Kırgız Şiirinde Akan Su

Kırgız Şiirinde Akan Su
Mustafa Kundakçı

Mustafa Kundakcı
Kırgız Şiirinde ‘Akan Su’

Kısaltmalar
AKM Atatürk Kültür Merkezi
ASKİ Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi
C. Cilt
çev. Çeviren
haz. Hazırlayan
İTOBİAD İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi
S. Sayı
s. sayfa
sad. Sadeleştiren
TDK Türk Dil Kurumu
TDV Türkiye Diyanet Vakfı
TTK Türk Tarih Kurumu
vb. ve benzeri
vd. ve diğerleri

Takdim
19. asır Türkistan tarihinin en karanlık ve meşum dönemidir. Bu donemi bu kadar karanlık yapan husus Türkistan’ın istilası ve yaşanan katliamlardır. Bu dönem dünyadaki bütün sömürge güçler sanki Türkistan’ın üzerine bir kara bulut gibi çökmüştür.
Bu dönem aynı zamanda Türk’e ait, Türkistan’a ait bütün değerlerin kirletildiği, yok edilmeye çalışıldığı coğrafyaya ve coğrafyada yaşayan insanlara esaret zincirinin takıldığı dönemdir. Bu dönemin takibinde özellikle Kırgız coğrafyasında çok büyük acılar yaşanır ki bunlar katliamı aşan soykırıma varan olaylardır.
İlmiskiy’le beraber sistematik hale getirilen asimilasyon politikaları bir taraftan da şiddet ve katliama dönüşür. İnsanlar çaresiz ne yapacaklarını bilmez durumdadırlar. Aydın insanların pek çoğu da susmak zorunda bırakılmıştır. Bu duruma seyirci kalamayan Kırgız akınları yaşanan zulmü, katliamı, soykırıma varan olayları dillerinin döndüğünce şiirle dile getirmeye çalışırlar.
Bütün edebiyatı neredeyse şiirden ibaret olan coğrafyanın insanlarını harekete geçirebilecek tek şey akınların söyledikleri şiirlerdir. Bugün yaşanan bu acı olayların belgelerini gerçeğiyle bulmak çok zordur. Ancak bu acı olayları anlatan şiirler oldukça fazladır tam olmasa bile kısmen bu acılar şiirlerde yaşamaktadır. Kırgız edebiyatı konusunda çalışan değerli bir araştırmacı bu şiirlerden hareketle bu acıları tarihe not düşmek için bir kitap haline getirmiş ve konuyla ilgilenenlere takdim etmiştir. Verdiği emek, gösterdiği gayret için Dr. Mustafa KUNDAKCI’ya teşekkür eder böyle çalışmalarının devamını gönülden dilerim.

    Prof. Dr. Hikmet KORAŞ

Ön Söz
İnsan, en geniş anlamıyla tabiatı kendi faydasına hazırlanan bir mekân olarak görür. Onda var olan tüm imkânların kendisine hizmet için hazırlandığını düşünür. Hayatta kalmak için bir yurt, sığınak, ev olarak da değerlendirilebilecek tabiata güvenen insan; çoğu zaman kendisini de onun dışında, karşısında değil ona ait bir şey olarak hisseder. Daha çok his ama yer yer düşünce olarak insanda biçimlenen bu hâl, edebî eserler eliyle tarif edilir. Edebiyat bu bakımdan insan ve onun ezelî yurdu tabiat arasındaki ilişkinin ifadesinde samimî bir araç olarak değerlendirilebilir.
Edebî türler içerisinde bilhassa şiir, insan ve tabiat arasında çözüldükçe daha da karmaşık hâle gelen ilişkiyi en kısa yoldan anlatmaya heveslenir. Zira şiir nesire has hesabîlikten uzak hasbî bir tavırla bu iki unsur arasındaki alakayı sadece zihne değil kalbe dokunacak şekilde anlatma imkânına sahiptir.
Türkistan coğrafyasında konargöçer bir hayat süren ve tabiatla iç içe yaşayan Türk toplulukları için toprağı, havası, güneşi, ormanı ile tabiat; elleri, gözleri, ayakları kadar vazgeçilmez bir uzva dönüşür. Onları bu derece etkileyen, dışlarını çepeçevre kuşattığı hâlde içlerinde de taşıdıkları tabiatı tanıma, onun sırrına erme, ona hakkı olan saygı ve sevgiyi gösterme çabasının sonucu olarak bir düşünme çeşidi de olan şiirlerinde bu konu işlenir.
Kırgız edebiyatında XIX. yüzyılın son yarısından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar tabiatı anlama ve anlatma maksadıyla söylenen şiirlerden bir kısmının ana konusu tabiatın dört temel unsurundan biri olan ‘su’dur. Daima hareket hâlinde olan bir millet olan Kırgızlar, suyu da hareket halinde yani ‘Akan Su’ olarak değerlendirirler. Bu konuyu şiirlerinde işleyen şairler su konusunda birçok açıdan farklı düşünmekle beraber onun dinamik ve hayatın kaynağı olduğu konusunda hemfikirdirler.
İki bölüm olarak hazırlanan bu çalışmanın ilk bölümünde tabiatın bir parçası olan ‘su’ unsurunun evrensel ölçekten başlayarak Türkler ve en sınırlı hâliyle Kırgız Türklerinin mitolojisinde ve kültüründeki yeri üzerinde durulmaktadır. Çalışmanın ikinci bölümünde ise Kırgız edebiyatında tabiatı anlama çabası içerisindeki beş şairin bir akım hâlinde işlediği ‘Akan Su’ başlıklı şiirlerde bu tabiat unsuruna bakışları irdelenmeye çalışılır. Bu irdelemeye esas olmak üzere şairlerin ‘Akan Su’ konusunu işledikleri şiirleri onların biyografileri ve sanat anlayışları eşliğinde verilmektedir.
Bu çalışmayla amaçlanan artık Asya’nın ortasında bir meçhule dönüştürülen ana yurdumuzda sadece etnik olarak değil, tarih, kültür ve anlayış bakımından pek çok ortak noktamız bulunan Kırgız Türklerinin tabiata bakışını biçimleyen dinamikleri anlamaktır. Esasen sadece o gün değil bugün de kendisini tabiattan çok ayrı düşünmeyen Türk toplumunun ‘su’ unsurunu dönemin en ünlü şairlerinin başat konularından biri hâline getirmesi, lirizmden felsefeye kadar uzanan bir yelpazede bu kavramı anlamaya çalışması şaşırtıcı değildir. Son tahlilde şiirlerin çoğunda kişileştirilerek verilen su üzerinden o günün insanına ve toplumuna dönük bir durum değerlendirmesi yapan şairlerin gözünden olan biteni anlamak ve anlatmak en temel çabamızdır.
Kitabı hazırlamamda yardım ve desteklerini esirgemeyen saygıdeğer hocam Prof. Dr. Abdıldacan AKMATALİYEV’e, Türk dünyası kültürünü tanımaya, tanıtmaya yönelik görüş ve yönlendirmeleriyle samimi teşviklerini sürekli yanımda hissettiğim çok kıymetli hocalarım Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU ve Prof. Dr. Hikmet KORAŞ’a, araştırmalarım sırasında fikir ve tavsiyeleriyle katkıda bulunan Doç. Dr. Enver KAPAĞAN ve Doç. Dr. Cıldız İSMAİLOVA’ya, kitabın düzeltmelerinde değerli katkılarını esirgemeyen Öğr. Gör. Yılmaz BACAKLI’ya, kitabın yayınlanmasında gösterdiği ilgi ve alakadan dolayı Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Doç. Dr. Yakup ÖMEROĞLU ve Bengü Yayınevi çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

    Dr. Mustafa KUNDAKCI

I. BÖLÜM
GİRİŞ

Tabiatta insanoğlu için vazgeçilmez unsurların başında su gelir. Kâinatın yaratılışındaki oluşumu sağlayan ve “anâsır-ı erbaa” olarak adlandırılan hava, su, toprak ve ateş gibi öğelerin en önemli unsurlarından biri de sudur. İnsanlık tarihinin her döneminde vazgeçilmez bir ihtiyaç olan su, canlıların varlıklarını devam ettirebilmeleri için hayati bir yaşam kaynağıdır. Dünyanın dörtte üçü sularla kaplı olduğu gibi İnsan vücudunun da dörtte üçünü su oluşturur. Bu hakikatten yola çıkarak yaratılışın özünün su olduğunu söylemek mümkündür. Su, her şeyin kaynağı olması ve tüm canlılar için hayati önem arz etmesi hasebiyle bütün dinlerde ve kültürlerde kutsal kabul edilir. Su; özellikle şifa, bereket, sonsuzluk, güç ve kuvvet kaynağı olarak milletlerin mitoloji, destan, hikâye, masal, şiir ve birçok sözlü ve yazılı edebi ürünlerinin en temel konuları ve motifleri arasında yer alır.
Su insanlar için ayrıca temizliği sembolize eden hem maddi hem de manevi bir arınma aracıdır. Vücudun veya belli uzuvların suyla yıkanmasıyla fiziksel temizlenme sağlanır. Ayrıca bazı dinlerde bir kısım uzuvların suyla yıkanması fiziksel temizlenmenin yanı sıra manevî arınmayı da sağlayıcı bir ibadet olarak kabul edilir. Suyun farklı özellikleri bilinmekle beraber çeşitli kültürlerde ve dinlerde suyun daha çok temizleyici ve arındırıcı özelliği üzerinde durulmaktadır (Akman, 2002: 2-3).
Bütün bir varoluşun kaynağı olması yönüyle büyük bir değere sahip olan su, tabiatı gereği sıvıdır ve yumuşaktır. Fakat bununla birlikte sert maddeleri delen, yıkan, yok eden bir özelliği vardır. Su, belli bir şekle de sahip olmadığından tabiattaki tüm varlıklardan daha güçlü kabul edilir. Suyun hayati ve olumlu özelliklerinin yanı sıra taşkınlık, sel, tufan gibi olumsuz özellikleri de vardır. Karşı konulmaz gücüyle su, geçmişten günümüze toplumların oluşmasında ve yok olmasında, kültür ve medeniyetinin gelişmesinde, bütün gelenek ve göreneklerinde, inanç ve dinî düşüncelerinde her zaman önemli bir yere sahiptir (Eliade, 2005: 254).

Eski Türklerde ve Mitolojide Su

İnsanlığın suyla münasebeti ilk insanın ortaya çıkışı ile birlikte başlar. Tarihte ilk uygarlıkların nehirler ve su kaynakları etrafında oluştuğu bilinmektedir. İnsanların hayatlarını devam ettirebilmeleri için büyük önem taşıyan suyun, maddî ve manevî boyutuyla birçok medeniyet, inanç ve mitolojide hayat kaynağı olarak görüldüğü ve kutsallaştırıldığı bilinen bir gerçektir.
Genellikle bütün mitolojilerde yaşam suyla başlar ve suyla son bulur. Su ile ilgili mitler oldukça zengindir. Mitolojilerde su, arındıran iyileştiren, yenileyen, ölümsüzleştiren bir varlık olarak nitelense de özellikleri bunlarla sınırlı değildir. Mitolojide su olağanüstü özelliklere sahip, yaşayan bir varlıktır. Mitolojilerde geçen sosyal ve kültürel değerler, ritüellerle somut hale getirilip çeşitli şekillerde ve zamanlarda uygulanarak bir inanç ve davranış biçimi haline gelir. Bu sürecin sonunda ‘kült” haline dönüşen değerler bir çeşit kutsallık kazanır. Hayvanlar, bitkiler, gök cisimleri, ateş ve su gibi insan hayatında önemli bir etkiye sahip varlıklar kendilerine atfedilen kutsallıkla birlikte saygı, bağlılık, maksadına dönük çeşitli davranışların ve sözlerin de muhatabı olur (Çobanoğlu, 1993: 288). Bu bakımdan ‘kült’lerin toplumlar içerisinde asırlardır yaşayan inançların birikimi olarak değerlendirmek mümkündür. Ayrıca içerisinde ortaya çıktığı toplumun kültür ve inançlarının bir hafızası olarak kabul edilebilecek kültler, o topluma ait bu unsurların kuşaktan kuşağa aktarılmasını da sağlar.
Yer-Su inancının temelini oluşturan her şeyde bir ruh olduğu inanışı, Türk kültürü içerisinde zamanla su kültünün oluşmasına da zemin hazırlar (Akman, 2002: 1). Su kültü hem dünya hem Türk mitolojisinde oldukça geniş bir yer tutmaktadır. Her bir toplum farklı bir kültüre ve inanca sahip olmakla birlikte, bu farklılıklara karşılık toplumların ortak sayılabilecek davranış, düşünüş ve inanış kalıpları da vardır. Tüm canlıların yaşam kaynağının su olduğu, ilk canlıların sudan yaratıldığı inanışı ile ilk yerleşim yerlerinin su kaynakları etrafında oluştuğu bilgisi neredeyse tüm toplumlar için ortak kabullerdendir. Kısaca Yunan, Mezopotamya, Sümer, Mısır, İran, Hint, Japon, Çin ve Türk mitolojilerinde suyun ayrı ve önemli bir yeri vardır. Ayrıca başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere diğer din ve inanış biçimlerindeki kutsal kitaplarda, ibadet formlarında suyla ilgili farklı uygulamalar ve kabuller bulunmaktadır (Kürkan, 2018: 6).
Eski Türkler, su yerine, ‘sub’ kullanılır. Sonradan ‘b’ sesi, bazı değişmeler sonucu düşer. Zamanla kelime ‘su’ şeklinde söylenmeye başlar (Ögel, 2002: 317). Su kültü pek çok kültürde olduğu gibi Türk kültüründe de tabiat kültü içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Türklerin inanç sisteminde yer alan su kültünün temelleri yer-su inanışına dayanmaktadır (Türkyılmaz, 2013: 171).
Eski Türkler tabiatta gizli güçlerin var olduğuna inanır ve onları ‘iye’ olarak adlandırır. İyeler belirli mekânlarda bulunmakla beraber onlar aynı zamanda koruyucu ruhlardır. Bu nedenle Türkler; pınar, göl ve yüksek dağları iyelerin makamı kabul ederek onları yer-su inanışı gereği kutsallaştırır (Oymak, 2010: 38). Her suyun bir iyesi olduğuna inanılır. Özellikle iyeleri memnun etmek ve yardımlarını almak gayesiyle su kenarlarına gelerek kurbanlar kesilir ve dualar edilir. Ayrıca ruhların gazabına uğramamak için suya onu kirletecek şeyler atılmaz, suya tükürülmez (Pala, 2010: 85), (Kalafat, 1995: 53). Esasında eski Türkler su, ateş ve rüzgâr gibi tabiat unsurlarına saygı göstermek, değer vermekle birlikte bunlardan hiçbirini Tanrının kendisi olarak kabul edip doğrudan bu unsurlara tapınmazlar. Türk tarihinde önemine binaen bazı sular Tanrı tarafından gönderilmiş anlamında ‘ıduk’ yani kutsal sayılır (Güney vd., 2007: 78).
Türklerin yaratılış mitolojisine göre yer ve gök yaratılmadan önce sadece su vardır ve her şey sudan ibarettir (Akpınar, 1988, 30). Suyun birçok özelliğinin yanında yok edici kuvvetine de inanan Türkler; suyu bereket kaynağı, koruyucu güç, temizlik ve arınma vasıtası olarak da benimserler. Halk arasında kirlendiği varsayılan eşya veya kişilerin ‘kırklama’ olarak adlandırılan kırk tas su dökme uygulamasıyla temizleneceği inancı da yaygın olarak kullanılmaktadır (Akman, 2002:5). Suya verilen kutsallığın bir sonucu olarak Türk gelenekleri içerisinde suya dualar edildiği, suyu kirletmemeye özen gösterildiği ve hatta yılın belli dönemlerinde ona kurbanlar sunulduğu, su üzerine yeminler edildiği ve kenarında sabahlayarak ondan çocuk istendiği de görülmektedir (İşcanoğlu, 2017: 296-306).
Suyun Türk kültüründe kutsal sayılmasında Yer-Su inancının yanı sıra Şaman din adamlarının etkin olduğu eski Türk inancının da etkili olduğunu belirtmek gerekir. Bu inanış içerisinde yer alan ‘animizm’ düşüncesi yani her şeyde bir ruh olduğu inancı, suyun da bir koruyucu ruhu (iyesi) olduğu inanışını beraberinde getirir. Türk kültürü içerisinde yer alan su kültü hem Eski Türklerdeki Yer-Su hem de Şaman din adamlarının etkin olduğu eski Türk inancının bir birleşimi olarak açıklanabilir (İşcanoğlu, 2017: 296-306). Su kültü, Şaman öğretilerine hemen bütün yönleri ile yansır. Şaman din adamları ve bu din adamlarının etkisindeki insanlar doğadaki her şey gibi suyun (çay, göl, ırmak, deniz) da bir ruhu olduğuna inanır. Bu nedenle Şamanlar ayinlerinde ırmak adlarını anmadan geçmezler. Nitekim bu inanışın yaygın olduğu Altay- Yenisey Türklerinin ayinlerinde söyledikleri ilahilerde Yenisey, Abakan, Kem, Tam, ırmaklarının adları geçmektedir (İnan, 1976: 41).
Kutsal kabul edilen su, insanların çeşitli hastalık ve ağrılarına da şifa olur. Halk hikayelerinde, hatta bugün için gündelik hayatta daha çok korkan insanlara su verilmesi, suyun tüm korkuyu ve bu korkunun olası zararlı sonuçlarını ortadan kaldırabilecek şifalı bir özelliği bulunduğu kabulünden hareketle insanları psikolojik olarak rahatlatma yöntemidir (Çifçi, 2013: 27). Yine kimi suların içilmesinin kısırlığı giderici şifalı bir etkisi olduğuna inanılır (Türkyılmaz, 2013: 174).
Tüm ilahî dinler de olduğu gibi İslamiyet’te de su önemlidir ve farklı anlamlara sahiptir. Kuran- Kerim’de altmış üç ayette bahsi geçen suyun yağmur, nehir, pınar, deniz gibi şekillerinden de sıklıkla bahsedilmektedir (Günay, 2009: 432-437). Kuran- ı Kerim’de suyun ibadet yapabilmek için gereken manevî temizliği sağlayan abdest almakta kullanılan bir temizlik aracı olduğunun yanı sıra onun hayatın kaynağı ve yaratılışın başlangıcı olduğuna da vurgu yapılır (Günay, 2009: 432). Nitekim A’raf, Hud, Enbiya, Nur ve Furkan surelerinde Allah’ın insanı ve bütün canlıları sudan yarattığına işaret edilmekte, özellikle A’raf suresi 54. ayette yaratılışla ilgili olarak: “Allah Teâla önce Arş’ı, sonra suyu, daha sonra da gökleri ve yeri yaratmıştır.” (Yazır, 2014:162) denilmektedir. Yaratılış süreci ve sonrasında suyun etkisiyle ile ilgili olarak Hud suresinin 7. ayetinde: “Allah, Arş’ı henüz su üstünde iken gökleri ve yeri altı günde, altı evrede yaratmıştır.” (Yazır, 2014: 7), Enbiya suresinin 30. Ayetinde: “Ya o inkâr edenler görmediler mi ki gökler ve yerler bitişik idiler de Biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık, hala inanmıyorlar mı?” (Yazır, 2014: 325), Nur suresinin 45. ayetinde ise: “Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür… Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.” (Yazır, 2014: 357), Furkan suresinde ise ilk insan olan Hazreti Âdem’in su ve toprak karışımından yaratılıp kendisinden sonra gelen insanların bir damla su şeklinde olan meni’den yaratıldığı anlatılmaktadır (Karaman vd., 2004: 355). İslamiyet’e göre su, insanlığın ortak malı ve büyük bir nimet olduğu için kutsaldır. İslamiyetin suya verdiği değer sadece bu dünyaya ilişkin değildir. Çünkü İslam inancına göre insanın ana yurdu olan ve öldükten sonra iyilerin tekrar döneceği cennet ırmakların bolca bulunduğu bir mekân olarak tasvir edilir. Ayrıca Fetih ve Kevser surelerinde adı geçen ve yine cennette yer alan kutsal Kevser suyunun müminlere bir mükâfat şeklinde sunulacağına inanılır (Pala, 2009: 442).
İslamiyette suyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de de geçen birçok kıssa mevcuttur. Bu kıssalarda Hz. Nuh’un kendine inananları tufandan kurtarmak için gemi yapması, Hz. Yusuf’un kuyudan çıktıktan sonra suyla ilgili mucizeleri, Hz. Eyüp’ün yakalandığı amansız hastalık sonrası su içerek şifa bulması, Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i ikiye ayırması, Hz. Yunus’un denizde balığın karnına girmesi ve çıkması, Hz. İbrahim’in ateşe atılması sırasında ateşin suya dönüşmesi gibi birçok ibretli hadise aktarılır. Kur’an-ı Kerim’de şifa kaynağı olarak geçen Zemzem suyunun hangi niyetle içilirse o yönde sıhhat kazandıracağı inancı, yine Kur’an-ı Kerim’de geçen Hz. Musa ve Hızır kıssasında âb-ı hayat olarak nitelendirilen suyun varlığı İslam’da suyun önemine vurgu yapan belli başlı işaretlerdir (Kürkan, 2018: 27).
Hacı Bektaş-ı Veli Makalat’ında, Allah’ın insanları dört unsurdan yarattığını ve insanların yaratıldıkları unsurların özelliklerini taşıdığını belirtmektedir. Bunlardan ‘âbidler’ olarak anılan şeriat ehli yelden, ‘zâhidler’ olarak nitelendirilen tarikat ehli ateşten, muhabbet ehli olan ‘muhipler’ topraktan yaratılır. Marifet ehli olan ‘ârifler’ ise sudan yaratılır. Suyun aslı ise Allah’ın kudretinden olduğu için, aslı su olan ârif, içinde kirli ve kötü hiçbir şeyi barındırmaz. (Yılmaz vd., 2007: 44-52). Türkler arasında evrendeki dört elementten biri olarak ifade edilen suyun bereket sağlamadaki rolü iyi bilindiği için su, hayatın kaynakları arasında yer alır. Kutagu Bilig’de geçen:
Yağız yer yasıl suv yaraştı bile
Ara min çeçekler yazıldı küle
Kara toprak, mavi su birbirine yaraştı;
Ortada binlerce çiçek gülerek açıldı.”
(Atalay, 2008: 579) ifadesinde de suyun bereketi sembolize ettiği görülmektedir. Sıkça vurgulanmasa da toprak gibi ‘ana’ olarak da isimlendirilen su, Türkler için daha çok saflık timsali olarak değerlendirilir (Roux, 1994: 114).
İslamiyetin kabulünden sonra özellikle bugünün Türk toplumlarında su ile ilgili inanışlar farklı şekillerde görülmeye başlanır. Örneğin su içerken alnını tutma, besmele çekme, suyu yudum yudum içme gibi saygı içeren davranışlar suyun kutsiyetine binaen yapılmaktadır (Ögel, 2002: 319).
Türk kültürü içerisinde su ve su kaynakları çevresinde gelişen çeşitli inanışları ve ritüelleri görmek mümkündür. Bahaeddin Ögel’e göre su, Türk gelenek ve göreneklerinin temellerinde yer alan en büyük unsurlardan biridir (Ögel, 2002: 315). Su, tarih boyunca kurulan bütün Türk devletleri tarafından da kutsal sayılır. Hunlar zamanında suyun kutsal olarak görüldüğüne dair bilgiler bulunmaktadır. Hunların sulara ve ağaçlara kurban sundukları rivayet edilir. Ayrıca Hunların elbiselerini üzerlerinde parçalanıncaya kadar giydikleri ve yıkamadıkları da çeşitli kaynaklarda geçmekte ve bu durum kimi araştırmacılarca su kültü ile ilişkilendirilmektedir (Çobanoğlu, 1993: 289-290). Göktürk Kitabelerinde geçen “Türk milletim suyundan ayrılmazsan, Türk milleti kendin iyilik göreceksin.” (Ergin, 2001: 63-64) ifadesi de bu inanışı yansıtmaktadır.
Manas destanında Yakup Han on dört yıllık evliliğine rağmen çocuk sahibi olamayınca karısına şöyle çıkışır:
On dört yıldır alalı, anne dahi olmadı,
Kutsal bir yere gidip, adım bile atmadı,
Kutsal pınara gidip, yanında bir yatmadı,
Bir elmanın altına, giderek oynamadı,
Kısırlıktan kurtulup, kutlu yol bulamadı!
Manas destanındaki bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla kısırlıktan kurtulup çocuk sahibi olmanın çarelerinden biri de kutsal sayılan bir pınarın kenarında yatmaktır (Ögel, 2002: 358).
Dede Korkut Destanında alpler, temiz sudan abdest alıp namaz kıldıktan sonra savaşın seyrinin değiştiği ve kaybedilmek üzere olan bir mücadelede zafer kazandıkları aktarılmaktadır. Yine büyük sulardan geçmek için sudan izin istemeleri ve dua etmeleri, sevdiğinden haber almaya çalışan Banu Çiçek’in su üzerine and içmesi de suya verilen değeri göstermektedir (Aydoğan, 2006: 70). Dede Korkut Destanında Salur Kazan’ın ırmağa ve suya hitaben söylediği sözler Şamanların Yer-Su ruhlarına hitaben söyledikleri ilâhilere benzemektedir (İnan, 1998: 492):
Çağnam çağnam kayalardan çıkan su!
Ağaç gemileri oynatan su!
Hasan ile Hüseyn’in hasreti su!
Bağ ve bostanın hasreti su!
Ayşe ile Fatma’nın nigâhı su!
Şehbaz atlar gelip içtiği su!
Kızıl develer gelip geçtiği su!
Ak koyunlar gelip çevresinde yattığı su!
Ordumun haberin bilir misin, değil bana!
Kara başım, kurban olsun suyum sana!
    (Ögel, 2002: 343-344)
Türk topluluklarında çok eski dönemlerden beri ‘cad’, ‘cada’, ‘yada’ isimleriyle anılan ve istendiği zaman yağmur, dolu, kar yağdıran veya fırtına çıkaran sihirli bir taşın varlığından bahsedilmektedir. Kuraklığın çok olduğu, gölün ve ırmağın olmadığı veya kuruduğu yerlerde suya kavuşmak için ‘yada’ taşından fayda umulur. Gökte bulunan suyun yağmur olarak yere akıtılması için ‘yada’ taşı devreye sokulur. Yağmur, kar ve dolu yağdırdığına inanılan bu taş sayesinde hem kuraklıktan ve susuzluktan kurtulunur hem de savaş dönemlerinde çok fazla yağmur yağdırmak suretiyle düşmanların helak olması sağlanır.
‘Yada’ taşı, hem taş kültü hem de su kültü ile ortak bir ilişki de olması münasebetiyle farklı bir değere sahiptir. Bazı dönemlerde bu taşı elde etmek için uzun ve kanlı savaşlar yapan Türk topluluklarında taşın rengi, şekli, bulunduğu yer ve kullanım amaçları ile ilgili inanışlar ortaklık gösterir. Buna göre ‘yada’ taşının yağmur yağdırmasının yanında azgın yağan yağmurun durdurulması için de kullanıldığına inanılmaktadır. Bu taşı kullanarak kurak zamanlarda yağmur yağdıran kişiler ödüllendirilmekte buna karşılık yağmurların yağmurun bir felâkete sebep olacak şekilde aşırı yağması durumunda ise ya öldürülmekte ya da memleketten uzaklaştırılmaktadır (Ayan, 2002: 627-628).
Kaşgarlı Mahmut da Divanü Lugati’t-Türk adlı eserinde ‘yada’ taşından bahseder. ‘Yat’ olarak adlandırdığı bu taşın, Yağma ülkesinde yaşayan Türkler tarafından yağmur yağdırma amaçlı kullanıldığını belirten Kaşgarlı Mahmut, bizzat kendisinin şahit olduğu bir hadiseyi de anlatır. Sıcak bir yaz gününde Yağma ülkesinde yangın çıkınca ‘yat’ taşı kullanılarak yağmur yağdırılır ve bu sayede yangının büyümesi önlenir (Gezgin, 2009: 75).
Eski Türkler de ‘bengü su’ Kutadgu Bilig’de ‘tiriglik subı’ (ölümsüzlük suyu) İslamiyette ise ‘âb-ı hayat’ olarak adlandırılan ve içenlere yeniden can verip ölümsüzlük sırrına ermelerini sağlayan bir suyun varlığına inanılır (Ögel, 1989: 106). İçildiği zaman ölümsüzlüğe kavuşulacağına inanılan bu suyla ilgili bir rivayet de Zülkarneyn’e atfedilir. Zülkarneyn ölümsüzlük suyu olduğunu duyar ve bunu aramaya karar verir. Zülkarneyn, Hızır diye anılan Elyesa ile askerlerinin refakatinde yolculuğa başlar. Yolda bir fırtına yüzünden Zülkarneyn ve Hızır askerlerden ayrı düşerler, bu arada Hızır ilahî bir ses duyar ve bir nur görür ve kendini çeken bu sesin yanına gider. Orada hayat çeşmesini bulur, suyundan içer ve bu suda yıkanır. Böylece hem ebedî hayata kavuşur hem de olağanüstü güçler kazanır. Zülkarneyn ile karşılaşınca olanları anlatır. Birlikte suyu tekrar bulmak için çaba gösterseler de ulaşamazlar. Bu sebeple Hızır’ın ölümsüzlük sırrına ermesine karşılık Zülkarneyn ölür (Akman, 2002: 6).
İslamiyet öncesinde ‘bengü su’ olarak anılan hayat suyu İslamiyetle birlikte kısmî bir form değişikliğiyle birlikte varlığını sürdürür. Hayat ve canlılık kazandıran, şifa veren ve ölümsüzlüğe ulaştıran nitelikleri bu yeni din anlayışına ‘ab-ı hayat’ adıyla aktarılarak birçok kıssaya kaynaklık eder. Nitekim İslamiyetle birlikte ‘âb-ı hayat’ suyu; yaşanılan dünyadaki somut formu olarak ‘zemzem’ suyu, cennette ise Kevser ırmağı ile ilişkilendirilir. Kevser cennette akan bal, süt ve türlü içeceklerin lezzetini ihtiva eden kutsal bir ırmak olarak tasvir edilirken halk arasında da kutsal kabul edilen sular ‘Kevser’ ve ‘zemzem’e benzetilir (Oymak, 2010: 48).
Şifa, bereket, arınma, sihir gibi büyü ile ilgili uygulamalarda ve inanışlarda duaların suya atılması, okunmuş sularla yıkanma veya bunları içme, rüyaları ve sıkıntıları suya anlatma, kutsal kabul edilen sularda yüzme ve dilek tutma vb. gibi uygulamalar Türklerin sudan fayda umma şekillerinden bazılarıdır. İslamiyetin Türkler tarafından kabulüyle beraber suyun kullanımında inanç ve uygulamalara ilişkin olarak en başta temizlik olmak üzere değişiklikler olur. Özellikle vücudun maddî ve manevî kirlerden su aracılığıyla temizlenmesi önemli bir zorunluluk haline gelir. Çünkü imanın yarısının temizlik olduğu gerçeğinden hareketle ibadetin başlangıcı olan suyla abdest alma davranışı, insanlara hem vücut temizliği hem dolaşım aksaklıklarının giderilmesi ve bağışıklık sisteminin güçlenmesi açısından çok faydalı olur (Nurbaki, 1983: 24-26).

Kırgız Kültüründe Su
Her dinde ve kültürde olduğu gibi Kırgızlarda da suyun çok büyük bir ehemmiyeti vardır. Kırgızlarda eski ya da yeni inanç biçimlerinin hemen hepsinde su çok kutsal bir varlık olarak kabul edilir. Kırgızlar Türkleri için su yaşamın kaynağı ve canlılığın sembolüdür. Kırgızların tabiatla olan yakın ilişkileri yer-su inancının onlar üzerinde etkili olmasını sağlar. Bu inancın geleneklerine, göreneklerine ve bütün yaşantılarına teorik ve pratik anlamda kuvvetli bir biçimde yansıdığı görülmektedir. Kırgız halkı öteden beri suya karşı dikkatli ve saygılı davranırlar. Suyu kirletmemeye özen gösteren Kırgızlar, kirletenleri de sert bir şekilde eleştirirler. Suya asla taş atmazlar ve tükürmezler. Kırgızlarda suyun önemi ve kutsiyeti geçmişten günümüze şiir söyleyen pek çok akının eserlerine de konu olur (Erdem, 2000: 153-155).
Asıl bolson gündey bol
Aalamga carık nur bergen
Asil olsan güneş gibi ol
Hepsini yıkayıp temizleyen
Cakşı bolson cerdey bol
Baarın çıdap götörgön
Taza bolson suuday bol
Baarın cuup getirgen
İyi olsan yer gibi ol
Hepsini kaldırıp götüren
Temiz olsan su gibi ol
Âleme ışık, nur veren
    (Alimbekov, 1996: 60)
Kırgız inanışlarında su ile hamilelik arasında güçlü bir bağ vardır. Çocuğu olmayan kadınlar kutsal su kaynaklarına, pınarlara giderek orada kurban keser. O pınarın suyundan içen çocuksuz kadınlar, o suyla banyo yapar ve bir gece orada konaklar. Bir gece kutsal sayılan pınarın başında geceleyen kadın güneş doğmadan ve kimse görmeden pınarın suyundan üç defa içer. Bu uygulamanın onların hamile kalmasına olumlu etki edeceğine inanılır. Bu inanış Kırgızların Meşhur destanı Manas’ta da kendisini göstermektedir. Yakup Han on dört yıl boyunca doğum yapmayan Cıyırdı Hatun’a kızarak, kısırlık sebebi olarak pınar başlarında gecelememesini gerekçe gösterir (Ögel, 1989: 67). Ayrıca Kırgızlarda uzun yolculuktan dönenler, hapisten kurtulanlar evlerine geldikten sonra anneleri, hanımları veya aile büyükleri tarafından başlarına su dökülerek muhtemel belalardan arındırılırlar.
Kırgızlar ülkelerinde bulunan bazı göl, nehir, pınar ve kaplıcaları da kutsal kabul ederler. Bununla ilgili Kırgız toprakları içerisinde halkla bütünleşen ve birçok efsaneye konu olan yerlerden biri de Türklerin ana yurdu kabul edilen Isık Göl’dür. Kırgızlar bu kutsal gölün etrafını yurt edinirler. Suları sıcak olduğu için bu göle ‘Isık Göl’ denilmektedir (Erdoğan, 2007: 171-172).
Oş şehri içerisinden geçen ‘Ak Buura’ nehri de Oş’ta yaşayan Kırgız Türkleri tarafından kutsal kabul edilir. Bu suyun Süleyman Peygamber tarafından Oş şehrine getirildiği, maddî ve manevî şifa kaynağı olduğu rivayet edilir. Ayrıca Süleyman dağı eteğindeki Nevaî parkındaki su kaynağı halk tarafından ikinci zemzem olarak nitelendirilir (Erdem, 2000: 172-176). Ayrıca Abşır Ata Şelalesi ve Celalabad Kaplıcaları da diğer su kaynaklarına benzeyen sebeplerle kutsal kabul edilir. Eyüp Peygamberin bu bölgede yaşadığına inanan bölge halkına göre Celalabad kaplıca suyu onun döneminden kalma bir sudur. Eyüp peygamber bu su vesilesiyle hastalıklardan kurtulur (Erdem, 2000: 180).
Kırgız halk kültürü içerisinde su kültüyle ilgili olarak ab-ı hayat inanışı da görülür. Halk arasında ab-ı hayat suyu ile ilgili pek çok menkıbe bulunmaktadır. Manas destanında geçen rivayete göre Semetey, ak şumkarını (atmaca) bir ördek avlamak için uçurur. Ak şumkar da ölümsüzlük suyundan içmiş bir ördek avlayıp gelir. Bu ördeğin etinden Bakay, Semetey, Kanıkey, Ayçürök her beraber yer. Bu sebeple halk arasında onların ölümsüzlük kazandıkları ve uzun süre yaşadıkları, daha sonra da hepsinin sırra karıştıkları söylenmektedir. Hatta büyük manasçıların Manas söylemeye bu sırra karışan kişileri rüyalarında görmeleriyle başladıklarına inanılmaktadır (Alışbaev, 2015: 11).
Kırgızlarda suya verilen önem ve değer; atasözleri içerisinde geçen ‘suu- ömür bulagı’ (su hayat kaynağı), ‘Suu sıylagan zor bolor, suu kordogon kor bolor.’ (Suya saygı gösteren güçlenir, suyu hor gören hor görülür.), ‘Appak bolson kuuday bol, taza bolson suuday bol.’ (Bembeyaz olacaksan kuğu gibi ol, temiz olacaksan su gibi ol.) şeklindeki veciz ifadelerden de anlaşılabilir (Alışbayev, 2015: 10).

II. BÖLÜM
KIRGIZ EDEBİYATINDA ‘AKAN SU’ MOTİFİ

Kırgız Edebiyatında ‘Akan Su’ Motifi
Edebiyatın, hangi amaçla yapılırsa yapılsın toplumu etkileyip yönlendirdiği bilinen bir gerçektir. Buna karşılık edebî eserler de içerisinde bulundukları toplumun hayatından özellikle muhteva bakımından etkilenir (Koraş, 2019: 17). Bu tespitten hareketle geçmişten bugüne süreç içerisinde sözlü ve yazılı nakil yoluyla taşınan rivayetler, masallar, hikâyeler, efsaneler, destanlar ve diğer edebî türlerde yer alan su motifi, bir edebî tür olan şiirlerde de hemen her dönemde kullanılır. İlk edebî formlardan biri olarak değerlendirilen ve insanlardan diğer sanat biçimlerine nazaran daha çok ilgi gören, şairi ile birlikte okurunu da varlığının bir parçasına dönüştüren şiirler, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana söylenmektedir (Kundakcı-Bacaklı, 2019: 2231). Bu anlamda insan hayatının değişmez unsurlarından biri olarak değerlendirilebilecek şiirlerde hayatın devamı için vazgeçilmez olan, bu sebeple de kendisine kutsallık atfedilen su motifi, hissî ve sanatlı bir biçimde anlatılagelmektedir. Kırgız Türklerinin dünyaya bakışını da yansıtan Manas destanında merkez kahraman Manas’ın duasında yer alan: “Annesi su Kırgız’ın / Atası dağ Kırgız’ın” ifadesi de Kırgızların suya verdiği öneme işaret eder. Aynı destanda Tanrı’nın kendilerine yurt olarak Issık Göl çevresiyle Tanrı dağlarının eteklerini vermiş olmasını da bir lütuf olarak değerlendirilmesi de su motifinin Kırgız hayatındaki önemini göstermektedir (Kapağan, 2015; 29).
Türk kültürünün ortak kültür metinlerinden Kutadgu Bilig’de Balasagunlu Yusuf Has Hacip Allah’ın ihsanı ve yüceliğinin delili olarak insanlara verdiği nimetleri sıralar. Su da Allah’a şükretmeyi gerektiren ve O’nun yüceliğine delalet eden nimetlerin en önemlilerinden biri olarak anılır:
Tirüülördün barınan kuday uluu
Tatıktuu bir özünö urmat kıluu
Cerde, köktö kün körgöndün egesi
Saga caşoo, ömür bergen dagı özü
Tirüülörgö aç koyboston kam köröt
Ceerine aş içeerine suu beret
Canlıların tamamından Huda ulu
Layıktır bir kendine hürmet etmek
Yerde, gökte gün geçirenin sahibi
Sana hayat, ömür veren de kendisidir
Canlıları aç bırakmadan hazırlık yapar
Yemesi için aş, içmesi için su verir.
    (Obozkanov, 2006: 185)
Kırgız edebiyatında ‘akan su’ teması, kâinatın her türlü donanımı ile yaratılışında ve bu yaratılma sonrasında hayatın devamını sağlayan denge unsurlarından biri olması hususiyetiyle şairler tarafından özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısında başlayıp yakın zamana kadar yoğun olarak kullanılır. Bir şiir akımı olarak da değerlendirilebilecek bu şiir anlayışında su metaforu şairler tarafından temiz, saf ve güzel olanın arayışında bir araç olarak değerlendirilir. Bu bakımdan bir tür felsefî şiir örneği de sayılabilecek bu tarz şiirlerde redif olarak kullanılan ‘akan su’, yeryüzünü bezeyen bir unsur olmasının yanı sıra insanların hayatı algılama ve yaşama biçimi olarak da işlenir (http://arch.kyrlibnet.kg/uploads/KNUZHAAN-BAEVAK.2015-6.pdf, Erişim Tarihi: 16.10.2019).
Kırgız akınlarından Esenaman Calgaş uulu (1833-1913), Ceñicok Kökö uulu (1860-1919), Togolok Moldo (1860-1942), Toktogul Satılganov (1864-1933), Barpı Alıkulov (1884-1949) gibi akınlar ‘akan su’ redifli şiirler yazan şairlerden bazılarıdır. Bu şiirlerde suyun hareket halinde verilmesi de dikkate değerdir. Daha çok ihtiyarların, hizmetlerine karşılık gençlere ettiği “Agın suuday ömürün uzun bolsun.” (Akan su gibi ömrün uzun olsun.) duasından hareketle ‘akan su’ kullanımının berekete karşılık geldiğini söylemek mümkündür. Nehirler, ırmaklar suyun hareketli halinin farklı görünüşleri olmaları bakımından ‘akan su’ temasına karşılık gelen yerlerdir. Bu tür sulardan atsız şekilde geçmek zorunda olan göçebe Kırgızlar, başlarına bir şey gelmesinden korkar. Çünkü nehirler, ırmaklar gücün sembolüdür. Bu sebeple Kırgızlar nehirlerden, ırmaklardan geçmek için özel dualar okurlar (İşcanoğlu, 2017; 298-299).
Şiirlerde ‘akan su’ ideal bir varlığı, mekânı ve durumu ifade edecek şekilde kullanılır. Buna karşılık ‘akan su’ şiir akımın yaygınlık kazandığı dönemde Kırgız Türkleri oldukça zor durumdadır. XVIII. yüzyılın başlarında Hokand Hanlığına bağlı olan Kırgızlar, 1852 yılından başlayarak Çarlık Rusya’sının etkisine girer ve 24 yıllık bir sürecin sonunda 1876 yılında Hokand Hanlığının yine bu devlet tarafından ortadan kaldırılmasıyla Rus hâkimiyetine geçer. Çarlık Rusya özellikle 1860’lı yıllarda Rusya içlerinde yaptığı toprak reformundan sonra birçok Rus çiftçisini Türkistan coğrafyasına yönlendirir. Bu göçler sebebiyle Kırgız Türklerinin yaşadığı vatan coğrafyası da Rus çiftçiler tarafından işgal edilir. Ağırlıklı olarak hayvancılıkla uğraşan göçebe Kırgızlar, gün geçtikçe verimli otlaklarını da kaybeder. Hayat düzenleri bozulur. Rusların işgal ve asimile politikaları neticesinde her şeylerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar (Roux, 2014; 407).
Bir tür tabiat güzellemesi biçiminde Kırgız edebiyatında ‘akan su’ temalı şiirlere XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başından itibaren rastlanılmaktadır. Bu şiir akımı içerisinde yer alan birçok şair, dönemlerinde yaşanan zulümlere karşı da kayıtsız kalmazlar. Buna karşılık ‘akan su’ şiirlerinin görünen yönüyle Kırgızların o dönemde başına gelenlere hiç değinmeden sadece tabiat güzellemesi yaptığını düşünmek mümkün değildir. ‘Akan su’ akımı çevresinde oluşturulan şiirlerin, eserlerin daha çok el yazması biçiminde çoğaltıldığı ve aynı zamanda aydın kimliği de bulunan şair ve yazarlara yönelik sansürün arttığı bir dönemde, bu tür zorlukları aşma hesabıyla söylenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. (Kundakcı, 2019: 203-218) Kırgızlarda edebî bir akım olarak ortaya çıkan ‘akan su’ motifini kullanan şairleri hayatları ve edebî kişilikleri yönüyle değerlendirmek bu motifin Kırgız kültüründe tam olarak nerede durduğunu anlamak açısından önemlidir. Ayrıca bu motifin kullanıldığı bir şiir formunun tamamını görmek de bu akımı doğru değerlendirmek açısından oldukça gereklidir

Kırgız Şiirinde ‘Akan Su’ Şairleri ve Şiirleri

ESENAMAN CALGAŞ UULU (1833-1913)

Hayatı ve Kişiliği
Yaşadığı dönemdeki önemli söz ustalarından biri olan Esenaman Calgaş Uulu’nun hayatı hakkında yazılı kaynaklarda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Şairin hayatına dair bilgiler daha çok sözlü kaynaklarda yer alan rivayetlerden ibarettir ve bu rivayetler de birbirinden farklılık gösterir. Bu rivayetler arasında en çok kabul gören Kuşçu boyunun Kırcı soyundan olan Esenaman’ın Talas’ın ‘Çatbazar’ ilçesinde 1833 yılında dünyaya geldiği ve Kara-Kol bölgesinin Kızıl-Korgon şehrinde hayatını sürdürüp 1913 yılında 80 yaşında vefat ettiği şeklindedir (Akmataliyev, 2015: 213).
Fakir bir ailede dünyaya gelen Esenaman, küçük yaşta hem annesini hem de babasını kaybeder. Dönemin pek çok şairi gibi annesiz ve babasız bir çocuk olmanın zorluklarını çeken Esenaman, Isık-Köl’de yaşayan Sarıbagış boyuna mensup dayılarının elinde büyür. Yetişkinlik döneminde Çüy bölgesine gelen Esenaman, halk arasında şair olarak tanınmaya başlayınca Talas bölgesine gider. Vefat ettiği Kızıl-Korgan bölgesine ise ömrünün son döneminde gider. Uzun bir süre aynı yerde kalmayan Çüy, Isık-Köl, Talas ve Kızıl-Korgan arasında gidip gelen şairin şiirlerinin birçoğu da bu sebeple bugüne ulaşamaz. Araştırmalardan anlaşıldığı kadarıyla Kuzey ve Güney Kırgızistan topraklarını gezerek sanatını icra eden şair, döneminin birçok itibarlı insanının karşısında şiir söyler. Bu durumu, oğlu Ümütaalı’nın babası hakkında söylediği şiirlerden anlamak mümkündür:
Baytikke barıp ırdagan
Kurmancan Datka sıylagan
Cantay menen Cankaraç
Aytsa sözün kıybagan
Baytik’e varıp şarkı söyleyen
Kurmancan Datka ödüllendiren
Cantay ile Cankaraç
Dese sözünü kesmeyen
    (Akmataliyev, 2012: 215)
Şairin ve eşinin vefatından sonra ardında kalan oğlu Ümötaalı bir akrabası tarafından Talas’a götürülür. Orada amcasının dul eşi tarafından yetiştirilen Ümötaalı, sevdiği yetim bir kızla evlendirilir. Fakat önce eşi daha sonra da Ümötaalı genç yaşta henüz çocukları olmadan ölür.

Edebî Şahsiyeti
Balık, Çoñdu, Sartbay ve Naymanbay adlı akınlarla aynı dönemde yaşayan Esenaman Calgaş Uulu zamanının güçlü şairlerindendir. Kırgız şiirinin önemli ismi Arstanbek’i cenaze ve düğün merasimlerinde şiir söylerken dinleme fırsatı bulan Esenaman, akınlık sanatına dair incelikleri usta çırak ilişkisi içerisinde Sokur Kalça adlı akından öğrenir. Kendisi de bu geleneği sürdürerek Kırgız şiirinin önemli isimlerinden Toktogul başta olmak üzere birçok ismi şiir kabiliyeti ile etkileyerek akınlığa başlamalarına vesile olur (Alimov, 2010: 288).
Şairin şiirleri bir bütün olarak değil, parça parça yazıya geçirildiği için şiirlerdeki genel muhtevayı anlamak güçtür. Onun şiirlerinin geneli için bir içerik tablosu çıkarmak da yine şiirlerin bütünün bağlamından kopuk oluşu sebebiyle zordur. Ayrıca şairin özellikle övgü ve yergi şiirlerindeki samimiyetini kavramak da imkânsızdır. Çünkü şair, övgü ve yergi içerikli şiirlerinde o dönemin Solto boyu beyleri olan ve birbirlerine düşmanca tavırlar sergileyen Cangaraç ve Baytik’i çoğu zaman kendi kanaatleri ile değil onların yönlendirmeleri ile anlatır. Sığınabileceği kimsesi bulunmadığı için güç karşısında stratejik davranan Esenaman, hayatta kalabilmek için bir bey’in yanındayken onu över diğerini yerer, diğerinin yanına gittiğinde ise tam tersini yapar. Hakkında anlatılanlara göre bir müddet sonra bu durumu gizleme gereği de duymaz. Her iki beye de hayatta kalabilmek için bunu yapmak zorunda olduğunu açıkça dile getirir. Şiir söylemede hünerli oluşu, özellikle yergide ve övgüde dilinin keskin bir özellik göstermesi ve niyetini cesaretle ortaya koyup açıklaması Esenaman’ın hem hayatını kurtarmasını hem de her iki bey tarafından ödüllendirilmesini sağlar.
Esenaman’ın bir şair olarak en iyi olduğu icralardan biri atışma sanatıdır. Hayatı boyunca birçok atışmaya katılan şair, atışmanın bütün türlerinde rakipleriyle yarışır. Atışmada iki şairin sadece söz ustalığı değil, onların ezber ve öğrenme, kabul etme ve anlama yetenekleri de sınanır. Bu şiir türünde rakipler kelimeleri yerinde kullanma, kafiye ustalığı, geleneği bozmadan yeni şeyler söyleme becerisi, ileri sürdüğü fikirlerdeki tutarlılık, hız, sosyal ve tabiî çevreyi anlatabilme ve duygusal yoğunluk hususlarında başarılı olmak zorundadır. Bu sorumluluk sebebiyle her şair atışma türünde ürün veremez.
Kırgız edebî geleneğinde atışma türünün en iyi örneklerinden biri olarak gösterilen Esenaman ile Ceñicok arasında gerçekleştirilen atışma hem halk arasında hem de şairler çevresinde çok güçlü ve etkili eser olarak değerlendirilir. Birçok derlemeci tarafından yazıya aktarılan bu atışma Kırgızistan coğrafyasının tamamında bilinen varyant sayısı oldukça fazla olan bir eserdir. Atışma, Talas’ta düzenlenen büyük şölende doğaçlama şiir söyleme yöntemi ile gerçekleştirilir.
Eseneman ve Ceñicok arasında gerçekleştirilen atışmada şairler aynı bölgenin şairleri oldukları için, türün diğer örneklerinde olduğu gibi sözü aile, boy ya da bölge gibi konular üzerinde ayağa düşürmez. Bunun yerine şiirlerin muhtevasını şairlerin sosyal hayat, din, ahlaki meseleler konusundaki düşünceleri belirler. Bu bakımdan düşünce ve sanat hünerinin en iyi örneklerinden bir sayılabilecek bir edebî eser ortaya çıkar. Atışmayı Ceñicok kazanmışsa da Esenaman’ın atışma sırasında Ceñicok’tan aşağı kalmayan özellikle kafiye bulmadaki ustalığı, düşüncelerinin netliği, nükteli söyleyişi gibi hünerleri onun da büyük bir şair olduğunu göstermeye yeter. Esenaman atışmada kaybetmesine rağmen bu durumu kişisel bir kavga haline getirmez ve Ceñicok’un şairlik kudretine, ustalığına her zaman saygı duyar (Akmataliyev, 2012: 225-230).
Kırgız şiir geleneğindeki atışmanın en zor türü bilmeceli atışmadır. Bu tür daha çok dinî inançlarla ilişkili olduğundan ortaya çıkışı da eski dönemlere dayanır. Bilmeceli atışmalarda kullanılan motif, içerik ve kahramanların Kırgız sahası dışında Altay, Hakas ve Kazaklar arasında da birçok varyantlarının bulunması türün ortak edebî devrede kullanılan eski bir şiir söyleme biçimi olduğunu doğrulamaktadır. Bilmeceli atışmalarda klişe söyleyişler, klasik örnekler kullanılmakla birlikte şairler, kendilerine ait özgün ve kişisel detaylar da eklemek zorundadır. Toplumun tabiî gelişme sürecinde yaşananları, insan ve tabiat etrafında gerçekleşen olayları anlamak üzerine kurulu bilmeceleri şair, estetik bir kavrayışla sorar ya da cevaplar. Bu atışma türü şairin şiir söyleme yeteneği kadar, insandan topluma, toplumdan tüm âleme genişleyen bir mecrada düşünebilme yeteneğini de geliştirir. Bilmece türü atışmalarda şairler bir süre sonra toplumsal ve siyasî meseleri de bilmecenin konusu yapar. Bir tür beyin fırtınasına dönüşen ve yeni fikirler üretme, toplumsal farkındalık oluşturma, sorun çözme gibi bugün de ihtiyaç duyulan yetenekleri geliştirmede bilmece türü atışmalar oldukça önemlidir. Esenaman ile Çoñdu’nun aşağıya bir kısmı alıntılanan bilmece türündeki atışması bu türün bugün de en iyi örnekleri arasında sayılabilir.
Esenaman:
Kuu ılaaçın teppegen
Kulduyup cerge tüşpögön
Kuuda bütün bar beken
Kara ılaaçın teppegen
Kaldayıp cerge tüşpögön
Kanatta bütün bar beken?
Beyaz Laçin vurmayan
Hareketsiz yere inmeyen
Kuğuda sağlam var mıymış?
Kara Laçin vurmayan
Kocaman şekilde yere inmeyen
Kanatta sağlam var mıymış?
    (Akmataliyev, 2012: 223)
Çondu:
Kuu ılaaçın teppegen
Kulduyup cerge tüşpögön
Kuuda bütün kurkulday
Kara ılaaçın teppegen
Kaldayıp çerge tüşpögön
Kazda bütün Karlıgaç
Beyaz Laçin vurmayan
Hareketsiz yere inmeyen
Kuğuda sağlam çulha kuşu
Kara Laçin vurmayan
Kocaman olup yere inmeyen
Kazda sağlam kırlangıç.
    (Akmataliyev, 2012: 223)
Hayatı boyunca birçok şair ile atışan Esenaman, sadece Kırgız lehçesiyle değil Kazak lehçesiyle de şiirler söyleyen, atışmalara katılan bir şairdir. Kazak coğrafyasını da dolaşarak birçok şiir söylediği rivayet edilen şairin bu özelliğini Arstanbek de doğrulamaktadır:
On, sol Kırgız çoğulsa
Kakşap bir ırdap turçu ele
Kazak, Kırgız aralap
Eki tilde bipbirdey
Elirip ırdap curçu ele
Sağ, sol Kırgızları toplansa
Durmadan şarkı söyler idi
Kazak, Kırgızları dolaşıp
İki dilde de aynı şekilde
Coşarak şarkı söyler idi
    (Kebekova, 1994: 133)
Ayrıca halk arasında, Esenaman’ın Kazak Türkçesi ile de şiirler söylediği ve Kazak şairlerle atıştığı ihtimalini güçlendiren içerisinde Kazak Türkçesine ait kelimelerin de bulunduğu ve Kazak şiirine has bir şiir biçimi olan ölöñ şeklinde söylenmiş 11-12 hecelik bir şiiri de bulunmaktadır:
On beşinde şarkırap akkan bulaktaysın
Cıyırmanda carga oynogon ulaktaysın
Otuzda küyüp turgan çıraktaysın
Kırkında kınga salgan bolottoysun
Elüüdö belden aşkan adamdaysın
Altımış caş kayra köçkön eldey eken
Cetimiş cergesi meken eken
Seksenin kara cerden kem eken
Toksonun tongo sepken bor eken
Balanın balasına kor eken
    (Akmataliyev, 2012: 216)
On beşinde çağlayıp akan pınar gibisin
Yirmisinde yarda oynayan oğlak gibisin
Otuzunda yanmakta olan çıra gibisin
Kırkında kınına konmuş pulat gibisin
Ellisinde belden aşan adam gibisin
Altmış yaş, geri göç eden halk gibiymiş
Yetmiş, vatanı ile eşit imiş
Seksenin kara topraktan eksik imiş
Doksanın buza saçtığın toz imiş
Oğlunun oğluna hor imiş
Esenaman-kendi döneminin şairidir. Onun için onun yaratıcılığı aşırı övülmeden veya eksiltilmeden kendi değerini alması gereklidir. Şairin yaratıcılığı kendi döneminin tarihi şartına, toplumsal ve sosyal bakış açısına, ahlaki bilgisine göre oluşturularak gelişmesi ise değerlidir. Bundan fazla talep etmenin bir zaruriliği yoktur. Esenaman’ın yergi şarkıları bazı kişilerin emri ile söylenmesine rağmen, nişanladığı kişiyi indirebilmiştir. Buna yukarıdaki Cankaraç ve Baytik hakkında söylemiş olduğu şarkıları açık örnektir.
Eseneman dönemindeki mollaların halkı aldatarak menfaat temin etmelerinden de oldukça rahatsızdır. Helal haram konusunda işine geldiği gibi davranan, dini kullanarak halkı korkutan mollaları şiirlerinde açıkça eleştirir. Nitekim bir tanıdığının evine gittiğinde onun hasta hanımını iyileştirmesi için evine çağırdığı Acıbay Molla’yı elindeki tek keçiyi keserek ağırladığını mollanın da bu durumu kendisi için bir hak saydığını görür. Ayrıca Molla, şairi de kendisine ve dolayısıyla dine gereken ilgiyi ve saygıyı göstermemekle itham eder:
Koconun üyü kayakta
Kabarın barbı ayakta
Sooptun tübü beyişte
Şarıyat colun ayta albay
Kalgım kelbeyt keyişte
Hocanın evi nerede
Haberin var mı o tarafta?
Sevabın hepsi cennette
Şeriat yolunu anlatamadan
Kalmak istemem üzüntüde
    (Akmataliyev, 2012: 231)
Esenaman yanındakilerin de ısrarları ile Acıbay Molla’ya o günün din adamlarının durumunu da gözler önüne seren bir cevap verir:
Top cıyılıp ıy çıksa
Tolup ketet moldolor
Torgoy bolup lepildep
Konup ketet moldolor
Aytkandarın çın bolso
Akıretke barganda
Aziz başın kor bolor
Kalabalık toplanıp, haykırış çıksa
Dolar taşar mollalar
İbibik kuşu olup acele ile
Konar gider mollalar
Dediklerin gerçek ise
Ahirete gittiğinde
Aziz başın hor olur
(…)
Koşular bolson tayıpka
Koconun üyü şayıkta
Kara ookat üçün sen dagı
Kalarsın katuu ayıpka
Calgandı cakşı bilesin
Cardamın tiybeyt mayıpka
Senin üyün meçitte
Zeketin kalat keçikpe
Birleşecek isen taifeye
Hocanın evi şeyhte
Haram yemek için sen de
Kalacaksın ağır suçlamada
Yalanı iyi bilirsin
Yardımın dokunmaz engelliye
Senin evin camidedir
Zekâtın kalır gecikme.
    (Akmataliyev, 2012: 232)
Şairin özellikle övgü ve yergi şiirlerindeki hüneri, dönemin yöneticileri kadar din adamlarına karşı yazdığı bu tür tenkit şiirlerinde de dikkati çeker. Esenaman; Acıbay Molla’nın söyledikleri ile yaptıklarının birbirini tutmadığını, yalancı ve menfaatçi olduğunu, din anlayışının şekilden ibaret kaldığını söylediği şiirinin sonunda sözü onu herkesin içinde kovmaya kadar vardırır:
Bey daaratı tozoku
Karam emey emine?
Elden aldap alganın
Aram emey emine?
Kuuçundaba emi sen
Küp tüşündün kebime
Eçki soyso et ceysin
Eki söz menen epteysin
Tarpka kongon coruday
Taş keltekke alsa ketpeysin
Oylono berbey oydolo
Otura berbey corgolo
Abdestsiz cehennemlik
Haram değil de nedir?
Halkı dolandırıp aldığın
Haram değil de nedir?
Zavallı görünme şimdi sen
İyi anladın sözümü
Keçi kesse, et yersin
İki sözün ile halledersin
Leşe konan kuzgun gibi
Taşlasa da gitmezsin
Fazla düşünmeden kıpırda
Fazla oturmadan yorgala
Koltugunda şaytan bar
Konogun taap korgolo
Kılçıldaba kalp ele
Kana ordunan tur moldo
Koltuğunda şeytan var
Misafirini bulup koru
Titreme yalandan
Hadi yerinden kalk molla
    (Akmataliyev, 2012: 232)
Araştırmalara göre birçok türde ve farklı muhtevada şiirler söyleyen fakat çoğu şiiri bugüne ulaşamayan Esenaman, destan söyleme geleneğinde de hünerli bir şairdir. Destanları hafızası ve hayal gücü sayesinde ustaca anlatan Esenaman’ın doğaçlama şiir söylemedeki ustalığı özellikle bu türde oldukça dikkati çeker. Onun icrasını gerçekleştirdiği ‘Manas’, ‘Semetey’, Kococaş’, ‘Olcobay’ ve ‘Kişimcan’ destanları bugüne kadar kimi şairler tarafından taşınır. Esenaman’la ilgili olarak dönemin meşhur şairi Arstanbek şiirinde:
Esenaman eski ırçı
Elge cakkan keski ırçı
Comoktun bolcu moldosu
Aytıştın bolçu corgosu
Nuska sözgö nar ele
Aytkanınday bar ele
Kızıl tili kurç ele
Irçılardın murçu ele
Esenaman eski şair,
Halkın hoşlandığı bilge şair,
Destanın idi mollası
Atışmanın idi yorgası.
Nasihat söze nar idi
Dedikleri kadar var idi
Kızıl dili (söz ustası) keskin idi
Şairlerin ateşi (tesirli sözü) idi
    (Kebekova, 1994: 133)
Çarlık dönemi ve daha sonraki dönemlerde Kırgız şairleri arasında işlenmesi gelenek hâline gelen konulardan biri olan ‘akan su’ konusu birçok şair için bir metafor olarak kullanılır. Şairin birikimine, eğitimine, dünya görüşüne ve şahsî yeteneğine göre hacmi, derinliği, anlam yükü ve kelime hazinesi değişen ‘akan su’ konusu şairlerin hayat, insan, geçmiş ve gelecek gibi genel başlıklarda düşüncelerini şiirle ifade etmenin bir aracı olur.
Dönemin ‘akan su’ konulu şiirler söyleyen şairlerinden biri de Esenaman’dır. Esenaman’ın ‘akan su’ konulu şiiri, diğer şiirlerine benzer bir biçimde şairin hareketli hayatı, derleme sürecindeki zorluk ve aksaklıklar sebebiyle parçalı bir anlatım özelliği gösterir. Daha çok dinî bilgilerin yer aldığı ‘Akkan Suu Bayanı’ şiirinde suyun tabiata etkisi, onu yeşil, güzel hâle getirişi işlenir. Bu şiirde; insan, hayvan ve bitki gibi bütün canlı unsurların var olmasında ve varlığını sürdürmesinde suyun hayatî etkisi üzerinde durulur. Ayrıca bu şiir Esenaman’ın şairlikteki mahareti konusunda da ciddî ipuçları vermektedir (Akmataliyev, 2012: 233).

‘Akkan Suu Bayanı’ Şiiri
Akındın eşit camagın
Aytalık suunun adalın
Adal emez pendege
Tiygize cürgön calalın
Eşitseñ akın camagın
Emi aytam suunun adalın
Ak car ıldıy kuyulup
Agıp atkan akkan suu
Kök car ıldıy kuyulup
Kirip atkan akkan suu
Köpçülükkö paydasın
Bilip akkan akkan suu
Ayagı biyik ak caltan
Taştan çıkkan akkan suu
Ak erkeçtey uzak col
Baştap çıkkan akkan suu
Ak caltandınboorunan
Kanat algan akkan suu
Adamzatka kerek dep
Kök zokanın boorunan
Kanat algan akkan suu
Köpçülükkö cetüügö
Sanat algan akkan suu
Altı beleş körüngön
Sayda bolgon akkan suu
Altı ireket namazga
Payda bolgon akkan suu
Ceti beles körüngön
Kırda bolgon akkan suu
Akının dinle şiirini
Söyleyelim suyun helalliğini
Helal değil insana
Celalini gösteren
Dinlersen akının şiirini
Şimdi söyleyeyim suyun helalliğini

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/mustafa-kundakci/kirgiz-siirinde-akan-su-69500014/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Kırgız Şiirinde Akan Su Mustafa Kundakçı
Kırgız Şiirinde Akan Su

Mustafa Kundakçı

Тип: электронная книга

Жанр: Современная зарубежная литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Kırgız Şiirinde Akan Su, электронная книга автора Mustafa Kundakçı на турецком языке, в жанре современная зарубежная литература

  • Добавить отзыв