Türkmen Ülküsü
Nejdet Koçak
Nejdet Koçak
Türkmen Ülküsü
ÖN SÖZ
TÜRKMEN ÜLKÜSÜ olarak bilinen teori kitapçığında sıralanan tüm sözler ve öğütler Nejdet Koçak’a aittir.
Kerkük’te ve Bağdat’a aylarca devam eden geceli, gündüzlü görüşmelerimizde, söylediklerini not olarak tuttum.
Bunun bir el kitabı şekline gelmesini istiyordu. Bunu yaptıktan sonra, gereken ilave ve düzeltmeleri istedi. Son şeklini almadan bir seyahatinde Ankara’ya götürdü. Orada rahmetli ağabeyimiz Galip Erdem’in redakte ettiği metin Acar Okan ağabeyimizin de marifetiyle 500 nüsha olarak basılıp tekrar Kerkük’e gönderildi.
Bundan maksat bizim çizgide olan gençler ve öğrencilerin performansı makbul olanlarına kitapçıktan birer nüsha verilmesi idi.
O zamanlar bu gençlere bir esas ve temel kitaplar listesinden kitaplar verilir, başarıyla bitirmiş olanlara daha içerikli ikinci listede olan kitaplar okutulurdu.
Bütün bunları kana kana okuyup anlayan ve günlük hayatında ahlakî değerlerimize uygun şekilde hareket etmeyi sürdürenlere iki mükafatımız olurdu.
Birincisi TÜRKMEN ÜLKÜSÜ kitapçığını vermekti. İkincisi ise Nejdet ağabeyleriyle tanışma fırsatı idi.
Bunlara vakıf olup da ileri tarihlerde bizden ayrılanlar olmadı mı? Doğrusu oldu. Bunların ayrılma sebebi ya ekonomik görüşümüze veya dinî görüşümüze ayak uydurmamaları idi.
Bu kabullerin önemini gösteren bir husus, bu ayrılmış olan bazı gençlerin, yaşlarını başlarını aldıktan sonar nefis muhasebesi yaparak tekrar aynı çizginin içine dönüşleri idi.
Onun için hep söyledik, Hatadan nefret edeceğiz, ancak hata edenden nefret etmeyeceğiz. Etmedik de.
Bundan yarım asır önce düşünülmüş, konuşulmuş ve kaleme alınmış bu fikirler manzumesini ortaya koyarken Milliyetçi Toplumculuk mefhumunun yerine Toplumcu Milliyetçilik fikrini ortaya atıyorduk.
Bizim için esas olan millet ve toplumdu, onu ön plana almış olarak bu ülkünün amacını vurgulayan Koçak çok ince mesajlar veriyordu.
Ülkücülerin kaynaşması ögesi üzerine fazlaca durması manidardı. Beraber yetişenler değil, beraber düşünenler bir araya geliyordu. Bazen doğrudan doğruya ilgilenilmiş insanlar aynı kulvarda koşmaktan vazgeçeiyorsa da, hiçbir şekilde emeğin geçmediği veya uzun uzun görüşülmediği insanlar aynı fikirleri özümsedikleri için bir araya geliyor ve iç içe oluyorlardı.
Türkmen Ülküsü, Nejdet Koçak’ın bu konudaki beklentilerinin yansıması idi. Onun için ülkü tekti, ölçü de tekti. Bu ölçülere uymayan insanlarla vakit harcamanın bir faydası olmayacaktı. Buna inanmasına rağmen, en ufak bir imkân ve ihtimali göz ardı etmeden uğraşına ve kucaklamasına devam ediyordu.
Nejdet Koçak’ın fikrinde maneviyat ve inancın esaslı bir rolü vardı. Onun altını çizerken bu unsurların her zaman ön planda tutulmasını isterdi.
Bu çizgiye inanan insanlar bugün millet şehidi Nejdet Koçak’ın bir yol gösterici, bir önder ve bir lider olduğunu Kabul ederler.
Ancak, teori bakımından ne onun ne de daha önce ilk millî önderimiz olan Ata Hayrullah’ın neden bu mertebede olduklarını belki sorgulamadılar. Halbuki, bu konunun, yani bu liderlerin neye davet ettiklerini iyi bir şekilde irdelemeleri gerekirdi. Zaten Koçak, her hareket ve kararımızda ilim yoldan ayrılmamamızı istiyordu. Bilimci görüş onun için önemli ve kaçınılmazdı.
Bu bakımdan bizim çizgide olan insanların şehitlerimiz hakkında yazdıkları, fikirlerini ön plana çıkarmak istedikleri, az sayıda olsa da yazılar vardır. Ancak bizzat Koçak’ın nelere parmak bastığını incelemek hayati derecede önemliydi.
Bizim ekibin birçok bireyi zalim hükumet baskıları yüzünden yurdu terk etme zorunda kaldı. Ben de bana iletilen mesajlar muvacehesinde bir körfez ülkesine kapağı atmıştım.
Tabi ki çıktığımızdan önce ve bizden sonra birçok kitabımız, yazılarımız ve notlarımız ele geçmesin diye imha edilmişti.
En üzücü durum TÜRKMEN ÜLKÜSÜ’nün de artık kimsede kalmaması idi. Türkiye’ye dönünce o zamanın dostlarından bir ümit peşinde koşarak sordum, sorguladım. Kimseden, hatta o zaman bunun baskısını gerçekleştiren ağabeylerimizden dahi müspet bir sonuç alamadım.
Allah’ın inayeti bize büyük bir sürpriz hazırlıyordu. Sorguladığım dostlar, kendi dostlarına da sorup araştırıyorlardı. Bir gün Nemir Enver kardeşimiz, bana güzel haberi verdi. Kerkük’te olan dostumuz Yaşar Kasap’ta bir suret varmış.
Şehidimizde tehlikeli olmasın diye sadece bir nüsha bırakmıştık. Bağdat’ta arkadaşlarla görüştüğünde Yaşar Kasap’a onu verip el yazısıyla yazmasını ve orijinalini kendisine iade etmesini istemişti.
Bu nüsha Saddam rejimi düşünceye kadar saklı kalmış ve talebi üzerine Nemir kardeşimize ulaştırılmış, ancak birkaç sayfası kayıptı.
İkinci lütuf, bu araştırmalarımızı duyan bir arkadaşımızdan geldi. Tam metni bize ulaştırdı. O olmasa dahi kayıp sayfalar zaten anlam olarak aklımda idi ve ilave edilebilecekti. Ancak tümünü bulup yayınlamak bir ayrıcalık olacaktı.
Milletler yollarında sebat etmeleri için teorisyenlere ihtiyaçları vardır. Bu çizginin teorisi ve ülküsü de bu şekilde ortaya konmuş ve temelleri atılmıştı.
O zamanlar bu kitapçığı hazırladığımızda ismi için çok düşündük. Bizim Çizgimiz, diye adlandırmak istiyorduk. Ancak Nejdet Koçak TÜRKMEN ÜLKÜSÜ olsun dedi, içeriği gibi unvanı da ona aittir.
Bu fikirler yaşatıldığı müddetçe bizim milletimize, çizgimize ve ülkümüze de zeval olmaz.
Nur içinde yat aziz şehidimiz.
Erşat Hürmüzlü
İstanbul, 2020
TÜRKMEN ÜLKÜSÜ
GİRİŞ
İNSANLAR TOPLULUKLAR halinde ülküler etrafında birleşirler. Ülkü, topluluklara hizmet ve çalışma ruhunu aşılayan, insanlarda hizmet gücünü harekete geçiren sönmez bir kudrettir. Ülkücü insan da, içinde yaşadığı topluluğun saadetini hedef edinen ve bu uğurda çalışmaktan yılmayan kudretli insandır.
I
ÜLKÜ NEDİR
1. Ülkünün Tekliği
İlkeler milletler arasında doğar, fertler tarafından öğrenilir. Ülkü, kaleme alındığı ve eserlerde tespit edildiği zaman felsefe sahasına geçmiş oluyor demektir. Aslında ülkünün kaynağını toplum içinde aramak lazım gelir. Hal böyle iken topluluk arasındaki ülkü tektir ve her millete ait bir ülkü vardır.
Bu ülkü, o milletin özelliğinde yaşama şartları ve düşünce tarzından, ayrıca iman ve inançlarından kaynaklanan değişmez bir fikir silsilesidir.
Bu bakımdan toplum içinde gelişen, fertleri özel vasıflara bağlanan ülkü ancak bir bütün ve tek olabilir.
Sosyal hayat şartlarının değişmesi veya coğrafi sebepler dolayısıyla bu ülkü bölünmez ve bazılarının düşündükleri gibi ayrı ayrı ülküler meydana gelmez. Böyle olursa ülkü esas özelliğini kaybeder.
Ülkünün tekliği, onun toparlayıcı olmak vasfına götürür. Ülkü tek olduğu için toplum fertleri onun etrafında toplanırlar, gereken davranışları göstermekte birleşir, beraber düşünür ve beraber çalışırlar.
Aynı zamanda ülkünün tekliği, topluluk içinde aynı fikirleri doğurduğu için müşterek düşüncelerden meydana gelen sevginin de doğuşuna sebep olur.
Müşterek düşünceye sahip olanların, aralarında bir yakınlık ve yaklaşma hissine kapılmalarından olağan bir şey yoktur. Bu, yaratıcı bir sevgi duygusunun toplum arasında yer almasını sağlar.
2. Ölçülerin Tekliği
Ülkünün ölçüleri de şümullü ve herkese tatbik edildiği için tektir. Bu demek oluyor ki ortak ölçülere sahip olan insanlara ülkücü vasfını verebiliriz.
Ortada tek bir ülkü, herkese tatbik edilmesi lazım gelen ortak bir ölçü olmalıdır. Ölçülerin tekliği önemli ve kesindir, aksi takdirde ülkünün temellerine zarar verebilecek fikir ayrılıkları meydana gelir. Daha fazla izah edebilmek için meselâ ahlak kavramları, ahlak kelimesinin tefsiri ve tanımlanması ile ayrılıklar doğurabilir. İşte ülkülerdeki ölçü birliği ve tekliği bu ihtilaflara mahal bırakmaz. Ahlak hakkında, topluluğun ülkü ölçüsüne uyan insan ülkücü, uymayan da değildir demek mümkün olur.
Ülküdeki ölçülerin tekliği, esas itibarıyla ülkünün tekliğine dair başka bir delil oluyor. Ölçülerin tek ve ortak oluşundan dolayıdır ki başka tarzda ülkücülük düşünülemez. Ülkücünün her meseleye karşı takındığı tavır aynı ölçülerle mukayese edilebilir.
Ülkünün gerektirdiği düşünce tarzı ve dünya görüşü tektir ve hayatın bütün olayları karşısında alınacak tutum, bu dünya görüşü genel bir kanun gücünü taşır, her mecrada tatbik edilir ve hayatın bütün kollarına yayılmak zorundadır.
Ülkünün dünya görüşü milletin hayat görüşüdür. Bu görüş esasları itibarıyla millet gibi ebedidir. Dünya görüşünü millet yarattığı için fertlerle ilgisi yoktur ve fertlere göre değişmesi söz konusu olamaz.
Dünya görüşü tek olduğu için müsamahasızdır. Kesin ve tek olarak tanınıp şahsi hayatın bu görüşe göre yeniden düzenlenmesini ister.
II
ÜLKÜCÜ KİMDİR
1. Nefis Mücadelesi
Milliyetçiliğe inananlar nefis mücadelesine de inanırlar. Çünkü nefis mücadelesi, ülkücü insanı bir kelime ile kendisini muhasebeye sevk eder. Gayet normaldir ki, insanın zaaflarını ve kötülüklerini kendisinden daha iyi bilen yoktur. Bunları söküp atma gücü de ancak kendi gönlündeki inançtan kaynaklanır.
İnsanın ancak kendi nefsindeki kötülükler ve zaaflarla mücadele etmesi bunları söküp atmakla sonuçlanır.
Normal durumda her insandan, dostunda aradığı vasıfları soracak olursak, şöyle bir cevap alırız:
– Ahlaklı, sözünün eri olması, doğru olması, ağzının sıkı olması, yalan söylememesi, şahsi menfaatlerini milletin çıkarına tercih etmemesi. Ve daha başka vasıflar.
Biz bütün bunları ülkücü bir deyimle “dürüst” olmakta topluyoruz. Dürüst ülkücü insanın bütün bu meziyetleri şahsında toplamasından normal bir şey yoktur. Ancak şunu da unutmayalım ki insanlar, melekler derecesine kadar çıkacak temiz doğup kalmış olan yaratıklar değillerdir.
Gerek kutsal kitaplar, gerekse sosyal araştırmalar fertlerin çeşitli zaafların etkisi altında kalabileceğini ve içinde yaşadıkları çevrenin doğurduğu kötü tesirler içinde yetişebileceklerini tespit eder.
İşte ülkücü insanın nefis mücadelesi bu zaafları hedef alır, onları kökten söküp atmakla meşgul olur. Ülkücü insan, içindeki zaafları yenmek konusunda ülküsünün dünya görüşündeki müsamahasızlığından dolayıdır ki, herhangi bir dış tesirle mücadele eder gibi sebat eder.
Ülküye inanan, bütün samimiyetiyle yolunun doğru olduğuna inanmalı ve bu açıdan hareket ederek nefsindeki tüm kötülükleri yenmelidir.
İnsanlar birbirlerini aldatabilir, bir süreliğine olduklarından başka türlü görünebilirler. Ancak hepimizden daha güçlü, daha kudretli, aldanmayan ve her şeye vakıf olan bir gücün bulunduğuna inanan ülkücü insanlar, nefis mücadelesinde başardıkları her ilerlemeyi, yenmek istedikleri her zaafta takip ettikleri yolu aşarken, her ülkücünün dürüstlüğünden ilham alınarak ve ilahî kudretin dürüst ülkücülere yardımcı olacağını düşünerek ve inanarak nefis mücadelesine devam ederler ve başarılı olurlar.
2. Ülkücülerin Kaynaşması
Nefis mücadelesini başaran ülkücü insanlar bir araya gelirler. Bu, tabiat kanunları gibi normal ve olağan bir şeydir. Ancak bir araya gelen ülkücüler arasında samimiyet doğmadıkça millete yararlı olamazlar. Bu samimiyet, insanlar arasındaki normal dostluk ve alelade arkadaşlık değil, çok kutsal ve çok ciddî bir samimiyettir.
Ülkücü insan dava arkadaşı için her şeyini verebilecek tıynette ve durumdadır. Böyle olunca ülkücüler arasında zamanla bir tesanüt duygusu tekâmül eder. Bu tesanüt, sonsuz ve hudutsuz derecelere kadar varacak bir mahiyette olduğu için ülkücü insanlar buna hazırlıklı olmalıdırlar.
Bu hazırlığın da esas meselesi, ülküdaşlarına karşı beslenen samimiyetin koyulaşması, gönüllere kök salması ve yerleşmesidir.
Hiç kimse sembolleşmenin ehemmiyetini inkâr edemez. Bir araya gelenlerin gücünün, dağınık kalmışlardan üstün olduğu aşikârdır. Ayrıca, bir araya gelenlerin gücüne semavî bir kudret de katılır, temiz niyetlerle, inançla yola çıkan insanlara Tanrı yardımcı olur ve çabalarında yollarına ışık tutar.
III
ÜLKÜMÜZ MANEVİYATÇIDIR
Maneviyatçı Kimdir
Milliyetçiliğin ülküsü aynı zamanda maneviyatçıdır, manevî cepheyi destekler. Bilindiği gibi dünya görüşleri maddî veya maneviyatçı olur. Bir topluma hizmet edinmeyi hedef edinen maneviyatçı olmalıdır. Bu açıdan ülkümüz, prensipleri olan dürüstlük ve inanç ilkelerinden ötürü maneviyatçı bir özellik taşır.
Maneviyata inanan insan, millet uğrundaki hizmetler için attığı her adımda ve başardığı her eylemde bir vazife icra ettiği kanaatinde olan insandır. Maneviyata inanan insan, çalışma gücünü ve kudretini, günün maddî çıkarlarında değil, o ilahî kudrete olan inancından, vazife kutsallığından alır ve maneviyatçı insan her zaman ve her halükârda şahsî çıkarlarını ve dar menfaatlerini değil, toplumun saadet ve huzurunu göz önünde tutar.
Bu sebeple maneviyatçı insan fedakârdır, bu fedakârlığın anlamı ve lüzumunu, hayatlarını maddî hazlar peşinde sürdüren insanlar anlayamazlar. Onlar millet uğrunda, insanın canını bile feda etmesine akıl erdiremezler, bunun sırrını anlayamazlar.
Maneviyatçı insanlar ise ilahî kuvvetlerden güç aldıkları için maddî çıkarı, hayatlarını bile gerektiğinde feda edebilirler. Milletin ortak çıkarları ve ülkümüzün gerektirdiği görevleri her şeyden üstün tutmalıdırlar.
Maneviyatçı olmak, maddeci bir anlayışla düşünmemek ve şahsî hayatta da zevkperest bir şekilde yaşamamayı ifade eder. Yoksa maneviyatçılık iddia edip de her davranışta tamamen maddeciliği yaşamak, ülküye samimi olarak inanmadığını meydana koyar.
Maneviyatçı olduğunu iddia eden kimse, ülkünün ahlak ve dürüstlük kurallarına aykırı olan hareketler yaparsa davasında samimi olmadığını belli etmiş olur.
Ölçülerin şümulü ve tekliği burada açıkça görülür. Düşünüş tarzında ve şahsî hayatında maddeciliği yaşayan ve bunu savunan insanların, bu ölçülerin dışında kaldıkları için, içkilerinden, eğlencelerinden ve sapık yollardan vazgeçmedikleri halde ülkücülük iddia etmeleri gülünçtür.
Milliyetçi gönüllerde ahlak prensiplerini kökleştiren maneviyatçı dava savunucuları arasında, rahat koltuklarından vazgeçmeyip buna aykırı hareket edenlere güvenilemez.
IV
ÜLKÜMÜZÜN ESAS ALDIĞI DEĞER: MİLLET
Esas Değerimiz
Milliyetçi ülkünün esas aldığı değer millettir, her şey toplum ve millet içindir. Burada sınıflar mücadelesi yoktur. Fert ve sınıflar, millet ve toplum içinde erimiş, kaynaşmıştır. Her şey, her iş, her türlü ilmin ve sanatın hedefi millettir.
Esasını millî değerlerden almayan her düşünce millete yabancıdır. Ülkünün hizmet etme düşüncesi, akla ve ilme dayanan bir çalışma güdüsüyle milletin ilerlemesi ve gelişmesini hedef alır, onun kalkınmasını hedef edinir. Dolayısıyla millete sadakatle bağlanmak gerekir. Çıkarlarını, bencilliğini bu uğurda feda etmeyenin milliyetçi bu cephe ve çizgide yeri yoktur.
Bu ülkü, millete karşı olan derin sevginin var olduğuna göre milleti, bulunduğu zor durumlardan bilimsel ve gerçekçi metotlarla çıkarıp kalkındırmak duygusundan kuvvet alır. Hemen belirtelim ki bu ülküde kin ve garazın yeri yoktur, başkalarına karşı kin duygularıyla beslenemez.
Demek ki herkese karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan kurtarmak hissi, şerefiyle yaşayan mutlu bir hale getirmek duygusundan hareket etmek istikametinde olduğuna göre, bu yola inanların her ölçüsü milletten yana ve millet için olmalıdır.
Milletin zararına olan her hareket ve her düşünce millete yabancıdır ve ülküye inananların kalbinde yaşayamaz.
Bu ülkünün davet ettiği milliyetçilik, millet yararına olan bir düşüncedir. Milletin zararına olan her hareket, millî ahlaka aykırı olduğu için reddedilecektir. Bundan anlaşılıyor ki bu ülkü milleti esas değer almakla, fert veya sınıf kavgalarına imkân vermiyor, fertler millete hizmet etmekle değerleniyor ve müşterek çalışma, milletin kalkınması, ilerlemesi ve müreffeh hâle gelmesini sağlamış oluyor.
V
KÜLTÜR ANLAYIŞIMIZ
Genel anlamıyla kültür, bilgiyi, inancı, sanatı, ahlakı, örf ve âdetleri, ferdin mensup olduğu toplumun bir üyesi olarak kazandığı itiyat ve diğer maharetleri kapsayan bir bütündür.
Fertler sosyal bir çevrede yaşamak zorundadırlar. Aynı millet içinde yaşayan fertlerin, yüzyıllar boyunca aralarında meydana gelen ilişki ve karşılıklı etkilerden o millete renk ve özelliğini veren manevî değerler doğar ki, buna millî kültür adı verilir.
Millî kültür, doğduğu ve geliştiği milletin manevî servet ve mirasını teşkil eder. Tarihin akışı içinde sürekli bir şekilde millî toplumu meydana getiren fertler, bu manevî hazineyi, bu kültür mirasını devralırlar ve onun takipçisi olurlar.
Millî kültür, toplumun millî, manevî ve ahlaki yapısını meydana getirdiği için milletin sosyal manzarası olup, hukuk, inanç, ahlak, örf ve âdetleri, dil, sanat, edebiyat, ortak davranışlar, müşterek kaideler ve bunlar gibi manevî değerleri bir bütün olarak ortaya koyar.
Bizim ülkünün kültür hazinesi iki kaynaktan beslenir: Hars ve Medeniyet.
Hars, bir milletin ve bir toplumun tüm gelenekleri, görenekleri, inançları, beklentileri ve kuşaklarına aktardıkları değerlerden oluşur. Bizim görüşün beslendiği birçok unsur vardır. Atasözlerimiz, hoyratlarımız, çocuk ninnilerimiz, manilerimiz ve bayram adetlerimiz başlı başına bir kültür hazinesidir.
Hars veya millî kültür, toplumları hem besler, hem de ayakta tutar. Bazen ilk söyleyeni belli olmayan bir hoyratımızda yüz kitabın anlatamayacağı kadar değer manzumesi vardır.
Çocuk hikâyeleri, yeni nesillerin yetişmesi için bir yol belirler ve dikkatleri bir tarafa çeker. Türkü ve manilerimizde de olan o acı ve eziklik aslında bir direniş ve mukavemetin simgesidir.
Kültürümüzü tağziye eden ikinci kaynak da medeniyet unsurudur. Yaşadığımız ve gelecek nesillerimizin yaşayacağı dönemlerde medeni ve uygar bir dünyanın kabullerini benimsememiz ve ayak uydurmamız gerekir.
Medeniyet deyip geçmemek lazım. Aslında bu unvan altında tüm ilimlerin geliştirdiği hayat tarzlarını saymak mümkündür. Mazinin değerlerinden taviz vermeden âti’ye bakmak gerekir.
Bu zamanda sadece millî kültürle iktifa etmez insanlarımızı akranlarından geri bırakır. Onlara yenidünyaların ilim ve irfanını, hem de ilmin yol gösterdiği yenilikleri takdim etmemiz gerekir.
Kültürümüzün ana kaynağı olan millî edebiyat ve folklorumuzun yanında dünyadaki gelişmeleri de birebir takip etmek zaruridir. Aksi takdirde az ile iktifa edip çoktan mahrum oluruz.
Bu sahada sayılabilecek tüm güzel sanatlar, şiir, roman, deneme ve dünya klasiklerini ihmal etmememiz gerektiği gibi onlara en ciddî katkıları da nasıl yapabileceğimizi düşünmemiz ve gerçekleştirmemiz gerekir.
Biz Toplumcu bir milliyetçilikten bahsettiğimize göre toplum için olan yararlı unsurları keşfetmemiz ve bu kaynakları insanlarımıza, bilhassa gençlerimize aktarmamız lazımdır.
Modernleşmeden bahsettiğimiz zaman bunun asıl unsurlarını iyice kavramamız gerekir. Modernleşme hiçbir zaman kabuklarda değil, özde aranmalıdır. Bu bakımdan modern bir toplum yaratmak için inançlarımız ve manevî değerlerimizden taviz vermeden dünyanın doğru kabul ettiği esasları iyice araştırmamız ve takip etmemiz gerekir.
Halka doğru gitmenin iki yolu vardır. Birincisi halkın ürettiği değerleri öğrenmek ve öğretmektir. Bu hususta yukarıda zikrettiğimiz gibi toplumun malı olan ortak hazineyi yeniden keşfetmek, incelemek ve bundan başka halkın masallarını, fıkralarını ve edebiyatını öğrenmek lazım.
Halka doğru gitmenin ikinci görevi ise halka medeniyeti doğru bir şekilde götürmektir. Toplumu kalkındırmak için ilimci bir görüşle çalışmak lazımdır. Toplumun kültürlü fertleri, ihtisas sahibi mühendisleri, doktorları, ziraatçıları, hukukçuları, edebiyatçıları, öğretmenleri halka ve köylüye gidip en yeni metotlarla onlara hayatlarını düzenlemelerini, üretici olmalarını göstermelidirler.
Bu işi başaracak kültürlü fertler bir nokta üzerinde dikkatle durmalıdırlar. Bütün hadiselerin incelenmesi, hiç bir peşin hükme, hiç bir ilim dışı zihniyete yer vermeksizin, sadece ilim esaslarına göre yapılanmalıdır.
Her olayı incelerken ilim metodunu takip ile müşahede, inceleme, araştırma, denemelerle müspet sonuca erişmek esas alınacak konulardır.
Milletin bütün meselelerini çözdüğümüz zaman en doğru sonucu bulmak için izlenen prensip ilim metodu olacaktır. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, kültür başıboş bırakılmaz. Halk için ve halktan yana olmalıdır.
VI
AHLAK DÜZENİ
Ahlak her şeyin temelidir. Ahlakı olmayan bir toplumun hiçbir işi başarılı olmaz, o toplumda hiçbir şey iyi bir durumda olmaz. Millî ahlak düzenimiz Türk gelenekleri, Türk ruhu, Türk milletinin inançlarına uygundur.
Türk ahlakı hiçbir zaman milletin değerler yapısına aykırı olmamış, insanın ihtiyaçları ile bağdaşan, ancak dürüst olan bir anlayışa sahiptir.
Türk ahlakı, milletin yükselmesi, yaşaması ve huzura kavuşmasını hedef almıştır. Yani milletin yaşamasına zararlı olacak her hareket Türk ahlakçılığının içinde yer almaz.
Türk ahlakının düzeni dar şahsi telakkiler ve maddi çıkar telakkisinden değil, manevi bir temelden gücünü alır. Bu da ahlakın vücuda gelmesini sağlar.
Millî ahlak olmayan yerde genel ahlak yoktur. Bu gerçeklere inanan ülkümüz milletin ahlak kurallarına sıkı bir şekilde bağlı kalmasını sağlar.
İnsanlar olmak istedikleri, arzu ettikleri gibi yaşayamıyorlar. Dıştan ve içten, yani sosyal çevreden birtakım direnişlerle karşılaşabilirler. Bu engeller ve direnişleri aşabildikleri istedikleri veya arzu ettikleri gibi yaşama imkânına sahip oluyorlar. Yaptıklarımız, yapmak istediklerimiz ve arzu ettiğimiz şeyler bu ölçülere mutabık olmalıdır. Bu itibarla ahlak, insanların nasıl çaba göstereceklerini gösteren kurallar manzumesi demektir.
Gerçek şekilde yaptıklarımızı ölçmek kolaydır. Milliyetçiliğin bu alanda zikrettiğimiz ahlak kurallarına aykırı olmayan davranışları sergileyenler o kuralların içinde kalmış oluyorlar. Yapmak istediklerimize gelince, onları takip etmekle çeşitli olmayan ahlak prensiplerimiz ve görüşümüz açığa vurulur. Her ferdin kendisine mahsus bir ahlak prensibi ve görüşü olmaz. Genellikle halkın örf ve adetlerinde kendini gösteren kurallar ışığında yapmak veya yapmamak lüzumunu hissettiği çabalar vardır.
Şahsi prensiplere bağlı fertler bile bu örf ve adetlerden tamamıyla ayrılamaz. Ahlakımızın ilk şartı başkalarına zarar vermemek, asıl karakteri de fayda vermek olacaktır.
Fayda dediğimiz maddi ve dar manasıyla anlaşılmamalıdır, bundan maksat manevi huzura, aydınlığa ve gerçeğe erişilmesini kastediyoruz.
İnsan ahlakında, ahlaki çabalarda aradığımız tekâmül vasfıdır. Maddi ve manevi değerlerini ilerletmeyen insanların hareketleri fazla bir anlam taşımaz. Tam ahlaklı insan belirgin vasıflara sahip olan insan değil, iyi vasıflarını inkişaf ettiren, yükseltebilen insandır. Hiçbir insan melaike değildir, her insanın hataları, yanlış davranışları bulunabilir. Yanlış ve kusurlu- kusursuz doğmakta değildir. Belirli bir devrede yaşadığımız ve sergilediğimiz hareketler başlı başına bir şey ifade etmez. İnsan gerektirdiği ahlak kurallarına göre yaşayışını düzenlemelidir.
Ahlak kuralları fertlerde şahsiyetin yüksek oluşuna dayanır. Şahsiyeti dürüst olan fert, ahlak kurallarının içinde kalmış demektir.
İnsanlar, mesleğinde, aile hayatında, temasında, günlük teması ve davranışlarında millet uğrunda yaşamalı, çabalarında dürüst, samimi ve fedakâr olduğu müddetçe milliyetçi ahlak kurallarına bağlı kalacaklardır.
Fertlerin ahlak prensiplerinden doğan her eylem millet için her zaman yararlı olacaktır. Fertlerin duydukları hisler ve karşılıklı samimiyet millet arasında da genel bir algı vücuda getirecektir. Her ferdin ayrıca ahlaki prensiplere inanması, dürüstçe hareket etmesi yeterli değildir. Bununla yetinmek ayrı ayrı ve çeşitli ahlak anlayışlarının doğmasına sebep olur ki bu tehlikeli bir hal alır. Bunu önlemek için milletin örf ve adetlerinden, milletin ahlak kurallarından ilham almak gerekir.
Aradığımız ahlak düzeni, milleti millî ahlak kurallarıyla yükseltmeğe ve huzura kavuşturmaya çalışır. Aynı anda millet içindeki fertleri millete hizmet edebilecek insanlar olmaya dikkat gösterir.
Dürüst olmayan insan milliyetçiliğe inanmaz, meşru olmayan yollarla çıkarlarını sağlamaya yönelir. Bu gibi insanlar ülkü yolunda yürüyemezler, yürüyor gibi görünerekten milliyetçi geçinen insan bu yolu kirleteceği için milliyetçiliğe samimi olarak inananlar tarafından saf dışı edilmelidirler.
VII
EKONOMİK ANLAYIŞIMIZ
Mülkiyet Milletin Olmalıdır
Milliyetçi bir görüşle temel alınacak değerin milletin çıkarın göre olarak her şey ve özel olarak mülkiyet millete aittir. Ancak kişilik ve teşebbüs ruhuna haiz fertler yaratmak istediğinden kendisine ait olan mülkiyet hakkını fertlere tevdi etmiştir.
Böylece milletle fert arasında bir çeşit emanet sözleşmesi vardır. Ferdin mülkiyet varlığının temeli, milletle yapmış olduğu bu emanet sözleşmesine dayanır. Bu sözleşmeye göre millet özel mülkiyete konu olan malların kullanma hakkını fertlere devretmiştir. Ancak fertler bu hakkı devraldığı hakkı kullanırken gerçek malikin, yani milletin çıkarını göz önünde tutmak zorundadır.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/nejdet-kocak/turkmen-ulkusu-69500104/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.