeli börk, ayağında burnu kalkık deri çizme, belinde altın kemer ve altın kınlı kılıç vardır. Bunların hepsi onun güzelliğine güzellik katmaktadır, yanındaki kızlar da aynı şekilde giyinmiştir.
İpar: (Bir tepeye çıkar etrafa şöyle bir bakar) Güzel yurdum, güzel vatanım benim, bu kutlu elimin her bir nesnesi, her bir gülü, aldığımız her yudum havası bizim için kutsaldır, mubarektir. (Hareket eden birini görür) Hey delikanlı buraya gel!
Kamber, derhal gelir, baş eğerek selamlar.
İpar: (Başka tarafa bakıyor gibi yaparak) Şu otlaklarda otlayan hayvanlar kimin ola ki?
Kamber: Süvari askerlerimize verilen atlar, melikem.
İpar: Öyle mi?! Çok güzel, atlı askerlerimizin güçlü tutulması elbette yerinde bir iş çünki süvariler, milli ordumuzun temelini teşkil eder. (Aniden Kamber’e döner) Öyle değil mi, delikanlı?
Kamber: (Sıkılarak) Özür dileyerek söylüyorum, bana göre, harbi yönden, bunun o kadar büyük faydası yoktur.
İpar: Er yiğide savaş usüllerini bilmemek çok ayıptır, ayıp olduğu kadar da çok büyük noksanlıktır. (Kızlar gülüşmeye başlar, Kamber son derece mahçup yere bakar.)
İpar: (Gayet yumuşak bir tarzda) Seni bir yerlerde daha önce görmüş gibiyim.
Kamber: Heytgah eğlencelerinde görmüştünüz.
Ipar: Tamam, orda ney çalan genç sendin degil mi ?
Kamber: Evet,Melikem.
İpar: Neyci yiğitten, cenkci olmaz mı ?
Kamber:
Niye olmasın, olur.
İpar: (Uzaklara dalgın dalgın bakar) Vatanın bir kısmı Cungar ve Mançurya çapulcularının işgalinde. Her an silahlı olmaya, silahlanmaya mecburuz. (Kamber’e bakarak) Ney’in yanında mı?
Kamber: Evet, Melikem (Koynundan ney’ini çıkarır).
İpar: (Ney’i alarak) İşte, bu ney’le bize ruh vereceksin. Söyle, ecdadımızın feryadı figanının sedası olan bu neyle, askerin yanında yürüyerek ney sedası ile cengaverlerimize ruh veremez misin?
Çimen: Köylüler geliyor, İpar’ım.
Kamber: Bizim aksakalllar.
İpar: (Çimene bakarak) Derhal toparlanın!
Çimen: Başüstüne! (Telaşlı ve tedirgin bir şekilde içeriye üç dört yaşlı adam girer ve saygıyle baş eğerek İpar hanımı selamlarlar.)
İpar: Sıkılmayın, rahat edin atalar.
Sözcü Köylü: Yolunuza kurban olayım Melikem.
İpar: Hepiniz sağlıklı ve esenliktesinizdir inşaallah!
Sözcü Köylü: Evvel Allah, sonra hanımızın sayesinde elimiz akçaya, ağzımız aşa erdi.
İpar: Elbette, devlet bizim, yer, yurt bizim, hepsine kendimiz sahibiz.
Sözcü Köylü: Akibet hayrola! Hepimiz Melikemin sağlığına duacıyız.
İpar: Dua edenlere, duacıyım, teşekkür ederim. Bu sefer sizlere konuk olamayacağım, tez arada karargâhta olmam lazım.
Sözcü Köylü: Erk sizin melikem, siz bilirsiniz.
Köylü: Şimdi Kavun zamanıydı. Bağ, bostan evinde biraz istirahat etseydiniz Melikem!
İpar: Kavunlar toplandı herhalde.
Sözcü Köylü: (Başka bir köylünün elinde kutuyu alır ve içinden iki tane küçük kavun çıkararak) Bu seneki ziraat ürünlerinin ilk çıkanlarını Melikeme armağan ediyoruz.
İpar: (Verilenlere büyük bir iştiyakla bakar ve Çimene verir.) Ziraatçilerimizin aldıkları ilk ürünlerin numünesini hanımıza teslim edeceğim.
Köylüler: İltifat buyurursunuz. (Dışarıdan, ‘duuur ! tutuuun!’ diye bağırışmalar duyulur.)
İpar: ( Dikkat kesilerek) Bu vakitsiz at koşturan da kim acaba !?
Kamber: Mirza Mahsumlar…
İpar: Mirza Mahsum?!
Kamber: Onlar, avdan geliyorlar.
İpar: Acaba ! Mevsim av mevsimi mi?
Kamber: Bizde, hayretler içindeyiz, gündüz av, akşamları âlem....
Sözcü Köylü: Hey oğlum, Melikem önünde böyle gereksiz konuşma.
İpar: Düşman kapımıza dayanmış, bunlar gönül eğlendiriyorlar. Böylesine lüzumsuz hareketlerden uzak durmak lazım…
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/ziya-samedi/iparhan-69499462/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.