Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev

Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev
Mırzatay Joldasbekov

Prof. Dr. Mırzatay Joldasbekov
Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev


KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ’NİN
KURUCU İLK CUMHURBAŞKANI
NURSULTAN ABİŞULI NAZARBAYEV
Jambıl’ın yaratıcılığı; onun yaşam tarzı, bir adamın değil, tüm Kazak halk edebiyatının, onun mürtecil (doğaçlama) ozanlık geleneğinin kilometre taşıdır. XX. asrın en büyük atılımı olarak kabul edilmelidir. O kendine özgü ölümsüz hüneriyle tüm çağın gerçek şeceresini oluşturmuştur. Bu yüzden biz onu Kazak halkının eşsiz ulu şahsiyetlerinin biri olarak kabul ediyoruz.
Beğenmeyip halk atsa
Yiğidi yiğit tutsa
Er kadrini görür söz
Sarraf bilir altını
Altınlarla yürür söz
Ömür varken eskimez
Kıymetine varır söz
                                   Jambıl Jabayev


TAKDİM

Abzal SAPARBEKULI
Kazakistan Büyükelçisi
Türk Dünyası binlerce yılın izinin tek tek sürülebildiği ve küllerinde tarih yatan halklardan oluşmaktadır. Bu halkların ilişkileri tarihin derinliklerinden doğmakta ve günümüzde yeniden güçlenmektedir. Kazakistan ve Türkiye’nin münasebetleri de bu kabildendir. Elbası Nursultan Nazarbayev’in “Büyük Bozkırın Yedi Yönü” başlıklı makalesinde yazdığı gibi, “Tarihsel süreçlerin özel bir karaktere sahip olduğu iyi bilinmektedir. Birçok insan, kendi ülkelerinin özel elçisi gibi büyük atalarının isimleriyle gurur duyuyor. Ünlü bireyler, artık devletlerin paha biçilmez bir sembolü olarak kabul edilmektedir ve bu durum ülkelerin uluslararası arenada etkili bir şekilde ilerlemesini teşvik etmektedir”.
Türkler ve Kazaklar iki akraba millettir. Geniş Avrasya coğrafyası bu iki halkın birlikte yaşamasına tanıklık etmiştir. Bu iki halk derin bir tarihi, ortak bir kültürü ve kadim bir medeniyeti paylaşır. Bugün, Türkiye ve Kazakistan çok uluslu, çok kültürlü devletlerin mirasçısıdır.
Türk Dünyası halkları arasında kökleri derin ortak tarihi, dini ve kültürel değerlere dayanan çok yakın ve sarsılmaz bağlar bulunmaktadır. Asıl amacımız, derin ve köklü bağlarımızın bulunduğu Türk hakları ile işbirliğimizi ilerletmek için karşılıklı çaba göstermek ve geleceğe taşınmasına katkıda bulunmaktır.
Türkler ve Kazakların asırlara kadar uzanan köklü dostluğunun daha da sağlamlaşması için iki ülke arasındaki işbirliğini kültürel alanda da geliştirmeliyiz. Bu bağlamda, Türk Dünyası araştırmacıları bugüne kadar yaptıkları çalışmalarıyla iki kardeş ülke bağlarının değeri üzerinde önemle durmuş, bu değerleri gençlere ulaştırma yolunda pek çok çalışma gerçekleştirmiştir.
Kazak Milli kültürünün destekçisi, Türkolog Prof. Dr. Mırzatay Joldasbekov sadece Kazak edebiyatının tarihi ile Türk Dünyası tarihinin ilk dönemlerine kadar inmiş, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını incelemiştir. Türk Dünyası edebiyatının müşterek unsurları arasında yer alan yaşnameler, halkın uzun yıllar sonucu elde ettiği geleneksel halk bilgisini ve toplumun ortak kültürel belleğini aksettiren nazım türleri hakkındaki eserler ortaya koymuş.
Prof. Dr. Mırzatay Joldasbekov’un bu tür eserlerinden biri “Bozkır’ın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev”tir. Bu eserde Kazak sözlü edebiyatının en büyük temsilcisi olarak kabul edilen Jambıl Jabayaev kaleme alınmış. Jambıl, Jetisu şairlerinin büyük ozanı Süyinbay’ın takdirini kazanarak, ondan dua alır.
Süyinbay’ın yanında yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra Kazak halk şiirinin; atışma, koşma ve deyiş türlerinde başarılı eserler verir. Jambıl’ın eserleri, Kazak halkının kültürel bir ansiklopedisi gibidir. Şairin yaşadığı dönemde Kazakların başından geçen tarihi ve sosyal olayların bir çoğu ozanın şiirlerinden takip edilebilir. Yine onun şiirleri Kazakların günlük hayatı ve sosyal yaşamları hakkında pek çok bilgiyi ihtiva etmektedir.
Jambıl’ın şairlik yeteneğinin en güzel göstergelerinden biri de imgelerinin yurt coğrafyasıyla ve Kazak kültürüyle bütünleşmiş olmasıdır. Ozanın şiirlerindeki görüntüleme gücü imgelerini, benzetmelerini, somutlaştırmalarını doğaya, doğadaki somut varlıklara ve Kazak kültürel belleğinin önemli anıştırmalarına dayandırmasından gelmektedir.
Prof. Dr. Mırzatay Joldasbekov ele aldığı “Bozkır’ın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev” adlı eserinde millî gelenekleri koruyarak eseri uluslararası alanda söz sahibi olabilecek seviyeye taşımak için emek vermiştir. Büyükelçiliğimiz tarafından bu tür eserlerin hazırlanması konusunda, akademisyenlerimizi ve yazarlarımız her zaman teşvik etmeye, onlara destek olmaya çalışacağız. Edebiyat alanındaki çalışmaların güçlenmesi ve artırılması temennimizdir.
Kurulduğu günden bu yana Kazak ve Türk edebi ilişkilerini geliştirmekte olan ve bu eserin basımında da desteklerini esirgemeyen Keçiören Belediye Başkanı Sayın Turgut Altınok’a, Avrasya Yazarlar Birliği’ne ve Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu’na, eseri büyük bir titizlikle çeviren Ufuk Tuzman’a, kitaptaki şiirleri çeviren şair Kenan Çarboğa’ya şükranlarımızı sunarız.

TAKDİM

Turgut ALTINOK
Keçiören Belediye Başkanı
Değerli Okuyucu;
Milletimiz, devletimiz ve Türkistan coğrafyası için yeni yüzyıl, büyük bir buluşmaya sahne olmuştur. Tarih uzun yıllardır birbirinden ayrı kalmaya zorlanmış olan Türk Dünyası halklarının hasretle sarılmasına şahitlik etmiş, kardeş ve soydaş Türk Devletleri 90’lı yılların başlarında yürekten bir kucaklaşma yaşamışlardır.
Uzun yıllar boyunca uluslararası alanda “Türk Dünyası Coğrafyası” adına tek başına mücadele eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bağımsızlıklarını ilan ettikten sonra Türk Cumhuriyetleri’ni tanıyan ilk devlet olmuştur. Kardeşler ve soydaşlar arasında yürekten bir buluşma yaşanmıştır. Türk Devletleri’nin ilişkiler tarihinde yerini alan şu güzel hatıra, bize o ruh halini en güzel şekilde yansıtmaktadır:
Kazakistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu önemli tarihî olayın ardından Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti derhal Bakanlar Kurulunu toplamış ve Kazakistan’ı tanıyan ilk ülke olmuştur.
Nihayetinde idealimiz ve ülkümüz olan TURAN SEVDAMIZ ile TURAN DAVAMIZ gerçekleşmiştir. Bu önemli karardan sonra dönemin Cumhurbaşkanı’ı Turgut Özal, bağımsızlığına kavuşan Kazakistan’ın kurucu elbaşı Nursultan Nazarbayev’i tebrik etmek için sabırsızlanmaktadır.
Turgut Özal sabaha karşı saat 04.30 sularında telefonla Nazarbayev’i aramış ve: “Biliyorum vakit çok uygun değil ama bu büyük hadiseyi tebrik etmek için sabahı bekleyemedim. Kazakistan’ın bağımsızlığı kutlu olsun kardeşim. Yıllardır bu güzel günleri, Türk Milleti sabırsızlıkla beklemekteydi!” demiştir.
Değerli Okuyucu;
Büyük bir mutlulukla belirtmeliyim ki Keçiören, bu duygu ve düşüncelerle ve aynı umut ve mutlulukla, -geçmiş dönemde- belediye başkanı olduğumuz 15 yıl boyunca Türk Dünyası’nın kucaklaştığı bir merkez olmuştur. Keçiören Belediyesi ve Keçiören halkı tüm samimiyetiyle Türk Dünyası ile bütün platformlar ve etkinliklerde yan yana olmaktan gurur duymuştur. Süratle gerçekleştirilen “Kardeş Belediye” anlaşmalarıyla bağlar daha da kuvvetlendirilmiş, ülkeleri bir araya getirecek toplantılar, paneller, çalıştaylar, konserler, açılışlar, bilimsel buluşmalar başta olmak üzere nice etkinlik düzenlenmiştir.
Dokusu ve kimliğiyle Türk tarihi ve Türk mimarîsinin eşsiz bir ürünü olan Estergon Kalemiz, değerlerimizi geleceğe taşımak adına tarihe attığımız bir imza olarak, o günden bugüne aynı ihtişamla ayakta durmaktadır. Bundan sonrası için de görevi devraldığımız andan itibaren yürüttüğümüz çalışmalar ve ürettiğimiz projelerle kentimizin “Türk Dünyası’nın hizmetkarı olması adına ne gerekiyorsa yapmaya devam edeceğiz.
Bu hassasiyetlerle ve gönlümüzü, ömrümüzü adadığımız TURAN SEVDAMIZ ile Türk Dünyası’nın yaşayan en önemli bilim adamlarından olan Prof. Dr. Mırzatay Joldasbekov’un “Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev” kitabını Keçiören Belediyesi Kültür Yayınları’nın bir eseri olarak sizlere sunmaktan büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Özellikle Ulu Ozan Jambıl Jabayev ve onun ustası Süyüm-bay Ozan, uzun zamandır bir kültür değeri olarak, Keçiörenli hemşerilerimizle birlikte yaşadığı için, böyle bir eserde imzamızın olması bizleri ayrıca mutlu etmiştir.
Keçiören’e dikilen Jambıl Jabayev ve onun ustası Süyümbay’ın büstleri aracılığı ile sahip olduğumuz değerler kentimizin bağrında yaşamaya devam edecektir.
İnanıyorum ki, elinizde bulunan bu kıymetli eser, değerli şahsiyetlerimizin daha yakından tanınmasına, Türkiye ve Kazakistan arasında var olan kültür köprülerinin daha da güçlenmesine önemli katkılarda bulunacaktır.
Türk Dünyası Davasına sahip çıkışı ve çok değerli hizmetlerinden dolayı Kazakistan Kurucu Cumhurbaşkanı ve Türk Keneşi Ömür Boyu Onursal Başkanı Sn. Nursultan Nazarbayev’e şükran duygularımla teşekkürü bir borç biliyorum.
Ayrıca eserin yayınlanmasında büyük emekleri olan Kazakistan Büyükelçimiz Sn. Abzal Saparbekulı’na ve Avrasya Yazarlar Birliği Başkanımız Sn. Dr. Yakup Ömeroğlu’na da çok teşekkür ediyorum.
2019 Keçiören, Ankara

TAKDİM
Bozkırın Ruhu Jambıl Jabayev

Dr. Yakup ÖMEROĞLU
Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı
Ozanlık geleneği Türk halklarının tarihin derinliklerinden günümüze taşıdığı değerlerimizdendir. Ozanlar, toplumlarını aydınlattılar, her zaman toplumun bir adım önünde oldular. Acıları, sevinçleri toplum kesimlerinde ortaklaştırdılar; gelecek öngörülerini, ahlak anlayışlarını söz ve müzikleriyle halkın ruhuna işlediler.
Zaten bazı Türk lehçelerinde uzmak veya ozmak fiilleri, öne geçmek anlamına gelmektedir. Ozan ise gayet açık olarak “öne geçen” demek, toplumun önünde yürüyen sanatçılar.
Ozanlar yalnız sanatçı da değiller, onlar şairlik ve saz sanatlarının yanında toplumu yoğuran önderlerdir. Kazak halkı için de en önemli ozanlardan birisi hiç kuşkusuz Jambıl Jabayev’dir.
Bu büyük ozanı, Kazak Türkolojisinin büyük alimi Prof. Dr. Mırzatay Joldasbekov’un kaleminden okuma imkanı bulmak, okuyucu için büyük bir şanstır.
Mırzatay Joldasbekov, yılların birikimi ile “Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev” kitabında ozanı, dönemini ve sanatını okuyucu ile paylaşıyor.
Kitabın çevirileri bu konuda uzun yıllardır tecrübe kazanmış Ufuk Tuzman ve Ercan Argınbayev tarafından yapıldı. Bu eserin önemli yanlarından birisi de kitapta yer alan şiirlerin şair Kenan Çarboğa tarafından, hece, durak ve kafiye gibi hususlarda şiirin orjinaline sadakat gösterilerek yapılan çeviriler olmasıdır. Bu güzel çeviriler için Kenan Çarboğa’yı tebrik ediyorum. Çevirmenlerimize huzurlarınızda şükranlarımızı sunuyorum.
Kitabın yayınında özel gayret sarf eden, Kazak edebiyat ve kültürünü Türkiye’de tanıtmak için her zaman önemli çalışmalar yapan Sayın Büyükelçi Abzal Saparbekulı’na teşekkür ediyorum.
Türk Dünyası denildiğinde uzun yıllardır hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan ve yaptığı çalışmalarla başında bulunduğu Keçiören’i, Türk Dünyasının kültür merkezi haline getiren değerli Belediye Başkanımız Sayın Turgut Altınok’a da minnettarız.
Bu çalışmalar sayın Elbası Nursultan Nazarbayev’in “Ruhanî Diriliş” makalesinde belirttiği gibi millî kültür kodlarımızı öğrenme, yaşama ve dünyaya tanıtma konusunda önemli adımlardan sayılabilir.
Kazak kültürünün ozanları, yazarları, düşünürleri, kahramanları dünyada daha yakından tanındıkça, Kazakistan’ın uluslararası alandaki itibarı da daha yükseklere çıkacaktır.
“Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev” kitabının kardeş halklarımız arasında sevgi bağlarının güçlenmesine, devletlerimizin ilişkilerinin derinleşmesine katkı sağlamasını diliyorum.

JAMBIL VE ONUN OZAN ÇEVRESİ


Kazaklarda denir ki:
Güneş ışığıyla dünyayı aydınlatır,
Ay ışığıyla geceyi aydınlatır,
İyi adam; hikmetiyle insanlığı aydınlatır…

Günümüzde, büyük bir gururla “Kazakların Jambıl’ı tüm insanlığın Jambıl’ıdır” diye söyleyebiliriz. Jambıl’ın paha biçilmez eserlerini, kendine özgü ve yüksek entelektüel potansiyelini, insan ve toplumsal hayatı iyileştirmeyi amaç edinen yaratıcılık heyecanını gerçekten de tüm insanlığın manevi zenginliği diyebiliriz. Bunu hayatın kendisi de ispatlamıştır. Kazak halkı var oldukça, onun dili ve inancı yaşadıkça, dürüstlük ile insanlığın, adalet ve ahlakın timsali kabul ettiğimiz Jambıl da sonsuza kadar yaşayacaktır.
    Nursultan Nazarbayev

Yükselen özgürlükten ışık saçıldı,
Aydınlanan halkın gönlü açıldı.
    Jambıl
Kazaklar âşıklık ve ozanlık ruhuna yaratılıştan sahip bir halktır. İleri gelen doğu bilimcileri ve Rus âlimler bunu defalarca kabul ettiklerini yazmıştır.
Çok eski zamanlardan günümüze kadar şiir ve hikâyeleriyle milletinin tarihini bizlere sözlü edebiyatımızın büyük söz ustaları kabul ettiğimiz ozan ve âşıklar aktarmıştır. Asırdan asra, nesilden nesle aktarılan Kazak söz sanatı ustalarının yetiştiği iki büyük okul vardır.
Birincisi; Hayat Okulu. Modern zamanın derinlerine hitabeti, felsefesi ve dehasıyla kök salmış bir okuldur. Bu okulun temellerini sözlü edebiyatın efsane ozanı Asan Kayğı atmışsa da, asırlar sonra bu geleneği yazılı edebiyatın en önemli öncülerinden Kazakların ulu şairi, büyük düşünürü Abay sürdürmüştür.
İkincisi; Gırtlaklarını ölesiye patlatan, çeneleri yorulmak bilmeyen, tanınmış halk destancılarının, istidatlı söz ustalarının okuludur. Bu öğretinin atası ise Sıpıra jırav (ozan) kabul edilmektedir. Bu öğretiyi devam ettiren mürtecil (irtical/doğaçlamalı) âşıklık geleneğinin önemli temsilcileri arasında Şalkiyiz, Bukar, Şöje ve Mayköt ozanları görmekteyiz. Bu geleneğin en güçlü ve müstesna mirasçılarının başında şüphesiz Jambıl Jabayev gelmektedir.
Âşıklık sanatının doğasını, kaynağını, tarihini ve bugünkü durumunu derinlemesine inceleyen değerli bilim adamı Muhtar Avezov bu alanı kendi içinde farklı akımlarla sınıflandırmaktadır. Ona göre; Epik âşıklık akımında Marabay’ı; Yırcı (şarkıcı, halk sanatçısı) âşıklara Birjan’ı, Akan’ı, Jayav’ı, Musa’yı; Atışma (mürtecil/doğaçlamacı) âşıklarına; Şöje’yi, Kulmambet’i örnek göstermektedir. Halk Asan Kaygı’yı gibi ozanları da bu guruba dâhil etmektedir.


Kazaklarda âşıklık geleneğinin en eski sözlü icra türü “ozanlık” (destancı âşık) olarak kabul edilir. Ozanlar yetenekli siyasetçiler, sultan ve hanların bilge danışmanları, Kazak boylarının rehberleri ve askere liderlik eden bahadırlardır. Şaman nesinden geldikleri için ozanların geleceği görme yeteneği olan kâhin olduklarına da inanılırdı. Ozanların öncelikli görevi devlete, Han’a, halka bağlılıklarıyla hizmet etmek olmuştur. Ozanların konuları halk ve devlet için önemlidir. Bozkır ozanlarının halk şiiri Türklük varlığının, yiğitliğinin ve eski göçebe geleneğinin görünüşüdür. Vasiyetler, ezgiler, ozanların eserleri yazılmazdı.Sadece halkın arasında dilden dile, halk efsaneleri ve hikâyelerde bir ozandan diğerine aktarılarak yayılırdı. Destancı ozanlar (Jırav); halkın tarihini anıtlaştıran ve o ölümsüz eseri koruyan kişilerdi.

Asan Kayğı
Kazak halkının büyük ozanı (destancı), âşık (doğaçlama) ve halk filozofu. Kazaklar onu her daim düşünceli (kaygılı) gördüğü için Asan’a “Kayğı” adını da vermiştir. Kazak Hanlığının temelini atan Kerey ve Janibek sultanların en etkili danışmanı olmuştur.
Bilinen düşünceli kişiliği halk arasında adının efsaneleşmesini sağlamıştır. O, halkı için yeryüzünün vaat edilmiş cennet topraklarını arama kaygısına düşen bir âşık olarak tanınmıştır.
İlginç bir şekilde Kazak âşık ve ozanları söz ustalığı ve hitabet sanatında olağanüstü kabiliyetlidirler. Dombıraya mükemmel hâkimdirler. Bestelerini küy (sözsüz ezgi) şeklinde, uzun ve kesintisiz bir biçimde icra ederler.
Kazak âşıkları asıl konu anlatımına geçmeden önce repertuvarını çok derinden başlatarak, dinleyicisini müziğin motiflerinde gizlenen özgün düşünce ve fikirleriyle hazırlar. Buna “jeli” (hat/ bağlantı) derler. Bu saatlerce sürebilir. Kadim Kazak ozanları çalarak söyledikleri hikâyelerin milyonlarca satırını ezbere söyleyebilirdi. Böylesi bir yeteneğe hayran kalmamak mümkün değildir. Dudaklarından dökülen kelimeler adeta yıldırımın düşen şimşeği gibidir.
Neşelenmek gerektiğinde âşıkların gönüllere saçılan latifeleri halkı güldürerek, eğlendirebilir. Övmek istenildiğinde methiyeler dizerek, ilgilisini göklere çıkarırlar, kınamak gerektiğinde ise yererek alçaltırlardı. Bütün bunlar irtical (doğaçlama) gücün muazzam kabiliyetini apaçık göstermektedir. Bu sanatın dâhiyane temsilcileri bulunmaktadır. Onlardan biri de çağımızın Homeros’u olarak adlandırılan Jambıl Jabayev’dir.
Jambıl epik geleneğin temsilcisi bir ozan olmasının yanı sıra hem atışma geleneğinin namlı bir âşığı, cesaretlendirici efsane tekniğiyle bir savaş ozanı ve bilge bir söz ustasıdır. O gerçekten de yüce, feraset sahibi bir sanatçı ruha sahip Kazakların sivil siyasi şiirinin de mimarıdır. Jambıl’ın yüceliği onun sadece söz ustası olmasından kaynaklanmamaktadır. O, yeni halk yırı akımının ulu Baytereği (Hayat Ağacı) olmasının yanı sıra Kazak ozanlarının rehberi olarak halk âşıklarının yeni göçünü başlatmıştır.


SANATIN YÜKSELİŞİ
Jambıl’ın adı şair mi?
Sözü selce akmazsa
Şair dediğin bir pınar
Biter yerden çıkmazsa
Gözünü açmaz topluluk
Dinlemeyip bakmazsa
Değersizleşir altın söz
Duyan sahip çıkmazsa
Beğenmeyip halk atsa
Yiğit yiğidi tutsa
Er kadrini görür söz
Sarraf bilir altını
Altınlarla yürür söz
Ömür varken eskimez
Kıymetine varır söz
Kökü altın yer varken,
Stalin’ce er varken
Halkım yere sığamaz
Yeri iyi insandan,
Eri iyi insandan,
Hımbıl çocuk doğamaz
Doksan üçte Jambıl’ı
Külaş gibi bir dalı
Hiçbir rüzgâr eğemez

Jıravlık (ozanlık)
Kazak sözlü anlatım geleneğinin en eski türüdür. Ozanlar aynı zaman da mürtecil âşıklar olduğundan her şeyden önce yetenekli ve yaratıcıdırlar. Halk onları bilge kabul eder. ХV-ХІІІ. asırlarda yaşamış birçok âşık aynı zamanda savaşlara katılan bahadırlar, boyların liderliklerini yapan kişiler olmuştur. Ozanlar aynı zamanda Dede Korkut, Balasagunlu ve Yesevi (hikmet) hazretlerinin temellerini attıkları edebi geleneği de sürdürmüşlerdir.
Kazak Hanlığında ozanlar, hanlığın stratejik ideologları, han danışmanları olarak çok büyük hizmetler vermiştir. Ozanlar devlete hizmeti farz kabul ederlerdi. Anlatı geleneğinin başlıca temsilcileri arasında Asan Kayğı, Şalkiyiz, Tilenşiulı, Dospambet, Jiyembet, Marğaskan, Aktamberdi, Temirkara, Ümbetey, Bukar jıravları (ozanları), Kalkamanulı’nı, Kaztuğan’ı, Şalkiyiz adlı mürtecil âşıkları, Sıpıra ve Kablisan adlı destancıları görmekteyiz.
Jambıl’ın geleneklerini Şaşubay, Nürpeyis, Kenen, Nartay, Orınbay, Omar, Doskey, Kalka, Kuvat, Ümbetali, Nurhan ve Sayadil’in başını çektiği halk ozanları devam ettirmiştir. Onların külliyatları destanlara, tarihi menkıbelere, halk söylenceleri ve efsanelere dayanmaktaydı. Halk ozanlığının ölümsüz motiflerini sürdürerek, halkın gerçek sesi olmuşlardır.
Jambıl’ın, sözlü anlatımın gelişmesine katkı sağlayan ve buna yeni bir nefes getiren büyük ozan ve âşıkların, düşünürlerin son temsilcisi olduğunu tekrarlamak yerinde olacaktır.
Jambıl’ın sanatsal ve görsel açıdan yaratıcılığının (doğaçlaması) edebi betimleme (tasvir) alanında ayrı bir önemi olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Kazak halkına karşı yurttaşlık ve âşıklık sorumluluğunu sonuna kadar yerine getirmiş olan Jambıl’ın büyük mirası huzurunda borçlu olduğumuz ise aşikârdır.
Ne yazık ki, biz hala çağlayan gibi aşığın kalbinden dökülen güçlü şiirlerindeki ifadelerin zarafetini ve fesahatindeki derinliği tam anlamıyla kavrayabilmiş değiliz. Jambıl son nefesinde edebi sekreteri Abdilda Tajibayev’e:
– Abdilda, ben artık iyileşemem zor. Suranşı bahadırın bana armağan ettiği ve her zaman yanımda dolaşan kızıl kaplan üç kez seslenmeme rağmen bana bakmadı, demiş.
Abdilda bu konuşmayı daha sonra tanınmış edebiyat tarihçisi Viktor Şklovskiy’e bahsetmiş olmalı ki, Moskova’da büyük bir edebiyat toplantısında kürsüden konuşma yapan Şklovskiy şöyle der:
– Dostum Abdilda bana Jambıl’ın kaplanı hakkında ilginç bir hikâye anlattı. Her istidatlı ve üstün yetenekli ozanın böyle bir kaplanı olmalı. O olmadan âşık, âşık değildir!
Aslına bakarsak, bu bir masalsı ifadeyse de, “Jambıl’ın kaplanı” denilen sözün özü ona büyük ozanlardan miras kalan söz ustalığının gücü ve ilhamının tasviridir.




Ozanlığın ustalık okulu ve temsilcisi Jambıl kendine elbette sadece Süyinbay’ı örnek almamıştır. Kazak halkının yakından tanıdığı ve Jambıl’ın izinden gittiği âşıklar da vardır.
Bazılarından Jambıl’ın kendisi de bahseder. Ozanlık geleneğinde ‘Benim manevi rehberim (akıl hocası) Süyinbay’dır’ der. Âşık geleneğinde ise Mayköt’ü, Kulmambet’i, Maylıkoja’yı, Kulınşak’ı akıl hocaları olarak kabul ettiğini belirtir.
Jambıl’ın yetiştirdiği Şaşubay, Nurpeyis, Kenen, Nartay, Omar, Doskey, Kalka, Kuvat, Ümbetali, Yesdavlet, Nurhan, Abdigali, Sayadil gibi kalabalık bir ozan topluluğunun güçlü yaratıcığı bahar çiçekleri gibi her yeri kaplamış ve Kazak edebiyatında özel bir ozan kuşağı kabul edilmiştir.
Bu harikulade ozan kuşağının en büyük gayesi ise ozanları piri Jambıl’ın yolundan gitmektir. Günümüzde maalesef bu yenilikçi âşıkların sonraki kuşaklara olan tesirinin önemi halen kaleme alınmıştır.
Jambıl’ın şiirlerindeki derinlik ve söz sanatı tam anlamıyla araştırılmıştır diyemeyiz. Bu nedenle günümüzde yapılması icap eden en önemli işlerin başında ozanın mirası olan söz ustalığı okulu ve çevre etkisini araştırmak olmalıdır. Jambıl ‘Yırın girdiği âlemin rüyasında kundaktaki bebek benim’ der. Yani ozanımız dünyaya anne karnından bir âşık olarak geldiğini kabul eder. O hiçbir zaman başkalarını dinlemekten ve onlardan bir şeyler öğrenmekten usanmamıştır.
Jambıl’ın doğrudan hocası şüphesiz Süyinbay’dır. Âşıklık geleneğinin tarihi kaynağı ve yolculuğu ise kendisinden önce yaşamış olan Mahambet ve Süyinbay’dan başlamaktadır. Muhtar Avezov’un ve daha sonra Yesmagambet İsmayilov’un da dikkat çektiği gibi asırlık epik yapıtlar ile destanlardan da etkilenmiştir. Jambıl’ın ozan kişiliğine etki eden iki ana unsur sadece belâgat çevresi ve geleneklerdir diyemeyiz.
Jambıl, Jetisu bölgesinin başköşesinde, yır (jır: ezgi, şiir, şarkı) geleneğinin yükselişe geçtiği bir dönemde dünyaya gelmiştir. O dönemlerde Jetisu Bölgesi nazım şeklin çalıp söylenerek icra edilen halk destanlarının altın beşiğiydi.


Ozanın doğup büyüdüğü Jetisu civarları, özellikle güney yamaçları ve Çu (Şu) ile Talas nehrinin aşağı kıyı bölgelerinde yırlar açılmamış çiçekler gibi hala o derin zenginliğini muhafaza etmektedir. Bunu da, son yıllarda topladığımız bilgiler tamamıyla doğrulamaktadır.
Bu yöreler sadece isimleri sıkça anılan Süyinbay, Mayköt, Baktıbay, Kulmambet, Böltirik gibi ünlü âşıkların değil, onlar gibi ozanlık ve âşıklık istidatları onların izinden giden, Davren sal, Kenbay, Tilemis, Kılışbay, Barmak, Karkabat, Özbek, Nuralı, Savıtbek ile Sıbanbek kardeşler, Kojatay, Orakbay, Kalıbek, Rahımbay, Satıbaldı, Egemberdi kardeşler, Kudaybergen, Karakoja, Törekoja ve hatta bayan âşıklar Ulbike, Özipa, Kırmızı, Almen, Aykümis, Latipa, Bayan ve Jañıldık hanımların da nam saldığı topraklardır. İnce ustalıkları, söz sanatının genişlemesi ve zenginleşmesinde, âşık atışmalarının (aytıs) olağanüstü mürtecilleri (doğaçlama ustaları) olarak büyük katkı sunmuştur. Arkalarında zengin yır mirası bırakmışlardır. Jambıl bazılarının öğrencisi olmuşsa da, birçoğuna hocalık etmiştir.
Jambıl’ın yüceliğine ve önemine dönecek olursak, bu sadece Bayterek (Hayat ağacı) gibi onu halk ozanlık geleneğinin en zirvesine taşıyan şiir ustalığı ile ölçülemez. Jambıl, halk ozanlarının yeni akımına öncülük yapmıştır. Âşık olarak hocalığın mutluluğunu tam olarak yaşamış ve ardında da Ümbetali, Kenen, Ötep, Sayadil, Kalka, Kuvat, Abdigali, Ömirzak, Yesdavlet gibi isimleriyle halk içinde ölümsüzleşmiş muhteşem öğrenciler bırakmıştır.


Jambıl:
Ah Aygümüş, hem eksiğim hem yarım
Yalnız sensin tek düşüncem tek kârım
Gençlik bana birçok hata yaptırdı
Kötülere yem olursun korkarım
Aygümüş:
Kul eksiği bilip alır kıl payı
Dolaşırsın şehri, köyü, çöl, çayı
Biri için yaratılmış kadarız
Benim için bırak pişman olmayı



Jambıl’ın yakın akranları:
Nurpeyis Bayganin, Şaşubay.

Muhtar Avezov ‘Kazak halkının özellikle gelişmiş olan atışma (aytıs) geleneği, 19. yüzyıldan başlayarak diğer bölgelerde yavaş yavaş unutulmaya yüz tutarken, Jetisu, ülkenin Güney Bölgeleri ve Sirderya boyunda daha da güçlenmekteydi’ şeklindeki satırları kaleme aldığında büyük ihtimalle yukarıda anılan ozanlık sanatı ustaları ve o yıllardaki âşıklık geleneğinin genel durumunu göz önünde bulundurmaktaydı.
Yaşlılıklarında Sarı-Arka’dan Jetisu’ya Şöje ve Tübek, Talas’tan Mayköt daha sonra Şaşubay gibi ünlü ozanların yerleşmesini de büyük yazarın sözlerinin ispatı olarak görebiliriz. Bu şahısların Jetisu’ya yerleşmesi bölgedeki âşıklık geleneğinin yükselişiyle açıklanabilir. Yoksa neden bu bölgenin ozanlarıyla defalarca atışan anlı şanlı mürtecil âşık Mayköt, Talas’ın aşağı bölgelerinden Jetisu’ya gelip yerleşsin. Elbette akrabalarının izini sürmek veya konukseverliğini benmiş olduğundan kaynaklanmamaktadır. O bu uğurda Süyinbay’ın yurduna âşıklık geleneğinin geliştiği bu topraklara yır arayışıyla ozanlığı için gelmiştir. Şöje ve Mayköt ile birlikte her zaman sözün deryası Jambıl dolaşırdı. Daha sonra o da bu ozanlar çevresinin en güzel tekniklerini ve alışkanlıklarını kendi öğrencileri Ümbetali ve Kenen’e aktarmıştır.
Örneğin, yırlarındaki iğneleyici şakacı üslubu ile doğaçlama yeteneğinin inceliğini Ümbetali’ye aktarmıştır. Destanların ve efsanelerin uzun uzadıya anlatım üslubunu Ötep ve Sayadil’e, halkı birlik ruhuna çağıran nasihatçi ve cesareti ortak şarkı ve ezgilerle yüceltme yeteneğini de Kenen’e aktarmıştır. “Nazım anlatımda Jambıl, şarkıyla anlatım da Kenen, ritmin söz ustalığın da Ümbetali eşsizdir” diyen İlyas Jansügirov bu özelliklerine satırlarında vurgu yapmaktadır.
Jambıl’ın etrafında o günlerde var olan insanlar düşünceleri bu şekildeydi.


“Jambıl Şaşubay ozanı dinlerken”, B. Çekalin.

Hey, Orınbay, Şaşubay,
Söz nehrine kaynak say
Haydi, salın şiiri
Haydi, coşsun taşkın çay
Nartay, Kenen, Nurlıbek
Mayasar, Kuvat, Jaksıbay!
Şiir, şarkı söyleyin
Sesinizden korksun ay
Bu sözlerin gücünden
Hasmın nutku bağlansın
Şiirleri işiten
Dostlar coşup eğlensin


Jambıl’ın ozanla çevresine baktığımızda; onun sanatsal doğası, kişiselliği, yeteneği, onun istidatlı ustaların çırağı olarak çıktığı yolda ustalık mertebesine taşıması, Jambıl’ın kaplanıyla tanışması anlamına gelmekteydi.
Bir gün Jambıl, öğrencisi ve kardeşi Kenen Azirbayev ile geniş yaylaları dolaşırken, Kulan-saz’ın yüksek sırtlarına gözlerini dikti:
– İlerideki buzullar ve kayalarla kaplı, Kumbel’den bu yana doğru harita gibi kat kat dökülen dağ yamaçları Karakiya’dır. Defalarca at koşturduğumuz yerler. Batıya doğru uzanan Şetendi sırtları Kırgızlarla sınırımız. Karakiya’nın yamaçları Karakastek’in duru sularıyla adeta kucaklaşmakta. Onun sağ eşiğinden bu tarafa doğru ise Karabastav, Kulansaz, Köktuma, Jeldisay uzanıyor. Bu tarafı Maytöbe’ye yaslanmaktadır. Yeşil kadife örtüyle kaplı kıvrımlı tepeler dinlenmeye çekilmiş kuzular gibi uzaklara devam edip gitmekte, üstlerinde serin rüzgâr esmektedir. Pırıl pırıl gökyüzü kimi zaman yerini birden koyu bulutlara bırakarak sağanak yağmurlar dökülür. Arada hortuma dönüşen bir yönü de vardır. “Her gün başına bulutlar toplanarak, zirvesini gökyüzüne okşatan, zaman zaman da silkeleyerek temizleyen bu dağ değil miydi?”


Bütün bu zirveler belli başlı boylara ve beylere aittir. Çoğu da varlıklıdır. On dört yaşından beri gördüğün bu toprakları nasıl tanımazsın ki. Şu ilerideki düzlük Karağaylı’nın, oradaki dağ geçidi ise Şaltabay’ın yerleşkesi. Maytöbe geçidi ise Jılkıbay’ın toprakları. Bütün bu insanlar 1929 yılında özgürleşerek rahata kavuştu” derlerdi.
Batıda ise, Jambıl’ın çok sevdiği ve şiirlerine de konu olan Kulansaz bölgesi adeta Maytöbe ile kucaklaşarak Suvıktöbe’nin zirvesiyle birleşmektedir.
Suvıktöbe’den sonra Alatav etekleri Korday sırtlarıyla kendini tamamlar. Şapıraştı-Ekeyler boyundan gelen halkı yaz aylarında Kulansaz ve Suvıktöbe yaylalarında sürülerini otlatır, kışı ise Bayğara ve Han Jambıl dağlarının eteklerinde geçirirlerdi.


Sarıbay Biy (Bey) Aydosulı
Kazak bahadırıdır. Çocukluğundan itibaren halkının azatlığı ve ülkesinin bağımsızlığı arzulamıştır. 1860 yılında General Kalpakovskiy ile birlikte Hokand Hanlığının hükümdarı Kudiyar’a karşı savaşmıştır. Dehası ve kabiliyetlerinden dolayı Kazak halkı onu kendine biy (bey) olarak seçmiştir. Herhangi bir anlaşmazlıkta Sarıbay sabrı ve adaletiyle öne çıkmıştır. Kazak halkında yaygın kullanılan “Sözün özü, altındır” şeklinde kullanılan halk sözünün Sarıbay Biy’e ait olduğu ileri sürülür. O gerçek bir söz ustası olmuş, halkı onun sözüne itibar etmiş, beyliğinde hiç kimse onun kararlarına aykırı hareket etmemiştir.

Halk üzülse ezelden
Aklına batur gelir
Yiğit çözer düğümü
Dertlere derman olur
Yağmalanan şaşırır
Başını yerde bulur
Genç yetişkin, bahadır
Halkın hakkını alır
Aslan kalpli Suranşı
Kabrin yücede kalır
Ozan Jambıl 1846 yılının Şubat ayı sonunda tam da Han Jambıl Dağları’nın eteklerinde çetin bir kış soğuğunda dünyaya gelmiştir. Yakın akrabalar geleneklere göre, yeni doğan çocuğa bir isim koymak için toplandıklarında Jambıl’ın dedesi Istıbay onlara şöyle seslenir: ‘Sevgili kardeşlerim, bildiğiniz üzere Şapraştı soyunun insanları iki ayrı bölgede varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yazları Kulansaz yaylalarına çıkmışlar, kışları ise kendilerini koruyan Han Jambıl Dağlarını yurt edinmişlerdir.
Halkımızı çatısı altında himaye eden, kötü hava şartlarından, çetin ve acımasız kışın soğuğundan koruyan, düşmandan gizleyen bu dağ, bizim için kutsal bir mekândır. Bu dağın adını torunuma veriyorum, adı Jambıl’dır. O da bu dağ gibi halkının ulu koruyucusu, savunucusu olsun!’diyerek, bu ismi aksakal bebeğin kulağına üç kez ezanla seslenerek, hayırduasını verir.
Jambıl dünyaya gözünü açtığında, Jetisu Hokand Hanının himayesinde idi.
Dünya mazlumların sesine kulak vermez. Bir taraftan zenginler yılan gibi kanlarını emerken, diğer taraftan sinsi ve kurnazlar kargalar gibi halkı gagalayıp soymaktadırlar. Bu baskılara daha fazla dayanamayan Kazak halkı ise ağır haraçlar ödemeyi reddederek atına biner. Savrık, Suranşı, Andas, Sarıbay bahadırlar ordu toplayarak, halkı Hokand Hanın adamı olan Kanatşı’ya karşı mücadeleye çağırırlar. Halkın birlik mücadelesinde bu bahadırlar büyük rol oynamıştır.
Savrık ve Suranşı yakın akraba çocuklarıdır. Savrık yaşça daha büyüktür, Suranşı bir asker olarak yetiştirilmiştir. 60 yaşında Suvıktöbe eteklerinde hayata közlerimi yumar. Suranşı (1815-1864) kahraman kişiliğe, sebatlı ve kararlı yapıya, uzun ve iri bir vücuda sahiptir. Esmer yüzünün sol tarafında çiçek hastalığından kalmış izler, gür sesi ve sivri dilli olmuştur.
SURANŞI BATUR
(MANZUME)
Onu göğe çıkaran
Ne ev vardı ne asa
Uçkoñur’a yaz çıkar
Kışta göçer Arıs’a,
Şapıraştı boyuydu
Boyu gökten az kısa
Babası Kaşke idi,
Büyük dede Karasay,
Akrabası Savrık
Hasım görse eder hay!
Soydan gelen yiğitlik
Kesilmeden akan çay
Ulu boydan Kazak’ın
Yelsiz yanı vay ki vay!
Yelli yanı bir saray
Bunun gibi yiğide
Yaddan konuk gelince
Konuğuna bir kap aş
Bulamazdı pek kolay
Halk göç ettiği zaman,
Onun köyü taşıtsız
Dulat, Alban, Bayulı
Giderken alay alay
O kalırdı tepede
Tüfeğiyle kuş vurup,
Kartalla geyik yorup,
Yaşıyordu orada
Bir komşusuz dolunay
Halk özledi baturu
Yatsa bile ırakta
Yakın olsa Suranşı,
Sesi duyup yürekte
Çok diyerek düşmanı
Beklemezdi durakta
Böyle hasmın çoğunu
Birkaç defa yenmişti
Sanki kordu ocakta
Sinip gelen düşmanı
Fark etmedi sıcakta
Halk telaşla çaresiz
Dağda yatan yiğide
Bu haberi demeye
Ulak arar bucakta
Kariboz, kart Bavke
Atlarını terletip
İz görmemiş yamaçta
Dörtnala at sürerek,
Söz taşırlar kucakta
Düz gideyim deseler
Önde düşman nice er,
İli boyuna inip
Korday ile döndüler.

“Suranşı-Savrık Bahadırlar”, A. İskakov

Suranşı Bahadır (Batır)
XIX. asırdaki Kazak bahadırları arasında Suranşı Bahadır’ın yeri ayrıdır. O Şapıraştı boyundan çıkan meşhur Karasay Bahadır’ın neslinden gelmektedir. Jetisu’nun namlı ozanları Süyinbay ve Jambıl onun bahadırlığını “Suranşı Batır” adlı kahramanlık destanıyla anlatmıştır.
Suranşı Batır 1815 yılında Verner Bölgesine bağlı Karğalı köyünde dünyaya gelir. Onun büyükbabası Türkmen ile dedesi Davlet Çongarlar ile savaşta halkını koruyarak, topraklarını düşmanına etmemiş, tanınmış bahadırlar, cesur askeri yöneticiler olmuştur. Suranşı Batır hayatı boyunca halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele etmiştir.
1858 yılında Kazak halkı Hokandlılara karşı büyük bir mücadeleye başlar. Bu mücadelenin önderliğini Suranşı Batır yapar. Onun yiğit askerleri Kudiyar Han’ın tüm askerlerini topraklarından kovmuştur. Böylelikle Evliya Ata (Taraz şehri), Merke ve Şu kurtarılarak özgürleştirilmiştir.
Suranşı vefat edince… Bütün dağ köylerinden eş-dost ve akrabalar toplanmıştı. Suranşı’nın annesi yakınlarıyla acısını paylaşırken gözyaşlarına boğuluyordu. Ağıtçı Berdibek eline dombırasını alıp, uzun bir ağıt yaktı. Ağıt başladığında bahadırın anası ağlamayı kesti ve dinlemeye başladı:
“Hey, hanım!
Sağım vakti gelmiş kısrak edasıyla gezerdin
Şimdi yavruları ölmüş deve gibi renk verdin
Kedeybay’ın Suranşı’sı olmaz mı?
O gelirse neşen geri gelmez mi?
Kedeybay da er verir
Çok ağlarsan halk erir
Sabır, sarı altındır”,
diyerek taziyeye gelen herkesin adına başsağlığı diler. Berdibek’in de söylediği gibi Suranşı’nın oğlu Kedeybay daha sonra halkın dilinden düşmeyen, saygı duyduğu bir insan olur.


“Uzınağaş Savaşı”, A. Yermolenko.

Suranşı vefat edince… Bütün dağ köylerinden eş-dost ve akrabalar toplanmıştı. Suranşı’nın annesi yakınlarıyla acısını paylaşırken gözyaşlarına boğuluyordu. Ağıtçı Berdibek eline dombırasını alıp, uzun bir ağıt yaktı. Ağıt başladığında bahadırın anası ağlamayı kesti ve dinlemeye başladı:
“Hey gidi, büyük hanım,
Bir zamanlar sağımı gelmiş kısrak gibiydin,
Bugün ise yavrusunu yitirmiş bir deve gibisin.
Kedeybay’ın büyür, Suranşı’nın yerine geçmez mi?
O vakit neşen yerine gelmez mi?
Kedeybay da gün gelir er olur,
Çok ağlarsan millet kahrından helak olur,
Sabrın sonu sarı altın, derler, sabret”,

diyerek taziyeye gelen herkesin adına başsağlığı diler.
Rus ordusuyla anlaşan, Suranşı ve Sarıbay beyler beş bin kişilik bir ordu kurarak, Uzınağaş yakınlarında muharebede sayıları kendilerinden kat ve kat fazla olan Kanatşı’nın güçlerini püskürterek, topraklarını Hokand işgalinden kurtardı. Bu savaşta âşık Süyinbay, Suranşı’nın askerlerinin moralini arttırmak için yüreklendiren mısralarıyla yırladı. Şokan Velihanov, Gutkovskiy’e yazdığı mektubunda Suranşı’nın Rus ordusuna karşı dürüst bir tutum sergilediğini, açıkça belirtmektedir. Suranşı, Evliya Ata’yı da Hokand Hanlığından kurtarmıştır. Hokand’a karşı Ulu Cüz (Büyük Boy) bahadırlarının Sayram’daki savaşı sırasında 1864 yılının Temmuz ayında şehit düşmüştür.


Bacağından yaralanan Sarıbay ise Taşkent’e ulaşır. Bu seferden sonra Sarıbay’a yarbaylık rütbesi verilir. Sayram’dan Suranşı’nın cenazesini köyüne getirerek, orada toprağa verir. Jambıl, işte böyle tarihin çalkantılı bir döneminde dünyaya gelmiştir.
Halkını ve toprağını Hokand baskılarından kurtaran Suranşı hayatını kaybettiğinde, Jetisu halkı derin bir üzüntüye boğulmuştur. Tüm insanlar, genci yaşlısıyla Ulu Cüz’ün (Büyük Boy’un) âşıkları ve asilzadeleri onu son yolculuğuna uğurlamak için büyük bir saygı göstergesi olarak cenazeye katılmış, minnettarlıklarını sunarak, ona veda etmişlerdir.
O yıllara ait kaynaklara baktığımızda cenazeye katılanlar arasında Jalayır boyundan Baktıbay ve Karkabat, Nayman boyundan Tübek, Arka’dan Şöje, Alban boyundan Kulmambet, Böltirik, Kaskarav boyundan âşık Sarbas, keskin dilli söz ustaları Kebekbay ile Nogaybay, Çu’dan Kuvandık, Kılışbay, Böltirik âşıklar ile Evliya Ata’dan (Çim-kent’ten) Kulınşak ve Mayköt gibi kendi dönemlerinin ileri gelenlerini görmekteyiz.

Şokan Şınğısulı Velihanov
Tanınmış askeri subay ve Sibirya Askeri Okulu mezunudur. Bilim adamı, araştırmacı, tarihçi, etnograf, ressam ve Kazakların en seçkin aydınlardan biri olarak kabul edilir.
Şokan Velihanov’un keşifleri genç subayı tanınmış coğrafyacılarla aynı saflara taşımıştır.
Askeri istihbaratçı olmuş Velihanov gizli görevle gönderildiği Kaşgar’da sayısız hizmet etmiştir. O, cesareti dolayısıyla karargâh subaylığına yükseltilerek, “Kutsal Vladimir” nişanıyla ödüllendirilmiştir.
Çok yönlü âlim kendi döneminin rehberlerinden biri, yüce bozkırın gururu, Kazakların değerli bir evladı olmuştur.
Ve insanlar göz ucuyla baktılar,
Somurtkan uçurumlara,
İşte, o aşağı iniyor ve dönüyor,
Siyah saçlı bahadır…
Suranşı uçurumda yaşardı,
Kartallar ile arkadaştı,
Suranşı batır taşırdı
Aslanın bedeninde kaplanın kalbini

Süyinbay Kazak ozanlarının eski geleneğini sürdürerek, Suranşı’nın bahadırlığını anlatan methiyeler (övgü) dizer.

“Beş Silah”, A. İskakov.

“Hokand hanı kudurdu
Bağlanmış köpek gibi
Birdenbire hırs doldu
Kendi kendine coşup
Kan özleyip kan doldu
Hokand’dan yola çıkıp
Ordusuyla yol aldı
Ter aktı atlarından
Hayvanlar yorgun kaldı
Kudurması değil mi?
Sessiz yatan çokça halk,
Ululara ne kıldı?”
Veya
“Suranşı ata biner,
Karasay dörtnal döner
Ak toynakta bin hüner
Değdiği yerler siner,
Karşı gelen düşmana
Mızrakla yara açtı
Düşmanı ezip geçti”
Toplanan âşıklar Suranşı’nın kahramanlığını destanlaştırıyorlar, ona ağıtlar yakıyorlardı. Onların aralarında genç Jambıl da vardı. 18 yaşındaki genç âşık herkesin önünde kahramanlık destanını okumuştur.
Suranşı’nın vatanseverliğini, yiğitliğini ve üstün insani değerlerini anlatan Süyinbay’ın söylediği ağıt (anma yırı) daha sonra tarihi bir destana dönüşmüştür.
Özünde, bütün Kazak destanları ağıtlardan ve bahadırların kahramanlığını anlatan hikâyelerden oluşmaktadırlar. En başında, kahramanla birlikte seferlere katılan âşık onu anlatmaktadır. Devamında sonraki kuşak ozanları kahramanın yiğitliğini yüceltmeyi sürdürür, en sonunda bu birleşik dizinler (silsile) uzun bir kahramanlık menkıbesini oluşturmuştur.
XVI-XVII asırlardan beri bahadırlar hakkındaki bu tarz menkıbelerin destana (efsanelere) dönüşmesi görülmemiştir. Bunun birinci sebebi yazarlarının kim olduğunun bilinmesi, ikinci sebebi ise bu kahramanların yaptıklarının da halkı tarafından iyi bilinmesidir. Bu yüzden onlar tarihi anlatımlar şeklinde kalıplaşmıştır. Bunun dışında destanların doğması için uzun asırların geçmesi gerekmektedir. Buna örnek olarak Suranşı hakkındaki menkıbeleri gösterebiliriz.

“O, sadece ХVІІІ. asrın tarihi kahramanı Ötegen bahadırın, XIX. asırda yurdunu Hokand Hanlığının baskısına karşı halkını ayaklandırıp, asker toplayan Savrık’ın, Suranşı bahadırların adlarına methiyeler sunan bir ozan değildir. Sovyetler Birliği’nin büyük olaylarının da âşığı, asil bir ozanıdır. O, kimlere methiye söylemişse, ister papaninciler ya da Hasan hakkında olsun, ister Halhin Gol muharebesinde kahramanlık gösteren halk savaşçıları isterse de işgal altında kalmış Leningradlılar hakkında olsun, herhangi birisi elbette birden kabullenilmemiştir. Halk onlara menkıbeler söylenmesini beklenmiştir”.
    N. Nazarbayev

“Ozan tasviri”. A. İskakov

Ne yazık ki kahraman için yazılan bazı eserler günümüze kadar ulaşamamıştır. Bize kadar sadece Süyinbay’ın mısraları ulaşabilmiştir. Genellikle yakın ve sevdiği insanların anısına ağıtlar yakan Süyinbay, Kazak âşıklarının (akın) kadim geleneklerine göre Suranşi’nın vatanseverlik kahramanlıklarını anlatan büyük ve muntazam bir ağıt yaktı. Bu yapıtta tarihi epik şiir üslubu çok net görülmektedir.
Hocasının izlerinden ilerleyen Jambıl daha sonra bu epik ‘Suranşı batır’ hikâyesini tamamlamıştır.
“Maziden aklımda kalan,
Gençken bende şiir olan
Anıt idi bir batura”
diyerek, Jambıl’ın Suranşı’yı gençliğinden itibaren yaşamı boyunca uzun hikâyeleriyle söylediği anlaşılmaktadır.
Jambıl’ın bu şiiri ruhu, üslubu ve motifi bakımından Süyinbay’ın destanına çok yakındır. Hocasından neler öğrendiği, bu iki büyük ozanın bir kahraman için yazdıkları destanların ortak ezgileri, birbirlerine olan yakınlığı, bütün bu sorular ayrı bir araştırma gerektirmektedirler.
Jambıl’ın sanatı, özellikle Sovyet yıllarında yazılmış eserleri edebiyat biliminde çok derinlemesine incelenmiştir. Bu konuda çok emek harcayan akademisyenlerden özellikle M. Avezov, M. Karatayev, Prof. Dr. E. İsmailov ve filolog Dr. A. Tajibayev’in isimlerinin altını çizmek gerekir. Çok az edebiyatçı Jambıl hakkında bir makale yazmamıştır. Ancak buna rağmen ozanın mirası tam olarak incelenebilmiş değildir. Şam-gali Sarıbayev ve Sapargali Begalin’in biyografik bilgileri ve Prof. Dr. E. İsmailov’un “Akınlar” (Âşıklar) adlı monografisindekileri saymazsak, Jambıl’ın bilimsel biyografisi hala yazılmamış, onun ozanlar çevresi tam olarak ortaya çıkarılmamış, sanat ustalığı çok derin olarak incelenmemiştir. Ancak tüm bu sorunlar çözüldüğünde büyük ozanın sanat mirası tam olarak gün ışığına çıkarılmış olur.
SURANŞI BAHADIR
(MANZUME)
Jambıl, Jambıl olanda,
Şiir yeli dolanda
Kırgız, Kazak eline
Sedasını salanda
Dua etmiş Süyinbay
Şahit olmuş Güneş, Ay
Bana akıl verirken:
“Baturu anlat!” derken
Bu aklımda kalmıştı,
Bedenimde kuvvet var
Yirmi beş yaş alevi
Değse demiri kırar
Mürekkepsiz, kalemsiz,
Kâğıt, kitap, deftersiz
Fikir diyen dombıra,
Söz söyleyen dombıra,
Harfi bile Jambıl’ın
Dombırayla olunca
Söylenmişti bu destan.
Söze mecbur kalınca,
Halkta dilek kalmadı.
Dağdan düştü ala taş,
Gözlerimden akar yaş,
Zor zamanlar denk geldi,
Kaygılandı kız kardeş,
Darlık gününde her halk
Hep baturu hatırlar
Bilmez başka çare var
Ciğerini közleyip
Er oğlunu özleyip,
Hatırayla sızlayıp
Sözüm bir şiir kadar.

“Genç Jambıl”. B. Çekalin.

Meşhur Savıtbek’in kuzeni, yaşlı âşık Smayıl Kalipanov bana yazdığı bir mektupta:
“Almatı’da bilim öğrenen gençlik
Beni yar başında yaşlı bilirsin
Elimde ecdadın mirası mevcut
Toprağı kazmadan hemen bulursun
Moyınkum Korday, Şuv arasında hep
Boşa geçti ömrüm şaşar kalırsın
Sana her şeyleri teslim edeyim
Neyi beğenirsen onu alırsın”,
diye yazmıştır.
Jambıl öncelikle halk hikâyelerinden feyz almaktaydı. Halk sanatının berrak pınarında doğup, onun duru kollarında büyümüştü. Aşığın okulu, Süyinbay, Kaban, Şöje, Mayköt, Janak, Tübek, Maylıkoja, Kulınşak, Baktıbay, Kuvandık gibi tanınmış ustaların ve Kebekbay, Nogaybay, Sapak, Böltirik gibi keskin söz ustaları ve Kanadan, Bayserke gibi musiki ustalarının sanatları olmuştu.
Âşıklar atışmasıyla Jambıl ile yarışan Kulmambet, Sarbas, Şaşubay, Aykümis, Dosmağambet ve düğünlerde (eğlencelerde) karşılaştığı akranları Aset, Jüsipbek, Koja, Tilemis, Almeyin, Almen, Latipa, Balkıbek, Mırzabay, Özbek, Şarğın, Karabek, Joldıbay, Jantay, Kosay söz ustalarının öğrencileri Makış, Şukıtay, Apejek, Barmak, Kenen, Ümbetali, Ötep, Sayadil, Kustutin, Ömirzak, Kurma, Abdıgali, Jartıbay gibi hüner ustalarını da bu listeye ekleyebiliriz.
Hepsini birlikte ele aldığımızda M. Avezov sözlerinde haklı çıkmaktadır: ‘Jambıl’ın çevresine baktığımızda çok büyük bir topluluk, tam bir ozanlar (âşıklar) ordusunu görmekteyiz’.


Jambıl Kazakistan âşıkları arasında. 1938 yılı. Âşıklar Toplantısı Jambıl’ın yaratıcılık faaliyetlerinin 75. Yıldönümü (soldan sağa: Jambıl, Sultan Muratov, Amire Kiyrıkbayev, Jartıbay, Orınbay, Nurpeyis Bayğanin)


JAMBIL’IN ÜSTADLARI


Ozan Kaban (Kabiliysa) Asanulı
XVIII. asırda Ulu Cüz (Büyük Cüz Boyu) içinde Jalayır boyundan gelen olağanüstü meziyetlere saip bir insandı. Sert mizacı, dinç bahadırlığı, ateş gibi yakan, orak gibi keskin sözüyle hayatta iken ozan Kaban adını almıştır. Ona halk lideri Yeskeldi, Balpık beylerle birlikte “Evliya” lakabı da verilşmiştir. Çünkü dört bir yana dağılmış, göçebe Jalayır soyunun birleşmesinde ve büyük beylik oluşunda çok çaba sarf etmiş ve yaptıkları üç asırdan beri anlatıla gelen efsaneye dönüşmüş bir şahsiyettir.

KABAN JIRAV
Kenen Azirbayev’in Jambıl’a ithaf ettiği “Jambıl – Cır” adlı şiirinde şu satırlar yer almaktadır:
“Büyük boyda Süyinbay pek uludur
Süyinbay’ın dili şiir dilidir
Ozanlardan Süyinbay’ı anmayan
Töresizdir, yol bilmezdir, delidir
Kaban Ozan Süyinbay’ın üstadı
Baş eğerek cümle ozan “Pir!” dedi
Jalayır’dan Kaban idi dayısı,
Bana derdi Jambıl dedem bu adı.
Kaban Ozan şöhretliydi, ün dağı
Jambıl sözü fethetmişti sol, sağı
Tam yeğeni Sarbas Ozan söz etse
Bıyık burup çevirirdi kulağı


Mürtecil âşıkların hayran oldukları âşıkları taklit etmesi adettendir. Ozan Kaban hem Süyinbay’ın, hem de Sarbas’ın anne akrabasıdır. Süyinbay, Sarbas ve Kenen’in çalıp söylemeye başlamadan önce ellerini göğe kaldırması Kaban’dan miras kalmıştır. Kaban zamanının en büyük ozanlarındandır. Çok uzun epik şiirleri, yaşadığı zaman hakkındaki duygularını aylarca icra edebime kabiliyetine sahip olmuştur. Maalesef onun menkıbeleri günümüze kadar ulaşamamıştır. Kaban’ın ismi kendinden sonra gelen âşıkların dilinden hiç düşmemiştir. Süyinbay gençliğinde onun yanından yedi gün, 7 gece ayrılmayarak hayırduasını almıştır. Geleceği öngören bir âşık ve ozan olmasının yanı sıra Kaban, aynı zamanda bir bahadırdı. O dönemin Jetisu bölgesinin tanınmış bahadırları Ötegen, Rayımbek ve Karaş’ın silah arkadaşıydı. Rayımbek ve Ötegen akrandı, Karaş onlara nazaran daha gençti. Kaban ise aralarında en büyükleriydi.
“Ne kıymetli?
Doğup büyüdüğün yerin kıymetli,
Göbeği gömdüğün şarın kıymetli.
Üstüne titreyen anan kıymetli,
Çocuk şımarsa da inan kıymetli,
İyi dostun, güzel yârin kıymetli,
Hepsinden namusun, arın kıymetli”.
    Kabilisa-Kaban Ozan



Ötegen
XVIII. asırda işgalci Congarlara karşı mücadele eden tanınmış bahadırlardan biridir. Ulu Cüz boyunun Dulat boyundandır. Onun dedesi Sırımbet 1635 yılında Oyrat Han’ının 50 bin askerini püskürtmüş Salkam Jangir Han’ın ordusunda yer almıştır. Ötegen 15 yaşından itibaren düşmanla savaşmaya başlamıştır. 1723 yılında Tavasar, Rayımbek, Hangeldi bahadırlarla beraber Congarlarla savaşmıştır. 1740 yılında bahadır İli nehrinin kıyısında bulunan Töle Biy askerlerine katılarak, bağımsızlık için mücadeleye katılmıştır. 1756 yılında Çin ile anlaşma konusunda Abılay siyasetine karşı durmuştur. Günümüzde anlatılanlara baktığımızda o, topraklarına 17 yıl sonra dönmüştür. Ötegen bahadırın adı halk arasında destanlaşmıştır. Onun hakkında ilk kez Süyinbay ozanın dedesi âşık Küsen menkıbeler söylemiştir. Tarihçi Delebayev’in materyallerine baktığımızda âşıklar Tilemis ve Mayköt, bahadır hakkında destanlar söylemiş. Günümüze kadar gelen menkıbesi ise sadece Jambıl’ın “Ötegen Bahadır” destanıdır.
Rayımbek ve Ötegen akrandılar. Karaş ise onlardan küçüktü, hepsinden de Kaban büyük görünmektedir.
Rayımbek konuşmayı başlatır:
– Ötegen çok gezen, çok bilir derler, her yeri dolaştın gördün, yaşımız artık kemale erdi, bahadırsın, hem çok görmüş geçirmişsin, bilirsin. Öldüğümüzde halimiz nice olur, kimin kemikleri nerede kalır de hele! demiş.
– “Kıdemli varken küçük bezdirir” derler, dünyanın ışığını bizden önce görmüş büyüğümüz Kaban anlatsın, – diyerek, sözü Kaban’a vermiş.
O an Kaban:
– İkiniz bir birinizi dürterek, nihayetinde beni mi sınamaya karar verdiniz. Dinleyin o zaman anlatayım, diyerek söze başlar.
– Vebali adımı “Kaban” (yaban domuzu) diye koyan anne ve babama olsun. Adım Kaban olduğundan bir sazlık dibinden yatacağım. Cesedim yerde üç gün yatar, üç gün sonra yine bulunmaz. Ötegen, iyi bir mizacın ve cana yakınlığın var, akan su kıyısında defnedilirsin, ama altta kalmayacak hareket edeceksin.
Rayımbek, sen hoşsohbet birisin. Kıyamete kadar başından gök gürlemesi eksik olmayacak büyük yolun kenarında kalacaksın, der.
Bu efsaneyi Kenen Azirbayev ile Ömürkul Kulşıkov anlatmaktadır. Kaban ozanın kendisi hakkında ne yorum yaptığını anlamak zor. Ama yakın geçmişte torunları İli’nin kıyısında bir yere Kaban için bir mezar yerine işaret koydu. Ötegen öldükten sonra evlatları onu bugünkü Ayakkalğan sanatoryumu yakınlarında İli nehrinin kıyısına defnetti. Kapşağay Denizi’nin doldurulmasıyla alakalı Ötegen’in nesli hükümetten izin alarak, atalarının naaşını Korday kasabasındaki “Keñes” kolhozuna naklederek, ona anıt mezar yaptırdı.


Rayımbek Bahadır
XVIII. asırda yaşamış büyük Kazak bahadırıdır. Töke oğlu Ulu Cüz’ün Alban boyundan şanlı Hangeldi bahadırın torunudur. Adı efsaneleşmiş, Jetisu Bölgesini Congarlardan kurtararak, bağımsızlık mücadelesini kazanan Kazak kahramanı olarak kabul edilir. Rayımbek’in tüm hayatı Kazak tarihinin kırılgan dönemlerinde geçer. Çocukluğunu halk ordusuyla geçiren Rayımbek Congar Emirliği döneminin trajik olaylarına da şahitlik etmiştir.


SÜYİNBAY
(1816-1898)
“Süyinbay benim pirim
İzni ile söz derim
Sırlı, güzel sözleri
Armağan zannederim
Süyinbay diye konuşsam,
İlham gelir kendince
Hem fırtına, yel neden?
Şiddetime rastlayan,
Durur mu ki düşmeden?”
-diyen, Jambıl ölene kadar Süyinbay’ı üstadı bilip, kendine pir tutmuştur. Büyük atışmalarda Süyinbay’sız konuşmaya başlamamıştır.
Jambıl büyük ustası Süyinbay’a olan minnettarlığını hayatı boyunca unutmadı. Bütün kutlama veya toplantılarda şiirlerine ve konuşmalarına onun adını anarak başlardı.
Süyinbay sadece Jambıl’ın hocası ve yol göstericisi değildi, aynı zamanda Jetisu bölgesinde kendisinden sonra gelen tüm âşıkların da akıl hocasıydı. Tam da bu sebeple M. Avezov Süyinbay için “Jetisu bölgesi âşık ve ozanlarının altın dayanağıdır” demektedir.
Süyinbay çok uzun boylu, iri yapılı, endamlı bir adamdı. Güzel bir sakalı, bir kâğıt kadar beyaz ve temiz bir yüzü vardı. Bu yakışıklı, eline dombırayı aldığında sesi bir çağlayan gibi gürlerdi. Sesi o kadar güçlü ve gürdü ki, sesinin tonunu yükselttiğinde yakınında oturan ve onu dinleyenler irkilirdi. Onu gören, tanıyan ve duyan insanlar aktarımlarını sıcak rüzgâr esintilerine benzetirlerdi.
Bunun manası şurada: Süyinbay’ın keskin dilinden keyfi kaçan Tezek Töre onu atışmada yenebilmek için Arka’dan meşhur Tübek’i çağırmıştı. Ancak yoldayken Süyinbay’ı sıcak ve şiddetli bir rüzgâr olarak rüyasında gören Tübek, onun ününü daha önce de duyduğu için korkarak bu yarışmadan çekildi. Eserlerini icra eden Süyinbay’ın şiirsel suretini ve onun eşsiz güzelliğini yetenekli ressam Abilhan Kasteyev mükemmel bir şekilde resmetmiştir. Ozanın suretini o kadar güzel aktarılmış ki, resme her bakıldığında dudaklarından sanki kılıç gibi keskin kelimeler dökülecekmiş hissi uyandırmaktadır…
Halkının ulu ozanı Süyinbay’ın mirasının toplanmasına büyük emek harcayan S. Sadırbayev’di. Bilindiği üzere, 1935 yılında İlyas Jansügirov ve Fatima Gabitova, Süyinbay’ın eserlerinin yer aldığı ilk kitabı yayınladılar.



“Abılay’ın çağında Ozan Bukar,
Adil Han’ın çağında Tübek var.
Her devrin bir danışmanı olsa da,
Bana düşen danışman da bu kadar!”,
diyen Tezek’in kalbine adeta mızrak saplarcasına Süyinbay şöyle der:
“Ey Han Tezek, baylığına etmem ram
Gördüğümü gizlemden derim tan
Eğer bir gün hiddetlensem gerçekten
Uçan kuşu gökyüzünde uçurmam
Sen sultansın, yıkıyorsun kanla kan
Hilen ile haraç verir dört bir yan
Allah için sevilecek huyun yok
Nasıl durdun sen Kazak’ta nasıl Hân?
Ablan, Dulat, Şapıraştı el midir?
Bugün halkın dolup taşan göl müdür?
Dalgalansa göl köpüğü kapatır
Bu köpükler sultan denen kul mudur?
Sultan şeytan, halk melektir kanımca
Şeytan yenen melekteki hâl midir?
diyerek, aceleci törenin gönlünü yatıştırır. Jetisu’da kılıcından kan damlayan Han Tezek’i yenerek mücadeleyi kazanan 3 sanatçıyı biliyoruz. Onlar: Süyinbay, Baktıbay ve Böltirikti. “Tezek’in bir yanı yönetici, bir yanı âşık” diye Tezek’in kendisi söylemiştir. Tezek değerini arttırarak, namını yaymak için etrafına âşıkları çok toplamıştır. Süyinbay’ı da, Baktıbay’ı da, Böltirik’i de Han sarayında danışman yapmak istemiş, ama üçü de Tezek’i yenmiş, keyfini kaçırmıştı. Bu üçü sözün kudretiyle Kırgız hanı Şabden ile Tezek’in unvanını ellerinden almıştır. Acı da olsa adaleti, doğruyu yüz yüze açık söylemek Jambıl’ın kendi üstatlarından öğrendiği bir yönüdür.




Baktıbay Jolbarısulı
Kazak âşık, ozan. Genç yaşlarında âşıklık geleneğiyle tanındı. Tezek Töre ile atışması (1861) onu Jetisu bölgesinde tanıttı. Kazakların “Batırlar Jırı” (Kahramanlık Destanı) adlı eserinin birçok hikâyesini ezbere bilen ve halkın epik geleneğine uygun çalıp söyleyen bir destancı olarak atışmalara katılmıştır. (Yaşadığı döneminin önemli âşıklarından Meykekız, Arıstan, Jüsipbek, Aset, Beyimbet, Kıpşakpay ile atışmalara çıkmıştır). Baktıbay’ın mürtecil eserleri “Jelkobız” (Kazak ulusal müzik aleti) adıyla yayınlanmıştır.
Jambıl hocalarından insan takdirini yaparken dürüst, açık yürekli, adaletli olmayı öğrenmişti. Bunu Süyinbay, Baktıbay ve Böltirik ustalarını örnek alarak, ozanlık için gerekli birçok özelliği benimsemişti.
Bunların hepsini Tezek, Süyinbay, Baktıbay’ın atışmalarında, Böltirik’in âşık atışmalarında ve Jambıl’ın kendi sözlerinde görebiliriz.
Tezek Han kendisinin bile bu ozanlardan çekindiğini kabul etmişti. Günün birinde Tezek, Kojbanbet Bey’e itiraf niteliğinde şunları söyler: “İki âşık ve bir de ozan (destancı) gördüm. Âşıklardan biri Jalayır boyundan Baktıbay, diğeri Kızıl Ekey boyundan Süyinbay ve Istı boyundan ozan Böltirik’ti. Benim dedem; Abılay, babam; Abil, ben; Tezek’im. Binlerce tebaamı korumaya ve bakmaya gücüm ve kudretim olsa da, bu üçüne mağlup oldum. Onlar, bütün hayallerimi dağıttılar”.
“Yılkı tayı yakalanmaz, tutulmaz.
Bir vatanı yakıp yıkar fukara,
Tanrı sözü hiç yabana atılmaz, deyince
“Suçu olmaz usta, hatip, hak dilin
Zenginliği sağlığıdır yoksulun”
– diye, dünya malına aldanan Tezek Han’ı kendi yurdunda yenmiştir.
Başka bir ifadeyle, Süyinbay, kınındaki kılıç, parlayan ateş, kasırganın kopması, rakibini toz gibi silip süpüren yakıcı bir fırtına, şahindi. Süyinbay’ın sözlerinde elmasın keskinliği, yılkının yüğrüğü, söz sanatının muazzam ustalığı açıkça görünmektedir.



Süyinbay Aronulı Issık Göl’de düzenlenen bir atışmaya katıldı. Süyinbay Aronulı müzesindeki âşıkların balmumu heykelleri.

1936 yılında Jambıl, Moskova’daki on günlük edebiyat ve sanat toplantılarının ardından döndüğünde, yaşı bir asrı geçen bir aksakal onu selamlamaya geldi.
– Jambıl, bundan sonra sen göğe daha çok yükselsen de, aşağı düşmezsin. Yaklaşık on beş yıl önce seninle ilgili bir rüya görmüştüm. Birisi Almatı’nın Taşkent Caddesi’nden otuz tane rahvan getiriyordu. En güzeline bakıp çobana sordum, “Kimin bu atlar?” Çoban ise: “Bunlar Süyinbay’ın Jambıl’a vasiyet ettiği rahvanlardır. Onun vasiyetini yerine getiriyorum” dedi. Atları sürmeye devam etti. Bugünkü Taşkent Caddesi, Ulu İpek Yolu’nun güzergâhıdır. Bu tarihi yoldan koşan rahvanlar, Süyinbay’ın ozanlık mirasıdır. Senin için ise inci gibi dizilmiş mısralardır. Sen de onun gibi yüğrük bir rahvansın.
Bir asırdan uzun yaşamında birçok yırı duymuş ihtiyar kulaklar, Süyinbay ve Jambıl yırlarının (sözlü hikâye) aynı kaynaktan çağlayan ortak bir ahengi olduğunu bütün kalbiyle kavramıştı.
Şu bir gerçektir ki, Süyinbay ozanlık istidadını Jambıl’a tamamıyla aktarmış ve âşıklık geleneğinde geniş bir yankı bulmuştu. Bu dünyaya gözlerini açtığında, dünyada Süyinbay ozanın varoluşu, onun için büyük bir mutluluktu.



“Nara atıp düşman vuran,
Halktan çıkan yiğitler var.
Atışmada hasmı yenen,
Ozanlar da halktan çıkar…”
    Süyinbay
Süyinbay’ın duasını almış, otuz beş yıl boyunca yanından ayrılmayan Jambıl yırlarını çalıp söylerken bu büyük aşığı örnek almaktaydı.
Jambıl on dört yaşındayken halk geleneklerine göre Ramazan ayında gece yarısı “jarapazan” şarkısını söylerken Süyinbay’ın evinin karşısında kendi şiirlerini de okurdu.
“Ramazan manisini söylerim eşiğine,
İki koç gibi oğul verirse beşiğine.
Oğulların erliğe büyüsün, ersin derim,
Zorlukları çekmeden muradı görsün derim”.
Genç ozan uzun uzun şarkısını söylerken büyük ozan onu dikkatle dinlerdi. Bir gün büyük ozanın eşi Yenlik’ten ışığı yakmasını rica eder ve gence seslenir:
– Sen Jambıl mısın? İnsanlar senin şarkı yazdığını söylüyor. Sen sanırım buraya tesadüfen gelmedin, hadi gel tanışalım, atışalım. Eğer sen kazanırsan ödül olarak atı ve deveyi alırsın. Eğer kaybedersen kendi atını bırakır, karşılığında hayır duamı alırsın. Jambıl’ın cevabı ise:
Bak Jambıl’ım dua verdim ben sana
Mutlulukla erişesin çok âna
Atın değil dua verdi, diyerek
Büyük suçlar atmayasın sen bana!
Süyinbay’ın makamını alarak
Ballar aksın bal dilinden bu yana!” diyerek
– Sizin atınızı almayacağım ve kendi atımı da bırakmayacağım. En iyisi bana siz hayır duanızı verin.
Süyinbay, Jambıl’ın tutumundan onun gelecekte büyük bir ozan olacağını anlamıştı ve büyük toplantı ve düğünlerde hep yanında bulundurmuştu.
Süyinbay hayır duasını verip gök keçiyi yedeğine bağlarken, Jambıl:
“Süyeke, at, deve aldı, çalmadı
Görmediği devlerden kul kalmadı
Sen deveyi tüyü ile yutsan da,
Boğazına değen bir şey olmadı” dedi.
En sonunda Süyinbay:
“Hey, çocuk hey, bu gelişin zamansız
Süyinbay’la gezemezsin kol kola
Daha dursan atsız bile kalırsın
Çok konuşma, al keçiyi, git yola!”
deyip keçiyi yedeğine verip gönderir.
BABA
Sörti’nin atını çalıp
Suçsuz yere kesip başı
Issız yolda yaya kalıp
Taşıyamam kargış taşı
Halkta tartışma çıkarıp
Halkta düşünmem isyanı
Onu yurdundan ederek
Saldırarak yakmam canı
Şiiri, sözü dost kılıp
Olurum yurdun ozanı
Hayırlı dua ver baba
Dediğimi tut, dur baba
“Capa’nın oğlu ozandır
İyi yapmış..” el der baba.
Dombıramla söyleyeyim,
Her gün şölen eyleyeyim
Eğlenceler çok olunca
Yurtta olur bol, bereket,
Çalmanın sonu eziyet



Halkım batur, genç halkım
Gelişecek dinç halkım
Ülküsüne erince…
    Jambıl Jabayev
Jambıl, sayısız yarışmada Süyinbay’ın dudaklarındaki ateşli şiirlerin parlamasına şahit olmuştu. “Geldiniz bu ceme gireyim diye
Avuç yağ geçer mi, göreyim diye
Mazlumun malını zalime verip
Yoksulu yağmayla süreyim diye
Yıkılmadan ne duruyor yerle gök?
Fakir ölür açlığıyla neden çok?
Ağlayana, zavallıya bakan kim!
Beyde vicdan, zenginlerde doymak yok”
Ya da
Oruç tutar tespih çeken mollalar
Yoksul soyan zenginlerin gözü dar

Süyünbay Aronulı ozanların Issık Göl’deki atışmasına katıldı

Kavruk buğday, darı bile yemedik
Bizde oruç tutacak bir güç mü var!
Yıl boyunca aç dolaşır yoksul er
Zengin kurttur, fakirlerden oğlak yer.
Her belayı bu dünyada başlatan
Hoca, molla cehenneme çok gider.
Yalanınla ayetler din olur mu?
Baksı, kâhin dindeyken cin olur mu?
Peygambere yakın olan oruç tut,
Tutmaz isem günah mıdır, de, unut!
Jambıl, Jetisu Beyler’in önünde Süyinbay’ın icraatlarını kendi kulaklarıyla dinlemişti.
Süyinbay’ın Jambıl’a olan tesiri özellikle ‘Şagım’, ‘Kedey küyi’, ‘Sat saylanarda’, ‘Manke turalı’, ‘Şaltabaya’, ‘Kali’, ‘Kökimu’, ‘Çarın fermanı hakkında’, ‘Zildi buyrık’ ve diğer birçok yırında hissedilmektedir.
Süyinbay, atışmaların büyük ustasıydı. Katagan, Arıstan-bek gibi Kırgız ozanlarıyla, Kantarbay, Jantay, Tatti kız, Kesken kekil, Özipa, Kunbala, Karga, Tezek töre gibi Kazak âşıklarıyla yarıştı. Ne yazık ki bu icraatlarına çoğu günümüze kadar ulaşamadı. Bu şiirlerinde onun açık sözlülüğü ve ozanlık yeteneği çok bariz bir şekilde görülmektedir. Zenginlerin eksikliklerini eleştirmekte, fakirleri korumakta, halkların dostluğunu yaşatmakta, adaleti ve yiğitliği yüceltmektedir.


Anne babasını çok erken yaşta kaybeden Süyinbay, fakir ve öksüz hayatın tüm zorluklarını fazlasıyla tattı. Hayatta kalabilmek ve karnını doyurabilmek için akrabalarının kuzularını otlattı. Cüzler ve boylar arasındaki çatışmalar, kendi gözleriyle gördüğü zenginlerin zorbalığı ve despotluğu onu çok derinden yaralıyordu. On iki yaşındaki Süyinbay Maytöbe yaylasının eteğindeki Keregetas’ta kuzuları otlatıp şarkı söylerken kayaya bir konup, bir uçarak birbiriyle didişip gürültü yapan kargaları görüp kendisini kargayla atıştırır.
Süyinbay:


“Selamünaleyküm, Karakarga hey!
Uçuruma yuva yapmak nasıl şey?
Gürültüyle kafamızı şişirdin
Dinlemez mi hâlimizi hâkim bey?
Çığrışarak durmadınız ikiniz.
Bölünmeye arsa mıdır, ev mi, ney?
Karga:
“Sen Süyinbay, kuzu baktın, mal yaydın,
Kaderine razı oldun, hak saydın
Mazlum çocuk, sivrisinek sokunca
Yaprakları örtü diye çok yaydın
Seni yiyen düşmanlara kin duyup
Yakaladım tuzak kurup ağ ile
Sen gibiyim zavallı, bir başına
Yersiz yurtsuz dolaşırım boşuna
Sevimsiz görünüşümüze işimiz uygun,
Yaradan’ın ben de şaştım işine”.

“Sutartkış”, N.Hulupov.

Daha sonra karga onların da arasında kuvvetlilerin çıktığını, yaşlı karga, karakarga ve kuzgun karga olarak üçe bölündüklerini, iki karganın birbirinin konuşmasına müsaade etmeyip, birliğin bozulduğundan bahsederek, sözlerini şöyle tamamlar:
“Bizim elde bey de çoktur, büyük çok,
Göç eyleyen, kan kaybeden geyik çok.
Öfkelendim, biliyorum Süyinbay,
Yetim, duldan sıra sıra höyük çok
Zavallıyım, bahtım, yazım hep kara
Dışım mutlu, içerlerim dert, yara
Yaradan’ın böyle belki yazdığı
Hak işine bulunur mu bir çare?”
Süyinbay:
“Karga duydum ben hâlini sağ salim
Acıyacak benim de yok mecalim
Halk içinde fazla imiş kuzgunlar
Kan emici, tatlı dilli, hep zalim!” deyip
Kargaya böyle gürültü yapacağına birleşerek ekin ekip birlik olmayı, adil olmasını söyler:
Karga canım, iyi yaşa, hoşça kal,
Müsaitken haber gönder, haber al
Görüşürüz belki mahşer gününde
Görüşürüz gelmez ise kötü hâl
– diyerek kalabalık fakirin güzel günlerini gelecekten umut ederek otlayarak giden kuzu ve oğlakların peşinden koştu.


“Koyun çobanı çocuk, N. Hludov.


“Süyinbay âşığın yanında”, İ. Kaplan.

Atışmaların dili sade ve ahenklidir. Genç Süyinbay hayatın felsefi düşüncelerini alarak toplumun sosyal sorunlarına ışık tutuyordu.
Süyinbay çok kabiliyetli bir ozandı ve her kapalı kapıya (konuya, soruna) anahtar bulabiliyordu. Muntazam şiirsel söylemlerin yanı sıra ardında halk içinde sayısız vecize ve derin fikirler bıraktı.
Jambıl muazzam aktarımlarını, epik mirası, açık sözlülüğü ve halkını anlatmayı Süyinbay’dan öğrenmişti. Kardeşlik, doğruluk, adalet gibi konuları işlerken hep onu örnek alırdı ve hayatı boyunca üstadına olan saygısını ve hayranlığını dile getirirdi.
1889 yılında Süyinbay vefat ettiğinde, Jambıl bir yıl boyunca merhum hocasını andı, arkasından gözyaşı döktü. Bir yıl sonraki Süyinbay’ı anma töreni Naymanbay bölgesinde yapılmıştı. Törene bozkırın her köşesinden ozanlar geldi. Bu anma ve şiir geleneklerinin devam ettirilmesi Jambıl’ı çok yakından tanıyan ünlü ozan Abdilda Tajibayev’in ‘Akınlar’ (Âşıklar) adlı şiirine konu olmuştu. Bu şiir Devlet ödülüyle mükâfatlandırılan yazarın daha sonra yayınlanan ‘Köne Koñırav’ (Eski Zil) adlı kitabında yer aldı.


Süyünbay Aronulı Müzesi. Karakıstak, Jambıl Kasabası.


JAMBIL’IN ŞAİRLİK USTALIĞI
Büyük kültür insanlarının yıldönümlerinin kutlanması ve bu kutlamaların halk törenlerine dönüşmesi emsalsiz bir milli gelenektir.
Ozanın jübile kutlanması sadece bir bayram değildir. Aynı zamanda onun sanat mirasının değerlendirilmesi, çok yönlü analizi ve bir bakıma toplum ve edebiyat fikirlerinin forumudur. Ozanın anısına yapılan kutlamaların önemi zengin yemek masalarıyla veya süslü faaliyetlerle değil, törene hazırlık sırasında toplanan bilgilerle, yapılan araştırmalarla ve elde edilen neticelerle ölçülmektedir. Bu açıdan bakıldığında Abay ve Jambıl’ın yıl dönümlerinin kutlanmasının çok verimli olduğunu belirtmek gerekmektedir. Birçok kıymetli hatırat toplandı ve kapsamlı makaleler yazıldı. Burada Abay hakkında Taken Alimkulov’un ‘Jumbak jan’ kitabının ayrı bir önemi vardır.
– Abay nasıl bir ozan?, diye, Jambıl’a sormuşlardı.
– Abay sadece bir şair değildir. O Kazak halkının maneviyatı ve dehâsıdır, diye cevap verir Jambıl. Taken Alimkulov’un yeni gerçek ve sonuçları ortaya çıkarıp, Abay’ın dâhiyane fikirlerini farklı bir seviyeye taşıması çok sevindirici bir olaydır. Bu kitabın önemi budur. Taken çok güçlü bir dille Jambıl âşıklığın içeriğini, yeniliğini ve felsefe derinliğini, ozanlık çevresini bize aktardı. Ozan mirasının bu incelemeleri onun sanatının yeni boyutlarını gözlerimizin önüne sermektedir.


“Abay’ın vatanında”, T. Abuov.


“Abay Jaylavda”, A.Kasteev.

ABAY’IN RESMİ
Abay’ın mı şurada duran resim
Şiirle söz ile can bulan cisim
Akıl, gayret, ilmi denk tutan var mı?
Var mı Abay gibi denk tutan isim?
Şair adı kuşatmıştı tüm eli
Şiiriyle ölümsüzdü hem deli
Öncü yiğit, halkı için yaşardı
Onun başka bulunmazdı hayali
Derin fikri denizleri geçti mi?
Derinliği bakanlara açtı mı?
O derine baktırmadan kimseyi
Ulu insan bu dünyadan göçtü mü?
Jambıl’ın yıl dönümü törenleri ozanlık yeteneği ve doğaçlama sanatının araştırılıp anlaşılması konusunda çağdaş edebiyatın iyi bir yere geldiğini göstermektedir.
Alışagelmiş gösterişli dövizlerden ve makalelerden kurtulup, Jambıl’ın hayatını ve şiir ustalığını irdeleyen asıl çalışmaya geçilmiş oldu. Bunun örneğini S. Begalin, S. Mukanov, A. Tajibayev, G. Ormanov tarafından kaleme alınmış büyük ozanın hayatından gerçek olaylarda ve hatıralarda ve G. Musrepov, B. Kenjebayev, M. Karatayev, S. Kirabayev’in yazdıkları bilimsel makalelerde görebiliriz.
Jambıl’ın yıl dönümünün kutlanması, aynı zamanda ozanın mirasının incelenmesinde olan eksikliklerin gün ışığına çıkartılması ve ele alınması gereken yeni konuların gündeme getirilmesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır.
Gabit Musrepov şöyle yazmakta: ‘Abay’ın akranı, hayattayken Homeros olarak isimlendirilen bizim büyük ozanımız Jambıl dünyaya iki kez geldi: dokuz ay sonra anne karnından çıktı ve doksan yaşına geldiğinde tekrar kendi çağının karnından dünyaya gelmiş oldu. Kazak Homeros’un doğması için çağın doksan yıl beklemesi gerekiyordu. İlk doğuşunda o anne beşiğinde büyüdü, ikinci doğuşunda ise vatanının beşiğinde.
Homeros’un nerde dünyaya geldiğine dair tartışmalar hala devam etmektedir. Kazak Homeros’u Büyük Cüz’ün Yekey boyunda doğmuştu. Doksanla yüz yaş arasındaki on yılın içinde büyük Jambıl Homeros olarak adlandırılır. Jambıl’ın iki kez dünyaya gelişi, iki farklı devirdeki (çağ) hayatı, ömrünün son on yılında gelen dünyaca (uluslararası) ünü, bütün bunlar çok nadir görülebilen ve sırrının bilim tarafından günümüzde bile çözülemediği harikulade bir olaydır.’


“Koyun çobanı ile Jambıl”, D. Ostrenko, N. Tañsıkbayev.

BENİM ÖMRÜM
Koptuğunda çok şiddetli kar, boran
Gök mızraklı hasmı yakından gören
Doğmuşum Bayğara, Jambıl, Han’da ben,
Jambıl diye bir ad vermişler o an
Gece gündüz halk ürkerek gezerken,
Fırtınalı günde ayaz ezerken
Buza doğmuş Jambılmışım kış günü
Kar soluyup sesi alev çıkan ben
Ben değil de o soğuğu halk çekmiş,
Kötü zaman zulüm etmiş, ev yıkmış
“Karanlık gün, kanlı sefer!” denilen
Halk içinde böylece bir söz çıkmış
Gözü açıp akan kanı görmüşüm.
Kan ağlayan dertli canı görmüşüm.
Göçte ağlar hayvan, insan art arda
Aladağ’da yanan yanı görmüşüm”
Halk kaplan gibidir boyun eğemez
Doksan yerden sarsa sicim boğamaz
Gayret ile hep dileğe yürürken
Hiçbir kuvvet dik boynunu eğemez
Hayat ile büyüyorken tek Jambıl,
Sudan, oddan kolay geçti pek Jambıl,
Küçücüktü, yavaş yavaş büyüdü
Bak kocaman adam oldu bak Jambıl.
On yaşında çocukluğum bitince
Şiirleri heveslenip tutunca
Eyerleyip öküze binip kuzu güttüm,
Çalışmaya biraz gücüm yetince
Çoban ile girdim sohbet şanına
Şiirler söyledim dostum canına
Bu emeğim aldı beni götürdü,
Götürmedi zenginlerin yanına
Şiir ile yükselerek nice dem,
Kuşça uçtum nerde güzel söz görsem.
“Jambıl Ozan, İyi Şair, Genç Şair!”
Diyenlerin gözlerine girdim hem
Dombırayı on beşimde almıştım
O zamanlar rahvan bir at olmuştum.
On altıda daha meşhur olunca,
Bu yollarda beni yolcu bilmiştim
On yedimde yarışmaktan bıkmadım,

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/mirzatay-joldasbekov-32669299/bozkirin-ulu-ozani-jambil-jabayev-69500146/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev Mırzatay Joldasbekov
Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev

Mırzatay Joldasbekov

Тип: электронная книга

Жанр: Легкая проза

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Bozkırın Ulu Ozanı Jambıl Jabayev, электронная книга автора Mırzatay Joldasbekov на турецком языке, в жанре легкая проза

  • Добавить отзыв