Uzun Lafın Kısası
Graeme Donald
Nesnelerin ne kadar büyük olduğu, ne kadar hızlı gittiği, kaç para ettiği ve buna benzer daha pek çok şeyi daima merak ettik ve çevremizdeki her şeyi ölçmeye çalıştık. Peki ama bu ölçümleri nasıl yapacağımıza kim, nasıl karar verdi?
Uzun Lafın Kısası, bizi ölçü birimlerinin hikâyelerini keşfedeceğimiz bir zaman yolculuğuna davet ediyor ve şu sorulara yanıt arıyor: Zamanı neden 60’lık birimlerle ölçüyoruz? Şubat ayı neden daha kısa? İçinde bulunduğumuz yıl neye göre belirlendi? Neden Çinlilerin takvimi 4717, Myanmar’ınki 1378 ve Budistlerinki 2560 yılını gösteriyor?
Bilmeseniz belki eksikliğini hissetmeyeceğiniz ama öğrendiğinizde çok şaşıracağınız bilgilerle dolu bu rehber, günlük hayatımızı şekillendiren ölçü birimlerinin ilginç hikâyelerini bir araya getiriyor.
Graeme Donald
Uzun Lafın Kısası
Geçtiğimiz yıllar boyunca sevgisi ve desteğine paha biçilemeyen, daima hoşgörülü eşim Rhona’ya…
ÖNSÖZ
Kendi çevremizi ve ötesindeki evreni anlamlandırmak için somut ve soyut şeyleri ölçmemize olanak sağlayan ortak ölçü birimlerine ihtiyacımız vardır. Kek de pişirseniz, okyanusu aşacağı bir uçuşa başlayacak Boeing 747’nin yakıt gereksinimini hesaplıyor da olsanız ilgili hammaddelerin hacim, ağırlık, zaman ve sıcaklık değişkenlerini tam olarak anlamanız gerekmektedir. Kısacası ölçümlere ihtiyacınız vardır.
İnsanlar göçebe yaşam tarzını terk edip yerleşik yaşama geçene kadar bir şeyleri ölçmeye gerek duymamışlardır. Şahsi arazi parçalarını ölçmek zorunda kalmaları temel geometrinin (Yunanca ge = alan ve –metria = bir şeyin ölçüsü) başlamasına sebep olmuş, satış veya takas için yetiştirdikleri tahılı da tartmaları gerekmiştir. İnsan vücudunun parçaları, kolay ulaşılabilen ve ortak bir ölçek sağlamıştır. Atlar ellerle ölçülürken (hâlâ öyle ölçülebilmektedir, günümüzde biraz daha standartlaştırmak adına el ölçüsü 4 inç [yaklaşık 10 cm] kabul edilir) başparmak, ayak, parmak ucundan dirseğe kadar olan önkol ve ileri uzanmış kol mesafesi gibi diğer vücut bölümleri de farklı ölçümlerde kullanılmıştır. İlk yerleşimlerde yaşayanlar, bir kaya veya taşı tahıl ağırlığı olarak kullanmış olmalıdır (bu nedenle taş[1 - (İng.) Stone: 6350 gramlık ağırlık birimi (ç.n.)] hâlâ İngiliz ölçü birimi olarak kullanılır); ancak bunlar boyut bakımından farklılık göstereceğinden ağırlık ve hacim ölçeklerini sistemleştiren standartlar getirilmeliydi. Ticaret gelişip daha fazla çalışana ihtiyaç duyuldukça çalışma sürelerinin ölçülmesi, bunun için de zamanın ölçülmesi gerekmiştir.
Gündelik hayatın diğer birçok temel özelliğinden biri olan dil gibi, bölgesel ölçüm kuralları da ulusal olanlara dönüşmüştür. Çünkü satıcıların sunduğu şeyleri anlamak, büyüklüğü ve değeri ölçebilme yetisine sahip olmak zorunlu hale gelmiştir. Kitaptaki anlatımın İngiliz ölçü birimleri ve metrik ölçüleri esas alması bazı okurları etkileyebilir, fakat günümüz dünyasının çoğunluğu bu ölçülerle işlemektedir. İngilizceye çay kutusu[2 - (İng.) Tea caddy: Caddy kelimesi Malaycada bir zamanlar çay yapraklarını ölçmek için kullanılan ağırlık ölçüsü olan “kati”den gelmektedir. (ç.n.)] ölçüsünü veren antik Malay birimi kati (600 g) istisnası dışında pek çok egzotik ve eski ölçü, kendi ülkelerinde bile zar zor tanınıyordu, bu yüzden bu kitaba dahil edilmeleri pek uygun görülmedi.
Günümüzde kullanılan volt, amper ve ohm gibi diğer birimler de çıkarılmıştır, çünkü tanımlarının karmaşıklığı açıklandıktan sonra söylenecek ilgi çekici pek bir şey kalmamaktadır. Gündelik hayattan ziyade bilim ve mühendislik alanlarında daha aşina olunan pascal, erg, dyn ve atmosfer gibi birimlerin de kitaba dahil edilmemesinin altında aynı mantık yatmaktadır.
Birçok standartlaşmış ölçünün kökeni merak uyandırıcıdır. Boks ringi[3 - (İng.) Ring: Halka (ç.n.)] kare olmuş ve dört atlı faytonların kamçı uzunluğundan dolayı bugünkü boyutlarını almıştır; modern tenis kortunun şekil ve boyutları ise eski köşk avlularına dayanmaktadır. Tenisin biraz alışılmadık puanlama sistemi, eski avlu saatlerinin kadranlarından türetilmiştir. Peki saat kadranlarının yuvarlak olması geleneği neye dayanmaktadır? Saat yönü dönüşünü belirleyen neydi? Cevaplar güneş saatinde yatmaktadır. Mekanik saatler güney yarımkürede icat edilmiş olsaydı, “saat yönü” sola doğru bir dönüşü ifade ederdi.
Örneğin 38 veya 40 gibi sayılarla ifade edilen Avrupa ayakkabı numaraları uç uca eklenmiş arpa sayılarına eşitken, mil ölçü birimi bir Roma lejyonerinin uygun adım yürüyüşteki bin[4 - Bin kelimesi Latincede mille’dir. Mil ölçüsü de buna dayanır. (ç.n.)] adımına dayanmaktadır. Periyodik tablo formatı tek kişilik iskambil oyununu temel almaktaydı. İlk Fahrenheit ölçeğindeki sıfır derece 1708-1709 yıllarında olağandışı şekilde sert geçen kışta Danzig’deki (günümüzde Gdańsk, Polonya) buzların sıcaklık derecesiyle belirlenirken, yüz derecelik en yüksek gösterge Frau[5 - (Alm.) Hanım, kadın. (ç.n.)] Fahrenheit’in koltuk altı sıcaklığıydı.
Hepimizin ölçülerin olmaları gerektikleri gibi olduklarını düşünüp onları doğal karşıladığını söylemek yanlış olmaz. Bir yarda[6 - 91,4 santimetrelik İngiliz ölçü birimi. (ç.n.)] bir yardadır, bir kilogram bir kilogramdır, e ne olmuş yani? Ancak görünüşte sıradan olan diğer pek çok konuda olduğu gibi ölçülerin tarihini ve kökenlerini araştırmaya giriştiğinizde sizi birkaç sürprizden daha fazlası beklemektedir.
YÜKSEKLİK, UZUNLUK VE DERİNLİK
Herhangi bir şeyin yüksekliğini ölçerken başlangıç noktasını esas alırız. Söz konusu dağlar olduğunda yüksekliği deniz seviyesinden yukarı doğru fit ya da metre cinsinden belirlemek alışılmış olandır ve iyi bir yöntemdir; ancak bu yöntemde ne başlangıç olarak alınan suyun kütlesi ne de yılın zamanı hesaba katılır. Tüm su kütlelerinin yüzey yüksekliği gelgitler sebebiyle saat başı, gezegen ve ay yörüngelerindeki kaymalar sebebiyle de haftadan haftaya kayda değer seviyede değişir. Örneğin, Kanada’nın Yeni İskoçya bölgesinde bulunan Minas havzası, İngiltere ile Güney Galler arasında yer alan Severn nehrinde olduğu gibi on iki ila on beş metrelik veya başka bir deyişle kırk ila elli fitlik bir gelgit aralığına sahiptir.
Bilimsel kolektif bu sorunu çözmek için yüksek ve alçak gelgitler arasındaki orta noktada ölçülen deniz seviyesinde karar kılmıştır, fakat bu sefer de farklı milletler ölçümlerini farklı su kütleleri üzerinden yapmıştır.
1915 yılında Birleşik Krallık, ortalama deniz seviyesini Cornwall’da bulunan Newlyn limanındaki orta gelgit noktası olarak belirledi ki bu, Birleşik Krallık’taki zirveleri ve burunları[7 - Özellikle yüksek ve dağlık kıyılarda karaların denize uzanmış bölümü. (ç.n.)] ölçmek için uygun olsa da diğer ülkeler için pek işe yarar değildi. Deniz seviyesinin üzerinde fit ya da metre cinsinden hassas ölçüm olduğunu iddia eden bir yükseklik gördüğünüzde, hangi denizin ölçüt olarak alındığını ve bu ortalama seviyenin hangi ayda belirlendiğini sorgulamalısınız. Tüm denizler sürekli bir değişim halinde olduğu için söz konusu değerler uydu ölçümlerine dayanıyor olsa bile bu gereklidir.
YERYÜZÜNÜN HAREKETİNİ HİSSEDEBİLİRSİNİZ!
Çoğu insan gelgitlerin okyanusa özgü bir olgu olduğunu ve sebebinin Ay olduğunu düşünür; ancak Güneş de kendi yerçekimi kuvvetiyle gelgitlerde önemli bir rol oynar. Bu iki gökcismi bir araya geldiklerinde kara kütleleri üzerinden suları çekmekte hiçbir sıkıntı yaşamazlar.
Yerkabuğu gelgiti olarak bilinen bu dalgacıklar, zemini ekvatorda yaklaşık 55 cm / 22 inç kadar kaldırabilir ve bunun yaklaşık 15 cm / 6 inçlik kısmı Güneş’in çekim kuvvetine bağlanabilir. İlgili bilimsel sektörlerdeki görüş, bu dalgacıkların sismik ve volkanik faaliyetlerden ne derece sorumlu olduğu konusunda ikiye bölünmüştür.
EVEREST DAĞI
Muhtemelen dünyanın en yüksek dağı olan Everest, Victoria döneminde XV. Zirve olarak biliniyordu. Günümüzde bir simge haline gelen bu dağ, bilindiği kadarıyla Tibet platosunun tepesinde bulunan ve kendi tabanından yüksekliği 17.000 fit / 5182 metrenin üzerinde olan gösterişsiz bir dağlık burundu. Tabanından zirvesine kadar Everest Dağı yaklaşık sadece 12.000 fit / 3658 metredir, ancak Himalaya Dağları’nın tepesinde bulunmanın haksız avantajına sahiptir. Tek başına ayakta duran en yüksek dağ, 19.340 fit / 5895 metrelik yüksekliğiyle Afrika’daki Kilimanjaro Dağı’dır.
Everest (adını zamanında Hindistan’da araştırmacı general olan Sör George Everest’ten [1790-1866] alır) ilk olarak 1852 yılında Sör Andrew Waugh yönetiminde gerçekleştirilen Büyük Trigonometrik İnceleme’de görevli, kıdemli bir kişi olan Hintli matematikçi Radhanath Sikdar (1813-70) tarafından ölçülmüştür. Sikdar, Waugh’a XV. Zirve’nin tam olarak 29.000 fit (yaklaşık 8900 m) yükseklikte olduğunu bildirdiğinde Waugh böyle bir sonucun tembelce bir sayı yuvarlama olduğu ithamlarını çekeceğinden endişe duyup yüksekliği duyurmayı ertelemiştir. Şakayla karışık Everest’in zirvesine iki ayağını da basan ilk insan olarak anılan Waugh, 1856’da sonucu yayımladığında zirvenin 29.002 fit yükseklikte olduğunu açıklamıştır. 1999’da yapılan bir ABD seferiyle daha doğru bir sayı belirlenmiştir. Bu ekibin üyeleri, bir GPS ünitesini kayalığın ucuna yerleştirmek için zirvedeki tüm karı temizlemiş ve 29.035 fit (8850 m) ölçümüne ulaşmıştır.
Bu, yapılan en son doğru ölçümdür. Himalayalar hâlâ her yıl yerden bir inç kadar yükselip Çin’in kuzeyine doğru durmadan ilerlediği için bir sonraki bin yıllık dönemde bu zirvenin tepe noktası yaklaşık seksen fit (veya yirmi dört metre) daha yüksek olacaktır.
KIL PAYI
Artık sadece mecaz anlamda kullanılıyor olsa da bugüne kadarki en küçük genişlik ölçüsü insan saçının eniydi. Bir zamanlar İbrani medeniyetinden ortaçağ İngiltere’sine kadar uzanan kültürlerde bir inç, yan yana dizilmiş kırk sekiz saç telinin kapladığı genişliği ifade ediyordu. Yirminci yüzyılın başlarına kadar kuyumcular ve saatçiler tarafından kullanılan kıl payı ölçüsü, İkinci Dünya Savaşı (1939-45) sırasında keskin nişancıların teleskopik görüş ve güdüm hesaplarında kullanılmaya başlanınca kısa süreliğine yeniden canlandı.
Her ne kadar Asyalıların saçları birçok yönden Kafkasyalılarınkinden çok daha güçlü olsa da saçlarının çapı iki kat fazla olduğu için optik hedef göstergelerinin hassas işleyişine pek de uygun değildi. İskandinavya’dan gelen uzun sarı saçlılar da savaş yüzünden gelmeyi bırakmıştı. 1943’te ABD ordusu saçları 22 inçten (56 cm) daha uzun sarı saçlı kadınların başvurusunu talep eden bir dizi gazete ilanı yayımladı. Ancak saçların asla boyalar ve ağartıcılarla zayıflatılmamış veya yüksek sıcaklıkla düzleştirme işlemlerine maruz bırakılmamış olması gerekiyordu. Bu durum çalışma alanını o kadar daralttı ki başvuran yalnızca bir kişi oldu: 34 inç / 86 cm uzunluğundaki bukleli saçları yalnızca bebek şampuanıyla yıkanmış bir dansçı olan Colorado’lu Mary Babnik Brown (1907-91).
Saçlarına meteorolojik aletler üretmek için ihtiyaç duyulduğu kendisine açık açık söylenen ve ardından tüm saçları tıraş edilen Mary, küçük bir Amerika bayrağını bandana olarak kullanmaya başladı. Mary’nin saçları meteorolojik aletlerin yanında çok gizli Norden bombalama vizörünün ilk sürümlerindeki hedef göstergelerini üretmek için de kullanılıyordu. 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’yi bombalayan Enola Gay ve Bockscar uçaklarının nişangâhlarında Mary’nin saçlarının kullanıldığı iddia ediliyor olsa da bu doğru değildir. Çünkü o tarihe gelinceye kadar tüm Norden hedef göstergeleri elmas uçlu takımlarla cam görüntüleyici üzerine işlenmişti. Ne var ki 1987’de dönemin ABD Başkanı Reagan, sekseninci doğum gününü kutlamak için Mary’ye gönderdiği mektupta saçlarının savaşın kazanılmasına ne çok yardımı dokunduğunu yazmıştır.
İNÇ
Eski ölçülerin birçoğu vücut bölümleri veya boyut bakımından tutarlı olma eğilimindeki diğer doğal öğelere dayanıyordu. İnç ölçü birimi ise bu kavramların her ikisini de içermektedir. İnç sözcüğü Latincede on ikide bir anlamına gelen “uncia”dan türetilmiştir. Bu durumda bir inç, bir fitin (30,48 cm) on ikide biridir ve “Troy poundu”nun on ikide birine sabitlenmiş olan bir ons (28,35 gr) ile aynı kökten gelmektedir. Kuyumcu tartısı denen “Troy” ölçüm sistemi bir zamanlar değerli maden pazarlarıyla ünlü olan ve Paris’in yaklaşık 150 km / 93 mil güneydoğusunda bulunan Fransız kenti Troyes’da kullanılan sistemdir.
Yetişkin bir erkeğin ortalama ölçülerdeki başparmağının ortasındaki boğumun genişliği bir inçe (2,54 cm) yakındır. Bundan dolayı Avrupa ve İskandinavya’nın çoğunluğunda kabataslak bir ölçü birimi olan inç yaygınlaşmıştır. Bu da neden Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Hollandaca, İsveççe, Norveççe, Danca, Çekçe, Macarca ve Slovakçadaki başparmak ve inç sözcüklerinin hemen hemen aynı olduğunu açıklamaktadır.
Başparmakların büyüklüğü insandan insana farklılık gösterebilir, bu sebeple 1066’daki Normandiya çıkarmasından sonra Fatih William (1028-87) inç ölçüsünü uç uca duran üç arpa tanesinin uzunluğuna sabitlemiştir. Daha sonra bu uzunluk II. Edward (1284-1327) tarafından 1324’te uygulamaya konulan ve inçi “uzunlamasına uç uca yerleştirilmiş, kuru ve yuvarlak üç arpa tanesinin uzunluğu” olarak tanımlayan bir yasayla güvence altına alınmıştır. Bu tanımın modern yaşama yansıyan tek yanı, yine Edward tarafından arpa tanesiyle belirlenmesine karar verilen ayakkabı numaralandırmalarında olmuştur. İngiltere sonradan 6, 6 ½ ya da 7’lik ayakkabı boyutlarına geçtiyse de eski arpa tanesi esaslı ölçek Avrupa’da geçerliliğini korumuştur. Bu yüzden İngiltere’deki çoğu mağazada ayakkabıların numaraları, yedinin uç uca konmuş kırk arpa tanesinin uzunluğuna denk olduğunu belirtmek için örneğin “7 ve 40” şeklinde yazılır.
İSKOÇ İNÇİ
İngiliz inçinin düzenlenip yasal olarak tanımlanmasıyla İskoçya’da bir kargaşa doğmuştur. Çünkü İskoçya Kralı I. David (1084-1153) on ikinci yüzyıl ortasında karara bağladığı ağırlıklar ve ölçüler hükmünde, inçin yetişkin bir erkeğin başparmağının tırnağının dibinin genişliğine eşit kabul edilmesini emretmiştir.
David’e bunun, bireysel farklılıklar düşünüldüğünde pek de iyi bir fikir olmadığı söylendiğinde çeşitli vücut yapılarına sahip bir sürü erkeği saraya getirtmiştir. Hepsinin başparmakları ölçülüp ortalaması alındıktan sonra İskoç inçi İngiliz inçinin 1,0016’sına denk gelen bir uzunluğa sabitlenmiştir.
Bu durum üzerinde tartışılacak pek bir şey yokmuş gibi görünebilir ancak 1707 Birleşme Yasası’yla birlikte David’in kabataslak inç ölçüsü kaldırılana dek İskoç ve İngiliz kumaş tüccarları arasında yapılan ve kayda değer miktarlardaki hazır kumaşların sevkiyatını içeren anlaşmalarda pek çok uyuşmazlık yaşanmıştır. Çünkü 0,0016’lık fark büyük alışveriş işlemlerinde birkaç yardalık (36 inç / 91,44 cm) farklara yol açmıştır. Bu tür atışmalar İskoç satıcıların İngiliz alıcılar için “bir inç versen bir ‘ell’[8 - (İng.) Give them an inch and they’ll take an ell: Ell kumaşlar için kullanılan eski bir ölçü birimidir. Arşın ve endazeyle kıyaslanabilir ancak ell 46 cm iken arşın 65 cm’ye denk düşmektedir. (ç.n.)] alırlar (elini veren kolunu kaptırır anlamında)” deyimini üretmesiyle sonuçlanmıştır. Bu ifadedeki ell daha sonra mil kelimesiyle değiştirilmiştir. Ell ölçüsü de cubit (kübit) gibi orta parmağın ucundan dirseğe kadar olan mesafeyi temsil eden eski bir ölçü birimidir.
PARMAK HESABI
On sekizinci yüzyıla dayanan bir inanışa göre parmak hesabı, erkeklerin eşlerini başparmaklarından daha kalın olmayan bir sopayla dövmelerine olanak sağlayan yasal haklarından ortaya çıkmıştır; ancak yasal kayıtlarda bunun kanıtına rastlanmaz.
Aslında bu ifade, başparmağın marangozlar ve benzeri meslek sahipleri tarafından inç için pratik bir karşılık olarak kullanılmasıyla ilgilidir. Başparmak aynı zamanda ekim işlemlerinde hem tohumlar arasındaki mesafenin hem de tohumların toprağa itileceği derinliğin ölçüsü olarak kullanılır. Sanatçılar uzun yıllar boyunca ileri doğru uzatılmış bir kolun başparmağını perspektif oluşturmada pratik bir mesafe ölçüsü olarak kullanmışlardır.
Kolunuz, gözleriniz arasındaki mesafenin on katı uzunluğundadır. Bir gözünüzü kapatıp başparmağınız dikey duracak şekilde kolunuzu ileriye doğru uzatın ve parmağınızı boyutunu bildiğiniz bir binayla, örneğin 100 fitlik bir ahırla hizalayın. Sabit durarak bir gözünüzü kapatıp diğerini açın. Başparmağınızın bir taraftan diğerine zıplayışına şahit olacaksınız. Beş ahır genişliğinde zıplamış gibi görünüyorsa bu size 500 fitlik bir ölçü verir. Bu sayıyı onla (kolun göze oranı) çarpınca sonunda 5000 fitlik sayıyı elde edeceksiniz. Demek ki ahırla aranızdaki mesafe 5000 fit, yani yaklaşık bir mildir.
İSVEÇ İNÇİ
İsveç’te önceden 2,54 cm’lik İngiliz inçine karşı 2,47 cm olan ve “tum” (başparmak anlamına gelir) olarak adlandırılan inç, 1963’te aniden 2,96 cm’ye çıkarılmıştır. Kimi inatçı İsveçliler bu duruma uyum sağlamayı reddetmiş, kimileri değişimi gözlemlemiş, makinede işleme ve marangozlukta çalışan kimseler ise ölçüt olarak İngiliz inçini benimsemiştir ki bu durum yalnızca kargaşayı artırmaya yaramıştır.
İsveç’in 1878’de metrik sisteme geçiş sürecine başlamasından sonra bile bu tür meslekler, yirminci yüzyılın başlarına kadar İngiliz fit ve inçini kullanmayı sürdürmüştür. Bu sebeple günümüzde bile İsveç’te teknelerden televizyonlara kadar birçok ürün alışılagelmiş biçimde fit ve inçle ölçülmektedir. Tekstil de İsveç’te hâlâ inç kare başına iplik sayısıyla sınıflandırılmaktadır ve bu ülkedeki McDonald’s satış noktaları çeyrek librelik (Quarter Pounder) hamburgerlerini tanıtmaya devam etmektedir. Eh, bazı şeylere asla burnunuzu sokmamanız gerekir!
DİĞER İNÇLER
Hint inçi, İngiliz inçinin 1,32 katına (3,35 cm) eşittir, dolayısıyla Hindistan’la iş yapan ilk Avrupalı tüccarlar bazı problemlerle karşılaşmıştır. Çünkü ya söz konusu bölgenin sakinleri çok büyük başparmaklara sahiplerdi ya da inçlerini pirinç tanelerinin katlarıyla tanımlıyorlardı ki ikinci ihtimal daha olasıdır.
Benzer problemlerle Çin’de de karşılaşılmıştır. Burada inç, başparmağın eni yerine ucundan orta boğumdaki kıvrıma kadar olan kısmına eşit kabul edilmiştir. Bu da İngiliz inçinin 1,312’sine (3,3 cm) eşitti. Aslında 1799’da siyasi sınırların ötesine geçen tek tip bir standart oluşturmaya istekli Fransızlar çoğu millet tarafından büyük bir hevesle kucaklanan metrik sistemi buluncaya kadar bir inçin uzunluğu bulunduğunuz yerle çok yakından ilgiliydi.
Napoleon Bonaparte
Ölçü birimini, üzerinde çalıştığınız inç değerinin katlarına göre daha uzun birimlere yükseltirken bu sorunlar da doğal olarak gittikçe büyümüştür. Metrik sistem öncesi Fransa’da inç, bir İngiliz inçinin 1,06’sıydı (2,69 cm). Bu fark I. Napolyon’un (1769-1821) kısa boylu olduğu söylentisine sebebiyet vermiştir. Boyu Fransız imparatorluk ölçeğinde 5 fit 2 inç (1,57 m) olarak verilmiştir ve o zamanlar Manş Denizi’nin İngiliz kısmından çok az kişi bunun yaklaşık olarak 5 fit 7 inçe (1,70 m) eşit olduğunu fark etmiştir. O günlerde insanlar genel olarak bugün olduğundan daha kısaydı. Örneğin Amiral Nelson yalnızca 5 fit 5 inçken (1,65 m) ortalama bir Fransız erkeği yaklaşık 5 fit 4 inç (1,62 m) boylarındaydı. Fakat elbette ki Napolyon Fransız değildi, Napoleone di Buonaparte ismiyle doğan bir Korsikalı-İtalyan’dı.
İKİ KAPTAN BİR GEMİYİ BATIRIR
Farklı ülkelerin fit ve inç uzunlukları için farklı karşılıklar belirlemesi birçok kez sadece öfkeye ve kafa karışıklığına hizmet etmişken, on yedinci yüzyıl İsveç’inde bir savaş gemisini gerçekten batırmış ve mürettebatını da öldürmüştür.
İsveç 1628’de zamanının en güçlü savaş gemisi sayılan 64 toplu Vasa’yı denize indirmiştir. Ancak henüz kıyıdan 1300 m / 0,8 deniz mili kadar uzaklaşmışken geminin batması ve birçok can kaybına sebep olmasıyla kalabalığın tezahüratları dehşet çığlıklarına dönüşmüştür. 1961’de yeniden su yüzeyine çıkarıldığında sorun tespit edilmiştir: Gemi, iskele tarafında sancak tarafında olduğundan daha kalın ve uzundu, bu ölümcül simetri eksikliği de batmasına sebep olmuştu.
Bazı tersane işçilerinin aletleri hâlâ gemideydi ve görünüşe bakılırsa iskele kısmında çalışan İsveçli ekip, ülkelerinin 1863 öncesi fit ve inçlerini kullanırken sancak tarafında çalışan Hollandalı işçiler kendi Amsterdam fit ölçülerini (on bir İsveç inçinden biraz kısa bir ölçü) kullanmışlardı.
HAVA VE YAĞMUR
Atmosferik basınç, 1643’te İtalyan Evangelista Torricelli (1608-47) tarafından tasarlanan barometreyle, hâlâ inç cıva cinsinden ölçülmektedir.
Bir cıva haznesinde baş aşağı duran basit bir tüp hâlâ en hassas barometre olarak kabul edilmektedir. Hazne üzerinde artan basınç daha fazla sıvı metali tüpe doğru iterek daha yüksek bir okuma değeri elde edilmesini sağlamaktadır. Bir atmosferin inç kareye isabet eden libre cinsinden basıncı deniz seviyesinde 14,7’ye eşittir, bu da 29,93 inç cıvayı göstermektedir.
Yağış miktarı da inç cinsinden ölçülmektedir, ancak bu rakamlar fena halde akıl karıştırıcı olabilmektedir. Yakın geçmişte yirmi dört saatlik bir zaman diliminde görülen en fazla yağış, 15 ve 16 Mart 1952’de La Réunion’a düşen 73,62 inçlik (187 cm) yağmurdu. Fakat bu durum adanın altı fitten (1,8 m) fazla suyla örtüldüğü anlamına gelmiyordu.
Standart yağışölçer, bir toplama hunisi ve huninin beslediği çapının onda biri kalibre edilmiş bir tüpten oluşmaktadır. Bu onda birlik oran en hafif yağmurun bile hunide toplanıp toplama tüpünde okunabilir bir değer ortaya çıkarabileceği anlamına gelir ancak bu değer daima ona bölünerek okunmalıdır.
Bu durum, La Réunion’u basan suyun miktarının daha az etkileyici ancak daha gerçekçi olan 7,36 inçlik (18,7 cm) değerde olduğunu gösterir ki bu bile adanın 970 mil kare (2512 km² ) olan alanına ciddi miktarda yağmur suyu düştüğü anlamına gelmektedir.
HAYALİ İNÇ
Simyaya ve paranormale takıntılı İngiliz fizikçi ve matematikçi Isaac Newton (1643-1727) dahil olmak üzere kendinden öncekilerin asılsız spekülasyonlarından ilham alan İskoç Kraliyet Astronomu Charles Piazzi Smyth (1819-1900), 1870’lerin büyük bir kısmını Mısır’da, piramitlerin dünyanın boyutlarını ve belirli gökcisimleri arasındaki mesafeleri yansıtmak için inşa edilen devasa aletler olduğunu kanıtlamaya çalışmakla geçirmiştir.
Smyth, İncil’deki göndermelerden İbrani kölelerin orada olduğuna ve inşaatta ana birim olarak kutsal İbrani kübitinin kullanılmış olması gerektiğine dair yanlış bir sonuca varmıştır. Eh, bu onun ilk hatası olmuştur. Mısır piramitlerinin inşasında, köle olsun ya da olmasın tek bir İsrailli bile yer almamıştır; işgücü tamamen Mısırlılardan oluşmuştur.
Smyth piramitlerin büyük taş yığınlarından daha fazlası olduğunu kanıtlama konusunda son derece kararlıdır. Kutsal İbrani kübitinin her biri 1,00106 standart İngiliz inçine eşit olan yirmi beş kutsal inçten oluşması gerektiği hükmüne vardıktan sonra yapıların her yönünü ölçmüştür. Daha önce yaptığı tüm ölçümleri anlamlandırmak için bu tersten gitme mantığını kullanmak, en azından Smyth’e göre, her şeyin netleştiği anlamına gelmekteydi.
Smyth’in belirlediği şekliyle Büyük Piramit’in gerçek çevre uzunluğu 36.524,2 kutsal piramit inçi veya yıl içindeki güneş günü sayısının yüz katı olarak ölçülmüştür. Kutsal kübit sayısına geri dönmek için Büyük Piramit’in herhangi bir tarafının yüksekliğindeki kutsal inç sayısını yirmi beşe bölünce sonuç 365,242 olmaktaydı. Smyth bunun üzerine dünyanın kutupsal çevresinin tam olarak 250.000.000 kutsal piramit inçi olduğunu fark etmiştir.
Bu türden çok daha fazla saçmalığa ve piramitlerin evreni ölçmek için inşa edilen kutsal araçlar olduğu teorilerine katılan insanlar hâlâ bulunmaktadır. 1883’te ünlü Eski Mısır bilimcisi William Flinders Petrie (1853-1942) Smyth’in ölçümlerinin son derece yanlış olduğunu ortaya koymuş, Büyük Piramit’in aslında onun ölçtüğünden birkaç fit daha kısa ve tüm bunlar hesaba katılınca da Smyth’in kutsal kübit ve inçinin tamamen saçmalık olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamıştır. Buna rağmen piramit bilimcilerin sürü psikolojisi devam etmektedir.
FİT
Fit[9 - (İng.) Feet: Ayaklar. (ç.n.)] ölçüsünün 0,3048 m’ye eşit, sabit bir ölçü olacağı ve her biri 25,4 mm’ye denk on iki inçten oluşacağı şeklinde uluslararası bir anlaşma yalnızca 1959’dan beri mevcuttur. Bundan öncesiyse tam bir keşmekeştir.
Tarihsel açıdan bu ölçüm bir insan ayağının, genellikle zamanın hükümdarının ya da kralının ayak uzunluğuna eşittir. Ancak ortalama bir erkek ayağının söz konusu erkeğin boyunun yaklaşık olarak altıda biri uzunluğunda olmasından ötürü fit ölçü birimi de farklı ırkların ortalama boy uzunluğuna göre ülkeden ülkeye değişmiştir. Eski Yunanlar ve Romalılar fiti temel bir ölçü birimi olarak kullanmışlardır. Ancak Eski Yunanların ayakları daha büyük olduğu için bir fit ölçüsü 302 mm’ye eşitken, Romalıların ayakları daha küçük olduğu için ölçüleri de 295,7 mm’ydi veya mevcut standart ölçümün yaklaşık yüzde 97’si kadardı.
Bu, en azından Roma şehrinde kullanılan standart fit ölçüsüydü. Roma eyaletlerinde çoğunluk, daha büyük olan ve aslında Nero Claudius Drusus’dan (MÖ 38-9) çok daha önce kullanımda olan 334 mm’lik “pes Drusianus”u kullanmayı tercih etmiştir. Roma şehri içindeki tüm tapınaklar ve sivil yapılar belirlenen 325 mm’lik kutsal ayak ölçüsüne uygun şekilde inşa edilmiştir.
Eski Romalılar ve Yunanlar her biri bir işaret parmağı genişliğinde olacak şekilde fit ölçülerini on altı parçaya ayırmışlardır. Ancak Romalılar daha sonra hem “inç”i hem “ons”u türettiğimiz ve on ikide bir anlamına gelen “uncia” olarak adlandırdıkları daha büyük bir bölme yöntemini seçmişlerdir. MÖ 29’da Romalı devlet adamı ve Roma Ordusunun en kıdemli generallerinden Marcus Agrippa (MÖ 63-12), Roma fitini kendi 296 mm’lik (11,5 inçlik) sağ ayağının uzunluğuna sabitlemiştir. MS 43 yılında Roma istilası sırasında Birleşik Krallık’a getirilen de bu ölçü olmuştur.
MS 409-10 yıllarında Romalıların geri çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurmaya Saksonlar gelmiş ve yanlarında da dört avuç içine veya on iki başparmağa böldükleri 335 mm / 13 inçlik Kuzey Cermen fit ölçüsünü getirmişlerdir. Oldukça kafa karıştırıcı bir şekilde, “yeni” Sakson fiti arazi parçalarını ölçmek için kullanılmış, ancak bu arazilerin üzerine inşa edilen binalar eski Roma fiti prensiplerine göre yapılmıştır. 1300’de veya o civarlarda I. Edward (1239-1307) emrinde hazırlanan Yardaların ve Ölçü Sırıklarının Düzenlenmesi hükmü Cermenlerin büyük ayak ölçüsünün on birde onuna eşit olan yeni fit ölçüsünü desteklemiştir. Bu amaçla bir inç için üç, birfit için otuz altı arpa tanesi kullanılan tuhaf bir yöntem uygulanmış ve fit ölçüsü yeniden tanımlanmıştır.
Yukarıda belirtildiği gibi bu durum Temmuz 1959’da, tam olarak 0,3048 m ve Edward’ın fit uzunluğundan milyonda 1,7 oranında uzun olan, uluslararası fit standardı çıkana kadar neredeyse hiç değişmemiştir.
KAREYE DÖNEN BOKS RİNGLERİ
Çıplak elle dövüş yapılan günlerde olay, herhangi bir açık alanda veya karşılaşmaların düzenlenebileceği kadar geniş tarlalarda toplanan seyircilerin oluşturduğu çemberlerin içinde gerçekleşmekteydi. Çemberin dış halkası, eğlenceyi izleyip sonuç üzerine ciddi bahisler oynamaya gelen üst tabakadan insanlardan oluşurdu. Bu kişiler daha iyi görebilmek için faytonlarının üzerinde otururken, boksörlere çelme takarak veya onları dürterek dikkatlerini dağıtan seyircilerin dövüş sonuçlarını etkilemesinden bıkmışlardı. Böylece en iri yarı arabacılarını halk tabakasını geride tutmak için göndermeleri gelenek haline gelmişti. Arabacılar dört köşede durur ve aralarına faytonların kamçılarını gererek beklerlerdi.
Dört atlı bir faytonda kullanılan kamçı türü, sapından ucuna kadar yaklaşık 5,2 m / 17 fit ölçüsüne sahiptir, yani bu doğaçlama oluşturulan karelerin her bir tarafı bir kamçı ve iki arabacının her biri 90 cm / 3 fitlik kollarından oluşmuştur. Bu da hemen hemen günümüzdeki boks ringlerinin ölçüsü olan 7 m / 23 fitlik kareyi oluşturur.
KÜBİT VE ELL
Bir zamanlar yaygın olarak kullanılan ölçü birimlerinden olan kübit ve ell, dirsekten orta parmağın ucuna (yaklaşık 46 cm / 18 inç) kadar olan mesafeye tekabül etmekteydi. Bu durum, sağ kollarını kullanarak kereste ve kalas uzunluğunu hızla belirleyebilen marangozlar için kullanışlı bir cetvel işlevi görmüştür. Bugün kimse ell ölçüsünden bahsetmiyor olsa da aslında standart bilgisayar klavyesi için seçilen genişlik buydu: uzun süreli yazma işlemlerinde zorlanmayı hafifletmek için tasarlanmış bir simetri.
Romalılar imparatorluklarını kurduktan sonra, kumaş ve ip ölçmek için pratik bir yöntem olduğu için, kübit ölçüsünü “sol kalça kemiğinden tamamen uzatılmış sağ kolun kenetlenmiş baş ve işaret parmağına kadar olan mesafe” şeklinde yeniden tanımlamışlardı. Satıcı, kumaşın kenarını veya ipin ucunu sol kalçasına yaslar, böylece alıcı sağ kolun kaç kere tam ve yukarı doğru çekildiğini görebilirdi. Bu yeniden tanımlanmış kübit veya ell yaklaşık 114 cm / 45 inçtir. Az sayıda Romalının kısa boylu bir satıcıdan ip veya kumaş almayı tercih edeceğini varsaymak yanlış olmaz.
Bu, Romalıların Britanya’ya getirdiği kübit tanımıdır ve Birleşik Krallık’ta bir top kumaşın standart genişliğinin neden hâlâ 114 cm / 45 inç olduğunu da açıklamaktadır. Bu tarz tüm ölçüm yöntemlerinde olduğu gibi sorun, üç kübit kumaşın veya on kübit ipin satıcıdan satıcıya biraz değişmesi ve nihayetinde tutumlu İngilizlerin bu durumdan bıkmaları olmuştur.
Kübitin 45 inç (114 cm) olarak kabul edilmesiyle satıcıların tezgâhlarına bu uzunlukta pirinç çiviler çakılmıştır. O zamandan sonra çiviler yarda ve inç işaretlemede kullanılmış olsa da bu uygulama, on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar erkek giyim mağazalarında sürdürülmüştür. Her hâlükârda, bu sebeple insanlar hâlâ tahmin ve varsayımlara güvenmek yerine “pratikten söz etmek[10 - (İng.) Getting down to brass tacks: Asıl meseleye, sadede gelmek anlamına gelen deyim. Motamot çevirisi “pirinç çivilere gitmek” şeklinde yapılabilir. (ç.n.)]” konusunda ısrar etmektedirler.
NUH’UN GEMİSİ
Eski on sekiz inçlik (46 cm) kübitle tasarlanan en meşhur yapı muhtemelen Nuh’un Gemisi’dir. Gemi, söylentilere göre üç yüz kübit uzunluğunda, elli kübit genişliğinde ve otuz kübit yüksekliğinde veya 137 m / 450 fit uzunluğunda, 23 m / 75 fit genişliğinde ve 14 m / 45 fit yüksekliğindedir.
Anlatılagelen şekilde gizemli “sarıağaç” kerestesiyle inşa edilseydi, bu yapı ilk dalgada ortadan ikiye ayrılırdı. Ayrıca gemi genellikle hayal edilen şekliyle ikişer ikişer değil, İncil’in söylediği gibi, çoğunluğu yedişer yedişer toplanması gereken doksan küsur milyon türden böcek, sürüngen, bitki ve hayvanı barındırabilecek kadar büyük olmanın yanından bile geçmemektedir.
180![11 - Üç dart atışıyla kazanılabilecek en yüksek sayı 180’dir. (ç.n.)]
Dart oyunu (bu bir oyundur, spor değil) köylerinin yeşillik alanlarında amaçsızca takılan ortaçağ okçuları tarafından icat edilmiştir. Hedef oyunu denen oyunları için boş bir fıçı aldıktan sonra kapağının üzerine tebeşirle tek merkezli iç içe geçmiş çemberler çizmişler ve kimin oldukça ağır olan küçük demir okları merkeze en yakın yere atacağını belirlemek üzere bir ölçme zinciri[12 - (İng.) Chain: 66 fit / 20,1168 m uzunluğundaki ölçü birimi. (ç.n.)] uzağa yerleştirmişlerdir. Bu oyun ayrıca acemi okçulara yörünge sanatını öğretmek için de kullanılmıştır.
Zamanla, ayrıca tipik İngiliz yazları dikkate alındığında, fıçı kapakları birahane içindeki duvarlara asılır olmuş, bölmeler düzenlenmiş ve sayılar şans eseri sayı kazanma olasılığını en aza indiren bir düzende karıştırılmıştır. Peki, atış çizgisi mesafesi nasıl kararlaştırılmıştı? Eh, hedeften 2,4 m / 8 fit civarlarında bir mesafe ayarlamak için bir birahanede uç uca yerleştirilmiş dört bira kasasından başka ne kullanılabilirdi ki? Doğal olarak hedef mesafesi farklı tedarikçilerden sağlanan kasaların boylarına bağlı olarak birahaneden birahaneye biraz değişmiş, en sonunda ortalama 2,37 m / 7 fit 9,25 inçlik mesafe resmileştirilmiştir.
EKSİK ÖLÇÜ
Kübitin eski Yunanca versiyonu, dirsekten yumruğun eklem kısmına kadar olan mesafeyi ifade etmesi açısından biraz değişiklik gösteren “pigme” ölçüsüydü. Eski Yunanlar, Kuzey Afrika medeniyetleriyle etkileşimleri sayesinde bu minik Sahra altı Afrikalılarıyla karşılaşmış ve onlara bu ölçünün adını vermişlerdir. Bu kadar gizli olan bu halkın yaşam süresi de kısadır; çocukların yarısından azı on beş yaşını görecek kadar yaşamakta ve ortalama bir yetişkin yirmi beşinden önce ölmektedir. Antropolojik heyetler hâlâ bunun sebebini araştırmaktadırlar.
YARDA
Bu doğrusal ölçüm birimi, İngiltere’nin Danelaw[13 - 9. ve 10. yüzyıllarda İngiltere’nin Danimarkalılarca yönetilen kuzey kesimi. (ç.n.)] bölgesinde bir yarda büyüklüğündeki arazinin aşağı yukarı bir “hide”lık[14 - Ortaçağda özgür bir aileyi geçindirmeye yetecek miktardaki arazi ölçüsü. (ç.n.)] arazinin dörtte biri olduğu yedinci yüzyıldan bu yana büyük ilerleme kaydetmiştir. Hide biriminin gerçek bir alandan ziyade değer biçme ölçüsü olması sebebiyle, toprak ne kadar verimli ve kârlıysa hide alanı da o kadar azalmaktaydı. Bir yarda arazi on beş ila otuz akrelik (altı ila on iki hektarlık) bir alan olabilmekteydi.
Ortaçağda yarda, dönümlerin sınırlarını çizmek için çoklu şekilde kullanılan yaklaşık on altı fit veya beş metre uzunluğundaki doğrusal bir ölçü çubuğu boyutlarına kadar daralmıştır. Günümüzde daha yaygın şekilde çubuk[15 - (İng.) Rod: 5,0292 metrelik uzunluk ölçüsü. (ç.n.)] olarak adlandırılan bu ölçü çubuğu topograflar tarafından hâlâ kullanılmaktadır. I. Henry (yak. 1068-1135) yardayı kendi sağ kolunun uzunluğuna sabitlemeye çalışmıştır, ancak I. Edward bu uygulamayı 1300 dolaylarında topladığı yardaları ve ölçü sırıklarını düzenleyici kurulla birlikte tamamen kaldırmıştır. Kurul, uç uca eklenmiş üç arpa tanesinin bir inç, on iki inçin bir fit, üç fitin bir yarda, beş buçuk yardanın bir ölçü sırığı ve yüz atmış sırığın bir akre ettiğini karara bağlamıştır.
I. Elizabeth (1533-1603) 1588’de düzgün ve resmi bir yarda çubuğu tayin eden ilk kişi olmuş gibi görünmektedir. Günümüzde resmi olarak kullanılan bir yarda uzunluğunda çubuktan yalnızca 0,01 inç / 0,25 mm kısa olan bu çubuk hiç de fena bir girişim değildir. Ancak 1758’de Lort Carysfort’a bağlı bir kurul Elizabeth’in yarda çubuğunun hem çok kötü yapıldığına hem de eğri olduğuna kanaat getirmiş ve Londra’da yaşayan ölçü aletleri yapımcısı John Bird’ü yeni bir tanesini yapması için görevlendirmiştir. Bird 1760’ta ikincisini yapmıştır, fakat yarda çubuklarının ikisi de eski Westminster Sarayı’nı yıkan 1834 tarihli yangında yok olmuştur.
Kraliçe I. Elizabeth
1838’de başka bir kurul, Francis Baily’yi (1774-1844, Baily boncuklarıyla ünlü gökbilimci) yeni bir yarda çubuğu yapması için görevlendirmiştir, ancak Baily, 1844’te görevini Richard Sheepshank’e (1794-1855) devrettikten sonra yaşamını yitirmiştir. On milyonda birlik bir hata payıyla çalışan Sheepshank’in otuz altı inçlik (91 cm) yardası Kraliçe Victoria (1819-1901) tarafından 5 Ağustos 1855’te (ne yazık ki Sheepshank’in ölümünden bir gün sonra) imparatorluğun yeni resmi standardı olarak onaylanmıştır.
KORT VE TENİS
Mütevazı manastırların ve malikânelerin küçük, dikdörtgen avluları açık hava tenisinin öncüsü olan kort tenisini oynamak için ideal umumi alanlardı. Çoğunlukla zengin oyunu olan kort tenisi, sektirerek yapılan atışlarda duvarların ve sütunların da oyuna dahil olması açısından biraz duvar tenisi (squash) gibiydi. Gerçekten de on sekizinci yüzyılın başlarında Londra’daki borçlu hapishanelerinin bir zamanlar zengin olan tutukluları kort tenisini egzersiz avlularında oynayabilecekleri bir oyuna çevirmişlerdi. Hapishane tenisi veya duvar tenisi olarak bilinen bu oyun, kort tenisinin 1830’ların başlarında duvar tenisine dönüşecek olan versiyonuydu. Oyun, aynı yıllarda Londra’nın kuzeybatısında bir okul olan Harrow School’da da bir başka şekliyle oynanmıştır.
1870’lerin başında açık hava tenisi ortaya çıktığında kortun beşe iki ölçü çubuğu boyutlarındaki eski dikdörtgen avluların düzeninde olması muhtemelen kaçınılmaz bir durumdu. Modern tenisin alışılmadık puanlaması da eskiden avlularda bulanan saatlerin küçük ahşap kopyalarıyla skor tutma yöntemini yansıtmaktadır. Başlangıçta 15, 30, 45 ve 60 (oyun) olan puanlama, berabere kalma durumunu mümkün hale getirmek için 45’ten 40’a çekilmiştir. Bir oyuncunun tek puan farkla kazanmasını önlemek için getirilen bu sistem, Fransızca deux’den (iki) türetilmiştir. Çünkü her oyuncunun oyunu güvence altına almak için art arda iki sayı alması gerekmiştir. Bazen bu noktada her oyuncunun kaybetme tehlikesi olduğu için, hakemin kararı Fransızcada “bölünmüş oyun” anlamına gelen ve sonradan İngilizcede jeopardy (tehlike) kelimesine dönüşen jeu-parti olmuştur.
Wimbledon ilk turnuvasını 1877’de düzenlemiştir. Kulüp, kendi alan kısıtlamaları nedeniyle yetmiş sekize otuz altı fitlik (24 m x 11 m) kortları tercih etmiştir ve 1882 itibariyle bu ölçüler standart haline gelmiştir.
UZAKLIK
Sanayi öncesi Avrupa’nın kırsallarında dolaşmak gündüzleri zorlu, geceleri ise imkânsızdı; bu nedenle mesafe kavramı gidilecek yere yürüyerek veya at üstünde kaç günde varılabileceğini ifade etmeye yönelik olmuştur. Bu durum İngilizcedeki journey (yolculuk) ve travel (seyahat) kelimelerinin neden Fransızcada çalışma veya iş görme anlamına gelen travail ve gün anlamına gelen jour kelimelerine dayandığını açıklamaktadır. Ancak yürüyerek, at sırtında veya faytonla yapılan bir günlük yolculuk dağlık ya da engebeli arazilerin dayattığı değişiklikler de hesaba katılınca düz zeminde farklı mesafelere tekabül edebileceğinden, atlı olsun olmasın tüm gezginlerin yolculuklarının ne kadar süreceğini anlayabilmeleri için daha büyük ölçü birimleri ve mesafe taşları ağı oluşturulmuştur.
Eski Avrupa’nın çoğunluğu bir lejyonerin bin uygun adımına göre belirlenmiş olan Roma milini benimsemiştir ve bu durumun kafa karışıklığını giderdiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Seyahat ettiğiniz yere bağlı olarak ev sahibi ülkenin bir milinin neyi ifade ettiğini bilmek zorundaydınız, çünkü önemli ölçüde değişiklik gösterebiliyordu. En uzunu hâlâ İskandinavya’nın bazı bölgelerinde kullanılan on kilometrelik (6 mil) mildir. Belki de bu sebeple pek çok ülke 1799’da Birinci Fransız Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu on tabanlı metrik sistemi hevesle benimsemiştir. Öyle bile olsa, uzun mesafelerin ölçülmesindeki ustalıkta ilk ödül, aşağıda ele alınan antik Yunan bilgin Eratosthenes’e gitmelidir.
DÜNYAYI ÖLÇEN İLK İNSAN
Eski Yunan bilim insanı Kireneli (Libya) Eratosthenes (MÖ yak. 276-194), yaz gündönümünde öğle vakti güneşin Mısır şehri Swenet’in (günümüzde Asvan) tam tepesinde olduğunu biliyordu. Swenet’ten İskenderiye’ye kadar olan mesafenin 5000 stadyum olduğunu da biliyordu. Bir stadyum, kabaca iki yüz yardaya veya yüz seksen üç metreye eşdeğer olan ve eskiden spor alanlarını (bu sebeple günümüzde bu alanlara “stadyum” denilmektedir) ölçmek için kullanılan eski bir Yunan doğrusal ölçüsüdür.
Bu gerçekten kuvvet alan Eratosthenes, güneş saati kurup bir sonraki yaz gündönümünü beklemek için İskenderiye’ye gitmişti, böylece öğle vakti güneşin oradaki konumunu da ölçebilecekti. Swenet’te öğle vakti aldığı ölçüm (muhtemelen MÖ 240 yılında) ve ertesi yıl İskenderiye’de öğle vakti aldığı ölçüm arasındaki fark yedi derece on iki dakika (veya bir çemberin ellide biri) çıkmıştır. Daha sonra bir derecenin yedi yüz stadyum olduğunu hesaplamıştır. Bu durum yedi derece on iki dakikanın 5040 stadyum ettiği anlamına gelmekteydi ki elliyle çarpıldığında Eratosthenes’e dünyanın çevresi için 252.000 stadyumluk son değeri vermiştir. Bu değer günümüzde 39.690 km / 24.662 mile eşittir. Ekvator çevresinin artık yerleşmiş olan 40.075 km / 24.901 millik ölçüsü göz önüne alındığında, iki bin yıldan daha uzun bir süre önce elinde bir güneş saatinden daha gelişmiş bir şey olmadan çalışmış biri için bu epey iyi bir denemedir.
ZIT KUTUPLAR
Dünya ekvatorda şişkin, kutuplarda basık olduğu için ekvatorun çevresi kutuplardakinden daha büyüktür. Fakat aslında on beş kutup bulunur, öyleyse ölçüyü nereden alırsınız?
İki coğrafi kutup, iki manyetik kutup, iki jeomanyetik kutup, iki gökkutbu ve ek olarak coğrafi Güney Kutbu’ndan 180 m / 590 fit uzaklıkta resmi bir güney kutbu bulunmaktadır. Ayrıca erişimin olmadığı dört kutup vardır: kuzey, güney, okyanusal ve kıtasal.
Yılda birkaç kilometre sürüklenen manyetik kuzey kutbu, günümüzde coğrafi kuzey kutbundan 850 km / 528 mil uzaklıkta, Kuzey Buz Denizi’nde bulunur. Manyetik güney kutbu ise coğrafi güney kutbundan yaklaşık 2860 km / 1777 mil uzakta, kuzey kutup dairesinin kilometrelerce dışında yer almaktadır. Manyetik pusulalar yakında Sibirya’da gelişmekte olan ikinci bir kuzey kutbu tarafından lüzumsuz hale getirilecektir; bu arada ikinci bir manyetik güney kutbu, Brezilya açıklarında güçlenmektedir. Desenize, denizcilik çok eğlenceli olacak!
ŞEHİR SINIRLARI
Hepimiz, örneğin Manchester’a yüz mil, Paris’e seksen kilometre uzaklıkta olduğumuzu bildiren levhalar görmüşüzdür; ancak bu işaretler şehirdeki tam olarak hangi noktadan söz etmekteler? On dokuzuncu yüzyılda Londra dışındaki çoğu İngiliz şehri ana postane binasını referans noktası almıştır, fakat bu durum günümüzde büyük ölçüde belediye binalarıyla değiştirilmiştir.
Başkentlere gelirsek Paris’te mesele oldukça açıktır: Notre Dame Katedrali’nin ön kapısının hemen dışında pirinçten yapılma bir sıfır noktası belirteci bulunur ve Paris’e olan tüm mesafeler bu belirli noktaya göre hesaplanır. Roma’da aynı işlevi gören taş, Capitol Tepesi’nin üzerinde bulunmaktadır. Tokyo’da ise Nihonbaşi’nin[16 - (Jap.) Japonya Köprüsü anlamına gelmektedir. (ç.n.)] ortası sıfır noktası olarak kabul edilmiştir.
Eski Charing Cross
Tam olarak 52,510788 derece kuzey, 13,398964 derece doğudaki Spittelkolonnaden binasının önünde bulunan ve yeniden inşa edilen oldukça yüksek yapıdaki Prusya dönemi kilometre taşıyla Berlin’de de sıfır noktası son derece nettir. Addis Ababa’da 1930’da Haile Selassie (1892-1975), St. George Kilisesi’nin dışında bir noktanın sıfır noktası olarak kabul edilmesini hüküm vermiştir. Ancak bu konu Londra’ya gelince belirsizleşir çünkü ortak herhangi bir sıfır noktası olmayan tek Avrupa başkenti burasıdır.
Bazı Londra ajansları eski Charing Cross mevkisini referans noktası olarak kabul etmektedir. Bu yer artık Londra’dan bütün mesafelerin ölçüldüğü nokta olduğunu belirten bir levhaya sahip Trafalgar Meydanı’ndaki I. Charles (1600-49) heykeliyle işaretlenmiştir. Diğerleri Cannon caddesindeki antik bir monolit olan Londra Taşı’nın konumunu kullanırken gelenekçiler ise çan sesleriyle ünlü St. Maryle Bow Kilisesi’nin eşiğini dikkate alırlar. Birleşik Krallık’taki şehirler, kendi belediye binalarından Londra’nın Batı Yakası’ndaki Postane Kulesi’ne (günümüzde BT Tower) olan mesafeleri vererek eski postane sistemini onaylamaktadır.
Açıkçası yukarıdaki referans noktalarının tümü birbirlerinin iki üç mil veya kilometre civarlarında yer almaktadır, ancak bulunduğumuz “uydular aracılığıyla tam konum belirme çağı”nda ve diğer Avrupa şehirlerinin gösterdiği çaba göz önüne alındığında, Londra ajanslarının belirli bir noktada hemfikir olup kendilerine bir pirinç levha yaptırabileceğini düşünmek işten bile değildir.
FURLONG, KULAÇ VE FERSAH
İki yüz yirmi yardaya (201 m) veya bir milin sekizde birine eşit olan furlong kelimesi Eski İngilizcede bir akre uzunluğunda sürülmüş toprağa verilen “uzun karık”[17 - Karık: Toprakta sabanla açılan iz. (ç.n.)] (İng. long-furrow) isminin zamanla bozulmuş halidir. Uzun karıkta toprak 220 yarda uzunlukta, 22 yarda genişlikte (201 m x 20 m) sürülmüştür. Arazi boyunca toprağın kısa sürülmesinden kaynaklanan drenaj avantajlar bir yana, köylüyü bu şekilde sürmeye iten bir çift inatçı öküzü döndürmenin zorluğu olmuştur.
Bugün, at yarışı dünyasında olanlar dışında çok az kişi furlong ile ilgilenmektedir, ancak geçmişte Chicago ve Salt Lake City gibi şehirlerin adalarını ölçmek gibi önemli işlerde kullanılmıştır. Ayrıca İngilizlerin Burma’yla (günümüzde Myanmar) olan ilişkileri yüzünden bu ülkedeki yol işaretleri de hâlâ mesafeleri mil ve furlong bir arada olacak şekilde göstermektedir.
Kulaç da ismini “uzanmış kollarla” anlamına gelen bir başka eski terimden almakta ve bu şekilde tutulmuş kolların parmak uçları arasındaki mesafeye (altı fit / 182 cm) dayanmaktadır. Kolları birbirinden ayırma hareketi ip ölçmek veya sarmak için kullanışlı bir yöntem olduğu için çoğunlukla denizcilikte rağbet görmüştür. Özellikle ölçme sürecinde iskandil teline (ağırlaştırılmış halatlar su derinliğini ölçmek için kullanılırdı) atılan düğümler derinliği ifade etme biçimi olarak kullanılmıştır.
Kimilerinin iyi bildiği üzere, Mississippi nehir tekneleri bir zamanlar sadece üç düğümlü bir iskandil teli kullanmışlardır (üst belirteç, ikinci belirteç ve alt belirteç) ve iki kulaçlık mesafeyi gösteren ortadaki belirteç, Amerikalı mizah yazarı Samuel Langhorne Clemens (1835-1910) tarafından takma ad olarak kullanılmıştır.[18 - Samuel Langhorne Clemens tarafından alınan takma ad “ikinci belirteç” anlamına gelen Mark Twain’dir. (ç.n.)]
Denizde defin söz konusu olduğunda ise Deniz Kuvvetleri Komutanlığı cesedin ağırlaştırılmasını ve altı kulaçtan derin olmayan suya “gömülmesini” emretmektedir. Denizcilerin altı kulaç derine gömmekten bahsedişleri tecrübesiz denizcilerin kafasını karıştırıp toprağa defnetme işlemlerinin de altı fit derinliğindeki mezarlarda olması gerektiği yanılgısına yol açmıştır. Aslına bakıldığında ise Birleşik Krallık’ın tek şartı tabutun üstünden mezarın ağzına iki fitten (61 cm) daha az mesafe olmaması gerektiğidir.
Fersah, belirli bir mesafe olarak değil bir kişinin bir saat içinde yürüyebileceği mesafe olarak ortaya çıktığı için ayrı bir muammadır. Doğal olarak bu durum, bir fersahın kişinin yaşına, formda olma seviyesine ve söz konusu araziye bağlı olarak değişeceği anlamına gelmektedir. Bununla birlikte bir fersah genel olarak karada üç mile (5 km’den biraz daha az), denizde üç deniz miline (5,5 km) eşdeğer kabul edilmektedir.
Fransa’da bir fersah dört kilometreydi (yaklaşık 2½ mil), ancak hiçbir deniz o kadar derin olmadığı için Jules Verne’in Denizler Altında Yirmi Bin Fersah (1870) başlığının imkânsız olduğunu söylemekten hoşlanan kişiler olmuştur. Bu kişilerin şunun farkına varması gerekir ki Verne’in başlığı aslında ulaşılan derinlikle değil, alınan mesafeyle ilgilidir. Fakat bu başlığın ve Alfred Lort Tennyson’ın (1809-92) Hafif Süvari Alayının Hücumu (1854) şiirinde süvarilerin “yarım fersah ileri” gitmesi dışında bu terim, günümüzde nadiren duyulmaktadır.
GUNTER ÖLÇME ZİNCİRİ VE KRİKET SAHASI
Araziden odun yığınlarına kadar her şeyi ölçmek için belirli uzunlukta kesilmiş ipler ve teller kullanılmıştır. Bu sebeple 8 fit uzunluğa 4 fit genişlik ve derinlikte (2,4 m uzunluk x 1,2 m genişlik ve derinlik) olması gereken bir bağ odun, diğer iki boyutunu kontrol etmek için ikiye katlanabilen sekiz fit (2,4 m) uzunluğunda bir sicimle veya bağla ölçülmüştür. Fakat ip esneyebilirdi ve üçkâğıtçılar için de iplerini kısaltıp kestikleri ucu yeniden bağlamak kolay bir işti. Bu tür sahtekârlıkları engellemek için 1620’de İngiliz din adamı ve bilgin Edmund Gunter (1581-1626) bir uçtan diğer uca yirmi iki yarda (20 metreden biraz fazla) uzunluğunu verecek, her biri 7,92 inçten (201 mm) oluşan yüz adet ataş benzeri bağlantıdan oluşan bir zincir ortaya çıkarmıştır.
Gunter ölçme zinciri genel olarak zemin etüdü ve arazi ölçümünde standart hale gelmiştir, bu sebeple kriket oyununun ortaya çıktığı İngiltere’nin kırsal bölgelerinde köyün kriket sahasını düzenlemek için (kriket kale kazıkları arasındaki mesafe halen yirmi iki yardadır) bu ölçünün kullanması muhtemelen kaçınılmaz olmuştur. Ölçme zinciri ayrıca, hedefin arka desteği ile okçunun bu hedeften yirmi yardalık mesafede durduğu atış çizgisi arasını ölçerek, okçuluk sahalarını düzenlemek için de kullanılmıştır. Bu ölçü günümüzde kapalı alan uygulamaları için standart mesafedir.
Bir mil için seksen tane eğilmez ve esnemeyen zincir kullanan Gunter’ın icadı, on dokuzuncu yüzyıl demiryollarını planlamak ve düzenlemek için idealdi. İlk kısmı 2003 yılında açılan Manş Tüneli Yüksek Hızlı Tren Hattı’nın planlanmasında da bu icadın üstlendiği rol büyük olmuştur. Projenin planlarının tümü başlıca ölçü birimi olarak ölçme zincirinden bahsetmektedir ve günümüzde Birleşik Krallık trenlerinde seyahat edenler hâlâ başkent terminaline yüz otuz dört mil ve altmış üç ölçme zinciri olduğunu gösteren “Londra’ya 134/63” gibi mesafe işaretlerini görebilmektedirler.
MİL
Muhtemelen İngiltere’de kullanılan ilk metrik ölçü birimi olan mil, bir lejyonerin bin (veya Latincede mille) uygun adımının ölçüsü olarak ilk kez antik Romalılar tarafından buraya getirilmiştir. Bilinmeyen bir bölgeden geçerken özel olarak oyulmuş bir çubuğu katedilen her bir mili işaretlemek üzere yere saplamak için adımları sayan yetkili bir subay olurdu. Günün yürüyüşünün sonunda, yolculuğun başlangıç noktasından itibaren kaç mil gidildiğini belirtmek için taş bir işaretleyici yerleştirilirdi. İşte mil taşı ifadesi de bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Romalılar tarafından yerleştirilen ilk yerel mil taşları Appian Yolu boyunca dikilmiş ve düz yollar ağı genişledikçe şehrin merkez forumuna günümüzde kayıp durumda olan Altın Mil Taşı inşa edilmiştir. Böylece imparatorluktaki tüm mil taşları bu noktaya olan uzaklığı da vermiştir. Bu durum yalnızca “tüm yollar Roma’ya çıkar” inanışını yaratmakla kalmamış, 1923’te sıfır noktası mil taşını Beyaz Saray’ın hemen güneyine, Washington’a yerleştirip ülkedeki tüm mesafelerle bağlantı kurulabilecek bir referans noktası haline getirme konusunda ABD’ye de ilham kaynağı olmuştur. Böylece onlar da benzer şekilde tüm yolların Washington’a çıkması hakkında övünebilmişlerdir.
Romalıların yürüyüş mili, arazinin eğimi ve zorluğu nedeniyle uzunluk açısından farklılık gösterebilirdi. Ancak MÖ 29’da yorgun erlerin ağır adımları yüzünden askeri yolların gittikçe kısa adımlı millerle katedilmeye başlamasından bıkan Roma Ordusu Başkomutanı Marcus Agrippa, 5000 fitlik (1524 m) Roma miline ulaşmak için kendi ayağının beş katı uzunluğunu standart yürüyüş temposu olarak belirlemiştir. Bu ölçü 1593 Ağırlıklar ve Ölçüler Yasası’na kadar İngiliz mili için standart olarak kullanılagelse de I. Elizabeth ölçülerin bir inç için üçarpa tanesi, bir fit için on iki inç ve bir yarda için üç fitlik eski konsepte göre belirlenmesi gerektiğine karar vermiştir. Bu da bize 5280 fitlik (1609 m) yeni mili vermektedir.
DİĞER MİLLER
Elizabeth dönemi İngiltere’si dışındaki dönemlerde kaos hüküm sürmüştür. İskoçlar 1976 yardalık (1806 m, Edinburg kraliyet mili mesafesi) milleriyle günümüz miline yaklaşmışlarken Eski Galler mili dokuz bin adımlık mesafeyi temel alarak üç mil ve 1470 yardaya (6,2 km) eşitlenmişti. Her ne kadar bu hileli miller 1707 Birlik Yasası’yla ortadan kaldırılmış olsa da İrlandalılar 2240 yardalık millerini (2048 m) eğer bir tondaki libre sayısı iki bin iki yüz kırksa o zaman bir mildeki yarda sayısının da bu olması gerektiğini savunarak tutmaya çalışmışlardır. Bu mantığı izlemek zor olsa da bu mil, on dokuzuncu yüzyıla kadar İrlanda Cumhuriyeti’nde yaygın olarak kullanılmaya devam etmiş ve kırsal bölgelerde de yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde arada sırada kullanılmıştır.
Metrik sistemin on dokuzuncu yüzyılın sonlarında kabul edilmesine kadar bir Avusturya-Alman mili 7,5 km / 4,6 mile eşitken Macarlar ve Ruslar sırasıyla 8,3 km / 5,1 mil ve 7,4 km / 4,5 millik ölçülerini kullanmışlardır. İskandinavya boyunca mil 6 ila 14,5 km / 3,7 ila 9 mil arasında değişebilirdi ve bu tür ülkelerin 1880’lerin sonunda metrik sisteme geçmesinden uzun süre sonra bile Norveç, Finlandiya ve İsveç 10 km / 6 mil uzunluğunu tanımlamak için mili kullanmaya devam etmiştir. İsveç Vergi Dairesi araçla iş seyahati için ödenekleri mil üzerinden hesaplamakta ve araçların yakıt tüketimi bu üç ulusta genellikle mil başına litre cinsinden ifade edilmektedir.
İskoç yazarlar arasında hak ettiği değeri en az görenlerden olan Naomi Mitchison (1897-1999), otobiyografik You May Well Ask (1979) eserinde bir grup İsveçliyle sahil boyunca üç millik bir yürüyüşe katılma konusundaki isteğinden bahsetmiştir. Tabii bu grubun mil ölçüsü konusundaki yanlış fikirlerinden dolayı kendini gerçekten uzun bir yürüyüşün ortasında bulmuştur.
DENİZ MİLİ
Karadaki kuzeninin aksine deniz mili sabit bir mesafe değildir ve bir knot[19 - (İng.) Düğüm. 1852 m/saatlik gemi sürat ölçüm birimi. (ç.n.)] hızda giden bir geminin bir saatte bir deniz mili mesafe katetmesi açısından düğümle yakından ilgilidir.
Dünyayı bir elinizde tutup ekvatordan ikiye ayırsaydınız bir daireye bakıyor olurdunuz. Ardından bu daireyi üç yüz altmış dereceye ve her bir dereceyi de altmış dakikaya bölseydiniz bu dakikaların her biri bir deniz milini gösterirdi. Eğer dünya kusursuz bir küre şeklinde olsaydı bu hesaplamada sorun olmazdı ancak ekvatorda şişkin, kutuplarda basık bir küre olduğu için yelken açtığınız yere bağlı olarak bir deniz mili ekvatorda 6046 fit (1842,8 m) ila 6108 fit (1861,7 m) arasında değişkenlik gösterecektir.
Bu, büyük ölçekte çok fazla bir fark gibi görünmeyebilir, fakat uzun bir yolculukta denizci, deniz milinin değişkenlik gösteren uzunlukları için gereken karmaşık hesapları düzgün bir şekilde yapmayı başaramazsa seyir ilerledikçe düz bir yüzeyden ziyade kusurlu şekle sahip bir küre üzerinde seyahat ettiği için gemi hedefinden şaşabilmekteydi.
1580’lerde Flaman haritacı Gerardus Mercator (1512-94) sefer sürecini bozmadan dünyayı meridyenlerinin tümünün dik açılarda kesiştiği, yassı (veya düz) bir dikdörtgen olarak gösteren bir dizi grafik yayımlayarak imdada yetişmiştir. Daha önce bahsedilen karmaşık hesaplamalardan kurtulan denizcilerin işi kolaylaşmıştır. Ancak bu yeni seyir kolaylığına erişmek için Mercator’un haritaları, aşağıda bazıları verilen birkaç yanlış anlamaya sebep olmuştur.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/chitat-onlayn/?art=69403507?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
(İng.) Stone: 6350 gramlık ağırlık birimi (ç.n.)
2
(İng.) Tea caddy: Caddy kelimesi Malaycada bir zamanlar çay yapraklarını ölçmek için kullanılan ağırlık ölçüsü olan “kati”den gelmektedir. (ç.n.)
3
(İng.) Ring: Halka (ç.n.)
4
Bin kelimesi Latincede mille’dir. Mil ölçüsü de buna dayanır. (ç.n.)
5
(Alm.) Hanım, kadın. (ç.n.)
6
91,4 santimetrelik İngiliz ölçü birimi. (ç.n.)
7
Özellikle yüksek ve dağlık kıyılarda karaların denize uzanmış bölümü. (ç.n.)
8
(İng.) Give them an inch and they’ll take an ell: Ell kumaşlar için kullanılan eski bir ölçü birimidir. Arşın ve endazeyle kıyaslanabilir ancak ell 46 cm iken arşın 65 cm’ye denk düşmektedir. (ç.n.)
9
(İng.) Feet: Ayaklar. (ç.n.)
10
(İng.) Getting down to brass tacks: Asıl meseleye, sadede gelmek anlamına gelen deyim. Motamot çevirisi “pirinç çivilere gitmek” şeklinde yapılabilir. (ç.n.)
11
Üç dart atışıyla kazanılabilecek en yüksek sayı 180’dir. (ç.n.)
12
(İng.) Chain: 66 fit / 20,1168 m uzunluğundaki ölçü birimi. (ç.n.)
13
9. ve 10. yüzyıllarda İngiltere’nin Danimarkalılarca yönetilen kuzey kesimi. (ç.n.)
14
Ortaçağda özgür bir aileyi geçindirmeye yetecek miktardaki arazi ölçüsü. (ç.n.)
15
(İng.) Rod: 5,0292 metrelik uzunluk ölçüsü. (ç.n.)
16
(Jap.) Japonya Köprüsü anlamına gelmektedir. (ç.n.)
17
Karık: Toprakta sabanla açılan iz. (ç.n.)
18
Samuel Langhorne Clemens tarafından alınan takma ad “ikinci belirteç” anlamına gelen Mark Twain’dir. (ç.n.)
19
(İng.) Düğüm. 1852 m/saatlik gemi sürat ölçüm birimi. (ç.n.)