Repressiya Dönemi Azerbaycan Dönemi Hüseyin Cavid

Repressiya Dönemi Azerbaycan Dönemi Hüseyin Cavid
Jale Babaşova Kastrati

JALE BABAŞOVA KASTRATİ
Repressiya Dönemi Azerbaycan Yazarı Hüseyin Cavid

Sevgili Babam Eyyar Babaşov’un Aziz Anısına


Kısaltmalar





Takdim

HÜSEYİN CAVİD ÜZERİNE AYRINTILI BİR ÇALIŞMA
Prof. Dr. Nurullah Çetin
Öncelikle şunu vurgulamakta fayda vardır. Milletler kültürleri, medeniyetleri, edebiyatları, sanatları ile millet olma katına ulaşırlar. Ayrıca milletlerin en büyük kahramanları da fikir, sanat, edebiyat ve kültür adamlarıdır. Türk milletini millet yapan temel harçlardan biri de çok zengin bir kültür, sanat ve edebiyat birikimine sahip olmasıdır. Biz “Türk milleti” ifadesini sadece Türkiye Türklüğü ile sınırlandırmıyoruz. “Türk milleti” deyince dünyanın her yerinde yaşayan Türkleri kastediyoruz. Bugün Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye olmak üzere yedi bağımsız Türk Devleti, onlarca özerk Türk Cumhuriyeti ve dünyanın her tarafına dağılmış 350 milyon Türk bulunmaktadır.
Bu çerçevede elinizde bulunan bu çalışma, bütün Dünya Türklerinin ortak bir edebî değeri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Öğrencim Jale Babaşova’nın Azerbaycan Türklüğünün olduğu kadar dünya Türklüğünün de önde gelen yazarları arasında yer alan Hüseyin Cavit hakkındaki bu eseri, Türkiye’de yapılmış en geniş araştırma ve inceleme çalışmasıdır. Yazar, Hüseyin Cavid’i hayatı, sanatı, eserleri bakımından çok yönlü olarak araştırmış ve incelemiştir. Hüseyin Cavid’le ilgili görülmesi gereken hemen hemen bütün kaynaklara gitmiş, elde ettiği bütün malzemeyi bilimsel bir bakış açısıyla değerlendirmiştir. Yazarın fikrî, siyasi ve edebî bütün yönlerini ayrı ayrı ama organik bir bütün olarak incelemiştir. Çalışma, sadece sıradan bir özgeçmiş çalışması değil, aynı zamanda Hüseyin Cavid ile Türkiye Türklerinin edebiyatçıları arasındaki etkileşime de yer vererek Cavid’in Dünya Türklüğü arasındaki katalizör işlevine de yer vermiştir. Bu çalışma göstermiştir ki, dünyanın her yerindeki Türkler, coğrafi farklılıklara rağmen birbirlerini takip etmekte ve birbirlerinden etkilenerek zenginleşmektedirler.
Yazar ayrıca Hüseyin Cavid’in nasıl bir siyasi, kültürel ve edebî ortam içinde yetiştiğini belirginleştirebilmek adına Azerbaycan Türk Edebiyatının tarihî gelişimini de vermiştir.
Jale Babaşova’yı bu eserinden dolayı kutluyor, bu çalışmanın buna benzer çalışmalara ilham vermesini diliyorum.

Giriş

HÜSEYİN CAVİD
Hüseyin Cavid; hayatı boyunca ve ortaya koyduğu sanatsal çalışmaları ile her ne kadar herhangi bir edebî hareket, topluluk ve akıma katılmayarak bağımsız bir şair ve dram yazarı olarak kalmışsa da kendinden önceki ve dönemindeki edebî hareket ve anlayışlarla etkileşim içinde olmuştur. Bu bakımdan onun genelde Azerbaycan ve Türk edebiyatındaki yeri ve özelde ise Azerbaycan şiirinde ve dramında yerini belirleyebilmek için XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başlarında Çarlık Rusyası, Sovyet Rusyası dönemindeki Azerbaycan’da toplumsal, siyasî ve kültürel olayları; aynı zamanda yazarın hayatının belli bir dönemini geçirdiği ve sanatçı kimliğinin şekil alıp, geliştiği XX. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi Türkiyesinde edebî ve siyasî olayların, bu dönemin karakteristik özelliklerini ana hatlarıyla ortaya koyup, Hüseyin Cavid’in sanatçı kişiliği ve eserleri üzerinde dönemin etkisini belirleyip, bu açıdan eserlerinin tahlilini vermeye çalışacağız. Amacımız Türk ve Azerbaycan edebiyatı tarihinin bir kısmını tekrarlamak değil, konumuzla bağlantısını vurgulamaktır.
XIX. yüzyılın başlarında Kafkasya ve Azerbaycan siyasî ve idari bakımdan tam bir kargaşa içerisindeydi. 19. yüzyılın başlarından itibaren Ruslar Kafkasya ve Azerbaycan’ı istila etmeye başladılar. Bu dönemde Azerbaycan topraklarında siyasî birlik sağlanmamıştı. Bölgede bağımsız “hanlıklar” şeklinde devletler vardı. Bunlar da kendi aralarında kavga ve savaş halindelerdi. Rusların Kafkasya ve Azerbaycan topraklarını istilaya başlamasına kendi menfaatlerine halel geleceği için İngiltere, Fransa da engel olmaya çalıştı. Fakat en büyük engeli İran yaptı. Çünkü İran’ın da bu topraklarda çıkarı vardı. 18 şubat 1828 tarihinde Ruslarla İranlılar arasında antlaşma gereğince Aras Nehri’nin kuzeyinde kalan Azerbaycan toprakları Ruslara bırakıldı. Hazar Denizi de tamamen Rusların kontrolüne geçti. Bu tarihten sonra Azerbaycan’da Ruslara karşı patlak veren birçok halk ayaklanması da ülkenin kaderini değiştiremedi. Böylece altı eyaletten oluşan ve merkezi “Tiflis” olan “Kafkasya Umumi Valiliği” askeri mahiyetteki bir Rus idaresi olarak kurulmuş oldu.
Tiflis şehri hem Rus idaresinin önemli bir askeri üssü hem de başşehir olarak hızla gelişmeye başladı. Rus işgali ile “Kafkasya ve Azerbaycan’da” modernleşme başladı. Tiflis; Rus ve dolayısıyla Avrupaî tesirlerin etrafa yayılmasında büyük rol oynuyordu. Azerbaycan ve Kafkasya’da açılan ilk Rus mektebi Tiflis’te açılmıştı. Fakat bu okulda yalnız zenginlerin çocukları okuyabiliyordu. Halktan birinin bu okulda okuması imkansızdı. 1819 yılında bu okulda okutulan derslerin yanına Azerbaycan Türkçesi- o zaman Rusların adlandırmasıyla- “Tatarca” da eklendi.
1830’dan sonra Ruslar tarafından Azerbaycan’da açılan resmi mekteplerin sayısı çoğalmaya başladı. Böyle okullar açmakta Rus hükümetinin amacı esasen yerli ahaliye ilkokul imkân sağlayarak Rusça öğretmek ve bu okullarda eğitim almış gençleri kendilerine sadık memur olarak yetiştirerek, gerektiğinde memuriyetlerde kullanmak gibi yararları göz önünde tutarak açmıştı.
Rusların “Ruslaştırma ve Rejimlerine Sadık Memurlar” yetiştirme siyaseti takip ettiği mekteplere halk çocuklarını göndermek istemiyordu. Bu bakımdan ilk yıllarda bu okullarda eğitim alan Müslüman öğrenci sayısı pek fazla değildi. Bu sebepler yüzünden bazı Azerbaycanlı ileri görüşlü aydınlar, serbest düşünceli din adamları, özel okullar açmaya başladılar. Özel okul açanların birçoğu İslam âlemindeki yenilikçi düşüncelerden, özellikle Türkiye’den, Avrupa’daki ilmî keşiflerden haberdar olan kimselerdi. Bu okullara “Usul-i Cedid” ismi veriliyordu. Türkiye, İran ve Irak gibi ülkelerde eğitim alıp gelmiş aydınlar evlerinin bir odasında ve bazen de durumları iyi olan aydınlar bir bina tutarak para karşılığında çocuklara eğitim veriyorlardı. İşte Hüseyin Cavid de böyle yeni usullü okullarda eğitim almıştı. İlk eğitimini medresede almış daha sonra buradan Usul-i Cedid okuluna geçerek eğitimine devam etmiştir. Bu dönemden itibaren yani XIX. yüzyılın II. yarısından sonra Azerbaycan’da yeni usullü okullarda eğitim alıp, Avrupa kültürü ve edebiyatı ile tanışmış bir kuşak yetiştirmekte idi. İşte XIX. yüzyılın sonunda “maarifçiler” denilen bu genç kuşak yeni usullü okullarda yetişmişlerdi. Bu genç kuşakla XIX. yüzyılın II. yarısından sonra cemiyetteki cehalete ve eğitimsizliğe karşı mücadele başlatıldı. Yenilik taraftarı aydınların çoğunun üzerinde Türkiye’deki yenilikçi aydınların ve Rusya’daki “Dekabristlarin”[1 - 14 Aralık 1825 tarihinde Çarlık Rusyasında yaşanan bir ayaklanmanın ismi.] büyük ölçüde etkisi vardır.
XIX. yüzyılın sonunda yetişen ve modern Azerbaycan edebiyatının doğuşunda etkin olan aydınların karakteristik özelliği hürriyetçi ve halkçı düşüncelere sahip olmaları idi. Rus istilasından sonra açılan okullarda yeni bilgiler öğrenip Rusça konuşabilen gençleri Rus memuriyetine ve askerî hizmete aldılar. Rus hükûmetine hizmete girmiş bu genç kesim kendilerine “reformist”[2 - yenilikçi] deyip Batı’yı ve Rus hayat tarzını kabul etmişti.
Diğer tarafta “reformist”lere karşı olup, Batı’yı ve Rus hayat tarzını tamamen reddeden aydınlar da var idiki, bunların çoğunluğu ilk eğitimlerini medreselerde dinî eğitim alarak başlamış; özellikle XIX. yüzyılın II. yarısından sonra da Türkiye, Mısır, İran’da ortaya çıkan siyasî olaylardan etkilenmiş, İslâmi ıslahatlara meyleden kesimdi. Özellikle XIX. yüzyılın sonlarında böyle düşünceli münevverlerin taraftarları Rusya Müslümanları arasında çoğaldı. Bu kesim “İslâmiAsrın İdrakine Göre Yorumlama” tezini savunuyordu. XIX. yüzyılın sonunda mevcut tezleri savunan her iki aydın kesimi de yerli, kendine “molla” diyen cahil medreseliler tarafından “kafir” olarak adlandırılmaktan kendilerini kurtaramadılar.
XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan tarihinde siyasî, içtimaî olayların yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. Rus kapitalizminin baskısı altında Bakü’de petrol sanayisi, gemicilik, ticaret ve başka alanlarda gelişmeler gözlenmekteydi. XIX. yüzyılın sonlarında Azerbaycan artık dünya, ticaret pazarına çıkmaya başlamıştı. Kafkasya’da özellikle petrol sanayisi yüzünden Azerbaycan’da sanayi bölgelerinde ve kuruluşlarında Rus kapitalistlerinin yanı sıra yabancı kapitalistler de yer almaya başladı. Kapitalistler Azerbaycan topraklarından daha çok pay alarak daha çok kazanmak için sanayiciler aralarında sendikalar kurarak ticaretin daha çok gelişmesini sağladılar.
Sanayinin ve ticaretin böyle bir hale gelmesine ve bir kesimin hızla zenginleşmesine karşın Azerbaycan’da geniş halk kitleleri derin ihtiyaç içinde yaşamaktaydı. Kapitalizmin yavaş yavaş kentlere nüfuz etmesiyle köyden kente göç başladı. Çarlık Rusyası’nda her ne kadar okullar açılsa da Rus hükûmeti halkın medeni inkişafını, büyük anlamda eğitilip uyanmasını istemiyordu. Hükûmet sadece izin verdiği, müsaade ettiği ölçüde halkın bilgilenip, eğitim alması taraftarı idi.
Bu dönemde Bakü’de büyük grevler olmuştur. İlk Burjuva Demokrasi İnkılabı (1905-1907) Rusya’da gerçekleşmiştir. Bu durum Rusya’daki bütün milletlerin siyasî hayata atılmasına sebep olmuştur. 1905 ihtilalinin büyük amacı Çarlık rejimini devirmek, demokratik bir cumhuriyet kurmaktı. 1905 olaylarının etkisi bütün Kafkasya’da olduğu gibi Azerbaycan’da da büyük ölçüde görülür. Rusya İmparatorluğu sınırları içerisinde kanlı bir ihtilal, büyük ayaklanmalar yaşanır. Tam hükûmet ihtilalle başedecekken I. Dünya Savaşı çıktı. Savaşın çıkması ile var olan siyasî ve sosyo-ekonomik sorunlar halkın durumunun daha da kötüleşmesine sebep oldu.
İhtilal, savaş ve ayaklanmaların ülke içinde ve dışında yaşanan çekişmeler Azerbaycan halkına verdiği zararın yanında getirdiği faydaları da vardır. 1905-1907 ihtilalleri döneminde ve sonrasında Azerbaycan’da kültür ve sanatın birçok alanlarında hızlı gelişmeler yaşandı. XX. yüzyılın başlarında Bakü, zengin bir sanayi şehri hâline gelmiş, ticaret gelişmiş, şehrin nüfusu artmış; hem Rusya’nın değişik yerlerinden hem de İran gibi İslâm ülkelerinden gelen, çoğunluğu işçi olan çeşitli meslekten insanların bir araya geldiği kozmopolit bir hüviyet kazanmıştı. XIX. yüzyılın ilk yarısında Rus İmparatorluğu’nda Kafkasya’da merkez Tiflis şehri ise de; XX. yüzyılın başlarında artık Kafkasya Umumi Valiliği’nin merkezi Tiflis’ten Bakü’ye geçti. Gazeteler artık Tiflis’te değil, Bakü’de basılmaya başladı. Şehir kısa zamanda Avrupaî bir hüviyet kazandı.
1905 ihtilalinden sonra Azerbaycan Türkçesi ile eğitim veren Azerbaycan Türklerinin edebiyatının eğitim ve öğretiminin yapıldığı okullar açılmaya başladı. Böyle okullar, halkiçinde büyük nüfuzu olan maarifçilerin teşebbüsü ile açılıyordu, burada öğretmenlik yapan kişiler de dönemin önemli edebî şahsiyetleri idi. Bu şahsiyetler sanat ve edebî faaliyetlerinin yanı sıra ülkede öğretmen eksiği olduğu için öğretmenlik de yapıyorlardı.
Bu dönemde güzel sanatlar ve tiyatro alanında da önemli gelişmeler olmuştur. Azerbaycan millî operasının öncüsü Üzeyir Hacıbeyli bu dönemin kültürel hayatında önemli bir yer tutmuştur. İlk Azerbaycan operasının yazılmasıda bu dönemde olur. “Leyli ve Mecnun” operası, 1908 yılında ilk kez sahnelenmiştir. Müslüm Makamayev, Cabbar Karyağdı, M. Sarablı gibi sanatçılar bu alanda önemli faaliyetler yapmış şahsiyetlerdir.
XIX. yüzyılın sonunda tiyatro alanında da canlanma yaşanmaya başlamıştı. İlk tiyatro binası 1858 yılında Şamahı’da yapılmıştı. Ama 1880 yılında Bakü’de hayırsever, maarifçi Zeynelabidin Tağiyev tarafından yaptırılan mükemmel bina, Azerbaycan tiyatrosunun gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Bu tiyatro binasını yine petrol zenginlerinden, hayırseverlerden İsmayılov’un yaptırdığı tiyatro binası takip eder. 1888 yılında ilk tiyatro topluluğu oluşturulur. 1906 yılında ise “Müslüman Dram Artistlerinin Şirketi” adıyla ilk profesyonel topluluk oluşturuldu. Bu toplulukların sayısı hızla artmaya başladı. XX. yüzyıldan itibaren bütün kültürel alanlarda olduğu gibi tiyatro alanında da hızlı bir gelişme yaşandı.
Bu dönemde resim, heykel ve halıcılık alanlarında da çalışmalar görülmüştür. Resim alanında dönemin en ünlü ismi Ezim Ezimzade’dir. 1906 senesinde yayımlanan Molla Nasrettin dergisinin Azerbaycan kültür ve edebiyat tarihinde yeri ve rolü tartışılmaz. “Molla Nasrettin” (Nasrettin Hoca) dergisinin karikatürlerini Ezim Ezimzade çiziyordu.
XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan edebiyatında edebî cereyanlar daha tesirli bir duruma gelmiştir. Halka ve onun özgürlük hareketlerine en çok yakın olan yazarlar realizm akımına mensup idiler. Realizm akımı demokrasi ve terakkiye eğilimli sanatçıları, yazarları birleştiren bir akım idi. Bu dönemde yaşanan siyasî olaylar nedeni ile Çarlık Rusyası’nın edebiyat ve sosyal hayat üzerindeki baskı ve sansürü kısmen azalmıştı. Bu sebepten dolayı, realizm akımı dönemin en önde gelen akımı oldu. Halkın karşı karşıya olduğu olaylar, yaşananlar realist edebiyatın ele aldığı en önemli ağırlıklı konulardı. Realist akımın en önemli temsilcileri bu dönemde Celil Memmedguluzade, Mirza Ali Akber Sabir, Ebdürrehim Hakverdiyev, Yusuf Vezir Çemen-zeminli gibi yazarlar idi.
1905-1907 yılları arasında Azerbaycan edebiyatında eleştirel realizmle beraber romantizm edebîakımı da görülür. Romantizm akımıyla beraber Azerbaycan edebiyatına bediî-edebî form yönünden yeni şekillerin girdiğini de görüyoruz. Romantik akımı takip eden edebiyatçılar epik ve dramatik şiirin yeni şekillerini yaratmışlardır. Bu sanatçılar; manzum ve nesirle yazılmış tiyatro oyunları, lirik, epik ve dramatik şiirler, romantik hikâyeler yazıyorlardı. Azerbaycan edebiyatında ilk manzum dramları, trajedileri, romantik akımı takip eden sanatçılar yazmıştır.
Azerbaycan edebiyatında Hüseyin Cavid; manzum trajedi, marş, sonet, şarkı gibi türlerin öncüsü olmuş, siyasî, sosyal olayları eserlerinde yansıtmış güçlü bir şair ve dram yazarı olarak tanınmıştır.
XX. yüzyılın ilk yılları 1906-1911 yılları arasında İran’da meşrutiyet hareketlerinin yaygınlaşması; 1908 yılında Türkiye’de meşrutiyetin ilan edilmesi Azerbaycan aydınları üzerinde derin izler bırakmıştır.
Meşrutiyetin ilk yıllarında İslâmcılık düşünceleri hem Türkiye’de hem de bütün İslam dünyasında çok hareketli ve cazip bir ortam bulmuştur. İran Meşrutiyeti’nin beklenen sonucu vermemesi, Türkiye’de İttihatçıların milleti hayal kırıklığına uğratmaları, Balkan Savaşları ve en nihayet Arap ülkelerindeki karışıklıklar Osmanlı Devleti’nin çöküşünü getirdiği gibi dünyadaki İslâmcılık hareketinin parlaklığını, cazibesini yitirmesine de sebep oldu.
II. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a tahsil veya herhangi bir sebeple gelip burada yaşayan, okuyan, çalışan veya siyasî faaliyetlerine devam eden Azerbaycan Türklerinden siyasî ve edebî şahsiyetler, Azerbaycan’a döndükten sonra da İstanbul’daki edebî ve siyasî ortamı takip ederek eserlerinde, faaliyetlerinde edindikleri tecrübe ve bilgileri ortak kültürü yansıtıyorlardı.
XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan aydınları Rusya’daki matbuatı Rusça ve farklı Türk lehçelerinde basılan gazete ve dergileri de bu lehçelerde takip ediyorlardı. Ayrıca, Türkiye, İran ve diğer İslam ülkelerindeki yayınları da temin edip okuyan Azerbaycan aydınları, bu ülkelerdeki çeşitli dergilere ve gazetelere de yazılar gönderiyorlardı.
XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan aydınlarının; dünyayı tanıma, uyanma, silkinip millî kimliğini arama bulma dönemidir. Bu dönemlerde Azerbaycan edebiyatı bir yandan Türkiye, diğer yandan da Rusya’daki edebî hareketlerin, siy siyasî asi gelişmelerin tesiri altındadır. Azerbaycan aydınları eskiden olduğu gibi İran-Fars edebiyatını takip etmeyi, örnek almayıbırakmışlardır. Hatta 1850’lerden sonra Ahundzade’nin eserleri ile ve Azerbaycan’da matbuat hayatının gelişmesine bağlı olarak daha ileri bir duruma gelmişler ve İran edebiyatını tesiri altına almış, ona yön göstermeye başlamışlardır. XX. yüzyılın başında Azerbaycan edebiyatı Türkiye’deki edebî, siyasî akımların etisi altındaydı.
Türkiye’de bu dönemde yeni gelişmeler vardı. Bu gelişmeler hem siyasî alanda hem de edebiyatta yoğun bir şekilde yaşanmaktaydı. Meşrutiyet’in ilanı, Abdülhamit dönemi, sansür, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün hızlanması, yaşanan savaşlar, fikir akımları ve yetişen yeni edebî şahsiyetler edebiyat ve tarih kitaplarında çokça çalışılmış ve araştırılmış bir dönemdir. Araştırmamızda bu dönem detayına inmeden Türkiye’deki bu olayların Azerbaycan edebiyatı ve edebiyatçıları üzerinde bıraktıkları etkiye yoğunlaşacağız.
XX. yüzyılın başında 1905 İhtilali Rusya’daki sansürün kısmen zayıfladığı bir dönemdir. Bu dönemden de Azerbaycan aydınları kardeş ülke olan Türkiye ile buradan meslektaşları ile yakınlaşmış daha yoğun bir ortamda paralel şekilde birbirlerinin çalışmalarını takip ederek faaliyet gösteriyorlardı. Başta İstanbul’daki aydınlar olmak üzere birçok kişi Rusya’daki Türklerin basınını takip ediyorlardı. Diğer yandan da orada çıkan, süreli yayınlara makaleler gönderiyorlardı. Türkiye’de çıkan süreli yayınların bir kısmı da Rusya’dakilerden sık sık alıntılar yapıyorlardı. Rusya’daki Türklerin Türk basınına doğrudan doğruya gönderdikleri mektuplar, yazılar, telifler halka sunuluyordu. Bu dönem tarihin hiçbir devrinde o zamana kadar görülmeyen Türk boyları arasında yakın kültür alışverişi başlamıştı. Bütün Türk dünyasında bu yaklaşmaların doğalbir neticesi olarak ortak temayüller oluştu. Bunlar arasında özellikle ortak bir Türk yazı dili yaratma teşebbüsü dikkati çeker. İstanbul’da Sırat-ı Müstakim, Türk Yurdu, Kadın; Bahçe Saray’da Tercüman; Bakü’de Fiyuzat, Şelale, İrşad, Açık Söz gibi süreli yayınlarda bu görüş açıkça desteklenmiştir.
Dildeki yakınlaşma ile birlikte edebî ve siyasî münasebetlerde de gelişme görülüyordu. Bu karşılıklı ilişkiler XX. yüzyılın çeyreğinde Azerbaycan edebiyatının Türkiye ile olan bağlantılarını güçlendirmiştir. O kadarki, Azerbaycanlı Abdulla Sur bazı kısımları el yazması halinde kalmış, bazıları kaybolmuş, çok az bir kısım ise basılmış Türk Edebiyatı Tarihi adlı eser yazmıştır. Namık Kemal, Şemsettin Sami, Abdul-hak Hamit, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem, Muallim Naci, Mehmet Akif, Mehmet Emin Yurdakul gibi Türk yazarların eserleri Azerbaycan’da okunuyor, basılıyor ve sahneleniyordu. Türkiye’de basılmış bazı ders kitapları Azerbaycan’da okutuluyor hatta bazı Türk gençleri Azerbaycan’a giderek burada öğretmenlik yapıyorlardı. Aynı şekilde Türkiye’ye giderek orada eserler veren eğitim alan Azerbaycanlı yazarlar ve gazeteciler de vardı. Mehmet Emin Resulzade, Ahmed Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali Bey,Yusuf Bey Vezirov, Hüseyin Cavid ve Mehemmed Hadi bunlara bir örnektir.
Bakü ve Tiflis’te neşredilen gazete ve dergiler Türkiye’ye yakınlık hususunda o kadar ileriye gitmiştir ki Füyuzat, Taze Füyuzat (Yeni Füyuzat), Şelale tamamen Türkiye Türkçesi ile neşerediliyor. “Hayat”, “İrşad” ve daha sonra bu gazeteleri takiben “Açık Söz” gazetesi de bu yazı diline çok yakın ve daha sade bir yol izleyerek neşrediliyordu. Bu gazeteler Türkiye’ninsiyasî ve kültürel mühiti ile yakın paralellikler gösteriyorlardı. Fakat Füyuzat, Yeni Füyuzat, Şelale dergilerinin dili tamamen Servet-i Fünun edebiyatının diliydi. Bu açıdan değerlendirildiğinde Azerbaycan Türkçesinin sadeleşmesini geciktirmiştir. Fakat Servet-i Fünun’un dili tıpkı Anadolu Türkçesinde olduğu gibi Azerbaycan Türkçesinde de edebî, siyasî, felsefî terimler bakımından zenginleştirmiştir. Bugün bile ortak kullandığımız birçok edebî-kültürel ve felsefî terimler o zaman Azerbaycan Türkçesine geçmiştir.
XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan edebiyatı şu üç büyük eğilimin etkisi altındaydı: Türkiye’ye bağlı Türkçülük akımının, Türkiye, İran ve diğer İslâm ülkelerinin etkisi ile İslamcılık akımının nihayet Rusya dolayısıyla çağdaş siyaset ve sosyal akımının. Ayrıca, 1920’li yıllara yaklaştıkça da Sovyet rejiminin baskısı ile sosyalist akımların etkisi de görülmektedir. Azerbaycan’ın 1920’lere kadar, Avrupa edebiyatını büyük ölçüde Türkiye kanalıyla takip ederek tanıdığını da unutmamak gerekir. Bu bakımdan XX. yüzyılın ilk çeyreğinde yazılan eserlerde bu üç eğilimin temsilcilerine de rastlanır. Fakat bunların hepsinin dışında bir edebî akım vardır ki mensupları Azerbaycan’ın o günlerdeki durumuna göre bütün bu eğilimin bir sentezini yaparak ülke için en doğru olan yolu seçmiş görünürler. Bu okul, Molla Nasrettinciler’dir. Molla Nasrettin, 1806 yılında Ömer Faik Nemanzade ve Celil Memmedguluzade tarafından çıkartılan siyasî, içtimaî, bir mizah dergisiydi. Kısa zamanda etrafında yazarları ve şairleri topladı. Dergi 1906-1918 yıllarında Tiflis’te kapatıldıktan sonra 1921 yılına kadar Tebriz’de 1922-1991 yılları arasında da Bakü’de çıkmıştır.
1917 senesinde Rusya’da Bolşevik İhtilali oldu. Rusya’nın boyunduruğu altında olan bütün halklarda bir özgürlük hareketi başladı. Çar rejimi devrildi, Rusya içinde bu bölgede yaşayan ayaklanan halklar özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını ilan ettiler. 28 mayıs 1918 tarihinde bu coğrafiyada ilk Türk cumhuriyeti kuruldu.
Türkiye’den gelen askerî yardımla Bakü’de, Bolşeviklerden kurtuldu ve Ziya Gökalp’ın “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırleşmek” ilkesi doğrultusunda tek partili bir hükûmet kuruldu. Azerbaycan Cumhuriyeti çok kısa bir süre ayakta durdu, ama kısa sürede çok şey yaptı. 27 Nisan 1920 tarihinde Bakü, Bolşevikler tarafından işgal edildi ve Sovyetler Birliğine dahil edildi.
1920’den sonra rejimin değişmesine bağlı olarak toplumun sosyal, siyasî ve edebî hayatı hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Buna bağlı olarak da insanların dünya görüşü sanat, edebiyat anlayışı yeniden şekillendi veya şekillendirildi. Yeni rejimin baskıcı olduğu ve kendi görüşünün dışında olanlara pek fazla hayat hakkı tanımak istemediği, özellikle 1937 yılında Stalin’in korkunç terörü ile iyice anlaşıldı.1920’den sonra sadece cemiyet hayatı değil yönetim şekli de değişti. Yönetimde bu tarihten itibaren Azerbaycan Türkleri geri çekildi, yerine Ermeni ve Ruslar yönetime alınmaya başlandı. Yöneticiler çok gaddar davranıyor; birçok bilim adamı, yazar, gazeteci, öğretmen represiya[3 - Kitlesel kıyım] kurbanı oldu. 1930’lardaki kollektifleştirme devrinde de halktan insanların binlercesi-yok edildi. Öyle bir diktatörlük kurulduki, halk herhangi bir şekilde devlete karşı sesini çıkaramaz hale geldi.
Böyle bir diktatörlük döneminde edebiyatın şaheserler yaratması sanat hayatının başarılar sağlanması beklenemezdi. Yazarlar 1920’den önce olduğu gibi serbest yazma hakkına sahip değillerdi. Resmî ideolojik görüşe uygun yazmak mecburiyeti vardı. Buna “Sosyalist Realizmi” adı verildi. Yeni bir toplumunda yeni bir edebiyata ihtiyaç vardı. Bu yeni edebiyat da “eski” yapıya, cemiyete, edebiyata saldırı ve “yeni”yi övmeye dayanıyordu.
Bölşevik görüşü açısından ele alınan konular; milletlerarası sorunları dünyanın çeşitli yerlerindeki sınıflararası çatışmaları, sömürgeler ve emperyalistler arasındaki mücadeleyi, halk hareketlerini, işçi ve köylü olaylarını “enternasyonalizmi”, “dünyada barış”, “dünya sosyalistlerinin birliği”, “hümanizm” adında çıkmış olan çeşitli eserlerde işlenmiştir. Bu konuyla ilgili bazıları o kadar aşırı davrandıki zaman zaman millî edebiyat ve dil inkâr edildi. Rus dili “Lenin”in dili”, “komünist dünyasının dili”, Rus edebiyatı ise “emekçinin, işçinin, inkilabın edebiyatı” olarak yüceltildi. Azerbaycan edebiyatının görevi ise “Büyük Kardeş olan Rusların” edebiyatını örnek almaktı. 1930’lardan itibaren Komünist Partisi tarafından yayımlanan yazarlara yönelik “sosyalizmi dolgun ve çok yönlü bir şekilde aksettiren emekçilere sosyalizm kuruculuğu işine sadakat ruhu aşılayan, derin anlamlı eserler yaratmayı” tavsiye ediyordu.[4 - M. Qasımlı, Azerbaycan Türklerinin Millî Mücadele Tarihi, İstanbul, 2006, s. 48.]
Kısaca çerçevesini çizmeye çalıştığımız bu görüşler içerisinde yazıp, eserler vermek zorunda kalan 1920’den önceki devirde olgun eserler yazmış sanatçılar değişik yollar izlemek zorunda kaldılar.
Dönem yazarlarının bir kısmı sustu, diğer bir kesimi küçük vazife alıp kenara çekilmeyi tercih etti. Bir kısım yazarlar da yeni devire ayak uydurmaya çalışarak istenilen tarzda ve konuda eserler yazmayı denediler. 1920’den önce eserler vermiş sosyal demokrat görüşlü kimseler ise pek fazla zorlanmadan yeni devrin değerlerine uygun eserler kaleme almaya başladılar. Her şeye rağmen kendi bildiği yolda gitmeye inandığı ölçüler içinde eserler vermeye çalışanlarda yok değildi. Böyle şahsiyetlere Hüseyin Cavid örnektir. Hakverdiyev, Cafer Cabbarlı, Celil Memmedguluzade, Yusuf Vezir Çemenzeminli, Abdullah Şaik gibiler ise kendi şahsiyetlerini koruyarak hem yeni devre hem de zevk ve görüşlerine uygun tonda eserler yaratmaya çalıştılar. Bir kısmı başarabildi bir kısmı da Stalin’in terör devrinde hayatını kaybetti.
Yeni yetişen gençler sosyalist değerlere samimi olarak inanmış veya partinin gözüne girmeğe can atıyorlardı. Yönetim tarafından teşvik edilen bir kısım genç yazarlar, yaşlı nesli çeşitli yönlerle aşağılayarak, eleştirerek onları zor durumda bıraktılar. Bu sert mücadele zemini 1937 yıllara doğru öyle bir şekil aldı ki, kimse korktuğundan bir şey yazamaz oldu. Yazılanlarda parti kararlarının siyasî ve ideolojik sloganların sınırlarından dışarı çıkamadı.
Bu dönemde yazarlar çözüm yolu olarak, tarihî konuları uzak ülkelerde cereyan eden hadiseleri ele alarak çalışmaya başladılar. Bu da sansürlü dönemlerde sanatçıların sık sık başvurdukları bir kaçış yolu idi.
Bu dönemi de genelleyecek olursak mevzu olarak 1920’den yeni Sovyet hâkimiyeti kurulmadan önceki Azerbaycan ele alınır; köylülerin, işçilerin, genç aydınların zor şartlarda yaşaması; zenginlerin, cahil ve fanatik kimselerin burjuva kesimin, beylerin sömürüsü anlatılır. Sonra da Sovyet rejimi bir kurtarıcı olarak emekçilere, işçilere yardıma yetişir ve emekçilerin, işçilerin ilerleyip kalkınma dönemine girmesi tasvir edilir. Bu konularda yazmayan, yazmamaya devam eden ve rejimden önceki edebî faaliyetlerinde de millî görüşlü olan yazar ve sanatçılarımız çeşitli iftira ve suçlarla “Stalin Terörü” yıllarında ya Sibirya gibi uzak yerlere sürgün edildiler ya da kurşuna dizildiler. Bu politika Rusya devletinin aydınları temizleme politikası idi. Şöyleki kendisi için devletçiliği, rejimi için tehlike arz eden aydınları temizleyip kendilerine sadık, rejimlerini tehlikeye sokmayacak, onlar için çalışan yazarlarla yollarına devam ettiler. Bu olay aynı zamanda Rusya sınırlarında yaşayan önemli bilim insanlarının, aydınların temizlenmesi idi.
II. Dünya Savaşı yıllarında (1941-1946) artık etnik temizlenme yapılmıştı ve bu dönem, Rusya sınırları içinde yaşayan halklar için savaşın getirdiği sıkıntıların yanı sıra zor bir dönem idi. Bu dönemde yazar tarafından ele alınan konular, “İnkilap”tan savaşa, savaşın zorluklarına, zaferlerin zorluklarını anlatmayla geçer. Bu yıllarda eserler daha çok halka güven ve cesaret vermek için yazılmıştır. Bu tür eserler hikâye, roman ve tiyatro türlerinin imkanlarını zorladı. 1960’lı yıllara kadar sansür ve baskı devam etti. Savaş yıllarında çıkan zorluklar savaştan sonra rejimin baskısıda kısmen azalır. Stalin’in ölümünden sonra ortam biraz daha özgürleşir sanat eserlerinin üzerindeki ve toplumdaki sansür gözle görülür düzeyde hafifler.
İşte Hüseyin Cavid, böyle zor bir dönemin yetiştirdiği, devrinin en meşhur şair ve dram yazarıdır. Yazar hem sanatçı kişiliği, hem de karakteri ve sanat eserleriyle Azerbaycan halkının gönlünde taht kurmuştur. Önce İran, daha sonra Türkiye’de İstanbul’da Darülfunun’da eğitim almıştır. Büyük Türk yazarlarının ve felsefecilerinin derslerini dinleyerek kendini, sanatçı kişiliğini daima geliştirmiş Azerbaycan edebiyatının büyük yazarlarından biridir.
Romantik bir şair olmasına rağmen eserlerinde realizm eğilimleri de güçlüdür. Şiirlerinde Abdulhak Hamid, Rıza Tevfik ve Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy’un tesirleri görülür. Dili Türkiye Türkçesine çok yakın ve sadedir. Devrinin siyasî, içtimaî durumu, Rus emperyalizm, yazarı zaman zaman içe kapanklığa çekmiştir. O dönemde Azerbaycan’da yetişen birçok aydın üzerinde Rus edebiyatının etkisi görülür. Fakat Cavid’de bu yoktur. Ölünceye kadar da üzerinde Rus edebiyatının etkisi görülmez. Azerbaycan kültürünün kökü olarak kabul ettiği Türk-İslâm dünyasının manevî değerlerinden ve kültürlerinden uzaklaşmadı. 1920’den sonra yaratıcılığında Sovyet devletinin bütün baskılarına rağmen “sosyalist realizm” anlayışının ürünü “güdümlü edebiyat” örneği sayılan eserler yazmadı. Sanat görüşünden, dünya görüşünden taviz vermedi ve baskılara boyun eğmedi. Bunun için de ölüme gitti. Sürüldüğü Sibirya’da vefat etti.
Bu dönemde Hüseyin Cavid’in de içinde bulunduğu Ahmet Cavad, Mikayıl Müşfik, Cafer Cabbarlı, Muhammed Hadi gibi bir kısım şair ve yazarların öncülüğündeTürk Milletinin kültür ve edebiyat birikiminin bir bütün olduğu, tarihi dönemlerin ve siyasî değişimlerin bu bütünlüğü bölemeyeceği gerçeğinden hareketle geleneksel kültür, sanat ve edebiyatla bağını koparmamış, onlarla beslenmiş bir edebî topluluk oluşmuştur.
Bu genel girişten sonra Hüseyin Cavid’in Azerbaycan edebiyatı tarihindeki yerini, onun sanatının biçim ve içerik özelliklerinin ayrıntılarını ve Türkiye edebiyatı ile etkileşimlerini incelemeye çalışacağız.

Birinci Bölüm
Heyhat!.. Ortalığı zulmetler aldı,
Ölüm yarı yardan aralı saldı.
Hasretler içinde ruhum bunaldı,
Kanattı gönlümü hain tırnaklar.
    (Azer)


BİRİNCİ BÖLÜM
HÜSEYİN CAVİD’İN HAYATI, SOSYAL VE PSİKOLOJİK DÜNYASI

1.1. HÜSEYİN CAVİD’İN HAYATI
Rasizade Hüseyin Cavid, 24 Ekim 1882 tarihinde Azerbaycan’ın Nahçıvan şehrinin, Şahtahtı köyünde doğdu. Nahçivan, o devirde Azerbaycan’ın kültür ve ticaret merkezlerinden biri olup, Cenubi (Güney) Azerbaycan ile Şimali (Kuzey) Azerbaycan arasında önemli irtibat noktası idi. Bunun yanı sıra Nahçivan,o dönem Azerbaycan’ın da dinî muhafazakârlığını ağır bir şekilde yaşandığı şehirlerden biriydi.[5 - M. H. Türkekul, Azerbaycan Türk Şairi Hüseyin Cavit, İstanbul, 1963, s. 7.]Dedesi Meşhedi Guluçiftçilikle uğraşmıştır. Meşhedi Gulu’nun dört oğlu var idi:

1- Meşhedi Ennağı
2- Meşhedi Tağı
3- Kerbelayi Mirzalı
4- Hacı Molla Abdullah
Cavid’in babası Hacı Molla Abdullah, 1843 yılında Şah-tahtı köyünde doğdu. Molla Abdullah din adamı idi, ama bunun yanı sıra güzel şiir okuması ve güzel sesiyle de çevresinde ün yapmıştı. Sesinden dolayı onu sık sık Bakü, Şamahı, Gence, Nuha, Erivan ve Güney Azerbaycan’a davet ediyorlardı. 1877 yılında Şahtahtı’dan Nahçivan’a taşınmıştır. Hacı Molla Abdullah iki evlilik yapmıştır. Rasizadeler sekiz kardeştirler: Beşierkek ve üçü kızdır.1877 yılına kadar Molla Abdullah’ın eşi Ümmi Leyla’dan kızları; Fatime, Hurşid, Ümmi Selime; Nahçıvan’a taşındıktan sonra ise Muhammed, Hüseyin, Ali Rıza isimli çocukları olmuştur. İkinci eşi olan Şamahılı Töfhe’den ise; Ahmet ve Ali Asker isimli çocukları doğmuştur.
Bazı kaynaklarda Molla Abdullah’ın ilk karısı olarak Şamahılı Töfhe geçiyor, ama Hüseyin Cavid’in kızı Turan Hanım’ın verdiği bilgilere esasen Molla Abdullah’ın ilk karısı Hüseyin Cavid’in annesidir.[6 - A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s. 8.]
1877 yılında Nahçıvan’a taşınan Molla Abdullah’ın ailesi şimdi kurumuş olan Bazar Nehri’nin sahilinde yer alan Alihan mahallesine yerleşmişlerdir. Hüseyin Cavid, 24 Ekim 1882 tarihinde Nahçıvan’da bu evde doğdu ve günümüzde de Hüseyin Cavid’in makberi o dönemde Bazar Nehri’nin aktığı yerde inşa edildi.
Alihan mahallesinin özel bir yanı daha vardır. O zamanlarda bu mahallede tarikat ve tekkelerde mevcuttur XX. yüzyılın başlangıcında Ali Bey Hüseyinzade’nin “Hali Vatan” şiirlerini söyleyen dervişlerin tekkeside bu mahallede idi.
Rasizade kardeşlerinin hikâyesi de ilginçtir. Hüseyin Cavid’in küçük kardeşi Ali Rıza 1923 yılında tedavisi için Bakü’de “vodyanka”[7 - vücudun su toplaması.]hastalığından vefat eder.
Babasının ikinci evliliğinden olan kardeşi Ali Asker’de erken yaşta dünyasını değiştirmiştir.
Molla Abdullah’ın güzel sesi ve bilgili olması evlatlarına da yansımıştır. Molla Abdullah’ın evlatları, Şeyh Muhammed ve Ahmet dedelerinin güzel sesini, Hüseyin ise şiir tutkusunu miras edinmiştir.
Hacı Molla Abdullah ve ağabeyi Şeyh Muhammed din adamıydı. Cavid’in ağabeyi Şeyh Muhammed iki evlilik yapmıştır. İlk eşi Banu’dan; Zehra, Tahir, ikinci eşi Zerri Maksut kızından ise; Rana, Hamid, Yasir, Gövher doğmuştur.
Ablası Fatma Hanım’ın evlatları: Seher ve Hacı Süleyman’dır.
Kızı Hurşid’in evlatları: Kazım, Sitare ve Abbas’tır. Diğer kızı Ümmi Selime’nin evlatları ise Saltanat ve Rübabe’dir. Hacı Molla Ahmet’in evlatları ise: Aziz ve Hanım’dır.
1923’de vefat eden Ali Rıza’nın oğlunun adı ise Şamil’dir. Hüseyin Cavid’in çocukluğu Nahçıvan’da o dönem Rus baskısına rağmen tekkelerin, tarikatların ve dinin en yoğun yaşandığı bir yerde geçmiştir.
Hüseyin Cavid çocukluğunda, çok yaramaz ve hiperaktif bir çocukmuş. Şöyle ki, komşu kadınlar Hüseyin’in okula kaydı yaptırılınca “Hiç olmazsa çocuklarımız birkaç saat dinlenmiş olurlar” demişler. Sessiz ve sakin olduğu vakitlerde annesi Hüseyin’i şöyle severmiş:
“Hey kara Hüseyin,Gök Hüseyin, Çocukları döv Hüseyin”.[8 - A. Turan, a. g. e., s.10.]

1.2. HÜSEYİN CAVİD’İN ÖĞRENİM HAYATI
Babası Hacı Molla Abdullah ve ağabeyi Şeyh Muhammed din adamıydı. Hüseyin’i de kendileri gibi yetiştirmek istiyordu. Bu sebepten de ilk tahsiline Hüseyin Cavid’i Türkiye’deki medreselere eşdeğer olan Mollahane’ye kaydettirdiler.
Hüseyin Cavid ağabeyinden Arapça’yı ve dinî ilimler öğrendi. Ama Mollahane’deki dersler yazarın ilgisini çekmiyordu. Daha mollahanedeki yıllarında ilk şiirini yazmıştır. Hüseyin’in ilk şiir deneyimi mollahanede sınıf arkadaşına yazdığı şu küçük parçadan ibarettir:
Gettim gördüm mescitte bir kişi,
Kürkü yırtılıp, xarabdır işi.
Saggalı ağarıb, yavşana benzer,
Sırtıg nevesi yanında dovşana benzer.
Gittim gördüm camide bir adam
Kürkü yırtılmış, bozuktur işi.
Sakalı kırlaşmış yavşana benzer,
Yüzsüz torunu yanında tavşana benzer.[9 - A. Turan, a. g. e., s. 15.]
1894 senesine kadar tam altı sene mollahanedeki eğitimine devam eder. Bunun yanı sıra babası mersiyehanlığı[10 - Mersiyehanlık: ağıt söylemek] ona sevdirmek amacıyla küçük Hüseyin’i kendisinin davetli olduğu meclislere götürür. Fakat “ruhi yapı itibarı ile din ve dinî taassuptan hoşlanmayan Hüseyin Cavid”[11 - M. H. Türkekul, Azerbaycan Türk Şairi Hüseyin Cavit, İstanbul, 1963, s.7.]mersiyehanlıktan ve buradaki eğitimden sıkılır,bir yandan dahocadan azar duyduğu için medresedeki eğitiminden de soğur. Bu dönemde Nahçivan dinî taassubun merkezi olmakla beraber, burada açık fikirli, yeni usulleeğitim terbiye taraftarlarıda az değildir. O zaman Nahçivan’ın yenilik taraftarı ve açık fikirli adamlarından Seyit Azim Şirvani’nin Şamahı’da esaslarını koyduğu Usul-i Cedid Mektebi’nin aynısı olan ve o devrin ileri görüşlü insanlarının çocuklarını gönderdikleri, oldukça tutulan “Mekteb- i Terbiye” adıyla bir okul açmışlardı. Azerbaycan’ın Kültür tarihinde Usul-i Cedid Mektebi’nden az rol oynamamış bu mektebin teşkilatçısı ve başöğretmeni dönemin tanınmış edip ve şairi Muhammed Tağı Sıdkı idi.
Birkaç arkadaşının teşviki ile Cavid, 14 yaşında iken, mollahaneden kaçıp, babası Hacı Molla Abdullah’tan izinsiz, Muhammed Tağı Sıdkı’nın müdürlüğünü yaptığı “yeni usulle” ders anlatılan ve Nahçıvan’da da ünlü olan Rus-Tatar (Azeri) mektebi Mekteb-i Terbiye’ye kaydoldu. Hüseyin Cavid, Fars ve Türk edebiyatlarına dair ilk bilgileri de burada edindi aynı zamanda da Rus, Fars, Türk dillerini de burada öğrendi. Cavid’in bilime ve eğitime olanilgisini,derin müşahede yeteneğini, şairlik istidadını ona öğretmenlik yapan hocası Muhammed Tağı Sıdkı farketmiş ve öğrencisini yeteneği doğrultusunda doğru yola yönlendirmekte de geç kalmamıştır. Fakat bir müddet sonra babası Hacı Molla Abdullah, Cavid’in medresedeki eğitimini bıraktığını duyunca onun okula gitmesini yasaklamıştır. Cavid, meseleyi hocası Muhammed Tağı Sıdkı’ya anlatmıştır. Hocası Muhammed Teğı Sıdkı, Cavid gibi yetenekli öğrencisini kaybetmek istemezve babasıyla onu ikna etmek için birkaç kez konuşur, ama babası kararını değiştirmez. Durumu böyle gören Taği Sıdkı, Hüseyin’in babasıyla konuşması ve onu ikna etmeleri için aracılar bulur. Bunlardan yalnızca o dönemde ilçe yönetimini yapan ve “naçalnik”[12 - Rusça’dan kalma bir kelime. Devlet memuru, müdürü.]denen devlet memuru Molla Abdullah ile konuşması işe yarar, onu ikna eder. Böylece Nahçivan naçalniki, Cavid’in babasıyla konuşur, bireğitimciolarak oğlunu okula göndermemesinden dolayı hayal kırıklığına uğradığını ve kendisine kırıldığını söylemesi üzerine Molla Abdullah inadından vaz geçer. O dönemde de ilçe yönetimini yapan “naçalnik”ler ahali içinde saygı görüyorlardı. Bundan dolayı da oğlu Hüseyin Cavid’in Mekteb-i Terbiye’ye geri dönmesine izin verir. Bu okula kayıt yaptırmakla yazarın gelecek hayat çizgisi de belirlenmiş olur. Eğer bu okula kayıt yaptırmasaydı belki Cavid de babası ve ağabeyi gibi “gazelhan”[13 - Özel toplantılarda, düğünlerde şiir söyleyen kişi.] şair veya molla olacaktı. Mekteb-i Terbiye’de eğitim aldığı senelerde hocası Tağı Sıdkı, her fırsatta sevimli talebesiyle ilgileniyor, onu şiir yazmaya teşvik ediyor, şiir sanatının sırlarını öğretiyor ve Türkçe yazmasına özellikle dikkat gösteriyordu. Huseyin Cavid’de millî hislerin oluşumu, Türklük şuurunun filizlenmesi hocası Sıdkı sayesinde olmuştur. Cavid’in ona hocalık yapmış Taği Sıdkı’yla ve Kurbanali Şerifov’la da hoca öğrenci ilişkileri zamanla sıkı arkadaşlığa geçer ve okul bittikten sonra da devam eder.[14 - A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s.10.]1898 yılında Mekteb-i Terbiye’de dört sene eğitim aldıktan sonra buradan başarıyla mezun olur. Yazarın hayatıyla ilgili farklı kaynaklarda tarihlerle ve bazı olaylarla ilgili çelişkiler vardır. Mesela Mekteb-i Terbiye’ ye 1894’te değil de 1896 yılında kayıt yaptırıp burada sadece iki sene okuduğunu 1898’de mezun olduğunu görebiliriz. Ama biz araştırmamızda yazarın mektuplarını ve aile bireylerinin hatıralarını esas alarak kıyaslama yaptığımızda tespit ettikleri; yazarın 1894’te okula kayıt yaptırıp dört sene eğitim aldıktan sonra mezun olduğu hususyazarın ev müzesinde korunan evrak ile de sabittir. Cavid’in mezuniyet yılı ve bu okuldaki eğitim süresi 21 Mart 1938 tarihinde hapsedildiği zaman soruşturma amirine verdiği bilgilerle de tutarlıdır.[15 - İ. Atilla, Hüseyin Cavit, Mert Olun Mert Ölün, Bakü, 2010, s.12.]
Hüseyin Cavid Mekteb-i Terbiye’yi bitirdikten sonra eğitimini sürdürmek isterken gözlerinden rahatsızlanmıştır. Babası Abdullah Efendi, zaten oğlunundinî eğitim almasını istiyordu. Gözlerinin rahatsızlanmasıyla babası tarafından, hem gözlerini tedavi ettirmek hem de dinî tahsilini sürdürmesi arzusuyla Cavid’i o dönemde Tebriz’de Talibiyye Medresesi’nde eğitim almakta olan ağabeyi Muhammed Rasizade’nin yanına gönderdi. Ancak babasının bu girişimi yeni usul okulu bitiren Hüseyin Cavid’in tekrar dinî eğitime dönmesini mümkün kılmadı. Cavid’in Tebriz’e gitme tarihi kesin olarak bilinmese de 1898 veya 1899 yılında gittiği muhakkaktır.[16 - M. H. Türkekul, Azerbaycan Türk Şairi Hüseyin Cavit, İstanbul, 1963, s. 8.]Tedaviden sonra birkaç yıl Tebriz’de kalan Ca-vid medreseye kayıt yaptırmış ve burada 6-7 sene kalmıştır.
1901-1903 yıllarında Cavid, Tebriz’de “Talibiyye” medresesinde eğitim almıştır. Talibiyye’de eğitim aldığı süreçte temellerini Nahçivan’ da attığı Farsça ve Arapça lisanlarını ilerletmiş, bundan başka klasik şark edebiyatı ve felsefesini de öğrenmiştir.
Cavid, Arapça’nın grameri ile ilgili;“Emsile”, “Şerhi Evamil”, Hafız’ın çağdaşı Mir Seyid Şerif Corca’nın “Serfi Mir” eserlerini okumuştur.
Tebriz’deyken Cavid,“Nasiri”, “Ettila” gazeteleri aracılığıyla basın hayatını da sürdürmüştür. Bu arada şiddetli göz ağrıları nedeniyle bir dönem eğitimine ara vermiş ve bu dönemde de ticaretle uğraşmış, iyileştikten sonra tekrar eğitimine devam etmiştir. Cavid’in kalem arkadaşlarından Abdullah Şaik hatıralarında bu dönemi şöyle anlatıyor:
“Mersiyehanlıgdan yakasını gurtardıgdan sonra büyük gardaşının yanına Tebriz’e getmiş, orada Farsça, Erebce (Arapça) okumaya başlamıştı. Bu arada şiddetli göz ağrısına tutulduğundan tehsilden el çekip halça (halı), palaz(kilim) ticaretine başlamıştı”.[17 - Abdullah Şaik, Hatıralarım, Bakü, 1961, s. 12.]
1903–1904 yıllarında medrese eğitiminin bitmesine rağmen Tebriz’den Urmiye’ye geçmiş ve Tebriz’de başladığı gözünün tedavisini orada devam ettirmiştir. Cavid’in Urmiye’de yaşadığı dönemki hatıralarında dikkatimizi çeken şöyle bir not vardır:
“Lakin binlerce kez teessüf olsun ki İngiliz ve Rus kiliseleri zillerinin gürültüsü, içine dönük Müslümanların ve İranlıların ezan sesini bastırıyordu. Onların Müslüman toplumuna, İslâm âlemine katiyen saygıları yoktur… Şehrin güzel olan bütün semtleri “Dilgüşa” bahçesi bile İngilizler tarafından satın alınmıştır. Bu sahalarda güzel evler, hastaneler, okullar yapılmış, kiliseye benzer önemli yapıtlar yapmışlar.”[18 - M. Cavid, Cavid Hakkında Hafızamda Kalanlar, Hzl: Turan Cavid, Bakü, 2005, s.13.]Bu konu Hüseyin Cavid’i o kadar etkilemiş ki, sonralar “Azer”manzum dramında da Urmiye civarındaki Afşar kabilesinden olan Kör Neyzen prototipi vasıtasıyla yeniden Urmiye konusunu ele almıştır.
Hüseyin Cavid’in eğitim ve tedavisi için bulunduğu üç önemli ülke onun dünya görüşünü belirlemiş, sanatçı kimliğinin oluşmasında ve sanatının temel prensiplerinin de oluşmasında etken olmuştur. Bu şehirlerden ilki yazarın doğup büyüdüğü iki istilacı kuvvetin İran ve Çar Rusyası’nın menfaatlerinin çarpışma noktasında yerleşen Nahçivan, ikincisi istilacı Farsların zulmü altında olan kendi öz toprakları Tebriz ve en nihayet Cavid’i Cavid yapan şehir kardeş ülke Türkiye’de İstanbul olmuştur. Cavid’in eğitim hayatındaki son evre ve hem de sanatçı kimliğinin son şeklini almasına etken olan şekillendiren dönem Türkiye’de İstanbul’da yaşadığı günler olmuştur.

1.3. HÜSEYİN CAVİD’İN İSTANBUL DÖNEMİ
Hüseyin Cavid’in hayatında dönüm noktası 1903 yılında Turkiye’ye (İstanbul’a) gelmesiyle başlar. Bazı yazarlar Hüseyin’i Cavid’leştiren şehrin İstanbul olduğunu yazıyorlar. 1905-1909 yılları yazarın hayatında önemli bir dönemdir. İstanbul, yazarın burada bulunduğu edebî ortam onun fikrî ve edebî yönden gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir.
Hüseyin Cavid Güney Azerbaycan’da 1903 yılının Mayıs ayına kadar kalmıştır. Buradan Nahcivan’a geçmiş kısa bir süre sonra da yüksek eğitimine devam etmek için Türkiye’ye İstanbul’a gelmiştir. Fakat burada ağır hastalandığından 1904 yılında Nahçivan’a geri dönmüş bir süre burada kalıp iyileştikten sonra Hüseyin Cavid Bakü’ye gitmiştir. 20 Mayıs 1905 tarihinde Türkiye’ye, 22 Mayısta da İstanbul’a gelir Cavid, kendi hatıralarında İstanbul’a gelişini şöyle anlatır: “Ayın 20’sinde sabah vapurumuz Trabzon’a yanaştı… Sonuncu İskele ki, Anadolu’dan ibarettir 3 saat oraya yanaşıp, sonra bir buçuk gün- 36 saat yol gelip gece üç buçukta İstanbul’un boğazına girdik. Ele ki (öyle ki) sübh açıldı. Temaşa ettik. Boğaz ne boğaz… Allah zeval vermesin… Muhtasar üç saat gözetlemeden sonra topçu askerlerden ve iki nefer kapitan[19 - Yüzbaşı.]teşrif getirip, vapuru muayene edip, sonra icaze verdiler. Bir buçuk saat Boğazın içiyle yol gelip, akıbet köprüye yanaştık. Ve boğazın evvelinden köprüye kimi (kadar) her bir taraf imaret, mescid seyahat etmeli ve sefalı yerler idi… Gayıga minip, rıhtıma çıktık. Amma Boğazın içinde silah ve bir para (kısım) yazıdan dolayı bizi aradılar. Lakin heç bir şey bulamadılar. “Haydi yavrum, haydi oğlum Allah’a ısmarladım.” deyip bıraktılar.[20 - E. Şerif, Geçmiş Günler’den Hüseyin Cavid’in Meşedi Gurbaneli’ye YazdığıMektup, Bakü, 1977, s. 39.]
O dönem Çarlık Rusya’sından Türkiye’ye “İkmal-ı Tahsil” için bir grup gönderilmiştir. Bunlardan biri Bakü’den diğeri Nahçıvan’dan ve diğerinin de Gence’den toplam üçü Azerbaycan Türkü olmak üzere İstanbul’a gelmişlerdir.
Hüseyin Cavid’in İstanbul’da eğitim alması konusunda üç büyük şahsiyetin tartışmasız rolü vardır. Bunlar, Ali Bey Hüseyinzade, İsmail Bey Gaspıralı ve en nihayet Rıza Tevfik’tir.
Rıza Tevfik 1927 yılının Eylül ayında dostu Rıza Turgut Bey’e Amman’dan yazdığı mektubunda bu durumu şöyle anlatıyor:
–“İlan-i Meşrutiyetten uzun zaman önce büyük filozof Rıza Tevfik bütün Türk alemini, uyandırmak, fikir ve himmetinde bulunmuş ve Sultan Hamit’in bu mütevehhim zamanlarında Rusya’dan meşhur muharriri milliyetperver İsmail Gaspıralı üç diğer arkadaşıyla beraber İstanbul’a mütenekkiren (tanınmamak üzere kıyafetlerini değişerek) gelmiş ve filozof Rıza’yı sormuş ve onun eski mektep arkadaşı ve dostu olan Kafkasyalı Doktor Hüseyizade Ali Bey vasıtasıyla Rıza Tevfik’e mülaki olmuş ve Kadıköy’de Cevizlikte’ki köşkünde üç gece misafir olarak Türklerin uyandırılması konusunda bu muteber şahıslar büyük filozoftan bilgi almışlar.
Aynı zamanda Meşrutiyet’ten çok önce İsmail Gaspıralı’nın rica ve iltiması üzerine Rusya’dan gönderilecek on bir Türk, Tatar ve Azerbaycanlı gençlere Rıza Tevfik kimseye sızdırmadan, kendi evinde 2 sene ders vermiştir. Bunun büsbütün kişisel ve sırf medeniyet-i cedideye tevcih ve zihinleri açmak için bu dersleri vermiştir. Daha sonra Rıza Tevfik’ten ders alan şahıslar memleketlerine dönerek büyük adamlar olmuşlar. Demek, Meşrutiyetten çok önce yahut Turancılığın esasını yine filozof kurmuş ve işi laf ile nazariyat derecesine bırakmayarak Türk âleminde bir cereyan açmış. Sonra on dört kişiyi iki sene terbiye edip memleketlerine mürşit olarak göndermiş.”[21 - A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s. 17.]
Hüseyin Cavid İstanbul’a yalnızca eğitim için gelmemişti. Kendi hatıralarından ve tutuklandıktan sonra 10-11 Kasım 1938 tarihlerinde savcıya verdiği ifadelerinde gözlerindeki rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’da da tedavi olunduğunu belirtmiştir. Hüseyin Cavid, ömrünün sonuna kadar gözlerinden rahatsız olduğu, sürgündeyken zor şartlardaki hayat tarzından dolayı da ölmeden önce yazarın gözlerinin tamamen görme yetisini kaybettiği de kaynaklarda geçiyor.[22 - M. Cafer, Hüseyin Cavid, Bakü, 1960, s. 23.]
Kendi hatıralarında İstanbul’daki tedavisini söyle anlatıyor: “İstanbul’a yetişen gibi Ziya Efendi ki, Almanya’nın göz doktorluğunun mektebini birinci rütbe ile bitirmiş diplomatlardandır, yanına gidip gözümü gösterdim. Bir deva ve ilaç verip, bir gözlük numarası yazdı. Arayıp İstanbul’da bulamadım, Paris’e gönderip üç dört günden sonra aldım. Şimdi onun vasıtasıyla bu saadete muvaffak oldum. Bu hususta 3 Lira masraf yaptım. Ama şükürler olsun ki tahsil-i İlime iyice devam edebiliyorum”.[23 - E. Şerif, Geçmiş Günler’den Hüseyin Cavid’in Meşedi Gurbanali Şerifzade’ye Yazdığı Mektuplar, Bakü, 1977, s. 41.]
Hüseyin Cavid bundan sonra uzunca bir süre gözleriyle ilgili rahatsızlık yaşamıyor. İstanbul’da olduğu zamanda önce burada İdadi’de eğitim alıyor. Bu dönemde İdadi’nin sınavlarını verirken Fransızca da öğrenmeye başlamıştır. Cavid, İstanbul’daki eğitim hayatının başlangıcını arkadaşı Kurbanali’ye yazdığı mektupta şöyle anlatır: “Efendi, bendeniz ta Ramazan’a kadar beş-altı ay idadi programını ikmale çalışırdım. Her hafta de meşhur filozof Rıza Tofig (Tevfik) Bey’den bazı hagayıga dair bir iki ders program haricinde okuyordum. Sonra Ramazan’da Daru’l-Fünun’a edebiyat şubesine kayıt ve kabul olundum. Şimdiye kadar da devam ediyorum.”[24 - E. Şerif, a. g. e., s. 53.]
Hüseyin Cavid, 1937 yılında tutuklanınca savcının Türkiye’de kalması ve gözlerinin tedavisi için parayı nasıl temin etmesiyle ilgili sorusuna verdiği ifadesinde durumunu şöyle açıklamıştır:
“Türkiye’ye gider, bir kaç xaçla[25 - Halı.]aldım. Bunların toplam değeri 2000 rubul idi, onları satandan sonra parayla gözümü müalice (tedavi) ettirmek için İstanbul’un meşhur göz hekimi Ziya’ya müracaat ettim ve bir il (sene) sonra Rıza Tevfik’in zemanetiyle de Daru’l-Fünun’un Tarih-Edebiyat fakültesini kazandım.”[26 - T. Cavid, Hüseyin Cavid Eserleri, 4. cilt, Bakü, 1985, s. 26, 2263.]Aynı zamanda Rıza Tevfik’ten evinde de özel ders almıştır. İdadiyi bitirdikten sonra bir sene okula alınmıyor. Dolayısıyla Rıza Tevfik’in yanında özel ders alıyor. Bir sene sonra Rıza Tevfik edebiyat fakültesinin başkanlığına geçince Rıza Tevfik aracılığı ve referansıyla İstanbul Daru’l-Fünun’un edebiyat Fakültesine kaydını yaptırır. Hüseyin Ca-vid, Daru’l-Fünun’da eğitiminin ilk senesinde 1.sınıfın derslerini ve 2. sınıfın birinci sömestirine ait dersleri birlikte alır. Sonraki yıl 2. sınıfın ikinci sömestirinin derslerini alır ve 3. sınıfın derslerine de dinleyici olarak katılır. Böylece, edebiyat fakültesinden ikinci sınıftan 1909’ un sonunda mezun olur. Cavid’in eğitim aldığı dönemde adı geçen üniversitede üç yıllık bir eğitim programı uygulanmaktaymış.[27 - T. Cavid. a. g. e., s. 262-263.]
Daru’l-Fünun’daki eğitim süresince, dönemin edebî şahsiyetleri ve aydınlarıyla yakın münasebetler kurar. Tevfik Fikret ve Abdulhak Hamit ile tanışır, Rıza Tevfik’ten felsefe ve edebiyat dersleri alır.[28 - Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, Azerbaycan Edebiyatı, 4. cilt, Ankara, 1992, s. 276.]
Cenab Şehabettin, Halit Ziya ve Mehmet Akif gibi Türkiye’de önemli olan fikir ve edebiyat adamları da bu dönemde Daru’l-Fünun’da ders anlatıyorlardı. Böylece yazara Türk edebiyatının en mümtaz şahsiyetleriyle tanışmak onlardan ders almak ve eserlerini mütalaa etmek fırsatı olmuştur. Daru’l-Fünun’dan mezun oluncaya kadar yılmadan çalışan, araştıran yazar Tanzimat ve Servet-i Fünun yazarlarının bakış açılarını ve eserlerini iyice incelemiştir. Özellikle İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra hızlanan kültür ve sanat faaliyetlerinin şahidi olmuştur. Üniversitedeki eğitimi süresince edebiyat-ı Osmanî, edebiyat-i Farsi, tarihi-edebiyat, mebadiyi-felsefe, tarihî-umumi ve siyasî, coğrafiya-i tarihi, tabii ve ümrani derslerini almıştır. Eğitimi süresince aynı zamanda özel olarak Fransızca dersleri de almaktadır ve Fransız edebiyatı ile ilk tanışması bu dönemde başlar.
Şairliğinin yanında büyük bir dramaturg olan Hüseyin Cavid’in tiyatro eğilimi Türkiye’de daha da artmıştırki bu da tesadüfî değildir. Çünkü bu dönem Namık Kemal ve Abdul-hak Hamit’in tiyatro dönemi idi. Adı geçen yazarların piyeslerini derinden mütalaa etmekle beraber, Türkiye’de tiyatro sanatına büyük ilgi ve merak beslemiş, Türk tiyatrosunu yakından seyredebilmiştir.
Hüseyin Cavid’in İstanbul’dan yazdığı mektuplarıesas alarak onun ilgi alanına buradaki tiyatroların, müzelerin ve matbuatın girdiğini söyleyebiliriz. Yine arkadaşı Kurbanali Şerifzade’ye yazdığı mektuplarda dönemi şöyle anlatıyor: “Dört beş sene bundan egdem[29 - Önce, evvel.]Türkiye’de hür eserler var imiş… Amma (ama) şimdi yasak olmuş. Müteeddit ve gunagun teatrolar var…Müze sanatına terakki vermeye çok telaş ve şey (gayret) olunur…İçkide acnebilere mümaniet yog, amma (ama) Müslümanlara hep yasagdır…Kart vereg[30 - Kağıt.]bilümum yasagdır…İstanbul’da çok böyük (büyük) kıraathane ve kütüphaneler var, amma layigince[31 - Yeterince.] kitapları ve gazeteleri yogdur[32 - Yoktur.]…”[33 - E. Şerif, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 270.]
İstanbul Daru’l-Fünun’da çıkan yangından dolayı üniversitenin arşivinde 1927 yılından önceki kayıtlara rastlanmıyor. Ama yazarın o dönem samimi olduğu kişilerle mektuplarına, notlarına dayanarak ve Bakü’deki ev müzesinde üniversitedeki eğitimiyle ilgili belgeler, onlara dayanarak yazarın bu dönemde üniversite eğitimi aldığını kesin söyleyebiliriz. Yine yazarın kendi hatıralarına ve yazılarına dayanarak üniversite hayatında XVI. yüzyılda IV. Murat’ın annesi Kösem Sultan tarafından yaptırılmış, günümüzde de muhteşemliğini korumuş Validehan hanında yaşadığını öğrenmiş oluyoruz.[34 - Hüseyin Cavid Eserleri, 4. cilt, Bakü, 1985, s. 264.]
Hüseyin Cavid’in İstanbul’daki eğitim dönemi çok büyük sıkıntılarla geçmiştir. Bu dönemde ağabeyi Muhammed Rasizade’nin maddi anlamda çok büyük desteği olmuştur.
Cavid, İstanbul’a geldiğinde artık “Servet-i Fünun” dergisi eski ününü kaybetmişti. Fakat Servet-i Fünunculardan; Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil, Nigar Hanım, Cenab Şehabettin, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın ve Hüseyin Suat Yalçın’ın temsil ettiği Edebiyat-i Cedide oluşmakta ve gelişmekteydi.
Cavid’in İstanbul’da eğitim aldığı dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun en gergin yıllarıydı. Meşrutiyetin ilanı, 31 Mart olayları, İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi, Sultan II. Abdülhamit’in 35 yıllık hâkimiyetinden sonra istifaya mecbur edilmesi ve V. Reşad’ın sultan ilan edilmesi, imparatorluktaki azınlıkların dış güçlerce kışkırtılması sonucunda milliyetçilik hareketlerinin ortaya çıkması ve imparatorluğun ayakta kalması yıkılmaması gibi tarihî gerginliklere sebep olan olaylardan en önemlileriydi. Böyle gergin bir ortamda çözüm arayışlarına girerler ve farklı cereyanlar akımlar meydana gelirki bu dönemde bunlara örnek olarak Osmanlıcılık ve İslâmcılık fikir akımlarının yanı sıra o dönem olaylarının doğal sonucu olarak Türkçülük akımı da oluşmuş ve diğer akımların yanında yer almıştır. Hüseyin Cavid’in eserlerinin tahlili yapıldığında açıkça Türkçülük ve milliyetçilik akımlarının etkisinde kaldığı söylenebilir. Bunun sebeplerinden biri olarak, Türkiye edebî vesiyasî muhitinde oluşmasını istediği millî hassasiyetin, kendi ülkesinde Çar despotizmi altında yurttaşlarının ezilmesine tepki olarak zuhur ettiği söylenebilir.
Sanatın da olduğu gibi özel hayatında da şahsiyetlere karşı, hassas davranan Cavid, sonralar Sultan Abdülhamit’in despotizmine karşı gençlik çılgınlığı ile konuşsa bile, yeri geldiğinde sultanın olumlu anlamda yaptıklarını da görebiliyordu.
Hatta Osmanlı sultanını İran şahı ile kıyaslarken daha çok Sultan Abdülhamit’e üstünlük tanıyordu.Sultanıneğitim alanında yaptığı reformları takdir ederken şöyle derdi:
“Sultan Abdülhamit on binlerce idadî, rüştü, iptidaî, tıbbî, mülki, askerî okullar açılmasına müsaade etti. Hamit’in sonunu getiren, mahvına sebep olan ve saltanatına son veren de kendisinin açtırdığı okullar oldu”.[35 - E. Şerif, Geçmiş Günler’den Hüseyin Cavid’in Meşedi Gurbanali Şerifzade’ye Yazdığı Mektuplar, Bakü, 1977, s. 53.]
Hüseyin Cavid’in İstanbul’da eğitim aldığı dönem aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun çözülmeye başladığı dönemdir. Abdülhamit tahtan indirildikten sonra ülkede hâkimiyete gelen, Sultan Reşat değil esasen İttihat ve Terakki mensuplarının oluşturduğu millet meclisiydi. 17 Aralık 1908 tarihinde II. Meşrutiyet Meclisi ilân edilmiş ve 27 Nisan 1909 tarihinde Abdülhamit tahtan indirilmişti.
Cavid hürriyetin, özgürlüğün tarafındaydı. 1908 yılında arkadaşı Kurbanali Şerifzade’nin Meclis-i Mebusan’ın açılışı ile ilgili tebrikine yazar şöyle cevap vermiştir.
“İdarey-i ürfiyye kalkmış, sükûnet, emniyet, hökümferma, ciddiyet ve faaliyet azacık görülmeye başlıyor. Bendenizi mesut Türkiye’nin büyük başarısı ile Meclis-i Mebusan güşadı ile tebrik ediyorsunuz. Filhakika mesut gibiyim, belki de mesudum.”[36 - E. Şerif, a. g. e., s. 53.]
İstanbul’da eğitim aldığı dönemde Cavid’in sanatının temel ilkeleri olan; hakikat ve aşk ideali oluştu ve şekillendi.
Yine arkadaşı Kurbanali Şerifzade’ye yazdığı mektuplarından birinde büyüdüğü sosyal ve siyasî ortamı eleştiriyor. Hemen söyleyelim ki, bu döneme kadar açıktan rejime karşı çıkmamıştır. Ama yukarıda sözünü ettiğim arkadaşına yazdığı mektupta açık bir şekilde şöyle demektedir:
“Fakat, işte olayın şu en yaralı noktası istifhamlı, bu acayip fakat, Neden mürekkeptir. Çünkü bu fakat… Çocukluğumdan itibaren görmediğim, bilmediğim, sevmediğim, sevemeyeceğim o korkunç, o müthiş hiçliye (dilencilik) denilen o kuduz illete yalvartmak istiyor. Fakat efsus, benim doğam, yaratılışım, bütünü bütüne bu illetten kaçar. Bu zilletten korkar. Ben hamallığı, hizmetkârlığı pek ziyade severim. Fakat böyle bir Devr-i Hürriyet ve Zaman-i Saadete benliğimi satmak, rehin olmak istemem. Kölesi olduğum bir şey varsa o da hakikat ve aşktır.”[37 - E. Şerif, a. g.e., s. 54.]
Buradan anlayabileceğimiz gibi köleliğe razı olmuyor. Fakat Hüseyin Cavid İstanbul’da yaşadığı dönemde, tek bir köleliği kabul ediyor, o da aşka ve hakikate bağlılık köleliği idi. Hüseyin Cavid bu manevî kanaate vardı.
İstanbul döneminde Hüseyin Rasizade çok önemli bir olay daha yaşamıştır. O da soyadı Rasizade’yi Cavid’le değiştirmesi. Şöyleki, hayatının bu döneminde Cavid soyadını, imzasını kullanmaya başlar. Hatta hapsedilip 1938 yılında sürgüne gönderildiği zamanlarda bile bütün evrak kayıtlarında artık Rasizade ismini göremezsiniz. Bundan dolayıdır ki, birçok araştırmacılar İstanbul dönemine, buradayken eğitim sürecine Cavidleşme dönemi de diyorlar.
İstanbul’dayken “Sırat-i Mustakim” dergisinde Hüseyin Cavid’in; “Yâdi Mazi”, “Son Bahar”, “Elm-i Beşeri” şiirleri yayımlanır. İstanbul’a Hüseyin Salik Rasizade olarak gelen şair, burada Cavid’leşiyor. Yani arkadaşı Kurbanali’ye mektuplar dışında Rasizade’yi kullanmıyor. Bu tarihlerde “Sırat-i Mustakim” dergisiyle edebiyat camiasında Hüseyin Cavid olarak tanınmaya başlıyor.

1.4. HÜSEYİN CAVİD’İN ÇALIŞMA HAYATI

1.4.1. İstanbul’dan Sonraki Dönemde Öğretmenlik Faaliyeti
Darü’l- Fünun’u başarıyla bitiren Hüseyin Cavid, 1909 yılının sonunda doğduğu şehirden Nahçıvan’a döner. Memleketine büyük umutlarla dönen, yeni yetişen gençlere faydalı olmak, büyük işler yapmak arzusuyla gelen Hüseyin Cavid, çok kısa zaman sonra bedbinleşiyor.
Yazarın bedbinleşmesine sebep olarak o dönemde Nahçivan’a dönünce Azerbaycan’ın milliyetçi aydınlarına özellikle Türkiye’de eğitim almış açık fikirli gençlere iş kapılarının kapalı olduğunun anlamasıdır.Diğer taraftan yaklaşmakta olan Balkan Savaşları’nın gergin havası yüzünden, ister Azerbaycan’da olsun isterse Türkiye’de aydınların çalışabilme imkânları kısıtlı hale gelmiş, vatanperver öğretmenler çeşitli sebeplerle okullardan uzaklaştırılmışlardır.[38 - H. Aslan, Türk Kültürü, Hüseyin Cavid, s. 232, 1982.]Bedbinliğ ine bir diğer sebebi ise yine arkadaşı Kurbanali Şerifzade’ye yazdığı “yalnız kendiniz okuyacaksınız” başlıklı yazısından anlayabiliriz:– “Terbiyey-i medeniyeye gelince esas odur- elhamdülillah, o külliyen mefkuddur. Bu sebeple bendeniz İranlıların ve Kafkas’ın henüz medeniyete yaklaşmamış taraflarının âtisiniyirmi, otuz seneye kadar pek zahmetli ve karanlık görüyordum. Niçin? – diye soracaksınız… Çünkü esas yoktur. Efendim esas! Esas kökü berkitmek[39 - Esasları sağlama almak.]için yalnız “evolusyon” kanuni tekâmüle ihtiyaç vardır.
Cüzi ve sathi bir mumarise işleri yoksa işte esas olmaz ise inkılâp hiç bir fayda vermez. Fakat men Kafkasya’nın istikbalini İran’a nispeten daha ziyade görüyorum.[40 - H. Aslan, a. g. e., 271.]
Buradan da anlaşıldığı kadarıyla yazar Türkiye dönüşünde karşılaştıkları karşısında biraz umutsuzdu. Daha sonraları eleştirmenler tarafından bir inkılâp yapamadığı için inkılâp şairi olamadığı için eleştirilen yazarın, aslında Türkiye’den dönerken düzeyi belliymiş. Onun amacı evrim yapmak değil, tekâmül yapmaktan yanaydı. Aynı zamanda mektuplarından yazarın dönmeden önce bile çalışmak istediği yerler çok belliymiş. O dönemde Kafkasya’da Bakü ve Gence’de öğretmenlik yaptığı gibi Erivan’da ve Tiflis’te de çalışmak istiyordu. Öyle de yapmıştır. Şöyle ki, 1909 yılının sonunda memleketine dönen yazar, üç ay gibi kısa bir süre Nahçivan’da kaldıktan sonra Erivan kazasının Millî köyünde öğretmen olarak çalışma hayatına atılıyor. Önce Azerbaycan’ın aydınlarından ünlü yazar, satirik ve dram yazarı Celil Memmedguluzade’nin öğretmenlik yaptığı bu mektep, iki sınıflı ilk okuldu.
Cavid gibi yüksek eğitimli, derin bilgiye sahip Arapça, Farsça, Rusça ve Türkçe dillerini iyi düzeyde bilen bir aydının ilkokulda öğretmen olması ilk bakışta tuhaf görünse de bu sebepsiz değildi.
Azerbaycan halkının yüz seneye yakın bir müddette müstemleke boyunduruğunda ezen Rus Çarlığı, bütün vasıtalardan istifade ederek, yerli halkı, Türkleri cehalette tutmak istiyordu.
Azerbaycanlıların gözleri açılmasın, elleri silah tutmasın diye orduya alınmıyor. Azerbaycan’da maarifin, ilmin yayılmasına çeşitli yollarla engel oluyorlardı. Fakat Azerbaycan’ın milliyetçi aydınlarının devamlı ve etkili mücadeleleri sonucunda, Çar makamları Azerbaycan’ın bazı yerlerinde ilk okullar açmak zorunda kaldı. Bu okullarda eğitim Rus dilinde olmakla beraber çocuklara Türk dili ve Türk dilinde şeriat da öğretiliyordu. Hiç olmazsa bu fırsatı kar olarak değerlendiren Azerbaycanlı aydınlar bir takım maddi zorluklara ve mahrumiyetlere katlanarak seveseve bu okullarda öğretmenlik yapıyorlardı. İşte bu sebeple Cavid de Erivan’a geliyor. İlk öğretmenlik faaliyeti için Azerbaycan maarifi tarihinin şerefli ve fedakâr askerlerinden biri de Cavid’dir.XIX. yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyılda yaşamış Azerbaycan şair ve ediplerinin aşağıyukarı hepsi aynı zamanda hem edip, şair hem de öğretmenlik yapmışlardır.
Cavid, Erivan’dan sonra 1912 senesinde Gence’de öğretmenliğe başlar. Birkaç ay sonra işinden uzaklaştırılıyor. O dönemde aydınlara karşı böyle muameleler çok yaşanmaktadır. Mirze Cafer’in Hüseyin Cavid isimli kitabında bu durumu şöyle açıklıyor: “Mektepten meni, Mirza Mehemmed ve Mirza Hebib kenar edibler. Anlaşılan Türkiye-Rusya savaşı münasebeti ile bizden şüphelenirler.”[41 - M. Cafer, Hüseyin Cavid, Bakü, 1960, s. 34.]
Medrese-i Ruhaniye’den sonra Cavid, Gence’de demir yolu idaresinde bir süre ihtiyaçlarını karşılamak için muhasebecilik yapmıştır. 1912 yılının Ağustos ayında yazar, Tiflis’e gidiyor ve 1912 yılına kadar burada öğretmenlik yapıyor. Okulun maddi harcamalarını kimse üstlenmediğinden okulun kapatılma tehlikesi vardı. Okulun harcamalarını üstlenmiş. “Simurg” ve Kimya” Hayır Vakıfları arasındaki anlaşmazlık okulun kapatılma tehlikesini hızlandırıyordu. Bu okulda çalıştığı dönemlerde Hüseyin Cavid, Çar Gizli Polisi’nce çağrılmış ve “ÇGP” onun İstanbul’daki eğitimiyle ilgili sorular sormuş ve Sosyal-Demokrat Partisi ile bir bağlantısının olup olmadığını sorgulamıştır.Hüseyin Cavid’in hiçbir zaman ne saklı ne de açık bir siyasî partiye üyeliği olmamıştır. Kendi hatıralarından ÇGP’ne çağrılıncaya kadar, onun yaşadığı eve ve çalıştığı okula bazı kişiler gelmiş hakkında bilgi toplamışlardı.
Tiflis’te yaşadığı ve çalıştığı dönemde şehrin tiyatro hayatıyla da ilgileniyordu. “Tiflis Türk Dram Destesi” isimli tiyatro grubunun tiyatrolarını takip ediyor ve bununla ilgili olarak da(oyunlarla ilgili) “İkbal” gazetesinde yazılar yazıyordu. 1914-1915 yıllarında tiyatro grubu Namık Kemal’in “Zavallı çocuk”, “Vatan yahut Silistre” ve “Akif Bey” piyeslerini sahneliyordu.
Hüseyin Cavid, Tiflis’te çalıştığı dönemde “Şeyh Senan” dramının bazı perdelerini burada yazmıştır. İlk kitapları olan “Ana” piyesi ve “Keçmiş Günler”şiir kitabı 1913 yılında Tiflis’te basılmıştır. 1914 yılında Hüseyin Cavid, sıhhatiyle ilgili sorunları nedeniyle Tiflis’ten Kahetiya’ya gider ve burada olduğu dönemde de geçici olarak bir demir yolu idaresinde geçimini sağlamak için memurluk yapar. Buradan da yine tedavi olmak niyetiyle Yessentuki’ye gider. (bazı kaynaklarda Kıslavodsk yazar.) Fakat 1937 yılında tutuklandığı zaman sorgulandığı sırada kendi ifadelerinde yargıca Yessentuki’ye gittiğini söylemiştir.[42 - M. Cafer, a. g. e., s. 40.]
Bir süre sonrayazar 1915 yılında Bakü’ye döner. Bu bilgi, yazarın arkadaşlarına yazdığı mektuplar ve o dönem “Yeni İkbal”, “Basiret”, “Sedayı Kafkas” gazetelerindeki yazılarının tarihiyle de tutarlıdır. 1915 yılında Bakü’de ünlü iş adamı, hayırsever Tağı Nağıyev’in “Sefa” isimli okulunda öğretmenlik yapmıştır.Hüseyin Cavid, Bakü’de İran Büyükelçiliği’nin Bakü’de yaşayan İranlılar için açtığı “İtti-had” isimli okulda Azerbaycan Türkçesi öğretmeni olarak da çalışmıştır.Yazar, bu okulda onunla beraber İstanbul Üniversitesi’nde eğitim almışAbdullah Memedzade’nin ve Abdullah Sar’un referansıyla çalışmaya başlamış ve bir buçuk yıl burada öğretmenlik yapmıştır.
1917 yılında Bakü’de kurulan “Muharrirler ve Edipler Cemiyeti”nin edebiyat komisyonuna üye seçilir. Buradaki dostları arasında Abdullah Sadık, Cafer Bünyadzade, Seyid Hüseyin, Üzeyir Hacıbeyov, Neriman Nerimanov ve Salman Mumtaz gibi dönemin önemli edebiyat adamları ve sanatçıları vardı. Bunların bir kısmı ve başka dostlarının da katılımıyla, Tebriz Oteli’nde bir araya gelerek sıcak ve samimi edebiyat sohbetlerine dalarlardı. Bu dönemde de Hüseyin Cavid Tebriz Oteli’nde yerleşmiş orada yaşamaktaydı. Bu şekilde sohbetler de bu otelde onun odasında düzenleniyordu. Bir araya geldikleri toplantılarda Fars, Arap, Osmanlı ve Azerbaycan şairlerinin eserlerinden buldukları güzel örnekleri okur, onların tahlilini yaparlardı.[43 - R. Tehmasib, “Dostluğum Cavid’i Hatıralarken”, Bakü, 1982, s. 267.]
1918 yılının Mart ayında Ermenilerin Müslüman Türklere karşı yaptıkları kanlı eylemlerde “Kaspi” matbaası, “Açık Söz” gazetesinin binası ve İsmailiyye Hayır Vakfının binası da Ermeniler tarafından yakıldı. Tarihte “Mart Hadiseleri” olarak bilinen Ermenilerin Kafkasya’da yaptıkları (Bakü’de) Türk katliamı üç gün geceli gündüzlü sürmüştür. Mart Hadiseleri’nde Ermeniler, Tebriz Oteli’nde kalan diğer insanlarla beraber Hüseyin Cavidde esir alır, gözü önünde altmış Türk kurşunlanır. Kendisi ve arkadaşı Hüseyin Sadık tesadüf eseri ölümden kurtulur. Bu olaydan sonra arkadaşıyla Enzeli’ye kaçarlar. Cavid oradan önce Tebriz’e sonra da Nahçivan’a gider. Nahçivan’da bir yıl “Rüşdiyye” mektebinde öğretmenlik yapar.
1918 yılında evlenir, 1919 yılında yeniden Bakü’ye taşınır ve bu tarihten sonra hapsedilip sürgüne gönderilinceye kadar Bakü’de çalışır ve buradan hiç ayrılmaz. 1921-1922 yıllarında yeni bir eğitim programı başlatan Bakü’deki “Darü’l-Müellim Mektebi”nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri okutmaya başlar. Cavid, burada 1933 yılına kadar çalışmıştır. Burada öğretmenlik sırasında okulda Cavid’in rehberliği altında “Dram Derneği” kurulur. Çeşitli tiyatro eserleri dernek tarafından başarıyla burada sahnelenir.
1923 yılında Azerbaycan Yazıcılar İttifakı’nın[44 - Yazarlar birliği.] çeşitli komisyonlarında görevlendirilir. 1926 yılında Bakü Türkoloji Kongresine katıldı. 1926 yılında Halk Maarif Komiserliği tarafından Batı Edebiyatını öğrenmek ve gözlerini tedavi ettirmek için Berlin’e ve Paris’e gönderilir.[45 - T. Ahmedov, Azerbaycan Sovyet Yazıcıları, Bakü, 1987, s. 622, 623.]
1932 yılında Azerbaycan Yazarlar Birliğine kabul edildi. Azerbaycan’daki yeni rejimin yapılanma sürecinde idarecilerin yazarlardan istediği türden eserler vermemesi Cavid’e duyulan tepkilerin artmasına sebep olur. Sovyet yönetiminin Stalin döneminde Hüseyin Cavid’e karşı tenkitler; haksız ve acımasız şekil almaya başlar. Yazara karşı üstlerin tutumu ve yazara karşı yapılan baskılar sert bir şekil almıştır. 1937 yılında yazarın hapsedilmesiyle sonuçlanır.

1.5. HÜSEYİN CAVİD’İN EVLİLİĞİ VE AİLE BİREYLERİ
1918 Mart hadiselerinden sonra Hüseyin Cavid bir hafta Ermenilerin elinde rehin kaldıktan sonra arkadaşı Hüseyin Sadık’la Enzeliye kaçarlar. Mart olaylarında matbaanın yakılması ile yazarın sekiz bin kitabı yakılır. Dolayısıyla elinde hiç parası kalmaz, gidecek ve kalacak yeri bile artık yoktur. Tebriz Oteli’de yakılınca çaresiz kalıp saatini birine satar. Tebriz’e gider burada iki ay kaldıktan sonra oradan da Nahçivan’a geçer. Nahçivan’da bir yıl kalır ve “Rüşdiye Mektebi’nde” öğretmenlik yapar. Bu dönemde Hüseyin Ca-vid 36 yaşındadır ve ailesi tarafından sürekli evlendirilmek istenmektedir. Ama yazar ısrarla ben evleneceğim kadını görmeden evlenmem demektedir.Yazar, görmeden sadece görücü usulü ile evlenmek istemiyordu. O dönemde Azerbaycan’da ve özellikle Nahçivan’da evlilikler hep görücü usulü ile yapılırdı. Hatta damat ve gelin sadece düğünde ya da evlendikten sonra birbirlerini görüyorlardı. Hüseyin Cavid’de ısrarla böyle bir evlilik yapmak istemiyordu. Çünkü kendisi aşk ve özgürlük şairiydi. Böyle evlilik düşüncesi de onun yapısına ve doğasına tersti. Hüseyin Cavid’inablası Ummu Selime, kızları Rübabe ve Saltanatın arkadaşı olan; onların evinin karşısında Yeni Bazar Nehri’nin karşı kıyısında oturan Müşkinaz isimli bir kızı kardeşine, yani Hüseyin Cavid’e yakıştırıyormuşlar. Kardeşi bu düşüncesiniCavid’e açar ama Cavid ona- “Hangi dönemde yaşıyoruz abla” der. “Sen beni evlendiriyorsun”. Ben şiirlerimde hür ve özgür aşktan, sevgiden yazıyorum ve sen beni tanımadığım, görmediğim biri ile evlendiriyorsun. Önce bana söyle kim bu kız kimlerdendir? Belki hiç benimle evlenmek istemez, ben beğenip âşık olsam bile, o zaman sen ne yaparsın? [46 - M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 241.]
En sonunda, Cavid’i evleneceği kızı görme koşuluyla ikna ediyorlar. Yine eşi Müşkinaz Cavid kendi hatıralarından bu olayı şöyle anlatıyor; “Beni evlerineyemeğe davet ediyorlar, birkaç gün sonra o zaman evlerinde iki tane sandık vardı ve üstünde de bir yığın yorgan döşek koyulmuştu. Meğer o sandıkların arkasındaymış. Beni de o sandıkların karşısına oturttular. Bu zaman benim arkamdan gelen ışık Cavid’in beni görmesini engellemiş, bir kere daha görmem lazım demiş. Bu defa beni onların evindeki dikiş makinesine bakma bahanesi ile eve davet ettiler. Gittim önceden belirlenmiş yere beni oturttular. Cavid beni görmüş ve olur demiş ama benimde görüşümü sormalarını söylemiş. Ben onu zaten nehrin kıyısında evlerine geldiği zaman gördüğümden hemen olur dedim. [47 - M. Cavid, a. g. e., s. 242.]
Hüseyin Cavid ve Müşkinaz Hanım 1918 yılının Ağustos ayında mütevazı bir düğünle evlenirler. Müşkinaz Cavid, döneminin diğer kızları gibi eğitim almamıştı. Düğünden birkaç gün sonra Cavid, onun yazdığı yazıların ilk okurunun olmasını istediğini söyler ve bunun üstüne ona her gün ders anlatmaya başlar. Müşkinaz Cavid bu olayı şöyle anlatır: “Bana alfabeyi öğretti, giderek derslerimiz yoğunlaşıyor, zorlaşıyordu. En büyük arzularımdan birisi eğitimli olmaktı. Benim bu hayalimi, arzumu Cavid gerçek etti”.[48 - M. Cavid, a. g. e., s. 242.]
Hüseyin Cavid evlendikleri dönemde Nahçıvan’da öğretmenlik yapıyordu. Birkaç ay sonra çalışmak için onu Maarif idaresinden Bakü’ye davet ediyorlar. Cavid, gidip Bakü’ye yerleştikten sonra ağabeyine mektup yazıp eşini münasip biriyle Bakü’ye göndermesini rica eder. Böylelikle Müşkinaz Hanım Cavid’in küçük kardeşi Ali Rıza ve onun ailesiyle Bakü’ye gelir. Yolculuğu zor geçer, çünkü o zaman Tiflis üzerinden bir haftaya Bakü’ye geçiyorlardı. Bakü’de Cavid ile Müşkinaz Hanım eski Krupskaya sokağındaki ilk evlerine daha doğrusu ilk kiraladıkları odaya yerleşiyorlar.
Evliliklerinin ilk yılları sıkıntılarlageçmiştir. Çünkü Cavid’in derslerinin saati giderek azalıyordu. Krupskaya sokağında yerleşen bu küçük odada ne kadar sıkıntı yaşasalar-da güzel anıları da oluyor. Şöyleki ilk evlatları Ertuğrul, 22 Ekim 1919 tarihinde bu evde doğuyor. Cavid’le Müşkinaz Hanım’ın ikinci evlatları Tümrüs 23 Ağustos 1921 tarihinde doğuyor. Fakat daha doğar doğmaz hastalanıyor ve bir yaşını doldurmadan ölüyor. 23 Ekim 1923 tarihinde kızı Turan doğar.
Şair için 20’li yıllar yeni doğmuş bebeğinin ölümü, sonra çok sevdiği kardeşi Ali Rıza’nın hastalığı ve ölümü sebebiyle buhranlı, inişli çıkışlı geçmiştir. Gerçi çok sevdiği Turan’da bu dönemde doğar. Ama 40 yaşındaki yazar, zor günler geçmiştir ve bu dönem yazı hayatına da yansımıştır. Eleştirmenler yazarın yaratıcılığının bu dönemini “Mefkürevi tereddüt, buhran yılları” diye nitelendiriyorlar.[49 - A. Turan,Cavidname, Bakü, 2010, s. 65.]
Hüseyin Cavid, iyi bir aydın ve münevver olduğu gibi, aynı zamanda da çok iyi bir aile reisi ve şefkatli bir babaydı, çocuklarının kahvaltısını o hazırlar ve okula da o götürürmüş. Eşini sabahları, uyandırmaya kıyamazmış. Hayattan erken ayrılmasıyla Azerbaycan halkı emsali olmayan aydınını, münevver bilim adamını, örnek bir aile reisini kaybetmiştir.
1937 yılında Hüseyin Cavid’in tutuklanmasıile eşi Müşkinaz Hanım zor bir döneme girer, hem metin olmalı eşine destek olmalı,hem de çocuklarına sahip çıkmalıydı. Çünkü eşini “Halk düşmanı” ilan etmişlerdi. Yaşadıkları ev dâhil her şeylerineicragelmişti. Hayatında hiç çalışmayan Müşkinaz Hanım çocuklarını geçindirmek için çalışmaya başlar. Temizlik, dikiş işleri yapar. Eşinin hapiste olduğu dönemlerde onun ziyaretine gidebilmek için en güzel eşyalarını satar, bir tek nişan[50 - Nişan yüzüyü, alyans.]yüzüğünü satmaz. Onu da oğlu Ertuğrul hastalanınca eşinin yüzük emanetini evlat emanetini kurtarmak için satar. Müşkinaz Hanım, gerçekten metaneti ve iradesi ile örnek bir eş ve anne olmuştur.
Cavid ailesinin bir başka bireyi, yazarın ilk göz ağrısı, çok sevdiği oğlu Ertuğrul, XX. yüzyılda Azerbaycan’ın fikir tarihinin yetenekli simalarından biriydi.1926-1927 yılında Azerbaycan Darü’l-Müallimatı yanındaki Numune Okulu’na kayıt yaptırmış, daha sonra iki yıl orada eğitim aldıktan sonra 8. Şura okuluna geçiş yapmış ve 1935-1936 yıllarında başarılı bir şekilde okul ikincisi olarak bitirmiştir. 1936-1937 eğitim yılında Azerbaycan Pedagoji Üniversitesi’nin (Öğretmenlik Enstitüsü) dil ve edebiyat bölümünü kazanmıştır. Babasını örnek alarak o da öğretmenlik mesleğini seçmiştir ve yine babası gibi o da şiir yazmış ve hikâye derlemiştir. Bunun yanı sıra müziğe olan ilgisi nedeniyle müzik eğitimi almış ve yeteneği sayesinde Azerbaycan Devlet Konservatuarı’na Müzik İlmi Araştırma Odası’na asistan olarak alınmıştır. Ailenin tek geçim kaynağı bu genç delikanlının bursu ve maaşı idi. Bu kadar genç yaşta kaderin sert yüzüyle tanışmış, ağır sorumluluklar üstlenmiş olan Ertuğrul; yılmadan, içine kapanmadan, kendini geliştirmeye, tarihte ve bilimde bir iz bırakmaya çabalıyordu. Üstün yetenekli bir genç olan Ertuğrul Cavid, sanatın değişik dallarında denemeler yapmıştır. Şiir yazmış, resim çizmiş, beste yazmış, dram eserleri yazmış, folklorla uğraşmış ve bu alanda ciddi araştırmalara imza atmıştır. Ertuğrul daha 20’lı yaşındayken Azerbaycan Türkçesinin dilinin millî iflas döneminde, dilimizin siyasî tuzağa uğradığı bir dönemde folklorumuzu araştırmış, araştırmalarında her kesin ilgisini öz Türkçedeki dil sorununa çekmeye çalışmıştır. Ertuğrul Cavid’in dil konusundaki bu çabaları boşuna değildi. O, babası Hüseyin Cavid’in kullandığı ortak Türk dilini kullanmak istiyordu. Bu dönemde pek sık rastlanmayan bir üslup ve dilde şiirler yazıyordu.
Bizim yerin iyitleri[51 - Yiğit.]
Girermeydana merd olu[52 - Oğlu.]
Ölünce meydandan dönmez
Ağzı kanlı bozgurt olu
Şiir parçasından da görüldüğü gibi babasının yazı dilini şiirlerinde takip ediyordu. Hep geçmişimizi, millî köklerimizi araştıran Ertuğrul bir senfoni de bestelemiştir.1940-1942 yıllarında Azerbaycan Devlet Konservatuarı’nda en ünlü müzisyenlerinden, duayenlerinden eğitim almış ve pek iyi bir dereceyle buradan mezun olmuştur. Ertuğrul, klasik eserlerini de Azerbaycan Türkçesine çevirmiştir. Yani o kısacık ömründe kalemini çevirmen olarak da denemiştir. Çevirileri içinde F. Şubert’in “Öğrenci”; Rimski-Korsokov’un “Hindi Konuğun Nağmesi”; T. Cordani’nin “Ey Sevgilim”; S. Rahmaninov’un “Jasmin”i; Motsart’ın “Beşik Nağmesi; İohan Şrtaus’un “Bahar Nağmesi” gibi klasik parçalar vardı.
Ertuğrul Cavid yazılarında TOEC imzasını kullanıyordu.Bu İmzanın açıklaması da, Türk Oğlu Ertuğrul Cavid idi.
Ertuğrul Cavid, zorluklarla dolu bir hayatın içerisinde, geçim sıkıntısının yükünü çekti ve genç yaşta omuzlarına yüklediği sorumluluklar karşısında pes etmedi. Tam tersi sabah akşam millî medeniyetin gelişmesine bir katkıda bulunmak için çabaladıdurdu. “Halk Düşmanı’nın” oğlu halkı için çabalıyordu.
1941 yılında II. Dünya Savaşı’nda Ertuğrul Cavid’i desavaşa aldılar. Aslında Ertuğrul’un savaşa alınması çok tuhaftı. Çünkü “Halk Düşmanı’nın” oğlu olduğu için ona silah verip ön cepheye almak, Sovyet Rusyası’nın prensiplerine aykırı idi. Böyle siyasî anlamda damgalanmış ailelerin çocukları sadece arka cephede çalıştırılıyordu. Ama tuhaf olanı yalnızca bu değildi. Ertuğrul’un fiziksel yapısı onun savaşa alınmasına müsaade etmiyordu. Ertuğrul, 1.68 cm. boyunda 51 kg ağırlığındaydı. Fakat bunlara rağmen savaşa alınıyor ve 1943 yılında cephede verem hastalığına yakalanarak, ağır bir durumda Tiflis hastanesine gönderiliyor. Ertuğrul’un durumu çok kötü olduğundan yapılacak bir şey kalmadığını söyleyerek onu evine gönderiyorlar.
Babasının sadık arkadaşlarından olan Eziz Şerif, Ertuğrul’u alarak Nahçivan’a götürüyor. Fakat rahat etmesi ve son günlerini huzurlu geçirmesi için getirildiği burada da huzur bulamıyor. Çünkü kimse onunla konuşmuyor, ziyaretine gelmiyor. En yakın akrabaları bile onu ziyaret etmeye korkuyorlar. Onunla konuşmaktan başlarına geleceklerden korkuyorlardı. Çünkü Ertuğrul “Halk Düşmanı” adı almıştı. 14 Ekim 1943 tarihinde dünyasını değiştirdi. Herkese küskün gittihayattan veannesine yazdığı son mektubunda;“Kimseye selam söylemiyorum” yazıyordu.[53 - A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s. 315.]
Akrabalarından sadece halası ve kuzeni Süleyman vardı son günlerde yanında. Annesi ve kardeşi bile defnine gidemediler. Çünkü o zaman Bakü dışına çıkmaları için yönetimden özel izin almaları gerekiyordu.
Böyle zor şartlarda ağır baskılarla hayat mücadelesi veren bir ailenin bir diğer üyesi Hüseyin Cavid’in kızı Turan Cavid idi. Turan Cavid, bütün ömrünü hayırlı evlat olarak babasının elyazmalarını, kitaplarını toplayarak,tarihten izinin silinmesini önlemek adına her şeyi yaptı. Çünkü o dönem Sovyet Hâkimiyeti “Repressiya”[54 - Zabtetme, zorla önlemek, bastırma eylemi.] sırasında Ruslar, temizledikleri milliyetçi aydın kesimin toplumun hafızasından ve tarihten izini silmek adına her şeyi yaptılar.
Hüseyin Cavid ailesinden arda kalan tek birey olan Turan Cavid ise zaman zaman sessiz kalıp susmasını öğrendi. Sessizliği ile konuşması gelecek zamanı, beraat zamanını bekledi. Çünkü bugünün geleceğini biliyordu. Adaletin yerini bulacağını, babasınınhakketmediğidamga “Halk Düşmanı” isminin üstünden kalkacağını biliyordu.Turan Cavid, okulu bitirdikten sonra babasının isteği üzerine Tıp Fakültesi Pediatri bölümünü kazanmak için sınava girdi ama kazanamadı.
Ağabeyi Ertuğrul, askere gitmeden önce babasının arkadaşı ve kendisinin öğretmeni, o dönemin ve çağımızın ünlü besteci ve müzisyenlerinden olan Üzeyir Hacıbeyov’a mektup yazarak, kız kardeşine iş konusunda yardımcı olmasını istemişti.
1940 yılında savaş zamanı Turan Cavid’i işe almaya babasının iyi arkadaşları bile rejim baskısı yüzünden cesaret edemiyordu. Fakat Ertuğrul’un Üzeyir Hacıbeyov’a yazdığı mektupla “halk düşmanının kızını” Radyo Komitesi’nde işe aldılar. Üzeyir Hacıbeyov sayesinde Turan Cavid, bu komitede farklı farklı şubelerde çalışmış, sık sık şube değiştirmişti. Yazar beraat ettikten sonra Turan Cavid, öğrenmiş ki, o dönem Çaparıdze ilçesinin valisi ermeniymiş ve komitenin müdürünü her gördüğünde o kızı işten çıkar diyormuş, müdür de şube değiştirerek zaman kazanıyormuş.[55 - A. Turan, a. g. e., s. 477.]
1944 yılında Turan Cavid, Tıp Üniversitesi’ni kazanmak için sınava girmiş, bu sefer sınavı kazanmıştı. Ama derslere devam etmek istememiş. 1945 yılında yeniden sınava girmiş, Tiyatro Üniversitesi’ni kazanmıştı. Turan Cavid, 1950 yılında buradan mezun olmuştur. Turan Cavid, hatıralarında, ilk kez bu tiyatro ortamında rahat ve dışlanmamış olduğunu hissettiğini anlatıyor. Buradan mezun olunca Üzeyir Hacıbeyov’un adına Sanat Üniversitesi’ne atanmıştır.
Bu üniversitede, tiyatro tarihi dersini anlatıyordu. 1953 yılından 1991 yılına kadar tiyatro müzesinde çalışmış. 1968 yılından sonra da bu müzenin müdürlüğü görevini üstlenmiştir. Bütün ömrü boyunca, babasının kitaplarını derlemiş, toplamış, ev müzesinin açılması için çabalamıştır. Babasının naşını sürgünde olduğu topraklardan doğduğu Nahçivan’a getirmiş, makberini yaptırmış ve 12 Eylül 2004 tarihinde 81 yaşındayken dünyasını değiştirmiştir. Bütün ömrünü Hüseyin Cavid’in tebliğine adayan, Cavid ailesinin yaşadığı facianın son kahramanı Turan Cavidde ailesi karşısında üstlendiği bu görevi başarıyla yerine getirerek gözlerini ebediyen bu dünyaya kapattı.

1.6. HÜSEYİN CAVİD’İN YURT DIŞI GEZİLERİ
Hüseyin Cavid’in çok fazla yurt dışı gezileri olmamıştır. Bunun birkaç sebebi vardır. Bunlardan en önemlisi yazarın yaşadığı ekonomik sıkıntılar başka ve bir o kadar da önemli olan sebep ise, o dönem diğer Sovyet müstemlekelerinde (ülkelerinde) olduğu gibi ülkeden çıkmak için bir sürü evrak ve izin almak gerekiyor olmasıdır. Hüseyin Ca-vid, gözlerinden dolayı yaşadığı rahatsızlık yüzünden ilk İran yönetiminde olan Tebriz’e gitmiş ama yalnızca tedaviyle sınırlı kalmamış, gezisi sırasında eğitim de almıştır. İkinci yurtdışına çıkışı, Azerbaycan Sovyet sınırlarını geçmesi yine de göz rahatsızlığından olmuş, ama bunun yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nda yüksek eğitim de almıştı. Bir süre İstanbul’da yaşadıktan sonra memleketine geri dönmüştür. Uzun süre Sovyetler dışına çıkmayan Hüseyin Cavid, sadece eski Sovyet ülkelerine gidebilmiştir. Bunların dışında meslek hayatıyla ilgili ilk yurt dışıgezisi olarak Almanya’ya gitmiştir. Yazarın Almanya’ya devlet tarafından o zaman yönetim sistemiyle “Halk Maarif Komiserliği” tarafından yapılan toplantıda oy birliği kararı verilmiş ve resmi senette de Hüseyin Cavid’in Almanya’nın Berlin şehrine, sonra da Paris’e gönderilme sebebi olarak uygar Avrupa, Batı edebiyatını tedkik etmesi, öğrenmesi ve aynı zamanda da gözlerinin tedavisi için gönderildiğihususu belirtilmiştir.[56 - A. Turan, a. g. e., s. 77.]Belgedeki kayıtlara göre Cavid, 10 Nisan 1926 tarihinden 1 Ekime kadar Berlin ve Paris’e gönderiliyor.
Bu dönemde Almanya’da “Turan” topluluğu da faaliyet göstermekteydi. Yazar ona ayrılan altı ayın sadece üç ayını Almanya’da durmuştur. Tedavisini yaptırıp araştırmalarını bitirdikten sonra Paris’e gitmeden Azerbaycan’a geri dönüyor. Bu bilgiler, Cavid tutuklandığı zaman soruşturma amirine verdiği ifade ve verdiğisoruşturma tutanaklarıyla da tutarlıdır. Maalesef, yazar Almanya’dan döndükten sonra bir daha Sovyet sınırlarını geçemiyor ve 1939 yılında haksız yere hapsedilip Sibirya’ya sürgüne gönderildiği güne kadar da Bakü’de yaşamıştır.

1.7. HÜSEYİN CAVİD’İN ÇEKTİĞİ SOSYAL, SİYASİ VE EKONOMİK SIKINTILARI
Hüseyin Cavid hayatının farklı evrelerinde farklı sıkıntılarla karşılaşmıştır. Daha İstanbul’daki yüksek öğrenimi sırasında ekonomik sıkıntılarla karşılaşmıştır. Zaman zaman ailesinden özellikle de eğitim almasında büyük emeği olan ağabeyi Şeyh Muhammed Rasizade’nin maddî ve manevîyardımları ve desteğiyle yaşadığı ekonomik sıkıntıları aşmıştır.Bu sayede de eğitimini bitirip memleketine dönebilmiştir. Fakat, memlekete döndükten sonra da iş hayatında bir süre yaşadığı sıkıntılar yüzünden ekonomik sorunlar yaşamıştır.
Eğitim hayatını anlatırken şunları belirtmektedir:– “Boyum çıktıktan sonra yarı aç yarı tok okudum. Eğitimim bittikten sonra da beni yalnız ve yalnız yaratıcılık meseleleri düşündürdü. Eğitime, bilime, edebiyata olan bu sönmez aşkım, hayatta çektiğim, karşılaştığım bütün zorluklara karşı dayanma gücü veriyordu.”[57 - E. Şerif, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 270.]
Genellikle yazarın hayatını yaşadığı ekonomik sıkıntıları anlamında özetleyecek olursak sadece hayatının son 10 yılı maddi sıkıntılar yaşamadığını, refaha çıktığını söyleyebiliriz.
1918 yılında 36 yaşındayken Bakü’de Mart olayları yaşandığı sırada, yazarın esir alındığı ve bir hafta Ermenilerin elinde kaldıktan sonra parasız kaldığı ve cep saatini satarak Tebriz’e oradan da Nahçivan’a dönebildiğini bir gerçektir. Bir süre öğretmen olarak çalışan yazar,maddî anlamda sıkıntısını giderdikten sonra evlenir. Evliliğinin ilk yıllarında Bakü’de bir liseye öğretmen olarak atanır ve küçük bir ev daha doğrusu oda kiralayarak eşini de yanına alır. O dönemde okulları hayır kurumları veya hayırsever zengin kişiler finanse ediyordu. Durum böyle olunca da maaşlar çoğu zaman geç kalıyor, zamanında ödenmiyordu. Kimi zaman öğretmenler bir ay maaş almadan çalışmak durumunda kalıyorlardı. Genç öğretmenlerin kimi zamanda dersleri azalıyordu, bu da maaşlara yansıyordu. Bu zor zamanlarda yeni evli olan genç öğretmen ve yazar Hüseyin Cavid tabii ki ekonomik sıkıntılar yaşıyordu. Çoğu zaman ihtiyacı olduğu için çok değer verdiği kitaplarını satmak zorunda kalıyordu. Bazen kişisel eşyalarını da satıyordu. Eşi Müşkinaz Hanım’ın hatıralarında böyle zor sıkıntılı günlerin de anısı yer alıyor. 1921 yılında eşi Müşkinaz Hanım ameliyat olunca yine böyle sıkıntılı bir döneme girerler, bu dönem eşinin hatıralarında şöyle anlatılıyor:
“Bir gün kitaplarından birkaçını ayırdı. Sordum, onları ne yapacaksın diye. Bir arkadaşının istediğini ona götüreceğini söyledi bana. Her kitabı birkaç kere eline alıp evirip çevirip, sonra geri bırakıyordu. Sonra toplayıp gitti. Birkaç saat sonra elinde ilaçlarım, şeker, çay, et, ekmek,alıp geri geldi. O zaman kitapları sattığını anladım. Çünkü paramız yoktu. Çok düşünceliydi. Onun böyle efkârlı görünce ağladım. Beni ağlarken görünce:– “İnsan zor günde sabırlı olur, her zaman böyle olmayacak”, dedi.”[58 - M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, hzl: Turan Cavid, Bakü, 1983, s. 242.]
Cavid’in 1921 yılında ikinci evladı yani kızı Timrus doğar. Yazar yine maddi anlamda zor günler yaşarken çocuğu hastalanır.Yazar bu durumdaeşinden satmak için beyaz yün kumaştan olan takım elbisesini ister. Ama çocuğu hastalıktan iyileşemez ve vefat eder. Bu dönemde Cavid’in çok sevdiği kardeşi Ali Rıza’da hastalanır ve ölür. Hem maddî hem de manevî anlamda zor günler yaşayan yazar, yazdığı bir eserini de sinirli anında yırtıp atmıştır. “Böyle moralle yazılan yazıların hiçbiri, işe yaramaz” diyerek göz nuru eserini çöpe atmıştır.[59 - A. Turan,Cavidname, Bakü, 2010, s. 65.]
1925-1926 yıllarında Hüseyin Cavid’i Darü’l-Müallim’ine öğretmen olarak atarlar. Bu dönemden sonra yazar hapsedildiği güne kadar ekonomik sıkıntılar yaşamaz. 1937 yılında Cavid, tutuklandıktan sonra 2 yıl hapiste kalır, 1939 yılında da kendisini Sibirya’ya sürgün ederler. Ama yazara yapılanlar bununla sınırlı kalmaz, çünkü rejimin hedefinde onun ailesi de vardır. Daha hakkında açılmış asılsız dava sonuçlanmadan yazarın hapsinden 4 ay sonra ailesini oturdukları evden çıkarmışlardı. Üç kişilik aileye, tek odalı, penceresi dahi olmayan üç kişilik aileye küçük alanda birkaç ailenin beraber yaşadığı bir yerde bir tanecik oda verilir. Hayatında hiç çalışmayan hep eşineve çocuklarına hizmet eden Cavid’in eşi Müşkinaz Hanım ailesini ayakta tutmak, eşinin ona emanetlerini büyütmek için bir terzi atölyesinde dikiş işi yapmaya başlar. İşleri çok olduğundan eve de iş getirmektedir. Zaman bulunca da hastanede temizlik işi de yapıyormuş. Ailenin geçim kaynağı senelerce terzilikten ve temizlikten aldığı maaş, oğlu Ertuğrul’un bursu ve asistan olarak müzik konservatuarından aldığı maaş olmuştur. 1937 yılındanHüseyin Cavid’in beraat almasına kadar (1956) ailenin bütün bireyleri ekonomik, sosyal ve siyasî anlamda “Halk Düşman”ının ailesi diye hep baskı altında kalmışlardır.
Hüseyin Cavid’in yazıp yarattığı dönem, Azerbaycan’da yeni rejimin yapılanma sürecine tesadüf ediyor. 1905 yılında büyük Rus İhtilal’indan sonra Çarlık Rusya’sı Hükümdarlığı altında olan diğer milletler arasında özgürlük hareketleri olmuş, hükümet bu türsiyasî faaliyetler gösteren kişileri hapsetmiştir. Ama bunun yanı sıra da ayaklanmış halklara sınırlı özgürlükler de getirmiştir. Bu dönemlerde Azerbaycan’da da okullar, matbaalar açılıyor, halkaydınlanmaya, millî şuur oluşmaya başlıyor. 1918’deki Bolşevik Devrimi sonrasında oluşan otorite boşluğunda, 28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan bağımsızlığını ilan etmiştir. Fakat kısa süre, yani 23 ay faaliyet gösteren Azerbaycan Cumhuriyeti, Sovyet Rusyası’nın Kızıl Ordu’su tarafından işgal edilmiş ve böylece Azerbaycan 1920 yılından 1991 yılına kadar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin idaresinde kalmıştır.
Bütün bu olaylardan tabii ki, en çok kalem sahipleri, aydın kesim etkilenmiştir. Şöyle ki, Rusya yeni bir sistem kurduktan sonra ilk görünüşte adaletli bir şekilde azınlıklara sözde özgürlükler tanıyarak aydın kesimi kontrolü altında tutup, halkı zamanla kendi millî köklerinden koparma politikası uyguluyordu. Yeni komünist rejimi yazarlardan onların istediği konularda eser yazmalarını istiyordu. Yazılacak konular işçileri anlatacak, yeni yapıyı anlatıp övecek, özetle yeni sistemle ilgili olmalıydı. Devlet politikasının temelinde olan halkların dil ve din birliğini öldürmekti. Bu dönemde camiler yasaklandı.Hüseyin Cavid, “Peygamber” piyesini bu dönemde yazdı ve yönetim tarafından mercek altına alındı. Ama mercek altına alınma sebeplerinden biri ve en önemlisi Türkiye geçmişinin olmasıydı. Dil birliğine gelince iseHüseyin Cavid, çevresindeki kalem arkadaşlarından farklı olarak hep ortak edebî Türkçeyle eserlerini yazdı. İlk dönem yazdığı şiirler sayılmazsa bu şiirleri Farsça yazmıştır.Geri kalan edebîmirası hep ortak Türkçeyle ve daha çok Türkiye Türkçesine yakın bir dille yazılmıştır. Bütün bu sebepler göz önünde bulundurulursa yazar hep takip ve baskı altında tutuluyordu. Bu dönemde haksız baskılara ve eleştirilere maruz kalan yazar, bununla ilgili 3 Ekim 1936 tarihinde o dönemin Merkez Komünist Müdürü olan Mir Cafer Bağırov’a mektup yazıyor. “Muhterem Mir Cafer Bağırov yoldaş[60 - Arkadaş.]! Son zamanlarda bana ve yazılarıma karşı ister manevî ister maddî açıdan kaba ve soğuk geçimsizlik var. Bu da yalnız tek tek şahısların kaprisinden ileri gelmektedir.Tarafımdan cesaret olsa da fikrinizi bu noktaya celb etmekle, 30 yıldan fazla emek sarf eden hasta ve yorgun bir yazarın halini düşünmenizi rica ediyorum.” [61 - A. Turan, a. g.e., s. 82.]
Yazarın yaşadığı dönemde, idarecilerin istediği türde eserler vermemesi, eserlerini Türkiye Türkçesiyle yazmasından dolayı ona karşı duyulan tepkilerin artmasına sebep olmuştur.
Yazarın bu dönemde beraber yazdığı kalem arkadaşları işledikleri konuları;millî konuları doğrudan değil dolaylı yoldan anlatarakkendilerini koruma altına alabildiler. Fakat,Hüseyin Cavid kendini koruyamadı. 1937-1941yıllarında Sovyet Dönemi’nde Stalin ile başlayan aydınlara baskı ve temizleme politikasında Hüseyin Cavid de Türkçü, Turancı, vatan haini, ajan gibi suçlamalarla tutuklanıp sürgüne gönderildi. Hiçbir siyasî partiye üye olmayan yazar sadece düşünceleri ve prensipleri yüzünden siyasî hüküm giymiş ve haklarından mahrum bırakılmıştır.

1.8. HÜSEYİN CAVİD’İN HASTALIĞI VE ÖLÜMÜ
Daha önceki bölümlerde de anlatıldığı gibi, Cavid bütün ömrü boyu gözlerinden tedavi olmuş ve zaman zaman tedavisi için Sovyet Rusyası’nın dışına da çıkmıştır. Gözlerindeki uzağı görme rahatsızlığının dışında,ayrıca 1926 yılında göz tedavisi için gittiği Almanya’da kalbini de doktorlara muayene ettirmiştir. Böyle bir kanaate; ağabeyi Şeyh Muhammed’in oğlu Tahir Rasizade’nin babasına, amcasının Almanya seferiyle ilgili yazdığı mektuptaki cümlelerden varıyoruz:
“Emim[62 - Amcam.] ve aileler eyidirler (iyidirler). Bugünler emimin gözü bir kadar (biraz) ağrıyor. Emim bu mayısta Berlin’e gidecek. Zaruren bir takım hastalıklarının tedavisi için. Emimin (amcamın) söylediğine göre bu aralar kalbi de rahatsızlık veriyor. Özü Almanya’da iken meni (beni) ailesiyle beraber yazlığa gönderecek.”[63 - A. Turan. a. g. e., s. 77.]
Hüseyin Cavid’in ölüm sebebi tam olarak belli değil, çünkü sürgündeyken, sürgün hayatının zor şartlarında öldüğünden yazarın ölüm sebebi kesin olarak bilinmiyor. Genellikle Hüseyin Cavid’in hayatını araştırırken meçhuller içinde bir arama yapmak zorunda kalıyorsun. Çünkü yazarın 1973 yılına kadar ne kendisi ne de aile bireylerinin bir resmi yoktur. Kızı Turan Cavid şöyle açıklıyor bu durumu:– “Ya resim çekilmemiştir bu dönemde ya da Hüseyin Cavid hapsedildiği gece evden müsadire edilen evraklar, el yazıları, kitapları içinde resimleri de alınmıştır.” İkinci iddia daha mantıklı ve dönemin gerçeklerine yakındır. Günümüzde, elimizde bulunan bilgilere arkadaşlarının hatıralarından, ailesine, yakınlarına yazdığı mektuplardan, eserlerinden ve çok az sayıda kalan fotoğraflardan yola çıkarak ulaşmaktayız.
Hüseyin Cavid’in hapsolduğu günle ilgili bilgilere, eşinin hatıralarından yola çıkarak ulaşmaktayız. Müşkinaz Hanım, o geceyi “Uğursuz Gece” diye hatırlıyor. 1937 yılı Haziran’I nüçüncü gününüdördüncü gününe bağlayan gecede Hüseyin Cavid’in evine, Azerbaycan Gizli Servisi’nin üç elemanı gece saat birde evi aramaya gelmişler. Hüseyin Cavid’in evinde arama yapan Gizli Servis elemanlarından biri Ermeni Sarkisyan, ikisi de Rus Pavlov ve Federeuko’ydu. Evinden müsadere edilen eşyaların listesi şöyleydi:– 1 çuval Türk, Fars ve Arap dillerinde 115 nüsha kitap, 23 adet foto resim, 549349 NO’lu pasaport, notları, el yazıları olan 5 not defteri vb.[64 - AR. SPIHMAD, Azerbaycan CumhuriyetiEvde aramalarını bitirdikten sonra yazara yanına eşyaların almasını söylediler ve 4 Haziran 1937 tarihinde gece evinden NKVD elemanları tarafından alındı. O gece evinden alınan yalnız Hüseyin Cavid değildi, birkaç aydın ve yazarımız daha aile ocağından alındı. Soruşturma 2 yıl sürdü. 2 Temmuz 1939 tarihinde ailesiyle son kez görüşmüştür. 8 Temmuz’da Hüseyin Cavid sürgüne gönderilmeden önce son kez bütün aile bireyleri ile görüşür. Son sözlerini eşi Müşkinaz Hanım’ın hatıralarından okuyoruz. Hüseyin Cavid’in eşine olan son sözleri şöyledir:
–“Kederli kalbimin sönmez yıldızı olan halkımın yenilmesidir. Ağır kederim[65 - Keder, hüzün.] yenilmezhalkımın yenilmesidir. Ellerde kalkan olarak kullanılmasıdır. Neler oluyor neler yaşanıyor? Her şey olduğu gibi şu zavallı insanlara anlatılacak mı? Ne kadar rezil insanlar varmış. Mert ölmek namertçe (korkak) yaşamaktan üstündür. Zaman gelecek yazılmamış eserlerime, karanlık zindanıma halkım da ağlayacak. Azerbaycan’a vurulan yara çok derindir. Namert ellerle mert âlim, aydın oğullar yaratılıyor. Bu yaralar asırlar boyu sızlayacak.”[66 - M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatirlarken, Bakü, 1982, s. 243.]
Hüseyin Cavid’in ailesine mektup yazma hakkı vardı. Bundan sonraki senelerde ailesiyle haberleşme şekli hep mektuplarla olmuştur.
Hüseyin Cavid’in soruşturması iki yıl bir ay sürmüş. 9 Haziran 1939 tarihinde ellerinde hiçbir kanıt olmaksızın anti-Sovyet teşkilatlara çalışmakla, Pantürkizm ve Türkiye casusluğu yapmakla suçlandı. Cavid, İran, Dağıstan, Ermenistan ve Gürcistan arazilerindeki Azerbaycan topraklarını birleştirip, bağımsız burjuva eğilimli Azerbaycan Devleti yaratmak için faaliyet gösteren teşkilatın üyesi olmakla da suçlanıyordu. Bu suçlamalarla sekiz yıl hüküm giyen yazar 4 Temmuz 1939 tarihinde Valadivastok’a sürgün edilir. Bakü’den Valdivastok’a kadar kapalı sürgün treninde 1 ay 18 gün yol gider. Valadivastok’un Magadan eyaletinde sürgün kampına yerleştirilir.Sürgün kampında Almanya’ya tedavi için gittiği dönemde orada tanıştığı tıp okuyan Mürsel Şahsavarov ile buradaki mahkûm kampında da karşılaşıyor. 1939 yılının Ağustos’undan 17 Kasım 1941 tarihine kadar Mürsel Şahsavarov yazarın sıhhati, sağlığı ile bizzat ilgilenmiştir. 17 Kasım 1941 tarihinde Cavid’i, Magadan’dan İrkutsk’a gönderiyorlar. Sürgün döneminde burada öğretmenlik yapan Azerbaycan Türkü Hacıbala Guliyev hatıra yazılarında, yazarın 1941 yılının Mayıs’ında artık gözlerinin görme yetisini tamamen kaybettiğini söylüyor.[67 - H. Guliyev, Hüseyin Cavid, Bakü, 1982, s. 327.]
17 Kasım’da Magadan’dan İrkutsk’a nakledildikten sonra sadece 18 gün hayatta kalmıştır. Tedirgin ve yaralı bir ruh, hep şiirlerinde konu olan sonsuzluğa kavuşmak için yorgun ve hasta olan cismini terk eder. Yazarın ailesi Magadan’dan gelen mektupları alamayınca; mektup almadıklarını yetkililere yazmışlar. Mektuba cevap olarak onlara; yazarın İrkutsk’a nakledildiği bildirilir ve yeni adresi tedirgin olan aileye iletilir. İrkutsk’un Bıyansk sahiline yazılan mektuplar cevapsız kalır. Nihayet 1948 yılında yetkili kurumlar Müşkinaz Hanım’ı çağırıp yazarın ölüm şahadetnamesini bildirmişlerdir. 1956 yılına kadar aile “Halk Düşmanı” damgasıyla yaşadı. 1956 yılında Yazarlar Birliği tarafından 1937 yılında “Repressiya” kurbanlarının beraatı ile ilgili senet imzalandı. 1982 yılında yazarın İrkutsk’ın Taşyet ilçesinde Şevçenko köyünün çevresinde defin olduğu 59 numaralı mezarından naaşının kalıntıları, doğduğu yer olan Nahçivan’a nakledildi. Böylece, yazarın doğumunun 100 yıllık jübilesi nedeniyle kutlamalar yapılmış ve 43 yıllık bir ayrılıktan sonra Hüseyin Cavid hasret, kaldığı doğduğu topraklara geri dönmüştür.

1.9. HÜSEYİN CAVİD’İN KİŞİLİĞİ VE PSİKOLOJİK DÜNYASI
Hüseyin Cavid’in kişiliği, psikolojik dünyası, “yazarın karakteristik özellikleri nelerdir?” sualini incelerken bize yardımcı olacaktır. Hüseyin Cavid’in kişisel özelliklerini ana hatlarıyla anlatmaya başlamadan önce bu tahlilde eşinin, çocuklarının, arkadaşlarının ve öğrencilerinin verdiği bilgilerden, anılardan yazılmış mektuplardan yararlanacağımızı belirtmek isterim. Hüseyin Cavid karakterini araştırırken kişiliğinin nasıl eserlerindeki kahramanlara yansıdığını yorumlayabiliriz. Çünkü yazar duygusal ve romantik bir ruha sahiptir. İnanmadığı, hissetmediği, hiçbir şeyi kahramanına söyletmez. Okurunu da kendisi inanmadığı veya sahip olmadığı bir duygu ve bilgiyle yüklemezdi.
Günlük yaşantısında yazarı, ev ve aile işlerinde titiz olan iyi bir eş ve babadır. Yazarın hayatı, eviyle okulu arasında geçmiştir. İşinin dışında evinde genellikle eserlerini yazmakla uğraşmış, mütalaa etmiştir. Çok yoğun bir şekilde çalışmasına rağmen yazar ailesini, eşini ve çocuklarını da ihmal etmemiştir. Çalışmadığı, dinlenmek için kendine ayırdığı zamanlarda da çocukları ve eşiyle konuşarak zaman geçirmiştir.
Yeni bir dram eseri üzerinde çalışıyorsa, çok dalgın, bazen asabî, heyecanlı, dışarıdan olaylara karşı ilgisiz, kayıtsız, soğukkanlı davranır, yalnızca kendi hayal dünyasında tutuklu kalırdı. Bazen çalışma odasında yazdığı diyalogları yüksek sesle odanın içinde yürüyerek söyler, sonra yine çalışma masasına geçip söylediklerini yazıya dökerdi. Eşi ve çocukları böyle zamanlarda onu rahatsız etmez, etrafında fazla dolaşmaz, yazarın gerektiği zaman onlarla konuşmasını beklerlerdi.[68 - M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 249.]Genelde yaratıcılık dönemlerinde geceleri çalışırken, kahve içmeyi severdi. Özellikle Türk kahvesi içmeyi çok severdi. Eşi uyuyorsa eğer uyandırmaya kıyamaz, kendisi yapardı. Sabahları erken kalkıp çay yapar, kahvaltıyı hazırlayıp çocuklarını okula o yolcu ederdi, eşini uyandırmazdı.
Hüseyin Cavid kişilik olarak düzenli, titiz, prensipli bir insandı. İster çalışma şekli, ister aile düzeninde olsun titiz ve hassastı. Günlük rutin programı eşinin anlattığına göre sabahları yedide kalkar çay demler, kahvaltı dışında gün boyu çay içmezdi. Kahvaltı sofrasını özenle hazırlayıp çocuklarını uyandırıp okula gönderir, sonra gece yazdığı yazılarını yeniden gözden geçirip, düzeltmeler yapmak için çalışma odasına geçerdi. Gündüzleri, geceleri yazacak olduğu eserlerinin ham maddesini hazırlamak için okurdu, araştırma yapardı, dersi varsa işe gider, yoksa öğleyin üç dört gibi bir saatliğine âdeti üzerine yatardı. Öğle uykusundan onu uyandırmak kızı Turan’ın göreviydi.Daha sonraları hapsedildiği zaman, onunla aynı kaderi paylaşan arkadaşları geceleri hiç uyuyamadığını anlatıyorlar.[69 - T. Cavid, 2010, s. 462.]
Hüseyin Cavid ev işlerinden pek anlamazdı. Çarşı pazar işi de eşinin görevleri içindeydi. Eşi hatıralarında, bir kere Cavid’in pazara gittiğini fakat alınması gerekenleri yanlış aldığını anlatır. Bunun üzerine yazar eşine çarşı-pazar işinde ben beceriksizim demiş ve bu görevi hepten eşine bırakmıştı. Yazar, yemek konusunda çok titizdir, önüne getirilen her yemeği yemez, genelde eşinin yaptığı yemekleri yer, evde beslenmeyi, sağlıklı şeyler yemeği tercih ederdi. Yazar evlatlarına vitaminli yemekler yemeği öğretmiş ve “Sağlıklı insan basit giyinse bile güzel görünecektir.” demiştir.[70 - A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s. 470.]En çok sevdiği yemek kiremitte pişirilen köfteydi. Bu yemeğe “Cennet yemeği” dermiş.[71 - T. Cavid, 1982, s. 325.]
Ailesiyle geçirdiği zaman; gününü geçirme şekli, çalışma alışkanlıklarına dayanarak, yazarın düzenli ve titiz bir kişiliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.Hüseyin Cavid’in karakteristik özelliklerinden biri de giyinme alışkanlığıdır. Yazar, hep esa[72 - Baston.] kullanır, bu yürüme zorluğu yaşadığından değil, sadece alışkanlıktandı.Çoğu zaman ders anlatırken, konuşurken fikrini doğrulamak için bastonunu yere vuruyormuş. Kullandığı baston ve şapkası Hüseyin Cavid’in vaz geçemediği aksesuarlardan idi. Eşyalarının kullanılmasın da ve eşya seçiminde seçici, titiz idi. Kitaplarına, şahsi eşyalarına karşı oldukça dikkatli davranmıştır. Yazarın bu tavırı onun titiz karakterinin göstergesidir.Hüseyin Cavid, hayatta çok sıkıntılar yaşamış bir insandır. Yaşadığı sıkıntılar içinde, özellikle ekonomik sıkıntılar, zor geçen öğretmenlik hayatı onu toplumun yoksul insanlarına karşı duyarlı yetiştirmiştir. Şöyleki o her türlü sıkıntılı dönemlerde okumaktan, yazmaktan yılmamıştır. Bu sebeple de mesleki hayatında da öğrencilerine karşı aşırı duyguludavranmış, onlara sadece ilgi göstermekle yetinmemiş,sıkıntılı zamanlarında da sahiplenmeye çalışmıştır. Eşi Müşkinaz Cavid, hatıralarında eşi öldükten sonra yolda bir öğrencisine rastladığını ve onun okulu öğretmeninin özel ilgisi ve maddi desteği olmasa idi bırakacağını anlattığını yazmaktadır. Bu bölüm hatıratında şu şekildedir:
“Sene 1942, II. Dünya Savaşı, yaşam şartları çok zor, biri bana selam verdi ve eşimin öğrencisi olduğunu söyledi ve bana eşlik etti yol boyunca. Öğretmenim olmasaydı ben eğitim alamayacak, mezun olamayacaktım.” diyor yeni tanıştığım şahıs. Derste dalgın ve üzgün olduğumu fark eden, Cavid Efendi beni odasına çağırıp sebebini sordu. Ben de okulu bırakacağımı söyledim, önce kızdı, sonra sebebini sordu. Ben de annemin hasta olduğunu ve benden başka çalışıp ona bakacak kimsesinin olmadığını söyledim. Cavid efendi, beni dinledikten sonra, daha mülayim ama kararlı bir sesle “Senin annene bakmak ve iyi bir evlat olman için okuman şart. Sen okumalısın, dedi. Ertesi gün beni odasına çağırıp okumam için bir kitap verdi.Ve muhakkak okumam konusunda tembihledi orada. Evde kitabı okurken içinde para ve bir not buldum. Parayı annene ver ve sen de eğitimine devam et.” yazıyordu.[73 - M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatirlarken, Bakü, 1982, s. 236.]
Hüseyin Cavid, anlatılan anıdan da görüldüğü üzere iyi bir eğitmen olmanın yanı sıra çok duyarlı ve hassas bir kişiliğe de sahipti. Muhatabının gururunu kırmadan ona yardım etmek, dertlerine ortak olmak, yükünü hafifletmek için çok ince düşünerek hareket ederd,. Hüseyin Cavid aynı zamanda iyi bir eğitmendi, iyi bir yazar olduğu kadar. O sadece okulda değil, evinde de eşinin de ilk öğretmeniolmuştur. Okuma yazması olmayan eşine mükemmel düzeyde Arapça ve Türkçe (Azerbaycan Türkçesi) yazmayı, okumayı öğretmiş, eserlerinin hep ilk okuyucusu olmasını istemiştir. Çocuklarının eğitimine de özenle dikkat etmiş, okudukları kitapları seçmiş, dersleriyle ilgilenmiştir. Onları gerçekten güzel yetiştirmek için sosyal aktivitelerine de zaman ayırmış, sinemaya, tiyatroya götürmüştür. O zaman çocukların 16 yaşını doldurmadan böyle sinema, tiyatroya gitmesi yasaktı. Kızı Turan Cavid, anılarında her gün babasının yeni basılmış kitaplarından arkadaşları ve yakınlarına vermek için yazıyormuş, kızı sabırsızlıkla yaklaşmış, “Peki ya benim kitabım nerde? diye sormuş. Babası gülmüş önce, sonra da “Benim kitaplarım senin değil mi?diye yanıtını vermiş ve kitabından birini oğlu Ertuğrul’a birini de kızı Turan için imzalamıştır. Kitaplar günümüzde Hüseyin Cavid’in ev müzesinde sergilenmektedir.[74 - T. Cavid, 1982, s. 328.]Yazar, aile içinde sevecen, hassas, duyarlı, mülayim ve uyumlu bir kişiliğe sahipmiş.
Şairin, aslında bütün şairlerde yazarlarda olduğu gibi güzellik hayranlığı vardı. Güzel olan her şeye hayranlık duyar severdi. Fakat yazardaki bu güzellik kavramı sadece dış güzellik değil. Güzel olan vahdet halinde olacak. Dışı güzel olanın içi de güzel olacak. Yani faydası olmayan bir güzelliği güzel olarak görmezmiş yazar. Şair eşine “O ağaç ki, gölge etmiyor, onu kökünden çıkarıp atmak lazım. O, güzellik ki, insanlara hizmet etmiyor, ben ona hayran olmam.” demiştir.[75 - M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 264.]Hüseyin Cavid çiçeklerden kırmızı gülü severdi. Çünkü bu gül çok güzel, ama güzel olduğu kadarda faydalı, reçeli yapılıyor, kokusu var… ve bu gibi sebeplerden gülü seviyor. Çünkü doğa gülü insanlığa hizmet için yaratmıştır.
Şair genel olarak yalnızlığı sevmezdi. Sadece çalışırken yalnızlığı, sessizliği tercih edermiş. Sadece önemli bir eser üzerinde çalışacağı zaman kendisine çalışmasına uyacak bir mekan seçer ve işini bitirinceye kadar dainzivasından çıkmazamış. Hatta Dağıstan’dayken 1916 yılında iyi motive olmak için bir köy evine gider. Ev sakinleri değerli misafiri ağırlar. Ama köyde olduğu gibi ev sakinleri sabah erkenden tarlada işini yapmaya gider. Evde sadece bir genç kalır, birkaç gün böyle devam eder. Bu sırada şair ev sakinleri dönünceye kadar eserinin üzerinde çalışır. Bir gün yazar merak eder ve sorar ev sahibine, kardeşin neden çalışmıyor sizin gibi diye. Ev sahibi de:– “Olur mu hiç Cavid Efendi. Bizde misafir yalnız bırakılmaz, yanıtını verir. Şair güler bu kadar samimi ve içten bir cevaba ve ilave eder”:– Yarından itibaren yanınıza al kardeşini de. Ben çalışırken yalnız kalmıyorum, yaratmakta olduğum nice öğretmen, doktor, sıradan insan karakterleri, kahramanlarım beni yalnız bırakmıyorlar, sıkılmam ben. Beni merak etmeyin, der.[76 - M. C. Cəfərov, Hüseyn Cavid, Azərbaycan Edəbiyyatında Romantizm, Bakü, 1985, s. 85.]Anlatılan hatıralardan yola çıkarak söyleyebiliriz ki, yazar yalnızlığı sevmez, çalışması için tercih ettiği yalnızlıkta bile hayali kahramanlarıyla zaman geçirir, hiç yalnız kalmaz.
Hüseyin Cavid,mütevazı bir kişiliğe sahiptir. Övünmez, yaptıklarını anlatmaz, eleştirildiği zaman eleştirileri değerlendirirken derin bir karaktere sahip olmuştur. Arkadaşı Rıza Tahmasip, onun mütevazı kişiliğini anlatırken hatırlıyor:“Yazdığı şiirleri ilk bize (Eziz Şerif kast ediliyor burada) okurdu. Biz de şiirle ilgili düşüncelerimizi söylerken not defterine not düşerdi,biz konuştuğumuz esnada[77 - R. Tahmasib, “Dostluğumuz” Cavid’i Hatıralarken, Bakü, 1982, s. 216.]Şairin karakter özelliklerinden biri de haksızlığa, adaletsizliğe karşı tahammülsüzlüğüdür. Düşüncelerine, karakterlerine ters düşen her şeyi sakınmadan söyleyen inandığı doğru bildiği gerçekleri sonuna kadar savunan, bildiğinden dönmeyen, adaletli, prensipli bir insandı. Yarattığı kahramanlarda da böyle karakter özellikler görebiliyoruz. Yazar bu noktada işine karşı çok sorumludur. Çünkü bir kahraman yaratmak, bir insan yaratmaktır. Milyonların tanıyacağı yeni bir insan ve bu insan dış yapısı olduğu gibi iç dünyaya da sahiptir. Yazara düşen sorumluluk örnek olacak, ya da ibret olacak iç dünyası olan bir karakter yaratmaktır. Bundan dolayıdır ki, o bir eseri bitirinceye kadar üzerinde çok çalışır, çok düzeltmeler yapardı. Hayattan aldığı bu kahramanları hayatın adaletsizlikleriyle mücadele ettiriyordu. Nitekim kendisi de yaşadığı ortamın sosyal, siyasî dengesizliğiyle savaşıyordu.
Şair daha küçük yaşından onun hayatını yönlendirmeye çalışan mutaassıp ailesiyle mücadeleye girişmiş ve son anlarına kadar da çevresinde karşılaştığı adaletsizliklere karşı mücadele vermiştir. Eşi hatıralarında 1931 yılında Yesentuki’de tatil yaptıkları dönemde hasta 18 yaşlarında genç kızın olayını anlatıyor. Bu kızı babası zengin olduğu için kendinden çok büyük dul iki çocuklu biriyle evlenmeye zorluyormuşlar. Cavid, bunu eşinden duyar, kızın babasıyla konuşur.Bu dönemde artık yazar tanınmış, toplumda sevilen bir yazar aydın olduğu için adamı ikna eder ve babası kızını sevdiği fakir olan öğretmenle evlenmesine müsaade eder. Bu olaydan sonra yazar, eşine insanları birbirinden ayıran, sınıflandıran, aralarında nifak(ayırım yapan) salan tek gücün var olduğunu bununda devlet ve para- pul olduğunu söyler. “Eğer o bir canlı varlık olsaydı, ben onunla bütün gücümle mücadele eder, savaş verirdim, diye söylemiştir”.[78 - M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 253.]Anlatılan anıdan görüldüğü üzerehaksızlığa, adaletsizliğe gelemez, karşılaştığı haksızlığa karşı hemen sesini yükseltirdi.
Memmed Rahim, bir yazısında sanatçının şakacı, esprili kişiliğini şöyle bir hikâyeyle anlatıyor. Bir gün komşusu ve arkadaşı olan Camo Cebrayıl Beyli’yi hasta ziyaretine gitmişler. CamoBey, dış kapısında delik açtırmışmış posta için, bunu görünce “Cavid Efendi espriyle:– Camo Bey, sen herhalde kapındaki delik yüzünden üşüttün, dedi. Biz hepimiz güldük”.[79 - C. Cebrayıllı, “Derin Düşünceli İnsan”, Cavidi Hatırlarken, Bakü, 1982, 214, 215.]
Şairimiz, ayrıca fazla konuşmayı sevmeyen bir mizaca da sahiptir. Arkadaşı Abdullah Şaik, bu özelliğini bir yazısında şöyle anlatır: “Cavid az fakat anlamlı konuşurdu. O konuşurken herkes susar, onu hayranlıkla dinlerdi. O, yüksek sesle konuşmayı, bağırıp çağırmayı sevmezdi.”[80 - A. Şaik, Hatıralarım, Bakü, 1961, s. 12.]
Hüseyin Cavid, hayatını mercek altında, dikkat merkezinde yaşamıştır. Çünkü sosyal bir kişilikti: Mesleği ve yeteneği dolaysıyla hep kalabalığın dikkati üstünde olmuştur. Fakat buna rağmen ne kadar sosyal bir kişilik olursa olsun şair, hoşuna gitmeyen insanlarla aynı ortamda bulunmayı, muhatap olmayı sevmezdi.[81 - R. Z. Handan, Cavid Sanatı: H. Cavid-100, Bakü, 1981, s. 88.]
Hüseyin Cavid, fotoğraf çektirmeyi sevmezmiş, çünkü onların gerçekliği yansıtmadığı kanısındaymış. Bundan dolayıdır ki, çok fazla fotoğrafı yoktur. Çektirdiği resimler 1907 yılından sonra ki döneme aittir. (İstanbul’daki öğrencilik dönemi). Ünlü dram yazarının belirgin bir başka özelliği de fiziksel yapısıydı. Buhara şapkalı, gözlüklü ve bastonlu, şık giyimli orta boylu bir yapıya sahipti.
Hüseyin Cavid’in kişiliğini, psikolojik yapısını oluşturan başlıca özellikler ayrı ayrı anlattıktan sonra kişiliğiyle ilgi anlattıklarımızı özetlersek şu yargıya varabiliriz:Hüseyin Cavid mesleğine düşkün, adaletli, haksızlığa tahammülü olmayan mütevazı, iyiliksever, duygusal, hassas bir yapıya sahiptir. Alışkanlıklarına düşkün, düzenli olmayı seven, çok konuşmayı sevmeyen, daha çok gözlemleyen, iyi bir aile reisi, sosyal bir insandır.

İkinci Bölüm
Turana kılıçtan daha keskin ulu kuvvet
Yalnız medeniyet, medeniyet, medeniyet…
    (İblis)


İKİNCİ BÖLÜM
HÜSEYİN CAVİD’İN SANAT HAYATI

2.1. HÜSEYİN CAVİD’İN EDEBİYAT İLE İLGİLENMEYE BAŞLAMASI
Hüseyin Cavid’in sanatçı kişiliğinin oluşmasında ve sanat hayatına atılmasında aile bireyleriden babası Hacı Abdullah ve ağabeyi Şeyh Muhammed’in etkisi olmuştur.Daha öncede belirttiğimiz üzere şairin babası güzel sese sahip mersiye söyleyen biri idi. Yazar, edebiyata, şiire ilgisinin oluşmasında babasının etkisini kendisi şöyle anlatıyor: “Güzel sesi ve yorumlarıyla ünlü olan babam beni küçüklükten ilimle uğraşmaya sevk etmiştir.”[82 - T. Cavid, Cavid Efendi, Bakü, 2004, s.128.]
Daha ilk çocukluk hatıralarını anlatırken, babasıyla tarih, edebiyat ve sanat üstüne çok ciddi sohbetler ettiklerini görüyoruz. Doğu edebiyatını ve Azerbaycan tarihiyle ilgili bilgilerini babasından öğrendiğini ve ilk öğretmeninin babası olduğunu da vurguluyor.[83 - T. Cavid, a. g. e., s. 128.]Babasının etkisiyle yazarın bilime, edebiyata olan ilgisi başlar ve ilerleyen dönemlerde “Mekteb-i Terbiye”deki hocası M. T. Sıdkı’nın etkisiyle de pekişip güçlenmiştir. İlk şiirini 12 yaşındayken “Mekteb-i Terbiye”deki öğrencilik döneminde yazmıştır. İlk kalem tecrübesi “Gönlüm” başlıklı şiirini, klasik edebiyatın etkisiyle Farsça yazmıştır. İlk şiirlerini “Gülçin”, “Salık” mahlaslarıyla yazmıştır.
İlk kalem tecrübesi olan şiirleri maalesef günümüze kadar muhafaza edilememiştir. Birkaç küçük şiir dışında, onlar da arkadaşları tarafından hatıralarında, günlüklerinde muhafaza edilerek günümüze kadar ulaşmıştır. Hüseyin Cavid’in sanat hayatında silinmez bir iz bırakan hocası ve arkadaşı M. T. Sıdkı onun şiirlerinde ilk yol göstereni, ilk okuyucusu ve eleştirmeni olmuştur. Öğretmeninin ölümü üstüne yazdığı şiir “Salık” mahlasıyla “Şarkı- Rus” gazetesinde 28 Ocak 1904 tarihinde (8 No’lu sayısında) basılmıştır.Bu şiiri Farsça yazmış ve öğretmeninin hatırasına ithaf etmiştir. Öğretmeni M. T. Sıdkı’dan sonra sanatçı kişiliğini geliştiren, şiirle ilgili bilgilerinde yeni ufuk açan bu defa İstanbul Üniversitesi’nde öğretmeni olan R. Tevfik Bölükbaşı olmuştur.
On iki yaşından ilk şiir denemeleri yapmaya başlayan Hüseyin Cavid, 1895-1900 yıllarında esasen Divan edebiyatının etkisiyle Farsça ve Azerbaycan Türkçesiyle lirik şiirler yazmıştır. Bu dönem genç şairin ilk denemelerini yaptığı dönemdir. 1900 yılından I. Dünya Savaşı’na kadar 1914-1915 yıllarına kadar yazar İran’da, Türkiye’de sonraları Tiflis, Gence ve Bakü’de farklı zamanlarda farklı tarzlarda şiir, manzume ve tiyatro eserleri yazmıştır. Edebiyat eleştirmenlerinden H. Zeynallı, bu dönemi, Cavid sanatının ikinci dönemi olarak belirlemiştir.[84 - M. Celal, F. Hüseynov, XX. Asır Azerbayacan Edebiyatı, İstanbul, 2000, s. 547.]
Hüseyin Cavid’in sanat hayatının üçüncü dönemi 1916-1926 yıllarını kapsar. Yazarın sanat hayatının bu dönemini edebiyat eleştirmenlerinden Yaşar Karayev buhranlı, fikri arayış, bir nevi geçit dönemi olarak nitelendirmiştir.[85 - Y. Karayef, Facia ve Kahraman, Bakü, 1965, s. 95.]Fakat yazarın hayatının bu döneminde eserlerine de yansıyan bedbinlik, hayatında yaşadığı büyük kaygılardan kaynaklanmıştır. Bu dönemde yazar evladı Timrus’un ve kardeşi Ali Rıza’nın ölümlerini görmüştür.
Hüseyin Cavid’in sanat hayatının evrelerini daha detaylı bir şekilde incelemeye geçmeden önce, yazarın sanatçı kişiliğinin oluşup gelişmesi, sadece ilk bilgileri aldığı babasının, öğretmeni M. T.Sıdkı ve İstanbul Üniversitesi’nde derslerine girdiği R. Tevfik Bölükbaşı’nın etkisiyle sınırlı kalmadığını söylemeliz. Farklı zamanlarda bulunduğu edebî ortamlara sanat çevreleri, dönemlerinin şair ve yazarlarının da eserlerinde etkisi olduğu görülüyor. Fakat yukarıda isimlerini yazdığımız üç ismin sanatla ilgilenmesinde Hüseyin Cavid’in şair ve yazar olmasına sebep olmuş büyük isimler ve etkenlerdir.

2.2. HÜSEYİN CAVİD’İN ŞİİRE BAŞLAMASI
Şiir yazmaya on iki yaşından başlayan Hüseyin Cavid, ilk şiiri “Talibiyye” okulunda öğrenciyken yazmaya başlamıştır. Şairin bu dönemde yazdığı şiirlerde klasik edebiyat anlayışına uygun olarak klasik nazım şekilleri hâkimdir. Bu dönem şiirlerinden görüyoruz ki, yazar şiirlerini kendinden önceki ünlü klasik yazarlarımız gibi Farsça ve aruz vezninde yazmıştır. İlk dönem şiirlerinde Azerbaycan klasiklerinden Nesimi, Seyit Azim Şirvani, Sabir gibi şairlerin etkisi görülmektedir. Sanatsal kişiliğinin oluşmasında ilk etken olan öğretmeni M. T. Sıdkı’nın etkisiyle şiirlerini Azerbaycan Türkçesiyle yazmaya başlamıştır. İlk şiirlerini “Füyuzat” dergisinde “Hüseyin Salik” mahlasıyla yazmıştır. Şair bu dönemdeki şiirlerinde “Gülçin”; “Arif” ve “Salık” mahlaslarını kullanmıştır. Hüseyin Cavid’in bu dönemde yazmış olduğu yazılarının en önemlisi “Şarkı- Rus” gazetesinde öğretmeni M. T. Sıdkı’nın ölümüyle ilgili “Urmiye’den Mektuplar” başlıklı yazısıdır.
Ez cihan reft hazreti- Sıdkı
Sed hezaran drığa sed efsus
Mısraları “Urmiye’den Mektup” şiirinden bir parçadır. Mısraların anlamı:
“Yüz binlerce kez efsus olsun ki, Hazreti Sıdkı dünyadan göçmüştür.”
Daha önceki bölümlerde de yazdığımız gibi M. T. Sıdkı’nın yazarın sanatçı kişiliğinin; sanat alanındaki kaderinin belirlenmesinde önemli bir yeri ve büyük bir katkısı vardır.
Şair, yaratıcılığının ilk döneminde sadece şiir yazmıştır ve şiirleri 1904 yılında “Şarkı-Rus”, 1905’te “Hayat”, 1906’da “İrşad”, 1907’de “Füyuzat”, 1909’da “Sırat-ıMüstakim”, “Hifak”, 1910’da “Hakikat”, 1911’de “Yeni İrşad”, 1912’de “Işık”,“Mektup”, “İkbal”, “Molla Nesreddin”, 1915’te “Açık söz”, “Kurtuluş” ve nihayet 1917 yılında da “Gardaş Kömeyi”[86 - Kömek = Yardım.] ve “Yeni İkbal” gibi gazete ve dergilerde yayınlnmıştır.[87 - T. Memmed, XX. Yüzyıl Azerbaycan Dramaturgiyasının Poetikası, Bakü, 2004, s. 65.]
İlk dönem şiirlerini klasik uslupta aruz vezniyle yazdığı için konusu itibarı ile de o dönem klasik yazarlarının etkisinde kalarak aşk, sevgi, tabiat tasvirleri, güzellik konularını işlemiştir. 1909 yılına kadar sadece yirmiye yakınşiir yazan Cavid, bu şiirleriyle lirik bir şair olarak tanınmaya başlar.
“Regs”[88 - Dans.], “Her Yer Sefalı”, “Çekinme Gül”, “Hıraman Hıraman”, “Uyuyur”, “Men İsterem”, “Küçük Bir Levha”, “Deniz Perisi”gibi şiirler, yazarımızın insan ve tabiat güzellikleri karşısında hislerinin ifadesidir. Bu şiirlerin büyük çoğunluğu Türkiye’deki eğitim döneminde yazılmıştır. Yazarın hayatında Türkiye-İstanbul dönemi ister sanatçı kişiliğinin isterse de birey olarak karakterinin olgunlaşıp kâmilleşmesinde çok büyük katkısı olmuştur. İstanbul’da eğitim aldığı dönemde Türk edebiyatının dehalarıyla tanışma, onlardan ders alıp, onların ekolunu öğrenme gibi büyük bir fırsatı yakalamıştır.
Türkiye’de Rıza Tevfik, Tevfik Fikret, Namık Kemal ve Abdulhalk Hamit gibi sanatkârların Hüseyin Cavid’in sanat anlayışının, sanatçı kişiliğinin yeni bir şekil almasında büyük katkıları olmuştur. Bu açıdan yazarın Türkiye’ye gelmeden önceki şiirlerine baktığımızda ve Türkiye’de eğitim aldığı ve sonraki dönemlerde yazdığı şiirlerini değerlendirdiğimizde, şiirlerindeki şekil ve konu zenginliğini açık bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Bu konuyla ilgili edebiyatçı eleştirmen Eziz Şerif, Hüseyin Cavid’in İstanbul’dan döndükten sonra hala aruz vezninde yazmasına rağmen, artık yeni kalıplarda ve konu olarak önceki şiirlerinden farklı konularda şiirlerle gündeme geldiğini yazıyor.Hüseyin Cavid’in, bu dönemi Hüseyin Salık mahlasıyla yazdığı şiirlerin son örneğidir.[89 - E. Şerif, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s.267-268.]
Yazarın sanat hayatında dönüm noktası olan Türkiye-İstanbul dönemiyle ilgili edebiyat araştırmacısı Refik Zekâ Handan şunları söyler:
– “Türkiye’ye giden, İstanbul’da tahsilini devam ettiren genç şaire, Türkiye’nin görkemli söz ustalarından Namık Kemal, Rasizâde Mahmud Ekrem, Abdulhak Hamid ve Tevfik Fikret gibi açık fikirli sanatkârların tesiri olmuştur.” [90 - R. Z. Handan, XX. Yüzyıl Azerbaycan Romantizminin Estetik Prensipleri, Bakü, 1967, s. 95.]
20. yüzyılın başlarından itibaren Türkiye’de tahsil gören, fikir ve sanat cereyanlarını yakından takip eden Azerbaycanlı genç yazarlar, geri döndüklerinde Türkiye’deki fikir ve sanat cereyanlarının etkisinde kalarak bunları eserlerine de yansıtmışlardı. Türkiye’den döndükten sonra edebi görgü ve bilgisi genişleyen şair, eserlerine eskiden hiç işlemediği konuları; siyasî ve sosyal konuları işlemeye başlamıştır. 1909-1910 yılları arasında Erivan’ın Millî köyünde, Nahçivan ve Tiflis’te öğretmenlik yaptığı dönemde kaleme aldığı şiirlerin ekseriyeti siyasî ve toplumsal konularda olmakla beraber süjeli şiirlerdir. Süjeli şiir bedii formu onun bütün sanat hayatı süresince en çok kullandığı bir formdur. “Öksüz Enver”, “Küçük Serseri”, “Geseydi”, “Bir Kızın Son Feryadı”, “Veremli Kız”, gibi şiirlerinde Cavid süjeli şiir formunu kullanarak sosyal konularda şiirler yazmıştır. İster form isterse de muhteva açısından Türk edebiyatından etkilenmelerinin örneklerini yazarın şiirlerini tahlil ederken daha fazla göreceğiz.
Sanat hayatının ilk evresi sayılan 1895’den 1909’lara kadar olan dönemde Hüseyin Cavid, sadece şiir yazmamıştır. Hüseyin Cavid’in ilk sanatkârlık dönemine ait şiirlerin büyük çoğunluğunda “Servet-i Fünun” edebiyatının etkisi görülmektedir. Fuad Köprülü, Servet-i Fünun şairlerinden Hüseyin Cavid’in üzerinde Abdulhak Hamid ve Tevfik Fikret’in etkisinin büyük olduğunu ifade eder. [91 - F. Köprülü, Müasir Azerbaycan Edebiyatı, Bakü, 1986, s. 147.]
Hüseyin Cavid sanat hayatının ilk döneminde kaleme aldığı şiirlerini“Keçmiş Günler” başlığı altında 1913 yılında Tiflis’te “Şark” matbaasında bastırmıştır. 1917 yılında Bakü’de “Açık Söz” matbaasında da kitabın II. baskısı yapılmıştır.
“Keçmiş Günler” kitabında şair, 1905 ile 1913 yılları arasında yazdığı şiirlerini toplamıştır. Kitapta dördü gazel olan 27 tane şiir bulunmaktadır. Bu kitapta toplanan şiirlerde “Servet-i Fünun” şiirlerinin dili, üslubu, şekil ve muhteva yönünden tesiri bariz bir şekilde görülmektedir.“Keçmiş Günler” kitabı, şairin basılan ilk kitabı olması açısından da önemlidir.
Hüseyin Cavid’in basılan ikinci şiir kitabı “Bahar Şebnemleri”dir. Yazar bu şiir kitabında 1905 ile 1916 yılları arasında yazmış olduğu şiirlerinin bir kısmını toplamıştır. Kitapta toplamda 35 şiir yer almaktadır. Hüseyin Cavid, bu şiirlerinde dil olarak İstanbul Türkçesi’ne sadık kalmış birçok nazım şekillerini deneyerek lirik eserler yazmıştır.
Yazarın “Bahar Şebnemleri”kitabı da1917 yılında Bakü’de “Açık Söz” matbaasında basılmıştır. Yazar, aynı zamanda bu dönemde darm eseri olan bir perdelik “Ana” piyesini de yazmıştır. Aruz vezniyle yazılan bu eser, şairin tiyatro alanında ilk denemesi olmasına rağmen, şiir akışı, sahne tekniği açısından eleştirmenler tarafından oldukça başarılı değerlendirilmiştir.“Ana” piyesi Azerbaycan tiyatro tarihinde yazılan ilk manzum dram eseri olma özelliğine de sahiptir.
“Ana” manzum piyesinden sonra Hüseyin Cavid, daha çok tiyatro eserleri yazmaya odaklanır ve sanatındaki gerçek başarıyı yazdığı manzum tiyatroları sayesinde yakaladığını da söyleyebiliriz. Hüseyin Cavid, 1910 yılına kadar sadece şiir yazmıştır. 1910’da ilk tiyatro (dram) eserleri, makale, mektup türlerinde de eserler vermiştir. Ayrıca Abdullah Şaik ile beraber “Edebiyat Dersleri” adlı ders kitabı da yazmıştır. Bu eser 1919 yılında Bakü’de yayınlanmıştır.

2.3. HÜSEYİN CAVİD’İN SANAT ÇEVRESİ
1905-1909 yılları Hüseyin Cavid’in Türkiye’de eğitim aldığı dönemdir. Bu dönemde genç yazar, Türk münevverlerinden R. Tevfik Bölükbaşı’ndan ders almış, aynı dönemde İstanbul Üniversitesi’nde Batı Edebiyatı’nda profesörlük yapan Halid Ziya Uşaklıgil ve yine aynı bölümde öğretmenlik yapan Cenab Şehabettin ve Mehmet Akif Ersoy’un da derslerine katılmıştır.Üniversite ortamında o dönemin ünlü edebiyatçılarıyla tanışmıştır.Hüseyin Cavid’in İstanbul’daki edebî evresi yalnızca ders aldığı öğretmenleriyle sınırlı kalmamış, Tevfik Fikret, Abdulhak Hamid gibi “Servet-i Fünun”cularla datanışma fırsatı, yazarın kendini sanat ve dünya görüşü anlamında geliştirmesi açısından çok önemli etkenler olmuştur.
Hüseyin Cavid İstanbul’da öğretim aldığı döneminde “Sırat-ıMüstakim” dergisinde “Yadi Mazi”, “Son Bahar”, “İlmi Beşer” şiirlerini yayınlatmıştır.“Sıratı- Müstakim” dergisinin başyazarlığını o dönemde Mehmet Akif Ersoy yapıyordu.Genç şair, hayatının önemli dönemini oluşturan İstanbul’daki eğitim süresince Türk edebiyatının büyük mütefekkirleriyle tanışıp onlardan ders almıştır. Yazarın hayatındaki bu dönemde sanat çevresi böyle üstadlardan oluşuyordu.
1909’dan sonra Azerbaycan’a dönen Hüseyin Cavid, bir süre memleketinin farklı illerinde öğretmenlik yaptıktan sonra 1919 yılında Bakü’ye yerleşmiş ve bu dönemden sonra 1925 yılından ölümüne kadar şimdiki Bakü Devlet Üniversitesi’nde eski ismiyle Daru’l- Muallimun’da öğretmenlik yapmıştır.1925 ile 1937 yılları arasında Azerbaycan halkının en önde giden aydınlarıyla aynı sanat ortamında çalışmış, halka hizmet etmiştir.Hüseyin Cavid’in sanat çevresini Abdullah Şaik, Süleyman Sani Ahundov, Samed Vurgun, Ebdürrehim Bey Hakverdiyev, Mehmet Emin Resulzade, Eziz Şerif, S. Hüseyin Cafer Bünyadzade, N. Nerimanov, Salman Mümtaz ve Üzeyir Hacibeyev ve Müslim Magamaev gibi XX. yüzyıl Azerbaycan edebiyat ve sanat tarihinde önemli yere sahip münevverler oluşturuyordu. Sanat arkadaşlarıyla üniversitede ve aile ortamlarında veeskiden “Gubernator” parkı olan parkta görüşüp; sanat,edebiyat ve şiir üstüne sohbetler yapıyorlardı. Dönemin önemli içtimaî ve kültürel olaylarını tartışırlardı.[92 - R. Tahmasib, Hüseyin Cavid ve Tiyatro, Bakü, 1988, s. 130.]
Azerbaycan’da Sovyet sistemi kurulduktan sonra yöneticiler işgal ettikleri topraklarda kendilerini sağlama almak için halklara nisbî özgürlükler tanıdılar. Fakat bu politikanın amacı aydın kesime kendini dost gösterereksiyasî görüşlerine ters düşen aydınları temizlemekti. Yine bu politikalarını uygulamak için de halkın içinden kendilerine sadık yazar ve gazeteci grubu yetiştirmek, onların siyasî görüşlerine uymayan aydınları böylelikle toplumun gözünden kendi meslektaşlarının aracılığı ile düşürüp daha sonra resmi olarak hapsedip veya sürgün edip edebiyat camiasını denetlemekti.Hüseyin Cavid’in en samimi arkadaşı ve döneminin en iyi gazetecilerinden olan Eziz Şerif’le uzun süren arkadaşlıkları 1935 yılında devletin uyguladığı bu politika yüzünden bozuldu.Şöyleki bu yıllarda yazar komünistler tarafından sanat ile ilgili haksız eleştirilere hedef oluyordu. Bu sırada arkadaşı tarafından da hak etmediği bir şekilde eleştirilince birbirlerine darılmış ve bir daha hiç konuşmamışlardır.[93 - E. Şerif, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 322.]Bizim yazarla ilgili elde ettiğimiz en eski kaynaklar yazarın Eziz Şerif’e yazdığı mektuplardır. Bilindiği gibi Hüseyin Cavid hepsedilince bütün el yazıları, notları ve kitapları polisler tarafından alındığından elimizde sadece arkadaşlarına ve ailesine yazdığı mektuplar ve çok az sayıda kurtarılan eserleri kalmıştır.

2.4. HÜSEYİN CAVİD’İN SANATÇI KİŞİLİĞİ
XX. yüzyılda Azerbaycan’daki idari ve yapısal değişiklikler edebiyat sahasında da yeni yaklaşımlar ve yeni yorumları beraberinde getirdi. Azerbaycan’daki yeni rejimin yapılanma süresinde, idareciler yazarlardan istedikleri türde eser vermelerini istiyorlardı. Yani Sovyet Rusya’sı kurulduktan sonra yazarların üst yöneticilerinsiparişi ile eser vermesi bekleniyordu. Fakat romantik ve idealist yazar olan Hüseyin Cavid idarecilerin bu beklentilerini yerine getirmez. Çünkü yazar için sanat kutsaldır, dokunulmazdır. Azerbaycan Yazarlar Birliğinin üyelerinden biri Memmed Rahim sanatçının sanata olan düşkünlüğünü şöyle anlatıyor:
“Bir gün yine cemiyetimizin düzenlediği sohbetlerden birinde Hüseyin Cavid konuşuyordu. Konuşmasında, şiir söylerken, aynı ortamda bulunan diğer bir genç yazar: Cavid Efendi, ben sizin romantikayı çok seviyorum. Fakat herkesin daha kolay anlayabilmesi için biraz daha sade yazmanız gerekmez mi?– diye sormuş. Cavid: “Siz sade yazın, benim kendi yolum var, kendi edebî tahsil ve terbiyem vardır. Ayrıca da şiiri sadeleştirmek olmaz!”-demiş.[94 - Q. Memmedli,Cavid Ömrü Boyu: Hayat ve Yaratıcılık Salnamesi, Hzl: Y. Karayev, Bakü, 1982, s. 223.]
Anlatılan anıdan da görüldüğü üzere Cavid kendi sanat yolundan ve prensiplerinden dönmez. Onun için sanatı, şiirleri, tiyatro oyunları dokunulmazdır. Tiyatro oyunlarının basım sırasında herhangi bir şekilde değiştirilmesine karşı olan yazar, aynı zamanda sahneye konulacak oyunlarında da “İmlasına dokunulmasın” şartıyla oynanmasına izin veriyordu. Eleştiriye açık bir kişiliğe sahip olan şair, mevzu şiirleri, sanatı olunca eleştiriye gelmiyordu. Eleştirmenlere sert tepkiler veriyordu. Yazdığı eserler üzerinde uzun zaman ve büyük titizlikle çalışıyordu. Hüseyin Cavid, eseri okuyucuya sunulunca da tek kelimesinin bile değiştirilmesine, eleştirilmesine tahammül edemiyor, buna fırsat vermiyordu. Oyunlarının değiştirilmesine izin vermediği için de, oyunlarının sahnelenmeden kaldırıldığı da olmuştur. Bir gün öğrencilerinden biri Hüseyin Cavid’e sormuş:– “Eğer oyunlarınız da sahnelenmeyecekse, değişiklik yapılmasına izin vermeyecekseniz, o zaman onlar sahnelenmeyecek demektir. Peki o zaman neden yazıyorsunuz ki? Yazar genç öğrencisine şöyle cevap vermiş:-“İzin vermem değiştirmelerine. İster sahneye koyarlar oynanır, ister oynanmaz, kendileri bilirler. Benim tek bildiğim gerçek. Benim yazmam lazım, demiş. Bir süre sustuktan sonra da eklemiş:– “Ben yazmadan duramam.”[95 - M. Alioğlu, Hüseyin Cavid’in Romantizmi, Bakü, 1975, s. 57.]Anlatılan anılar bizim yazarın sanatçı kişiliği ile ilgili şu sonuca varmamızı sağlar. Hüseyin Cavid, yazılarına karşı çok hassastır, eserlerini büyük titizlikle uzun zaman üzerinde çalışarak yazar ve herhangi bir şekilde değiştirilmesine izin vermezdi.Hüseyin Cavid, kendisiyle ilgili, şiirleriyle ilgili, sanatıyla ilgili konuşmayı sevmezdi.[96 - Y. Karayef, Azerbaycan Edebiyatı XIX. ve XX. Yüzyıllarda, Bakü, 2002, s. 361.]

2.5. HÜSEYİN CAVİD’İN SOYADI VE YAZI HAYATINDA KULLANDIĞI İSİMLER
Hüseyin Cavid ilk şiirlerini “Mekteb-i Terbiye”de öğrenciyken şair Raci’nin etkisiyle “Gülçin” mahlasıyla yazmıştır. İlk kalem tecrübesi olan “Gönlüm” şiirinde de “Gülçin” takma ismini kullanmıştır. [97 - M. Cafer, Hüseyin Cavid, Bakü, 1960, s. 23.]Yine aynı dönemde bir takım şiirlerini “Salık” ismiyle de yazmıştır. Aynı zamanda şair “Arif” ismini de kullanmıştır.[98 - Azerbaycan Sanat Yazıcıları, 1987, s. 624.]Bu isimlerde en çok kullandığı “Salik” ismidir.“Sırat-ı Müstakim”, “Füyuzat” ve “Şarkı Rus” mecmualarında bu isimlerle şiirler yayınlamıştır.
Daha önceki bölümlerde de söylediğimiz gibi Hüseyin Cavid’in hayatında en önemli dönem tedavisi için gittiği ve eğitimi için dört yıl kaldığı Türkiye-İstanbul dönemidir. Hüseyin Rasizade; İstanbul Üniversitesi’nde eğitim aldığı dönemde ilk senelerde “Salik” ismini bir süre kullanmış, fakat 23 Şubat 1908 tarihinde arkadaşı Kurbanali Şerifzade’ye yazdığı mektubun dışında hiç “Salik” ismini kullanmamıştır. 1909 yılının Mart, Mayıs ve Ağustos aylarında “Sırat-Müstakim”in sayfalarında Hüseyin Rasizade’nin Cavidleşmesi gerçekleşiyor. Şöyleki, “Sırat-ı Müstakim” mecmuasının belirttiğimiz sayılarında “Yâd-i Mazi”, “Son Bahar”, “İlmi Beşer” şiirlerinde Cavid ismini kullandığını görüyoruz. Hüseyin Rasizade 1909 yılından sonra sürgün edilip, Sibirya çöllerinde ölünceye kadar Cavid ismini kullanmıştır. O, Cavid ismini resmileştirerek bütün resmi evraklarda Hüseyin Cavid olarak geçer. Hüseyin Cavid, Cavid soyismini sadece yazı hayatında mahlas olarak kullanmıyordu. Yazarın kızı Turan Cavid’in anılarından aldığımız bilgilerde, 1930-1931 eğitim yılında Bakü ikinci daire, 48 No’lu okulunun öğrencisi Turan’a sınıf değiştirmesi ile ilgili verilen “Uçot Veregi”[99 - Kütük kaydi olan evrak.] denilen evrakta ismi ve soyismi “Turan Cavidzade” diye yazıyordu. [100 - T. Cavid, Hüseyin Cavid Bütün Eserleri, IV. cilt, Bakü, 1985, s. 392.]
1937 yılında Gizli Servis elemanlarınca hapsedilip, sorgulandığı dönemde bütün resmi tutanaklarda da yazarın ismi ve soyismi geçen evraklarda hep Hüseyin Cavid soyadını görüyoruz. Rasizade soyadına 1909 yılından sonra resmî veya gayri-resmî hiçbir yerde rastlamıyoruz.

2.6. HÜSEYİN CAVİD’İN SANAT, EDEBİYATLA İLGİLİ KURUMLARDA ALDIĞI GÖREVLER VE KATILDIĞI SOSYAL FAALİYETLER
Hüseyin Cavid hayatı boyunca sanat ve edebiyatla uğraşmıştır. Şairin yaşayıp yazdığı sanat eserlerini verdiği dönem siyasî olayların, savaşların, inkılâpların (1905 Ekim; 1917 Rus inkılâbı) yaşandığı karışık bir dönemdi. Bu sebeple yazar sadece öğretmenlik mesleğine ve sanatına odaklanıp, şiir, tiyatro eseri yazmakla yetinmemiştir. Siyasî olaylarda iktidara veyamuhalefete yaslanmadan kendi tarafını, safını çizer. Dışarıdan hayatı boyunca herhangi bir siyasî partiye üye olmadığından tarafsız gibi görünse de aslında safını kendi sanatına adayarak, bu yolla, vatanının kültürel ve millîdeğerlerini yaşatmakla yükümlü kılarak belirlemiştir.Kendi zamanında yazarın Stalin’in represiya (kıyım) kurbanı olarak gözden düşürülmesi ve haksız yere eleştirilmesine rağmen halk tarafından sevilmiştir.
Hüseyin Cavid, edebiyat adına, Türk dili adına Azerbaycan’ın çeşitli illerinde öğretmenlik yapmıştır. En son da 1925-1926 yılında işe başladığı şimdiki ismiyle Bakü Devlet Üniversitesi’nde öğretmenlik yapmıştır. Hapsedilinceye kadar milletini, gençleri eğitmek için edebiyat dersleri anlatmıştır. 1927-1928 yılında Bakü’de Devlet Tiyatro Yüksek Okulu açılınca, Cavid, burada da edebiyat derslerine girmiş ve tiyatro çalışmalarına da katılmıştır.
1920 ile 1922 yılları arasında “Yeni Türk Alfabesi” komitesi kuruldu ve faaliyetlerine başladı. Bu komitenin amacı Azerbaycan halkının millî değerlerini yansıtacak yeni bir alfabe oluşturmaktı. Yeni Türk Alfabesinin oluşturulması için kurulmuş olan komitenin üyeleri içinde Hüseyin Cavid’de vardı.
1926 yılında Azerbaycan’ın Bakü kentinde gerçekleştirilen I. Türkoloji Kurultayı’nda Hüseyin Cavid, kurultayın resmi temsilcisi olmasa da buraya davet edilmiştir. Dönemin diğer ünlü yazarları arasında kendi yerini almıştı.
Hüseyin Cavid, halkının maariflenmesi için elinden geleni yapmış. Azerbaycan’ın önde gelen aydınlarından biri olmuştur. Hayatını öğretmenlik mesleğine ve tiyatro yazarlığına adamasının dışında 1919 yılında arkadaşı ve meslektaşı Abdullah Şaik ile beraber “Edebiyat Dersleri” kitabını da yayınlatmıştır. Bu kitap Türkiye ve Azerbaycan’da ortak edebiyat tedrisinin genellikle ortak bir okulun yaratılması gibi bir düşünceyi ifade etmesi açısından da faydalı eserlerden biridir.

2.7. HÜSEYİN CAVİD’İN EDEBİYAT ALANINDAKİ BAŞARILARI, ALDIĞI ÖDÜLLER
Hüseyin Cavid yaşadığı dönemde gerektiği ve hak ettiği ilgiyi maalesef görmedi. Kendini sanatına ve yazı hayatına adamış şair ve dramaturg, sanat hayatının en verimli dönemlerinde haksız eleştirilerle uğraştı, ama yine de yazmaktan vazgeçmedi. Yılmadan da doğru bildiği gerçeği anlatmaya veyazı yazmaya devam etti.
Sanat hayatında hayattayken aldığı resmi kaynaklara da geçen sadece bir ödülü vardır. O da 1935 yılında Azerbaycan SSR’nin kuruluşunun 15. yılı dolaysıyla ilan edilmiş yarışmada, yazarı olduğu “Hayyam” eserinin en iyi eser olarak birincilik ödülünü kazanmasıdır. Yazarın bu eser dışında aldığı resmi belgelerle kanıtlanmış bir ödülü yoktur. Fakat ünlü edebiyatçılarımızdan biri Abdullah Şaik, Hüseyin Cavid’in “Veremli Kız” şiiriyle İstanbul’da bir yarışmaya katıldığını ve ödül kazanarak birinci olduğunu anlatıyor. Abdullah Şaik’in anılarında bu olay şu şekilde Hüseyin Cavid’in dilinden anlatılmaktadır:
“Bir kere İstanbul’da gazetede şiir yarışması ilân edildiğini okudum. Ben de, şu şiirimle yarışmaya katıldım, diyip şiir okuyor:
Sarı gül, ey şikeste solgun nur!
Çeşm-i nazinde başka rezm okunur
Niçin aludey-i gubar oldun,
Söyle bir, söyle sen niçin soldun?!
Hiç beklemediği halde, verem hastalığına yakalanmış bir kıza ithafen yazmış olduğu bu şiiri birincilik ödülünü aldı”.[101 - A. Şaik, a. g. e., s. 223.]

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/jale-babasova-kastrati/repressiya-donemi-azerbaycan-donemi-huseyin-cavid-69500068/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
14 Aralık 1825 tarihinde Çarlık Rusyasında yaşanan bir ayaklanmanın ismi.

2
yenilikçi

3
Kitlesel kıyım

4
M. Qasımlı, Azerbaycan Türklerinin Millî Mücadele Tarihi, İstanbul, 2006, s. 48.

5
M. H. Türkekul, Azerbaycan Türk Şairi Hüseyin Cavit, İstanbul, 1963, s. 7.

6
A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s. 8.

7
vücudun su toplaması.

8
A. Turan, a. g. e., s.10.

9
A. Turan, a. g. e., s. 15.

10
Mersiyehanlık: ağıt söylemek

11
M. H. Türkekul, Azerbaycan Türk Şairi Hüseyin Cavit, İstanbul, 1963, s.7.

12
Rusça’dan kalma bir kelime. Devlet memuru, müdürü.

13
Özel toplantılarda, düğünlerde şiir söyleyen kişi.

14
A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s.10.

15
İ. Atilla, Hüseyin Cavit, Mert Olun Mert Ölün, Bakü, 2010, s.12.

16
M. H. Türkekul, Azerbaycan Türk Şairi Hüseyin Cavit, İstanbul, 1963, s. 8.

17
Abdullah Şaik, Hatıralarım, Bakü, 1961, s. 12.

18
M. Cavid, Cavid Hakkında Hafızamda Kalanlar, Hzl: Turan Cavid, Bakü, 2005, s.13.

19
Yüzbaşı.

20
E. Şerif, Geçmiş Günler’den Hüseyin Cavid’in Meşedi Gurbaneli’ye YazdığıMektup, Bakü, 1977, s. 39.

21
A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s. 17.

22
M. Cafer, Hüseyin Cavid, Bakü, 1960, s. 23.

23
E. Şerif, Geçmiş Günler’den Hüseyin Cavid’in Meşedi Gurbanali Şerifzade’ye Yazdığı Mektuplar, Bakü, 1977, s. 41.

24
E. Şerif, a. g. e., s. 53.

25
Halı.

26
T. Cavid, Hüseyin Cavid Eserleri, 4. cilt, Bakü, 1985, s. 26, 2263.

27
T. Cavid. a. g. e., s. 262-263.

28
Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, Azerbaycan Edebiyatı, 4. cilt, Ankara, 1992, s. 276.

29
Önce, evvel.

30
Kağıt.

31
Yeterince.

32
Yoktur.

33
E. Şerif, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 270.

34
Hüseyin Cavid Eserleri, 4. cilt, Bakü, 1985, s. 264.

35
E. Şerif, Geçmiş Günler’den Hüseyin Cavid’in Meşedi Gurbanali Şerifzade’ye Yazdığı Mektuplar, Bakü, 1977, s. 53.

36
E. Şerif, a. g. e., s. 53.

37
E. Şerif, a. g.e., s. 54.

38
H. Aslan, Türk Kültürü, Hüseyin Cavid, s. 232, 1982.

39
Esasları sağlama almak.

40
H. Aslan, a. g. e., 271.

41
M. Cafer, Hüseyin Cavid, Bakü, 1960, s. 34.

42
M. Cafer, a. g. e., s. 40.

43
R. Tehmasib, “Dostluğum Cavid’i Hatıralarken”, Bakü, 1982, s. 267.

44
Yazarlar birliği.

45
T. Ahmedov, Azerbaycan Sovyet Yazıcıları, Bakü, 1987, s. 622, 623.

46
M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 241.

47
M. Cavid, a. g. e., s. 242.

48
M. Cavid, a. g. e., s. 242.

49
A. Turan,Cavidname, Bakü, 2010, s. 65.

50
Nişan yüzüyü, alyans.

51
Yiğit.

52
Oğlu.

53
A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s. 315.

54
Zabtetme, zorla önlemek, bastırma eylemi.

55
A. Turan, a. g. e., s. 477.

56
A. Turan, a. g. e., s. 77.

57
E. Şerif, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 270.

58
M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, hzl: Turan Cavid, Bakü, 1983, s. 242.

59
A. Turan,Cavidname, Bakü, 2010, s. 65.

60
Arkadaş.

61
A. Turan, a. g.e., s. 82.

62
Amcam.

63
A. Turan. a. g. e., s. 77.

64
AR. SPIHMAD, Azerbaycan Cumhuriyeti
65
Keder, hüzün.

66
M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatirlarken, Bakü, 1982, s. 243.

67
H. Guliyev, Hüseyin Cavid, Bakü, 1982, s. 327.

68
M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 249.

69
T. Cavid, 2010, s. 462.

70
A. Turan, Cavidname, Bakü, 2010, s. 470.

71
T. Cavid, 1982, s. 325.

72
Baston.

73
M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatirlarken, Bakü, 1982, s. 236.

74
T. Cavid, 1982, s. 328.

75
M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 264.

76
M. C. Cəfərov, Hüseyn Cavid, Azərbaycan Edəbiyyatında Romantizm, Bakü, 1985, s. 85.

77
R. Tahmasib, “Dostluğumuz” Cavid’i Hatıralarken, Bakü, 1982, s. 216.

78
M. Cavid, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 253.

79
C. Cebrayıllı, “Derin Düşünceli İnsan”, Cavidi Hatırlarken, Bakü, 1982, 214, 215.

80
A. Şaik, Hatıralarım, Bakü, 1961, s. 12.

81
R. Z. Handan, Cavid Sanatı: H. Cavid-100, Bakü, 1981, s. 88.

82
T. Cavid, Cavid Efendi, Bakü, 2004, s.128.

83
T. Cavid, a. g. e., s. 128.

84
M. Celal, F. Hüseynov, XX. Asır Azerbayacan Edebiyatı, İstanbul, 2000, s. 547.

85
Y. Karayef, Facia ve Kahraman, Bakü, 1965, s. 95.

86
Kömek = Yardım.

87
T. Memmed, XX. Yüzyıl Azerbaycan Dramaturgiyasının Poetikası, Bakü, 2004, s. 65.

88
Dans.

89
E. Şerif, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s.267-268.

90
R. Z. Handan, XX. Yüzyıl Azerbaycan Romantizminin Estetik Prensipleri, Bakü, 1967, s. 95.

91
F. Köprülü, Müasir Azerbaycan Edebiyatı, Bakü, 1986, s. 147.

92
R. Tahmasib, Hüseyin Cavid ve Tiyatro, Bakü, 1988, s. 130.

93
E. Şerif, Hüseyin Cavid’i Hatırlarken, Bakü, 1982, s. 322.

94
Q. Memmedli,Cavid Ömrü Boyu: Hayat ve Yaratıcılık Salnamesi, Hzl: Y. Karayev, Bakü, 1982, s. 223.

95
M. Alioğlu, Hüseyin Cavid’in Romantizmi, Bakü, 1975, s. 57.

96
Y. Karayef, Azerbaycan Edebiyatı XIX. ve XX. Yüzyıllarda, Bakü, 2002, s. 361.

97
M. Cafer, Hüseyin Cavid, Bakü, 1960, s. 23.

98
Azerbaycan Sanat Yazıcıları, 1987, s. 624.

99
Kütük kaydi olan evrak.

100
T. Cavid, Hüseyin Cavid Bütün Eserleri, IV. cilt, Bakü, 1985, s. 392.

101
A. Şaik, a. g. e., s. 223.
Repressiya Dönemi Azerbaycan Dönemi Hüseyin Cavid Jale Babaşova Kastrati
Repressiya Dönemi Azerbaycan Dönemi Hüseyin Cavid

Jale Babaşova Kastrati

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Repressiya Dönemi Azerbaycan Dönemi Hüseyin Cavid, электронная книга автора Jale Babaşova Kastrati на турецком языке, в жанре историческая литература

  • Добавить отзыв