Cehennem O′Dur

Cehennem O'Dur
Lambert Timothy James


































Cambridge Boston New York



© Venus Flytrap Press, Haziran 2015



Fikri Mülkiyet Kanunu, toplu kullanım için tasarlanan kopyaları veya çoğaltmaları yasaklar. Yazarın veya yazarın haklarını devrettiği kişilerin rızası olmadan, tamamen veya kısmen, herhangi bir şekilde temsil veya çoğaltma, yasalara aykırıdır ve L. 335-2 maddeleri ve Fikri Mülkiyet Kanunu doğrultusunda ihlal teşkil eder ve cezalandırılabilir.




İçindekiler


Anne Vincent'a Mektup I

Teşekkürler IX



Toplumsal Ara I 3

Giriş 5

Kamikaze 16

Yoksul insanlar görüyorum 29

Gangnam Style 50



Politika Ara II 75

Yanlış Kehânetler 74

Corruptibilis 99

Mohamed Bouazizi 108



Ekonomi Ara III 129

Say Whaaat ?!! 133



Paradigma Değiştirme Arası IV 160

N.R.I.P. 163

Elmaslar bir kadının en iyi arkadaşlarıdır 171

Küçük Parmak Çocuk 186



Yeni Ahit Arası V 201

Toplumun Güncel ve Bayağı Durumu 205

Abrakadabra 224



****



Sky High 254



Full Circle 258



Notlar 260



Nihayet !!!! 270


«Eğer insanlara gerçeği söyleyecekseniz, onları güldürmeniz iyi olur. Yoksa sizi boğazlarlar.»

Ä°nsan




Anne Vincent’a Mektup


«Yoksulları görmezden gelmek veya varlıklı insanların şansına dair belli bir rasyonalizasyon geliştirmek için genel bir eğilim vardır. »

John Kenneth Galbraith



Sevgili anne Vincent,



Sevgili anne Vincent, eğer bu mektubu şaşırtıcı buluyorsan, seninle karşılaşmamızın o günden beri hayatımıza yaptığı derin etki hakkında hiçbir fikrin yoktur. Küresel hastalığa bir suret bulmaya çalışmak, hem karımın hem de benim dalgınlıktan kurtulup adamakıllı bir şuurla okyanusa açılmamızı engelledi. Hayatınız boyu verdiğiniz kötü kararların tüm sorumluluğunu aldığınız için sizi tebrik ederim ama hatalarınızın, hikâyenizin tamamı olduğuna inanmam aptallık olur. Aslında, doğumunuzla beraber zarlar çoktan size karşı tutulmuştu ve okuma yazma bilmeyen bekâr anneler için dünyanın merhametsizliğinin ne noktada olduğunu biliyorum. Eğer annemin kollarından inseydim Vincent kolaylıkla benim yerimde olabilirdi.

Canım, güzel gülüşün ve eğlenceli kahkahanın altındaki tüyler ürperten acıyı gördüm. Önümüzde hala bir hayat var. Büyük hayallerimiz ve isteklerimizden şimdiden vazgeçmiş, kimliksiz bir kişilik olmak zorunda değilsin. Ama işte, yanımızdan geçen güvenlik görevlilerinin bakışları altında Vincent’ı kollarımda tutarak bir an için acınızı ve ümitsizliğinizi paylaştım.

Oğlunuz Vincent’ı yaşama sebebiniz olarak tarif etme şeklinizi dokunaklı buldum. Sizin yaşınızdaki gençlerin çoğu, ruh eşleri olduklarını düşündükleri erkek veya kıza danışmak için bu tip dokunaklı ifadeler kullanır ve bıktıkları için azıcık veya hiç vicdan azabı duymadan onları bir kenara atarlar. Daha da kötüsü, yetişkinlerin hayatın anlamını geçici duyguların geçişine indirgemelerini duymak onu kızdırır. Bununla beraber, sizin Kenya’daki gerçekliğinizin benim şimdiki dünyamın insanlarından çok farklı oluşunu görmezden gelemem.

Bazı anlarda, ümitsiz ve Nairobi şehrinin canlı sokaklarında sürünen, yoksulluk yüzünden suç işlemeye karar vermiş bir parya gibi hissettiğinizi itiraf etmiştiniz. Nairobi’nin, ahlâkı bozulmuş olanlara karşı gösterdiği sıfır toleransın tüm Doğu Afrika bölgesindeki en büyük yoksullar kentini, gecekondu bölgesi Kibera’yı yaratması bir sürpriz değil. Yine de başka Kiberalar da olduğunu, daha da kötüsü bu boğucu mavi gezegende bizim için artık bir teselli kalmadığını söylemek kalbimi kırıyor. Seyahatlerim esnasında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin her yanında ve Etiyopya’da Addis Ababa’nın her köşesinde dilenci çocuklarıyla sayısız genç anne ve Amerika Birleşik Devletleri’nde şehirlerin sokaklarındaki harabelerde solgun üniformalarıyla dilenen erkekler gördüm.

Tanrı’nın şehrinde yaşayan Brezilyalıların, Port-au-Prince’teki Kıskançlık şehri sakinlerinin, Haiti’de yıkıcı depremden önce ve sonra, Bulgaristan’da Blagoevgrad’daki Romenlerin ve Hindistan Mumbai’deki yoksulların çektiği acıları ayrıntılı bir şekilde incelemek için bir araştırma gezisi yaptım. Belçika’daki Scharbaeck, Fransa’daki Bobigny, Amerika’daki Detroit ve Salvador’un başkenti San Salvador gibi suç ve yoksulluktan etkilenmiş şehirlerin sakinlerinin direnci karşısında şaşırdım. Ve şunu söylemek üzücü ki; dünyanın her yerinde hayatları yoksulluk, açlık, barınaksızlık ve şiddet içinde geçen, büyük ihtimalle güvenlik kuvvetlerinin kolları arasında yaşayacak sizin gibi milyarlarca insan var.

Eşim ve ben size verdiğimiz birkaç Kenya şilininin birkaç zayıf öğün ve bir iki gün başınızı sokacak bir çatıdan fazlası anlamına gelmediğinin farkındayız. Siz ve Vincent’ın yaşamak için muhtemelen yapmak zorunda kaldıklarınızdan sonra, diğer şefkatli ruhlar sayesinde Nairobi’nin tehlikeli sokaklarına geri döneceksiniz. Sizi bu kabustan kurtaramadığımız için derin bir üzüntü duyuyoruz, sizi ve diğerlerini.

Yanlarından geçerken sefaletin kör edip boğduğu kişilere para verdikten sonra tekrar tekrar birçok defa kendime ne yapabileceğimi sordum! Eşitsizlik üzerine zaten çok şey yazılmıştı. Yine de, Vincent ve onun gibi masum diğer çocuklara düzgün bir hayat yaşama fırsatı verebilecek yeni bir yol üzerinde bir tartışma başlatmaya karar verdim.

Kafamda dönüp duran şey Vincent’ın yalnızca başını sokabileceği bir çatıya değil bir eve, yalnızca suya değil düzgün içeceklere, yalnızca gıdaya değil sağlıklı besinlere ve yalnızca okulda bir sınıfa değil kaliteli bir eğitime sahip olması gerektiğiydi. Ve tüm bu etmenler onu yalnızca bir işe değil, yetenek ve becerilerine karşılık genel hayatında en azından bir mükâfata yöneltmeliydi. Daha azı insani bir başarısızlık ve sürüp giden bir trajedi olarak görülür !!!



Saygılarımla,



Jo M. Sekimonyo


Maharishi’nin takipçileri kapitalizm, sosyalizm ve komünizmi ekonomik düzenlemeler olarak tanımlamıştır. Ve bu görkemli şarlatanların ekonomik, melodramatik ve bitirici baş başa konuşmaları ucuz şaraptan daha fazla şey ifade etmiyor. Bu kitap bu üç sistemin gerçeğine dönüyor, yani bunların değişmez bir sosyo-politik-ekonomik inancın cisimleşmiş hali, İslam ülkelerindeki ekonomi gibi olduğuna.




Teşekkürler


« Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsanız, kaleminizi alın ve yazın. »

Martin Luther



Tara ve ben Florida’da Tampa ile karşılaştık; uzun saatlerini ayakta geçirmesine neden olan ama ailesinin ve Haitili göçmenlerin hayalini kurduğu ekonomik güvenliğini garanti eden büyük bir kariyeri üstlenmişti. Buna karşılık ben arkadaşlarımın bile tuhaf bulduğu idealist, çılgın bir hippiydim ve kendimi kaybetmemin gayet normal olduğunu düşünüyordum. Bir şekilde onu istikrarlı ve aydınlık günlük hayatından uzaklaştırıp karanlık tarafta bana katılması için ikna etmiştim. Ben ve yüksek lisans çalışmaları üzerine bahse girmesi için kafasından gerçekten ne geçiyordu? Şeytani spekülasyonların başarıya ulaşmasıyla Birleşik Devletlerin Kuzeydoğu’suna taşındık; ne rahatlama.

Kar yağışını ilk görüşümüz benim için ilginç olmuştu, söylenebileceğinden daha az. Bu Tara’nın bana elinde iyi bilenmiş bir bıçağı tutup bir dakika boyunca hiçbir şey demeden durarak ilk « Dexter » bakışını attığı zamandı. Uykumda bile bunu aklımdan çıkarmayarak, her şeyin tadını çıkaran ve görünmez bir duvarın arkasındaki gölgede çürüyen kişiler arasındaki farkı görerek öfke nöbetleri geçiriyordum. Cazibeli karımın vaazlarımdan ve küresel sosyo-politik-ekonomik hastalıkla ilgili şikâyetlerimden ve dahası en çok da dünyaya sunarak çare olacağına inandığım planlarımdan bıktığının farkına varmıştım. Tabii ki büromuzun döşemesinde ölü yapraklar gibi duran yüzlerce kâğıt parçasına notlar aldım ama bir el yazısını bitirmek için gereken enerji ve disiplini toplayamadan. Hatta bir aile dostu, müritlerimi bir araya getirebilmem için fikirlerimi bir kitapta toplamamı önerdi, bir ayin? O dönem için gülünç bir fikir. Kabul etmekte zorlanmama rağmen Tara haklıydı. Yıllar boyunca mızıldanmaktan başka bir şey yapmamıştım, yazmaya başlamamın zamanı gelmişti.

Bu kitabın adı neden « Ekonominin Şeytan İncili » olmasındı ? Nassau Senior ekonominin şeytan incilini yazmada beni alt etmişti. Cehennem O’dur? Kim? Tembel zihniniz hemen şu anda belli bir sonuca varmak için acele edebilir. Bu yolculuk esnasında yavaş Türk müziği ve eşsiz bir sabır faydalı olabilir; bu kitap iki yüzyıl boyunca iktisatçı nesiller, uyuşuk siyasetçiler ve bunların topluluklarının mahvettiği veya yanlış yöne sevk ettiği uzun süreli meydan okumalarını bir çukura gömüyor. Bu ne gizli bir parodi ne de acımasız bir yiğitlik gösterisi, sadece dünyamız ve kapitalizmin gerçek ve kışkırtıcı bir açımlaması.

Öfke ve endişem dışında, sık ve yorucu yolculuklarım esnasında otobüslerde yanımda oturan ve hayatım boyunca en çok aklımda kalacak belli tartışmaları yaptığım insanlara teşekkür etmeliyim. Bunların arasında, New York’lu orta sınıf Yahudi bir aileden gelip « bir pisliğe dönüşen » (onun sözleriyle) Nobel ekonomi ödüllü Milton Friedman için çok ağır sözler sarf eden bir üniversite dekanı da vardı. Özel içindekiler sosunda ayrıca arkadaşlar ve fikirlerimin çılgınca olduğunu kanıtlamak için doyumsuz bir iştahla harekete geçen düşmanlar da vardı; bana iddia ve kanaatlerimi kuvvetlendirmemde yardım ettiniz, sizleri seviyorum hanımlar ve beyler.

Özellikle de, bu kitabı yazmak gibi çetin bir göreve girişmeye beni zorlamak adına kullandığı aşırı ama etkili taktikler için bu suçtaki ortağıma, karıma çok daha fazla minnettarım.


Heterodoks ekonominin uygunluğu hiçbir zaman olmadığı kadar tehdit altında. Belli sayıdaki heterodoks ekonomik program şimdiden dağılmış durumda. Bu ekonomik düşünce okulunda ortaya çıkan kurumlar aynı yolda gider ve başarılı teorisyenler, düşünürler yetiştirme amaçlarını, başarılı pragmatistlere, karşı düşünce üreten insanlara dönüştürecek şekilde yetiştirmeye uyarlamazlarsa bu küresel pazardaki rolleri işe yaramaz hale gelecek. Heterodoks ekonominin sonu aynı zamanda kurumsallığın yenilenmesi adına en iyi şey veya kurumlar tarafından benimsenme ve daha açık ve yerinde bir manevi akışın, Ethosizmin yayılması için daha iyidir.



Toplumsal




Ara I


« En büyük korkumuz yetersiz olmamız değildir. En büyük korkumuz ölçüsüz derecede güçlü olmamızdır. Bu bizim ışığımızdır, bizi en çok korkutan karanlık tarafımız değil. Kendimize sorarız, olağanüstü, yetenekli ve rüya gibi biri olmak için kimim ben? Aslında ne değilsiniz ki? Siz tanrının bir çocuğusunuz. Kendinizi küçültmenin dünyaya bir faydası olmayacak. Başkaları sizinle temas kurduğunda güvende hissetsinler diye kendini alçaltmanın hiçbir parlak tarafı yok. Hepimiz çocuklar gibi parlamak istiyoruz. Tanrının bize sunduğu ihtişamı güpegündüz parlatmak için doğduk. Bu yalnızca belirli kişilere sunulmadı; hepimizin içinde mevcut. Ve kendi ışığımızı parlatarak, bilinçsiz bir şekilde aynısını yapma iznini başkalarına da veriyoruz. Kendimizi kendi korkularımızdan kurtarırken varlığımız başkalarını da kendiliğinden özgür bırakıyor. »

Marianne Williamson’ın ilham verici bu alıntısı A Return To Love : Reflections on the Principles of a Course in Miracles, Harper Collins, 1992 adlı kitabının özü. Bu 7. Kısım, 3. Bölümden alınmıştır (Sayfa 190-191). Nelson Mandela 1994’teki açılış konuşmasında bu alıntıdan hiç bahsetmemiş olsa da, benim neslim için o hala bu adama bağlıydı. Eğer Güney Afrika’daki başkanlık vekaletiyle ilgili tarafsız tek bir şey söylemek gerekseydi bu ırkçılığı yok etmek için olan korkak gökkuşağı yaklaşımının, onu Güney Afrika'nın burjuva beyazlarının şampiyonu yaptığı olurdu. Ve tabii ki, onu gardiyanlarından bir özür talep etmeden veya başka bir mahkûmun kafatasını çatlatmadan hapishanede yirmi yedi yıl geçiren bir adam olduğu bağlamında basitçe analiz etmeyi denersek, özetle mahkûm olmanın verdiği gücün efsanevi figürlerinden ve toplumsal, politik ve ekonomik adaletsizliklere karşı savaşta gerekli karakter gücünü resmeden biri olarak görülmeye değer. Buradan bir sonraki evreye geçmenin daha iyi bir yolu var mı?



BÖLÜM I











Giriş


« Sanat, kötülüğü tamamlama denemesidir. »

Simone de Beauvoir



CD kullanmıyorum. Eski şarkıları plaktan dinliyorum. Sam Cooke, Wendo Kolosoy, Thelonious Monk, Eduardo Sanchez de Fuentes, Jimmie Rodgers, Notorious B.I.G, Mikhail Glinka, Mariam Makeba, Nana Mouskouri, Fela Kuti, ya da Beethoven aramak için eski dükkânları dolaşmak yoga yapmak kadar huzur verici. Otantik Peru halk müziklerinin ritimleri ve Moğol müzik enstrümanlarına bir pop starın harap olmuş ve alışılmadık çarpıklıktaki zımbırtılarından çok daha candan bağlıyım. Benim için, bir deneyim olmayı bırakıp bir sanat biçimine dönüşen tüm ifade şekilleri manevi aurasını kaybediyor. Bu kitap bir deneyim, size var olduklarını hatırlatmak için televizyon programlarında gösterilenler gibi artistik akrobatik bir egzersiz değil.

Marksist bir büyücü veya Ferdinand Lassalle'in cisimleşmiş hali olmam bahanesiyle uzun bir çay salonları ve barlar listesinden aforoz edildim. Kamuoyu, Karl Marx’ın kitabı Das Kapital’in akut paranoyasını temel alan antikapitalist cesaret ile ekonomik bir statüko araştırmasını yanlış biçimde bağdaştırdı. Bana inanmıyorsanız, kapitalizmin veya İslam ülkelerindeki ekonominin en kötü yönlerini ortaya çıkarmayı deneyin ve bam, toplum sizi sosyalist etiketi yapıştırarak sürgün edecek. Yine de, kapitalizme karşı sarsılmaz yeni bir alternatife götürecek bir konuşma yalnızca, Marx’ın reenkarnasyonla tekrar ortaya çıkmasından korkmuş bakışları üzerinize çekecek. Çağımızın kapitalizm tanrıları arasındaki rahatsız edici horoz dövüşü hakkında ne diyebiliriz? Ekonomik eşitsizliklerle ilgili konuşmaların özünden giderek uzaklaşan soytarıların gösterileri sizin midenizi de benimki kadar bulandırıyor olmalı. Öfkem bir tsunamiye dönüşebilir ama hayatımızda iddiasız da olsa önemi kanıtlanmış olaylar var. Nairobi Kenya’da bulunan Uluslararası Kenyatta Havaalanında’ki bir mola sırasında, Birleşik Devletler’e dönmek için uçağımın kalkışını beklerken bana ileride ne olmak istediğim soruldu. Adam masamın diğer tarafında oturuyordu. Yetmişine yakın görünüyordu. Hatlarından ve aksanından Ruandalı olduğunu tahmin edebiliyordum, Birleşmiş Milletler’in ve diğer sivil toplum izleme kuruluşlarının çok sayıdaki raporuyla, doğduğum ülkedeki siyasi ve toplumsal korkuların arkasındaki beyin olmakla suçlanan olan ülke. Ruanda’nın sadist haydut çetelerine nasıl mali ve askeri destek sağladığı ve buna karşılık Ruanda’nın, Kongo’nun doğal kaynaklarını doğrudan yağmaladığı maden kaynakları ticaretinde dolaylı olarak bir takas merkezine dönüştüğü konusunda bilgilendirildikten sonraki öfkemi anlayabilirsiniz.

O gün bir soru aklıma takılmıştı ; dünyanın sadece bunun çok fazla olduğunu söylemesi için Demokratik Kongo Cumhuriyetinin daha kaç nefes ve hayatı kaybetmesi gerekiyordu ? Sorusuna hırçın bir tonla, basitçe ve çekinmeden cevap verdim : « Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin kâbusuna bir son vereceğim. » Gülmesine engel olmaya çalışarak bana Kongo için çözümümün ne olacağını sordu. Her şeyden öte, doğduğum ülke yarım yüzyıldan uzun süredir ekonomik ve toplumsal bir karmaşadan geçiyordu. İlk başta fikirlerimi neşeyle formülleştirdim. Gözlüklerini çıkardı ve planımı derinleştirmemi istedi. Konuştukça daha aptal ve saf göründüğümü söylememin lüzumu yok. Nihayetinde, bunları daha önce ayrıntılı bir şekilde hiç düşünmediğimden görüşlerimi açıkça ifade etmeyi başaramadım. Tasarımın tamamı derinlemesine bir araştırmayı sağlayamazdı. Gündelik konuşma küçük düşürücü bir deneyime dönüşmüştü ve bu beni gösterişsiz biri haline getirmişti.

Bu kitap, yüzyıldan uzun süredir kaçışın kralları ve matematikçiler tarafından tekel haline getirilen ekonomi dallarından ortaya çıktı. Bildiğimiz tüm kötü yönlerinden dolayı, iktisatçılar çalışmanın klasik değeri olan Kutsal Kâse’yi milyonlarca küçük parçaya indirgedi ve teorik temellerini insanlık ile gerçek dünya seviyesine taşıdı. Ardından, pansuman gibi aptalca varsayımları kullanarak bazı parçaları tekrar bir araya getirme zahmetine katlandılar. Karantinaya alınan Marksist Fred Moseley’in, küresel ekonomik sistemin hâkim işleyişte kalanları ödüllendirmeye yönelik tarzda inşa edildiğine dair suçlamalarında bir haklılık payı var. Bu erdemli adam ekonominin, Massachusetts’teki South Hudley ormanlarında saklanarak ün ve zenginlikten mahrum kalan Shoichi Yokoi’si.

Bir gün eski yoldaşlarının kendisini aramaya geleceğine ve birlikte kapitalizme karşı son bir saldırı gerçekleştireceklerine ciddi biçimde inanıyordu. Yazık ki sadece teorileri doğru çıkmadığı için ortodoksluğu suçlamak etkili bir pazar için klasik bir vizyon kurmaya veya bizi vaat edilen topraklara götürmeye yeterli olmayacak.

Bu kitaba anne Vincent’a kişisel bir notla başladım. O, Kenya’da Nairobi’nin merkezinde karımla beraber rastladığım, oğlunu tek başına yetiştirmiş genç bir kız. Bir an geldiğinde, polisleri uzaklaştırmak için Vincent’ı kollarımda tutmam gerekti. Kenya’daki turist şöhretim Vincent ve annesini polisten gelebilecek her türlü zarardan korumuştu. Nairobi şehri, eşitsizliklere karşı savaş açmak yerine yoksulluğu suç haline getiren bir düzenleme geçirmişti. Bu modern çağ ırkçılığı, baskı görenler ve baskıcılar aynı ten rengine sahip olduğundan uluslararası toplumun dikkatini çekmiyordu. Çok sayıdaki diğer şehirde de aynı çılgın yaklaşım benimsenmişti ve çizdikleri çizgi ırksal tartışmaları meydana çıkarmadığı sürece endişelenmiyorlardı.

Çocukluğum boyunca sosyo-politik-ekonomik uyumsuzlukların doğanın kanunları tarafından benimsetildiği düşüncesini kafama sokmuşlardı; birilerinin, zenginlerin uşağı olması için yoksul olması gerekiyordu! 90’lı yıllarda iç savaş boyunca, zengin Kongolular Batı’ya sığınmaya çalışmıştı. Göz açıp kapayıncaya kadar bu ailelerin çoğunun alışık oldukları lüks hayat tarzını nasıl kaybettiklerine şahit olmuştum. Yaklaşık yirmi yıl sürgünde yaşadıktan sonra en güçlü generaller ve eski başkanın akrabaları bile sefaletin felç etmesiyle yavaş yavaş tükenmişti. Bu kadar çok sayıdaki baron ve eski resim destekçisinin sürünerek evlerine dönmesi ve yeni asalak sisteme faal biçimde yatırım yapması şaşırtıcı değil. Güney Afrikalı bilge bir arkadaşım bu dönüşümü açıklamak için bir doğa kanununa atıfta bulunuyor : « Bir kez yılanlık yapan her zaman yılandır ! »

Bu kişisel şahitliğim, insanların da tıpkı milletler gibi, şansları dönene kadar, kendileriyle daha fazla ilgilendiklerine dair bunaltıcı bir evrensel gerçekliğini göstermeye yarıyor. Bu, Amerikalılar hayallerindeki çitleri olan eve ulaşamadıklarını veya ağır şartlarda çalışan sıradan Amerikalılar emekliliklerinin birkaç açgözlü serseri tarafından tamamen yok edildiğini fark ettikten sonra « Wall Street’i işgal et » hareketi için de geçerli. İğneleyici bir diğer örnek de, artık Vladimir Putin’in yanında yeri olmayan ve Londra'daki altın sürgünlerinden beri kendilerini sağlam adalet ve eşitlik vaazları vermekten alıkoyamayan, Rus oligarşisini oluşturan küçük topluluk. Gayri sarfi milli hâsılalarından daha yüksek olan olağanüstü borçlarıyla soytarılık yapan Avrupa ülkeleriyle ilgili söyleyecek ne var? Bu tabloya Brezilya’yı, Rusya’yı, Hindistan’ı ve Çin’i, ekonomik büyümelerini doğa ana tehlikesine karşı patlatan BRIC ülkelerini ekleyin. Bu karışıma ayrıca, azınlık kalanları harcarken milli zenginliğin küçük bir parçasıyla artık tatmin olmayan Arap çoğunluğu da eklemek gerekir.

Kaynayan bu son volkanlar dikkatimizi, statükoyu kırmak için önleyici tedbirler aramamız gerektiği gerçeğine çevirmeli. Yirmi birinci yüzyılda iktisatçıların "güncel evrimi takip ettiğimiz ve eski kapitalizmin çarkına biraz daha uyduğumuz sürece her şeyin iyi gideceğine" dair duygusuz söylemi gücünü ve yerindeliğini uzun zamandır kaybetti. Bir kültür devrimine girişmek ve şu anda hâkim olan kapitalizm ve onun kavgacı versiyonu islam ülkelerindeki ekonominin zalim ve ilkel olan sosyo-politik-ekonomik sistemine gerçek bir alternatif geliştirmek hiçbir zaman olmadığı kadar zorunlu hale geldi.

Kafamdaki gürültülü potpori, can çekişen bu gezegende her ülkenin yüzleşmek zorunda olduğu meydan okumanın sonucu: sosyo-politik-ekonomik uyumsuzluk. Bu sonuç, bu ayrımı önemsenmez hale getirmek için faydacı bir yol keşfetmek adına yapılan acı verici bir haçlı seferinden kaynaklanıyor. Hemen saçlarınızı yolmayın; mahkum edilmiş iki attan birinin eyerine atlamanızı size tavsiye ediyorum diye aklımı tamamen kaçırmadım. Sosyalizm ve komünizm kaybetti ama şimdi kapitalizm ve İslam ülkelerindeki ekonomi bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Bu kitap karanlık ve karmaşık birçok labirentten geçmenizi sağlayacak. İktisatçılar, bizi rahatlatarak veya suiistimal ederek anormal ve doğal olanın gizemini açığa çıkarmayı aynı fırsatla dine ve tıbba bırakmalı. Ekonominin sorumluluğu, entel serseriler teşebbüste bulunmadan önce, israf veya stoklama konusunda veya bunları sınırlamaya yönelik çözüm bulmaktır. Bunun yerine, sosyo-ekonomik bir düzmecenin onurlandırılması durumuna indirgendiği görüldü.

Kapitalizm dışında başka bir şeyin işe yarayıp yaramayacağıyla ilgili bir şüpheciliği göz önünde bulundurdum. Günümüzde insanlar kapitalizmin, barbarca toplumsal ölçü ve uygulamalarını temel alan bir örneğin parçası olduğunun farkına varmıyor. Genelde, toplumsal bir çözüm bir alana kapitalizm kadar uzun süre hâkim olduğunda, başka amaç ve sorularla meşgul olan diğer modellerin var olduğunu veya inşa edilebileceğini akletmek daha zor hale gelir. Tüm bu inanmaya başladıklarımızdan sonra, bir şeyleri gerçekleştirmek için tek bir yol kalıyor ve bu en tehlikeli yem.

Büyüyü nasıl bozacağımızı anlatan sihir kitabı nerede bulunuyor? Umut vadeden zihinsel fahişelik kariyerimi arkadaşlarım ve meslektaşlarımın büyük inanmazlığına karşın, öfkeli bir boğa gibi aniden durdurdum ve akademik serserilik gibi görünen şeyin içine daldım. Baştaki amacım, muhasebe, finans, idare, siyaset ve nihayet ekonomiye kadar tüm ticari sistemin izlerini takip etmekti. Yolculuğumun son kısmı olmasını öngördüğüm ekonominin "guruları", açık ve kısa bir şekilde açıklama yapmak ve küresel ekonomik sorunları çözmek yerine rastlantısal bağıntılar vermek ve halkı etkilemek için daha fazla zaman harcayarak midemi bulandırdı. Malesef, bu hatiplerin aylaklığı halkın bakış açısını çarpıttı. Aranızdan, hâkim olan mevcut ticaret biçimi ve kapitalizmi sorgulamayı düşünenlerle paylaşabileceğim tecrübe, iyi karşılanmayı beklememeniz ; benim yapmayı alışkanlık haline getirdiğim gibi, ölçüsüz McCarthy taraftarlarının gazabıyla yüzleşmeye hazır olun !!

En kötü alışkanlık olan önemli sorunların etrafında dönüp durmayı tembel beyinli siyasetçi ve iktisatçılar sınıfına bıraktım. Bunun yerine, siz, okuyucu ve ben akan sele karşı yüzeceğiz. Altı bölümden birisi mevcut toplumsal, politik ve ekonomik statükonun gözden düşmesi durumuna örnek: kapitalizm. Ve eğer sizi yedinci bölümün orada tekrar görürsem, sekizinci bölümden kendi bağlamlarına uyan salt sosyo-ekonomik temel kavramlar üzerine olan onuncuya geçene kadar elimi sıkı tutun. Onbirinci bölümü hazmetmek için acele etmeyin ve sağlam bir tokat yemeye hazırlanın. Kapanış argümanı olarak onikinci bölüm James Tobin’in tavsiyesini izliyor : « İyi ekonomi makaleleri sürprizler içerir ve başka çalışmalara sevk eder. »

Başka ne var? Bu kitabı okumayı yağ yakmaktan daha kolay hale getirdim. Her bölüm, size ne bekleyebileceğinizle ilgili ipucu veren alıntılarla başlıyor ve kısa odaklanma sürelerine sahip genç okuyucuları uyanık tutmak için bölümler arasında « aralar » ile kesiliyor. Aynı zamanda edebi bir coşku hazırlayan roman tadı eklemek için de. Renkli tablolar ve numaralar bekleyenlerin yanında günah çıkarmalıyım. Sizi hayal kırıklığına uğrattığım için gerçekten üzgünüm. Yine de şu kesin ki sözlerimi hiçbir zaman ağzımda gevelemem.

Bir kitap yazma fikri kalabalık bir yerde çıplak şekilde bulunma tecrübesiyle kıyaslanabilir; bunu yaparken hiçbir zaman sorun yaşamadım. Ama bu tecrübe süresince sürekli olarak yaşadığım iç çatışma kalbimle zihnimi senkronize etmekten ibaretti. Tüm bunlar, yalnızca tutkuyla olsun, vizyonla olsun yönlendirilme eğilimine karşı koymam gerektiği, bu girişimde yoğunluk ve belirliliğin, uygun bir merkezi kavramın yaratılmasında esas olduğunu söylemek içindi. Bu hayatta vizyonsuz bir tutkunun enerji kaybı, tutkusuz bir vizyonun ise bir çıkmaz olduğunu hatırlayın.

Harika bir ruh sıklıkla şarkı söyler. Swami Vivekananda bunu çok etkileyici bir şekilde ifade ediyor : « Bir fikri ele alın. Bu fikri hayatınız yapın- onu düşünün, hayal edin, bu fikri yaşayın. Beyninizi, kaslarınızı, sinirlerinizi, bedeninizin her parçasını bu fikirle doldurun ve diğer tüm fikirleri bir kenara bırakın. Bu, başarıya giden yoldur. » Belki dünya bir gün, beni gerçekten kaygılandıran, aynı anda hem toplumsal hem siyasi hem de ekonomik ağır küresel adaletsizliklere çözüm olan bu fikri geliştirmek için yaptığım fedakârlıkların derecesini bilecektir. Bununla beraber, size kapitalizm karşısında tastamam bir alternatif, sözde küçük ekonomi politikası tanrılarının başarısızlıklarını telafi edebilecek bir çözüm sunmazsam bu kitaba harcanan mürekkep işe yaramaz hale gelir. Ekonominin yaşlı iblislerini bunun için uyandırmadan diyalektik analizi yeniden tanıtma zamanı. Her şeyden öte, bu kitabın çok sayıda insanı harekete geçireceğine ve onları önerilen çözüm konusunda tartışmaya teşvik edeceğine ve bunu ilerleteceğine inanıyorum. Ya da yaratıcı bir tarza kapitalizmden uzaklaşan başka bir yolla hayat vereceğine, William Godwin’in nihayet, huzur içinde yatması için.



BÖLÜM II











Kamikaze


« Ben dünyadaki en bilge adamım, tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğim. »

Sokrat



Birkaç yıl önce, Etiyopya’da Addis Ababa’nın kalabalık ve iç karartıcı sokaklarından birinde yürürken güçsüz genç bir anne ve sırtındaki küçük bir kumaş parçasına sarılmış uyuklayan kirli bir çocuğun görüntüsü bana yenilgimin hatırasını, Nairobi’deki Uluslararası Jomo Kenyatta havaalanındaki zihinsel « Waterloo »mu anımsattı. Tam o anda bir çığlık kopardım: buldum! Yine de, o gün her toplumda kangren haline gelmiş toplumsal sınıfların ayrışması karşısındaki çareyi net bir şekilde ayrıntılı hale getirmek amacına sahip olan araştırmamın düzensiz maceralarından hala çok uzaktım.

Bundan sonra, dünyadaki bireylerin sorunlarını somut bir şekilde analiz etmek adına zaman, para ve enerji yatırımı yaptım. Bu amaçla, Tara ve ben yapabileceğimiz kadar çok seyahat ettik, bol bol okuduk ve belgesel izlemek için saatlerce televizyonun karşısında kaldık. Seferlerimden biri bizi sahra altı Afrika ülkelerine yöneltti ve karşılaştıkları ve sınırlarını çok aşan büyük ölçüdeki zorlukları görünce şaşırdık. Bu bölgedeki ülkelerin başta gelen özelliği iki başlı egzotik zehirli bir yılandı: yozlaşma ve baskı. Karşılaştıkları zorluklar için bu ülkelerin hükümetlerini suçlayabiliriz. Aslında, güç ve zenginliklerini pekiştirmek için yönetimdeki birkaç aile tarafından kullanılıyorlar. Kısa kesecek olursak, dünyanın bu bölgesindeki kamu hizmetleri felaket durumda.

Çok sayıda parmak köşede hüküm süren karmaşayı gösteriyordu; bizzat bu ülkelerin kendileri ve sanırım içerde ve bölgedeki gelişmeyi yavaşlatmak amacıyla diğer ülkeler tarafından çok kötü yönetim uygulamaları belirlenmişti. Batı yarımkürenin diğer şehirlerini gezerken aynı kangrenin Afrika ve Latin Amerika ülkelerini de kemirdiğini fark ettim. Eski vali Rod Blagojevich, 44. Amerikan Başkanı Barack Obama'nın senatör koltuğunu satmaya çalışmak suçundan parmaklıklar ardına gönderilmişken Illinois'nin Nijerya'da bir bölge olduğuna inanabilirdik. BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkelerinden aktarılan başka skandal haberleri de büyük bir alanı kaplıyor. Futbola çok meraklı değilim ama Brezilyalı müteahhitlerin, kutlamalar öncesi ve esnasında çöken fahiş fiyatlı statlar ve yapılar yüzünden 2014 Dünya Kupası ile alay etmelerini bekliyorum. Ve Çin’in güneyindeki Hengyang şehrinde halk meclisindeki hemen hemen tüm liderlerin istifasına yol açan skandalla ilgili ne söyleyebileceğimi bilmiyorum. Kaynakların yanlış yönetilmesinin ağır basması ve yöneticilerin gerilemesi benzersiz bir mali israfa yol açtı.



«Bir tımarhanede rahat bir yürüyüş inancın hiçbir şeyi ispat etmediğini gösterir. »

Wilhelm Nietzsche



Yoksulluğun kalbine yaptığım gezi esnasında insani bir görev ile CV’lerini zenginleştirmek amacıyla veya saygın bir üniversiteye girme şanslarını artırmak için oradan ayrılan veya ayrılmak üzere olan batılı fedakâr öğrencilerle karşılaştım. Kendimi tamamen başka bir yerde, boşluğa bakan gözleriyle Amerikan sineması ünlülerinin güzel fotoğrafları ya da herkesin gönülden bir şekilde "insanları kurtarmak" (bazen hayvanlar insanlardan daha önemli olsa da) istediği bir hayır işinin sözcüsü önünde bulduğum için şaşkındım.

Yine de, karşılaştığım insanların mucizeler yarattıklarını veya üçüncü dünyanın hamileri olduklarını sandıkları dünyanın daha iyi olan tarafında takip ettiğim katılımcı demokrasi veya ekonomik gelişmeyle kıyaslandığında delilik hiçbir şeydi. Olabildiğince yetenekli oldukları için, az gelişmiş ülkelerdeki zorluk ve meydan okumalara yobaz bakışlarına karşılık gelen kuramsal yaklaşımlarında bir eksik var. Gelişim modellerini kapitalizme olan sarsılmaz tutkuları için düşündüler. Bu ruh hali şu vecizeyi düşünmeme neden oluyor « eğer sahip olduğunuz tek alet bir çekiçse, her şey bir çiviye benzemeye başlar. »

Şunun altını çizmeliyiz ki, yıllar geçerken egemen bir toplum her zaman saygın "istisnacılık" statüsünün sancağı olmuştur. Eğer iktisatçıları, liderlerinin bizi çevreleyen dünyayı açık bir şekilde ayrıntılarıyla inceleme ve bununla uyumlu biçimde içinden çıkmamıza izin verecek etkili müdahaleleri emretme sorumluluğunu üstlenirse bu cesaret ve yiğitliği kabul edeceğim. Şu anda elimizde ne var? Öfkeli bir küresel düzensizlik veya başlıca girişimlerin merkezindeki verimlilik ve Gayri Sarfi Milli Hâsıla (büyümeyi ölçmek için çılgın bir yol). Ayrıca sık sık kullanılan, o zamandan beri zenginlik unsurları ekleyen ve yayılma hızını artıran "küreselleşme" bahanesini de ortaya koymalıyım. Yönetici ülkeler, birkaç yüzyıl önce kölelik dediğimiz ve bugün kendiliğinden köleliğe dönüşen insanlık dışı uygulamaların kullanımına hala ve tekrar tekrar gözlerini kapatırken insanlık ne diyor? Bu suç kimin işine yarıyor?

Batılılar, sorunlarla karşılaşan ülkeleri batıran bu programlar beklenen ve tahmin edilen sonuçları sağlamadığında şaşırırken ben sinirleniyorum. Vatandaşların ihtiyaçlarına yönelik çözümlerden Washington DC’deki ofislerde bütün bir şekilde bahsedildiğinde ve ekonomi dervişleri verileri temizleyip gözlenebilir realitenin karmaşasını özetleyen basitleştirilmiş modeller geliştirdiğinde daha da sinirleniyorum. Yalnızca IMF ve Dünya Bankası tarafından yürütülen eleştirel çalışmalar, başlıca uluslararası finans kuruluşlarını tarafından önerilen programların etkinliği konusunda şaşkınlıkla dert yanmak zorunda kaldı. Bu suçlu vicdanlar, ekonomik olarak zayıf bir ülkeye komadaymış teşhisi konulup daha sonra uluslararası bir kuruluşun aciline gönderilip fişi çekilmiş bir finans kuvezine kapatılarak ve aşırı doz mali yardım verilerek nekrofil çılgınlar tarafından şiddete maruz kalıp suiistimal edilme ve akla aykırı program deneyleri için deneme alanı olarak kullanılma şeklini kınıyor. Tanrı bizi bundan korusun, eğer bir ülkeye koma teşhisi konulan bir ülke tüm bu faydasız açık kalp operasyonlarından sonra bazı hayata dönme belirtileri gösterirse, örneğin Arjantin gibi, o zaman gözlerini ve bağırsaklarını yemeyi deneyecek olan vahşi akbabalara ait olacak.

Bir kez, kökleşmiş « kaybeden ülke » teşhisi konulan bir millete enjekte edilen olağan çare nedir? Örneğin Sandy Kasırgası zaten bir asırdan beri sallanan bu voodoo milleti yıktıktan sonraki Haiti meselesini ele alalım. Ülke ilk anda karantina ve uluslararası mutemetlik altına alındı. İkinci etapta, aynı anda sadece Dünya Bankası ve IMF yetkilileri tarafından önemli kararlar alınırken, okuma yazma bilmeyen milyonlarca insana (demokratik seçimlerle) en iyi fikri Hispaniola’nın küçük bir köyünde bir karnaval düzenlemek olan karizmatik bir soytarıyı tatlılıkla dayatan güçlü milletler geldi. Haiti yalıtılmış bir durumda olmaktan uzak. Uluslararası yardımlarla gelen fonlar yıkılmış ülkede belirli imtiyazlar elde etmek için kullanıldı. Bu dönem içinde, aynı fonlarla sağlık koşulları iyileştirilmedi.

Haiti ve bu çözümlerin, ülkelerin ilk başta içinde bulunduğu durumdan daha ciddi sorunlara yol açtığı yaklaşımların kullanıldığı diğer kara delikleri inceledik.

Esas olarak, bu milletlerin kleptomanları ve teknik "ortakları", sonuç elde etmek için çelişkili dogma ve reformlar uygulamaya koyduklarından, bu durum yoksul ülkelerin daha da gerilemesine neden oluyor. John Maynard Keynes ve Harry Dexter White’ın takipçileri ve diğer uluslararası finans kuruluşlarının, mali destekçileri ve faiz bağışçılarının isteklerine göre hareket ettiklerini size ilk söyleyen ben değilimdir. Bu, israf ve kötü yönetimin tekrarlanmasına yol açar. Ve eğer felaketin bol olduğu bir yeri öğrenmek isterseniz Haiti, Port-au-Prince’deki Kıskançlık Şehri’ni ziyaret etmekten çekinmeyin ve orayı barış elçilerinin, Birleşmiş Milletler görevlilerinin kiraladığı villalarla kıyaslayın.



« Bu son seferimmiş ve ölmekte olanlara hitap eden ölmek üzere bir adam gibi vaaz ettim. »

Richard Baxter



Günümüzde, iktisatçılar bir teorinin geometrik bir tarz dışında geliştirilemeyeceğini iddia ediyor; matematiksel bir model ile açıklanamayan herhangi bir olgu mantıksız kabul ediliyor. Diğer bir deyişle, eğer her şey bir şaşırtıcı bir denklemle açıklanmadan ifade edilmezse, o zaman bu kitap intihardan önceki bir mektup olarak okunabilir. Yine de, ne metrodaki trenin altına atlamak ne de bir Budist tapınağına çekilecek kadar bunalımda değilim. Bu baskıya eğilim göstermeyen ve sözü edilebilir ilkelerin estetikle ve malesef şeytani anlaşmaların doğuşuna vesile olan klasik müsrif iktisatçılara teşekkür etmeliyim.

Halk yığınlarının sefalet ve ümitsizliği ile azınlık kesimin zenginlik ve israfı arasındaki zıtlık karmaşık bir özet değil daha ziyade ahlaki bir tiksinmeye giden küresel ölçekte gözlenebilir gerçekliğidir. Sömürgeciliğin acımasız uygulanış yöntemlerinden kalan kast sistemini yansıtan sömürgecilik sonrası toplumsal tabaka göz önündeyken, batılı revizyonistler, üçüncü dünya ülkelerinin kabuslarının sömürgecilikle alakası olmadığını iddia ediyorlar. Ve marjinalleşmiş insanların karanlık bir gelecekten kaçmasına yardım etmek için ölçüsüz bir devlet başkanının dayatılmasını bir kenara bırakırsak, çok az şey yapıldı. Tüm bunlar, sosyo-politik-ekonomik yamyamlığın (kapitalizm) gelişmeye, gerçeklere ve bu ülkelerin olanaklarına uyum sağlamadığını söylemek için.

Kapitalizmin küresel arenasında, en azından aynı ölçekteki diğer milletlerle yarışabilecek kapasite büyüme ve gelişmeye dönük bakış açılarını önceden belirler. Burundi Cumhuriyeti ve Belçika Krallığı hemen hemen aynı yüzölçümü ve nüfusa sahip ve ekonomik bakış açısıyla birbirinden çok uzaklaşamayacak iki ülke. Aslında Burundi’nin Gayri Sarfi Milli Hâsılası Belçika’nınkinden iki yüz kat daha küçük. Küçük Krallığında Gayri Sarfi Milli Hasılası’ndan aşırı fazla borca sahip olması bir yana, Belçika bu beceriyi nasıl elde etti? Evet, Belçika’yı Burundi ile daha fazla kıyaslayarak açıklamak için tarihi gerçeklere yönelmeliyiz. Krallık milli zenginliğini elde etmek için zalimce bir yol benimsedi. Almanlar 1887-1965 arasında Burundi’nin sosyokültürel yapılarını yerle bir ederken Belçika Kralı 2. Leopold ve sonrasında millet olarak Belçika, bugün « Demokratik »Kongo Cumhuriyeti diye bilinen kendisinden sekiz kat daha büyük bir ülkenin zenginliklerini sadistçe talan etti. Ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Burundi, Milletler Cemiyeti tarafından Almanların ellerinden alınıp büyük komşuları tarafından ağır bir sömürgeciliğe maruz kalması için Belçika’ya verildi. Kaderin cilvesi ki Belçika’nın milli borcunu Burundi ile kıyaslayın ; ağzınızın sularının akacağını garanti ederim !!!

Şunu belirtmek de ilginç olacak, gelişmekte olan ülkeler küresel düzensizliğe dair tek kanıtım değil. Bir yanda da, halkalara tek tip bir ihtiyaç sepeti dayatmayı dileyip merdivenin alt basamağındaki nüfusun %99’unu batırarak başarısız olan merkezi ekonomiler var. Yıkılmış olan Sovyetler Birliği, gerçek anlamda bir duvarla karşılaşana dek komünizmi mükemmel şekilde yerleştirmişti. Buna karşılık liberal pazar, zirveye kurulmuş olan %1’lik küçük grubu tatmin etmek için en güçlülerin hayatta kalmasına olanak sağlayan zararlı kuralıyla bizi batırıyor. Geçtiğimiz günlerde, Amerikan Kongresi, yalnızca bir kez, sözde "batmayacak kadar büyük" olan çok sayıdaki Kuzey Amerika bankasını yeniden canlandırmak için iki partili şekilde birleşti, tıpkı sigorta şirketleri gibi. Buna karşılık, aynı Kongre 2013 yılında, Amerikan nüfusunun bir kısmının yoksulluk sınırının zar zor üzerine çıkmasına izin veren sağlıklı gıda programında birkaç milyar dolar kesintiye gitti.

Dünya ticaretinin durumunu titiz bir şekilde incelerseniz, Kapitalizm modelinin kazanç getiren uluslararası ticaret akış ilkelerinin aynı ekonomilerin kalbine nasıl hapsolduğunu fark edebilirsiniz. Diğer ülkeler basit hammadde ve ucuz el işçiliği sağlayıcısı olmaya indirgendi. Ama yağlı ve şişman kadın kayıtsızca ıslık çalmayı kesme noktasında, ayaklarının üzerinde duramayacak kadar semirdi. General Motors 2010 yılında Avrupa otomobil endüstrisindeki aşırı kapasite nedeniyle Belçika, Anvers’deki fabrikasını kapattı. Ardından Avrupa ve Kuzey Amerika’da faaliyet gösteren diğer sektörlere ait fabrikalar da kapılarını kapattı.



« Koketsu ni irazunba koji wo ezu. »

Japon Bilgeliği



Karşılıklı ekonomik doktrinlerini göz önünde bulundurursak Küba ve İngiltere ihtiyatsızca yol alıyorlar. İki ekonomik saldırı planını değerlendirirken (yoksulluk, kirlilik, savaş vs.) insani sağduyumuz bize bu iki yaklaşımın da iyi olmadığını söylüyor. Eski Sovyetler Birliği ve Çin’in, acımasızca sütten kesercesine, kafalarını deliliğin belgelenmiş formu olan psikiyatrik kapitalizmin kolaylıklarına gömene kadar, komünist cezaevi kurumuna bir son vermeye karar vermiş olduklarını öğrendiğimde umudun zirvesine çıkmıştım!

Şu anda dünya tamamlanmış ve somut alternatiflerin eksikliğini yaşıyor. Birkaç çılgın ekonomik krizden sonra dünya barbarlık ve kapitalizmin eksiklerinin dindışı olmadığını kabul ediyor. Silip süpüren mali tufanlar ışığında, ister kemer sıkma ister harcama yoluyla olsun, bu yöntemlerin hiçbiri hayatta kalacak bir çözüm olarak ortaya çıkmadı, bunlar daha ziyade zorluk içindeki bir sınıfın taşlamaları. Burada olabildiğince basit bir biçimde yeni pazarların, küresel ekonomik sistemi gençleştirmek için cesaretlendirilmesi gerektiğini kesin olarak belirtebilirim. Ama bunun için, son tufandan kaçınmak adına yeni eğilimler geliştirilmeli.

Bu değişiklik, "yoksul" ülkeleri uluslararası ekonomik sistemle bütünleştirmek bir yana dursun, bir diğer ifadeyle bu ülkelerin sömürülen nesneler olmaktan aktif üretici ve tüketici olmaya geçmeleri ama aynı zamanda eski dünya düzeninden kalan mevcut pazar anlayışını da yıkmaları konusunda uygun sosyo-politik-ekonomik formüller uygulanmasını gerektiriyor.

İnsanlık kadar usta bir şekilde, süper kadının gelip bizi kurtaracağı kapımın basamağında bekleme alışkanlığı edindim. Daha sonra 1945 yılında, Amerikan ve İngiliz gem ive uçak gemileri Japon kıyılarına yaklaşacakken sıradan gençlere Şark Güneş İmparatorluğu’nu kurtarmak için hayatlarını feda etmelerini istediklerini öğrendim. Hiroşima ve Nagazaki’ye yapılan nükleer saldırıların kurbanlarının sayısı bu gençlerin cesaretini ülkeleştirmeye izin veriyor. Nanjing katliamı ve Japon askerlerinin seks köleliğine maruz kalan kadınların dramını öğrendikten hemen sonra, kapitalizme yaptığım saldırılar yüzünden benden kamikaze diye bahsetmelerinden dolayı gücendim.

Bize dayatılan kendi kendimizi mahvetmemizin sonunu gösterecek düdüğü beklemekten yorulmuş olarak, Kapitalizmimiz veya sosyo-politik-ekonomik adaletsizliklerle bağdaştırdığınız aynı sızlanma çığlığıyla sizi rahatsız etmeyeceğim. Sizi bulutlardan yere indirmek adına, çözüm ne en düşük maaşların yükseltilmesi ne de geçici çare olacak sosyo-politik-ekonomik bir tedaviden başka bir şey olmayan vergi kalkanları oluşturmak.

Hoşunuza gitsin veya sizi öfkelendirsin, kalan nöronlarınızın birkaçını, nüfusun %99'unu yukarı çekerek ve merdivenin alt basamağındaki az gelirli olanların %1'ine özen göstererek genel kavramların yerini potansiyel olarak değiştirebilecek yeni bir toplumsal, politik ve ekonomik forma maruz bırakacağım. Ve Sezar, size söylemek istediğim şu ki, okuyucu, kaderime karar vermeniz gerekecek!



BÖLÜM III











Yoksul İnsanlar Görüyorum


« İyi yönetilen bir ülkede yoksulluk utanç verici bir şeydir. Kötü yönetilen bir ülkede ise zenginlik utanç vericidir.»

Konfüçyüs



Benim gözümde, insanı en çok çöktüren internet sitelerinden birisi, fanatiklerinden biri tarafından M. Night Shyamalan’a adanandı. Hint kökenli bir Amerikalının büyük bir seyirci kitlesine sahip bir sinema devine dönüştüğünü ve senarist, yapımcı ve yönetmen olarak da Bollywood sinemasının beklenen klişelerinden uzak (şarkı söylemek ve dans etmek gibi) bir şekilde aynı başarıyı elde ettiğini görmek yeterince etkileyici. Ben bizzat ilk filmi Altıncı His’ in (1999) büyük bir hayranıyım. Gişede elde ettiği makbuzlar, insan türünün çoğunun bu filmi izlediğini düşünmenize yol açıyor. Mağarada yaşayanlar için işte senaryosu: Cole, ölü olduklarını bilmeyen ruhlarla konuşabilen bir çocuktur. 90’lı yıllar boyunca Hollywood’un en büyük yıldızlarından birinin oynadığı, bunalımdaki bir psikatrist tarafından gözlenmektedir: Bruce Willis. Filmin en bilinen sahnelerinden birinde yavaş çekimde çocuğun, ardından Cole’ü oynayan Haley Joel Osman’ın ürkmüş halde mırıldanan yüzüne yaklaşılır : « Ölü insanlar görüyorum. » Bu replik hızla bir kült haline geldi.

Ben de genç Cole ile benzer bir durumdaymışım gibi hissediyorum. Benim savaşım, hayata olan yaklaşımımı tamamen değiştirdi. Elbette keşişler ve münzevilere hiçbir zaman özenmedim, ama sürekli olarak bıçak üstündeymişim ve tüm hislerimle çevremi tarayıp bilinç durumumu artırmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Günlük hayatımı işgal eden yeni önceliklerimle beraber, uyumakta zorlanıyorum ve işteyken veya insanlarla tartışırken aklım yolunu kaybediyor. Zihniniz şunu bunu suçlayıp şikâyet eden seslerle dolu olduğu zaman, hayat Rus dağlarına dönüyor. Kendime sordum, hangi şeytani ruh beni ele geçirmiş olabilir? Morali bozuk bir psikiyatriste ödeme yapacak imkânım yok, hele de Bruce Willis'e (denedim). İblislerimden kurtulmak için gittiğim yoldaki saplantılarıma neden olan önemli olayları, bundan mahrum kalmış olanlar için anlatmayı deneyeceğim. Yoksulları görmemezlik edemem!

Tara’nın Haitili göçmenler olan ailesi, kızlarının doğumu üzerine, onu Florida’nın güneyinde (emekli Amerikalıların krallığı) yetiştirmek için New York ve onun zorlu yaşamından kaçmıştı. Karşılaştığımız zaman kafasında yalnızca tek bir fikir vardı: ailesinin göç döngüsünü tersine çevirmek ve hiçbir zaman uyumayan şehirde yaşamaya gitmek. Florida'da karşılaştığım, propagandasına sürekli reklamı da ekleyen, New York’un şovenist kalabalığı, bu şehri vaat edilmiş topraklar, fırsat ve coşkunun kalıcı nirvanası gibi görmemi sağladı. Hayallerindekinden ziyade Massachusetts’in küçük, çekici bir şehrine taşındığımızda karımın uğradığı hayal kırıklığını takdir edersiniz. O esnada ben çalışmalarım için düzenli olarak New York’a gidiyordum. Kaydolduğum yüksek lisans dersleri, gökdelenler ile yılın her günü turistlerin akın ettiği Times Square'ın arasında, Manhattan’ın kalbinde bulunuyordu. Onu ısırma hayalleri kuranları oraya yerleşmeden önce, bu şehrin çılgınlığını bilinçli bir şekilde incelemelerinin daha iyi olacağı ve yaşlılar ile zenginlerin vebadan kaçar gibi buradan kaçtıkları konusunda uyarmak için "Büyük Elma"da (New York) yeterince zaman geçirdim.

New York, yeryüzündeki en açgözlü mali suçluların (Borsa ve Nasdaq) sığınağı ve aynı zamanda en kötü şekilde yönetilen uluslararası kuruluşun merkezidir: BM. New York'un Gayri Sarfi Milli Hâsılası, Suudi Arabistan'ınkinden daha büyük ve İsviçre'ninkinin ise neredeyse iki katı, milyarder bir belediye başkanına (Michael Bloomberg) sahipti, aynı zamanda tüm zencileri için yarı resmi bir multimilyoner belediye başkanı (Sean John Combs namı diğer Puff Daddy) var ve dünyanın daha fazla ihtişamla hesaba kattığı şey Broadway'in duvarlarında afişe edilmiş ve gülünç ölçüde pahalı olan lüks mağazaların vitrinlerinde Bergdorf Goodman gibi sunulmuş durumda. Şimdilik süründürücü sefalet ve Brooklyn'deki Brownsville gibi bir mahallenin özelliği haline gelmiş düzenli kan banyoları üzerinde bile durmadan, şehir bu yetersiz noktadayken yoksullarıyla nasıl uygun biçimde ilgilenecek? Bir an bile duramayacak kadar meşgul olan kalabalıkların geçip gittiği bu caddelerin her köşesinde yüzlerini görmemek benim için imkânsız. Neden Donald Trump gibi milyarderlere doymuş bir şehirde yoksullar için çözüme biraz benzeyen bir şey bulmak neden zor? Alışveriş teorisi gardını alıyor...

New York merkezi garından geçiş sıklıkla, orada sürünen akıl hastalarından kaçmak ve yerde yatan insanlarla bütün göz temasından kaçınmaktan ibarettir. Bu üzücü gösteri sıkça Efkaristiya (öğle yemeği param) dağıtan bir rahibe dönüşmemle sonuçlanıyor. Kış gelirken, haç yolumu oluşturan dilencileri giderek daha az görüyordum. Nihayet midemi yakan bu korkunç suçluluk duygusunu hissetmeden düzgün bir yemek yiyebiliyordum. Ama kendi kendime soruyordum, sığınacak yeri olmayan alıştığım bu kalabalık bu kadar iyi nerede saklanabilirdi? Aslında mucizevî hiçbir yanı yoktu, yalnızca hava durumu. Uğursuz kış belirdiğinde daha iyi ısınmış bir yer bulmayı denemişler ve onları görmek çok daha zor olmuştu.

2013 yılında evsizlerin sayısı o kadar artmıştı ki, çok sayıda insan, yetişkinler gibi çocuklar da sığınaklarda kalamıyordu. Kalacak yeri olmayan savaş gazilerinden bahsetmiyorum bile… Şu anda dünyanın en zengin ülkesi olan Birleşik Devletler ulusu savunma çağrısına karşılık verenlere yardım için elinden geleni yapmıyor ve ulusunu korumak için hayatını riske atan bu asil bireyleri kendi kaderlerine terk ediyorsa yakınlık gösterebilecekleri başka birini bilmiyorum.

Ayrıca empati konusunda, 2014 yılında Dünya Bankası, Mumbai sakinlerinin yarısından biraz daha fazlasının Slumdog Millionaire filminde batı kamuoyuna karşı açığa çıktığı gibi şu gecekondularda yaşadığını tahmin ediyordu. Mumbai, orada Bollywood starları gibi, Hindistan'ın bir takım en zengin işadamları da yaşadığından paradokslarla dolu bir şehir. Bu ülkedeki eski kast sistemi ve derin dindarlığın açık bir şekilde orta sınıf Hintlilerin, tanrılar böyle istiyormuşçasına içinde yaşadıkları toplumun eşitsizliğini kabul etmelerini sağladığı fikrinin önüne geçemiyorum... Piyasadaki hiç kimse Hindistan uzay araştırmaları kuruluşu ISRO'nun 2013 yılında 1,3 milyar dolar olan bütçesindeki kademeli artış yüzünden telaşa kapılmıyor. Bu rakamlar « büyük ingiliz kardeş » ile « büyük amerikalı kuzen »in Hindistan için olan para yardımlarını kesme noktasına getirdi. Meblağ, ISRO bütçesine kıyaslandığında gülünç olsa da, bu kesintiden büyük oranda etkilenecek olan ülkedeki 421 milyon yoksula yardım eden çeşitli programlar için çok önemliydi. Buna karşın, en yoksul 26 Afrika ülkesinin yoksul nüfusunu bir araya getirerek 410 milyon yoksul elde ediyoruz. Peki Hintli idareciler buna nasıl cevap verdi ? « Bu para yardımlarına gerçekten ihtiyacımız yok » diye buyurdu Ekonomi Bakanı Palaniappan Chidabaram.

2013 yılında Hint kökenli Amerikalı arkadaşlarım iddialı ISRO projesinin başarısını kutlamak için bir parti yaptı: Mars Orbiter uzay sondasının fırlatılması. Ben bu konuda şüpheliydim, çünkü bu sonda özellikle dünyanın yörüngesinde dönerek başlamıştı. Şüphe yok ki, Hintli bilim adamları ülkelerindeki gecekonduları görerek üzülüyorlardı, bu yüzden teleskoplarını aksi yöne çevirmeye karar vermişlerdi… Bu görevin amacı tam olarak neydi, elit Hintliler için kalacak yeni bir yer mi yoksa yoksulların sığacağı genişlikte devasa bir çöplük mü bulmak? Eğer ikincisiyse, Nijerya ve Hindistan arasında onaylanan uzay programı anlaşmasının, okuma konusunda gerçekten acele ettiğim Abuja'nın gecekondu mahalleleri konusunda birkaç madde içermesi gerekir !

Google’da insanlık tarihindeki en pahalı evin hangisi olduğunu araştırın. Bu ne Manhattan’dane de Paris’te değil, Mumbai’de, bir milyar dolardan daha fazla değer biçiliyor! Bu 27 katlı gökdelenin yer altında da altı kat otoparkı var, katlarından biri bir spa ve bakımı yaklaşık 600 kişiyi gerektiriyor. Bu devasa bina orada karısı, iki oğlu ve kızıyla yaşayan Hintli milyarder Mukesh Ambani’ye ait. Çok sayıda çocuğun açlık çektiği ve çöplüklerde yaşadığı bir ülkede bu adam, daha önce yetimhane bulunan bir arsada kendisine bir milyar dolarlık bire v yaptırmayı tercih etti. Şüphesiz güzel bir şehir ve gecekondu manzarası isteyecektir.

Güzel bir manzara, dünyanın en muhteşem plajları arasında bulunun Florida körfezindeki plajlar da bunu sunuyor. Hem büyük bir şehirde yaşayıp hem de her koşulda beyaz kumlar üzerinde bronzlaşmak isteyenler için Tampa, kıyı kenti St. Petersburg’a olan yakınlığından dolayı tercih edilecek bir yer. Burası, güneşten faydalanmak, şehir merkezinde Amerikan usulü semirmek ve plajda dondurma yemek isteyen turistler için bir cennet. Ama benim bizzat tecrübe edebildiğim kadarıyla bir kez güneş battı mı şehir merkezinde dışarı çıkmamak daha iyi. Suç yüzünden değil. Daha ziyade, Katolik Kilisesi tarafından yönetilen ağırlama merkezinde yer kapabilmek için kavga eden evsiz takımının dokunaklı manzarasını görmemek için. Ve eğer onları bu durumda görmek yeterli değilse, şehir halkı tarafından koyulan yoksullara karşı sıfır tolerans politikası (ben böyle diyorum) bu talihsizlerin sürekli olarak polis tarafından rahatsız edilmesini sağlıyor. Tutuklandıklarında, St. Petersburg’dan uzağa gitmeleri « önerilmeden » serbest bırakılmıyorlar. En çok Tampa’ya gidiyorlar. Ve bu şeytani ve faydacı önlemler sayesinde şehir, turistler için kırsal imajını koruyabiliyor.

« Kırsal imaj » sözlerini duyduğumda her zaman Birmanya’yı (pardon Myanmar Birliği Cumhuriyeti’ni) düşünüyorum. Uzun süre bu ülkenin, 2006 yılında internete sızdığında izlediğim, General Than Shwe’nin kızının düğün videosuna benzediğine inandım. Her yerde elmaslar ve şampanya. Evlenenler, içinde evler ve lüks arabaların da olduğu milyon dolarlar değerinde hediyeler almıştı. Şişesi birkaç asgari ücretli maaşına denk şampanyayı davetlilerin kadehlerine doldurup çiçeği burnunda eşine devasa düğün pastasını kesmekte yardım ettiğini gördüğümüz damadı çok kıskanmıştım. Aung San Su Kyi 2011 yılında serbest bırakıldığında videoyu izledim ve bazı araştırmalar yaptım. Gülümseyen ve Oscar içinmiş gibi giyinen davetliler, ülkeyi demir yumrukla yöneten zalim ve kanlı bir diktatörlüğün üyeleriydi. Bu kutlama, fakirlik ve askeri baskının giderek arttığı bir ülkede yapılmıştı. O zamandan beri, cunta imajını düzeltmek için çaba harcamış ve o düğünde bulunan yırtıcı hayvanlar daha ölçülü giyinmek için uğraşmıştı. Ama hala aynıydılar. Yakın zamanda Birmanya askeri gücü üzerindeki kontrollerini bırakacaklarını düşünmüyorum, çünkü ülke ve doğal kaynakları bu şekilde kontrol ediliyor. Bununla beraber, büyüleyici saldırı etkili oluyora benziyor. Yangon Uluslararası Havaalanına, büyük uluslararası finans adamları ve onların uşak orduları için kırmızı halılar serilmiş. Babil tarzı şenlikler hiç şüphesiz devam edecek, kimse görmeden.

Bu beni, bu defa gizli bir şekilde gerçekleşmeyen Amerika Birleşik Devletleri'nin en ünlü ve heyecan verici partisinden bahsetmeye götürüyor. 2003 yılında, festival enerjisi ve övgüleriyle dolu gençlerin resimleriyle bolca desteklenmiş New Orleans'daki Büyük Perhiz'i tanıtan Bayou gastronomisi konusunda bir broşür okuduğumda, Amerikalıların Karayipli ve Afrikalı göçmenler konusunda söylemekten hoşlandığı şekliyle "gemiden indim". Oraya, bir partide bulunmak fikrinden benim kadar heyecan duyan iki arkadaşımla beraber gitmiştim. Arabayı sürebileceğimiz kadar hızlı sürerek ve sürekli bir hafif sarhoşluk halinde herhangi bir kaza veya tutuklanmadan mucizevî şekilde kurtulduk. Bourbon Caddesi’ndeki ikram ve misafirperverlik inanılmazdı. Ve şunu söyleyebileceğime inanıyorum ki çok az eğlence düşkünü ünlü Büyük Perhiz dönemlerinde bizimki kadar başarı elde etmiştir. Otelden, düzgün şekilli bir göğüs şocu karşılığında değiş tokuş ettiğimiz birkaç yüz inciyle ayrılıyorduk ve ellerimiz sistemli biçimde yine boştu…He he !

Dönüş yolunda aklımız hala yıldızlardaydı, Hale Boggs Köprüsüne çıkışı kaçırdık. Eğer New Orleans’ı ziyaret ederseniz bilin ki bu köprü şehirden tek çıkış yolu. Otel kapıcısının bize neden French Quarter’ın etrafındaki turistik bölgeden asla ayrılmamamızı tavsiye ettiğini anlayarak paniklemeye başlamıştık. Yolculuğumuz boyunca ilk defa turistlerin genellikle görmediği « gerçek » New Orleans’ı keşfediyorduk. Ciddiyetimiz hızla yeniden kazandık. Eğer bir polis aracı bizi almış olsaydı bize Bourbon Caddesi'ne kadar eşlik etmesi gerekecekti. Bu ormanın ortasında duramazdık.

Grubumuz gerçekten de istenmiyordu. Size bir fikir vermek adına, gençken Cosby Show ve siyahî aile modelini ve Eddy Murphy’nin Amerika Birleşik Devletleri’ni keşfeden Afrikalı bir prensi oynadığı Coming To America filmini izliyorduk ve bize tamamen gerçeküstü geliyordu. Biz, « Afrikalılar da » kapitalizmin yeterince iyi şekilde yürüdüğü daha ziyade rahat ailelerden geliyordu. Florida’nın başkenti ve bir öğrenci şehri olan Tallahassee’de birçok siyahi arkadaşımız vardı ama New Orleans’ın fakir mahallelerindeki bu zenciler hayatımızla ilgili korku duymamıza neden olmuştu! Bu turistik şehrin kendi cehennemini saklayıp saklamadığı konusunda kuşku duymalıydık. O zamanlar sık sık yerel rap grubu Hot Boyz’u dinliyorduk. Aşırı gerilimli ve saldırgan sözleri Bisounours’da yazılmış olamazdı, şiddet ve ümitsizlik dolu bir çevrede yazılmalıydı. Ve eğer müzikleri yeterli değilse, klipleri içinde bulundukları evreni açık biçimde gösteriyordu: terkedilmiş binaların önünde çömelerek günlerini geçiren « pis ve kötü » fakirler.

Malesef birçok kişi New Orleans'ın birçok mahallesinin seyahat ettiğim bazı üçüncü dünya ülkelerinden çok daha fakir ve ihmal edilmiş durumda olmasının nedeninin Katrina kasırgası olmadığını görmezden geliyor veya öyleymiş gibi yapıyor. Buralar çok önceden de böyleydi. Ben ve arkadaşlarımın gerçekliğini gördüğü gibi, şehrin birçok yeri stratejik olarak festival öğrencileri ve turistlerin görüş alanının dışında tutuluyordu. Katrina yalnızca New Orleans'ın küçük, kirli sırrını gün yüzüne çıkardı ve tüm ülke gerçeği keşfeder gibi göründü. Sizce lağım taştığında ne oldu ? Ve şimdi, son belediye başkanı Ray Nagin'in (kara para aklama ve her türlü yolsuzluk suçundan on yıl hapis cezası alan) deyişiyle "çikolata şehri" kendisini yeniden inşa etmeye çalışıyor, nüfusunun sorunlu kısmının persona non grata ilan edilip bir daha asla geri gelerek imajına gölge düşürmemesi için gizlice dua ediyor.

Eğer New Orleans Noel Baba'ya sunacağı listeye bu son dileği koymazsa, Ekvator Ginesi Başkanı'nın oğlu Theodoro Nguema Obiang, Fransa ve diğer medenileşmiş ülkelerin çoğunda gerçekten de persona non grata. Zenci prensin zenginliğiyle çileden çıkan Fransa 2012 yılında, bazı oyuncaklarını birkaç yıllığına geri almak için çeşitli aktivist grupları tarafından ona karşı yöneltilen emsal bir karardan faydalanmaya karar verdi. Birkaç Fransız dergisinde sergilenen söz konusu önemsiz şeyler bu büyük savurganlık konusundaki tüm beklentilerimin üzerindeydi: lüks arabalar (iki Bugatti Veyrons, bir Maybach ve bir Aston Martin, bir Ferrari Enzo, bir Ferrari 599 GTO, bir Rolls-Royce Phantom ve bir Maserati MC12) Chateau Petrus şişeleri (dünyanın en pahalı şaraplarından biri) ve 3.7 milyon dolar değerinde bir duvar saati.

Amerikalılar, Fransızlardan daha iyisini yapmaya azimli bir şekilde, davada ondan 70 milyon dolar talep ederek Obiang’ın oğlunun varlıkların çok daha önemli bir kısmını tırtıklamayı denediler. El konulan mallar listesi bir Gulfstream uçağı, Michael Jackson'ın eldivenleri ve Californiya, Malibu'da bir villayı içeriyordu. Ama bununla beraber, 700 milyon dolarlık hesabıyla bir zamanlar Riggs Bankası'nın en büyük bireysel müşterisi olan genç mirasçı, bankasını kapılarına kilit vurmaya zorlayan skandallardan sonra bile Amerika Birleşik Devletleri içinde yer değiştirmekte hala özgür. Adalet Bakanlığı onu bu konuda hiçbir zaman endişelendirmedi. Ekvator Ginesi'nin çok genç Tarım Bakanı Teodoro Nguema Obiang'ın görevi için resmi olarak yılda yüzbin dolardan fazla kazanmadığına dikkatinizi çekelim.

Ekvator Ginesi, Afrika’nın en az özgürlüğe sahip ülkelerinden, aynı zamanda günde bir dolardan daha az bir parayla yaşayan daha yoksul Ginelilerin oranını da göz önünde bulundurursak birisi. Yedi yüz bin nüfuslu bu ülke hem en fakir hem de petrol bakımından en zengin ülke. Paslı tenekelerin yakınlarında cam binalar ve başkanlık malikânelerinin olduğu, bu ülkenin çarpıcı paradoksunu açığa çıkaran fotoğrafları internette kolayca bulabiliriz. Başkent Malabo'daki birkaç zengin, yollarda metrekareye düzinelerce düşen çukurlardan kaçmaya çalışarak Mercedes Benz'leri ile gecekondular arasında zigzag çiziyordu. Başkanın akrabası olan, ülkedeki polisin başı resmi terzisinin Yves Saint Laurent olması ile övünüyor. Şehrin yeni lüks otelinin pencerelerinden tek kişi için bile dar olan barakalara yığılmış bütün aileleri görebiliriz.

Ve ben Ekvator Ginesi'nde beş çocuktan birinin beş yaşına girmeden öldüğü ve bunların %50'sinden daha azının içilebilir suya erişimi olduğunu keşfederek daha fazla gerçeği meydana çıkarırken, Nelson Mandela'nın gökkuşağı milletinin merkezinde bulunan küçük bir ülke olan Swaziland'da bir polis komiserinin, Obiang'ın oğlunun Swaziland'daki villasındaki bir parti esnasında çalınan iki milyar dolarla dolu valizin çalınması hikayesi için hizmet ettiği sapkın ve açgözlü bir zorba adına özür dilediğini keşfedince kanım dondu. Peki bu olayda şüpheliden öte durumda olan küçük Teodoro’nun, Ekvator Gine’sinin imajını kirlettiği için cezası ne oldu? Afrika’nın en eski diktatörlerinden birisinin oğlu olmak belli ki birçok avantaj getiriyor: babası onu tüm uluslararası davalardan koruyacak olan ülkenin ikinci başkan yardımcılığına getirdi.



«Yoksullara yardım etmemizden yanayım, ama bunun yoluna gelince, herkesten daha farklı bir fikrim var. Bence yoksullara yardım etmenin en iyi yolu durumlarını rahatlatmak değil onları oradan çıkarmayı denemektir. »

Benjamin Franklin



Nuh iyi bir adamdı, ama çocukken cehennemimden kaçma denemelerimi mahvetmişti. Bir arkadaşın bahçemizde geçirdiği korkunç kazadan sonra dışarı çıkıp Ramboculuk oynamaya korkuyordum. Nuh’un bu konuyla ilgisi olduğuna inanıyordum ve kahramanlıklarını okumak düşüncemi onaylamaktan başka bir şey yapmıyordu. Nuh’un gemisiyle ilgili hikâyenin birçok değişik versiyonunu okudum, şöyle özetleyebiliriz: Tanrı insanlığı bir tufanla cezalandırmaya karar verdiğinde Nuh hayatını, ailesini ve dünyadaki hayvanların küçük bir kısmını kurtardı. Bir çocuk olarak bu aptalın akbabalar, sıçanlar, timsahlar, özellikle de yazlarımı kapalı geçirmeme neden olan, Adem ile Havva'nın intikam tanrıçası Nemesis’i: yılanları gemiye alması karşısında şok olmuştum.

Tıpkı Nuh gibi Nelson Mandela da iyi bir adamdı. Bununla beraber, o da benim için değerli bir şeyi mahvetmişti. Uzun süre emekliliğimi en zengin ve kıtada en etkili ülke olan Güney Afrika’da, hayatta başarı elde etmiş olan diğer Afrikalı siyahlarla beraber geçirmeyi hayal etmiştim. Son yıllarda bu hayalime giderek gölge düşmesinin Mandela ile alakası varmış gibi geliyor ama gerçekten ne olduğunu bilmiyorum. Irkçılığa karşı verdiği mücadele yüzünden bir çalışma kampında 27 yıl geçirdiği gerçeğini nihayet bir kenara bırakıp başkan olarak yaptıklarını tarafsız bir gözle incelediğimde bu kristal berraklığında netleşti. Ben, bilinmeyen toprakların haritasını çıkarmaya çalışan ve "Madiba"nın ölümünden önce seslerini yeterince duyuramayan kadın ve erkeklerden oluşan küçük grubun bir parçasıyım. Güney Afrika'daki sosyo-ekonomik mutsuzlukların, onun "uzlaşma amaçlı pazarlıkları" yüzünden devam ettiğini şu anda söylemeye cesaret edebilir miyiz? Şu eski faşist F.W. de Klerk'ın -namı diğer bir tür tanrı- orta sınıf beyazlar ve büyük kuruluşların giderek artan protestolarının akabinde, 1990'larda ırkçılığı bitirmekten başka çaresi yokken, Mandela'nın pastanın en büyük kısmının kendisine, ANC'ye (Afrika Ulusal Kongresi) ve beyaz, zengin küçük bir azınlığa kalması için taraf tuttuğu konusunda hiçbir şüphem yok.

Büyükannemin tekrarlayıp durduğu gibi, insanları eylemlerinin işlevine göre yargılıyoruz. Mandela'nın karakter gücünü teslim eden iki tartışılmaz gerçek var. "Madiba", ırkçı yargıçlar, dünyanın en büyük insan hakları suçlularından bazıları, Afrikalı adam kaçıran kişiler ile katiller ve bundan sonra ırkçı rejimi destekleyip gökkuşağı milletinin çıkarlarını koruyanlarla –madencilik ve finans kuruluşları- bir anlaşmaya vararak ırkçı rejimin aydınlarını tatmin etmeye çabaladı. Peki, Avustralyalı gazeteci John Pilger ile yaptığı röportaj esnasında Endonezya'daki otuz yıllık diktatöre en derin ilgisizliği gösterip 1997 yılında Jakarta kasabı General Suharto'ya Güney Afrika'nın en yüksek onur ödülü olan İyi Umut'u vermesini temize çıkaran bir adama ne diyeceğiz?

ANC ve müttefiklerinin ırkçılığın bitmesinden beri bütün başkanlık seçimlerin, kazandığı ve buna rağmen ekonomik ırkçılığa fiilen dokunulmadığı gerçeğini kabul edemiyordum. Güney Afrikalı siyahlar görece terimlerle mutlak bir halde korkunç şekilde fakir kaldı. Benim gözümde, ANC, Dimbaza ve Alexandria gibi gecekondu mahallelerine sığmaya çalışan siyahların güvenini suistimal etmişti ve bu aşırı şiddet dolu şehirler halkın öfkesinin ağırlığını taşımaya başlamıştı. ANC'nin beyazlara karşı çok nazik olduğu konusunda ise bolca kanıt vardı. ANC'den birkaç siyahın, (parti üyelerinin ceplerindeki metelikleri toplamak için)çok zarif kapalı toplantılarının kalbine alınması karşılığında, Güney Afrika'nın beyazları devasa duvarlarla korunmuş halde, ırkçı rejim döneminde siyahlardan insanlık dışı sömürülerle elde ettikleri zenginliğin tadını çıkarma olanağına sahip oldu. Diğer bir deyişle, ırkçı rejim son bulduğunda sponsorları birkaç siyahı mal ve ödeneklerin yeniden dağıtımı balosuna döndürmenin yeterli olacağını anladı. Açgözlülüğün de yardımıyla siyahlar ve Hindistanlılar organize olmayı ve gettoların kalbinde direnmeyi beceremediler.

Bir gün kendime, Mandela ve takımının Güney Afrikalı siyahları yoksulluktan nasıl çekip çıkarmayı hesapladığını sordum. Şüphesiz ANC’nin bu sonuca ulaşmak için, liberal parti tüzüğünde özetinin açıklandığı gibi büyük bir planı vardı:



« Ülkemizin zenginliği, Güney Afrika’nın mirası, kendi halkına geri dönmeli. Toprak altındaki maden zenginliklerimiz, bankalar ve tekel endüstrisi halkına aktarılmalı. Diğer tüm ticaret ve endüstriler halkın refahını garanti etmek için kontrol edilmeli…».



ANC tüzüğünün bu bölümü, örneğin Birleşik Ulus Hükümetini (kameralara karşısında, tabandan gelen bir değişimi başlatma görüntüsü içinde kurtlarla kuzuları aynı ağıla koymak için diktatörlerin en sevdiği yöntem) ve ırkçı rejimin görevlilerini koruyan akıl almaz iş garantilerini hazırlayan 1992 yılındaki "alacakaranlık maddeleri" gibi partinin gerçek imtiyazlarına and içiyordu.

Peki Güney Afrika’da ırkçı rejim sonrası dönemde varlıksız kalan siyahlar ulusun zenginliklerinden uygun bir pay istediklerinde ne oluyor? Korkunç gerçek şu ki, ırkçı rejim döneminde maruz kaldıkları muameleyi görüyorlar: üzerlerine ateş açıldı. 2013 yılında Marikana’daki azınlıklara karşı yapılan katliamın fotoğrafları 1960’da Sharpeville’dekinden farklı değildi. Bu defaki renkliydi ve bu kirli, insanlık dışı işi yapanlar zencilerdi. Hakareti artırmak adına, dünya 270 madencinin tutuklanıp, ırkçılık rejimi yetkililerinin kullandığı aynı "ortak amaç" doktrinine dayanarak cinayetle suçlandığını büyük bir şaşkınlıkla öğrendi. Bu mantıksız suçlama, uluslararası toplum ve insani yardım kuruluşlarının baskısıyla kaldırıldı ve tutuklu madenciler serbest bırakıldı.

Mandela’nın hayatı ve ANC’nin yükselişi olgunlaşmamış özgürlük savaşçılarının ve eşitliğe inananların dikkatini çekmeye yaramalıydı: Lord Acton’ın sözlerini hatırlamak gerekirse, iktidar yozlaştırır, mutlak iktidar ise mutlak yozlaştırır. Güney Afrika’da beyazlar ve en yoksul siyahlar arasındaki ayrım hi. Bu kadar büyük olmamıştı. 2009 yılında ülke, dünyanın en eşitsiz toplumu sıralamasında birinciliği Brezilya’dan çaldı. Nelson Mandela'nın cenazesinin olduğu gece Başkan Jacob Zuma'nın, uluslararası görevlilerin gözü önünde hoşnutsuz halkı tarafından aşağılandığını görmek benim için gerçek bir zevk oldu. Bu gerçekten heyecan vericiydi.

2013 yılında karım ve ben, Kanada’ya yakın olan daha kuzeye taşınmak için Amerika Birleşik Devletler’in güneşli güneyinden ayrıldık. Etnik düzlemde yeni şehrimiz nasıl tanımlanır? Antartika’dan daha beyaz. Kendimizi hala başka bir zencinin varlığını tanımak ve hafif bir baş hareketi yaparak bununla eğlenmek zorunda hissediyorduk. Siyahların, toplumun alt kesiminin dikkate değer bir kısmını oluşturduğu Güney'de alışık olduğumuz üzere, saf bir şekilde, burada en ufak bir fakirlik kokusu almanın imkânsızlığına inanıyordum. Ve sonra, 2013 yılında Şükran Günü için New York’a gittiğimiz esnada yolun ortasında bir gölge gördük. Hava dondurucu durumdayken üzerindeki yetersiz kıyafetlerle siyahî bir evsiz büyük bir afişi sallıyordu. Bazı sürücüler onu ezmekten son anda sıyrılıyordu. Yanından geçerken ona kağıt bir dolar vermek için camımı indirdim. Aşağılanmış ve hayatın sillesini yemiş bir adamın yüzünü gördüğüm için içimde bir şeyler kırıldı. O günden beri sokakta rastladığım çocukların, kadınların veya erkeklerin yüzünde aynı ifadeyi görüyorum.

Şehir halkı, bir kelimenin tınısını değiştirmenin, bazı bireyleri hor görmenin en kolay yolu olduğunu keşfetti. Giysi kollarına sokak fahişelerinin niteliğini atfetmek, halka fakirleri cezalandırma izni veriyor. Bu güzel gezegenin birçok yerinde giysi kollarını fahişeler gibi kullanmak yasak. Bazı şehirler işi, « asalaklara » (bu kelimeyi 2012 Amerikan Başkanlık seçimlerindeki Cumhuriyetçi aday Mitt Romney’den ödünç alıyorum) para vermemeleri konusunda orada yaşayanların dikkatini çekmek için eğitici programlar oluşturmaya kadar götürdü; polis memurları, özellikle şehir merkezlerinde dilencileri hırpalama talimatı aldı. Yoksul ülkeler daha yaratıcı: doğaüstücülük ve voodoo bahanesini de listelerine eklediler. Birçok üçüncü dünya ülkesine yaptığım seyahatler esnasında, paranoyak rehberler ve arkadaşlarım, bir evsize para verirsem cebimdeki diğer varlıkların da ortadan kaybolacağı ve Allah bilir başıma hangi uğursuzluğun geleceği hususunda beni uyardı. Ama ben bu gülünç uyarıyı görmezden geldim. Bir keçiye dönüşmediğimi veya beni bir yıldırımın çarpmadığını görebiliyordum ve cebimden yok olan para maddi zevklerimi ödemeye yaramıştı.

Dünyada çok farklı hayat seviyelerine veya derilerinin rengi gibi farklı köklere sahip insanların etkin istekler veya dilencilerden nefret etmeleri ama pasif dilencilerden rahatsız olmadıklarını görmek üzücü: dilencilerin bir kapının önünde ellerinde bir kâseyle ama ses çıkarmadan durmaları gibi. Bu şu manaya geliyor; insanlar ağzı sıkı durmayı bilip bizi kötü hissettirmeyen dilencilere para veriyor. New York merkez istasyonunda, başlarında kulaklarından fazlasını kapatan son moda kulaklıklarla, fakirlere dikkat etmeden geçen yenilikçileri izlemek için vakit ayırdım. Aynı davranışı, Kampala ve Uganda’nın caddelerinden yepyeni 4x4 Pradoları ile geçen hükümet üyelerinde de gördüm. Bu gösteri, yoksulları aşağılamanın dünya çapında bir olgu olduğunu anlamamı sağladı. Ama kendimi izole hissettiğim zaman. Ümidimi kaybetmeye başladığım zaman, kurumlarında yükselmek için yoksulluk sorununu küçümser bir hareketle halının altına süpüren şarlatanların aksine, fakirlere yönelik kayıtsızlığa karşı mücadeleye hayatlarını adayan, farklı çevrelerden ve ülkelerden gelmiş diğer insanlarla görüşüyorum. Bu insanlar beni çok heyecanlandırıyor ve duyguları, kalbimdeki en değerli arzunun yankılanmasını sağlıyor. Daha insani bir toplum sihirle yaratılmaz. Benim gibi (sanırım) bu insanlar da fakirleri görmezden gelemiyor.




Конец ознакомительного фрагмента.


Текст предоставлен ООО «ЛитРес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/pages/biblio_book/?art=40850941) на ЛитРес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.


Cehennem O′Dur Lambert Timothy James
Cehennem O′Dur

Lambert Timothy James

Тип: электронная книга

Жанр: Управление бизнесом

Язык: на турецком языке

Издательство: TEKTIME S.R.L.S. UNIPERSONALE

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Cehennem O′Dur, электронная книга автора Lambert Timothy James на турецком языке, в жанре управление бизнесом

  • Добавить отзыв