Aşk ve ölüm
Kamil Sarhanlı
Şarap ve Tanrı’da Dionysos’un mitoloji tarihindeki serüvenini anlatan Kamil Sarhanlı, Aşk ve Ölüm’de Afrodit’in şehvetle, doğurganlıkla, aşkla ve ölümle şekillenen tarihini anlatıyor. Yunan mitolojisine hakim bir dilin, edebi kurmacayı ve tarihi birlikte kullandığı bu kitapta, tanrıların doğasını ve insan zihnindeki en temel endişe ve dürtülerin tarihi yolculuğunu bulacaksınız.
Afrodit’le, şehvetin ve sadakatin sınır ihlallerini tadacak, babasıyla hesaplaşan oğulların güç oyunlarını izleyecek ve insan hayatında başlangıçla bitişin, aşkla ölümün nasıl da iç içe olduğunu göreceksiniz. Bu, Afrodit’in aynası.
“Kamil Sarhanlı, soluk soluğa okuduğumuz Şarap ve Tanrı’nın sisleri üzerimizden dağılmadan, Aşk ve Ölüm’le bizi Afrodit’in aşkla dolu, yoğun bir sis kütlesinin içine alıyor. Şiir içinde şiir olur mu diyenlere, bal gibi olur dercesine yazılmış sürükleyici satırlarını bir nefeste okudum ve tekrar tekrar okuyacağım.”
Doç. Dr. Veli Köse
Kamil Sarhanlı
Aşk ve Ölüm
Kamil Sarhanlı
1989 yılında Kuşadası’nda doğdu. Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji bölümünü birincilikle bitirdi.
Yazarlık yolculuğu KUYETA Yerel Tarih Araştırmalar Grubu sayesinde başlayan yazar, bu dergide bir yıl boyunca aralıksız araştırma yapıp yazılar yazmıştır. Burada Hayat Var dergisinin Kültür, Sanat ve Edebiyat köşesinde yazarlık çalışmalarını sürdürmektedir.
Şarap ve Tanrı KÜKSAD Kuşadası Kütüphane Yaptırma Yaşatma Kültür ve Sanat Derneği 2013-2014 Kültür Sanat Ödülü’ne layık görülmüştür.
Önsöz
Aşkların en güzeli…!
Ilık ılık esen rüzgar, tenini okşarken, o hala aşkın tanımını düşünüyordu. “İnsanın arzu dolu teninde dolaşan ılık bir nefestir aşk”, dedi önce… Olmadı… Sınavı geçememişti…
Yıllar yıllar öncesi birine akmıştı yüreği… Bir sel gibi akarken ona doğru yüreği, bedeni hep kaçmıştı ondan bilinmez bir nedenle… Hep farklı yönlere savurmuştu onları rüzgarın eli… Nereden bilecekti…? Yıllar sonra öğrendi buna yazgı dendiğini…
Yüreğinde hep saklamıştı onu. Üzerinden nice aşklar gelip geçmişti… Nice sevdalar… Nice fırtınalar… Yine de yüreğinde hep saklı kalmıştı o… Ve hep öyle de kalacaktı… Çünkü o ‘‘İLK AŞK’’tı.
“Tamam…! Buldum…!” Dedi kadın.
“Seversin, kavuşamazsın… İşte bu aşktır”, dedi. Ama Bilge Varlık yine kabul etmedi cevabını… Sessizce uzaklaştı oradan.
Güzeller güzeli kadın… Tüm erkeklerin arzuladığı büyüleyici kadın… Kimi erkeklerinse yaklaşmaya dahi cesaret edemediği güzel kadın…
Rüyaları süsleyen kadın, bir gün bir ölümlüye nasip oldu. Ölümlü sevindi, coştu. Mutluluğun şarabını içmişti… Sarhoştu… Kimsenin elde edemediğini elde etmenin sarhoşluğunu yaşıyordu ölümlü.
Güzeller güzeli kadın sevdi… Sevildi… Sevişti… Aşkın ışığı hiç sönmedi gözlerinde yıllarca…
Çok sevdi kadın… Hesapsızca sevdi… Çıkarsızca… Ölümlüye duyduğu aşkın içinde kaybetti kendisini…
Yıllar yıllar sonra…
Ölümlü terk etti güzeller güzeli kadını… Nereden bilecekti…? Yıllar sonra öğrendi buna yazgı dendiğini… İkinci bir ayrılık… İkinci bir yürek yangını… Bu yangın yerinde kaybolan benliğini aradı kadın uzunca bir süre…
Sorguladı önce kadın… ‘‘Neden’’ diye… Hesap sordu… Anlamaya çalıştı… Anlamlandırmaya… Yandı… Yandı… Kıvrandı… Sonra uzun bir yolculuğa çıktı içindeki ‘‘BEN’’e doğru. Dikenler vardı yol üstünde… Yabani otlar… Ellerini, ayaklarını kanatsa da o istenmeyenler, hepsini temizledi kadın birer birer…
Bir gün apansız ‘‘Buldum!’’ dedi kadın.
‘‘Aşk kendinden vazgeçmektir.’’
“Tamam”, dedi Bilge Varlık… “Sınavı geçtin…”
“Aşık değilsin artık sen… Aşkın kendisisin… Sen artık AŞK olmuşsun…”
Bir kapı araladı Bilge Varlık… “İşte”, dedi kadına… “Hediyen orada seni bekliyor…”
Güzeller güzeli kadın yavaşça süzüldü içeriye… Onu bekleyen hediye işte oradaydı…
Türkolog Semiha Saymaz
Olimposluların Soyağacı
William – Adolphe Bauguereau’nun Afrodit’in doğuşu adlı eseri. Afrodit’in doğuşu ile baharın gelişi betimlenmiştir.
Ölümlü bir insanın nefesinde, her defasında yeniden doğarak aşk ile çarpıyorum. Güneş, çıplak gölgemi tanımlıyor. Aşka işaret ediyorum ve diyorum ki: Aşk beni yaşat…!
1. BÖLÜM
Afrodit – Venüs’ün doğuşu, İtalyan ressam Sandro Botticelli’nin 1482-1486 yılları arasında tuval üzerine tempera ile çizdiği tablodur. Tabloda Afrodit’in denizden doğarak karaya çıkışı betimlenir.
…ve dirilir Afrodit günümüzde.
Güzellik ve ihtiras dev kanatlarını açmış
yeryüzünde süzülüyordu.
Ben Afrodit.
Her dinden…
Her ayıptan… Her düşünceden uzakta… Aşkı yeniden doğuran, aşık olan, aşık eden ve aşık kalan…!
Kıskanıldığı kadar kıskanan ve sevdiğine sahip oluncaya kadar acımasızca savaşan… Bazen sözlerle bazen de bakışlarla sevişebilen… Erkeklerde arzu, kadınlarda kıskançlık uyandıran bütün aşkların en büyük rakibi, aşka aşık tanrıça.
Dokunmak ve dokunulmak… Dokunduğunu ve dokunulduğunu hissetmek bir tanrıçanın bedeninde… Aşkın peşinde…!
Siz insanların güzelliği nefesiniz kadar, lakin bazen insanlar bir bakışta bir ömrü yaşayabilir bir güzellikte…!
Ben ışık ilahesi, yeryüzünün ve gökyüzünün bütün ihtişamına sebep olan, güzelliğin aşkı ilham ettiği ilk kuşak tanrıların mücadelesinden dünyaya gelen Yunanlıların Afrodit, Romalıların Venüs dedikleri ölmezlerin en güzeli… Yeryüzünde hayatın ve çoğalmanın sebebi… Ben, güzellik ve aşk tanrıçası AFRODİT.
Dünya üzerinde bir şair beni anlatmış sizlere. Zeus’tan öğrendim ben de kim olduğunu. Kalbinin güzelliği saf sevgiyle çarpan bir şair o. Bana olan sevgisi de dile gelmiş. Demiş ki:
Okyanusların, karalardan taştığı gün,
alevlenen zevkler yeniden dile gelir adeta, yakıcı
güzelliğine, ne ana kara kalır ne de kıta…
Tanrıçalara özgü emsalsiz gösterişiyle
arzulanan da odur, arzulatan da,
çünkü o aşkın kendisidir,
çünkü o dişiliğin taçlanmış halidir,
çünkü o doğurgan
nefeslerdeki öpüş,
açılmamış güllerin bakire halidir…
Çünkü o Afrodit’tir…
İzin verin de size kim olduğumu, bu yaşamdaki kaderimin ne olduğunu göstereyim. Bana inanmayanlarınız hatta varlığımı sorgulayanlarınız bile vardır biliyorum. Belki de sadece efsane deyip geçenleriniz… Ama unutmayın ki her kadının içinde, ruhunda, vücut hatlarında beni bulduğunuzu ve bana her seferinde yeniden aşık olduğunuzu biliyorum. Güzel, kıskanç ve acımasız bir tanrıçayım. Aslında hepimiz öyleyiz… Hepimiz aynı şeyi istiyoruz… Hepimiz istenmeyi arzuluyoruz.
Derler ki hakkımda:
‘‘O, adım attıkça açan çiçeklere,
O, koştukça esen rüzgarlara hayran bırakan
O, dudaklarda acı ve tatlı arzuyu bağırtan
O, bize benzer her aşığın kahkahalarında…!’’
Olympos’ta sürekli gülümseyen ve etrafa güzel duygular saçan bir tanrıça olarak bilirler beni. Dünyaya ve evrene sevgi ile baktığım için gelişir aslında bu duygular. Bir de aşk ile… O öyle bir duygudur ki, bir sevgi aracı olabileceği gibi, intikam aracına da dönüşebilir her an. Biri sevgi biri azap…! Biri günah biri sevap…! Biri varsa diğeri de vardır aşkta.
Çevrenizde gördüğünüz ve güzel bulduğunuz her şeyi size veren tanrıça olan ben… Sevgisiz bir kalbe aşk, solmuş bir güle can verebilen ben… Gecenin karanlığını aşk aleviyle sarıp aydınlatan… Aşkın yolu, ateşin koru olan ben… Aşka aşkla fısıldayan ben…
Nasıl ki nesnelerde mana var ise, insan duygularında da bir mana vardı elbet. Aşkın ve güzelliğin ne olduğunu biliyor musunuz? Bir de benden duymak istersiniz belki; aşkın kendisinden, varoluşun özünden. Aşk, doğal olandan farklı bir şeyi belirtir, bu farklı şeyin varlığına işaret eder insan bedeninde. Güzellik ise kutsalın gizemli bir biçimde birleşmesidir. Bu ikisinin de içinde bir mana vardır, çünkü aşkın ve güzelliğin ruhu buradadır. Afrodit der ki: Bir kadın ya da bir erkekte olağanüstü bir şey hissederseniz, bunun anlamı, bu kişide aşkın ve güzelliğin bu ruhla birleşmiş olduğudur.
Ey Kadınlar!
Güzelliğim ile herkesi hayran bırakan, her daim gülümseyen, işveli ve gönülleri fetheden bir tanrıça olduğum doğrudur. En sevgisiz kalpleri bile aşık edecek bir tılsıma sahibim. Evet ölümlü insanların gönüllerinde sonsuz mutluluk, neşe ve sevinç yaratabildiğim gibi; acı, üzüntü ve keder de yaratabilirim. Emin olun ki bende ne varsa dünyada da var ve cevabı sır değil… Eğer sorduğun “ben”sem, anlamak zor değil. Kendini çözünce beni de çözersin… Çünkü bakınca kendine, gördüğün sen, bensin.
Peki, siz Homeros’un dediklerini duydunuz mu? Duymadıysanız bakın nasıl da tanıtmış beni size:
Ey Musalar, anlatın bana altın Afrodit’in yaptığı işleri,
Kypros’un[1 - Kypros: “Kıbrıslı Tanrıça” anlamında Afrodit’e verilen sıfat.] tanrıçasının işlerini! O uyandırdı tanrılarda tatlı arzuyu,
Ölümlü insan soylarına o boyun eğdirdi,
Havada uçan kuşlara, tüm hayvan sürülerine;
Denizin ve karanın beslediği ne kadar hayvan varsa yeryüzünde hepsine
Güzel çelenkli Kytheralı[2 - Kytheralı: Lakonia sahillerinde bir ada olan Kythera’dan tanrıçaya verilen bir sıfat.] ilgilenir işte tüm bunların
hepsiyle…[3 - Homeros, Çev. A.E. Sina, Homeros İlahileri, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008, V. Bölüm, 1-16. Sütun.]
Hesiodos’a ne demeli tanrısal görevimi nasıl bir zarafetle vurgulamış öyle:
Tanrılara doğru yürümeye başladığında
Eros ve Himeos arkasından geldiler
Tanrılığın payı buydu işte.
İnsanların ve tanrıların[4 - Afrodit, sadece Olimpos’ta oturan ölümsüzlerin gönüllerini fethetmekle kalmamış bütün fani insanların da kalbinin sahibi ve hakimi olmuştur. Aşkın tanrıçası gönüllerde aşk, mutluluk, sonsuz neşe ya da acılar yaratabilmişti.],
Gülmeleri ve oynaşmaları ondan kaynaklandı.
Sevmek ve sevişmenin büyüsü de Afrodit’ten kaynaklandı.
“Sevmek ve sevişmenin büyüsü.” Ne de güzel söylemiş Hesiodos değil mi?[5 - MÖ 8. yüzyılda yaşamış ve Antik Yunan çağının en önemli şairi olarak kabul edilen Hesiodos’un, ‘‘İşler ve Günler’’ ve ‘‘Tanrıların Doğuşu’’ isimli eserleri bulunmaktadır.].
Buraya, kadın olarak gücünü ortaya çıkarmayı arzulayan ve kendilerini ifade edebilecek bir dünyada yaşamak isteyen kadınlar için geldim. Kadının gücünün büyük bir kısmı aslında bedeninde gizlidir. Işığımızın kökeni, bilinmeyenin karanlığındadır. İçinizde bir yerde beni hissedin, o hazzı yaşayın. İşte o zaman beni daha iyi anlayacak ve tanıyacaksınız..
2. BÖLÜM
Kronos
İçindeki ateşi besleyen tutkunun alevleriyle gök yaklaştı yere. Oysa kimi zevkler için duyacağı acı, tutuşan bir arzunun parçasıydı.
Sadece aşk ve ölüm değiştirebilir her şeyi… Dünya’nın karmaşasını değiştirdiği gibi… Hesiodos der ki;
Her şeyin başı Khaos’tu.
Geniş göğüslü anne Gaia vardı,
bunlar ölümsüzlerin
kökeniydi.
Olympos’un karlı zirvelerinde yaşarlardı.[6 - Hesiodos, Çev. F. Akderin, İşler ve Günler – Tanrıların Doğuşu, İstanbul: Say Yayınları, 2012, s. 62.]
Evet, her şeyden önce başlangıçta Kaos (karmaşa) vardı. Bir süre sonra Kaos’tan, Gaia (yeryüzü, toprak ana) doğmuştu. Olimpos’ta yaşayan tüm tanrılar, dolaylı ya da dolaysız Gaia’nın soyundan gelmekteydi. Gaia önce Uronus’u (gökyüzünü, kutsal göğü) ardından Pontos’u (denizi) doğurmuştu, bir eşi olmadan, tek başına. Doğmakta olan evrenin birliğini sağlayacak olansa, aşktı.
Theogonia’da (Tanrıların Doğuşu’nda) da bakın nasıl anlatılmış evrenin kendisi ve tanrıların yaratılışı:
Toprak kendine eşit olanı yarattı.
Her yeri saran yıldızlı gökyüzü çıktı ortaya.
Daha sonra mutlu tanrıların
Yuvaları olan yüksek dağlar yaratıldı.
Sonra da tanrıçaların yaşadıkları dağlar oldu.
Ürün vermeyen büyük denizler çıktı bunlardan sonra ortaya,
Azgın dalgalarla kabaran Pontos.
Uranüs ile sevişince derin girdaplarla dolu Okeanos doğdu.
Kimseyle sevişip birleşmeden yaptı bunu.
Anlatılanlara göre Gaia, kendi doğurduğu Uranüs ile birleşmiş; fakat Uranüs, Gaia’dan olan bütün çocuklarını doğar doğmaz toprağın derinliklerine gömdüğü için yeryüzü oldukça şişmiş ve korkunç sancılar içinde kıvranmaya başlamıştı. Bu birleşmeden altısı erkek, altısı dişi titanlar “Hekatenheir”ler denilen yüz kollu devler, alınlarında yalnızca birer göz bulunan Kiklop’lar meydana gelmişti. Ne var ki Uranüs canavar görünümlü çocuklarından hiç hoşlanmamıştı ve sahip olduğu ne varsa hepsini kaybedeceğinden korktuğu için onları toprağın bağrına saklaması da bu yüzdendi. Benim doğumum da işte tam burada başlamaktaydı. Uranüs’ün çocuklarını yeraltına gömmesine artık dayanamayan Gaia bir plan yaptı. Ak çeliği yarattı ve ondan bir tırpan yapıp oğlu Kronos’u cesaretlendirerek Uranüs’ün tanrısal saltanatına isyan etmesini sağladı.
Geceleyin, gökyüzü hevesle karısının yanına inince, toprağı sarmalamıştı şehvetle. Ama pusudan çıkan oğlu ona sol elini uzattı ve sağ elindeki kocaman tırpanın sivri dişleriyle birdenbire babasının hayalarını kesti ve ardından beyaz çelik tarafından kesilen bu hayaları denize fırlattı Uranüs’ün yükselen çığlığı gökyüzüne değdiğinde, yeryüzü şafak ile birlikte aydınlanmaktaydı ve tüm bunlar olup biterken tüm gezegen görüp görebileceği en muhteşem güzelliğe şahit olmak üzereydi, derler.
Bir de Hesiodos’dan duyun Gaia’nın planlarını:
Toprak ve Gökyüzünün çocukları da oldu
Hepsinin de adı duyuldu mu
Korku salınırdı etrafa.
Başı gökyüzünde olan bu çocukların omuzlarından sarkan
Korkunç, yüz kolları vardı.
Aynı zamanda yine büyük bedenleri üzerinde yükselen
Elli de kafaları bulunuyordu.
Toprak ve gökyüzünün oğulları bu kadar güçlüydüler işte.
Babaları ilk günden nefret etmişti onlardan.
Doğdukları zaman ışığa çıkmaları gerekirken,
Onları toprağın altına saklamıştı.
Gökyüzü planını uyguladığında, toprak çok rahatsız oldu
Ve karşı bir plan yaptı.
Hemen beyaz bir çelik yarattı.
Ardından da ondan bir tırpan yapıp
Çocuklarını babalarına karşı kışkırttı ve şöyle dedi:
“Benden daha da azgın bir adam olan,
Çocuklarımın babasına cezasını verelim.
Çocuklarım! Bu sizin babanız da olsa,
kötülükleri ortaya çıkaran odur.”
Bundan sonra hiç kimse konuşmadı.
Fakat kötü niyetli Kronos annesine korkmadan dedi ki:
”Ben halledeceğim bu işi,
Söz veriyorum sana.”
Ölümlü bir kızın bana dediklerine bakın:
“Ortalıkta tamamlanmamış aşklar, haz alınmamış birleşmeler ve yarım kalmış gülüşler vardı. Ta ki bir gece Kronos’un tırmığı intikam ile bileninceğe dek. Kesip atınca Kronos, Uranüs’ün hayalarını, fırlatınca denizin en derinlerine, sakin sular dalgalandı. Birden döllendi o sakin sularda beklenen güzel…” Bacaksıza bakın neler de söylemiş böyle. Haber olsun ya söyleyeceklerini hemen söyleyiveriyorlar işte dünyaya böyle.
Niçin benim dünyam bu kadar uzaktı diğerlerinden? Sessiz ve derinden…! Oysa tanrıçaydım ben, dölsüz rahimden çıkagelen… Yitip giden bir güzellikte değil, sonsuzlukta döllenmiştim.
Hesiodos da o anı, doğumumu yaşarcasına anlatmış bir bir herkese:
Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan.
Bir kız türeyiverdi bu ak köpükten.
Önce kutsal Kythera’ya uğradı bu kız,
Oradan da dört bir tarafı denizlerle çevrili Kıbrıs’a gitti.
Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça.
Her nerede yürüse,
yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu
Yumuşacık ayaklarıyla bastığı yerlerden.
Afrodit dediler ona tanrılar ve insanlar
Bir köpükten[7 - ‘‘Aphros’’ Yunanca köpük anlamına gelmektedir.] doğmuş olduğu için.[8 - Azra Erhat ve Sebahattin Eyüpoğlu, Hesiodos: Eseri ve Kaynakları, Ankara: TTK yay. 1977, s. 111.]
Denizin köpüklerinden yeryüzüne ilk çıktığımda Zephyroslar (rüzgar) çırılçıplak bedenimi okşadı ve dağıttı ak köpüklerimi. Rüzgar önce Kythera[9 - Lakonia sahillerinde bir ada.]’ya sonra Kıbrıs kıyılarına götürdü beni. Buralar gözde yerlerimdi, çağlar boyu mabetlerim olmuştu. Ama ak köpüklerin içinden çıktığım deniz ve kıyı, sonsuza dek kalacaklardı. Orada, o doğduğum yerde… Aşkın ayrılmaz tutkusu olan Kahkahalar, Himeroslar (arzu tanrıçaları) birer gölgemdiler adeta. Kıbrıs sahiline çıktığım sırada zaman tanrıçaları Horalar (“mevsimler” de denirdi onlara) karşılamıştı beni. “Sen, kimsin?” diye sorduklarında, sonsuz bir denizin sonsuz kıyısından gelen bir tanrıça olduğumu söylemiştim onlara. O vakit vücudumdaki deniz suyunu ve tuzunu temizleyerek tüm bedenimi kuruladılar. Saçlarımı ördüler tek tek, özenle… Göz alıcı elbiseler giydirdiler bakire bedenime… Ölümsüz başıma da güzel işlenmiş altın bir taç taktılar. Kulaklarımı değerli altın ve dağ bakırından yapılmış gül goncası küpelerle süslediler… Narin boynumu ve gümüş ışıltılı göğsümü, değerli taşlarla doldurdular. En sonunda da Gaia’nın tanrısallığım adına gönderdiği “Cestus” adı verilen, sevgi ve aşk esinleme gücüne sahip bir kemeri bağladılar belime. Göksel kıyafetlerime hürmetler yağdı bu kemerle.
Hiç tanımadığım bilmediğim bu dünyada, evrenin en güzel kadını haline geldim. Sonra iki beyaz güvercinin çektiği bir şar (tanrılar arabası) getirdiler ve beni ölmezlerin diyarına, Olympos Dağı’na uçurdular.
Olympos Dağı’na geldiğim sırada Olympos’un yüce tanrıları toplantı halindeydiler. Suretimi gördükleri an, göz kamaştıran güzelliğim karşısında büyülendiler, hemen ayağa kalkarak kutsadılar beni ve tanrıça olarak aralarına alıp yüksekçe bir tahta oturttular. Böylece Olympos Tanrıları arasındaki eşsiz yerimi almış oldum.
İlahi Homeros! İkinci bir doğuş yaşadım sayende. Tanrılar Tanrısı Zeus ile Okeanos[10 - Hesiodos’a göre, yeryüzü Gaia, Kaos’tan çıkınca erkeksiz olarak, Uranüs’le (gökyüzü) Pontus’u (denizi) yaratır. Sonra da kendi doğurduğu Uranüs’le sevişince “derin girdaplarla dolu Okeanos’’u doğurur. Okeanos, Gaia’nın on iki Titan evlatlarından birincisidir.] Irmağı’nın kızı Dione sevişip birleştikleri zaman, tensel arzudan doğdum bu kez. Bu doğumum ile öteki benliğimle tam bir uyum içinde olamadım. Giydirilmiş bir elbiseydi bu bana. Homeros’un giydirdiği bir elbise…
Olumlu ve olumsuz yanlarım, çelişkilerim neye dayandırılsa beğenirsiniz? İki Afrodit varmış güya… Olacak şey değil! ‘‘Aşk olmadan Afrodit’in olamayacağını herkes bilirmiş’’. Platon’un akıl yürütmelerle kafası karışmış herhalde. Ben olmadan Aşk olamayacağını biliyor herkes. Sanırım bu konuda yine de merakınızı giderebilirim. Demiş ki: ‘‘ Afrodit tek olsaydı, sevgi de tek olurdu ama madem ki iki Afrodit var, sevginin de iki olması gerek. Hem bu tanrının ikiliği nasıl inkar edilebilir? Biri, yani en eskisi, göksel dediğimiz Afrodit. Annesi olmayan, göğün kızıdır. Daha sonra gelen bir başkası var ki, Zeus’la Dione’nin kızıdır.’’
İkinci bir doğuş mümkün mü? Nasıl bir öneme sahip? Bir şey yeniden doğduğunda kendisinden bir şey kaybeder mi, yoksa tam tersine, bir şey mi kazanmıştır? Bunların benim için hiçbir önemi yok, çünkü ben nerede, nasıl doğduğumu biliyorum, önemli olan da bu.
Uranüs’ün oğlu Kronos tarafından iğdiş edilişi
Üranüs, Gaia ile birleşmesinden doğan çocuklarını toprağa gömerken
3. BÖLÜM
Afrodit’in aynası
Gölgem gölgemle buluştu yeniden…!
Hiç sarılmadığı kadar sıkı sarıldı bana…!
Ve hiç sevmediğim kadar sevdim ben de onu…!
Mistik bir güzelliğe sahiptir sembollerim. Benden bir parça bulursunuz onlarda. Varoluşumun birer parçasıdır çünkü onlar. Büyüleyen, büyüledikçe de kendisine doğru çeken bilinmezliğin suskunluğudurlar. Çokanlamlılık özlerindedir. Kuğu, bunlar arasında en özel sembollerimden biridir. Zarafetimin simgesidir o. Uzun, kıvrık boyunları ve geniş kanatları ile her kadının doğuştan gelen zarafeti…! Aynı zamanda yaratıcı kaynağın ve yaşamın nefesini simgeler. Hoşluğun, zarifliğin, alımlılığın ve çekiciliğin birleşiminin estetik halidir. Zeus dahi Leda’yı etkileyebilmek ve onunla ilişki kurabilmek için kuğu kılığına girmiştir.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/kamil-sarhanli/ask-ve-olum-69403168/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
Kypros: “Kıbrıslı Tanrıça” anlamında Afrodit’e verilen sıfat.
2
Kytheralı: Lakonia sahillerinde bir ada olan Kythera’dan tanrıçaya verilen bir sıfat.
3
Homeros, Çev. A.E. Sina, Homeros İlahileri, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008, V. Bölüm, 1-16. Sütun.
4
Afrodit, sadece Olimpos’ta oturan ölümsüzlerin gönüllerini fethetmekle kalmamış bütün fani insanların da kalbinin sahibi ve hakimi olmuştur. Aşkın tanrıçası gönüllerde aşk, mutluluk, sonsuz neşe ya da acılar yaratabilmişti.
5
MÖ 8. yüzyılda yaşamış ve Antik Yunan çağının en önemli şairi olarak kabul edilen Hesiodos’un, ‘‘İşler ve Günler’’ ve ‘‘Tanrıların Doğuşu’’ isimli eserleri bulunmaktadır.
6
Hesiodos, Çev. F. Akderin, İşler ve Günler – Tanrıların Doğuşu, İstanbul: Say Yayınları, 2012, s. 62.
7
‘‘Aphros’’ Yunanca köpük anlamına gelmektedir.
8
Azra Erhat ve Sebahattin Eyüpoğlu, Hesiodos: Eseri ve Kaynakları, Ankara: TTK yay. 1977, s. 111.
9
Lakonia sahillerinde bir ada.
10
Hesiodos’a göre, yeryüzü Gaia, Kaos’tan çıkınca erkeksiz olarak, Uranüs’le (gökyüzü) Pontus’u (denizi) yaratır. Sonra da kendi doğurduğu Uranüs’le sevişince “derin girdaplarla dolu Okeanos’’u doğurur. Okeanos, Gaia’nın on iki Titan evlatlarından birincisidir.