Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi

Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi
Fevziye Bayramova

Fevziye Bayramova
AnaCengiz Aytmatov’un Anne Şeceresi

AKTARANLARIN ÖN SÖZÜ
Tarihçi, yazar Feyziye Bayramova’nın Cengiz Aytmatov’un annesi Nagime Aytmatova hakkında kaleme aldığı ANA adlı eseri, yazılı ve sözlü kaynakların büyük bir titizlikle kullanıldığı bilimsel çalışma olmasının yanı sıra bir ananın çileli hayatı üzerinden bir milletin kaderinin tasvir edildiği duygusal bir edebî eser olma özelliğini de taşımaktadır. Yazar bu eseriyle Aytmatov üzerine yapılan çalışmalara farklı bir soluk getirerek Aytmatov’un annesini ve onun Tatar kimliğini ön plana çıkarmıştır. Elbette konunun ilgilileri bu konular üzerinde daha fazla kafa yoracak ve değerlendirmelerde bulunacaklardır. Biz eserin bu özelliklerini dikkate alarak onun Türk okuru ile buluşturulmasının gerekli olduğu kanaatine vardık. Aynı zamanda Cengiz Aytmatov çalışmalarına da yeni bir bakış açısı getireceği düşüncesindeyiz.
Eser hem Tatar Türkçesi hem de Rusça yayımlanmıştır. İlk yayın 2015 yılında Tatar Türkçesi ile Kazan’da yapılmıştır. Bizim aktarımımızda esas aldığımız çalışma budur. Rusça yayın ise A.İ. Kadırov’un tercümesi ile 2018 yılında yapılmıştır. Bizim metnimiz Tatar Türkçesi yayına dayanmakla birlikte görsellerin kullanımında yazarın da izni ile bazı değişiklikler yapılmıştır. Tatar Türkçesi yayında yer alan birçok görsel bu izinle bizim aktarmamızdan çıkarılmış ve görsellerin kullanımında Rusça baskı esas alınmıştır. Öncelikle bu hususun belirtilmesi gerekir.
Metnin aktarımı ile ilgili bazı hususları da belirtmek gerekir. Özellikle farklı Türk şivelerinin ve Rusçanın kullanımı dolayısıyla kişi adlarının, yer adlarının yazımında farklılıkların olduğunu belirtmek gerekir. Biz bu konuda mümkün olduğu kadar bir standart yakalamaya özellikle yazarın tercihleri ile Türkiye Türkçesindeki kullanımları dikkate alarak gayret ettik. Fakat söz konusu farklı şive ve dillerdeki yazımların ve aynı zamanda Türkiye Türkçesinde bu tür aktarımlarda bir standardın olmayışı bizi oldukça zorlamıştır. Çünkü adlandırmaların Tatar ve Kırgız Türkçeleri ile Rusça yazımında farklılıklar bulunmaktadır. Bunların Türkiye Türkçesine aktarımlarında da farklı tercihler söz konusudur.
Yazarın ana başlıkları olduğu gibi aktarıma yansıtılmıştır. Bu konuda herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır. Aynı zamanda kaynak gösterimleri de bir standarda koyulmaya çalışılmıştır. Ancak zaman zaman yazarın edebî eserlerden yapılan alıntılarda eser künyesinin ve sayfa numaralarının verilmemesi gibi tercihleri de tarafımızdan değiştirilmemiştir.
Çalışmanın sonunda yer alan “Dizin” eserin orijinalinde bulunmamaktadır. Kişi, eser, kurum, yer adlarını içeren bu bölüm aktaranlar tarafından hazırlanmıştır.
Aktarım süreci ile ilgili de birkaç söz söylemek de gerekir. Aktarımın başlangıcından “Nagime’nin Alın Yazısı” başlıklı bölümüne kadar olan kısım Duygu Dudi Ertem tarafından yapılmış; diğer bölümler ve metnin tamamında yer alan Rusça kısımlar Bülent Bayram tarafından çevrilmiştir. Bir üslup birlikteliği sağlanması açısından metin defalarca kontrol edilmiştir. Bu süreçte öncelikle eserin editörlüğünü yapan Çulpan Zaripova Çetin ile değerli meslektaşlarım Ömer Aksoy, Ayşe Şener, Yasin Yavuz, Sevda Taşpınar’ın katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
Son olarak bu eseri kaleme alan ve yayımlanması için bizlere izin veren Fevziye Bayramova’ya, eserin son şekline ulaşmasında katkı ve desteklerini esirgemeyen yukarıda mezkur meslektaşlarıma ve Türk Dünyası ile ilgili yayınları büyük bir özveri ile neşreden Avrasya Yazarlar Birliği başkanı kıymetli hocamız Yakup Ömeroğlu’ya ve Bengü Yayınevi çalışanlarına teşekkürü bir borç biliriz.

    Bülent Bayram – Duygu Dudi Ertem
    Türkistan / Kazakistan
    2020

CENGİZ AYTMATOV’UN ANNESİ

ÖN SÖZ
Cengiz Aytmatov’un annesi Nagime Hanım’ın Tatar olduğunu ben çoktandır biliyordum, ama bir gün bu konuda kitap yazacağım aklıma gelmezdi. Doğrusu, yaratıcılığımın başlangıç döneminde Aytmatov’un eserlerini severek okudum. Türk halkları arasından böyle yetenekli bir yazarın çıkmasına çok sevindim. Onun Tatar köklerini düşündüm ve yazarın bu konuda açıklama yapmasını bekliyordum … Sadece ben değil, Tatar aydınları ve yazarları da Cengiz Aytmatov’un Tatar annesi hakkında bir şeyler söylemesini bekledi. Özel konuşmalarda, ona doğrudan doğruya sorulduğunda Aytmatov, annesinin Tatar olduğunu saklamamış ama bu konuyu yüceltip dünyaya da ilan etmemiştir.
Kitabı ortaya koymadan önce, uzun yıllar milletin karşısında duran bu hassas sorulara da değinelim. Çünkü Aytmatovlar konusuna başlayınca durum farklı oluyor. Bu sorular; “Cengiz Aytmatov niçin annesinin Tatar olduğunu dünyaya ilan etmemiş, niçin o güçlü ve gayretli çağlarda, doğduğu yerleri gidip görmemiş ve niçin Nagime Hanım da hiçbir zaman babasının doğduğu yerlere gitmemiş?” tir. Doğru ve adil sorular gibi cevaplar da doğru ve adil olmalıdır. Evet, Aytmatov’un annesi Tatar fakat babası Kırgız olduğu için Cengiz Aytmatov Kırgızistan’da doğup büyümüştür. Okullarda Kırgızca ve Rusça dersleri almış, aynı zamanda şahsi kişiliği de Kırgız bölgesinde oluşmuştur. Tatar ninesi ve dedesi, o daha üç yaşındayken ölmüş, Tatar annesinin hayatı da durmadan çalışarak geçmiştir.
Artık dünyaca tanındıktan sonra Cengiz Aytmatov’un bu büyüklüğü başka halklarla paylaşılmak istenmemiştir. Çünkü o, Kırgızların milli bayrağı olarak tanındı ve milli zenginliği olarak kabul edildi. Böylelikle, Aytmatov sayesinde Kırgızlar dünyaca tanındı. Kırgızlar Aytmatov’u yüceltti, Cengiz Aytmatov da Kırgızları dünyaya açtı… Büyük kürsülerden “Benim annem Tatar, bende Tatar kanı da akıyor.” diye seslenmek ya da yazmak bu büyük yeteneği başka halklarla yani Tatarlar ile de paylaşmak olurdu. Aytmatov, bunu yapmadı. Bu sebeptendir ki güçlü olduğu zaman Tatar köklerini de aramamış, ata yurduna gitmemiş, ata yurdunun Kukmara civarında olduğunu uzun süre bilmemişti. Nagime Hanım ise ailenin en küçük kızı Roza’yı doğurduktan sonra çok hastalanmış ve ömür boyu astım ve romatizma rahatsızlığından mustarip olmuştur. Bir defasında, babasının doğduğu yerlere gitmeye niyetlendiği zaman ağır bir şekilde hastalanıp yatağa düştüğü söyleniyor. Şunu da unutmayalım ki Nagime Hanım da Kırgızistan’da doğmuş ve babasının doğduğu yerleri görememiştir.
Cengiz Aytmatov’un Tataristan’a gelip Tatarlar ile buluşması 21. yüzyılın başında olur. İlk kez Kazan’a gelir, milletini gözlemler, öğrenir… Onun akıl ve yüreğiyle Tatarlığa asıl dönüşü, Kazan’ın 1000. kuruluş yıl dönümünde olmuş olabilir, diye düşünüyorum. O, burada Tatar milletinin büyüklüğü, zenginliği, saygınlığı ve çok eski tarihi ile karşılaşmıştır. 2006 yılının Şubat ayında Musa Celil’in 100. yıl kutlamaları için Kazan’a geldiğinde, Kukmara İlçe Müzesi müdürü Lebüde Devletşina onun önüne İşmen şeceresini çıkarır ve Cengiz Aytmatov da soyunun yüzyıllar öncesine dayandığını ve güçlü köklerinin olduğunu görüp şaşırır… ve Kukmara Müzesine aşağıdaki mektubu yollar:
“Saygı değer Kukmara Müzesinin kurucuları! Size anne tarafından dedelerim, ninelerim olan Abdülvaliyevlerin şeceresini oluşturma yolunda bulmuş olduğunuz malumatlarınız için samimi teşekkürlerimi bildiririm. Mucizeye denk bu haber, benim için beklenmeyen bir şeydi. Aytmatovların bütün ailesi, soyu, nine ve dedelerim için bu tarihî, büyük bir haberdir. Siz Kukmara’da bizim soyumuzun şeceresini hazırladınız. Şimdi bu yer, bu köy bizim için kutsal bir yer olacak…” diye yazar, Cengiz Aytmatov 15 Eylül 2006 yılında Kukmara’ya gönderdiği mektubunda.
Evet, şimdi ömrünün sonunda gönül güneşinin solmaya başladığı zamanda Cengiz Aytmatov, Kazan’a yolculuklarını sıklaştırır. Nine ve dedelerinin doğduğu yerlere kan da çekti, can da çekti… 80 yaşını dolduracağı yıl 2008 yılının Mayıs ayında, annesinin, nine ve dedelerinin tarihî geçmişi hakkında belgesel bir film çekmek için Tataristan’a gelir. O, şimdi bir Tatar olarak olgunlaşmış, Kazan’a özlem duymaya başlamıştır. Annesinin doğduğu Kukmara bölgesine gitmek için yola çıkmaya hazırlanır… Ancak yazgısı onun yolunu keser, yüzyıllara yayılan 80 yıllık ömründe doğduğu memlekete dönüp bir gün diz çökeceği aklına gelmezdi… Cengiz Aytmatov, ağır bir biçimde hastalanınca 16 Mayıs’ta Kazan hastanesine kaldırılır, bilincini kaybettiği için tedavi edilmek üzere Almanya’ya gönderilir, daha sonra orada, meşhur Nürnberg şehrinde 10 Haziran’da vefat eder…
Bence Cengiz Aytmatov’un ruhî ve bedenî ölümü Kazan’da oldu. Uçakla alınıp Almanya’ya götürülürken o artık bilinçsizdi, gittiğinde yaşam destek ünitesine bağlanmıştı… Eserlerinde uçsuz bucaksız âleme genişçe yer veren, canı ile de bedeni ile de dünya çapında bir yazar olan edip, sonsuzluğa da göklerden uçup gitti. Eski Tatar ataları Kazan’da bin yıllık devlet yönetmiş, Kukmara ve Meçkere tarlalarında nine ve dedeleri çiftçilik yapmış. Kıtadan kıtaya yayılarak yaşamışlar ve onun ruhu Tatar ülkesinden sonsuzluğa varmış. Sızlana sızlana, ağlayıp dua isteye isteye, Tatar anasının hüzünlü sesini dinleye dinleye, o sonsuzluğa doğru uçmuştur. Karşısına Kıpçak bozkırlarından, Tanrı Dağları’ndan yalın ayaklı bir oğlan ona doğru koşmuş, ak ata atlamış Kırgız babası gelmiş, Tatar annesi de beyaz eşarbını sallayıp durmuş, daha sonra onlar çocuğu yanlarına alıp sonsuzluğa gitmişler… Cengiz Aytmatov’un bedeni, babasının da gömüldüğü Ata-Beyit mezarlığında, ruhu Ana-Beyit kabri üstündedir. Ahir zamana kadar yer ile göğü birleştirecektir… ve Tanrı Dağları ile Ural Dağları arasında, Issık Göl ile İdil boylarında Nayman Ana’nın can yarasından sızıp çıkan yalvarışları, duaları sanki hıçkıra hıçkıra ağlıyor gibi:
“Senin ismin ne, aklına getir, ismini aklına getir! Senin ismin Mankurt değil, sen Colaman’sın! Ben senin annenim! Colaman oğlum, sen neredesin?”
Bu kitabı yazmak, bana hem kolay hem de çok zor oldu. Kolaydı çünkü ben bu konu için çok çaba sarf ettim. Zordu çünkü bütün bildiklerimi söyleyemiyorum, başkalarının aile sırlarını dünyaya açıklamak istemiyorum… Cengiz Aytmatov’un son yıllardaki eserlerini, özellikle de onun din-millet meselesi hakkındaki bazı felsefi görüşlerini de kabul edemiyorum. Bu konunun araştırılması ve açıklığa kavuşturulması gerekiyor; bu yüzden ben bu konunun üzerinde durmuyorum. Çünkü benim asıl maksadım, Cengiz Aytmatov hakkında değil, onun annesi Nagime Aytmatova-Gabdulvaliyeva hakkında kitap yazmak, onun kaderi örneğinde ülke dışında yaşayan ve başka milletlerin mensuplarıyla hayat kurmuş binlerce Tatar kadının kaderini yansıtmaktır. Kırgız halkına hizmet eden aydınlar, âlimler ve yazarlar, Nagime Hanım’ın çocuklarının ve torunlarının Kırgız olduğunu yazmış. Kırgızistan’da, Özbekistan’da, Kazakistan’da, Rusya’da da bunun gibi milyonlarca örnek vardır. Bunlar, Tatar halkı için kayıp olmuşsa da başka milletler için büyük kazançtır… Cengiz Aytmatov ise bütün insanlar için büyük bir kazanç ve zenginliktir.
Bu kitap, belgesel türünde yazılmalıydı. Ama ben resmîlikten biraz uzaklaşıp açıklamalarımı felsefî düşünceler üzerinden aktardım. Konuyu araştırırken belgeler meselesinde de epeyce karışıklıkların ve farklılıkların olduğunu açıkladım. Mesela Nagime Hanım’ın babası Hamza Gabdulvaliyev’in doğum yılı farklı kişilerin kayıtlarında 1840, 1850 gibi farklı yıllarda gösterilmiş. Ben bu doğum tarihini doğrulayabilmek için Kirov şehrine gidip bölgenin devlet arşivinden Vyatka eyaleti, Malmıj şehrine bağlı Meçkere köyünün 1850 ve 1858 yılındaki tapu kayıt belgelerini araştırdım. Ama bu yıllarda Hasan oğlu Hamza kaydedilmemiş, demek ki o, bu yıllarda doğmamış. Hamza Gabdulvaliyev’in doğum kâğıdı da hiçbir yerde bulunmadı. Aynı şekilde tanınan İşmen şeceresi ile tapu kayıt belgelerinde farklılıklar da var. Ne yazık ki bütün sorulara cevap vermesi gereken, 1897 yılındaki birinci nüfus sayımı belgeleri de bugünkü Kırgızistan’ın Karakol şehrinde korunmamış. Bu belge Malmıj ilçesinde de yok edilmiş; belki de bu bir siyasettir… Nagime Hanım’ın annesi Gazizebanu konusuna biraz açıklık getirebildim, bu konuyla ilgili ileride bilgi vereceğim. Ama şimdi Nagime Hanım’ın kendi kaderiyle ilgili birçok belge yok. Ya dönemleri karışık ya da tarihleri gösterilmemiş, karıştırılmıştır. Nagime Hanım’ın hizmet defteri ve bazı önemli belgeler de çocuklarında yok. Korunmamış. Böylelikle bazı tarihleri ya hatıralara ya da kocası Törekul’un biyografisine dayanarak açıklamak durumunda kaldık. Şunu da söylemek isterim, halk düşmanı olarak suçlanıp 1938 yılında öldürülen Törekul Aytmatov’un kronolojik otobiyografisi, çocukları tarafından epeyce çalışılmış ancak Nagime Hanım hakkında böyle bir çalışma yapılmamış. Aslında onlar bu zamana kadar Tatar kökleri hakkında da pek az bilgiye sahipti. Bunu anlamak mümkündür.
Söylediğim gibi, bu kitabı yazmak için ben Nagime Hanım’ın babasının doğup büyüdüğü Meçkere-Kukmara bölgelerinde, o zamanlar bu bölgenin merkezi olan Malmıj şehrinde, vilayet merkezi sayılan Vyatka (bugünkü Kirov) şehrinde, 19. asrın sonlarında buralara yerleşen Hamza Gabdulvaliyev’in akrabaları ile Nagime Hanım’ın doğup büyüdüğü bugünkü Kırgızistan’ın Karakol şehrinde, uzun yıllar yaşadığı ve mezarının olduğu Bişkek şehrinde de bulundum. Aynı şekilde Nagime Hanım’ın çocukları İlgiz Aytmatov ve Roza Aytmatova ile görüşüp konuştum. Roza Hanım’ın ana babası için topladığı arşivi ile tanıştım ve bu konuda yazdığı eserleri okudum. Nagime Hanım’ın ağabeyinin oğlu Rinat Gabdulvaliyev ile görüşüp ondan çok bilgi aldım. Allah’ın rahmeti onların üzerine olsun. Aynı şekilde Cengiz Aytmatov’un neredeyse bütün eserlerini yeniden okudum. Benim ilgimi en çok annesinin ölümünden sonraki eserleri çekti. Bütün Dünya Tatar Kongresi, Tatar yazarı Rkail Zaydullin’i ve beni, 2014 yılının Kasım ayında Nagime Aytmatova-Gabdulvaliyeva’nın doğumunun 110. yılı anma törenine katılmamız ve onun hakkında bir kitap yazmak için materyal toplamamız amacıyla Kırgızistan’a gönderdi. Bütün Dünya Tatar Kongresi yürütme kurul başkanı Rinat Zinnur oğlu Zakirov’a özel olarak teşekkür etmek istiyorum. Çünkü ben bu kitabı o önerdiği ve istediği için yazdım. Bu seferimizde bize, Kırgızistan’ın Tugan Til [Ana Dili] ve Tatar Kültür Merkezi çok yardım etti. Merkezin yöneticisi Gölsine Ülmeskulova’ya çok teşekkür ediyorum! Kırgızistan’da Nagime Aytmatova’yı tanıyan birçok kişi ile buluştuk, bu konuyu daha sonraki bölümlerde ele alacağım.
Aynı şekilde Kukmara ilçesinin bölge tarihini araştırma müzesi müdürü Lebüde Devletşina’ya, müze çalışanlarına, Meçkere köyü halkına, Kirov şehrinde yaşayan millettaşlarıma, Kazan âlimleri İpek Hadiyev’le Raif Merdanov’a da bu konu hakkındaki çalışmamda bana yardım ettikleri için teşekkür ediyorum.
Okunması rahat olsun diye eserimi birkaç bölüme ayırdım. Halka, Nagime Aytmatova ve onun nesli hakkında mümkün olduğu kadar çok bilgi ulaştırmaya çalıştım. Elbette bu kitap Nagime Hanım’ın babası Hamza’nın doğup büyüdüğü Kukmara-Meçkere yerlerinden, bu büyük soyu bir araya getiren İşmen şeceresinden başlayıp Karakol-Prjivalsk-Kırgız ili ile devam eder. Aytmatovların Pişpek-Frunze-Bişkek dönemini aydınlatır, onlarla birlikte Celalabad-Oş-Moskovalara ulaşır, halk düşmanı Nagime Hanım’ın dört yetimiyle birlikte kocasının ve Cengiz oğlunun doğduğu köy Şeker’de, Talas vadilerinde, Manas dağlarında ve bozkırlarında yaşar, meşhur yazar Cengiz Aytmatov’un aziz annesinin son günlerini tasvir eder…
Elinizdeki bu eserim, Nagime Hanım’ın anne ve babasının yanında hayatının en güzel çağlarını yaşadığını gösteriyor. Kocasının yanında ömrünün en mutlu vakitlerini geçirdi. Halk düşmanı olarak suçlanan kocasına rağmen hasta haliyle dört yetimini yetiştirmiş, büyütmüş ve onları bir yerlere getirmiştir. Bu eser, ömrünün sonlarında dünyaca tanınan çocuklarının mutluluğunu gören “Ana” hakkındadır. Tatar kadını Nagime Aytmatova-Gabdulvaliyeva’yı doğrudan aydınlatan hatıra kitabıdır, ruhuna bir dua olsun…

    Feyziye Bayramova,
    Yazar, Tarih Doktoru, Bütün Dünya Tatar Kongresinin Yürütme Kurulu ve Başkanlık Üyesi.

CENGİZ AYTMATOV’UN TATAR ATALARININ DOĞDUĞU YER
Daha önce söylediğimiz üzere, Cengiz Aytmatov’un dedesi, yani annesinin babası, Hamza Gabdulvaliyev bugünkü Tataristan Cumhuriyetinin Kukmara ilçesinin Meçkere köyünde doğup büyüdü. Eskiden bu Tatar köyü Malmıj ilçesine bağlıymış, Vyatka [Nokrat] eyaleti sınırları içindeymiş. Tarihçilerin fikrine göre, Meçkere köyünü esas olarak 16. asırda adı geçen Gabdulvaliyev-Ütemişevlerin neslinin başında bulunan İşmen Tuktargalioğlu kurmuş. Bizim fikrimize göre bu köy daha da eskidir, tarihi geçmişi Bulgar dönemlerine, 12-13. yüzyıllara hatta daha da eski dönemlere gider. Bizce Meçkere köyü, 16. yüzyıla kadarki dönemde de vardır ve bazı tarihçilerin yazılarına göre buralarda sadece Udmurtlar[1 - Udmurtlar Orta-İdil bölgesinin Fin-Ugor halklarından biridir (Aktaranın Notu).] yaşamamış aynı zamanda Tatarlar da yaşamıştır. Genel olarak insanlar bu çevrelerde bundan on binlerce yıl önce yaşamışlar. Bu bilgi Kukmara bölgesinden ve Meçkere köyünden elde edilen eski buluntulardan anlaşılmaktadır. “Kukmara bölgesinde bin yıl öncesinde de insanlar yaşıyorlardı. Bunu Uryasbaş, Kukmara, Meçkere, Saltık-Erekli’deki buluntular göstermektedir.” diye yazıyor tarihçiler. İçinde bulunan taş keski, taş çekiç ve konik nükleüsten bir parça Neolit dönemine aittir. (MÖ VIII-III yy.) (Kukmorskiy Kray, Kazan 2008: 37) Bu kişilerin kim olduğunu kesin bir şekilde söyleyemiyoruz. Fakat bizim topraklarımızdaki bütün eski tarihi, kolayca Fin-Ugor halklarına verilmesi fikrini de kabul etmiyoruz. Burası bizim de yerimiz, bizim de tarihimiz, bizim de kaderimiz…


Maçkara’daki Eski Cami

Kukmara bölgesinin arkeolojik haritasına göre Meç-kere köyünde taş ve bronz çağında da insanların yaşadığı, onlardan evlerin kaldığı, günümüz buluntularıyla aydınlatılmış. Yukarıda sözü edilen Kukmorskiy Kray [Kukmara Bölgesi] kitabında bu yerlerde 1236 yıllarında Bulgarların ilk ortaya çıkışları bilgisi veriliyor: “İlk Bulgarlar, onlardan daha önce Marilerin[2 - Mariler de Udmurtlar gibi Orta-İdil bölgesinin Fin-Ugor halklarından biridir (Aktaranın Notu).] bulunduğu Meçkere kasabasında görülmüştür. Daha sonra Kullarova (Çişmebaş), Uraskinov (Tuyımbaş), Yantsobino adlı Bulgar-Tatar kasabaları ortaya çıkmıştır.” (Kukmorskiy Kray: 38). Aynı şekilde Meçkere köyünde Altın Orda çağından kalan paraların da bulunduğunu söylemek gerekir. Demek ki Tatarlar bu çağlarda burada uzun süre yaşamışlar. Buna göre, Kazan yıkılınca kaçıp kurtulabilen Kazan Tatarları da oralara gelip yerleşmiştir. Kasım Hanlığında Mişer ülkesinde şartlar ağırlaşınca vaftiz edilmekten kaçan Tatar-Mişerler burayı sığınacak bir yer olarak görürler. Bu “Mirzalar Faktörü” üzerinde durmak istiyorum.
Cengiz Aytmatov da damarlarında Tatar kanının aktığını biliyordu. Ütemişevler neslinin Tataristan’daki mensuplarından, Cengiz Aytmatov’un buradaki uzak akrabası gazeteci Gölnaz Galimjanova şunları yazmaktadır:
Cengiz Aytmatov’un gazeteci Megsum Gereyev’le 2000’li yıllardaki görüşmesinde, “Ben elbette Tatar oğluyum, Tatar yazarıyım! Bende Tatar kanı, Mirza kanı var. Ben bununla gurur duyuyorum.” demiştir (Tataristan Yeşleri, 2008, 23 Ağustos).
Demek ki Cengiz Aytmatov o dönemde Tatar atalarının Mirza neslinden olduğunu biliyordu! Genellikle bizde Mirzalığa, Mişerler hak iddia ediyorlar. Gerçekten de onlar arasında Tatar Mirzaları epeyce var. Ama Kukmara bölgesine mirzalar nereden gelmiş acaba? Bunun da bir cevabı ve sebebi var. Buna göre, Cengiz Aytmatov’un Tatar atalarının nesli İşmen şeceresine dayanıyor. Ama bu şecerenin özü, bilinen Kara Bik şeceresiyle özdeştir yani birbirlerinin devamı niteliğindedir. İhtiyar Tuktargali’nin kabri günümüzde Baltaç ilçesinin Börbaş köyündedir. Ancak İş-men şeceresi ise adı geçen Meçkere bölgesinde kök saldı. Dört yüzden fazla kişiye mensup olan bu şecere şimdiki asırlarda yazılmış ve sonraki zamanlarda da tamamlanıp bilimsel bir çerçeveye oturtulmuştur.
Ben bu şecerenin Arapça dili ve Kiril harfleriyle yazılmış varyantlarına ve Kukmara bölgesinin tarihini araştırmak maksadıyla Tatar şeceresi hakkındaki bilgilere, müzedeki bilimsel kitaplar sayesinde ulaştım. Bu neslin şeceresinde ayrıntılı durmamın sebebi, Cengiz Aytmatov’un annesi Nagime Hanım’ın, adı geçen İşmen şeceresine mensup olması ve babası Hamza Gabdulvaliyev’in neslini sürdürmesidir. Şecerenin büyük bir kolu ise Ütemişevler soyadıyla dünyaya yayılmıştır. Onlardan da tanınmış zenginler, yardımcılar ve büyük âlimler çıkmıştır. Şecereyi hazırlayanlar, İşmen neslinin Şehri Bulgar taraflarından olduğunu yazmışlar. Bu dönemde onların Hankirmen’den (Kasım şehri) yani kuzeyden geldiklerine dair işaret vardır. İşmen neslinin bilinen Kara Bik ve Karahan nesliyle de ilişkisi göze çarpıyor.


İşmen sorunun Kukmara Bölge Müzesindeki şeceresi

Kara Bik soyunun birinci varyantı Tataristan’dadır ve hepsinden evvel kuzey bölgesinde yayılmıştır. Bildiklerimize göre, Kukmara bölgesi devletimizin kuzeyindedir ancak Meçkere köyü bu bölgenin en kuzey kenarında, Kirov ülkesi sınırındadır. Kara Bik şeceresinin âlimi Seyit Vahidî’nin ele geçen nüshasında İşmen ismi de geçmektedir. Şimdi ise günümüzün son kuşakları olarak bulunuyor ve bu şecere Tuktar İbrayev tarafından 1851 yılında düzenleniyor. Kara Bik şeceresinin halk varyantları Nuh (A.S.)’tan itibaren başlamaktadır. Arada çok hanlar ve akıl sahipleri vardır. Bunlar arasında Sokrat Hekim ve Baçman Han’ın isimleri dile getiriliyor. Şecerelerde Kara Bik neslinin Rum tarafından, Bizans’tan geldiklerini defalarca söylüyorlar ve İskender Zülkarneyn ismi tekrarlanıyor. İdil-Yayık boylarına gelip yerleşen Kara Bik nesli de bu soylu nesildendir, İşmen’in kendisi de bu neslin kollarındandır.
Yukarıda dile getirdiğimiz İşmen şeceresi, âlim Mar-sel Ahmetcanov’un kitabında ihtiyar Tuktar’dan başlatılıyor. (Ahmetcanov 1995: 111). Fakat Şehabettin Mercani Meçkere’ye yerleşen İşmen neslini Söleyman el-Kirmani’den başlatıyor: “Öz çocukları bu zamanda nesillerini “Gabdulla bin Gabdisellam bin Helil bin Yosıf bin İşmen bin Tuktargali bin Köçik bin Tebic bin Kodim bin Söleyman el-Kirmani” diye yazıyor (Mercani 1989: 230). Meçkere’de bulunan ve şimdi Kukmara müzesine bırakılan İşmen şeceresi de Söleyman’dan başlıyor, sonra Kul Söleyman, sonra Kodaş, sonra Tebic, sonra Köçik, ondan sonra Tuktargali’dir. Bazı âlimler İşmen neslinin başında bulunan bu Söleymanların Bulgar’dan geldiğini söylemiş, bazıları da Altın Orda’dan göçüp gittiklerini, Hankirmen’den, Nokrat (Nuhrat) köyünden göçtüklerini yazıyorlar. Ben de bu Hankirmen-Nokrat (Nuhrat) yönelişleri üzerinde durmak istiyorum.
İşmen neslinin büyük bir kolu olan Ütemişevler de köklerini Börbaş-Meçkere’yle ilişkilendirmeden, kendilerini Kırım Hanları, Nogay mirzaları, Cengiz Han-Süyimbikeler’le ilişkilendirilerek ele almışlar. Bu konuda bölge tarihini araştıranlar, bu soyun günümüzdeki temsilcisi, bilim adamı İldar Rustamoviç Ütemişev’in babasının notlarına dayanarak “Soy kökleri Nogay mirzasının kızı Süyümbike’yle ortak ata olan Kırım Hanı’na uzanıyor… Ve hepsi Cengiz Han’ın varisleriyle ilişkilidir.” diye yazmaktadır (Kukmorskiy Kray: 156).


Ütemişevlerin Maçkara’daki Evi

Elbette bunları ispatlamak epeyce zor ama adaletli olmak mümkündür. Arşiv materyallerini incelerken Ütemişevlerin Sarov’la ilişkili kökenlerine de ulaştım. Sarov, Orta Çağlarda Mişer Yortı [Mişer Ülkesi] diye adlandırılan bağımsız Tatar devleti olmuş, Ütemişevler nesli de burada yaşamış. Günümüzde Tüben Novgorod bölgesi ile Mordoviya Cumhuriyeti arasında kalan bu şehir Tatar kaynaklarında Sarıkılıç diye adlandırılıyor, nükleer dönemde “Arzamas-16” ismini de taşımıştır. 1198 yılında şehrin temelini, Türk Bortas-Mişerler atmış olmalıdır ki onlara daha sonra Altın Orda’nın soylu Tatarları da gelip katılıyor.
Tarihçiler, “Sarovsk bölgesi Ortaçağda, Meşersk bölgesi olarak adlandırılırdı.” diye yazmaktadır. Bu topraklar hâlâ Mişer, Tatar, Kinezler ve mirzalarının sıradan Tatar askerlerinin hatırasını koruyor. Daha sonra onlar Moskova devletinin hizmetinde Kırım, Kazan ve Astrahan Hanlıklarının kurulmasına katkıda bulundular. Tatar azınlığı, Meşerskiy Yurt adlı devlet yapısına sahip bir bölgede yaşamıştır. Meşerskiy Yurt, 14-15 yy. son dönem bir Altın Ordu devletidir” (Tarasov 1991: 1).
Bu eserden görüldüğü gibi, Mişer ülkesinin hanı Behan’dan Akçurinlar nesli devam ediyor, sonra Seyitahmet ve Ütemişevler geliyor. Bu, 14-15-16. hatta 17. yüzyıllara kadar devam ediyor. Bu soylu Tatarlar, birkaç asır Sarov-Sarıkılıç’ı kendi ellerinde tutuyorlar ama günümüzde vaftiz edilmeye başlanınca devlet ve memleketlerini terk edip çeşitli yerlere yayılıp mecburen dağılmak zorunda kalmışlar. İşte benim elimde 17. yüzyılda Sarov manastırına kendi yerleri satılan Tatar mirzalarının isim listesi vardır. Bizim düşüncemize göre, Tatarların yerlerini karşılıksız almışlar çünkü yenilenlerle fazla konuşmamışlardır. Bu listede Ütemişevlerin isimleri de var.
“17. yüzyılda topraklarını Sarov manastırına satan Tatarların listesi:
Kutıy oğlu Budaley mirza Ütemişev… Sedehmetyev bey oğlu Ütemiş mirza Süyünbayev …” (Tarasov 1997: 8).
Bu isim listesi epeyce uzun ve tuhaf, orada zorla Hristiyanlaştırılan Tatarların Hristiyan isimleri de var. Ütemiş mirza ailesinin isimleri iki defa geçiyor. Ütemişevlerin Sarov ve Sarıkılıç’taki tarihlerini merak edenler alttaki arşiv kaynaklarını inceleyebilirler:
–Arşiv tatarskih zemel Sarovskogo kraya
–Rodoslovnaya knyazey Meşerskih
–Dokumentı zemlevladeniya Sarovskogo kraya. Arhiv G. Arzamasa-Sarova
Bizim düşüncemize göre Sarov ve Sarıkılıç’tan giden Ütemişevlerin, adı geçen Kukmara, Meçkere, Baltaç çevresine gelip yerleşmiş olmaları da mümkündür. Neticede devletimizin kuzeyinde yaşayan Tatarları, İşmen neslinde, Sarıkılıç mirzaları, Kara Bik şeceresi, Karile Tatarlarının tarihini bir araya getirip araştırmak gereklidir. Çünkü onların hepsi aynı köktendir. Bu konuda âlim Marsel Ahmetcanov da şöyle söylüyor:
“Kanber, Kara Bik nesilleri Sakmar ırmağı boylarından, Nokrat’taki Karino köyüne ve Çuvaşistan’ın sınırından Ufa’ya kadar olan geniş bölgelerde yaşıyor. Onların sayısı yüz binlere ulaşmaktadır. Dolayısıyla Kara Bik neslinin İdil-Ural çevresindeki Tatarların etnik tarihindeki yeri büyüktür. Kara Bik halkını meydana getiren Oğuz-Kıpçak boyları Bulgar vilayetindeki sağ kalan Bulgarlar’la karışıp bugünkü İdil-Ural Tatarlarının büyük bir bölümünü meydana getiriyor” (Ahmetcanov 1995: 26).
Biz bu eserimizde niçin Kara Bik şeceresine, Karili-Nokrat Tatarları tarihine ayrıntılı olarak bakıyoruz? Çünkü bizce Kukmara bölgesinde özellikle de onun Meçkere gibi en kuzeyinde zor şartlar altında yaşayan Tatar köyleri tarihine, İşmen nesline, Karili-Nokrat Tatarlarının tesiri çok olmuş. Bu nasıl farklı tarihtir; özel bir karakter ve medeniyet, hepsinden evvel köyden farklı olarak, şehir geleneklerini koruma ve devam ettirme, çok çalışkanlık, genetik ve soydan gelen liderlik özellikleri ve soyluluk… Kukmara Tatarlarında, bunlar arasında Cengiz Aytmatov’un Tatar soyunda ve kendisinde, bunların hepsi var.
Tarihçi, âlim Damir İshakov da Nokrat Tatarlarına çok değer veriyor: “Nokrat Tatarlarının esas kökeni, merkez kısmı Altın Orda’dan çıkan Tatarları teşkil eder.” diye yazıyor. Tam olarak şöyle söylüyor: “Onlar Kıpçak kabilesinden ortaya çıkmışlar. Hepsi de soylu Tatarlardır. Kazan Hanlığı oluştuğu vakitte Bulgar vilayetinden Kazan tarafına geçen, Arça bölgesinde, yani ilçesinde, hükümdarlar var olmuşlar. Demek ki hâkimiyeti elinde tutanlar yani beyler ve hâkim tabaka bulunmuştur” (Tatar Kalenderi 2003: 276).
Tabii bunları bildikten sonra, Cengiz Aytmatov’un anne tarafından dedelerinin Kukmara bölgesinin Meçkere köyünden, Karili-Nokrat Tatarlarının hepsi, geleneklerini devam ettiren İşmen neslinden olmasına şaşırmamak gerekir. Bunlar, geçen bin yılın başından itibaren Bulgar Devletinin birliğinde olmalarına rağmen, Ar İli diye adlandırılan kendi bağımsız yerlerinde yaşamış ve Altın Orda birliğinde de nispeten bağımsızlıklarını korumuş, 1361 yılında da Karinskoye Knyajestvo [Karinskiy Kinezliği] diye adlandırılan ve bağımsız bir şekilde yaşayan asil, gayretli Tatarlardır. Rus resmî kaynaklarında Karili Tatarlarını Arskiye Knyazya [Arsk Kinezliği] diye adlandırmışlar ancak buna sadece Arça adlandırması ya da Ar-Udmurtlarla bakmak mümkün değildir. Tam olarak Nokrat’ın TatarNugay-Mişer mirzaları bu isimle adlandırılmıştır. Tarihte bilindiği üzere sadece 1489 yılında bu yerleri III. İvan ordusu işgal etmiştir ve Kar İli-Ar İli, Kuzey Tatarlarının bağımsızlığı ile zorla Rus Devleti birliğine tabi olmuştur. Neticede Hristiyanlığı kabul etmek istemeyen Tatar mirzalarının bir kısmı, adı geçen Malmıj yerlerine, Kukmara bölgesine gelip yerleşmişlerdir. Kazan Hanlığı yıkılana kadar Tatar Devletinde yaşamışlardır. 1552 yılından sonra da buraya Kazan tarafından kaçan Tatarlar gelirler ve böylece Kukmara bölgesindeki şehir medeniyetini ve kültürünü benimserler; zanaatta mahir bir şehir tabakası oluşur ve bu durum günümüzde de devam eder.
Şimdi Meçkere köyünün, İşmen ilinin Cengiz Aytmatov’un atalarının yaşadığı çağlara, 18-19. yüzyıllara geri dönüyoruz. Şunu da söylemeliyim ki, bu köy o zamanlarda gelişme göstermiş ve diğer köylerden önce şehri anımsatmıştır. Kültür ve medeniyet açısından ciddi farklılıklar göstermiş ve sanat, teknoloji, sanayi merkezi hâline gelmeyi başarmıştır. 18. asrın sonunda buralarda taş camiler ve meşhur medreseler var olmuş, 19. asırda ise Meçkere’de keçe, pamuk, bez dokuma fabrikaları, demir ve maden imalathaneleri kurulmuş, tüccarlar diğer devletlerle ticaret yapmışlar ve önemli işler yürütmüşlerdir. Bu bilgiyi, bölge tarihini araştıran âlimler de göz önünde tutmuştur:
“Sovyet döneminden önce, köy Vyatka eyaletinin Malmıj bölgesinin bir parçasıydı.” şeklinde yazarlar. Bölge, 18. yüzyılın sonunda zaten ticari ve endüstriyel bir merkez olması nedeniyle birçok Tatar köyünden oldukça farklıydı. 1778’den beri ürünleri Abdullah, Muhametrahim ve Yarulla Utyamişev kardeşlerin sahip olduğu tekstil ve deri üreticileri tarafından üretildi. XIX. yüzyılda onların soyundan gelenler, Kazan ve Vyatka eyaletlerinde bakır eritme, sabun yapımı, bez, pamuk işletmelerine sahipti.” (Kukmorskiy Kray: 161).
Bu eserde görüldüğü üzere onlar hakkında, “Birinci birlik üyesi Malmıj tüccarları” Ütemişevler hayır işleriyle de ciddi bir şekilde uğraşmışlar. Malmıj’dan Kazan’a kadar olan mesafede yüzlerce cami ve medrese yaptırmışlar ve masraflarını üstlenmişlerdir. Aynı zamanda buraları sahiplenmişlerdir. “1802 yılında Kazan’da kendi paralarıyla İski Taş cami ve 1882 yılında ‘Muhammediye’ medresesi yapılır.” ifadesi yer alır. Bunun üzerine Ütemişevlerin çeşitli makamlarda milletvekilleri, şehir idaresi üyeleri, memurları var olmuştur. Ancak Sovyetler Birliği, onların tüm mal varlığını ellerinden almış ve onları cezaevlerine sürgün etmiştir. Soylu ve eğitimli Ütemişevler, tüm olumsuz şartlara rağmen kültürlerini korumayı başarmışlardır. Adı geçen Meçkere köyünde 1926 yılında doğan, 3 yaşındayken annesiyle sürgün edilen Röstem (Özbek) İsmegıyl oğlu Ütemişev, uzay ve tıp alanlarında dünya çapında tanınan bir âlim olur. Uzaya gitmek için astronotları, bunlar arasında Yuriy Gagarin’i de uçuşa o hazırlamıştır. Onun oğlu İldar Ütemişev de tıp tekniği alanında dünya çapında tanınan âlimdir ve Moskova’da büyük bilimsel araştırma enstitüsünün idareciliğini yapar. Bu yüzden Cengiz Aytmatov’un anne tarafından soyunun tam da bu köyden ve aynı zamanda adı geçen Ütemişevler-Gabdulvaliyevler neslinden olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Şimdi şecerenin kendisine geliyoruz. İşmen şeceresini, Tatar araştırmacıları uzun zamandır bilmektedir. Marsel Ahmetcanov bu konudan, 1995 yılında çıkan Tatar Şecereleri kitabında da bahsetmiş. Kitabın asıl nüshası Kazan’daki Mirashane arşivinde bulunmaktadır. Bana kalırsa İşmen şeceresini Cengiz Aytmatov’un şeceresiyle ilişkili olarak inceleme “İdil Dergisi”nde 1996 yılının 5-6. aylarında Rinat Gabdulvaliyev’in Oni Ostavili Dobruyu Pamyat [Onlar Değerli Bir Hatıra Bıraktılar] adıyla yayımlanan makalesiyle başlamıştır. Daha önce de belirttiğimiz üzere Rinat Gabdulvaliyev, Nagime Hanım’ın yakın akrabası, ağabeyi Şerif’in oğludur ve Bişkek şehrinde yaşıyor. Rinat ağabey, bu eserinde Hamza Gabdulvaliyev’in 1840 yılında Kazan’da doğduğunu yanlış yazmış olsa da, en önemli bilgiyi vermekte, onun atalarının 16. yüzyılın ortalarında Meçkere köyünde kök saldıklarını yazmaktadır. Elbette bu, bölge tarihini çalışan Tatar âlimlerine bir işaret oluyor. Kukmara ilçesinin tarihini araştırma müzesi müdürü Lebüde Devletşina, Meçkere’ye gidip okul müzesinden köyün yaşlıları tarafından kaleme alınan İşmen şeceresinin bir nüshasını bulur. Bu nüsha, Arap harfleriyle yazılmış ve bu nesilden dört yüze yakın kişinin ismi kaydedilmiş ve kenarına şu notlar yazılmış:

“Meçkere Köyü Şeceresi. Ahmet Fadik Muhammethadi’nin oğlundan korunmuş olan şecerenin bir kopyasını aldım. Abdilmecid Huciehmed oğlu. 25 Mart 1945.
Dedelerinin bu bölgeye göçünün tahminen 1700’lü yıllarda olması gerekiyor.”
Lebüde Hanım, yerli bölge tarih araştırmacıları ve Kazan âlimleri İrik Hadiyev ve Raif Merdanov yardımıyla İşmen şeceresinin nüshasını Kiril harfleriyle düzenler. Sonra da adı geçen Hasan’ın oğlu Hamza Gabdulvaliyev ve onun akrabaları Ahmetgali ile Galiya isimleri üzerinden Nagime Hanım’a ulaşırlar, Nagime Hanım’ın hayatına ışık tutarlar. Doğrudur, Nagime Hanım’ın şeceresine Cengiz Aytmatov, onun akrabaları ve çocukları sonradan ekleniyor. Çünkü 1945 yılında bu mümkün değildi. Ancak Rinat Gabdulvaliyev ise Meçkere’yi Karakol’da duymuş olmalı, çünkü babaları savaşta ölünce onları, Nagime Hanım’ın küçük erkek kardeşi Abdullah yanına alıyor. Son yıllarda Rinat ağabey Meçkere’den, bu nesilden gelen pek çok aydın kişi hakkında çalışmalar yaptı ve bunları yazdı. O, İshak Hacı Gabdulvaliyev, Hamza ağabeyinin babası Hasan’la kardeştir.
1858 yılı tapu kayıt belgelerine bakınca, İshak’ın 1841 yılında doğmuş olması gerekiyor, ancak çoğu eserlerde 1839 yılı olarak yazılmış ki bu doğru değildir. O dönemde Kazan’da, Orenburg’da, Troitski’de, Erbet’te ticaretiyle ilgilenmiş, zenginleşmiş daha sonra da Semipalatinski’da ve Petropavel’de kendi ticaret merkezlerini açmış sonradan Vernıy (bugünkü Alma-Ata) şehrine gelip yerleşmiştir. O, Jidisu bölgesinin en zengini olarak bütün Rusya ve Çin’le ticaret yapar. İshak Hacı 1880 yıllarında Meçkere’ye gelip ağabeyi Hasan’ın çocukları Hamza, Ahmetgali ve Galiya’yı Orta Asya’ya götürüyor. Böylece Gabdulvaliyevler bugünkü Karakol’a gelip yerleşiyor ve her şeye rağmen burada kök salıyorlar… Bunlar hakkında Karakol bölümünde ayrıntılı bilgi vereceğim, şimdi yüzyıllar öncesinin Meçkere’sine geri dönelim.
İşmen şeceresiyle Meçkere köyündeki 4 Mart 1858 yılının tapu kayıt belgeleri tam olarak birbirini desteklemiyor demiştim. Çünkü bu kayıtlara göre Hamza Gabdulvaliyev’in doğmamış olması gerekiyor, bundan yola çıkarak Hamza’nın 1860’lı yıllarda yaşadığını söyleyebiliriz. Tapu kayıtları gerçekleştirilirken Gabdulveli Gaysin 60 yaşında, onun oğulları Süleyman 30, Hasan 26, Muhammet Yunus 21, İbrahim 20, İshak 17, İsmail 15 yaşındadır. Gabdulveli’nin eşi Mahipcamal 55, kızları (belki torunlarıdır) Bibigayşe 10, Bibiesma 9, Fatıymabanu 6, Negıymebanu 2 yaşındadır. Hasan’ın karısı yani Hamza’nın annesi Bibifatima 21, onların kızı Bibifahihe 1 yaşındadır[3 - Gosudarstvennıy arhiv Kirovskoy Oblasti, f.176, op.2, d.1670, s.305-306.]. Bu belgelerde görüldüğü üzere, Hamza’nın daha sonra doğmuş olması gerekiyor.


1860 Yılı Maçkara Nüfus Sayımı Defteri

Nedendir bilinmez, 1880 yıllarında Gabdulvaliyevlerden üç kardeş, Hamza, Ahmetgali ve Galiya kervana katılıyor, Orta Asya’ya gidiyorlar. Bu konu benim için henüz açıklanmamıştır. Sadece İshak Hacının daveti, doğduğu köyü, annesini ve babasını terk etmesi için yeterli bir sebep olamaz. Hamza’nın köyde genç eşi ve İsmail isimli oğlu da kalıyor. Bunu kimileri Ütemişev neslinden olarak değerlendirmek istiyor ancak bu pek mümkün değildir. Çünkü onlar akrabadır! Hamza’nın sonradan da Meçkere’ye geri geldiği ve ailesine yardım ettiği söyleniyor. Ama şimdi Hamza Bey’in Meçkere’de kalan oğlu İsmail hakkında köyde epeyce hoş olmayan haberler de duyuldu. Buradaki hayatları kötüleşince evlerini satıp Kırgızistan’a gitmişler ama onu orada soğuk karşılanmışlar, şeklinde bilgiler verdiler. İsmail yeniden köye gelip başkasının evinde yaşadı ve öldü dediler, çok sessiz, iyi bir insan olduğunu söylediler… Ben bu konuda Bişkek’te Roza Hanım’a ve Rinat Gabdulvaliyev’e de sorular sordum ancak onlardan kimse bu konuda bir şey söyleyemedi. Aynı zamanda Nagime Hanım’ın İsmail’le irtibatta olduğu haberleri var. Biz bu konuyu araştırdık ancak sonuçlandıramadık. Çünkü Kırgızistan’da da bu haberi ve soruyu pek kabul etmiyorlar, bundan dolayı ben de artık soruşturmuyorum…
Meçkere’de Hamza ağabeyin yaşamış olduğu araziyi buldum ancak şimdi orada farklı insanlar yaşıyor. Hamza ağabeyin evinin hemen yakınında Meçkere’nin tanınmış medresesi varmış, günümüzde ise o binadan geriye sadece büyük temel taşları kalmış… Meçkere medresesi hakkında zamanında Şehabettin Mercani, Rızaeddin Fahreddin gibi âlimler yazılar yazmış. Bu medrese ve köy, Kayum Nasıyri, Kursavi, Emirhan, Barudi, Camaletdin Bektaşilerin kaderiyle de ilişkilidir. Orada okuyan, mezun olan ve eğitim veren âlimlerin sayısı yüzlercedir…
Hamza Bey’in evinin bulunduğu arazi, medrese ve camiyle aynı sokakta. Medreseden Birinçi Cemig camisine kadar olan yerler beyaz taşla döşeliymiş. Ünlü Hasan Bey’in evi ve dükkânları da bu yol üzerindedir, taş dükkânı hâlâ çalışıyor. Birinçi Cemig Camisini 1791 yılında Gabdulla Ütemişevler yaptırmış, Sovyet döneminde burası tahıl ambarı olmuş, civciv de beslemişler, şimdi onarılma aşamasında. Kızıl kerpiçten yapılmış iki katlı büyük ev, tabanı nakışlı, duvarları kalın, kapıları ve pencereleri atlı araba sığacak kadar geniş… Burada onarım işleri yıllardır devam ediyor, ancak daha yapılacak çok iş var. Bu işleri köyün imamı Möhir Yosıpov idare ediyor ve o ileride burada bir caminin olacağını söyledi.
İkinci Cemig Camisi. İlk önce ahşaptan yapılan bu cami, 1800 yılında Gabdulla Ütemişev’in oğlu Musa Ütemişev tarafından İslam dinini kabul eden Udmurtlar için inşa edilmiştir. 1871 yılında o ahşap cami yanınca, Musa Ütemişev’in oğlu İshak 1872 yılında onun yerine taş cami yaptırmış. Sovyet döneminde cami, eğlence kulübü olmuş, Perestroyka döneminde gündüz cami, gece kulüp olarak kullanılmış. Şimdi ise Meçkere’de, karşı köyden getirilip kurulan yeni cami var, halk namaz kılmaya ve ilim almaya oraya gidiyor. Burada, köy imamı Möhir Efendi’yi de hayırla yâd etmek istiyorum. O, Meçkere köyünün bahtı ve iman bekçisi, duacısı… Allah’ın rahmeti üzerine olsun!
Sonraki durağımız Ütemişevlerin evidir. Aslında evi değil, malikânesi. Meçkere’nin han sarayı gibi milli tarihi, süsü… 1800 yılında Ütemişevler tarafından yaptırılıyor. Büyük sülalenin asıl evi. Ancak Sovyet hükümeti evin sahibi, büyük tüccar, Kazan şehir meclisi üyesi İsmail Ütemişev’i 1929 yılında sürgün eder, onun ailesini, akrabalarını da aynı kader beklemektedir… Ural’ın karşı tarafına sürgün edilen eşi Zübeyde Ütemişeva iki çocuğunu tren penceresinden atar, sonra kendisi de atlar. Allah’ın rahmeti ile o, çocuklarına daha sonra kavuşur. Özbekistan’a kaçarlar. Daha sonra dünyaca tanınan âlim olan Röstem [Özbek] Ütemişev, işte bu tren penceresinden atılan üç yaşındaki çocuktur… Bu olaylardan 85 yıl sonra Röstem Ütemişev’in oğlu İldar Ütemişev, Meçkere’ye gelip atalarının ana vatanına saygı gösterir, mezarlıkta dua eder…
Çiçeklerin arasına gömülüp kalan bu iki katlı taş ev, şimdi de halka yatılı okul olarak hizmet veriyor. Savaş zamanlarında ise buraya Leningrad’dan gelen yetim çocuklar yerleştiriliyor, 1959 yılında hastalanan çocuklar için yatılı okul açılıyor. Biz burada bulunduk ve buradaki güzelliğe, düzene hayran kaldık. Hasta ve problemli çocukların güzel bir şekilde terbiye edilmesinden dolayı çok sevindik. Öğrenci yurdu ve okul müdürü Nekıyp Şevketoğlu Sabitov’un bütün gücünü verip bu ağır yükü çektiğini düşünüyorum, Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun!
Yolumuzun üzerinde, köyün başında şırıl şırıl akan pınar, çok eski zamanlardan kalmıştır. Ama son yıllarda unutulmuş, terk edilmiş. Kukmara’nın bölge tarihini araştıran müze müdürü Lebüde Devletşina’nın gayreti ve teklifiyle Bülbül Pınarı yeniden onarılıyor. Bu işe, Ravil Ganiyev çok yardımcı oluyor. Bülbül Pınarı’ndan Cengiz Aytmatov’un dedeleri de eğilip su içmişlerdir. Onlar, bu suyun şifa ve kuvvetini iliklerine kadar sindirip Kırgız bozkırlarına da götürmüşler. Yazarın yaratıcılığına Bülbül Pınarı’nın da suları tesir etmiştir, diye düşünüyorum…
Ve şimdi son durağımız, mezarlık… Köyün başında, altın kırların yanında, sık ormanlar gibi tenha, sadece hüznün uğuldadığı mezarlık… O, üç mezarlık karışmış ve bir mezarlığa dönüşmüş. Dışı çitlerle çevrili, içi taş duvarla çevrilmiş. Bunun gibi büyük taş duvarları, Kirov bölgesinde bulunan Tatar köylerindeki mezarlıklarda da gördüm. Mezarlık karışık orman gibidir; başları göğe değen köknarlar, yüzyıllarca beraber yaşlanan ak kayınlar her mezarın üstünde uğuldayıp dua ediyor gibi… Mezarları çeviren çitler mahvolmuş, kabirler alçalmış, sadece üstlerine yerleştirilen eski mezar taşları burada yatmakta olanların kim olduklarına şahitlik etmektedir. Bu mezar taşlarını günümüzdeki âlimler araştırmış. Onların söylediklerine göre, 33 eski kabir taşının 22’si Ütemişevler nesline aitmiş.




“1998 sonbaharında alan araştırması sırasında, Meç-kere köyünün sadece bir mezarlığında ‘Otuz üç Arapça mezar taşı keşfedildi, envanteri çıkarıldı ve incelendi.’ diye yazarlar. Meçkere köyünün Tatar maarifçiliği tarihinde özel yere sahip olduğunu belirtmek gerekir. Mezar taşlarının metinleri de bu yörenin kültürel ve aydınlık geçmişinde köyün ne kadar önemli rol oynadığının şahididir. Meçkere köyünün kurucusu soylu ihtiyar İşman ve zengin Ütemişev sülalesiyle ilgili geniş bilgi de mevcuttur bu mezar taşları üzerinde” (Kukmorskiy Kray: 52).
Bu sözlerin yazarları İrik Hadiyev ve Raif Merdanov, Kukmara bölgesinin mezarlıklarındaki üç yüze yakın eski mezar taşını araştırmışlar ve bu çalışmalarını da kitap hâlinde bastırmak istiyorlar. Daha önce aktardığımız gibi bu mezarlıkta Nagime Hanım’ın ataları, eski nesli yatıyor… Meçkere köyü de bütün varlığıyla insanların geçmiş tarihlerine sadık kalıyor, bunu başkalarıyla da paylaşıyor. 2008 yılının mayıs ayında burada Cengiz Aytmatov’u güzel bir şekilde karşılamak için toplanırlar. Öz evlatlarına, atalarının toprağında saygı göstermek için bütün köy, ilçe halkı ayağa kalkar ama bu nasip olmaz…
Evet, Cengiz Aytmatov, asırlara denk ulu yola çıkmış olsa da dedesinin doğduğu köye gelememiş. Aslında o da Meçkere’yi severdi. Çünkü böyle kültürlü ve aydın köyü sevmemek mümkün değil! Cengiz Aytmatov gibi Nagime Hanım da babasının doğduğu memlekete gelip görememiş…
Ama bu mukaddes görevi Cengiz Aytmatov’un oğlu İldar Aytmatov yerine getirmiş. O, annesi Meryem Ürmet, kızı ve ninesi Nagime’nin en küçük kızı Roza Aytmatova ile birlikte 2009 yılının yazında Meçkere’ye gelip ana vatanlarına saygılarını sundular… Onlar Tatarlıklarını tanımışlar, Tatar ili, ana yurdu da onları benimsemiş ve kabul etmiş… Ama Cengiz Aytmatov’un ruhu ise umudunun beyaz gemisi olup ak geyiklere ve turnalara dönüşüp yüzyıllara bedel bu buluşmayı yukarıdan izlemiştir… Sevinmiştir, her şeye rağmen sevinmiştir… ve ruhu sonsuza kadar huzura kavuşmuştur…

CENGİZ AYTMATOV’UN TATAR DEDESİ KIRGIZ ÜLKESİNDE
Hamza Gabdulvaliyev’in 1880’li yıllarda Issık Göl civarlarına gelip yerleştiği ve orada uzun süre kaldığı birçok kişi tarafından anlatılmıştır. Bazıları onun Çin’e doğru giden bir kervana katıldığını yazsa da bazıları amcası İshak vasıtasıyla geldiğini yazmıştır. Ne olursa olsun şu bir gerçek ki 1880’li yılların başında Hamza Gabdulvaliyev, Issık Göl civarına Karakol çevresine gelip Ak-Su köyüne yerleşir. Bazı eserlerde Hamza, Ahmetgali ve Galiya adında üç kardeşin buraya geldiği söylenmektedir. Bazılarında ise Hamza’nın onları sonradan gelip aldığı yazmaktadır. Bir başkasında da onların yeni inşa edilen Karakol şehri civarına Hacı İshak tarafından getirildiği yazmaktadır. Hangisi doğru olursa olsun 19. yüzyılın sonunda Meçkere’nin üç Tatarı; Hamza, Ahmetgali ve Galiya Gabdulvaliyev, Karakol’da yaşamaya başlarlar ve kısa bir süre sonra şehrin en zengin ve en yüksek mertebeli kişileri hâline gelirler.
Burada biraz Kırgız ülkesinin o dönemdeki durumuna ve Karakol şehrinin tarihine de değinelim. 19. yüzyılın ortalarında Kırgız bölgesi artık Rusya’nın himayesine girer ve sınır boylarında askeri birlikler kurulmaya başlar. İpek yolunun kıyısından Çin’e giden kervancılar tam da Issık Göl çevrelerine gelip burada durup dinlenirlerdi. Bu yüzden Issık Göl’den uzak olmayan ve o bölgenin kuzeydoğu tarafına yerleşen Karakol şehri, Rus askerleri için de Tatar tüccarları için de çok uygun bir yer olmaktadır. 1 Temmuz 1869 yılında şehrin temelleri atılır ve Karakol Irmağı’nın civarına yerleştiği için bu şehre Karakol ismi verilir. Ama burada 1888 yılının sonbaharında ünlü seyyah Nikolay Prjivalskiy, tifodan ölünce kendi vasiyeti üzerine şehirden uzak olmayan Issık Göl boyuna gömüldüğü için Karakol’u Prjivalskiy diye adlandırmaya başlarlar. Böylece 1889 yılından 1992 yılına kadar şehir Prjivalskiy diye adlandırılır. Ondan sonra 1939 yıllarında bir ara tekrar Karakol olur, Prjivalskiy’nin ölümünün 100. yılında bu isme yeniden geçilir ve 1992 yılına kadar Prjivalskiy olarak adlandırılır. Ancak Kırgızistan bağımsızlığına kavuştuktan sonra Issık Göl boyundaki en büyük şehir yeniden Karakol diye adlandırılır ve bu adı bugün de korunmaktadır. Biz ise bu şehrin tarihiyle ilgili söz söylediğimizde şehir o dönemde hangi isimle adlandırılıyorsa burada da o şekilde adlandıracağız.
Elbette, Gabdulvaliyevler gelmeden önce de Karakol’da Tatarlar yaşamıştır. Onlar daha 18. yüzyılın başında bu çevrelerde ticaretle meşgul olmuşlar ve şehir kurulmaya başlayınca da buraya göç etmişler. Çar Hükümeti bu askerî şehirlerde sadece Rusların ve Hristiyan olanların yaşamasını şart koşmuş olsa da Tatarlar çok aktif olmuşlar, ticaret üzerinden buralara girmişler ve kendilerini çalışkanlıklarıyla da tanıtmışlar. “Türkistan bölgesinin idaresiyle ilgili yönetmeliğe göre (1866) Prjivalskiy şehrine sadece Rus ve Ortodokslar’ın yerleştirilmesi doğrultusunda yapılan uygulamaya rağmen Tatar ve Başkurtlar gelerek nüfuslarını çoğaltmışlardı. Gabdulvaliyevler, Rafikovlar, Süleymanovlar, Muhtarovlar ve diğerleri evler yapmışlar, mağazalar ve deri fabrikaları açmışlardı…” diye yazıyor Karakol’da Tatarların tarihini iyi araştıran Rinat Gabdulvaliyev (Gabdulvaliyev, 2013: 37).


Hamza Gabdulvaliyev, Moskova 1889

Tarihte bilindiği üzere, Tatarlar nereye gelip yerleşseler ilk iş olarak cami ve okul açarlar. Burada da böyle olmuş. 1868 yılında Tatarlar, Karakol’da cami inşa etmiş ve onun karşısına da okul açmışlar. Karakol’un övgüye değer sakini, ömür boyu eğitim alanında çalışmalar yapan millettaşımız Şamil İşmöhemmetov önemli bir toplantıda; “1868’de Karakol’a yerleşen Tatarlar büyük bir cami inşa ettiler. Kazan misyonerlerinin aynı yerde farklı milletlerden gelen çocuklara ve yetişkinlere Arapça okuttukları bir mektep açtıklarından bahsedelim.” demiştir (Nauçno-Praktiçeskaya… 2012: 21).
Hamza Gabdulvaliyev geldiğinde, Karakol’da artık iki yüzden fazla ev varmış. İlk başlarda evleri balçıktan yapmışlardır. 1887 yılındaki şiddetli bir depremden sonra Karakol’daki evleri ağaçtan yapmaya başlamışlar. Söylediğimiz üzere, 1897 yılında Rusya’da birinci nüfus sayım sonuçlarının Prjivalskiy-Karakol civarına ait asıl nüshası korunmamış ancak ortalama sayıları biliniyor. 1897 yılında Prjivalskiy şehrinde 8108 kişi yaşıyormuş, bunun yüzde 36’sını Ruslar, yüzde 27’sini Özbekler, yüzde 17’sini Kırgızlar, yüzde 11’ini Çinliler, yüzde 7’sini Tatarlar oluşturuyor. Tahmini olarak burada 600 Tatar bulunmaktadır. Diğerlerine göre sayıları epeyce az olsa da Tatarlar çok çabuk bir şekilde ticaret, zanaat, hafif sanayiyi ele geçirirler.
Issık Göl Devlet Üniversitesi Tarih Bölümü başkanı Jeniş Kerimkulov yukarıda zikredilen toplantıdaki konuşmasında; “Böylece 20. yüzyıldaki Karakol, Tatar kültür tabakası ve Tatar tüccarları sayesinde hızlı gelişen ve geleceği parlak olan sanayi merkezine dönüşür. Ayrıca Tatar azınlığı sayesinde uyanmakta olan Kırgız milleti ve devletinin kültürü, sanatı ve eğitim esaslarının büyük kısmının temeli atılmıştı.” demektedir (Estafita Pamyati: 17).
Hatıralardan elde ettiğimiz bilgilere göre, Hamza Gabdulvaliyev ilk önce Karakol’da başka tüccarlar için çalışmış, daha sonra kendi işini kurmuştur. Bizce, o kendi işini kurmayı bile düşünmemişti. Çünkü Hamza’nın kendisi de akrabaları da çevrenin tanınmış zengini İshak Hacı’nın himayesindeydi, onun “kanadı altında” yaşıyorlardı. İshak Hacı, Gabdulvaliyev ağabeyinin oğlu Hamza’yı baldızı Gazizebanu’yla evlendirir, muhtemelen hayatlarını devam ettirebilmeleri için onlara epeyce mal mülk de vermiştir. Genç aile 1886 yılında kurulmuş olmalı çünkü ilk çocukları Möhemmetcan 1887 yılında dünyaya gelmiş. Gazizebanu, Semipalatinski şehrinin tanınmışlarından Şahiyevlerinin kızıdır. O alçakgönüllülüğü, güzelliği, gençliği ve saflığıyla diğerlerinden ayrılmaktadır. Gözü yaşlı, ak yüzlü Nagime, annesinin dış görünüşünü de karakterini de davranışlarını da almıştır…
Hamza’nın diğer akrabaları da yeni yerlerde kendine göre denk birilerini bulurlar, Galiya, Karakol’un en zengini Gali Hacı Rafikov’la evlenir, Ahmetgali de zengin bir Tatar ailesinin kızıyla evlenir. Yine o zaman da kız isteyip razı edildikten sonra evlenilir, zengin, dindar, okumuş kişilerle aile kurulurmuş. Kardeş Gabdulvaliyevler, Issık Göl boylarında artık sağlam bir hayat kurmaya başlamış, dokuma fabrikası, tuhafiye çalıştırmış, çevredekilerle ticaret yapmışlar. Karakol’da birçok dükkân açmışlar, fabrikalar kurmuşlar, deniz gibi gölde vapurlar, gemiler yüzdürmüşler.
Hamza Gabdulvaliyev’in torunu Rinat Gabdulvaliyev, bundan 22 yıl önce Kırgızistan’da yayımladığı Hamza-Ded Cıngıza [Hamza, Cengiz’in Dedesi] adlı makalesinde “El işleri ve süs eşyaları, demirden yapılan ürünler, cilalar, boyalar, kıldan yapılmış ürünler Gabdulvaliyevler’e ait ticari merkezlerde satılırdı. Hamza’nın başarılı ticaret anlayışına şaşırabiliriz. Hayvancılıkla uğraşan Kırgızlarla dostluk ilişkilerini kurarak Karakol’un güney bölgesinde deri işleme fabrikasını açmıştır. Onun çıkardığı deri ürünleri şehirde, tüm bölgede hatta Merkezî Rusya’da satın alınırdı.”, diye yazar (Slova Kırgızistana, 9 Ekim 1993).
Gabdulvaliyevlere, Kazan’da kalan tüccarlar ve akraba çevresi de çok yardım eder. İshak Hacı’yla birlikte onlar Jidisu bölgesinde çalışkanlığını gösterir. Çin’le Moskova arasında ticaret elçisi rolünü üstlenir. Böylece Tatarlar, Avrupa’yla Asya arasında canlı bir köprü kurar, Avrasya düzlüklerine yeni bir ruh getirir. Tatarlara bugünkü sosyal eylemciler de itibar eder. 2012 yılının ekim ayında Karakol’da Tatarlarla ilgili yapılan bilimsel toplantıda Rossiyskiye Sooteçestvenniki Issık-Kulya [Issık Göl Rusya Vatandaşları] derneğinin başkanı Sergey Ustimov şöyle bir konuşma yapmıştır:
“Dil sorunu olmayan Tatarlar usta arabulucular olmuşlardır. Kendileriyle beraber Rusya’da yeni doğmakta olan kapitalist sınıf temsilcilerinin çalışkanlığı ve sağduyusunu da getirmişlerdir. Merkezi Rusya ve Avrupa’nın kültürel başarılarını getirerek sanayi ve el işleri üretiminde öncü olmuşlardır. Bundan ziyade Kırgız halkını aydınlatmayı kendilerine görev bilmişlerdir. Bunun için Tatarları saygıyla anıyoruz.” (Estafeta Pamyati: 46.)
Karakol; güzelliği, düzenliliği, yeşilliği, zenginliğiyle çevredeki diğer şehirlerden de ayrılmaktadır, bunda Tatarların payı çoktur. İki katlı evlerde ilk olarak Tatarlar yaşamaya başlar. O zaman Karakol’da 12 evin varlığı bilinmektedir. 1909 yılında Hamza Gabdulvaliyev’in geniş ailesi de iki katlı ağaç eve gelmişti. Onların Karakol’da birçok elma bahçesi de vardır, bu bölgenin halkına elma yetiştirmeyi Hamza Gabdulvaliyev öğretmiştir, diye söylerler. Belki, Cengiz Aytmatov Issık-Kulnin Kızıl Almaları [Issık Göl’ün Kızıl Elmaları] adlı eserini Tatar dedesinin anısına yazmıştır. Bu konuya Karakol’daki Issık Göl bölgesinin devlet arşiv müdürü Çınar Seydamatova da dikkat çeker, biraz önce bahsedilen ilmî toplantıda o şöyle bir konuşma yapar:
“Ben her zaman ünlü hemşehrimiz Cengiz Aytmatov’un öykülerinin yapraklarını heyecanla çevirdim. Hatta onların adları son derece kısa tarihî tezleri imgesel olarak seslendirmektedir; Ranniye Juravli [Erken Turnalar], Pervıy Uçitel [İlk Öğretmen], Krasnıye Yabloki İssık-Kulya [Issık Göl’ün Kızıl Elmaları], İ Dolşe Veka Dlitsya Den [Gün Uzar Yüzyıl Olur]… Bir de elmalar hakkında. Galiba yazar Issık Göl kıyısına bu elma türünü anne tarafından akrabaları olan Tatarların getirdiğini biliyordu. Karakol kıyısında onun dedesi Hamza Gabdulvaliyev ilk olarak güzel meyve bahçeleri oluşturdu ki bunlar R.T. Aytmatov ve onların ailesinin ve akrabalarının başka üyelerinin hatıralarında da zikredilmiştir (Estafeta Pamyati).
Cengiz Aytmatov da Karakol’daki Tatar dedesi hakkında hissettiklerini kaleme alır:
“Annem, Hamza Hasanoviç’in okumuş zengin tüccar ailesinde doğdu ve büyüdü. Bize annesi ve babasını, erkek ve kız kardeşlerini, güzel evlerini, elma bahçesini, Tanrı Dağlarının güzelliğini, Issık Göl’ün parlak güzelliğini sık sık anlatırdı.” (Cengiz Aytmatov. “Eve dönerken. Beyaz Düşler” filminden.)
20. yüzyılın başında Karakol-Prjivalski’de on binden fazla insan yaşamıştır, altmıştan fazla sanayi fabrikası çalışmaktadır, bunların çoğu da Tatarların elindedir. “1906 yılında 102 tüccardan 78’i Tatar’dır.” diye yazıyor Rinat Gabdulvaliyev yukarıda bahsedilen eserinde (Abdulvaliyev 2013: 37). Düşünün ki sadece bir şehirde 78 Tatar zengini! Hem de nasıl zenginler! Tatar bayı[4 - Tatar Türkçesinde bay zengin demektir. Aktarmada orijinal şekli korunmuştur (Aktaranın Notu).] Kerimov’un 20 iş öküzünü koşup iki ay boyunca Almanya’dan Karakol’a mekanik değirmen alıp getirmesi burada hâlen anlatılmaktadır. Genel olarak, Karakol’daki bütün değirmenlerin, tereyağı yapma, yün işleme binalarının, ayakkabı dikme atölyelerinin, deri işleme, sabun kaynatma sanayisinin, tahta kesim fabrikalarının sahibi Tatarlardır ki bunlar arasında kardeş Gabdulvaliyevler de bulunmaktadır. Bu konu hakkında yukarıda bahsedilen ilmî toplantıda Issık Göl bölgesi hükümetinin bölüm müdürü Narmetcan Taşbayev bakın neler söylemiş:


“Tatar iş adamları tarafından çok sayıda değirmen, tereyağı üretim tesisi, tohum öğütme tesisi, ayakkabı fabrikası, ayakkabı atölyesi, dükkân açılmıştı. Büyük yazarımız Cengiz Aytmatov’un dedesi Hamza Gabdulvaliyev birkaç dükkân zincirine sahip olmakla birlikte sabun üretimi ve deri tabaklaması işlerini de yürütürdü. Tatar tüccarları sayesinde Cargılçak köyünde kereste fabrikası kuruldu ve Issık Göl’de uzun yıllar boyunca yük taşıyan mavna ve şalıpa filosu açıldı. Tatar tüccarlarının kervanları dünyanın dört ucundan mal getirerek geleceğin kültür, millet ve devletler arası ilişkilerinin temelini atmışlardı.” (Estafeta Pamyati: 31)
Böylece Tatar zenginleri, Tatar tüccarları Karakol’da yerli ve hafif sanayiyi kurarlar, ana vatanlarından yani Kukmara bölgesinden alıp getirdikleri zanaatı burada da güçlendirip devam ettirirler. Bölgedeki bütün milletlere örnek olurlar.


Yukarıda zikredilen bilimsel sempozyumda felsefe bilimleri doktoru Jeniş Kerimkulov; “Eski zamanlardaki gibi sanayinin yanında zanaatçılık ve el üretimi gelişiyordu. Zanaat ürünlerinin büyük kısmını Tatarlar temin etmekteydi. Onlar kuyumcu, saatçi, marangoz, terzi, ayakkabıcı, at donanımı ustaları, silah (kılıç) ustaları, kalaycı, bakırcıydılar.
Genellikle Tatar asıllı olan Karakol tüccarları büyük mağazalar açtılar, ticari yerler ve dükkânlar inşa ettiler. Karavannaya sokağında ve bugünkü Toktogul’da, Petersburg tarzında dükkânlar açtılar. Şehrin merkezinde bir Ortodoks kilisesi vardı, onun yakınında Tatar camilerinin minareleri güneşte parlıyordu. Vali Hoca, Hamza Gabdulvaliyev, Fatih Süleymanov, Karimov gibi zengin tüccarların evleri güzel yapılardandı.” şeklinde bir konuşma yaptı (Estaeta Pamyati: 16.)
Tatar zenginleri, Karakol’da sadece ticaret işleri ve mal toplamayla meşgul olmamış, aynı zamanda dine, bilime, medeniyete de çok önem vermişlerdir. Söylediğimiz gibi, onlar buraya geldiklerinde ilk olarak cami ve medrese açmışlar. A.P. Yarkov’un Tatarı i Başkirı Kırgızstana (1996) [Kırgızistan’da Başkurtlar ve Tatarlar] kitabına dayanarak Rinat Gabdulvaliyev 20. yüzyılın başında Karakol’da üç caminin olduğunu yazmıştır (Abdulvaliyev 2013: 36). Bu camilerin biri, Dunganlarındır (İslam dinini kabul eden Çinliler), daha önce de dediğimiz gibi ilk camiyi Tatarlar 1868 yılında ikinci camiyi ise 1883 yılında inşa etmişlerdir. Karakol’da bize bu şekilde bilgi verildi. Biz o camiyi gördük ve onun tarihiyle ilgilendik. Karakol’un Tatulık [Dostluk] Tatar derneği yöneticisi, iki numaralı caminin mütevelli heyet başkanı Hacı Reşit Nasıybullin bize ayrıntılı bilgi de verdi:
“1883’te Kazan müftüsünün aldığı karara göre Kur’an’ı iyi bilen ve mescit inşaatında tecrübeli olan birkaç Tatar ailesi Orta Asya’ya, Issık Göl bölgesine gönderilmişti. Bunlardan bazıları Karakol şehrine yerleşti, diğerleri Tamga, Saru, Aksu köylerine yerleşti. Burada yerel halka Kur’an ve başka ilimleri öğretmeye başlamışlardı. Yerel halkın ve göçmenlerin ortak kararı doğrultusunda Karakol’da ilk cami yapıldı… İnşaata katılanlar Abdullayev (Gabdulvaliyev) Hamza, Malik Hoca, Fatih Hoca, Galimcan molla, İşmuhammedov Gaynetdin, Rafikovlar, Muhtarovlar, Nogayevler, Karimovlar, Bekmuhammedovlar, Hisamutdinovlar ailesiydi. İnşaatı yöneten Abdulla Başirov, mescitin imamı Muhtarulla Başirov idi.”

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/fevziye-bayramova/ana-cengiz-aytmatovun-anne-seceresi-69500089/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Udmurtlar Orta-İdil bölgesinin Fin-Ugor halklarından biridir (Aktaranın Notu).

2
Mariler de Udmurtlar gibi Orta-İdil bölgesinin Fin-Ugor halklarından biridir (Aktaranın Notu).

3
Gosudarstvennıy arhiv Kirovskoy Oblasti, f.176, op.2, d.1670, s.305-306.

4
Tatar Türkçesinde bay zengin demektir. Aktarmada orijinal şekli korunmuştur (Aktaranın Notu).
Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi Fevziye Bayramova
Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi

Fevziye Bayramova

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Ana – Cengiz Aytmatovun Anne Şeceresi, электронная книга автора Fevziye Bayramova на турецком языке, в жанре историческая литература

  • Добавить отзыв