1.ci Dünya Savaşı

1.ci Dünya Savaşı
History Nerds
Aleksa Vučković
1 ci Dünya Savaşının Kısa Tarihi
Birinci dünya savaşına, ”tüm savaşları bitirecek savaş” denmişti. Öyle olmadı. Meseleye bu açıdan bakıp , sebeplerini, reaksiyonları ve dünyanın en yüksek orandaki kurbanları olan kayıp canları irdelememiz gerekiyor.  Her zaman, büyük savaşlarda kurban olan canları duyarız, lakin, 1ci Dünya Savaşının hikayesini eni konu tartışmamız, İkinci Dünya Savaşına zemin hazırlayan durumların da açığa çıkmasını sağlayacaktır. Eğer 1ci Dünya Savaşı  tam teslimiyetle bitmiş olsaydı, 2ci Dünya Savaşı gerçekleşmeyecekti. Almanların çoğu, örneğin Keiser, teslim olarak ülkesine ihanet etti. Neden teslim oldu? Almanya nasıl bir problemin içerisindeydi. Savaş taze kan peşinde olduğundan ve insanlık da buna su taşıma heveslisi olduğundan,  barış adına bedel ödemek gerektiği unutulmamalıdır.


© 2021 - History Nerds, Aleksa Vučković

1 ci Dünya Savaşı: Adanmış Bir Nesil

Author: History Nerds ve Aleksa Vuckovic
Translator: Bahtisen Yavuz


Giriş
Bir yazar ve bir tarihçi için en büyük zorluk, böylesine geniş kapsamlı ve önemli bir konudan alnının akıyla çıkmaktır. Günümüzü, yani bir asır sonrasını düşündüğümüzde, Birinci Dünya Savaşı son derece detaylı araştırılabilir ve her yönüyle keşfedilebilir. Fakat bunu yazmaya kalkışınca ve Dünya tarihinin bu en acımasız döneminin resmini yansıtmaya karar verince, en büyük engelle karşılaşıyorsunuz: hatta daha ilk kelimeye başlamadan. Problem şuradan kaynaklanıyor: İlk gerçek Dünya Savaşını ve bu depremin çelişkilerini adil bir şekilde nasıl resimleyeceksin? Bu global çatışmanın girdabında kaybolan milyonlarca hayatı nasıl tarafsızca resmedeceksin ve bunu yaparken de, bu kitapta, dünyanın pek çok savaş yıkığı köşesinde sonsuza kadar kaybolmuş hayatlara saygıda kusur etmeyeceksin.

Bir yazar ve tutkulu bir tarihçi olarak, bu zorluğu kendime rehber edindim-hatta bu kitabı yazmaya başlamadan önce. Birinci Dünya Savaşı vizyonunu gelecek nesillere hakkıyla taşımak için bunun anlaşılması, bilinmesi ve hatırlanması gerekmektedir. Çünkü savaşın sonu zafer de olsa, kurban vermeden ve başarısızlıklarla karşılaşılmadan bu gerçekleşemez. Söz konusu bu olunca, bu çalışma dünyayı saran bu global savaşın tüm yönlerini yansıtma gayretinde olacaktır. Batı cephelerinin siperlerinden, Balkan Cephesinde göğüs göğse savaşlara kadar bir tarama yapmak ve kurban olan insanları anmak gerekmektedir. Bu geniş kapsamlı konuyla boğuşurken, bir başka kritik konu daha var ki; mutlaka ele alınması gerekir. Bu konu diyalogdur. Bugün, bir asırdan fazla süre önce gerçekleşmiş olan global bir savaşı her yönüyle ele almamız, nedenlerini ve modern, çağdaş dünyaya etkilerini incelememiz gerekmektedir. Bu Büyük Savaş, dönemin tarihçilerince açıklandı ve tartışıldı. Ve bugün, onların birikmiş çalışmalarında ve tarih literatürü boyunca seçkin bir kaynak oluşturmuştur.

20ci yüzyılın ilk onlu türbülanslı yıllarından bu yana çok şey değişti ve tarih o günlerden beri hiç nefes alamadı, hiçbir şey artık aynı değildi. Yalnız, bir daha da o günlerin toplu cinneti, yani 1ci Dünya Savaşındaki o denli bir vahşet bu kadar geniş bir alana yayılmadı. Monarşilerin şaşaalı zamanları ile çöküş dönemleri arasında, yani eski geleneklerden yeni teknolojilerle tanışılan, baskı altındaki halkların özgürlük çığlıkları atmaya başladığı bir dönemde, dünya nefesini tutmuştu. 1914 ün ilk aylarından itibaren tüm dünya, korku ve merakla Avrupa’nın savaş uçurumunun dibinde sallanmasını izliyordu. Fakat, ne yazık ki, savaş kaçınılmazdı ve Avrupa savaşa girdi ve dünya da ardından takip etti. Başlangıçta iki devlet arasında gibi başlayan bir çatışma, daha sonra Büyük Savaş ve ardından da 1 ci Dünya Savaşı olarak adlandırılan gerçek bir dünya savaşına dönüştü. 28 Temmuz 1914 de başladı ve 11 Kasım 1918 e kadar sürdü, ardında milyonlarca can kaybı bırakarak. Bugün, 1 ci Dünya Savaşı insanlık tarihindeki en ölümcül ve en vahşi savaşı olarak addedilir ve bedeli Avrupa’nın bir koca mezarlığa dönüşmesi- savaşın alevlerine yürüyen 60 milyon ana, baba, oğul, kız, bacı, kardeş olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı, pek çok yönden de ilklerin savaşıdır. Dünyanın en kritik zamanlarında -eski geleneklerin hızla kaybolduğu ve yerini büyük oranda endüstrinin aldığı bir dönemde geldi. Bu endüstri de çok geçmeden askeri amaçlara yönelmeye başladı ve geleneksel savaş yöntemlerinin yerini gelişmiş silahlar almaya başladı. Ve bu da beraberinde, daha gelişmiş yöntemler ve daha yıkıcı ve kitlesel ölümlere sebep olan silahları getirdi. Cepheler genişlemeye başladı ve savaş yerden havaya, sonra da denize yayıldı. Pek çok yönden, insanlığa tarihin en kötüsünü yaşatan bir savaş oldu. Piyade savaşları ve düşmanların birbirine karşı savaş kurallarını uyguladığı günler çok gerilerde kalmıştı. Tüfek icat olmuş mertlik bozulmuştu. Muharebe meydanlarındaki şerefli göğüs göğse çatışmalarda yaşanan savaş namusu çoktan unutulmuştu. Birinci Dünya Savaşı, dünyayı uçaklar, bombardımanlar ve açlıktan ölümler çağına taşıdı. Dünyayı önce, zehirli gaz savaşları ve hava hakimiyeti ile genişleyen cepheler bataklığına itti. Evet, ilklerin savaşıydı ve dünyayı öyle bir uçuruma sürükledi ki; geri dönülemez yaralar açtı. Ve şimdi, Birinci Dünya Savaşından yıllar sonra, savaşlar yine asla eskisi gibi olmayacak.

Bölüm 1
Sahneyi savaşa hazırlama: Arka Planı
Savaşa sebep olan en can alıcı sebeplere ve olaylara direkt olarak gömülmeden önce, 20 ci yüzyıla gelirken dünyada olan değişiklileri ve gelişmeleri yansıtmak son derece önemlidir. Bu gelişmeler oldukça dinamik ve bir o kadar da düzensizdi. Ve en önemlisi de sanayi idi. Başlangıçta, sanayi büyük ölçüde kentlerde hayata geçirildi ve kırsal kesimler geleneksel hayatlarına devam ettiler. Fakat çok geçmeden, bu da değişmeye başlayacaktı. Dikkatler büyük bir hızla sanayileşmeye çevrildi ve bu da pek çok şeyi değiştirdi. Endüstrileşme, kentleşmeyi getirdi ve ardından da kentsel alanlar ve kent merkezlerinin sayısı artmaya başladı. Bu durum da, tüm Avrupa’da demografik değişikliklere yol açmıştır. Binlerce istihdam yaratan büyük ortaklıklar ve fabrikaların ortaya çıkması ve buharlı makinalardan petrole geçişle birlikte, Avrupa ve diğer dünya ülkelerinin, artık kırsal hayatın yavaş yavaş zayıflayacağı yeni bir dünya düzenine doğru kaydıkları belli olmaya başlamıştı.
Bir başka kritik değişiklik de, dünya demografisinde meydana geldi. Başlangıçta Avrupa gerçek bir popülasyon patlaması yaşadı. İlk 20 yıl boyunca, büyük sanayi işletmelerinde, pek çok Avrupalının daha iyi iş imkanı ve daha iyi bir hayat imkanı bulmak için kendilerini Kuzey Amerika kıyılarında bulması nedeniyle oluşan büyük iş gücü açığından dolayı Avrupa, çok yüksek boyutlarda göçlere sahne oldu. Avrupa’da, yani ülkelerinde kalanlar ise kentlerdeki imkanları keşfetmişlerdi. Kentlere ve gelişmiş bölgelere doğru göçler başladı ve pek çok şehir on yıldan daha kısa sürede hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. Bu hızlı gelişme de sınıf farklılıklarında gözle görülür bir uçurum yaratmaya başladı: gelişen sanayiler ve ticaret zenginliğin yeni kaynağı idi ve profesyonel, ticari ve beyaz yakalı orta sınıfın yeni kaynağıydı. Diğer yandan da, nüfus artışı ve kırsal kesimden kentlere hızlı akış neticesinde alt sınıfta ve mavi yakalı ailelerde yoksulluk had safhaya varmaya başlamıştı. Bu çalışan aileler genelde ortalama dört çocuk sahibi idiler ve kötü şartlardaki apartman bloklarında berbat şartlarda yaşıyorlardı. Sınıflar arası uçurumlar 20 ci yüzyılın başlarında hayatın her alanında kendini göstermeye başladı. yavaş yavaş göze çarpmaya başladı . Ayırımcılık tüm kentsel çevrelerde rastlanır oldu, özellikle de kıyafetlerde ve zenginlerle fakirler arasındaki sosyal alışkanlıklarda.

1.1 – Güçler Savaşı
19 cu yüzyılın ortasındaki “Sanayi Devriminin liderlerinden birisi, sanayi devi olma yolunda ilerleyen ve “Dünyanın atölyesi” olarak adlandırılan İngiltere olmuştur. Ne var ki, diğer Avrupalı güçler, güç ve zenginlik üzerinden bir yarış yaratarak, çok geçmeden ona yetişmeye başladılar. 1870lerde, Almanya kömür, çelik ve demir üretiminde hızlı bir şekilde sanayisini genişletti ve 1913 de sanayi liderliğini İngiltere’den devraldı. Bununla beraber, Avrupa’nın dışında, Amerika dünyanın en güçlü ve tartışmasız en büyüğü oldu. Fakat Avrupa’da büyük bir dengesizlik yaratılmıştı. Küçük uluslar, yarışmaya ve Almanya’nın hızlı gelişimini yakalama mücadelesine başladılar ve güçler arası seviyedeki bu açık kapatılamaz düzeye gelmişti. Güçler arası seviye uçurumu o denli fazla idi ki, ilerleyen zamanlarda çok ciddi sonuçlar doğuracaktı.
19 cu yüzyılın sonlarından başlayarak, daha sonraki zamanlarda Ulusalcılık da baş göstermeye başladı. Bu durum tabii ki egemen güçlerin işine geliyordu. Vatandaşlar üzerinde egemenlik kurmak, oyları garantilemek ve çalışan sınıfları vatandaşlık hissiyatına yöneltmek işlerini kolaylaştırıyordu. Bu hissiyat ayrıca Avrupa’da gittikçe göze çarpmaya başlayan sınıflar arası keskin ayırımı da yumuşatıyordu . Devletlerinin güvenliği söz konusu olunca, gerisi teferruat oluyordu ve herkesi bu duygu etrafında birleştiriyordu. Emperyalizm, Nasyonalizm ve vatanseverlik, en yoksul insanların bile ulusun genel olarak paylaştığı hassasiyetler etrafında toplanmaları için en etkili araçlardı.
19 cu yüzyılın büyük bölümünde, Avrupa’nın egemen güçleri sınıflar arasında denge sağlamak için mücadele etmekteydi. Bu mücadele, pek çok karmaşık askeri ittifaklar ve ticaret ilişkilerini doğurdu. Lider güç olan Almanya’nın başındaki yaşlı Şansölye Otto Von Bismarck, bu dengeyi gözeterek bir barış tahsis etmek istedi. Yarış halindeki lider güçleri control altında tutmak için, Rusya ile Avurturya-Macaristan arasında bir anlaşma imzalattı ve Fransayı diplomatik izolasyona tabii tutarak onu ittifaka almadı. He Avrupa’nın ve hem de Almanya’nın çıkarlarına uygun pek çok ittifak ve anlaşma yaptı. Bunlardan birisi, Rusya ile Almanya arasında yapılan ve 1897-1890 yılları arasında yürürlükte kalan diplomatic bir anlaşma olan , “İkili Güvenlik Anlaşması” idi ve büyük güçlerden birisi ile hangisi savaşa girerse diğeri tarafsız kalacaktı. Bu anlaşma Avrupa’da ne yazık ki barışın son sigortasıydı: Bismarck 1890 da istifa eder etmez, tüm politikaları ve emekleri yok sayıldı.
İkili Güvenlik Anlaşması çok geçmeden lav edildi ve geçersiz sayıldı ve yerine Almanya ve Avusturya-Macaristan arasında savunma anlaşması olan, “İkili İttifak” anlaşması yapıldı. Bir müddet sonra da ittifak genişletildi ve İtalya da dahil edildi. Bunlar hep Bismarck’dan sonra göreve gelen ve Bismarck’ın diplomatic kabiliyetlerinden yoksun, yeteneksiz Şansölye Leo Von Caprivi’nin marifetleriydi.
Gerçek şu idi ki, Avrupa’nın gücü ittifakların gücü üzerine kuruluydu ve bu ittifaklar ilerleyen zamanlarda savaşa karşı kesin güvenlik işlevi görecekti. Almanya Üçlü İttifak işine girince, bu durum Rusya’ya yeni ittifak arayışı inisiyatifini sağladı. Bu da, 1891-1914 yılları arasında yürürlükte kalacak olan Franco-Rus anlaşması sonucunu doğurdu. Daha sonra bu anlaşmaya Büyük Britanya da katılacaktı ve Üçlü Antante ile sonuçlanacaktı. Böylece, savaş sırasında birbirine yardım etme temeline dayalı iki karşı ittifak bloku oluştu. Bu oluşum, ayak sesleri gelmekte olan savaşın en büyük katılımlarını yarattı.
19 cu yüzyılın sonlarında başlayıp, 20 ci yüzyıla taşınan Alman-Büyük Britanya düşmanlığı iyice derinleşmeye başlamıştı. Avrupa’nın liderliğini alma yarışı ve buna eklenen ikili ilişkiler bu iki güç arasında silahlanma savaşına sebep oldu. Bu silahlanma yarışı sonrasında deniz kuvvetlerine odaklandı: 1897 de Alman Amiral Alfred Von Tirpitz, Anglo-Alman yarışını başlattı. Amacı Britanya’ya meydan okuyacak güçlü bir deniz kuvvetleri oluşturmak ve onu diplomatic tavize zorlamaktı. Fakat gerçekte, Almanya Bahriyesi, “donanma varlığı” olarak kalabildi yani sadece limanda işlev görebilecekti ve ancak limandan çıkmadan kontrolü elinde tutabilecekti. Gerçek şu idi ki, bir çatışmada donanmanın bu şekilde zafer kazanması imkansızdı.
Kayzer 2 ci Wilhelm’in donanma sekreteri Tirpitz, Büyük Briranya’ya karşı politik üstünlük sağlamanın tek yolunun donanma üstünlüğü olduğu konusunda ikna olmuştu ve Almanya’nın deniz aşırı yayılması ve donanma gücü konusunda son derece ateşliydi . Kayzer, Triptz’in planını onayladı ve yürürlüğe koydu.

Alman Reich Donanma Ofisi bu nedenle, hedefi en az 60 adet savaş gemisini donanmaya katarak Alman filosunu genişletmek olan uzun vadeli çalışmalarını başlattı. Bu yeni nesil donanma malzemeleri, bahriye anlayışına farklı bir boyut kattı: artık tonaj, büyüklük ve silah kalibresi önem kazanmaya başladı. Hız ve baskınlar artık odak noktasında değildi, onun yerini döküm yük ve büyüklük ve düşman ateşine mümkün olduğunca uzun süre dayanma yeteneği aldı. Tabii ki, beklenen olmuştu ve yeni donanma genişlemesi Alman ekonomik altyapısını fena halde vurmuştu. 1908 de Alman Reichstag, üretimi her yıl dört savaş gemisine yükseltmeyi öngören dördüncü bahriye bütçesini onayladı. Fakat aynı yıl Bosna krizi patlayınca, Alman bütçesinin çoğu askeri harcamalara yöneldi. Alman Şansölyesi, Bernhard Von Bülow ülkenin aynı anda hem Avrupa’nın en büyük askeri gücü ve hem de en büyük donanma gücü olması ihtimalinin pek gerçekçi olamayacağı sonucuna vardı. Bu durum da, Tirpitz’in planlarının sorgulanmasına sebep oldu.
Bu arada İngiliz Hükümeti, en büyük potansiyel tehlikeyi Almanya’nın donanma güçlendirme çalışmalarında değil, iç politik çevrelerde görüyordu. Tansiyon gittikçe yükseliyordu ve Almanya’nın donanmasını genişlettiği haberi 1908 de İngiliz Deniz Kuvvetlerince yayınlanan ve Berlin kaynaklı, Alman savaş gücünün yeni savaş gemileri inşasıyla yeniden yapılandırıldığı haberini içeren bir rapor kamuoyunun durumdan haberdar olmasına sebep oldu. Nitekim, bu durum hem kamuoyunda hem de bazı hükümet çevrelerince İngiliz deniz kuvvetlerine yeni dretnotların ilave edilmesi talebini dile getiren seslerin yükselmesine sebep oldu. Bu nedenle, 1909 da İngiltere Baş Bakanı Herbert Henry Asquith, ertesi yıldan başlayarak her yıl dört dretnotun donanmaya eklenmesi teklifini sundu. Bu teklif , 1910 da Kamu Bütçesi olarak bütçeden geçti ve onaylandı.
Uzun vadede, Almanya’nın silahlanma yarışı beklendiği kadar başarılı değildi. 1914 de halen yüksek tonajlı gemi eksikleri vardı. İngiltere’nin her biri 2,205,000 tonluk 29 gemisine karşın, Almanya’nın her biri 1,019,000 ton 17 adet dretnotu vardı.
1.2- Bosna Krizi ve Savaşa Açılan Patika
Avrupa’da mevcut krizi daha da derinleştiren bir sonraki ana türbülans 1908 de patlak veren Bosna Krizidir. Artan etnik tansiyon ve yurttaşçılık ve milliyetçilik eğilimlerinin yükselişi tüm kıtaya salgın şeklinde yayılmaya başlamıştı ve özellikle de eski zamanlardan beri çoklu etnik yapı, çoklu dinler halinde yaşayan Balkanlarda bu durum daha da gözle görülecek hale gelmeye başladı. Dolayısıyla, Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altında olan Bosna Hersek’i ilhak kararının tansiyonu iyice zirveye ulaştırması sürpriz olmayacaktı.
Rusya-Osmanlı ihtilafının ardından Balkanlar’da yönetimlere karşı isyanların patlak vermesi sonrası Bölge, 1878 de güçlü Avustro-Macar hakimiyetine girdi. Avusturya-Macaristan, Bosna üzerindeki iddialarına, Doğu Avrupa ve Balkanlardaki toprak ve hükümranlık bölüşümünü amaçlayan ve Rusya ile aralarında gizli bir şekilde imzalanan 1877 Budapeşte Konvansiyonlarını dayanak yaptı.
1908 de gerçekleşen ilhak mükemmel zamanlanmıştı ve 1908 de Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılma deklarasyonuyla aynı zamana denk gelmişti. Bu durum Büyük Güç’ler arasında çok büyük protestolara sebep oldu, özellikle de Avusturya-Macaristan’ın yakın komşuları Sırbistan ve Karadağ tarafından. İlhak çok geçmeden Avusturya’nın müttefikleriyle ilişkilerinin bozulmasına sebep oldu ve Sırbistan ve öteki Slav etnisitelerle soğukluğa sebep oldu, özellikle de İlhak altındaki Bosna’da. Ortodoks ve slav Sırbistan’ın kardeşi Rusya da öfke duymaktaydı. Balkanlar kısa bir süre sonra Avrupa’nın barut fıçısı olma sıfatını kazanacaktı.
Bundan önce, Osmanlı hükümranlığı altında yaklaşık beş yüz sene akıllı uslu yaşamış Balkanlar, yükselen milliyetçilik dalgası ile ardı arkasına isyanlara sahne olmaya başladı. Bunların en önemlisi, Sırp Bağımsızlık Savaşı olarak da bilinen, 1876-1878 Sırp-Osmanlı savaşlarıdır. Savaşlar 1875 de Hersek’teki Sırp ayaklanmasının ardından, Balkanlar’daki Hıristiyan ayaklanmalarının alevlenmesinin ardından gerçekleşti. Bunu, 28 Temmuz 1876 da Sırbistan’ın Osmanlı İmparatorluğuna savaş açması takip etti. Esas çatışmalar şimdiki Güneydoğu Sırbistan çevresinde yoğunlaştı ve sonunda Sırp tarafının art arda mağlubiyetleri ve geri çekilmesiyle sonuçlandı. Bu mağlubiyetlerin ardından, Sırp Hükümeti büyük Avrupa güçlerine bir mektupla başvurarak aracı olmalarını ve anlaşmazlıkta diplomatik çözüme yardımcı olmalarını talep etti. Bu durum sadece bir aylık bir ateşkes sağladı ve savaş bunun ardından kaldığı yerden devam etti. Ne var ki, Sırplar bir kez daha Osmanlılara karşı hiç bir ilerleme sağlayamadı. O sırada Rusya müdahil oldu ve Osmanlıları ateşkese zorlamak için savaş açmakla tehdit etti. Bu durum, Sırp-Osmanlı savaşının bitmesini sağladı.
Çok geçmeden, Rusya Sırbistan’a ilk askeri yardımı yaptı ve daha sonra da anlaşmazlığı 1877 de yenileyerek ikinci savaş olarak bilinen safhaya taşıdı. İki ay kadar süren ikinci safha Sırbistan’ın kesin zaferiyle sonuçlandı ve bu bölgenin büyük bir bölümünden Osmanlıları ve diğer Müslüman ahaliyi kırıma uğratarak güneydoğu topraklarının büyük kısmını tekrar kazandı. Savaşın ardından kazanımlarını 1878 de Alman Şansölyesi Otto Con Bismarck liderliğinde Berlin Kongresi ile dikte ettiler. Buna göre, Sırbistan kazandığı toprakları genişletti ve bağımsız bir ülke olarak resmen uluslararası arenada tanınmış oldu. Ancak, Kongre hiç bir çözüm getirmedi. Rusya ile Avusturya-Macaristan arasındaki tansiyon gittikçe yükseliyordu ve Balkanlar rahat değildi. Birinci ve İkinci Balkan harpleri bunun hemen bir kaç yıl ardından başladı ve Büyük Savaşa giden yolda bütün Avrupa’da huzursuzlukları iyice körükledi.
Bölüm II
Sarayevo Suikastı: Ateşi yakan kıvılcım

2.1 – Balkan Savaşları
Balkanlarda Slav milliyetçiliğinin yükselişi, Avusturya-Macaristan’ın baş ağrılarından biri haline gelmişti. Özellikle de Sırbistan topraklarının dışındaki Sırp azınlıklar arasında huzursuzluk had safhadaydı. Sırplar, yüzyıllardır bu bölgelerde yani Karadağ, Dalmaçya, Hırvatistan askeri sınırları, Zumberak dağları ve Bosna’da yerleşmişlerdi. Onlarınki, Güney Slav etnisitesinin de zamanla eşlik ettiği, memnuniyetsizliğin en yüksek sesle dillendirilmesi idi. Balkan bölgesi 1908 den sonra da, zayıflamış ve parçalanmış Osmanlı İmparatorluğu ile Balkan birliği adı altında birleşen Balkan halkları arasında yapılan 1912-1913 Balkan savaşlarından sonra da istikrarsızlık yaşamaya devam etti. Balkan savaşları, zayıflamış ve “Avrupa’nın hasta adamı” ismiyle anılmaya başlamış Osmanlılar için devasa bir felaketti ve bölgede istikrar ve gücü yeniden ele geçirmeyi hayal bile edemeyecek durumdaydılar. Balkan Birliğinde Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ vardı ve Rusya ile İtalyan gönüllüler tarafından destekleniyordu. Diğer yandan Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan tarafından destekleniyordu.
Kırılgan Balkan Birliği, tüm katılımcı ülkelere toprak genişlemesi ve benzeri vaatlerde bulunan sözleşmeyle bir araya gelmişlerdi. Avrupa’nın ana güçleri bu çatışmayı önlemek için nafile bir gayret içindeydiler ve Eylül ayında, her iki taraf da harekete geçti. Ekim 1912-1913 arasında devam eden Birinci savaş son derece hızlıydı ve Balkan Birliğine çok büyük bir başarı getirdi. Her ne kadar Birlik ilk başlarda kalitesiz gibi görünse de Osmanlılara karşı inanılmaz stratejik avantajlar kazandılar. Her parti için çok büyük kayıplar söz konusu olmuş olmasına ragmen, savaş Balkan Birliğinin kesin zaferiyle ve Osmanlıların tamamen kaybetmesi ile sonuçlanmıştı. Osmanlılar, Avrupa’daki topraklarının %83 ünü ve Avrupa popülasyonunun yarısından fazlasını kaybetti.
Hemen ardından 1913 de İkinci Balkan Savaşı başladı ve sadece 33 gün sürdü. Bulgaristan kazandığı topraklardan memnun kalmadığından, önceki müttefikleri Sırbistan ve Yunanistan’a karşı cephe aldı ve savaş ilan etti. Memnuniyetsizliğin ana kaynağı, yarısı Bulgaristan topraklarında, diğer yarısı da Eski Sırbistan topraklarında olan Makedonya idi. Daha da ötesi, birinci savaşın ardından Arnavutluk’un bağımsızlık ilanı Sırbistan için ciddi bir tehdit idi. Bulgarlar 29 Haziran 1913 de Yunanistan ve Sırbistan üzerine büyük bir hücumla savaşı başlattılar. Daha sonra, çok toprak kaybeden Romanya da , Bulgaristan’la sayısız toprak kavgasının ardından Bulgaristan’a karşı savaşa katıldı. Kısa çatışmalar ve bir dizi yenilgiden sonra, Bulgaristan savaşı ve daha önce kazandığı toprakları da kaybetti. İkinci savaş, bölgeyi iyiden iyiye istikrarsızlaştırdı ve bu durum ilerleyen zamanlarda tüm Avrupa’yı kapsayan daha büyük bir savaşa dönecekti.

2.2 – Özgürlük Çığlığı
Takip eden yıllarda, bardağı taşıran daha da korkunç bir durum gerçekleşti: Arşidük Franz Ferdinand’ın suikastı. Avusturya-Macar imparatorluğu tahtının varisi Franz Ferdinand, karısı, Hohenberg Düşesi Sophie ile birlikte Bosna’nın başkenti Sarayevo ziyaretinde idi. Bu ziyaret 28 Haziran, 1914 de gerçekleşti. Bu ziyaret, Sırp halkı için ciddi bir ulusal ve dini öneme sahipti.
Altı kişilik bir devrimci grubu, Arşidük’e belli bir tarihte suikast komplosu kurdular. Gavrilo Princip Princip (Гаврило Принцип), Cvjetko Popović (Цветко Поповић), Trifko Grabež (Трифко Грабеж ), Muhamed Mehmedbašić (Мухамед Мехмедбашић), Nedeljko Čabrinović (Недељко Чабриновић), ve Vaso Čubrilović (Васо Чубриловић). Bunların hepsi Mlada Bosna (Genç Bosnalılar) adındaki Yugoslavist grubun üyeleri idiler. Bu devrimci hareketin ilham veren ideolojisi, tüm Güney Slav halklarını (Yugo Slavlar) birleştirmek, ve onların yüzyıllarca süren yabancı baskısından kurtulmaları idi. Bir kaç sene önce gerçekleşen Bosna’nın ilhakı aktivistler arasında huzursuzluklara sebep oluyordu. Onlar bu suikast sayesinde, ilhak edilmiş Güney Slav topraklarının işgalden kurtulacağına ve Yugoslavya’nın pan-Güney Slavik halkının birliğini sağlayacağına inanıyorlardı. Altı devrimci gizlice eğitilmişler ve amaçları Güney Slav halklarının bir sancak altında birleşmesini amaçlayan Kara El adlı Sırp gizli askeri örgütü tarafından grenadalar ve tüfeklerle donanmışlardı.
Arşidük ve eşi, eşlik eden kişilerle birlikte , serisinin üçüncü arabsı olan Gräf & Stift 28/32 PS duble, üstü açık bir Fayton Otomobilde Sarayevo’da dolaşıyorlardı. Olayın gerçekleştiği gün taraflar, yoğun korumanın halkı rahatsız edeceği düşüncesiyle askeri korumanın azaltılması konusunda hem fikir idiler. Bu nedenle, korumayı normal şehir polisi sağlayacaktı, asker değil. Bu husus, genç suikastçıların işine yarayacak bir Zemin hazırlamıştı. Arşidük’ün hayatına ilk tehdit saat 10:10 da : araba konvoyu Čubrilović ve Mehmedbašić’in yanından geçerken gerçekleşecekti ancak ikisi de harekete geçmekte geç kaldılar ve başaramadılar. Konvoy daha sonra girişimde bulunmaya karar veren Čabrinović’in yakınına geldi ve el bombasını Arşidük’ün arabasına fırlattı. Bomba sekti ve arkadaki arabanın altında patladı. Pek çok seyirci yaralandı ancak hedefe hiç bir şey olmadı. Čabrinović, bunun ardından siyanür içerek ve nehre atlayarak intihar etmek istedi. Her ikisinde de başarısız oldu: zehrin nasıl olduysa zamanı geçmişti ve sadece kusmaya sebep olmuştu. Ayrıca, nehir de tarihinin en sığ noktasındaydı. Kusma eşliğinde ıslak bir şekilde polis tarafından yakalandı ve çok kötü Dayak yedi.
Arşidük’ün arabası daha sonrasında, konuşma yapması planlanan Belediye Binasına yöneldi. Her ne kadar olayın etkisiyle stresli ve sarsılmış olsa da orada toplanmış kalabalığa konuşmasını yaparken halka, “gözlerinizde suikastın başarısızlığından dolayı hissettiğiniz sevinci görüyorum”, deme şansını yakaladı. Bunun arkasından, korumalar arasında bir tartışma başladı. Arşidük’ün korumaları, ziyaretin kısa kesilmesini ve suikast tehdidine karşı endişelerini dile getirirken, hükümet görevlileri bunun tersini iddia ettiler ve Bosna Valisi Oskar Potiorek de bir daha suikast gibi bir olayın gerçekleşme ihtimali olmadığı konusunda ısrar etti ve suikast işinin artık bittiğini söyledi. Konvoy, bir saatten az bir süre önce yaralananları ziyaret etmek üzere şehir hastanesine yöneldi.
Asıl niyet şehir merkezinden ve şehrin kalabalığından kaçınmak olduğu halde, sürücüler arasındaki iletişim bozukluğu nedeniyle yanlış yöne yani doğruca şehir merkezine yöneldiler. Bu korkutucu dönüşten sonra, konvoy kendini, ilk girişimi başarısız olduktan sonra pozisyonunu değiştirmeyi başarmış Gavrilo Princip’in pozisyonunun tam da karşısında buldu. Tesadüfi olarak mükemmel bir bekleme pozisyonu almış olarak, içinde Arşidük ve eşinin olduğu üçüncü arabayı gördü, direkt olarak onlara yaklaştı ve boşluk menzilinden iki el ateş etti. İlk kurşun Arşidük’ün şahdamarına, diğer kurşun da eşinin karnına saplanmıştı. Her ikisi de 11:30 da hayatını kaybetmişti.

Suikastın gerçekleşmesinde, politik gerekçeler ve neticedeki kargaşaların önemi büyüktü. Avusturya-Macaristan mahvolmuştu ve bir sonraki ayda Temmuz Krizi patlak Verdi. Avrupa’nın tüm ana güçleri arasındaki yoğun diplomatik kavgalar neticesinde taraflar savaşa sürüklendiler. Avusturya’nın, Sırbistan’a yayınladığı Temmuz Ultimatomunda talep ettiği hususlar krizin boyutlarını daha da derinleştirdi. Ultimatomun esas sebebi Sırbistan’ı savaşa kışkırtmaktı çünkü Avusturya onların suikasta karıştığını ve Bosna olayına karışma amacında olduklarını düşünüyorlardı. Sırbistan ultimatomu aldıktan ve listedeki tek bir talebi reddettikten sonra, orduya tam teyakkuz emrini Verdi. Ultimatom tam olarak Kabul edilince, Avusturya kısmi teyakkuz emri Verdi ve tüm diplomatic ilişkileri bertaraf ederek neticede 28 Temmuz 1918 de dünya savaşını başlatacak ilk adımı attı ve Sırbistan’a savaş açtı.

Bölüm IIIBüyük Savaş Başlıyor3.1 –Ultimatom
Suikastın ardından Avusturya-Macaristan’da duygular karışıktı. Franz Ferdinand cinayeti çoğunluk tarafından mateme sebep olmamış ve Viyana halkı gündelik hayatlarına devam etmişti. Hatta, İmparator Franz Joseph bile her ne kadar varisinin ölümünden biraz rahatsızlık duymuş olsa da, herkesçe bilinen pek de yakın olmadıkları gerçeğiyle pek fazla etkilenmemişti. Alınacak kararlara mesafeli kalmayı yeğledi ve karar yetkisini dış işleri bakanı, Leopold Berchtold ile Genel Kurmay Başkanı Franz Conrad von Hötzendorf’a bıraktı. Onlar ve diğer bakanlar bu suikast olayını kullanarak, Sırbistan’ın Bosna’nın iç işlerine karışmasını engellemek için olayı fırsata çevirme ve bölgeyi güvenli hale getirme niyetindeydiler. Tüm Avusturyalı elitler ve subaylar için savaş gerçek bir fırsattı ve kimse de bunun aksini düşünmüyordu. Bu nedenle Avusturya hükümetinin baş önceliği acilen Sırbistan’a karşı savaş açmaktı. Mareşal Conrad von Hötzendorf , Sırbistan’ı düşman olarak bir an önce etkisiz hale getirmek isteyen savaş çığırtkanlarının başını çekiyordu. Sırbistan’ı kastederek, “ayağının dibinde bir engerek varsa, o seni sokmadan kafasını ezeceksin”, meşhur lafını etmişti. Ve bu sözlerinin hemen arkasından da savaş kararı geldi ve ultimatom duyuruldu. Ultimatomdaki talepler son derece saçmaydı. Sırp hükümetine 23 Temmuzda, Belgrad’da Avusturyalı bakan Baron Giesl Von Gieslingen tarafından teslim edildi.
Sırp hükümeti, ultimatomun kendilerini zorda bırakmak için kasıtlı bir şekilde yapılması imkansız talepler içermesi nedeniyle iyice çıkmaza girmişlerdi. Diğer ana müttefik güçlerden de yeterli desteği alamayan Sırp bürokratlar, Kralın yanında Avusturya-Macaristan’ı daha fazla öfkelendirmemek için bir an önce bir anlaşma hazırlama gayretine girdiler. Hükümet yetkilileri ertesi gün toplandılar, uzun bir toplantının ardından cevabın taslağı hazırlandı. Çoğunluk, Avusturya polisinin Sırbistan’da serbestçe operasyon yapabilmesini içeren 6 cı madde hariç diğer tüm maddeleri onaylama konusunda mutabık kaldılar. Bazı akademisyenler ise Sırpların bazı maddeleri kibar bir dille reddetmekten yanaydı. Her iki halde de, ultimatomun doğası daha başlangıçtan beri çok sarihti. Ultimatomun, Sırplar için ne denli küçük düşürücü ve hakaretvari olduğu, 24 Temmuz da, Sırp Kral vekili Alexander’ın Rus Çarı 2 ci Nicholas’a yazdığı mektupta açık şekilde görünüyordu:

“…Avusturya-Macar ultimatomundaki talepler Sırbistan gibi bağımsız ve şerefli bir ülke için son derece küçük düşürücüdür…Avusturya-Macar taleplerini bağımsız bir ülkenin şerefine yakışır bir şekilde ve Majestelerinizin tavsiyeleri doğrultusunda Kabul etmeye hazırız. Bu suikastte dahli olduğu ispatlanmış olan herkes, tarafımızca çok ağır bir şekilde cezalandırılacaktır. Bazı taleplerin karşılanabilmesi için, anayasamızı değiştirmek gerekmektedir ve bu da zaman alacaktır. Bize verilen süre çok kısa…Haşmetmeaplarınızın, bize ihtiyacımız olduğunda yaptığı değerli rehberlikten güç alarak, sizin cömert Slavik yüreğinizin dualarımızı yine duyacağınıza dair umutlarımızı canlı tutmaktadır.”
Sırbistan’ın cevabını alan ve bu cevaptan tatmin olmayan Avusturya-Macaristan hükümeti, hızlı bir şekilde Sırbistan ile tüm diplomatik bağlantılarını kesti. Bunun hemen ardından da- gerçi biraz garip şekilde , savaş deklarasyonu geldi: Avusturya-Macaristan Hükümeti, Sırp Hükümetine, Dış İşleri Bakanı Berchtold imzalı basit bir telgraf gönderdi. 28 Temmuz, 1914 de gönderilen telgraf, çok kısaydı ve aşağıdaki hususlara dikkat çekiyordu:
“Sırbistan’ın Kraliyet Hükümeti, 23 Temmuz 1914 de Avusturya-Macaristan bakanı tarafından Belgrad’da teslim edilen notaya tatmin edici bir cevap vermemiştir ve bundan dolayı Kraliyet hükümeti de haklarının ve çıkarlarının korunması için silahlı kuvvetlere başvurma hususunda kendisini sorumlu hissetmektedir. Bu nedenle, Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a karşı savaş durumuna geçme konusunu gözden geçirmektedir.
Avusturya-Macaristan Dış İşleri Bakanı Kont Berchtold

3.2 – Savaşa Sürüklenme
Çatışmalara girme konusunda Avrupa çok hızlı ve kararlıydı. Sırp hükümeti, Avusturya’nın ultimatomla yetinmeyeceğini bildiğinden, onların gazabına uğramanın kaçınılmaz olduğunu tahmin edebiliyorlardı. Hazırlık olarak, hemen ertesi günü teyakkuz emri verdiler. Avusturya-Macaristan da İmparator Franz Joseph’in direktifleriyle sekiz kolorduya teyakkuz emri verildi. Bu da, Sırbistan’a karşı operasyonların başlangıcı olacaktı. Avusturya halkı savaş deklarasyonunu çok olumlu karşıladı. O sırada, çok daha kararlı bir politik duruş sergilemek ve Sırbistan’a desteğini göstermek için ve Avusturya-Macaristan’ı muhtemel saldırıdan caydırma amacıyla, Rusya kısmi teyakkuz emri Verdi. 2 ci Çar Nikolas daha da ileriye gidip, Sırbistan ile Avusturya arasındaki anlaşmazlığa doğrudan müdahil olma amacıyla genel alarm talimatı Verdi. Rusya’dan gelen tüm bu salvoların üstüne, Alman Kayzer 2 ci Wilhelm, kuzeni Çar Nicholas’dan teyakkuzu kaldırıp geri adım atmasını istedi. Ayrıca Fransa’ya da bir ultimatom göndererek tarafsız kalmalarını ve Rusya savaşta Sırbistan’ı desteklediğinde, ona yardım etmemelerini istedi.
Fransa, Almanya’nın taleplerini ve onun beklentilerini dikkate bile almadı. Ne var ki, çatışmalardan kaçınmayı arzu ediyordu ve bu amaçla Fransa Başbakanı Rene Viviani, St. Petersburg’a direkt bir mesaj göndererek Rusya’dan Almanya’yı tahrik edecek herhangi bir adımdan kaçınmalarını istedi. Daha da ötesi, barış niyetinin göstergesi olarak, Fransız ordusu tüm kuvvetlerini Alman sınırından 10 km. kadar geri çekti. Buna ragmen, Almanya ve Avusturya-Macaristan ısrarlı bir şekilde savaşa yürümeye devam ettiler. Rusya, bir yandan sözde savaşa dahil olmak istemediğini söylerken, diğer yandan da seferberliğe devam ediyordu. Ve ne zaman ki Rusya’nın kısmi seferberliği tam seferberliğe dönüşünce, Almanya harekete geçti. Kayzer Wilhelm Almanya Ordusuna genel seferberlik emri Verdi ve sonrasında da Fransa’yı işgal hedeflerinin bir parçası olan Belçika ve Lüksemburg işgaline başladı.
Almanya, 1 Ağustos ta Rusya’ya, 3 Ağustos’ta da Fransa’ya savaş açtı. Belçika’ya savaş 4 Ağustos , Kral Albert Almanya’nın serbest geçiş hakkı isteyen talebini içeren ultimatomu reddetmesiyle ilan edildi. Daha sonra, İngiltere’nin Almanya elçisi Sir Edward Goschen’in Belçika tarafsızlığına halel getirecek ihlallerden kaçınması konusunda Almanya Dış İşleri Bakanlığına verdiği ultimatomla olay İngiltere’ye de yayıldı. Ultimatom reddedilince, 4 Ağustos, 1914 de Büyük Britanya, Almanya’ya savaş açtı.
Avusturya-Macaristan daha sonra 6 Ağustos ta Rusya’ya savaş açtı. Bir kaç gün içinde, Bütün Avrupanın büyük güçleri, dev oranda gerçekleşecek bir savaşın öncüsü olarak birbirlerine karşı savaşın içindeydi. Avrupa, geniş çaplı seferberlikle ve askerliğe çağrıyla milyonlarca insanın savaşa katılacağının öncü bilgisini veriyordu.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «ЛитРес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/pages/biblio_book/?art=65164681) на ЛитРес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1.ci Dünya Savaşı History Nerds и Aleksa Vučković
1.ci Dünya Savaşı

History Nerds и Aleksa Vučković

Тип: электронная книга

Жанр: Книги о войне

Язык: на турецком языке

Издательство: TEKTIME S.R.L.S. UNIPERSONALE

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: 1 ci Dünya Savaşının Kısa Tarihi

  • Добавить отзыв