Benim Güzel Hatalarim

Benim Güzel Hatalarim
Mehmet Ali Kilinç
Birini tek çare olarak görmek seni zayıf düşürür, çaresiz kılar.
Kimseye ihtiyacın yok.
Sen ahlaksız bir galibiyettense kaybetmeyi tercih ettiğinde güzelsin.
Başkasının sonu mutlu biten masalında olmaktansa, gerekirse kendi masalının mutsuzu olup, göğsünü gere gere yalnızlığı yaşadığında güzelsin.
Çünkü “Sen” sadece “Sen” olmayı başarabildiğinde güzelsin…
Yaşanması gereken ne varsa yaşandı. Sevabıyla, günahıyla…
Artık bulunduğun anın en saf, en temiz halindesin. Bırak aksın gözyaşların.
Sen akıttığın damlalar kadar güçlüsün bu hayatta. Seni yaptıklarından dolayı suçlu gösterenler olursa, onları da sakın umursama.
Çünkü sen hatalarınla güzelsin…

Mehmet Ali Kılınç
Benim Güzel Hatalarım

Hatalarımdan asla pişman değilim!
Hayatım boyunca birçok hata yaptım. Hiç girmek istemeyeceğim yanlış işlere bulaştım. Düştüm, kalktım, düştüm sonra yine kalktım, sonra yine yine yine… Evet, beni sevenlerin yüreklerine kaldırım taşlarını döşediğim oldu, sıcak koyunlarından ansızın çıkıp gitmelerim de. Ama şu an düşündüğümde ne hissediyorum biliyor musun?
Hatalarımdan asla pişman değilim! Asla…
Çünkü onlar benim güzel hatalarımdı. Yaşanması gereken, yaşanan ve kefaleti ödenen hatalarımdı. Evet, seni de üzdüm biliyorum. Evet, belki de hatanın en büyüğü bendeydi bu ayrılığın. Hatta bu aşk ayinin günahkârı da bendim, kabul ediyorum. Ama biliyor musun artık ben, senden daha da temizim. Kefaletimi gözyaşlarımla, rengi acısından da kırmızı damlayan yaralarımla, uykuya hasret gecelerimle, küllüğümü izmarit mezarlığına dönüştüren hasretinle ödedim. Şimdi tüm bunların üstüne, ne sana ne de bir başkasına yedirtmem hatalarımı.
Birçok yanlışımın olduğu doğrudur. Ama benim en büyük hatam neydi biliyor musunuz? Güvenmek… Çok çabuk güveniyorum insanlara, biriyle biraz zaman geçirdikten sonra, masumluğuna aldanıp güvenebiliyorum. Çünkü ben insanları galiba kendim gibi sanıyorum. Hepimiz bundan dolayı kaybetmiyor muyuz zaten? Onları sevdiğimiz kadar, onlar da bizleri seviyor sanıyoruz. Biz onlara kıyamadığımızı düşünürken sanıyoruz ki; onlar da bizler için aynısını düşünüyor. Maalesef hiçbir şey sandığımız gibi gitmiyor.
Kime kıyamadıysak, sırtımızda bir bıçak darbesi…
Kimi sevdiysek kalbimizde terk edilmişliğin o ağır yükü vardı…
Demem o ki; yanlışlarımız her zaman olacak bu hayatta. Ama yine de hatalarını sevmeli, onlara sahip çıkmalı ve asla ah etmemeli… Yaşanması gereken ne varsa yaşandı. Sevabıyla, günahıyla… Artık bulunduğun anın en saf ve temiz halindesin. Gözyaşların bırak aksın. Sen akıttığın damlalar kadar güçlüsün bu hayatta. Seni yaptıklarından dolayı suçlu gösterenler olursa, onları da sakın umursama.
Çünkü sen hatalarınla güzelsin…


“Seninle yürüdüğümüz o yollarda, saflarımızı hep sıkı tutardık. Korkardık aramıza rüzgârın dahi girmesinden. Yollar hala aynı yollar ama sen yoksun. Ve şehrin tüm poyrazı sol yanıma vuruyor.

Kendi kişisel tarihime not:
Yaptığın hatalardan dolayı pişmanlık duymak, seni üzmek isteyen insanlara karşı gardını indirmek olduğunu anla. Hatalarını her zaman sev. Zira, onların sana verdiği acılara dayandığın kadar güçlüsün bu hayatta.
Senin için çaldığına inandığın şarkıların aslında seni yaralamaktan başka bir amaca hizmet etmediğinin farkına var. Çünkü her ayrılığın bir şarkısı vardır bu hayatta. Ve duyduğun her şarkı, günün birinde ayrılığı hatırlatacak sana.
Düştüğünde gözyaşlarını silmen için sana mendil uzatan insanlardan uzak dur. Gözyaşları da tükenir elbet. Onun yerine yerden kaldırmak için sana sarılan insana ver kendini delice.
Yaşanmışlıklarının acısını iliklerine kadar hisset ve onları sar, sarmala. Ama tek bir yaşanmamışlığın dahi yasını tutma. Zira onlar virüs gibidir. Zamanla yaşanmışlıklarını dahi zehirler.
Ve her şeyi kaybettiğini düşündükleri anda, aslında senin kazandığını unutma. Çünkü azaldın, içindeki fazlalıklardan kurtuldun. Sadece kendinlesin ve bu senin galibiyetin. Artık hiç kimse sende olmayanı alamayacak.


Gemi her an batacakmış duygusuyla yaşamayı bıraktım artık. Çünkü anladım ki, nasibi aşk olanın, pusulası rüzgâr bile olsa, varır o limana.

Sonu üç noktalı cümleler…
Kendi ellerimle kazdım bu mezarı ben, biliyorum. Senin inşa ettiğin ne varsa yıkıp, içine gömdüm. Bunun için artık sitemlerim gereksiz. Hak ettiğim yerde hak etmediğim senli düşleri kurmam yersiz. Eğer bir gün olur da seninle aynı düşün baharında yolumuz kesişirse işte bu yüzden yolunu değiştirmelisin. Çünkü ben her zaman senin baharına kışı müjdeleyen yağmurlar olacağım sevgilim…
Saatlerle de bu aralar aram hiç iyi değil. Gitmem gereken yerlere geç kalır oldum. Ne zaman kahvemi hazırlasam, içtiğimde sıcaklığından eser kalmıyor. Tadındaysa sensizliğin o acı hali… Oysa hiç geç kalmazdım ben hayata. Olmam gereken yerde hep hazır olurdum. Şehrin betonarme manzaralı kafelerindeki buluşmalarımıza hep on dakika önce gelirdim. Kahvemse hep ısıtırdı dudaklarımı. Anlıyorum ki tüm geç kalmışlığımı sende tükettim sanırım.
Artık yokluğunda hayatım, yazılarım gibi sonu üç noktalı cümlelerle dolu. Devamı gelecekmiş gibi duran ama devamsızlığında yok olan…

Haklıyım
Ümitsiz olmakta haklıyım arkadaş.
Hatalarımı özlemekte bile haklıyım.
Kadere isyanımda, kendi yazgımı çizdiğim günleri düşlemekte, insanlara güvenememekte, kilometrelerce yenen tırnaklarımda, hatta her gece kalem sarhoşu olmakta haklıyım.
Olmuyor işte!
Çünkü eksilmedim, tükendim…
Çünkü hayatın bana sunduğu güzel olan, siyah beyaz ruhuma renk getiren her ne varsa, benden alıp götürdüklerinin yerini bir türlü dolduramıyor.


Yazılmamış sözler arıyorum, ya da hiç gidilmemiş diyarlar.

Sen benim en ağır keşkemsin
Bugün izlediğim bir filmin sahnesinde, hastanede yatan adamın sevdiği kadına söylediği şu sözlere takılı kaldı zihnim;
“Günün birinde bitkisel hayata girerse yahut felç geçirirse bu beden; beni böyle görmene dayanamam. Öldür beni!”
Düşündüm. Bugüne kadar sana böyle güzel sözler söyleyemediğimi fark ettim. İçten içe kızdım kendime. Gerçi sen sevgi sözlerine karşı halimi hep ketumluğuma yormuş olsan da, aslında ben seni seviyorum diyebilmeyi inan çok denedim. Lakin ne zaman sana karşı duygularımı söylemeye kalksam kelimeler boğazıma kadar gelip orada yumru oluyordu adeta. Bir el hep tutuyordu sözleri. Bu, kazanamayacağımı bildiğim bir savaşa yeniden yeniden girmek gibiydi. O elle savaştım biteviye. Ama sonunda kaybeden hep ben oldum.
Ne isterdim biliyor musun?
Keşke şimdi yanımda sen olsan, gözlerimiz kesişse aynı sokak lambasının altında, gölgelerimizin birbiriyle olan dansına benim şu sözlerim eşlik etse;
“Seni seviyorum…”
Hızımı alamasam, yılların verdiği tüm birikmişliğimi boşaltsam bir anda;
“Seni seviyorum… Seni seviyorum… Seviyorum…”
Fakat işte bazı hataların telafisi hayallerde bile olmuyor. Bunun için anın sunduğu güzel olan ne varsa yaşamalı. Çünkü bazı amaların keşkesi çok ağır oluyor.
Ve sen benim en ağır keşkemsin…
Bu arada bizim filmimizdeki adam sevdiği kadına şöyle haykırıyor;
“Çok sağlıklıyım sevgilim. Eğer geri dönmezsen, öldür beni.”


Aslında çok fazla bir şey istemiyorum. Sadece dizime kadar sana battım. Gelip beni kurtarsana…

Unutmak da can yakar bazen
Bir an gelir, yaptıklarına karşı sevdiğinin gözleri kör olur. Görünmek için tüm çabaların beyhudedir. Sevmenin bütün dillerinin kullansan da duyuramazsın sesini. Çünkü onun dili lal olmuştur. Sen de zamanla dayanamaz, mücadelenden vazgeçersin. Yüreğin yana yana, kabuk tutmayan yaralarını yeniden yara yara vazgeçersin. En sonunda ise bu vazgeçişin tarihin kara defterine kişisel bir hata olarak yazılır.
Oysa ben, vazgeçmekten bile vazgeçtim artık.
Kimseye var olduğumu ispatlama gibi bir kaygı barındırmıyorum. Hafifim. Sonbaharda düşen yapraklar kadar hafifim. Sesimi duymak isteyen kulakların yapaylığından yorulduğumdan beri susuyorum. Ve sustukça her sessizliğin üzerinde bir sessizliğin olduğunu keşfediyorum.
Seninle geçen günlerimin rihter ölçeğine baktığımda görüyorum ki ne de çok deprem geçirmişim. Artçıların bile yıkıcı olmuş. Onlarca hayalim enkazında kalmış. Artık ne desen boş, dönmek istesen yollarım sana hep çıkmaz sokak.
Geçenlerde dost meclisinden haberi geldi, “Unutamıyorum” demişsin. Merak etme, unutursun. Unutamıyorum dediğin kısa zamanda bile kim bilir kaç hatıramız silindi zihninden. Hem zaten düşük bütçeli bir aşktı bizimkisi. Bu filmin hafızalara kazınmasını beklemek gülünç olur. Hafızalarda illa ki kalacak bir şey varsa o da kişiler yerine acının kendisi olur. Tıpkı Mine Söğüt’ün de bu konuda yanılıyor olamayacağı gibi;
“Kötüyü gördük, unutamıyoruz.”
Demem o ki unutacaksın sevdiğim, tıpkı unutulduğun gibi.
Ama unutmak da can yakar bazen…


Öğütlerinize, hatalarımdan dolayı beni uyarmanıza, vah vahlarınıza, tüh tühlerinize hatta ve hatta o samimiyetsiz temennilerinize ihtiyacım yok. Affedersiniz ama kendimden oldukça memnunum!

Seninle zordu
Biz asıl ne zaman kaybediyoruz biliyor musun?
Olmayacağını anladığımız anda pes etmek yerine, alışkanlıklarımızdan aldığımız emirlerle ilişkiyi bitirmemek için savaştığımızda kaybediyoruz. Tıpkı içkinin tadını yumuşatmak için ağzımıza tutuşturduğumuz sigara gibi. Hep bir şeyleri bastırma hali…
Ayrılık rüzgârının sesi yüksek değildir. Fısıltı gibi gelir âşık kulaklara. Seninle birlikte bu fısıltıyı güzel bir melodi gibi işitirdik hep. Ama fırtına yaklaşıyordu ve savrulmamız an meselesiydi, bunu göremedik. Belki de görmek işimize gelmedi. Uyandığında evrendeki tüm gökkuşaklarının ahını alan gülümsemen, sabah kahvaltıda demlediğin ve en gamsız adamın bile kayıtsız kalamayacağı çayın kokusu, kızdığındaki beni üzmemek için kelimelerini seçişindeki kaygın… Bunlar maçı uzatmak için yeterli oldu hep. Ama uzattığımızı sandığımız her dakika, aslında güzel olan anılarımızdan kalemize gol yedik.
Seninle zordu, biliyorum. Ama bazen düşünüyorum da, şimdi seninle yine zor olanın peşinden gitmek vardı…

Sana bir ben gerek
Eğer anlatmak istediğin onca şey varken sen susmayı tercih ediyorsan…
Eğer yokluk içerisindeki duygularını yok olmaktan kurtarmak istiyorsan…
Eğer karamsar halin bir doğum lekesi gibi yüzüne yerleştiyse aynalarda…
Eğer çıktığın her yolculuk manevi döküntüler diyarında son buluyorsa…
Eğer sabahı olmayan yüreklerden gelen geceye emanet ediyorsan tenini…
Eğer hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler varsa…
Sana bir ben gerek…


Birileri çıkıp “Gitmek korkaklıktır” diyebilir. Sen onlara aldırma. İnsan gitmeyi de bilmeli bazen. Çünkü herkes kendi yolunda güzel…

Ahlaksız bir galibiyettense Kaybetmeyi tercih etmelisin
Seni olduğun gibi kabul etmiyor mu? Senin yolunu kendi yoluna benimsetmeye mi çalışıyor? Sana tavsiyem ondan hemen uzaklaş.
Herkes gibi sen de sadece kendi yolunda güzelsin. Sadece yürü ve kimsenin sana yolunu göstermesine izin verme. Bunu deneyen olursa sadece tebessümlerinle cevap ver onlara. Çünkü sen güçlüsün. Yürümek için hiç kimseye ihtiyacın yok. Yolunda ilerlemen için tek ihtiyacın olan şey ise ayakların.
Evet, belki onun sunduğu hayatın sonunda seninkinin aksine mutluluk olabilir. Vaatleri aklını başından alacak kadar güzel, karşı konulamayacak kadar şehvetli görünebilir. Ama “Sen” sadece “Sen” olmayı başardığında aldığın nefesin, yaşadığın aşkların, mutluluklarının, dertlerinin, gözyaşlarının, yaralarının bir anlamı olur.
Birini tek çare olarak görmek seni zayıf düşürür, çaresiz kılar. Kimseye ihtiyacın yok. Sırf birisine ihtiyaç duyduğun için onunla birlikte olmak ahlaksızlık değil de nedir? Bu sevdanın sonu mutlu bitse ne yazar? Sen ahlaksız bir galibiyettense kaybetmeyi tercih ettiğinde güzelsin. Başkasının sonu mutlu biten masalında olmaktansa, gerekirse kendi masalının mutsuzu olup göğsünü gere gere yalnızlığı yaşadığında güzelsin.
Çünkü “Sen” sadece “Sen” olmayı başarabildiğinde güzelsin…

Sevdalarımıza nazar değdi
Çocukluğumun yazlarının en güzel zamanlarındandı Kuşadası geceleri. Her şey hala sanki şu an yaşanıyormuş gibi gözlerimin önünde berrak bir şekilde duruyor. Ve şu anki halim ile o yıllarımı kıyasladıkça “ne de çok değiştik” diyorum.
Güzel günlerdi. Biz de en az o günler kadar güzel ve temizdik. Yenen yemeklerin ardından sitenin kamelyasında buluşmak, biz çocuklar için her gece gerçekleşen bir ritüel haline gelmişti. Ali, Mehmet, Ayşe, Fatma… İsimlerin hiç önemi yoktu. Orada bulunabilmek için sadece çocuk olunması yeterliydi.
Mesela zaman, basit bir detaydı bizim için. Hatta basit kadar edebilecek bir detay bile değildi. Saat, dakika saniye kavramı kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeğinden ibaretti. Yine de ne zaman sözleşsek, kolumuzda saatimiz olmamasına rağmen hep aynı vakit toplanırdık. Genelde akşam yemeğini iki dondurma geçe olurdu bu buluşmalar.
Çocukken gökyüzüydü bizim akrep ile yelkovanımız. Mavinin çocuklarıydık biz…
Çoğu ilklerim o kamelyada gerçekleşti. İlk sırrıma orada sahip oldum, ilk kavgamı orada yaşadım, ilk kan kardeşlik yeminimi o kamelyada ettim. Şişeler çevrildi gecelerce ve gönlüme sevda, yanağıma ilk buse orada kondu. Kaygısızdı sevmelerimiz. Sevdiğimizin bir gülüşü, gecelerce rüyalarımızı süslemeye yeterdi. Akşam olup onu görme arzusu tüm günümüzü sarardı. Duygularımız saf ve masumdu…
Sahi, ne oldu bize? Zaman neden bu kadar değiştirdi bizi? Bu kadar hırs, arzu yığını, kaygılar neden? Sorarım size neden? Çocukluğumuzdan eser kalmamış. Beden ile birlikte giysilerimizin büyümesi yetmemiş, ruhumuzda büyümüş. Gülüşlerimizde hep bir zayıf görünme korkusu var. Ne ara böyle olduk biz? Sevmeyi bile beceremiyoruz. Öpüşmelerimiz aşktan, tutkudan, sevdadan değil, dudak tiryakiliğinden olmuş. Yetmedi mi gönülleri yıkıp, sarsıp, yağmalamamız? Yetmedi mi büyüdüğümüz!
Büyüdük ve sevdalarımıza nazar değdi…


Seni sevmenin hata olduğunu kabul ediyorum. Ama sevmemek, kendime yapabileceğim en büyük hata olurdu.

Seni annem gibi sevdim
Gittiğinden beri herkes bir şeyler söylüyor. Bu ilişkinin günahkârının ben olduğumu, sana hak ettiğin değeri vermediğimi her fırsatta dile getiriyorlar. Sevgim yetersizmiş. Gülüşlerindeki geceye son veren ışığı göremeyecek kadar gözlerim karanlığa bulanmış. Sana acıdan başka verebileceğim hiçbir şey yokmuş. Daha fazla acı çekmeyi, gözyaşı dökmeyi hak ediyormuşum.
İnsanlar seninle ilgili hep bir konuşma derdinde. Konuşmaktan başka bir meziyetleri yok sanki. Sen de nerede görsen tanırsın bu insanları. Ne de çok severler, ne de çok mutlu olmamızı isterler değil mi?
Olsun! İstediklerini söylesinler. Ben susmaya devam edeceğim. Gerçi istesem de konuşmak çok zor geliyor artık. Çünkü yokluğundaki sessizliklerin mesafesi kolay kolay kapanmaz içimde.
Acaba diyorum, acaba haklılık payı olabilir mi bu insanların? Seni sevmeyi gerçekten de becerememiş ya da daha kötüsü olan, seni hiç sevmemiş olabilir miyim? Bunu aklımdan geçirmek bile ruhumda bir titremeye neden oluyor. Düşüncelerimden tiksiniyorum. Ama illa ki bunun cevabını merak ediyorsan anlatayım:
Seni ilkokuldaki yerli malı haftasına giren çocuğun heyecanıyla sevdim…
Çetin geçen kışın ardından baharı müjdeleyen nisan yağmurları gibi sevdim…
Beni sana kavuşturan duaların altını çizer gibi sevdim…
Seni ben annem gibi sevdim…


Aşk denilen kumar masasında tüm sevgimi sana oynadım. Artık meteliksizim…

Dertlinin hekimi yine dertli değil mi?
Acı çektiğim için karşımdakine sitem etmekten artık vazgeçtim. Bu vazgeçişimin sebebi üşengeçlikten değil. Şunun farkına varmış olmamdan:
“Bana ne olduysa bunun tek sorumlusu yine benim.”
Ben de çoğunuz gibi sevdiği insana sorgusuz, sualsiz, delicesine kendini verenlerden oldum hep. Daha ilişkinin en başından mabedimin tüm kapılarını ardına dek açtım ve buyur ettim içeri. Onlar da kendilerine yakışanı layıkıyla yerine getirdiler. Beni yağmaladılar…
İnsan sitem etmeyi ne zaman bırakıyor biliyor musun? Ne zaman oluruna bırakacak gücü kendinde hissediyor? Sabahı uzayan gecelerde, elleri üşüdüğünde, tek bir ses kırıntısı dilenir olduğunda elini telefona uzatacak cesareti kendinde bulamadığında, pencereden köşe başlarına gözleri dalıp “belki döner” diye iç geçirdiğinde bırakıyor.
İnsan en çok umudu kalmadığında kendini boş verin hafifletici kollarına teslim ediyor.
Mutluluğun birlikte, ayrılığın ise tek taraflı yaşandığını çalan şarkılarda anlamak ne kadar acı. Keşke daha önceden bilebilseydik bunu. Lakin ne mümkün… Gözümüz o derece hiçbir şeyi görmez hale geliyor ki, karşımızdakiler bunu saflık ilan edip iliklerimize kadar bizi sömürüyorlar. Ben de zamanla tecrübelerime dayanarak onları özel bir kategoride isimlendirdim. Canım her yandığında avazım çıktığı kadar defalarca bu ismi haykırmak hoşuma gidiyor.
“Sömürgenler!”
Doktor değilim ama sana bir reçete yazacağım. Zaten doktor olmaya ne gerek var, dertlinin hekimi yine dertli değil midir? Bu yazdığım ilacı sabah, öğlen, akşam acı çektikten sonra tok karnına alacaksın. Fakat belirttiğim dozajın fazlasını alırsan kibir gibi bir yan etkiye sebep olabilir bünyende.
Boş ver…


Zararsız olmak iyi olmaya yetiyor.
Fakat iyi olmak hiçbir zaman mutlu olmaya yetmiyor. Zararsız yanını, saflık olarak gören gözlerden gizle. Çünkü orası senin kalenin tek zayıf yeri. Ve çevren seni fethedip yağmalamak isteyen haramilerle dolu…

Kötülük Ateş Pahası
“Yalan söyleyebilen tek canlı insandır.
Zaten bu sayede canlı kalabilmektedir.”
    —Yılmaz Erdoğan
Biliyorum hepiniz iyi insanlarsanız. Hesaplar kitaplar, oyunlar, düzenler barındırmıyorsunuz. İçiniz dışınız bir.
Aferin size! İşte bu yüzden hep kötüler kazanıyor zaten!
Bir an için durun ve etrafınıza bir bakın. Çevrenizdeki insanları mutlu ve mutsuz olarak ikiye ayırın. Bu ayrımı yaparken zorlanmayacağınıza eminim. Çünkü mutlu insan her zaman kahkahalarıyla başkalarına caka satma, görünme çabası içindedir. Oysa derdi olanlar ya sigaradan sararmış dört duvar arasında sabahı getirmeye çalışıyordur, ya da ucuz bir meyhanede zihnini uyuşturuyordur.
Mutsuzlar hep gizlenirler. Onların kalabalığı işlek caddelerin arka sokaklarıdır.
Şimdi de mutlu insanları iki gruba ayırın, iyiler ve kötüler olarak. Olmuyor değil mi? Denemeler hep tek şeritli sokağa çıkıyor. Kötüler sokağı…
Mutluların konuşacak çok şeyi vardır. Zincirleme cümleler kurarlar hep. Oysa mutsuzların hiçbir zaman söyleyecek fazla sözü yoktur. Kelime darağacı mutlular tarafından yağmalanmıştır. Verecek meyveleri kalmamıştır.
Biliyorum sen de benim gibi insanlara her defasında güvendin. Makul hareket etmek sana göre olmadı hiç. Yağmurları getiren bulutlar dolsa da üzerinde, hep penceren açıktı senin. Yağdılar, yine de kapatmadın.
Yediğin kazıklardan dolayı artık akıllanman gerektiğini, yaşanılanlardan bir ders çıkarmanı defalarca başına kaktılar. Fakat ders kelimesine olan sevgini ilkokuldaki matematik derslerinde yitirdin. Zaten kötü çarpı kötünün sonucu hep insanlara çıkıyordu, biliyordun.
Bazen diyorum ki, acaba hata mı yapıyoruz? Bizim yüzümüzden kötülerin soyu her geçen gün artıyor. Çaldıkları gülüşlerimizle kahkahalar eşliğinde yaşıyorlar. Mutlu insanlar olarak saygı görüyorlar. Bu döngü biteviye sürüp gidiyor.
Kötüler hep olacak…
Kötüler hep bizi bulacak…
Kötüler hep gülüşlerimize göz koyacak…
Kötüler hep bizi yağmalayacak…
Ama olsun…
Sana kim kötülük yaparsa yapsın onlara verebileceğin en iyi karşılık bağışlamak olsun. Asıl onların işi zor.
Çünkü bu hayatta iyilik hep mevsim sonu ucuzluktadır, kötülük ise ateş pahası…


Hayatını mahvetti diye ona değil kendine kızmalısın. Çünkü sen müsaade ettiğin için seni incitecek fırsatı buldu.

Boş ver
Ellerin üşüyor değil mi?
Soğuk geçen geceler bir türlü bitmek bilmiyor. Ay ise hiç ısıtmıyor artık. Ellerin tir tir titriyor ve sen bir ümit sıcaklığı kalmıştır diye evde onun dokunduğu eşyalara sarılıyorsun. Televizyonun kumandası, banyoda unuttuğu diş fırçası, pazar geceleri uzun mesailer harcadığı ütü, kahve makinasının kulpu… Ama olmuyor. Hepsinde bir ölüm soğukluğu var. Ve sonra fark ediyorsun, onlar da tıpkı ellerin gibi üşüyor, ellerin gibi öksüz kalmış.
O eller bir daha sıcak yüzü göremeyecek…
Nefes alamıyorsun değil mi?
Her şeyin üstünde toz arşivi var. O gittiğinden beri pencerelerin kapalı. Havalandırmaya yetecek ne gücün var ne de böyle bir arzun. Mutlaka bir yerlere kokusu sinmiştir diyorsun ve pencereyi açarsan kokusunun tıpkı onun gibi ardına bakmadan kaçıp gideceğinden korkuyorsun. Bazı günler özlemi çok ağır geliyor. Odan buram buram o kokuyor. Derin bir nefes alıp bırakmamak için, içinde kalması için ciğerinle savaşıyorsun. Ama her defasında bu savaştan ciğerlerin galip çıkıyor. Ve havada yok olup gidiyor…
Onun kokusuna bir daha sahip olamayacaksın…
Ağlıyorsun değil mi?
O kadar çok gözyaşı akıttın ki, gökten yağacak olsan en çorak toprak bile yeşilliğe boğulurdu. Ama bunlar iyi günlerin. Balkanlardan gelen acı dalgası için uyarıyor haber bültenleri. Gerçi sen televizyonda izlemiyorsun artık. Neyi açsan onu hatırlatıyor ve onu hatırlatan her anı bulut olup yeniden toplanıyor göğüne.
Artık gözlerinin iklimi bozuldu.
Mevsim ne olursa olsun, yağacaksın…
Arayamıyorsun değil mi?
Konuşmaktan istifa ettiğinden beri her an her dakika ona anlatmak istediği sayısız kelimeler biriktirdin içinde. Büyüdün, şiştin, şiştin ve doğurmak üzeresin. Arama sancıların seni kıvrandırıyor. Oysa ne kadar da basit bir eylem senin için. Tüm bu sancılarına son vermek sadece telefon numarasını tuşlamana bakıyor. Sonra ahizeden gelen aranıyor sesi ve ardından renksiz hayatını bir anda gökkuşağının yedi rengine boyayacak olan o sihirli kelime: “Alo?”
Onu her aramak, sesini duymak istediğinde, sessizlik sinsice yanına sokulacak…
Kısacası hayat eskisi gibi makul davranmayacak sana. Ama benim tam da bu durumlarda kullanmak üzere bulduğum, büyüttüğüm ve geliştirdiğim; harika, kullanışlı “Boş ver” isimli kelimem var. Sana da şiddetle tavsiye ederim.

Hoş geldiniz benim güzel hatalarım…
Hoş geldiniz benim güzel hatalarım, hoş geldiniz… Sizleri uzun bir aradan sonra bu dört duvar arasında görmek ne büyük şeref! Oysa son gelişlinizin ardından yirmi dört saat kadar bile geçmemişti. Yine de özlettiniz kendinizi. Ciğerlerim yollarda kaldı!
Alacaklıymış gibi bakan gözlerinizi anlıyorum ama öncelikle şunu söylemek zorundayım ki, beni çok incittiniz, kırdınız, acıttınız! Varlığınızdan ziyade yokluğunuzdu canımı yakan. Giderken yokluğunuzu da alıp götürmeliydiniz ama yapmadınız.
Mesela sen benim ilk hatam. Evet evet sen! Nasılda biliyorsun kendini değil mi? Hani defalarca birlikte olmak için buluştuğumuz otel odalarından aniden kaçıp gitmiştim. Yaptığın türlü hareketlere rağmen iklimim bir türlü sevişmeye dönmemişti. Seninleyken odam hep ayazdı. Hani nefsimi sınamıştın defalarca. Hani sen evliydin de ben esaslı oğlanı oynamıştım, dokunmamıştım sana! Seni terk ederken bana “büyük hata yapıyorsun” demiştin. Ama yanıldın. Sen benim büyük değil, esaslı hatamdın. Yine de hoş geldin.
Geçenlerde yine ağlıyorum. Bu arada artık ağlamak için bir türküye, uçan kuşa ya da Nazım’ın dizelerine ihtiyacım yok. Hatta soğan doğramaya ya da gözüme bir şey kaçmasına bile gerek yok. Sanırım sıradan bir ritüel haline geldi benim için. Tıpkı sigara içmek, şarap yudumlamak gibi… Neyse dediğim gibi ağlıyorum yine, kendimi Nişantaşı’nda garip dekorlu bir kafeye attım. Ortam kravatlılardan olma mahşer alanı. Sohbetlerde alabildiğine samimiyetsizlik. Tanıdık bir anımı arıyordum burada sanırım. Hemen barmeni çağırıp şampanya istedim. Cafe de Paris…
Aranızdan birinin gözlerinde parıldama görüyorum benim sevgili güzel hatalarım. Gerçi senin gelmene şaşırdım doğrusu. Buralar sana göre değildir. Sen gezmeyi seversin, bronz tenine öğleden sonra güneşi değsin seversin, uzak doğu yemeklerini seversin, şampanya daha doğrusu Cafe de Paris seversin, kaygısız bir gelecek seversin… Sırf bu yüzden gitmemiş miydim senden? İlişkimize senin bu anlamsız kaygılarını koymaktan aşkı sığdıracak yer kalmamıştı. Sahi, Cafe de Paris’in fiyatı da enflasyona eşitlendi mi benim canım hatam?
Ooo, aranızda kimleri görmekteyim. Kimler de buradaymış… Tam da şu an hangi dağda kurt öldü de geldin demek vardı ama sen o atasözünün bile içine ettin. Çünkü ölen kurt değil, senden sonra bendim. Seni sevmiştim. Esaslı sevmiştim. Fakat sana olan aşkımı yüzüne haykıramamamdan hep şikâyetçi oldun. İçimdeki aşkı görmek yerine yüzeysel eylemler bekledin benden. Hani filmlerde esaslı oğlan tüm film boyunca “seni seviyorum” diyemez de, filmin son sahnesinde kız, “eğer sevdiğini söylemezsen ben gidiyorum” der.
Adam da kaybetmekten korkup son nefesini verircesine haykırır “seni seviyorum be kadın.” İşte sen de son gece benden bunu istediğinde, beni sensizlikle tehdit ettiğinde filmlerdeki esaslı oğlan gibi yapamadım. Sen de ardına bakmadan öylece çekip gittin. Sanki hiç olmamışsın gibi… Sen benim en acı hatamdın. Ama yine olsa seni sevdiğimi sanırım yine söyleyemezdim. Çünkü seni hala çok seviyorum. Ama bu hala benim ile benim aramdaki bir sır…
Şimdilik siz gidin başka masalların koynuna benim canım güzel hatalarım. Saat epey geç oldu. Zaten benim de bir sürü işim var. Sigara üstüne sigara kaynak yapacağım, dizlerimi gözyaşlarımla yıkayacağım, ay çıkmadı diye göğe söveceğim, şarabım bitince erken kapattı diye bakkala kallavi küfürler edeceğim.
Hadi! Geç oldu, gidin işte…
Ben biraz öleceğim…


Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi?
    Tezer Özlü

Ağlayabilsem
Ağlayabilsem bir şeylerin düzeleceğini biliyorum. İçimde birikenlerin göz pınarlarımın akıntısında sürüklenip gideceğine eminim. Ah bir ağlayabilsem, kötülüklerden olma sayfamdaki kelimeler temizlenecek sanki. Yeni bir sayfa açacağım hayatımda. Maça sıfırdan, sıfır sıfırdan başlayacağım.
İnsan ağlayamayacak kadar kendini bitkin hisseder mi? Ben ağlamayı bile beceremeyecek kadar yorgun bir haldeyim. Onsuz uyanacak olduğum sabahlar, hiçbir zaman el ele tutuşmalarımıza şahitlik etmeyecek olan güzelim Ege kıyıları, sabah kahvaltılarının ardından söylediğimiz şarkılarla rahatsız edemeyeceğimiz yan dairemdeki yaşlı teyze… Yokluğunda tüm resimler siyah beyaz. Hayatımın tüm enerjisini çekip aldı gidişin.
Olumsuz duygular iç içe geçmiş beynimi işgal ediyor sanki. Kaybolduğumu hissediyorum. Oysa bulunulması çok kolay bir yere saklanmıştım hayat denen bu oyunda. Altı üstü sobelenecektik. Ama belli ki ebe beni çoktan unutmuş, tıpkı senin gibi… Aslında bulunulmaktan da vazgeçtim sanırım. Ben bile kendimi bulamazken başkalarının beni görmesini nasıl bekleyebilirim ki?

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/chitat-onlayn/?art=69570190?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Benim Güzel Hatalarim Mehmet Ali Kilinç
Benim Güzel Hatalarim

Mehmet Ali Kilinç

Тип: электронная книга

Жанр: Современная зарубежная литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Hayy Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Birini tek çare olarak görmek seni zayıf düşürür, çaresiz kılar.

  • Добавить отзыв