Kazak Folklorunun Tarihi
Avelbek Koniratbayev
Avelbek Konıratbayev
Kazak Folklorunun Tarihi
ÖN SÖZ
Değerli okuyucu, dikkatinize sunmakta olduğumuz “Kazak Folklorunun Tarihi” adlı eser, Kazak folkloruna ilgi duyan araştırmacı ve öğrenciler için hazırlanmış ders kitabıdır. Kazakistan’daki üniversitelerde Kazak folkloru eğitimi üzerine M. Gabdullin’in “Kazak Halkının Sözlü Edebiyatı” (1974) adlı kitabından yararlanılmıştır. Kazak halkbiliminin birkaç temsilcisi M. Gabidullin’in kitabından istifade ederek sözlü edebiyata ciddi önem kazandırdı.
Ancak hayat ve sürekli verimlilik içinde bulunan sanat da hep aynı biçimde devam etmez. Toplumun gelişmesiyle beraber bilim de hızlı gelişim süreci içinde bulunur. Gözlemlediğimiz kadarıyla son 15-20 sene içinde Kazak folkloru sahası da ilerlemiştir. Bu bilim sahasıyla ilgilenen folklorcu uzmanların sayısıyla birlikte kalitesi de artmıştır. Böyle bir ilerlemede üniversitelerde kullanılacak Kazak folkloru araştırmaları kitaplarının kalitesinin de artması kaçınılmazdır.
Tanınmış folklorcu S. Sadırbayev bu bilimsel ve manevi ihtiyacı dikkate alarak 1980 yılında merhum M. Gabdullin’in ders kitabının esas düzenlenmesine uyarak “Kazak Halkının Sözlü Edebiyatı Programını” neşretmiştir (Yazarları M. Gabdullin, S. Sadırbayev). 1990 yılında bu program üzerinde düzenlenmiş “Kazak Halk Edebiyatı” kitabı (eserler toplamı şeklinde) neşredilmiştir.
Folklor, belirli halkın yaşayışının aynasıdır. Kitapta folklor eserlerinin bu niteliği üzerinde ayrıca durulmuştur. Yazar, Kazak folklorunun türlerini anlatarak özel eserleri yorumladığında sadece edebî tiplerle sınırlanmadan onların tarihî ve sosyal önemi ile estetik ve fikir niteliğini de derinliğine incelemiştir.
Özellikle bahsedeceğimiz bir konu kitapta birçok eserlerin yeni değerlendirilmesinin yapılmasıdır. Kitapta ilk bölümünden itibaren yazarın kendi düşünce ve izlenimleri üzerinden konuları incelenmiş ve yorumlanmıştır. Bunun yanında bazı folklor türleri de yeniden açıklanmıştır. Mesela, yazarın Kazak masallarının türleri, dilinin ve tarihinin kökeni, tabiatı ve karakterleri üzerine fikirleri çok önemlidir. Masalları türüne göre nitelendirme sırasında kullandığı terimler dikkate değerdir.
Kazak efsaneleriyle ilgili bölümde A. Konıratbayev’in kendisine özgü bilimsel düşünceleriyle araştırmaları, aynı zamanda özel yaklaşımı net görünmektedir. Kazak folklorunun günümüzde de derinlemesine incelenmeyen bu sahasını şehir ve bozkır efsaneleri şeklinde tarihî ve coğrafi olarak sınıflandırması da oldukça önemlidir. Yazar, çeşitli tarihî bilgiler ve bol örnekli bilimsel yaklaşımlarla düşüncelerini ifade etmiştir.
Kitabının içindeki karışık bölümlerden biri, “Tarihi Destanlar” bölümüdür. Bölüm, “Kahramanlık Destanları” ve “Lirik Destanlar” olarak ikiye ayrılmıştır. Her bölümde halkımızın birçok destanı için edebî ve tarihî yorumlar yapılarak, onlardan meydana gelen hayat sahneleri, çeşitli tarihî olayların edebî anlatımı üzerinde dikkate değer ve tatmin edici bir şekilde açıklamalar yapılmıştır. Özellikle yazarın Kobılandı, Alpamıs, Köroğlu destanlarının edebî ve estetik özellikleriyle beraber tarihî kökeni hakkında yaptığı yorumları dikkate değerdir.
Kazakların lirik destanlarıyla ilgili bölüm de önemlidir. Burada birçok Kazak bilim adamlarının araştırmalarına dayanarak okul ve üniversiteler için hazırlanmış ders kitaplarında Kız Jibek, Kozı Körpeş-Bayan Sulu, Ayman Şolpan destanlarıyla beraber az incelenen Makpal Kız, Kul ile Kız, Külşe Kız Nazımbek, Esim Seri Zıliha destanlarının içerikleri de dâhil edilmektedir.
Kitabın içinde ilginç bölümlerden biri “Tarihî Destanlar” bölümüdür. Son yıllarda özellikle araştırılmakta olan bu sahada daha önceki dönemlerde özel olarak kitap yazılmamıştır. Fakat son dönem çalışmalarında bazı çalışmalar vardır. Kitabımıza geçmişte S. Seyfullin’in neşrettiği Kazak kahramanı Jankoja hakkındaki destan örneği bazı kısaltmalarla dâhil edilmiştir. Bu yüzden hacim olarak küçük olsa da bu bölümün kitapta üstlendiği belli görevi de vardır.
Bu konuda şunu da söylemeliyiz. “Kazak Folklorunun Tarihi” başından sonuna kadar M. Gabdullin ve S. Sadırbayev’in programını tamamen tekrar eden ders kitabı değildir. Kitabın bazı yerlerinde belirgin farklılıklar bulunmaktadır. Yazar, folklor eserlerinin tarihî ve senkretik niteliklerini dikkate alarak Kazak destanını eski Türk boylarının yaşam tarzına bağlamaktadır. Özellikle kahramanlık destanlarıyla ilgili çalışmalarında toplumsal oluşum ve halkın düşüncesi birbirini etkileyerek gelişmektedir. Öyle olmadığı takdirde kitapta yer alan karakter yorumları eski usullerden çok da farklı olmayacaktı.
Kazak bilim adamları uzun yıllar boyunca sözlü edebiyatı zamansız ve me-kansız olan efsane, masal, destan gibi halk mirası örnekleri niteliğinde araştırarak birçoğunda karakterler ve estetikle sınırlandırmasıyla folklor ve sözlü edebiyat arasındaki fark büyümüş, folklorun türleri ve tarihî özellikleri öne çıkmıştır.
M. Gabdullin ders kitabına “Kazak Halkının Sözlü Edebiyatı” demişse S. Sadırbayev neşrettiği kitabına “Kazak Halk Edebiyatı” adını vermiştir. Aynı yaklaşım Rus halkının sözlü edebiyatıyla ilgili birçok ders kitabında da korunmuştur. Oysa son yıllarda sözlü halk edebiyatı ve folklor terimleri arasında farklılık sözkonusu olunca Y. Sokolov, N. Bogatırev, V. Anikin, V. Gusev, Y. Bromley ve başka Rus araştırmacıları bu konuda karışık bilimsel meseleler ortaya koymaktadırlar. V. Anikin son ders kitabını aynen “Rus Folkloru” (1987) olarak adlandırıyorsa bu üzerinde düşünülmesi gereken bir durum’dur.
Kazak folklorcuları da bu meseleye dikkatini çevirmektedir. Daha önce yayımlanan “Kazak Halkının Sözlü Edebiyatı” kitabına “Folklor ve Edebiyat” adlı bölüm dâhil edilmiştir. Dikkatle bakarsak Kazak bilim adamı A. Konıratbayev de geçmişte bu konu üzerinde durarak “folklor” ve “sözlü edebiyat” terimleri arasındaki fark hakkında bahsetmiştir. Son yıllarda bu mesele çerçevesinde B. Abılkasımov incelemeler yapmaktadır.
Bu konuları fikir süzgecinden geçirdiğimizde dikkatinize sunduğumuz bu kitabın adını “Kazak Folklorunun Tarihi” olarak vermeyi doğru bulduk. Kitabın düzeni ve konusu adlandırmasına uygun olacağına inanıyoruz.
Tabii, Kazak folklorunun tarihi sadece bu çalışmayla sınırlanmaz. Kazak bozkırı ne kadar geniş ve doğası ne kadar çekici olacaksa halk folklorunun vasıfları ile kalitesi o kadar da geniş çaplı, çekici ve anlamlı olacaktır. Öyleyse A. Konıratbayev’in yazdığı kitabına halkımızın sonsuz manevi zenginliği öğrenilip düzenlenmesinin bilimsel temele oturtulmuş şekli gözüyle bakmamız doğrudur. Herhangi bilimsel çalışma getirdiği yeniliğiyle onarılmalıdır.
Prof. Dr. Tınısbek KONIRATBAYEV
Almatı/Kazakistan
AKTARANIN ÖN SÖZÜ
Kazak folkloru, güçlü sözlü geleneğine dayanan ruhani ve medeni mirastır. Bu mirası araştırma ve yayınlama çalışmaları 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlamıştır. Ancak asıl araştırma ve derleme çalışmaları 20. yüzyılın ortalarında başlamıştır. 1944 yılında SSCR Bilim Akademisi’nin Kazak şubesi açılıp 1946 yılında Kazak SSR Bilim Akademisi kuruldu. Akademinin Dil ve Edebiyat Enstitüsü, 1948 yılında “Kazak Edebiyatının Tarihi” adlı bir ciltlik monografi kitabı yayımlamıştır. Bu yayın Kazakistan’da akademik folklor çalışmalarının gelişmeye başladığının bir göstergesidir. Bu eserin ortaya çıkmasında M. Avezov, K. Jumaliyev, B. Kenjebayev, A. Konıratbayev, A. Memetova, E. Ismayılov, B. Şalabayevtar gibi Kazak folklorunun önemli bilim adamlarının çok önemli katkıları olmuştur.
Avelbek Konıratbayev’in yukarıdaki çalışmada yer alması, Kazak folklorunun tarihsel gelişimini anlatan bir eserin yazılmasının gerekli olduğu düşüncesini oluşturmuştur. Bu durumu göz önünde bulundurarak uzun yıllar boyunca KazMu, KazMPU, Kızılorda Pedagoji Enstitüsü gibi önemli yüksek eğitim kurumlarında Kazak folkloru tarihi derslerine giren Prof. Dr. Avelbek Konıratbayev, makaleleri ile araştırmalarını seçerek “Kazak Folklorunun Tarihi” adlı ders kitabını hazırlamıştır.
Avelbek Konıratbayev, Kazakistan’da üniversitelerde, araştırma projelerinde ve komisyonlarda önemli görevler alarak değerli eserler ortaya koymuştur. Yazar, almış olduğu eğitim ve farklı dillerdeki araştırmalarından yararlanarak “Kazak Folklorunun Tarihi” adlı eseri bu konuda daha önce yazılan eserleri de okuyup değerlendirdikten sonra kaleme almıştır. Bu açıdan eser hem kapsayıcı hem de yeni yorumlamalarla dikkat çekici bir eser olmuştur.
2019 yılında Almatı’da Tınısbek Konıratbayev tarafından Kazak Türkçesinde verilen bu eser, tarafımızdan Türkiye Türkçesine aktarılmıştır. T. Konıratbayev bu eserin, Türkiye’deki Kazak halkbilimi çalışmaları ve üniversiteler için önemli bir eser olabileceği düşüncesiyle bizden Türkiye Türkçesine aktarması istemiştir. Aktarma esnasında karşılaştığımız bazı terimsel ifadeler ve diğer konular ile ilgili T. Konıratbayev ile birlikte fikir alışıverişinde bulunarak eserin daha anlaşılır olmasını sağlamaya çalıştık. Çalışmamızda halkbilimine uygun terminoloji kullanımına dikkat ederek Türkiye’deki okuyucuların eseri daha iyi anlayabilmesi için bazı kavramların açıklamasını dipnot olarak verdik.
Eserin tarafımıza ulaştırılmasında ve Türkiye Türkçesinde yayımlanması konusunda bizi teşvik eden T. Konıratbayev’e; eserin aktarılması esnasında yardım ve düşüncelerini eksik etmeyen bütün hocalarıma ve arkadaşlarıma ve eserin yayımlanma aşamasında bizden desteklerini esirgemeyen değerli Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Yakup Ömeroğlu’na çok teşekkür ederim. Yayımlanan bu eserin Türklük bilimine katkı sağlaması dileklerimizle.
Dr. Halil ÇETİN
Türkistan/Kazakistan
FOLKLOR İLE FOLKLORİSTİK BİLİMİN ANLAMI
İnsanoğlu tabiatın özelliklerini, çözülmeyen sırlarını, toplumda yaşanan farklı olayların anlamı ile gayesini, gerçekliği ile çelişkisini kendi düşünceleri, bilinç gücü ve bilimsel diyalektik yöntemler yardımıyla öğrenmiş olur. Aynı zamanda insanoğlu güzel söz sanatını ve onun içinde de olayların imajlarla ifade edildiği halkın toplu sanatını, yani folklor eserleri sayesinde tanır.
Her halkın kendisine özgü folklorunun var olduğunu kabul edersek onun farklı örnekleri hangi devirde oluşmuştur? Folklor eserlerinin yaratıcısı kimdir? Onun türleri, estetik özellikleri, millî ve tarihî nitelikleri neresindedir? Sözlü edebiyatın farklı kılıcı özellikleri hangileridir, gibi birçok soru ortaya çıkar. Bunların hepsine cevap bulmak için folklor eserlerinin özelliklerini incelemek gerekiyor.
Zihinde bir şeyi canlandırarak düşünmek, insan bilincinin farklı bir biçimidir. Onun toplumun hangi gelişme safhasında ortaya çıktığı ile ilgili mesele etrafında farklı fikirler vardır. Bu konu hakkında ilmî düşünceler de oluşmuştur. Bunlardan birisi, ilk kavimler dönemine ait folklorun bir söz sanatı olarak gelişmediği hakkında düşünceler olduysa da tanınmış Sovyet bilim adamı B. E. Gusev, bu tür düşüncelere ve tahminlere karşı çıkmıştır (Rus Folkloru… 1960: 28-34.). Toplum gelişmesinin başlangıcında kalıplaşmaya başlayan folklor eserleri ile halk şiirinin tabiatı birbirine yakındır. Böylece biz “Sözlü Halk Edebiyatı” diye adlandırdığımız terimi de kullanıyoruz. Halk edebiyatı yazılı ve sözlü edebiyat olarak ikiye bölünmüştür. Fakat ikisi de şekilsel düşünce yapısı, onun doğrudan ürünü olarak oluştu. Bunların oluşma yöntemleri de aynı değildir. Birincisi, toplulukların gelişme döneminin belirli bir aşamasında, yazılı medeniyetin ortaya çıktığı dönemde ortaya çıkar ve onun olayları belirli bir düşünce, geleneksel edebî yöntem ve stil ile tür özellikleriyle betimleyen belirli söyleyicileri olmuştur. Sözlü edebiyat ise estetik düşünce ile estetik sözün önde gelen örneği olarak oluşmuştur. Onun söyleyicileri halktan çıkmıştır. Belli bir zamandan sonra sözlü edebiyat ile yazılı edebiyat kaynaşarak, birbirine parelel olarak gelişmiş ve estetik edebiyatın özel iki büyük alanını meydana getirmiştir. Bazen onların konuları de ortak olmuştur. Biri “bozkırlılık” özelliğine sahip olduysa (çok varyantlılık, sözlü halde söylenişi), diğerinde şehir medeniyetine (yazılı) yakın olduğu görülmüştür. Bu iki özelliğin belirgin farklılığı buradadır. Bu sebepten dolayı yazılı edebiyat şöyle dursun, sözlü edebiyatın bile folklor eserlerinin arasına konulması tartışılabilir bir görüştür.
Folklor ürünlerinin kendine has özellikleri vardır. İlk önce folklor, sinkretik bir sanattır. Onun bünyesinde halkın gelenek ve görenekleri, tiyatrosu, sözü, dans ile şarkıları birbirinden ayrı halde değil, bir bütün şeklinde karşımıza çıkarlar. Tanınmış Rus folklor araştırmacısı A. H. Beselovskiy de folklor eserlerine has olan bu özellik hakkında bahsetmiştir (Beselovskiy, 1940: 200). Yukarıda adı geçen terimleri analiz edecek olursak, folklorun böyle özelliği için “Sözlü Halk Edebiyatı” yerine “Halk Şiiri” terimi daha uygun olur. XIX. yüzyılda folklor biliminde bu terim kullanılmıştır. Fakat o da folklor eserlerinin niteliklerini tam olarak yansıtamaz. “Sözlü Halk Edebiyatı” terimine gelirsek, folklordan ayrılmış; fakat günümüze kadar gelenekle ilişkisini kesmeyen, özel bir alan olarak kalmıştır.
Yaşam tecrübesi ile birlikte düşünce ve onun maddi ifadesi olan dil gelişerek sözden şarkı, şarkıdan da türkü ile dans bölünüp çıkmıştır. Bundan dolayı halk şiirinin oluşturucularının da hizmeti sürekli değişmiştir. Onlara biz folklor eserlerinin olağan anonim söyleyicileri, masalcı, akın, jırav, aytıs şiirinin kabiliyetli ustaları demekteyiz.
Toplumun ilk gelişme dönemlerinde folklor eserlerinin söyleyicileri, ailede, ocak başında halk türlerini anlatan yaşlı kadınlar olmuştur. Onlara biz halk şiirinin kabiliyetli üreticileri demekteyiz. Bu durumda da folklor eserlerinin üreticileri de söyleyicileri de halkın kendisi olmuştur. Sanatı yüksek zirveye ulaşmış kabiliyetli kişilerin söylediği başarılı ve eğitici sözleri ile jırları başka söyleyiciler benimsemiş, işlemiş, geliştirmiş ve kendi nağmelerine uygun olarak bu eserleri icra etmişlerdir. Jırav ile jırşılar geniş kapsamlı destan şiirlerini söylemeyi gelenek yaptılarsa, bilmece, tekerleme, atasözü-deyim, gelenek-görenek, aytıs gibi ufak şekilli şiirleri daha küçük söyleyiciler yaratmış ve topluluğa ortak ruhani miras halinde sunmuştur. Böylece babadan çocuğuna ulaşarak, halkın anlatımlarında saklanarak yaşamaya devam eden güzel söz sanatına ve onun söyleniş özelliklerine folklor denilmektedir.
Bilimde halk şiirinin bütününe “folklor” denilmektedir ve onun hakkında çalışan bilim adamı da “folklorist (halkbilimci)” diye adlandırılmıştır. Alman bilim adamı I. F. Knafil’in (Hudojestvennıy Folklor… 1929: 3-8.) verilerine göre bu tasvir, halk bilgeliği kavramını anlatır. Bu fikri (folkor-halk, lore-bilim, bilgelik) İngiliz bilim adamı W. J. Toms geliştirmiş ve folkloru, halkın söylediği şarkı ve şiirleri, masalları, efsaneleri, çeşitli inançları bir kavram altında toplayan terim olarak sunmuştur (Anikin, 1987: 7).
Halk şiiri hakkında, N. G. Çernıyşevskiy, V. G. Belinskiy, N. A. Dobrolubov’un fikirleri de ilgi çekicidir. Örneğin, N. G. Çernışevkiy[1 - Çernışevskiy, N. G. Poln.sobr soç. V. 15. ти. M., 1949, C. 2. s. 369-380.], “Toplum gelişip, ilerledikçe halk şiiri yok olur. Çünkü o, yazılı edebiyat sözlü edebiyatın yerini alması, çağdaş bilim adamları tatmin edemez” demiş olsa da, V. G. Belinskiy[2 - Belinskiy V. G. Poln. Sobr. soç. V 13- тi т. M., 1954, C. 5, s. 625.] ona tam karşı “Folklorda tanınmış isimler olmaz, ondaki edebî sözlerin yazarı her zaman halktır” görüşünü savunmuştur.
Folklorun önemi hakkında N. P. Andreyev, E. V. Aniçkov, F. İ. Buslayev, A.N. Veselovskiy, V.F. Miller, E. G. Kagarov, Y. M. Sokolov, B.E. Gusev, V. V. Propp, V. P. Anikin, Y.G. Kruglov, P. G. Bogatırev gibi birçok Rus ile Sovyet folklorcuları bilimsel düşüncelerini ifade etmişlerdir. Örneğin, tanınmış bilim adamı N. P. Andreyev, folklor eserlerinin tarihçi, etnograf, dilbilimci ile edebiyat tarihi araştırmacıları için çok önemli olduğunu söyleyerek onu halkın yaşam tarzı ile sıkı bir şekilde ilişkilendirmiştir.[3 - “Sovetskaya Etnografiya” jurnalı. L., 1934, No: 3, s. 28.] B. N. Putilov da folklorun, halkın sosyolojisi ve endüstriyel ilişkileri ile bağlantılı olduğu görüşünü bildirmiştir.[4 - Putilov B. N. Metodologiya Sravnitelno-İstoriçeskogo İzuçeniya Folklora. L., 1976, s. 177-203.] Doğrudur, B. N. Putilov folkloru edebiyat ile yakınlaştırmıştır. Ama onu bir tek edebî söz nitelliğinde değil, çeşitli tasvirler içeren sinkrettik bir şiir olarak değerlendirir. E. V. Aniçkov, folkloru dini inançlarla ilişkilendirirken, V. F. Miller ise folklorun etnografya ile yakından ilişkili olduğunu söylemiştir.
Bunun gibi birçok fikirler dikkate alınınca, folklor eserlerine sadece tek bir kıstastan eş değer verilmesinin önemsizliği göze çarpar. Folklor eserlerinin tek taraflı olacak şekilde değerlendirilmesinin folklorun estetik doğasına ayıkırı olduğunu V. E. Gusev[5 - Gusev V. F. Lekskii Po Russkoy Narodnoy Slovecnosti. M., 1911, s.7.] de söylemiştir.
Folklor eserlerinin tabiatı hakkında M. K. Azadovskiy[6 - Azadovskiy M. K. Literatura i Folklor. L., 1938.], Y. M. Sokolov[7 - Sokolov Ю. M. Russkiy Folklor. M., 1939.] gibi tanınmış bilim adamları da düşüncelerini söylemişlerdir. Kendisinin “Halkın toplumsal sanatı olarak folklor” (M., 1969) adlı çalışmasında, V. P. Anikin bugünkü folklor bilimindeki iki türlü bilimsel kavramını açıklamış ve Y. M. Sokolov, M. K. Azadovskiy’nin fikrine karşı gerekçe ortaya koymuştur (Anikin, 1969: 8-22). Bunlar hangi fikirlerdir? Bu fikirlerin ilki, folkloru edebiyattan ayırmadan her ikisini birlikte araştıran (Azadovskiy, Sokolov), diğeri yani sonuncusu ise folklor eserleri ile edebiyat eserlerinin arasına sınırlama koyan fikirlerdir (Belinskiy, Buslayev, Miller).
Rus ve Sovyet folkloristiğinde meydana gelen çeşitli ilmi fikirleri bu şekilde gruplandırılması için uygun sistemli niteliği olması gerek. Ama bazı araştırmacıların folklor eserlerinin önemi hakkında ileri sürülen görüşlere dayanarak, aynı mesele çerçevesindeki görüşleri aldırmadan dikkat etmedikleri de görülmüştür. Örneğin V. P. Anikin eleştirisini yapan U. M. Sokolov, folklorun edebiyatla, folk-loristiği de edebiyat ile pekiştirirken (Anikin, 1969: 6), onların tabiatının ayrı olduğunu da geçersiz kılmaz. Açıkça söyleyecek olursak, kendisinin “Folklor ve folkloristiğin anlamı (yenilemşe döneminde)” adlı çalışmasında halk şiirinin önemli bir bölümü olan folklor eserlerinden bahsederken edebiyat ile sanat araştırmacılarının metodolojisinin kullanılması gerektiğini vurgulamıştır. Araştırmacıların bu görüşü, folklor ve edebiyatın birliği hakkında söylenilen görüşten çok önce söylendiği de dikkate alınmalıdır. V. P. Anikin’in bu fikrini Kazak araştırmacı B. Abılkasımov geliştirmiş ve U. M. Sokolov’un “Folklor edebiyatın bir parçasıysa, folklor bilimi edebiyat biliminin bir parçasıdır” diyerek kararını belirtmiştir. Yazarın N. P. Andreyev’i bu düşünceye uygun görmesi tek taraflı bir fikirdir. Çünkü bu kişi 1934 yılında yayımlanan “Folklor Biliminin Sorunları” adlı makalesinde folklorun, halkın yaşamıyla sıkı bir ilişki içinde olduğunu söylemiştir. Bunu yukarıda da söylemiştik.
Folklor türleri hakkında V. V. Propp’un fikirleri de değerliydi. O, bir halkın folkloruna özgü türleri, ikinci bir halkın folklor mirasında aynı sonuçlar vermediğini söylemiş ve bunları üç türlü bölüm olarak belirlemiştir (Propp, 1976: 35-39). Onlar: a) folklor eserlerinde şiir incelenmesi; b) folklordaki halkın yaşamı ile ilgili türleri belirleme; c) onların yer aldığı şekillere yeterince dikkat etmenin gerekli olduğunu söylemiştir.
Bunun gibi görüşlere folklor eserlerinin daha birçok nitelliği eklenilebilirdi. Bu nitelikler, folklorun kolektif ile millî tasviri, çok varyantlı olması, gelenekselliği, tarihî açıdan ve sözlü olarak gelişmesidir.
Toplum, halk şiirlerini kendisi ürettiği için bulunduğu mekanın yaşam tarzıyla doğrudan bağlantılıydı. Her halk başından geçirdiği olayları şiirlerinde gururla anlatır. Öyleyse folklor eserleri, yazılma tarihi ve yazarı belli olan herhangi bir eserden daha çok gerçekçi, etkileyici ve estetiktir. Bu şiirlere bakacak olursak, halkın gelenek ve görenekleri, düşüncesi ile çeşitli duygularını derinliğine tanıyabiliriz. Kazak folklor tarihinin başlangıcı oradadır.
Folklor eserlerinin farklı biçimde etkileyici olmasının sebebi, tiplerinin kolayca hafızalarda saklanabilir olması ve dilinin ayrıca estetik, basit ve çekici olmasındadır. Bu iki tasvire dâhil olan bir özellik de herhangi şarkı, şiir, jar-jar, aytıs, joktavın kendine özgü özel uyumu ile müzik makamının olmasıdır. Şairlerin iticalen söyleme geleneği, şiir ve müzik sanatının sinkrettik birliği üzerinde oluşarak kopuz veya dombra enstrümanları ile gerçekleşirdi. Örneğin, Sır bölgesi halkının meşhur jıravı Rahmet Mezkojayev sadece “Alpamıs” veya “Köroğlu” destanını on dört türlü makam ile söylemiştir. Demek ki, folklor eserleri belirli bir derecede tiyatro vazifesini yerine getirmiştir. Bu söyleyiciler, hem şarkı hem şiiri kullanmasını bilen ustalardır.
Folklor eserlerinde halkın kaderi, çektiği kaygısı, çilesi ve gelecekle olan beklentileri çok iyi yansıtılmıştır. Joktav, sınsuv, koştasuv gibi şiirlerde halk, sevmediği insanla evlenmek zorunda kalan Kazak kızlarının zor kaderi için üzülmüştür. İrticalen söyleyen her şair dinleyicisi için öğretmenlik yapıp, onların duygularını düşünce ve niyetlerine aktarabilmiştir. Bunun gibi şarkı, şiir, türkü ve küyler birçok durumda yaşamın kendisinden doğar. Bu duruma Kazak folklorunun konuları ve meseleleri birer kanıtı olabilirler. Küçük gelenek şiirleri ile masal türlerinin çoğunlukla ailenin yaşamı, onun mutluluğu ile kaygısı üzerinde oluşmuş olsa da, vatanseverlik ile yiğitliği öven kahramanlık destanları ülkeyi koruma temasında temellenmiştir. Örneğin, ganimet düşkünü Karaman, servet düşkünü Akşahan, bencil Kodar, cimri Karabay, öz halkına zulüm eden Ultankullar ne kadar karakterli görünse de, halkın birliğini düşünen Alpamıs, Koblandı, Bayan, Kurtka gibi halkın takdir ettiği tipler karşısında onların tipi sönük ve zayıftır. Çünkü yukarıda adı geçenler birine kötülük yapsam, saldırsam şeklindeki isteklerde bulunan kişilerdir. Bu sebepten dolayı onlar halk destanlarında eleştirilmiştir.
Kazak folklorunda takdir edilen karakterler her zaman halkın içinde, kollektif ruhlu olarak yaratılmıştır. Yiğitlik, muhabbet, adalet, insanlık gibi kavramların hepsi onlarda vardır. Akıllı Ayazbi “kötü” olarak geçiyorsa bile Hanın çevresinden daha iyidir. Aldar Köse, Tazşa (Bala) Çocuk karakterleri, halk zekâsının parlak temsilcileridir. Kahramanlık destanlarından bahsetmiş olursak, ondaki tipler abartılı, ulu kahramanların derecesine denk olarak verilmiştir. Bayan, Kozı, Koblandı, Kurtka, Alpamıslar halka mensup ortak karakterlere dönüşmüşler. Onların yaptıkları, düşünceleri ve duyguları, arzuları ve istekleri her zaman halkın felsefesiyle aynıdır. Bu vaziyeti hatırlamışken M. Gorki’nin, mitlerle destanlarda tek bir insanın felsefesi değil, bütün halkın ortak yaratıcılığı hizmet ettiğini söylemiştir (Gorki, 1961: 416-417). Kazak folklorunun başarılı örneklerinde görünen bu kolektifçi niteliğin, halkın desteği sayesinde oluştuğunu söyleyebiliriz.
Kazak folklorunun tipleri canlı ve gerçekçidir. Onlar, insanı derin düşündürür, eğitir. Folklor eserlerinde insan terbiyesi, halk meseleleri dışında başka konulara çok değinilmemiştir. Onların esas amacı, “halkı ve insanoğlunu sevmeyi bil, çalışma ile yiğitliğin kıymetini bil, dosta yakın, düşmana karşı sağlam ol, genç de olsan halkı yönetmeyi bil, hayattan öğren ama sanata ilgi göster” gibi öğretilerdir. Bunların hepsi insan, özellikle genç nesil terbiyesi için çok gerekli olmuştur. Masal ile destanda birçok tipler var desek, onların karakterleri, psikolojisi birbirine zıt bir şekilde oluşturulmuştur. Birlik ile küskünlük, dostluk ile düşmanlık birlikte gösterilmiştir. Bu duruma biz halk severliğinin folklordaki yansıması deriz. Kişiliği bütün, kalbi temiz, ruhu güçlü büyük karakterler, halk destanlarının temelidir. Çokan, bu özelliklerin hepsini Kazak folklorunun halkçı olmasına dayandırdı ve Kazak destanlarındaki karakterlerin Avrupa’nın yazılı edebiyatı örneklerinden hiç eksik olmadığını söylemiştir (Velihanov, 1985: 162-168).
Folklor eserleri toplumun gelişmesinin her türlü aşamasında, aslında çalışma sürecinde yaratıldığı için kötümser havayı bulundurmazlar. Baş kahramanlarının çoğu maksadına ve hedefine ulaşmıştır. Buna folklora özgü bir iyimserlik deriz.
Kazak destanının değerleri ile halka ait olmasının göstergesi, onun güzel ve zengin dilindedir. Destanların dili, halk sözlüğü ve dil bilgisi yazılı edebiyatımızdan çok da farklı değildir. Folklor eserlerinin dili, şairin büyük tecellisi olmakla beraber Kazak halkının bugünkü edebî dilinin temelini kurmuştur. Bu sebeplerden dolayı Kazak folklorunu incelemenin bilimsel, felsefi, estetik, eğiticilik ve tarihî önemi çok büyük.
Asırlar boyu çeşitli jırav, jırşı, akın gibi söz ustaları olan şairler tarafından işleme uğrayan Kazak folkloru tür bakımından oldukça sağlam ve gelişmiştir. Tür zenginliğine gelince Kazak folklorunun yazma edebiyatı da tamamen sağlam temellere sahiptir. Örneğin, sadece evlenme ile ilgili olan şiirler toybastar, jar-jar, sınsuv, koştasuv, betaşar, şubatuv olarak gruplara ayrılmıştır. Emek ile çeşitli örf âdetlerle ilgili gelenek şiirleri de birçok gruba ayrılmıştır. Onlar: “dört tülük mal” konulu şiirler, “bedik, arbav, bata, bahşilik” nağmeleri, Nevruz, “Ramazan” gibi türlerdir. Aynı zamanda Kazak masallarını sihirli (mitolojik) masallar, hayvan masalları ve gerçekçi masallar olarak sınıflandırdığımızda her birinde yüzlerce konunun bulunduğunu göreceğiz. Destan eserlerini kahramanlık, tarihî ve âşıklık destanları olarak sınıflandırdığımızda her birinde değerli destanın az olmadığını göreceğiz. Aytıs şiiri için de aynı düşüncedeyiz. Bundan çıkaracağımız sonuç, Kazak folkloru okuyup öğrenmeyi, bilimsel açıdan derinlemesine incelemeyi talep eden zenginliğimizdir ve bugünkü medeniyetimize kadar saklanarak gelen halk sanatının büyük bir koludur.
Kazak folklorunun ilk örnekleri baktaşılık[8 - Tarihçiler ilk toplumsal oluşumu üç devre bölüyor. Bu dönem onun ikincisine (avcılık, baktaşılık) denk gelir. Bknz: İstoriya drevnego Mira. M., 1985, Ç. I. C. 5.] (çobanlık) zamanında, belki ondan önceki bir zamanda kalıplaşmaya başlamış olup halkın ekonomisi, gelenekleri, halk dili oldukça gelişip, aile ile soy oluşumunun zor döneminde olgunlaşma zirvesine ulaşmıştır.
Birçok Türk dilli halklar gibi eskiden Kazak halkının temel mesleğinin hayvan ekonomisine dayalı olduğunu belirtirsek, onun folklorundaki yaşamı ile anlayışı, bütün gelenek ve görenekleri göçebe baktaşı yaşantısına uygun olarak oluşmuştur diyebiliriz.
Eski zamanlarda Orta Asya, Altay ile Kazakistan topraklarında yerleşmiş olan Türk halkları güneşe, ateşe, tabiatın çeşitli olaylarına tapmış olmalarından dolayı, Kazak folklorunda animistik, büyücülük ile totem inancının görünmesi doğaldır. O zamanlarda şamanlık inancının da açık şekilde görüldüğü tespit edilmiştir. Çokan’a göre kökeni “göçmenlerin yaşam tarzıyla ile doğrudan ilişkilidir” (Velihanov, 1985: 171). Moğollar ilk nişancıları “şaman” diye adlandırmışlardır. Şamanizm, göçebe Türk halkların arasında önemli bir yer almıştır. Kazakların masal ve destanlarında bazen ölü ruh, bazen diri ruha tapmak, bazen de “kut” olarak kabul edilen (beyazı dökmemek, yedi hazine, vb.) eşyalara ihtiram göstermek gibi Şamanizm motiflerine rastlanır.
Kazak efsanelerinde mutluluğun kaynağı emektir. Bundan dolayı eski Kazaklar her çeşit malın kendi sahibi olduğuna inanmışlar ve Şopan Ata, Kambar Ata, Oysıl Kara, Zeñgi Baba hakkında efsaneleri ortaya çıkarmışlar. Kazak masalları ile destan şiirlerine konu olarak çok eskiden giren bu inançlar, bizlere halk şuurunun başlangıç dönemlerini hatırlatır. Hayatın, toplumun ve düşünce dünyasının her zaman gelişme içinde olduğunu söylüyorsak, halkın bu inançlar aracılığıyla yaşam çabalarını desteklediğini de söyleyebiliriz. Halkın hayatla ilgili çabaları çeşitli tabiat olaylarına, vahşi hayvanlara ve daha yakın dönemin insanını sömürülmesine karşı yaptığı mücadelesinde güçlendirmiştir. Halk, bu tür olaylara karşı kendi şiir yaratma yeteneğini kullanmıştır. Halk için onun kuvveti oldukça tesirli olmuştur. Yılan ile büyü yapmak, güneşi yavaşlatmak, müsbet ve menfi inanç olan dua ve beddua, sadece bir hastalık için değil, yere ve göğe de etki etmenin çaresi olacaktır diye düşünülmüştür.
Akademik A. Marğulan “Halk Destanlarının Oluşmasındaki Motifler” adlı makalesinde Kazak destanı ile masallarda rastlanan çeşitli kavramları açıklamıştır (Marğulan, 1939: 23-24). Örneğin, eski zamanlarda halk kendisine düşman olanlarla mücadele etmek için yılan, kurt kültünü ortaya çıkarmış; Börikus, kökpar kavramı ve oyunları oradan çıkmıştır. Jeztırnak, kurt, yılan, kötü niyetli yaratıkların hangisi olursa olsun, Kazak folklorunda insana karşı düşmanca davranan güçlerin hepsi sevimsiz tiplerdir. Bunların hepsini belirli bir tip halinde göstermek dönemine has bir durum ve seviye olmuştur.
Kazak destanlarında İslam etkisi pek görünmemiştir. İslam etkisi genellikle üst tabakaya ait kişilerce söylenen destanlarda rastlanmaktadır. Fakat “Allah”, “Peygamber”, “Evliya’ya at verip, Horasan’a koyun adayıp” şeklindeki ifadeler dini konularla bağlantılıdır. Ona biz destana özgü eklemeler, farklı sosyal seviyelerin söyleyicileri tarafından eklenmiş dini görüşler diyoruz. Bunun gibi eklemeler Kazak folklorunda önemli bir yer tutmaktadır. İlginç olan, Doğu kültüründen benimsenen dev, peri, şeytan, hoca-molla tiplerinin hemen hepsi Kazak folklorunda sadece sevimsiz kişiler olarak verilmesidir.
Sonraki zamanlara ait masalların ve destan şiirlerinin konuları hayata sıkı bağlanmış olup ülkenin ve halkın meselelerine değinmek olmuştur. Onun başlıca konusu, sosyal eşitsizlik, geleneklerin uyumsuzluğu, halkın savunulması, sevgi özgürlüğü, tarihî olayları değerlendirme, toplumun ve ülkenin durumunu iyileştirmek olmuştur.
Karl Marx, Yunan destanıyla ilgili bir yazısında “İlyada”, “Odesa” gibi destanların baskı makinası döneminde ortaya çıkması oldukça imkansız olduğunu söylediği gibi (Marx ve Engels, 1958: 736-738), Kazaklarda da kahramanlık destanlarının Kırgızların yaklaşık 400 bin satırlı “Manas” destanına benzer bir stilde ortaya çıkması şart değildir. Çünkü Türkçe konuşan Kazak ve Kırgızların destanları kopuz veya dombrayla irticalen söyleme sanatı vasıtasıyla gelişip, kalıplaşmıştır. Bu destanlar, Sovyet devrinde yenilenmiş ve yeni bir kavram çerçevesinde gelişmektedir. Ona bugünkü halk şairlerinin destanları, Jambıl, Nurpeyis, Kenen’in şiirleri, yeni akımlı aytıs şiirleri kanıt olmuştur.
Sovyet folkloru, sadece Orta Asya’ya yerleşmiş olan göçebe halklarda değil, Sovyet Birliği içinde olan diğer cumhuriyetlerin yaşamında da vardır. Çünkü günümüzde halk sanatı ile entelektüel kabiliyetinin gelişmesine özel imkânlar verilmiştir. Bundan dolayı yazma ile sözlü edebiyat bizde birleşmiştir.
Folklor eserleri daha çok sözlü edebiyat ile bağlantılı olup, yazılı edebiyata öncülük etmiştir. “Deniz pınardan başlar” denildiği gibi, estetik sözün ilk örneği de folklordur. Sözlü edebiyat, ondan sonra yazılı edebiyat oluştuğunda, onun birçok konuları folklordan alınmıştır. Bu gelenek bugünkü edebiyat içerisinde de vardır. Örneğin, M. Avezov’un “Kara Kıpşak Koblandı”, “Kalkaman-Mamır”, “Ayman-Şolpan”, “Enlik-Kebek”, F. Müsirepov’un “Kozı Körpeş-Bayan Sulu” gibi piyeslerin konusu ile tipleri folklorun içinden alınmıştır. Bu duruma, folklor ile edebiyat arasındaki doğal bağlantı diyoruz. Yazılı edebiyat gibi sözlü edebiyatta da yaşam gerçekliğinin izleri bulunmaktadır. Folklor, tarihî olaylar üzerinden tasavvur etmek, canlandırmak gibi vasıtalarla yapılan edebî söz zenginliğinin önemli bir alanı, bilimsel, eğitimsel yönü güçlü, kültürel bir mirasıdır.
FOLKLOR TARİHİ HAKKINDA
Folklor, halk bilgeliğin ortaya koyduğu bir söz sanatıysa, onun tabiatını ve tarihini inceleyen bilim alanına “folkloristik” diyoruz. Folklor eserlerinin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı, konusu gerçek hayattan mı yoksa insanın bilincindeki çeşitli kavramlardan alınmış olduğu, yaşam gerçekliğini ne şekilde gösterdiği, onun tarihî, yapılma yöntemleri ile estetik özelliklerinin hangi derecede olduğunu, folklor ile edebiyat arasındaki bağlılık ve farklılık ilişkilerini ve yaratıcılarının kim olduğunu inceleyen bir sahadır.
19. yüzyılın başında Hegel’in idealist felsefesi doğmuştur. Toplumun ve medeniyetin tarihî sözkonusu olduğunda Hegel, büyük ekonomik evrimleri ve onların değişme kanunlarını ve üst sınıf sayesinde oluşan kültürü dikkate almadan edebiyatı toplumun ekonomik temelinden farklı tutmuştur. Böylece Hegel, kültürel gelişme kendi içinde bir rekabette olur ama her zaman güçlü dil, güçlü medeniyet üstün gelir; o medeniyetin içinde önceden doğmuş, kendi yerini korumuş ve geleceği olan bir alan, yani German (Ariy) halklarının kültürü ve dilidir düşüncesini savunmuştur. F. Engels ise bu görüşü mistisizme, dindarlığa ve feodal bir yapıya uygun olduğunu söyleyerek eleştirmiştir (Osnovı… 1982: 33).
Hegel’in yukarıda verdiğimiz bu düşüncelerini o devrin bilim adamları kabul etmişlerdir. Örneğin, 19. yüzyılın başında Avrupa biliminde bütün dillerin ortak bir ecdattan türediğini savunan bir akım ortaya çıkmıştır. Ona “Ata dil” teorisi deriz. Alman folklorcuları Grim kardeşler ile İngiliz bilim adamı M. Müller[9 - Müller M. Opıt Sravnitelnoy Mifologii. SPb., 1963.] ise başlangıçta tüm dünyanın folklor konuları mitlerden türediği, onların temelinde Germen halklarının mitleri olduğu, bu konuların daha sonra başka halkların masal destanlarında yaşamaya devam etmiş olduğu görüşünü savunmuşlardır. Örneğin, M. Müller ilk konuların ay, güneş, yıldız, bulut, yıldırım, gökyüzü hakkındaki mitlerden çıktığını söylemiş olsa, onun öğrencisi V. Mangardt araştrıdığı yer mitlerinde yer, su, orman, dağ, Alman tanrıları hakkındaki mitolojiyi sözlü edebiyatın bir teması olarak tanımlamıştır. Bu görüşü 19. yüzyılda Busleyev ile Afanasyev adlı Rus araştırmacıları kabul etmişlerdir. “Mitoloji Okulu” kendi zamanında yeryüzündeki hakların folklorunun araştırılmasını teşvik etmiştir. Fakat bütün folklor konularının mitolojiyi esas tutması tartışmalı bir görüş oldu. Rusya’da ilerleme ve gerileme düşünceleri tartışıldığında Rus Islav Milliyetçileri folklor sayesinde halkın eski yaşam tarzını romantikleştirirler. Bu sadece eski inanışları, gelenekleri yüksek derecede değerlendirmek değil, köleleştirilmiş köylüler dönemini idealleştirmenin bir örneğiydi. Bu yüzden de bazen bu akıma “eskilik romantizminde esaslanmış folkloristik” denilmektedir.
Folklorda mitoloji unsurunun bulunması tartışılmaz. Bu noktayı açıklamak için F. Engels’in Yunan mitolojisi hususunda: “Zeus’un doğurduğu”, “Zeus’un yetiştirdiği” adlı kıyaslamalar hiçbir şeyi ıspat etmez, çünkü her soy kökünü ecdatlarının tanrılarına dayandırır, kavim içinde yaşayanlar ise köklerini tanınmış tanrılara, mesela Zeus’a dayandırır.” (Marx ve Engels: 1981: 304), diye yazar. Mitolojik düşünce eski Yunanlar için tabiat sırrını çözmek için bir kural olmuştur. Onların felsefesi üç yüzden fazla mit yarattıysa, bu “tanrıların” hepsi mükemmel, insana karşı hep dostça davranmamışlardır. Örneğin Zeus, insanlara ateş getiren Prometey’i dağa çiviliyerek öldürür. Yunan tanrıları birçok durumda insana bağlı durumdalar. Apollon, insanoğlu kızı Defne’ye âşık olur. Bir insanoğlu olarak kendisini “tanrılarla” eşleştiren antropolojik mitler de çoktur.
Bize ulaşan Kazak folklor eserlerinde mitolojik unsurlar bahsedilecek kadar çok değildir. Onlar daha çok evvelki zamanlarda doğmuştur ve sihirli masallarda görülür. Kazak halkının millî felsefesinden doğan Cadı, Jeztırnak, Karakulak gibi olumsuz tipler bazen insan, bazen de hayvan şeklinde karşımıza çıkar. İnsan görünüşündeki Jelayak, Tavsoğar, Költavısar gibi mitolojik tipler emek sayesinde ortaya çıkmıştır. Bunlar insanın dostu ve yardımcısıdır. Fakat İslam diniyle beraber gelen cin, dev, peri gibi tipler bunlardan farklıdır. Böylece halk, gerçek hayatta olan insanların karakterleri, sosyal eşitsizlik ve dini kavramlarla alay etmektedir. Örneğin Aldar Köse hakkındaki hikâyeler, eski görüşlerle gülüşerek vedalaşmanın güzel örneğidir.
Kazak folkloru, bunun gibi İslam dininin dogmaları ile mücadele ederek gelişmiştir. Bir zamanlar mollalar, “Kozı Körpeş Bayan Sulu” destanında puta tapmanın belirtileri bulunduğuna, Bayan’ın kendini öldürmeye çalışması şeriata aykırı olduğuna işaret ederek destanların söylenmesine karşı çıkmışlardır. Bu mesele hakkında Çokan şöyle demektedir: “Bizim dindarlarımız eski Rus dindarları gibi halkı kendi geleneklerinden uzaklaştırıyor. Kendimize ait rivayet, destan, yasa ve hâkim törelerini “kaba keçe yazıları” diye alay ederek bizim puta tapmakla ilgili inançlarımız, oyunlarımız ve düğün geleneklerimiz için şeytan işi olmaktan başka şey olmadığını söylüyorlar. Tatar mollalarıyla Orta Asyalı işanların yeni dini vaazcıları yüzünden bizim halkımızın Müslümanlık duyguları artıyor” (Velihanov, 1985: 197). Kazak folkloru uzun süre çift inanç kıskacında yaşamını sürdürmüştür.
Kazak halkının göçebe hayatı etkisiyle meydana gelen mitolojik tipler, halkın kendi anlayışına yakındır. Geleceği gören ayna, uçan halı, Jel Ayak adlı çöl yürüğü gibi tiplerde geleceği görme özelliği vardır. Bunların hepsi insanların hayal edebilme gücünden doğmuştur. Fakat folkloru bilimsel yönden araştırmak, eski kavramları ve eski törenleri ideal etmek değil, Kazak halkının tarihini incelemek, felsefesinin nasıl doğup geliştiğini ve bugünkü ilerleyişine, uygar hayata nasıl ulaştığını tarihî materyallerin yardımıyla öğrenebilmek demektir. Biz, Kazak folklorunun kendine has tarihini ve gerçeklik tabiatını araştırarak içindeki farklı alıntı ve dinî kavramlardan oluşan zıtlıklara eleştiri gözüyle bakarak folklordaki konuları bilimsel bir esasa oturtarak inceleriz.
Avrupa’da kapitalizmin geliştiği 19. yüzyılın ortasında Asya ve Afrika ülkelerinin sömürmesi de sonuna yaklaştı. Onların dili, dinî, tarihî ile kültürünü araştırma işlerine başlandı. Bilimde gerçekçilik unsuru doğdu. Rusya’da göçebe Türk ve Moğol kavimlerinin eski dönem şiirlerini inceleyen Doğu bilimciler ayrı bir akım halinde gelişmeye başladılar. Bu devirde Hintli Pançatandra, Kalila ile Dimna gibi destanları inceleyen Alman folklorcu Benfey, folklor eserlerinde kullanılan kökü bir ata dilin herhangi mitolojik ortaklıktan kaynaklanmayıp tarihî ve kültürel ilişkiler sayesinde ortaya çıktığı görüşünü savunur. Âlime göre ilk destan konuları önce Hindistan’da doğmuşlar, daha sonra tüm Doğu’ya, yani Makedonyalı Aleksander, Helinistik devri, 19. yüzyıl Haçlı seferleri döneminde İspanya’daki Araplara, Yunanlılar vasıtasıyla İtalya’ya, Orta Asya ve Babil vasıtasıyla Balkanlara kadar ulaşmıştır. Bu görüşü Rusya’da ilk olarak Pıpin, 1868’de Stasov desteklerler. Stasov’a göre Rus kahramanlık destanlarındaki konular Doğu’dan benimsenmiştir. Bu görüşe Islav Milliyetçileri (Slavyanofil)[10 - Islav Milliyetçileri (Slvyanofil)– feodalizmin destekçileri, Rus biliminin gelişirilmesi fikrine karşı olmuşlardır.] sert bir şekilde karşı olmuşlardır. Kazakistan, Sibirya, Altay folkloru ile etnografyası araştırmacısı G.N. Potanin ise sadece Rus değil, bütün Batı Avrupa’nın destan konularının Türk ve Moğol destanlarından benimsendiğini ileri sürmüştür (Potanin’den akt. Konıratbayev 1991). Yani bu görüşe göre herhangi masal veya destan bir halk içinden çıkarak gittikçe başka halklar arasında da dağılır. Biz bu yönteme, “konuların göçü” teorisi deriz. Mitoloji teorisine nazaran bu görüş çok daha ikna edicidir. Bu yüzden teorinin destekçileri daha çoktur. Oysa İlyada, Odesa, Kalevala gibi dünyaca tanınmış destanların konusu sadece Hint veya Türk-Moğol destanların çerçevesinde doğduğu iddiasında gerçeklik payı çok azdır. 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz ȃlimi E. Taylor’un “İlkel Kültür”[11 - Bu çalışma ilk defa 1939’da yayımlandı ve daha sonra ikinci defa yayımlanmıştır. Bknz: Taylor E.B. İlkel Kültür. M., 1989.] adlı çalışması yayımlandığında bu görüşün teori bakımından zayıf kaldığı açık oldu. Taylor, destandaki konu benzerliklerin mitolojiyle açıklanması doğru olmadığını ifade eder. Çünkü herhangi bir konu halkın kendisinden çıkar, folklor konuları ile türlerindeki benzerlik o halkın gelenekleri ve çeşitli inançların aynı gelişme aşamasından geçtiğinin işaretidir. Bilimde buna antropologizm veya etnografizm deriz ve folklorun özüne en çok yaklaşan bir görüşün olduğunu söyleyebiliriz. Taylor’un bu çalışması etnografya biliminin gelişmesine vasıta olmuştur ve günümüze kadar ilmi değerini kaybetmemiştir.
Taylor’dan önce “göç teorisine” karşı “Psikoanalitik Halkbilimi Okulu” olarak adlandırılan akımın ortya çıktığı gerçektir. Bu görüşü savunan Alman ȃlimi W. Vundt’a göre şiirler insanın rüyasında, belki de onu farklı bir halüsinasyonları gördüğü durumunda (dine inandığı zaman) doğarlar. Bu tam olarak bir dindarlık ve idealizmdir.
19. ve 20. yüzyıl arasında Rus folkloristiğinde “Tarihi Halkbilimi Okulu” kavramı ortaya çıkar. Esas kurucusu V. F. Miller, Rus destanlarının tamamen tarihî olayları yansıttığını söylemiştir (Miller, t.y.: 1-3). Ona göre Rus destanının baş kahramanları knyazlerle çarlar olduysa, söyleyicileri saraydaki ordu askerleri (drujina) olmuştur. Üst tabakanın söylediği bu destanlar daha sonra köylüler arasında dağılarak estetik dilini ve düzenini kaybettiler. Alman folklorisitiğinde G. Hauman bu görüşü farklı yorumlar. Oysa Miller’in öğrencisi Daçkeyeviç, Rus destanının Kiyev ordu komutanların anlatımından benimsendiğini söylediyse, araştırmacı Keltuyala sadece kahramanlık destanlarının değil bütün Rus folklorunun orta çağ feodal ile asilzadelerin içinden çıktığını ileri sürmüştür. Böylece “Tarihi Halkbilimi Okulunun” temsilcileri folkloristikte tarihî ve sosyal konuyu tersine kavrayıp, onun halkçı özelliğine karşı çıktılar. Burjuvazi sınıfın sosyolojisi esasında kurulan bu görüşe zamanında M. Gorki karşı olmuştu. Göç görüşü, etnografizm, tarihi okul gibi akımlar çalışma sırasında pozitivizmin birer ifadesi oldular. Bu yöntemlerin, özellikle de göç ve etnografizm teorisinin faydalı yönlerini geliştiren tanınmış Rus ȃlimi A. N. Veselovskiy oldu (Veselovski’den akt. Konıratbayev 1872). O, masalların ve destanların konu bakımdan benzer yönlerini karşılaştırarak konuları folklor temasına göre değil, şekline göre inceler. Böylece burjuvazi folkloristiğin bazı faydalı yönlerinin olduğunu kabul etsek de bu akım sözlü edebiyatın temasını, gerçekçiliği ile halkçı özelliğini doğru açıklayamamıştır.
MARKSİST-LENİNİST DÜŞÜNCE IŞIĞINDA FOLKLOR
Folklorun doğası ve tarihinin materyalist felsefe açısından ele alınarak araştırılması K. Marks, F. Engels, V. İ. Lenin çalışmalarından başlar. Lenin’e göre toplumsal şuur hayat şartlarına göre ortaya çıkar; edebiyat ise bunun, ideolojideki ışığıdır. Eski dönemlerdeki kölelik, feodalizm, kapitalizm ve emperyalizm toplumun eşitsizliği ve sınıflar arası (tabakalar) mücadelelerden ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı toplumsal sınıflarda gelenek-görenek, kültür, sanat ve folklor da söz konusu sınıfların lehine yapılır. Örneğin, feodal toplumda ortaya çıkan tektanrıcılık dinleri (monoteist dinler), toplumun en üst tabakalarının menfaatlerine uygun şekilde ayarlanmıştır. Bunun esasında, bir taraftan dinî edebiyat ve kültür ürünleri ortaya çıkmış; diğer taraftan da halkın içinde meydana gelip halkın menfaati ve düşüncelerini destekleyen folklor ürünlerinin sayısı epeyce artmıştır. Bu tür folklor ürünleri orta asırda yaşamış olan yoksul çiftçiler arasında yaratılmış; esas konusu ise halkın kendisiydi ve bu yönde devamlı ilerlemiştir.
Marksizim-Leninizm konulu klasik yazarlarının ekonomi, tarih, kültür, felsefe, edebiyat ve sanatla ilgili değerli fikir ve düşünceleri folklorun doğasını doğru anlamanın esas anahtarı olarak bilinmektedir. Bu bağlamda K. Marks’ın, Yunan edebiyatı şiirleri; F. Engels’in, “Alman İdeolojisi”, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”; V. İ. Lenin’in, “Evgeni Potye”, “Almanya’daki İşçi Korosunun Yükselişi”, “Devrimci Gençliğin Görevleri”, “Proleter Kültür Üzerine”, “Ulusal Sorun Üzerine Eleştirisel Notlar”, “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı”, Rus folkloru ve klasik yazarlarının eserleri ile ilgili dile getirdikleri çeşitli fikirler folklorun zenginliğini tarihî açıdan anlamamıza ışık tutar.
Sanat, estetik düşünmenin verdiği meyveyse; folklor de mitolojik düşünceler sonucunda ortaya çıkmıştır. K. Marx “Giriş” (1857-1858 yıllarında ekonomi üzerine kaleme aldığı el yazmaları) adlı eserinde mit üzerine şunları belirtmiştir: Yunan şiirleri mitolojiyi esas alır: Epos ile mit ikizdir. Çünkü o dönemlerde Yunanlar kendilerinin bu konuda daha deneyimsiz olduklarını göstermişler. Onlar doğanın gizemlerini algılayamadıkları için toplumu, mitolojik düşünmeler ışığında tanımaya çalışmışlar. (Marx ve Engels, 1958: 736-738).
Yunan destanı köleci toplumun içinde oluşmuş olsa da eski soydaş kavimlerin gelenek ve kavramları onların mefkûresinden ilişkisini kesmiş değildi. Çünkü “insanları onların bilinçleri yönetmiyor aksine toplumsal varlıkları onlar idare ediyordu” (Marx ve Engels, 1958: 736-738).
Mitolojik düşünme, sanayi sisteminin daha gelişmediği zamanlarda ortaya çıkmıştır. Bizim destanlarımızda mitolojinin esas unsuru olan insan, antropolojik şekilde ele alınır ve ataerkil toplum zihniyetini yansıtır. Bu, mitolojinin en son türüdür. Yunanlar ise o dönemlerde tamamen mitolojik düşünme aşamasındaydılar. Çünkü insana göre halen doğa daha güçlüydü. Mitoloji, estetik düşünmenin alt aşamasında oluşmuştur. Öyle olmasına karşın K. Marks, Yunan destanın edebî mahiyetini “paha biçilmez söz sanatı” şeklinde değerlendirmiştir.
F. Engels “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı klasik eserinde ilk toplumsal yapıyı bilimsel açıdan ele alarak birkaç (vahşilik, barbarlık, uygarlık) döneme ayırmıştır (Marx ve Engels, 1976: 522-523). “Alman İdeolojisi” adlı çalışmasında ise sözlü edebiyatın çifçiler tarafından oluşacağını belirterek folklorun esas unsurunun insan olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca şu bilgilere de yer vermiştir: “Gündüzleri ağır işlerde çalıştıklarından yorgun ve bitkin düşen çiftçiler akşamları masal, şarkı dinleyerek yaşamın sırlarını anlamaya çalışırlar. Ancak o masallarda dinî şuur ve çeşitli sınıflara özgü görüşleri yer almaktadır. Bunun için bazı planlarla düzeltmeler yapılarak gereksiz eklemeler çıkartılmalıdır.” (Marx ve Engels, PSS, T. 21, t.y.: 23-178)
Folklor ürünlerinin doğası ve halkla iç içeliği hakkında çok sayıda muhteşem fikirler söyleyen Lenin, “Devrimci Gençliğin Görevleri” eserinde uygarlığın kendiliğinden oluşmayacağını belirterek şöyle devam ediyor: İnsanoğlu; kapitalist, pomeşçik (ağalık, beylik sistem) ve çinovniklik (Rusya’da İnkilâp Döneminden sonraki memuriyet sistemi) sistemlerin ezgisinde çalışarak ürettiği bilimlerin ışığında, kanunlar çerçevesinde, sürekli gelişmelidir. Komünizme, sadece kitap kurallarını ezberlemekle değil, çalışmayla ulaşılır; gerçek bir komünist olabilmek için insanoğlunun yarattığı kültürü öğrenmesi ve edinmesi lazımdır (Lenin, t.y.: 331-332).
“Proleter Kültür Hakında”, “Ulusal Sorun Üzerine Eleştirisel Notlar” adlı çalışmalarında Lenin, yukarıdaki fikir ve düşüncelerini daha da geliştirerek her milletin iki kültürü yaşattığını ve bunlardan birisi burjuvazi, diğerinin de halkçı demokrasi kültürü olduğunu belirtmiştir.
“Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” adlı çalışmasında ise “Sanat, bir ideolojidir; ideoloji belirli sınıfların amaçları üzerine yapılırsa, edebiyatta burjuvazi parti ve proleter parti görüşleri ele alınır. Burjuvazi sınıflar kendi sınıf menfaatlerini gizlemeye çalışırlarsa da burjuvaz yazarlar ise kendilerinin sınıftan ayrı ve daha üstün olduklarını göstermek isterler. Toplum içinde yaşıyorken toplumdan ayrı olamazsın. Bir burjuvaz yazarın, ressamın, oyuncunun özgürlüğü demek ancak paralı bir cebe, satın almaya ve yeme içmeye olan bir bağımlılıktır.” (Lenin, t.y.: 109) gibi görüşlerini ortaya koymaktadır. Bu görüşün devamında ise proleter edebiyatından daha çok burjuvazi edebiyatını önemseyerek: “Bu, insanoğlunun devrimci düşüncesinin son başarısını sosyalist proletaryanın tecrübe ve çalışmalarıyla geliştiren ve geçmişin tecrübesi… ile günümüz tecrübesinin karşılıklı etkileşimlerini sürekli eşgüdümleyen bağımsız bir edebiyat olur.” (Lenin, t.y.: 109-110) demektedir.
Marksizim-Leninizm klasik yazarlarının ekonomi, felsefe, sanat üzerine yaptığı her çalışma, folklorun doğasını tarihsel materyalizm açısından anlamaya çok büyük imkân sağlar. Bu bağlamda Lenin’in tarihçilik prensipleri folklor araştırmaları için çok önemlidir.
EĞİTİMCİLER AKIMI
Rus ve Kazak eğitimci demokratların materyalist estetiğe dayalı folklor üzerine söylediği düşünce ve görüşler yaratıcılığı öğrenmeye açılan yeni bir dönem olmuştur. Onlar hfolklorla yakından ilgilenmeseler bile folklorun halkçılık ve sosyal gerçekçilik önemini iyi bilmişlerdir.
Rusların ünlü devrimci demokratı olan V. G. Belinski (1954)’ nin “Halk Masaları Üzerine ve Halk Şiirleri Üzerine Makaleler”[12 - Belinski V. G. Poln, sobr. Soç. (V 13-Ti T) M., 1954, T. 5, ss. 289-450.] adlı çalışmasında “sanat, sanat içindir”, “folklor, folklor içindir” görüşlerini benimseyen idealist anlayışa karşı çıkar ve folklor eserlerindeki halktan yana olan yani toplumsal ideolojiyi ilk sıraya koyar. Rus eğitimciler folklordaki slavofil ve liberal akımlara karşı var gücüyle mücadele etmiştir. Örneğin, slavofiller folklor konularını eskiliğe göre beyan ederlerken, Belinski ise folklorde işçi çiftçilerin krepostnoyluk yapıdan kurtulmaya yönelik özgürlük mücadelesi izlerinin mevcut olduğunu ve bunun da genç nesilleri halkın özgürlüğü ve ilericilik yolunda eğitmede önemli rol oynadığını vurgulamıştır. Liberaller, çiftçiler tarafından üretilen masalların muzır[13 - TDK: sf. 1. Sağlığı bozan. 2. Zararlı: Görüyorsunuz ya iki gözüm, işsizliğin fazlası hem işverenler hem işçi arayanlar için muzırdır, iki gözüm, muzırdır doğrusu! -N. Hikmet. 3. Yaramaz, cinsel gelişmeye zararlı. 4. Her şeyi bozan, karıştıran (çocuk).] ve kaba bir anlatım dili olduğunu dile getirirken, N. A. Dobrolybov ise “Rus Halk Masalları”[14 - Dobrolyubov N. A. Sobr. Soç. V. 9-Ti T. M. L., 1962. T. 3. ss. 232-238.] adlı inceleme çalışmasında masal ve destanların çok güzel ve etkileyici bir anlatım dili olduğunu; bunlar çiftçiler tarafından yaratıldığından destanlarda halkın yaşam tarzını görebileceğimizi ve bu nedenle şiir örneklerinin halkın içinde aranılması gerektiğini belirtmiştir. N. G. Çernişevski ise “Halk şiirleri sadece güçlü, namuslu, vicdanlı, temiz, dürüst ve düzenli bir yaşam tarzı olan halkın içinde gelişir” (Çernişevskiy, 1949: 297) diyerek folklorun bilişsel ve eğitim-öğretimsel görevlerini demokrasi ve ilerici ideolojiyle ilişkilendirmiştir.
N. G. Çernişevski’nin folkloruyla ilgili görüş ve düşünceleri “Çeşitli Halkların Şarkıları ve Tarihi Bilgiler Arşivi”[15 - Çernışevskiy N. G. Poln. Sobr. Soç. V. 15. Ti T. M., 1949, ss. 369-380.] adlı çalışmalarında da yer almaktadır. Bu eserler günümüzde bilimsel değer kazanmaktadır. XIX. yüzyılda çalışmalarıyla bilinen Kazak eğitimci ve düşünürler de bu yolu izlemişlerdir.
Ç. Velihanov (1835-1865)
Ç. Velihanov XIX. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ünlü eğitimci ve bilim adamıdır. Kazak halbilimciliğinin atası sayılan Çokan’ın esas bilimsel düşünceleri ağırlıklı olarak folklor üzerine söylenmiştir. Onun döneminde Kazak yazılı edebiyatı henüz yoktu. Çokan’ın Doğu edebiyatı ile ilgili birçok çalışma ve incelemeleri bulunmaktadır. Bu çalışmalarını Kazak halkbilimciliği ve etnografyasına yol açan ve sonsuza kadar değerini kaybetmeyecek olan bir bilim mirası olarak görmekteyiz. O, “Abılay”[16 - Velihahanov Ç. Ç. Stati, perepiska. A., 1947, ss. 8-13.] adlı kısa yazısında, Kazak kahramanlık destanlarının XVIII. yüzyılda ortaya çıktığını belirtmiştir. “Çungarya Yazıları”[17 - Velihahanov Ç. Ç. Stati, perepiska. A., 1947, ss. 65-69.] adlı çalışmasında ise Kırgız halkı ve Üysin boylarının tarihî efsane ve destanları hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Kazak efsanelerini destan, soyağacı (şecere), etnografik materyaller şeklinde sınıflandırarak her birine ayrı ayrı tanımlama yapmıştır. Kazak destanlarını tarihî kronolojiye benzeterek halkın tarihiyle bağlantısı olduğunu söylemiştir. Destan kahramanlarının çoğunun Nogay ordusu dönemindeki tarihte yaşadıklarını belirtmiştir. Bu, Çokan’ın halkbilimciliğinde kullandığı tarih prensibidir.
Folklor ürünlerinin bilişsel tanımı konusunda Çokan, bu eserleri araştırmanın bilimsel etnografik büyük bir önem taşıdığını vurgulamıştır. Bu düşüncesini Kırgız destanı üzerine söylediği fikirlerle daha da derinleştirerek: “Şüphesiz ki Aladağ Kırgızlarının şiirsel en başlıca ve tek denilebilecek halk eseri Manas Destanı’dır. Manas Destanı, aynı zamana taşınan ve bir insanın, yani Kahraman Manas’ın çevresinde toplanan Kırgız masallarının, hikâyelerinin ve efsanelerinin bir anseklopedisidir. Destanda Kırgızların yaşamı, gelenekleri, coğrafyası ve din anlayışları da yer almıştır.” (Velihanov, 1985: 247-248). Yazar, “Manas Destan’ın” esas kahramanlarını tarihte yaşayan halk kahramanları olarak değerlendirmiştir.
Çokan, “Kazaklarda Şamanlık Kalıntıları” adlı etnografik çalışmasında, Kazakların gelenek-görenekleri ve folklorun en eski konularından biri olan inançları ayrıntılarıyla ele almıştır. Yazara göre Şamanizm, doğa ve insanı kutsamaya dayalıdır. Ruhlara tapma, nazar değme, alastav (Eşyadaki kötülükler, cinler, şeytanlar, pislikler giderilmiş kabul edilir. Hatta insanların ve evcil hayvanların üzerinde ateş tutularak “alas alas, bela kaza uzaklaş” manalarına gelen dualarla alas yaparlar), çeşitli hastalıklara iyi gelen sihirli sözlerin yardımıyla şifa arama, Kazakların çok eski zamanlarda ateşe, göğe tapmasından kalma kozmolojik anlayışları ile dört tülik hayvanla (Kazak Türkleri, deve, at, inek ve koyuna ‘tört tülik mal’ demiş ve çok değer vermişlerdir. Bu hayvanların her çeşidinin koruyucu sahibinin (pirinin) olduğuna inanmışlardır. Develerin hamisi olarak Oysılkara, atların hamisi olarak Kambar Ata ya da Jılkışı Ata, koyunların hamisi olarak Şopan Ata, ineklerin hamisi olarak da Zengi Baba, Kazak Türklerinin mitoloji anlayışında sağlam bir yer almıştır.) ilgili şiirler (yırlar) bazen materyalizm açısından, bazen de din açısından folklore konu olmuştur. Bunun gibi bilimsel önemi ve tanımı bakımından bu çalışma Kazak etnografyasının şaheseri sayılmaktadır. Çokan, halk kültürü tarihinin öğrenilmesi, anlaşılması için bu tür konuların tümünün araştırılması gerektiğini dile getirmiştir. Bunun yanı sıra folklore ürünlerinde bir halkın sadece yaşam tarzı değil; zihniyeti, acısı ile kaygısı, gelecekle ilgili hayallerinin de izlerinin görülebileceğini özellikle vurgulamak lazımdır. Çokan, Kazak folklorunun atasıdır.
Ibıray Altınsarin (1841-1889)
XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan büyük eğitimcidir. O, Kazak folkloru ve etnografyası ile ilgili kaynakları derleyip halk eğitiminde kullanmıştır. Ibıray’ın Rusça yayımlanan “Orınbor Bölgesi Kazaklarının Ölen Kişiyi Gömme ve Ona Yemek Verme Geleneği Üzerine Deneme”[18 - Altinsarin I. Taza Bulak. A., 1988, s. 166-171.], “Orınbor Bölgesi Kazaklarının Dünür Olma, Kız Çıkarma ve Düğün Yapma Geleneği Üzerine Deneme”[19 - Altinsarin I. Taza Bulak. A., 1988, ss. 172-183.] adlı eserleri Kazak etnografyası üzerine yapılan kayda değer çalışmalardır. Yazarın bu eserleri, N. İ. İlminski, V.V. Katarinski, F. D. Sokolov, A. A. Mozohin, V. V. Grigoriyev gibi Rus Doğu bilimci araştırmacıların Kazak kültürü ile ilgili araştırmalarını takiben kaleme alınmıştır. Bu tür kültür ve ilim konusundaki ilişkiler Ibıray’ı kısa zamanda geliştirerek onu kültür duayeni ve büyük eğitimci yapmıştır.
I. Altınsarin, Kazak folkloruyla yakından ilgilenmemiş; ancak halkın kültür miraslarını yüksek derecede değerlendirmiştir. Kendisine ait olan “Kazak Hrestomatyası”[20 - Altinsarin İ. Kirgizskaya Hrestomatiya. Orenburg, 1879.] adlı ders kitabında çok sayıda Kazak folkloru örneklerine yer vermiştir. Marabay ozanın ağzından kaleme aldığı “Kobılandı Batır” destanı, olağanüstü (Kara Kılış, Altın Aydar), gerçekçi (Tazşa Bala, Kara Batır, Jiyrenşe Şeşen) masal örnekleri ve çok sayıda atasözleri bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Orınbay ve Küderi ozanların şiirlerini de kitaba dâhil etmiştir.
Kazak folklorundaki ulusal karakterleri benimseyen ve destekleyen I. Altın-sarin’in folklor materyallerini pedagojik amaçta kullanması kendi dönemi için büyük bir yenilik olmuştur.
Abay Kunanbayev (1845-1904)
XIX. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan büyük düşünür ve eğitimcidir. Abay, edebiyatçı değil; daha çok şairliği ve büyük düşünürlüğüyle tanınmış olan şahsiyettir. Onun folklor ile ilgili çalışmaları bulunmamaktadır. Ancak Semey Coğrafya Derneği’ne üye olmuş; çok sayıda etnografik materyaller (giysiler, çeşitli araç, aygıtlar) toplamış ve Kazak gelenek-göreneğine ilişkin yasa çıkarmıştır.
Abay şiirlerinin dili ve ölçüsü de halk geleneğine dayalıdır. Onun “jır” ve “kara öleñ (nesir)” ölçüsüyle yazılan çokça lirik şiirleri var. Şair şiirlerinde kimi zaman “şubırtpalı (a,a,a,a)” uyak türüne de başvurmuştur.
Abay, “Öleñ – sözdiñ patşası” (Şiir, sözün padişahı) adlı toplumsal ilericiliği konu alan şiirinde dini ve biy-bolısları (ağalık-beylik sistemini) öven şairleri eleştirir. Abay, şiirlerini halkı uyandırmak için yazmıştır. Şair, folklor eserlerinin dilinin halk diline yakın olduğunu belirtmiştir.
Abay, eserlerinde Doğu edebiyatı örneklerine de çok sayıda yer vermiştir. Örnek olarak şu eserleri söyleyebiliriz: “Eskendir”, “Masğut”, “Yüzi Ravşan, Közi Gavhar” (Yüzü gül, Gözü mücevher), “Fizuli”, “Şemsi”, “Seyhali”, “Elifbi”. Abay, şiirlerini bazen aytıs (atışma) şeklinde “şubırtpalı” kafiye kullanarak yazmıştır.
Abay’ın eserlerine özgü özelliklerden biri ulusal kültürel mirasları benimsemesi ve bunlara şiirlerinde yer vermesidir. Kazak halkının paha biçilmez hazinesi olan atasözlerinin doğasını ayrıntılı şekilde inceleyerek onlara felsefi açıdan yaklaşım göstermesi ve atasözlerindeki çelişkileri ortaya koyması, Abay’ın dünya görüşünün halk psikolojisine yakın olduğunu göstermektedir. Bu özelliklerden hareketle Abay’ı da folklor ürünleri ve halk yaratıcılığıyla beslenen eğitimciler akımına dâhil edebiliriz.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Kazak halkının içinden çıkan eğitimci akım mensupları, folkloru bir yaşam soyağacı kabul edip, onun tarihî kültürel, bilişsel ve sanatsal önemlerine çok değer vermişlerdir. Onlar folklorde ulusal demokratik içeriği ilericilik düşünceleriyle birleştirmişlerdir.
RUS EDEBİYATINDA DOĞU FOLKLORUNUN İZLERİ
XIX. yüzyılda Rus halkbilimciliğinde Doğu kültürünü araştıran Doğu bilimi (oryantalizm) akımı hızlı bir şekilde yayılma göstermiştir. Bu akım Orta Asya, Kazakistan, Altay, Sibirya bölgelerinde yaşayan göçebe Kazak, Kumuk, Kırgız, Özbek, Karakalpak, Azeri, Tatar, Başkurt, Türkmen, Uygur, Kalmak boylarının tarihi ile dilini, etnografyasını, arkeolojisini, folklorunu ve müzik sanatını araştırma konusunda çok büyük katkı sağlamıştır. Doğu bilimciler tarih (Levşin, Kraft), folklor (Radloff, Berezin, Potanin, Katanov, İvanov, Kastanye, Divayev), dil (Sablukov, İlminski, Meloranski) ve arkeoloji uzmanları eski Türk boylarının zengin folklor ürünleri üzerine çok yönlü araştırma yapmışlardır. Araştırmacılar bir asır boyunca çeşitli coğrafya ve etnografya kursları açarak bir sürü folklor eserlerini derleyip bastırmışlardır. “Transoksanya Tarihi” eserinin yazarı G. Vambery, Çin kültürü araştırmacısı N. Biçurin, Tibet bölgesine seyahate çıkan N. M. Prejevalski ve coğrafyacı Semenov, bu akımın önde gelen isimleriydi. Rus bilim adamlarının Doğu kültürü ve sanatını araştırma konusunda yaptığı hizmetler, adı geçen halkların arasında var olan tarihî kültürel ilişkilerin ilk kanıtı olmuştur.
Rus Doğu bilimcilerin çok sayıdaki bilimsel çalışmaları günümüz Kazak halkbilimciliğinde yeterince araştırılmamıştır. Bazı Doğu bilimcilerin çalışmalarında misyonerlik (örneğin, İlminski) belirtilere da rastlanmaktadır. Fakat genel olarak Doğu bilimcilerin tuttuğu yön ve Doğu halklarının folklor eserlerini toplayıp araştırmalar çalışmalarını yürütmeleri çok önemliydi. Biz onlar için bir ulusun kültürünü araştıran Doğu bilimci araştırmacıları diyoruz.
Kazak folklorunda Rusçaya çevirilen ilk eser “Kozı Körpeş – Bayan Sulu” aşk destanıdır. Bu destanın Başkurtça nüshasını T. Belyayev 1812 yılında Kazan’da “Kuz- Kurpeç” adıyla Rusça yayımladı. 1812 yılı, Kazak folkloru eserlerinin toplanışının başlangıcıydı. Bu yıldan başlayarak bir tek “Kozı Körpeş” destanı çevresinde çok sayıda araştırma çalışmaları gerçekleştirildi.[21 - Bkz: Abramov N. Kamennaya Peramida, Nadmogilnıy Pamyatnik “Kozı-Körpeş i Bayan-Sulu” v kirgizskoy stepi. Vestnik vost. Otd. İmper. Arhelog. Obş., 1858, ç. I, vıp. 2, s. 56-60; Krakoye izvle-çeniye iz legendı Bayan-Sulu. Akmolinckiye obl. Vedomosti. 1984, No: 1-3; Katanov N. Kozu Korpeş. Kazan, 1877; Pantusov N. Pamyatnik Kozu-Körpeş i Bayan Sulu. PZSÇKLA, 1898 (II. XII); Varanov E. Kirgizskoye Narodnoye Predata”, 1899, no: 9-10.] Doğu bilimcilerin ortaya koyduğu folklor bizim için geçtiğimiz yüzyılın otuzuncu yıllarına kadar kendi meyvesini vermiştir. En büyük meyvesi de 1922 yılında Taşkent’te yayımlanan kahramanlık destanlarıdır. T. Belyayev’in başlattığı çalışmayı Sablukov (1880), Puşkin (1833), Radloff, Berezin, Kastanye, Potanin, Divayev gibi folklor araştırmacıları devam ettirmiştir. Bu bilimsel araştırmada ulaşılan en büyük kazanç ve başarı ise Rus âlim İ. A. Çekaninski’nin “Kozı Körpeş” (1927) üzerine yapmış olduğu karşılaştırmalı çalışmaydı.
Çok sayıda Kazak halkının müzik örneklerini derleyen A.V. Zatayeviç değerli ismi gibi Kazak folklorunu araştırmada çok emekleri geçen bilim adamlarından Radloff, Potanin ve Divayev’in çalışmaları da takdire şayandır.
W. Radloff (1837-1918)
Alman kökenli halkbilimcidir. Genç yaşında iyi bir eğitim alıp 1858 yılında filoloji bilimlerinin uzmanı unvanına layık görülmüştür. 1870 yılına kadar Barnawıl’daki Dağ Madencilik Okulu’nda Almanca ve Latince öğretmenliği yapmıştır. Altay Bölgesinde geçirdiği on yılda Uygur, Tatar, Kazak, Kırgız ve Altay dillerini öğrenmiştir. 1862 yılında İli Nehri ve Issık Göl’ü gezen Radloff, Ayaköz’de “Kozı Körpeş – Bayan Sulu” destanını yazıya geçirmiştir. Aynı konulu destana Abakan Tatarları arasında da rastlamıştır. Uzun yıllar yaptığı araştırmalar sonucunda Radloff, sadece Orta Asya halklarının folklor ürünlerini toplamakla kalmamış, aynı zamanda kayda değer bilimsel eserler de ortaya koymuştur (Radloff’dan akt. Konıratabayev, 1991). Uygur, Altay bölgelerini gezerek “Kozı Körpeş” destanının Uygurca nüshasını bulması da bilim dünyasındaki önemli bir yenilik olmuştur. Araştırma çalışmalarının sonucu olarak W. Radloff, 1860 yılından itibaren “Türk Boylarında Halk Edebiyatı Sorunları” adlı 10 ciltlik eserini yayımlamaya başlamıştır. Bu eserin her bir cildi farklı boyların folklor çalışmaları için ayrılmıştır. Örneğin, 3. ciltte Kazak folkloru örnekleri yer alırken (1870), 4. ciltte Abakan Tatarları, 5. ciltte Kırgız, 6. ciltte Uygur, en son 10. ciltte Osmanlı Türklerinin folklor örneklerine yer verilmiştir. Radloff, bu çalışmasını Almanca olarak da yayımlamıştır.
1871 yılından başlayarak Radloff, Kazan şehrinde Kazak, Başkurt, Tatar halkları arasında Rus okulunun düzenleyici denetleyicisi olarak görev yapmıştır. Ufa’da öğretmenler okulunu açmış ve ağırlıklı olarak Kazak, Tatar, Başkurt gençlere eğitim vermiştir. Bu dönemde Katarinski gibi I. Altınsarin’in güvenilir arkadaşlarından birisi olmuştur.
1884 yılında folklor için yaptığı büyük hizmet ve çalışmalarından dolayı Radloff ordinaryus profesör ünvanını kazanmış ve Petersburg Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi’nin müdürü olarak görev yapmıştır. 1896’da P. M. Meliyoranski ile birlikte Orhun Yazıtlarını okuyarak anlamı çözmeye çalışmıştır. Araştırmacının “Sravnitelnaya Grammatika Severnih Tyurkskih Plemen” (1882), “Razbor Drevnetyurkskoy Nadpisi na Kamne, Naydennoy v Uroçişe Ayrtam-oy v Kenkolskoy Volosti Aulie-Atinskogo Uezde” (1898), “Nareçiye Tyurkskih Plemen” (1870) adlı çalışmaları da çok önemlidir. Onun Doğu dilleri ve folkloru üzerine yaptığı çalışmalardan dolayı Şternberg 1909 yılında Radloff’u “Günümüzün Baş Türkoloğu, Türk ve Orta Asya halklarının dillerini araştırma biliminin Kolumbu’dur” şeklinde değerlendirmiştir. A. N. Kononov da bu düşüncelere katılmıştır (Türkologiçeskiy Sbornik…1970).
Kazak, Kırgız, Özbek, Uygur Türkleri Radloff’a, kendilerinin folklor eserlerini toplayıp derleyen ve araştıran bilim adamı olarak çok değer vermişlerdir. O, Kazak halkı için de yakın ve saygın bir şahsiyettir. Çünkü onun folklore ile ilgili söylediği bilimsel yargılar çoğunlukla Kazak folkloruna dayalıdır.
W. Radloff, Kazak folkloruyla tanıştığında eserlerde geçen millî ruh ve dinî ideolojinin etkisini yer yer görmüştür. O, Çokan’ın Kazak, Kırgız destanları ve şamanist inançlar hakkındaki görüşlerine de büyük önem vermiştir. Bu nedenle “Obraztsy Narodnoy Literatury Tyurkskih Plemen” adlı çok ciltli eserinin 3. cildi için yazdığı önsözde materyalleri “Halk Sözlü Edebiyatı” ve “Kitabî (yazılı) Edebiyat” diye ikiye ayırmıştır. Devamında ise destan, masal, efsane, aytıs (atışma), atasözleri, ağıt, düğün ve baksılık (kam) şiirlerinin İslam “uygarlığından” önce ortaya çıktığını ve dillerinin katıksız halk diliyle yaratıldığını belirtmiştir. Çokan’ın izinden yürüyen Radloff’da doğaçlamaya dayalı olan halk şiirlerine büyük değer verirken İslam dinini benimseyenleri de bilginler (gramoteyler) diye yermiştir.
W. Radloff, folklorun ulusallığı ile gerçekliğini tamamen desteklemiştir. Bu araştırmacının “Kozı Körpeş–Bayan Sulu” destanını oldukça derin bir şekilde ele aldığını fark etmek mümkündür. Gelenek görenek karşıtlıkları, kadının bağımsızlığı konulu şiir gücü, halkın gözyaşı ile söylenen bu destan Radloff’un romantik düşüncesine benzemektedir. O Kazak halkının destanında görülen yaşam koşullarını da iyi bilmektedir. Benfey, Veselovskiy, Miller gibi araştırmacılar bunu söylememiştir.
W. Radloff’un destanların belli bir tarihî olaylardan esinlenerek ortaya çıktıkları hususundaki fikir ve görüşleri de çok önemlidir. “Manas Destanı” Kırgızların tüm şiir örnekleri, masal ve efsane özelliklerini içinde bulunduruyor” şeklindeki fikri, Çokan’ın bu konuda bildirdiği görüşlerle tıpatıp aynıdır.
G. N. Potanin (1835-1920)
Kazak folkloru ve etnoğrafyası üzerine geniş çaplı ve çok yönlü araştırma yapan Rus aydınlarından biri de G. N. Potanin’dir (1835-1920). Bayanauıl bölgesinde doğup büyüyen, Kazak halkının yaşam tarzıyla yoğurulan Potanin’in, Orta Asya ve Kazakistan’ın coğrafyası, etnografyası ve folklor üzerine yaptığı araştırma çalışmalarının önemi çok büyüktür. O, herşeyden önce Doğu halkları üzerine titiz ve düzenli araştırma yapan bir gezgindir. Bununla birlikte Orta Asya halklarının zengin folklor ürünlerini devamlı toplayıp derleyen ve yayımlayan bir etnografyacıdır. Po-tanin, Kazak folkloru üzerine de çok sayıda etnografik çalışmalar yapmıştır.[22 - Bknz: Potanin G. N. Neskolko voprosov po izuçeniyu poveriy, skazaniy i obıçayev kirgizov i sibirskih tatarov. Zapiski Zapi-Sib. Otd. Geograf. Obş. Kn. H; Russkaya devuşka v kirgizskoy skazke. “Etnografiçeskoye obozreniye”, 1890; Doç morya v stepnom epose. “Etnografiçeskoye obozreniye”, 1982, no: 1; Greçeskiy epos i ordınskiy folklor. Etnografiçeskoye obozreniye”, 1894, no: 2; V yurte poslednego kirgizskogo tsareviça. “Russkoye bogatstvo” 1896, no: 8 i dr.]
G.N. Potanin’in folklor çalışmalarından çeşitli kaynaklarda bahsedilmiştir.[23 - Bknz: BSE. M., 1940, T. 46, s. 540-541; Gordlevskiy V. A. Potanin Kak Narodoslovesnik. “Etnografiçeskoye Obozreniye”, 1915, no: 3-4.] Son yıllarda Kazak araştırmacılar da Potanin’in çalışmalarına özel ilgi göstermeye başlamışlardır. Örneğin, önsözü N. Smirnov’a ait olan “Kazahski Folklor v Sobraniy G.N. Potanina” (1972) adlı bilimsel etnografik büyük eser yayımlanmıştır. Şüphesiz ki bu bile Potanin’in çalışmalarının bilimsel açıdan değerlendirilmesine ışık tutacaktır.[24 - Günümüzde G. N. Potanin eserleri hakkında çalışmalar oldukça çoktur. Bknz: G. N. Potanin. Kazak Folklorunun Tarihi. A. 1988, ss. 224-271.]
A. Divayev (1856-1933)
Tüm yaşamını Orta Asya ve Kazakistan halklarının folklorunu araştırmaya ve folklorun önemli bir parçası olan destanları toplayıp derlemeye adayan bir halkbilimci bir bilim adamıdır. Devrim dönemine kadar Türkistan Genel Valiliği’nin baş tercümanı olarak görev yapmıştır. Türk dillerini iyi derece biliyordu.
A. Divayev, çoğunlukla Sırderya ve Jetisu Kazaklarının folklor eserlerini derleyip yayımlamıştır (Divayev’den (1897) akt. Konıratbayev, 1991). Yayımlanan eserlerden biri 1896’da Karakalpak ozanı Jiyemurat Muhamedov’un ağzından yazıya geçirdiği “Alpamıs” destanının güzel bir nüshasıydı. O, Sirderya boyundaki tarihî arkeolojik yapıları incelemeye de büyük ilgi göstermiştir (Divayev’den (1901) akt. Konıratbayev, 1991). Bu çalışmaları 1891-1915 yılları arasında yayımlanan “Sirderya Bölgesine Ait Nüfus Sayımı Materyalleri” adlı 11 ciltik eserine dâhil edilmiştir.
A. Divayev, Kazak halkının “Kırık Ötirik”, “Tazşa Bala”, “Jirenşe Şeşen”, “Aldar Köse” vb. masallarını derleyip iki dilde yayımlamıştır (Divayev’den, (1903) akt. Konıratbayev, 1991) Ayrıca çok sayıda etnografya, folklor ve arkeoloji ile ilgili materyalleri de bulunmaktadır.
A. Divayev, aynı dönemde yaşayan Radloff, Potanin, Berezin, Meliyoranski, Baranov, Pantusov gibi Doğu bilimci araştırmacılarla aynı yolu izlemiştir. Ancak o, çoğunlukla folklore ve etnografya çalışmalarıyla sınırlı kalarak, “hikâyeler göç eder” diyen Benfey teorisinden kendisini uzak tutmuştur.
Ekim Devrimi öncesinde Divayev’in elinde Özbek, Kazak, Karakalpak, Kırgız, Türkmen halklarına özgü çok sayıda folklor eserleri bulunmaktaydı. 1920- 1921 yıllarında Türkistan Cumhuriyeti adına Sırderya, Jetisu Bölgeleri ve Orta Asya topraklarına birçok defa folklor seferleri düzenlenmiştir. İsa Toktıbayev, Abubakir Divayev, Halel Dosmuhamedov, Kaljan Koñıratbayev gibi bilim adamlarının başkanlığındaki sefer ekibinde A. Jumağulov, R. Töleşov, İ. Jansügirov, A. Koñıratbayev ve bu satırların yazarı da vardı. Bu dönemde Divayev bir sürü materyal yayımlamıştır. Onun aracılığıyla Taşkent’te “Kobılandı”, “Alpamıs”, “Kambar”, “Er Targın”, “Närikulı Şora Batır”, “Kız Jibek” gibi Kazak halkının kahramanlık ve aşk destanları yayımlanmıştır.
Potanin, Meliyoranski, Katarinski gibi birçok Rus Doğu bilimcilerin sayısız çalışmaları bir yana, Kazak halkbilimciliğinde Divayev’in bir sürü folklorik-etnografik materyalleri ve folklore yaptığı hizmetler bile henüz tamamıyla araştırılıp incelenmemiştir. 1961 yılında Kazak SSC Bilimler Akademisi’nin Edebiyat ve Sanat Enstitüsü, Divayev eserlerini “Kazak Halk Şiirleri” adıyla iki dilde yayımlamıştır. Fakat bu çalışmanın bilimselliği istenildiği gibi kapsamlı olmamıştı. Bugünlerde bu eser geliştirilerek tekrar basılmış bulunmaktadır (Kazaktıñ Halık… 1989).
Divayev’in, Orta Asya halklarına, özellikle Kazak halk kültürüne çok emek vermiştir. O, 1856 yılında Orınbor’da Başkurt bir ailede doğmuş (6 Aralık) ve 5 Şubat 1933 tarihinde Taşkent’te vefat etmiştir. Mezarı Nogay mezarlığındadır.
Divayev vefat ettikten sonra onun bilimsel çalışmaları Taşkent’teki A. S. Puşkin adındaki Merkez Bilim Kütüphanesi’ne bağışlanmıştır. Bilim adamının özel arşivinde kalan materyaller de az değildi. 1947 yılında Kazak SSC Bilimler Akademisi’nin özel görevlendirmesiyle Taşkent’e yaptığım iş gezisi sırasında ağabeyimizin evine gittim ve hanımı Halida’nın elinden 5000 satırlık folklor materyallerini alıp getirdim. Materyallerin hepsini Kazak SSC Bilimler Akademisi’nin El Yazmaları Vakfı’na teslim ettim. Onların arasında hâlâ gün ışığına çıkmayan nüshalar da bulunmaktadır. Gelecekte Kazak folklorunun Divayev tarafından derlenip yayımlanmamış olan örneklerine folklor ve edebiyat ders kitaplarında çokça yer vererek genç nesillere aktarmamız gerekmektedir.
Ninni, ninni, bebeğim,
Ak beşiğe yat, bebeğim.
Ağlama, çocuğum, ağlama
Kemik kırıp vereyim.
Baykutan’ın kuyruğunu
İpe takıp vereyim.
şeklindeki sanatsal yönü yüksek olan folklor örneklerine Divayev’in materyallerinde çokça rastlanmaktadır.
Divayev’in derlediği folklor materyallerinin bilimsel ve tarihî önemi hiçbir zaman eskimez ve değer kaybetmez. Onun folklor için yaptığı hizmetler de unutulmayacaktır. Çünkü bilim adamının etnografya için yaptığı hizmetler Orta Asya halklarının kültürüne yapılan büyük bir özveridir.
SOVYET DÖNEMİNDEKİ FOLKLOR
Folklor ve folklor biliminin amacı ile ilgili yararlı fikirler ortaya koyan devrimin önde gelen isimlerinden biri A. M. Gorki’dir. 1934’te gerçekleşen SSCB Yazarlar Birliği’nin I. Kongresi’nde sunduğu bildiride Gorki, folklorun doğasına değinmiş ve yaratıcısının baskıncı sınıf değil, işçiler sınıfı olduğunu; çünkü folklore ürünlerinin çalışma sürecinde ortaya çıkacağını, kahramanlarının da halkın arasından çıkacağını ve sömürenler ile ezilenlerin sürekli tartıştıklarını ayrıntılarıyla açıklamıştır. Ona göre folklorde aşırı dinci kesimler ve sömürenler çok eleştirilmektedir. Folklorde sadece sınıflararası mücadeleleri değil, yaşamı renklendirme isteklerini de görebiliriz. Yaşamı değiştirme, adalet arama masalların başlıca temasıdır. Bu bilgiler, folklor ürünleri örneklerinin halkın çıkarları doğrultusunda ortaya çıktığını göstermektedir.
Folklor eserlerindeki kahramanlar ne kadar çile çekip şiddet görseler de sonunda yaşamın her tür zorluklarının üstesinden gelerek istek ve muratlarına ererler. Bununla ilgili olarak M. Gorki şunları söylemiştir: Folklor ürünlerini yaratanlar yaşamlarını çok ağır şartlar altında sürdürmüşler; sömüren sınıf onların çalışmalarını boşa çıkardılar, kendileri ise korumasız ve yetkisizdiler; bunlara karşın folklor için hiçbir zaman karamsar (kötümser) demediler. Kolektivin, kendisine karşı direnen bütün güçleri yeneceğine ve ebedî yaşayacağına inanmışlardır (Gorki, 1954: 179).
Bu bağlamda M. Gorki, folklorun millî kimlikler doğrultusunda yapıldığını ve karakterlerinin etkileyici ve akılda kalıcı olduklarını dile getirmiştir. Yazarın bu görüşüne sadece akıllı Vasilisa, aptal İvanlar değil, Kazak folklorunda geçen Kozı, Bayan, Kobılandı, Tazşa Bala karakterleri kanıt olabilir. Folklordeki kötü karakterler de akıllarda kalıcılığıyla önemlidir. Ancak bu karakterlerde bireycilik, düşük ahlak ve düşük kişilikler daha ağır basmaktadır.
M. Gorki’nin mitolojik karakter üzerine bildirdiği fikiler de çok önemlidir. O, bu konuda şunları söylemiştir: Mit, uydurulmuş bir şeydir. Uydurmak demek, gerçek yaşamın temel önemli unsurlarından karakter yapmak demektir. Gerçekçilik (realizm) bu şekilde ortaya konulmuştur. Eğer gerçek yaşamdan alınan düşünce hipotez mantığıyla geliştirilirse daha etkileyici ve güçlü bir karakter doğabilir. Böylece mitin temelinde romantizm olduğu anlaşılır. Bu yaşamın gerçekleri doğrultusundaki devrimci görüşlerin daha da artmasına neden olur ve sonucunda dünyayı değiştirecek yeni adımlar ortaya atılacaktır (Gorki, 1954: 186).
Gorki burada “romantizm”, “devrimci görüş” demekle neleri anlatmak istemiştir? Halk çeşitli masal, efsane ve mit türlerini ortaya koymuş ve doğanın insanlığa karşı düşman güçleriyle savaşarak onların gizem ve büyülerini çözmeye çalışmışdır. Bu şekilde kendi hayal güçlerini, yaşam ve yaşantılarını zenginleştirerek büyüleyici gücün doğada değil, insanda olduğunu anlamışlardır. Yaşamlarını güzelleştirmek için Jeruyık, Jupar Korığı, Jideli Baysın gibi barış ve beraberlik içinde yaşanılan ütopik bir yaşamı aramışlardır. Bunların tümü, “bulanık” şekilde olsa bile hayal etme, düşünme, romantik düşüncelere kapılarak yaşamı değiştirme, güzelleştirme isteklerinin belirtileridir. Folklordeki karakterleri yorumlama ve iyilik çabaları gibi özelliklere sahiptirler. İnsanlar, yayayken Jelayak; devler karşısında güçsüz kaldığında Tavsoğar, susuz kaldığında ise Költavsar gibi karakterlere ihtiyaç duymuşlardır. Bunların tümü insanın hayal gücünden doğmuştur. Gorki, dinde “tanrıdan” başka romantizmin olmadığını ve estetik düşünce ve hayale izin verilmediğini vurgulayarak bu tür mitlere doğrudan dinî bir kavram denilmemesi gerektiğini belirtmiştir.
Folklor ve sözlü edebiyat arasında çok eski zamanlardan beri ilişki vardır. İlki ölümsüz bir sanat olduğundan onun Prometheus, Tantal, Akhilleus (Aşil) gibi büyük karakterleri ve konuları zamanla ikincisine geçiş yapmıştır.
Folklorun ulusal niteliği edebî (bediî) dildedir. Örneğin, Kazak destanının dili yazılı edebiyat ile kalıplaşmamıştır. Destan dili ile ölçüsü uzun zaman boyu Buhar, Dospambet, Mahambet, Balkı, Bazar gibi tolgay akınlarına (ozanlarına) hızlandırılmış okul olmuştur.
Gorki, 1934 yılındaki kongrede yaptığı konuşmada Dağıstan halk şairi Süleymen Stalksi için “XX. yüzyılın Homerusu” ve bunun gibi deha sahiplerinin eğitilerek yeni kültür araştırma çalışmalarına kazandırılması gerektiğini dile getirmiştir. Gorki’nin bu sözlerinden sonra ülkemizdeki ulusların tümü kendi ozanlarını eğiterek yazılı edebiyatın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Jambıl, Nurpeyis, Kenen gibi şahsiyetler şiir dünyasının yeni devleri olarak bütün ülkede tanınmıştır. Bu geleneği günümüzde de sürdürmekteyiz. Sovyet döneminde halk şiiri en üst seviyelere gelmiştir.
SOVYET DÖNEMİ KAZAK FOLKLORU
Kazak folklorunun toplanıp derlenmesi XIX. yüzyıldan itibaren başlamışsa bile Sovyet dönemi folklore çalışmaları, Ekim İhtilâli’nden sonra ortaya çıkarak kalıplaşmıştır. XX. yüzyılın başında birçok şarkıcı, şair ve edebiyatçılar halkın ağzından folklor örneklerini toplayıp gazete dergi ve farklı serilerde yayımlamaya başlamışlardır. “Kız Jibek”, “Kozı Körpeş – Bayan Sulu”, “Alpamıs”, “Kobılandı” destanları Ekim döneminde ayrı ayrı seri halinde yayımlanmıştır. Meşhur Jüsip Köpeyev’in sözlü edebiyat örneklerini içeren dört ciltlik el yazmaları vardır. M. Seralin “Şahname” eserinin bazı bölümünü Kazakçaya çevirmiştir. Ayrıca Rus Doğu bilimcilerin Kazak folklor örneklerini toplamaya yönelik başlattıkları etkinlikler de bu bilim dalının ilerlemesine epey katkı sağlamıştır.
Sovyet dönemi Kazak folklor çalışmaları XX. yüzyılın 20. yıllarında çığır açmıştır. Bu dönemde A. Divayev, H. Dosmuhamedov, M. Avezov gibi araştırmacıların katılımlarıyla Kazak kahramanlık destanları ve benzeri folklor örnekleri zaman zaman yayımlanmıştır. A. Bökeyhan ve A. Baytursın tarafından derlenen “Jıyrma Üş Joktav” (Yirmi Üç Ağıt Örneği) (1926) Moskova’da basılırken “Sana”, “Terme”, “Şolpan” dergilerinde de çeşitli folklore örnekleri sürekli yayımlanmıştır.
Halk şiirine olan ilgi Sovyet Yazarlarının I. Kongresi’nde M. Gorki’nin folklor üzerine bildirdiği görüşlerden sonra daha çok artmıştır. Aynı yıl Kazakistan’da düzenlenen Halk Şairleri Kurultayı’ndan sonra Jambıl, Nurpeyis, Nartay, Kenen ve diğer birçok halk şairleri Kazak kültürü ve edebiyatı için çalışmalar yapmış ve bunun sonucunda yeni yaşama dayanan halk şiirleri doğmuştur.
XX. yüzyılın otuzuncu yıllarında Kazak destanları yayımlanmaya başlar. “Kahramanlık Destanları”, “Aldar Köse”, “Seksen Yalan” adlı eserler hariç S. Amanjolov’un “Bilmeceler”, Ö. Turmanjanov’un “Kazak Atasözleri”, M. Avezov’un bulduğu “Kozı Körpeş – Bayan Sulu” destanının yeni nüshası (Janak) ve aytıs (atışma) sanatının 1. cildi (S. Muhanov’un önsözüyle) yayımlanır. “Kazak Masalları” da aynı dönemde basılmıştır. Kazak destanının “Alpamıs”, “Kambar”, “Kobılandı” gibi şaheserlerinin Rusçaya çevirilerek yayımlanması da bu dönemde gerçekleşmiştir.
1940 yılından başlayarak folklor araştırma çalışmalarının sayısı bir hayli artış gösterir. K. Jumaliyev ve M. Ğabdullin sözlü edebiyat üzerine ders kitapları hazırlamış, A. Marğulan ise Kazak destanlarının kökeni ile ilgili birçok etnografik makaleler yayımlamıştır. S. Orlov’un “Kazahski Geroyiçeski Epos” (Kazak Kahramanlık Destanı) (1945) adlı araştırma çalışması da Kazak folkloruna sağlanan büyük bir katkıdır.
O dönem Kazakistan’ın değerli bilim adamları – M. Avezov, A. Marğulan, E. Ismaylov, K. Jumaliyev, M. Ğabdullin, M. Silçenko, B. Kenjebayev ve bu satırların yazarı Sovyet dönemindeki Kazak folkloru için önemli katkılarda bulunmuştur. Özellikle belirtilmesi gereken çalışmalar M. Avezov’un eserleridir. Kazak lirik destanlarının dili, konusu, gerçekçilik ve halkçılık özelliklerine, 1927’de yazdığı “Edebiyat Tarihi” adlı eserde çok iyi çözümlemeler yapmıştır. M. Avezov, L. Sobolev’le birlikte yazdığı “Destan ve Kazak Halkının Folkloru”[25 - Avezov M., Sobolev L. Epos i Folklor Kazahskogo Naroda. “Literaturnıy Kritik”, 1939, no: 10-11, 1940, no: 1.] adlı inceleme çalışmasında, Kazak destanlarının doğasını yeni bilimsel tekniklerle ele alarak kahramanlık ve aşk destanları arasındaki farklılıklara açıklık getirmiştir.
1948’de yayımlanan “Kazak Edebiyat Tarihi” nin ilk cildi Kazak folkloru örneklerinin tümünü kapsayan büyük bir eserdir. Bu eseri hazırlama çalışmasına Kazakistan’ın bütün edebiyatçı bilim adamları katılmıştır. Bu çalışmanın lirik destanlar bölümünü M. Avezov ile birlikte hazırlama şerefine ise ben nâil oldum.
1940-50’li yıllarda edebiyat biliminin güncel sorunlarının tamamıyla çözülmediği; eski edebî eserleri araştırma çalışmalarında eksikliklerin olduğu, bilimsel kanıt ve güvenilirliği olmayan yüzeysel düşüncelerin yaygınlaştığı bellidir. 1945 yılına kadar Sovyet halkbilimciliğinde Kazakistan ve Orta Asya halkları destanlarının feodalizm devrinden sonra ortaya çıktığına dair kuşkulu fikirler beyinlere kazılmaya çalışılmıştır. Günümüz gençliği bu tür konseptlere çok dikkât etmeli ve kuramsal tutarsızlıkları gözden kaçırmamalıdır. Onlara göre sözlü edebiyatın en parlak dönemi feodalizm dönemiydi. Özbek bilim adamları A. Abdunabiyev ve A. Stepanov “Alpamıs” destanında feodalizmin izleri olduğunu ileri sürüyorsa (Zvezda Vostoka’dan akt. Konıratbayev, 1991), Kırgızlarda “Manas”, Türkmenlerde “Dede Korkut”[26 - Şuhmurradov O. Çujnıy Turkmenskomu Narodu Epos “Korkut Ata”. “Literaturnaya gazeta”, 1951, 27 oktyabr, no: 128.] eserleri gericilik içeren destanlar olarak bilinmiştir. Kazak folklorunda ise “Kambar” destanı dışındaki eserlerin hemen hemen hepsi feodalizm dönemi eserleridir denilerek okul müfredatından kaldırılmıştır.
Bu nedenle 1955-1956 yıllarında SSCB Bilimler Akademisi ve M. Gorki adındaki Edebiyat Enstitüsü bütün cumhuriyetlerin seçkin bilim adamlarının katılımlarını sağlayarak Moskova, Leningrad, Kiev, Ordjonikidze ve Taşkent şehirlerinde Sovyet Birliği halklarının destanlarına yönelik birkaç bilimsel konferans düzenlemiştir. Konferanslara V. Jirmunski, A. Borovkov, M. Avezov, L. Klimoviç, V. Çiçerov, İ. Braginski, P. Berkov, H. Zarifov, A. Toktambayev gibi birçok halkbilimci katılmıştır. Konferanslarda sunulan bildiriler “Voprosi İzuçeniya Eposa Narodov SSSR” (SSCB Halkları Destanlarını Araştırma Sorunları) adıyla 1958 ve 1961 yıllarında yayımlanmıştır.
O zamanda bizim dogmatik eleştirilerimiz destan tarihinin araştırılmasında evresel sisteme oldukça istinat edilip, halk mirasını zenginler sahiplendi, destanın esasında İslam dininin gelenek ve görenekleri olduğu görüldü. Bu akım herbir tarihçi bir zamandaki “Tarih Mektebi” nin vekilleri Miller ile Keltuyalla gibi bujuvazi folkloristlerinden kalan sosyolojiyi gizlemeyip, yönünü değiştirdi. Bunlardan başka destanlarda sınıf mücadelesi açıkça görülmemiştir. Bu durumda nasıl halk destanı olur? Onun üstüne destanlarda “fakir” temsilcileri (Ultankul) çirkin tipte görülmektedir. Manas’ın babası çok zengin, kendisi handır. Bayböri ile Toktar-bay’ın durumunu da ona yakın diyerek, onlarla birçok destan kahramanlarının kendisini de (Manas, Alpamıs) feodal olarak ilişkilendirdi.
1956 yılında “Alpamıs” destanına ithaf edilen Taşkent konferansından sonra bu düşüncenin zıt yönünün sırrını keşfedip, halk destanına Lenin’in düşüncesi doğrultusunda araştırmalar yapmasına fırsat vermiştir. Birçok meseleler hakkında teorik bakış açısından düşünülmesi yönünde bu konferansta sunulan A. Borovkov’un bildirisi de görülmüştür. Bir sözünde bu destanı sadece zenginler grubu yarattı diyenler “feodal toplumdaki gerçek anlamında doğan halk yaratıcılığını kabul etmedi” (Voprosı İzuçeniya… 1958: 87). diye yazmıştır. V. Jirmunskiy 18. yüzyıldaki Kazak kahramanları toplumsal görünüşte değil, aile, ocak yanındaki tipler olarak göründü dese, A. Borovkov destandaki zenginlere sahiplenme üstünkörü, her şeyin kendi adı var, destanın temel örneklerinin halk muhtevasında olduğunu söyledi. Destan adlandırmasını egemen sınıfa verip huzurlu bir şekilde oturalım diyenler feodal toplumda halk olmaz, bunun için onun sanatı da yok denilerek üstünkörü bir anlayışa dönüşmüştür. Çünkü ömür ile sanatı şekillendirenler destanın oluştuğu zaman ile gerçek yaratıcıları kim diye iki türlü meseleyi karıştırdı, destanın bütün halkın muhtevasında, özellikle anti-feodal ruhta olduğunu açıkça tahrif etti.
1955’te Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi halk kültürlerinin düzgün şekilde araştırılmasına yönelik karar çıkararak bu tür aksaklıklara son vermiştir. 1956 yılından sonra destan, masal ve efsanelerimiz, eski göçebe boylar tarihi esas alınarak araştırılmaya başlandı. 1961’de Kazak SSC Bilimler Akademisi tarafından düzenlenen “İhtilal Dönemi Öncesi Kazak Yazılı Edebiyatı” konulu bilimsel konferansta, birçok ozanın eserleri, kendi görüşlerindeki aykırılıklarıyla birlikte derin bir şekilde incelenmesi gerektiği kararı alınmıştır. Konferans bildirileri “Edebi Miras ve Onların Araştırılması” (1963) adıyla basılmıştır. Öyle olmasına karşın, 1956 Taşkent Konferansı’nda alınan kararlar yeterli derecede uygulanmamıştır. Bu kararları yerine getirmeden, tarih, kültür ve folkloru üzerine geniş bir şekilde araştırma yapmak olanaksızdı.
Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak halklarının folkloruna baktığımızda onların tarihinin destan, masal ve efsanelerde iyi korunduğunu görürüz. Bunlara soyağacı ve vakayinameleri de dâhil edebiliriz.
Kazaklar feodalizm devrinde kalıplaşan bir halktır ki o dönemde ideoloji İslam dini olduğu için “destan araştırmaları bilime hiçbir şey kazandırmaz” diyenler de bulunmaktaydı. Bu tür araştırmacılar folklorun ulusallığından daha çok tarihselliğine önem verdiler. Kazaklara özgü destanlar arasında İslam etkisinde yaratılan hiçbir şiir bulunmamaktadır. Öyleyse Kazak hfolklorunun bu iki türünün Leninist tarih anlayışı ışığında ele alınması gerekmektedir.
Değinilmesi gereken bir husus ise halk destanlarında hükümdarlar tiplemesi her zaman olumsuz şekilde gösterilmektedir. Bu bir tesadüf mü yoksa? Aslında tesadüf olmaması lazım. Çünkü birçok kahraman karakter destanlara nasıl ve ne gibi durumlarda konu edilmiştir sorusu, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konudur. Onların güçlü ve güçsüz yönleri, o dönemdeki kesin tarihî olaylar doğrultusunda ölçülmelidir.
1960’lı yıllarda Kazak halkbilimcileri bu sorun üzerine çalışmaya başlamışlardır. Kazak bilim adamları “Eski Dönem Edebiyat Eserleri” (1967) adlı eser yayımlamış ve bu çalışmada çok sayıda halk kültürü eserlerine yer vermişler. B. Kenjebayev, H. Süyinşäliyev, M. Mağavin, M. Joldasbekov birkaç bilimsel çalışmaya imza atmışlardır. Tarih uzmanları ise Kıpçak dönemini derinlemesine araştırmaya başlamışlardır. Ünlü dilbilimci Ğ. Musabayev eski Türk yazılarının yapısıyla ilgili “Kazak Yazıt Bilimi” adlı kapsamlı bir çalışmayı bilim dünyasına kazandırmıştır.
Bu yıllarda Kazakistan, Altay ve Orta Asya halklarının folkloru ile ilgili araştırma çalışmalarının eski dönemlerden başlatılması gerektiğine yönelik bilimsel anlayış kalıplaşmaya başlamıştı. Bunu ilk olarak A. Marğulan, sonra Özbek bilim adamı H. Zarifov dile getirmişti. Son zamanlarda tarih, arkeoloji, dil, folklou ve Türkoloji alanlarında bu doğrultuda kapsamlı çalışmalar yürütülmektedir. Kadim kültürümüzün araştırılmasına ışık tutan yolun biri eski göçebe boyların tarihî; ikincisi eski yazılar, üçüncüsü ise arkeolojik materyallerdir. Bundan dolayı bu çalışmaya farklı alan uzmanlarının katılmaları şarttır. Bunlara edebiyat, etnografya, coğrafya, müzik, antropoloji, onomastik ve toponomi alanlarındaki bilim adamlarını da ekleyebiliriz.
VIII-XI. yüzyıllardaki yazıtlar tarihi üzerine araştırma yapılacaksa, Doğu Rönesansı sorununa da mutlaka değinilmelidir. Eski dönemlerde Kazakistan topraklarında yaşayan Sakalar, Massagetler, Hunlar, Juan Juanlar (Cücenler), Göktürkler ve Karahanlılar devri, IX-X. yüzyıllardaki Oğuz-Kıpçak uygarlıkları ve Altın Ordu’nun çöküş olayı birçok bilimsel sorunun araştırılmasına ışık tutar. O dönemlerdeki inanç, gelenek-görenek ve örf-âdet izlerine Kazak mitolojik masal ve destanlarında rastlanmaktadır. Orhun Yazıtları, “Oğuzname”, “Dede Korkut” “Kutadgu Bilig”, “Divan-ı Lügati’t Türk” ve Doğu, Çin, Yunan dillerindeki soyağacı ve vakayiname eserlerinde geçen bilgiler de yeterli derecede araştırılıp incelenmemiştir. Orhun Yazıtları mı daha eski, yoksa sözlü edebiyat mı? Bunların arasındaki ilişkiler nelerdir? Bunlarda diğer dönemlere özgü konular var mı? Masal ve destan mitik olmaktan nasıl çıkmış; onlara tarih ve gerçek yaşam olayları hangi dönemden itibaren dâhil edilmeye başlamıştır? İşte, bunun gibi sorunlara kesin bir çözüm bulunursa, diğer bir sürü sorunun çözülmesine yol açılır.
VIII. yüzyılda Türk Kağanlığı kendi alfabesini icat etmiş ve millî yazılı destanını ortaya koymuştur. Kaşgarlı Mahmut’un şiirlerine dikkâtle bakarsak, Orhun destanından başka şiirlerin de olduğunu görebiliriz. Bu şiirlerde Kültegin’in kahramanlıkları anlatılmıştır.
Eski Türk Yazıtları’ndaki Mogilan, Kültegin, Tonyukuk ve Oğuz destanlarındaki Kazan Bey, Dede Korkut, Bamsı Beyrek, Muñlık Zarlık, Şanvar Han hepsi iyi nitelikli karakterlerdir. Çünkü Oğuz boylarında X. yüzyıla kadar feodalizm henüz yaygınlaşmamıştı.
Eski Türk yazma eserlerini tüm Orta Asya, Altay ve Kazakistan boylarına ortak ve onların Doğu Rönesansı’nın ilk yapıtları olduğunu altını çizerek söylemeliyiz. Doğudaki Rönesans hareketlerinin öncüleri El Farabî, Birunî, Harezmî; XV. yüzyılda Uluğbek, Nevaî gibi isimlerdi. Bu iki dönem aralığında birçok ozan, şair ve ulemalar yaşamıştı. İslam’a karşı mücadelede “silkinme” yapan bu bilimsel gelişmelerin kültür tarihi için önemi çok büyüktür. Orta Asya’da ortak yazmaların ve ortak konuların çok olduğu söylüyorsak, folklor da sadece bir ülkenin çerçevesinde kalmamalıdır.
Günümüzde Sovyet dönemi Kazak folkloru çalışmaları birçok başarılara imza atmış bulunmaktadır. Son yıllarda Kazak halkbilimciliği daha önce görülmemiş bir hızla gelişerek Türkolojiye ışık tutmuştur. Kazak SSC Bilimler Akademisi M. Avezov adındaki Edebiyat ve Sanat Enstitüsü kurulduğu günden itibaren sözlü edebiyat hazinelerini toplayıp, “Aytıs” (3 ciltlik), “Üş Ğasır Jırlaydı”, “Pernedegi Termeler” gibi derleme eserleri her yıl yayımlamaktadır. “Kazak Halkbilimciliği” (1972), “Kazak Halkbilimcilik Tarihi” (1988), “Halkbilimindeki Gerçekler” (1990) adlı bilimsel çalışmalar çok önemli eserlerdir. Bu listeye son yıllarda yayımlanan “Bes Ğasır Jırlaydı” (1985), “El Avzınan” (1985), “Kıssa-Dastandar” (1986), çok ciltli çalışmanın Kazak edebiyatı masalları, aytıs ve kahramanlık destanlarını içeren ilk ciltlerini,[27 - Kazak Halık Ädebiyeti. Ertegiler. 1-t., 1988, 2-t., 1988, 3-t., 1988, 4-t., 1989; Aytıs 1-t., 1988, 2-t., 1988; Batırlar jırı. 1-t., 1986, 2-t., 1986, 3-t., 1987, 4-t., 1989.] eski kültürel miraslarımız üzerine yapılan bilimsel ve çeviri[28 - Söz atası. Kurastırğan Kurışjanov Ä. A., 1987; Kuttı Bilik. Avdarıp, alğı sözin jazğan Yegevbaev A. A. 1986; Korkıt Ata Kitabı. Avdarıp, alğı sözin jazğan Konıratbaev A. A., 1986; Mahabbatnama. Avdarğan Kıravbaeva A. A., 1985.] çalışmalarını da eklersek, imza attığımız başarıların sayısı az sayılmaz.
1976’da Almatı’da düzenlenen Sovyetler Birliği II. Türkoloji Konferansı’nda da çok önemli gelişmelere imza atılmıştır. Son yıllarda eski Türk boylarının dilleri üzerine Ä. Haydar ile M. Orazov’un[29 - Kaydarov Ä. Orazov M. Turkologiyağa Kirispe. A., 1986.] birlikte; Ğ. Aydarov,[30 - Aydarov F. Köne Turki Jazba Eskertkişteriñ Tili, A., 1986; Orhon eskertişteriniñ Tili. A., 1990] S. İsayev[31 - İsaev S. Kazak Ädebi Tiliniñ Tarihı. A., 1990.] ve K. Ömiräliyev[32 - Ömiräliev K. Oğuz Kağan Eposınıñ Tili. A., 1989.] gibi bilim adamlarının değerli çalışmaları yayımlandı. Kazak folklorunun kökeni ve tarihini eski Türk boylarının kültürü ve tarihine bağlı şekilde araştıran A. Marğulan,[33 - Marğulan A. Ejelgi Jır, Anızdar. A., 1985.] A. Koñıratbayev,[34 - Konıratbaev A. A. Kazak Epos jäne Turkologiya. A., 1987.] H. Süyinşäliyev,[35 - Şüyinşäliyev H. Ğasırlar Poezziyası. A. 1987; VIII-XVIII Ğasırlardağı Kazak Ädebiyeti. A., 1989.] R. Berdibayev,[36 - Berdibaev R. Kävser Bulak. A., 1989.] N. Kelimbetov,[37 - Kelimbetov N. Kazak Ädebiyetiniñ Ejelgi Däviri. A., 1986.] M. Joldasbekov[38 - Joldasbekov M. Asıl Arnalar. A., 1986.] ve A. Kıravbayevaların[39 - Kıravbayeva A. Ğasırlar Murası. A., 1988.] kapsamlı çalışmaları da yayımlandı. Bu çalışmaların tümü Kazak edebiyat tarihi araştırma çalışmalarına, Sovyet folkloruna ve Türkolojiye kazandırılan çok önemli çalışmalardır.
Sovyet dönemi Kazak folkloruna büyük hizmetler veren eski kuşak mensuplarından M. Avezov, S. Seyfullin, S. Mukanov, A. Marğulan, M. Silçenko, B. Kenjebayev, A. Koñıratbayev, M. Ğabdullin, E. Ismayılov, K. Jumaliyev, N. S. Smirnov ve I. Düysenbayev gibi önemli bilginlerin yanı sıra H. Süyişäliyev, R. Berdibayev, N. Törekulov, N. Kelimbetov, O. Nurmağambetov, M. Joldasbekov, S. Sadırbayev, S. Kakabasov, E. Tursınov, A. Kıravbayeva, Ş. İbrayev vb. birçok genç bilim adamlarını zikretmek, boynumuzun borcudur.
GELENEK-GÖRENEK ŞİİRLERİ
Kazak folklorunda çocuğa bakma, çocuk edinme, kız çıkarma, ölüyü gömme, baksılık (kamlık, şamanlık) inançları ve dinî örf-âdetlerle ilgili ortaya çıkan çok sayıda şiir bulunmaktadır. Rus halk edebiyatında bu tür şiirlere “byıtovye pesni” (ya da “obryadovye pesni”) deniliyorsa da biz onlara “Gelenek-görenek şiirleri” demekteyiz. Bunların çoğunluğu anonim olup bugüne kadar halkın ağzında korunarak gelmiştir. Gelenek-görenek şiirlerinin bazılarında totemizm, mitoloji, Şamanizm ve dinî örf-adetlerin izlerine rastlanır.
Halkın gelenek-göreneği, örf-âdeti ve çeşitli inançlarıyla ilgili ortaya çıkan temasız kısa (sujetsiz ölen) şiir türlerine “Gelenek-görenek şiirleri” denir. Bu şiirleri içerik ve konularına göre birkaç gruba ayırabiliriz: a) Hayvanla ilgili şiirler (dört tülik; yılkı, deve, inek ve koyun-keçi ile ilgili şiirler); b) dinî örf-adetlerle ilgili şiirler (jarapazan, bädik); c) evlenme ile ilgili şiirler (toy bastar, jar-jar, sıñsuv, jubatuv, betaşar); ç) ulusla ilgili şiirler; d) bebekle ilgili şiirler; e) cenaze ile ilgili şiirler (ölümü duyurma, vedalaşma, ağıt) vb.
Hayvanla İlgili Şiirler
Eskiden vahşi hayvanları avlayıp evcilleştiren çiftçilere dört çeşit hayvanın “piri”[40 - “Pir” –fars dilinde kariya adlı kavramı bildirir. Onun esası “kempir” adlı sözde saklanmıştır. Kam (Şaman-baksı) –pir (ana), bir de kem (kişi) –pir (ana) olup görülür.] denilmiş ve onlarla ilgili çeşitli efsaneler üretilmiştir. Hayvanla ilgili şiirler o dönemlerden itibaren doğmuş olmalıdır. Daha önceleri vahşi hayvanlara tapan halk artık dört çeşit hayvanı kutsamaya başlamış ve onların Şopan Ata, Şek-şek Ata, Jılkışı Ata, Oysıl Kara, Zengi Baba denilen sahiplerine tapmışlardır. Halk anlayışında Şopan Ata koyunun; Jılkışı Ata yılkının; Oysıl Kara devenin; Zengi Baba ineğin; Şekşek Ata keçinin piridir. Pirler, hayvanı kut saymışlar ve kış soğuğundan, açlıktan ve aç kurtlardan korumanın yollarını anlatmışlardır. Örneğin, Şopan Ata koyunlarını gece gündüz gütmüş; ama koyunları doymak bilmeyince karınlarına asasını saplamış. İşte o gün bu gündür koyunların bir böğrünün bu sebeple çukur olduğuna inanılan bir efsane ortaya çıkmıştır. Şekşek Ata ise “zengin olmak isteyen keçi besler” diyerek keçinin bol sütlü ve hızlı üreyen bir hayvan olduğunu dile getirmektedir. Kazak halkı için yılkı ve devenin yeri ayrıdır; çünkü bu hayvanlar çok et veren, bol sütlü ve binek hayvanlarıdır. Kazaklar deveye çöl gemisi, ata da yiğidin yoldaşıdır demişlerdir. İnek, kendi sahibiyle tartıştığında: “Kış için hazırladığın ot lezzetsizdir, dokurcun[41 - Bitki türü] tatsızdır, sen de bekâr bir tembelsin” şeklinde eleştirir. Benzeri şiirlerde hayvanların, kendilerini besleyecek olanlara şart koştukları anlatılır.
Dört çeşit hayvanla ilgili şiirler, dilek ve dua şeklinde söylenir.
Çiftlik hayvanın bir tür pirine Şopan denir
Pir ata koyunları hastalık ve kurtlardan korur,
Koyunu takip eden bütün kötülükleri yok edip,
Kurt kötü bir hastalığa yakalanıp ölsün.
Hayvanlarla ilgili şiirlerin bazıları ise şiir şeklinde söylenir.
Ben bir dilekte bulunayım
Hilal boynuzlu, koskoca
Alınları gürz gibi
Kalın kuyruklu koçla birlikte
Hayvan vereceksen bu gibi koyun ver.
Oğul vereceksen endamlı ver
Akıllı ve düşünceli olsun
Ayakları aksadıkça aksayan
Kuzusu ölünce acı acı meleyen
Ev dibinde
Haykıra haykıra meleyen
Kuzularıyla birlikte meleyen
Kuzusunu kaybederse
Yas tutup acı acı meleyen
Bembeyaz sütü olan
Ak pak kurutu olan
Şolpan Ata’nın yavrusu
Bu tür koyunlar evini doldursun.
Doldurursa evini
Koyunla arkası hiç eksilmesin.
Halk yılkının etini, devenin gücünü, ineğin sütünü över. Bazen doymak bilmeyen ineği betimleyen ve koyun ile keçi atışmasını konu alan “koyunun yediği dikendir, kuyruğu yassıdır; keçinin yediği kasık otudur, kuyruğu kalkıktır” şeklinde komik şiirler de ortaya çıkarırlardı.
Her hayvan özel bakım ve ihtimam ister: İnek, otu çok olan yerde, geçim sıkıntısı çeken biriyle; koyun, soğuktan korunabilecek kuytu bir yerde, çalışkan biriyle; yılkı, gür otlu çayırda, mızrak tutabilen cesur biriyle; deve, otu acı olan çölde, varlıklı biriyle yaşamak ister. Bu, hangi hayvan türüne ne tür bir yerin uygun ve rahat olduğunu bildirmektedir.
Halk, dört hayvan türünün yavruları anneleri tarafından nasıl seviliyorsa, insan yavruları da aynı şekilde sevilmelidir diyerek kuzu, oğlak, kulun, deve yavrusu, çoban ve kuşlarla ilgili çeşitli şiirler ortaya koymuştur. Koyunu kurttan koruyabilmesi için çobanın bineği ve araç gereçleri hazırda olmalıdır. Bazı şiirlerde kurdu konuşturur.
Atlı çoban, çok sinirli çoban
Develi çoban, bunlara bakan çoban
Allah tependen baksın hey çoban
Öküzlü çoban, ölmüş çoban
Azığım olunca göreyim seni hey çoban
Hayvan beslemenin kendine has güzellikleri olduğu gibi zorlukları da mevcuttur. Halk, bu zorlukların üstesinden gelinmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Keçi besledim; ağlayarak besledim.
Koyun besledim; zil takıp oynadım.
İnek besledim; bitkin düştüm.
Yılkı besledim; dört nala koşturdum.
Deve besledim; giyimli kuşamlı oldum.
Şiir, gençliği çalışmaya, hayvancılığa davet etmektedir. Dört çeşit hayvanla ilgili çok sayıda atasözü, efsane ve masallar da bulunmaktadır.
Nevruz İle İlgili Şiirler
Kış soğuğu kırılıp baharın gelmesi yaşamın en güzel anı sanılmaktadır. Doğu halklarında yılbaşı olarak kabul edilen Nevruz’u ulusun ulu günü olarak karşılar ve kutlarlar. Kazak Türklerinde de yılbaşı olarak 22 Mart kabul edilmektedir. Bununla ilgili ortaya çıkan şiirlere Nevruz şiirleri adı verilmektedir. Bugün son cemre düşer ve havalar ısınır; donlar geçer ve bitkiler yeniden canlanmaya başlar. Gündüz ile gece eşit olur. Kışlada oturan halk yaylaya göçmeye başlar. Hayvanlar yavrular, süt çoğalır; ırgatlar, çiftçiler araç gereçlerini hazırlayıp tarlaya akın ederler.
Ulus gününde (Nevruz Bayramında) her aile yedi türlü tahıldan Nevruz köje (çorba) yapar ve birbirlerini konuk ederler. O dönemlerde arpa, buğday, darı, nohut, mısır gibi çeşitli tahıllar, halkın inancına göre yedi türlü dirliğin sahiplerine verilen aş sayılmıştır. İnsanlar, Nevruz köjeyi ev ev dolaşarak içmişlerdir. Buna Ulus Toyu (Halk Bayramı) denilmektedir.
Toyu (bayramı) kutlamaya gelenler: “Esen misiniz? Ulus kutlu olsun, süt bol olsun! Yolun her zaman açık olsun! Ulus mutluluk getirsin, dört tülik (yukarıda adı geçen dört çeşit hayvan) bol sütlü olsun! Her kötülük yere batsın!” şeklinde iyi dileklerde bulunmuşlardır. Ulus günleri gençler eğlenirler; ihtiyarlar çalışanlara dua ederler. Görüldüğü gibi Nevruz hakkındaki türkü ve şiirler de çalışmayla iç içedir.
Ulus günü yediden yetmişe
Kucak kucağa görüşmüş.
Yeni doğmuş kuzu sürüsü gibi
Sevinerek dışarı çıkarlar
İhtiyarlar dua etmişler:
şeklindeki şiir satırları Nevruz Bayramı’nın önemini anlatmaktadır.
Kazak folklorunda Nevruz şiirlerinin sayısı çok değildir. Bu şiirlerin bir kısmı dört tülikle ilgili şiirlerle bağlantılıdır. Nevruz şiirleri hiçbir zaman önemini kaybetmez. Çünkü kökü çok derinlerde, halkın eski dönemlerdeki yaşam tarzlarıyla doğrudan bağlantılıdır.
Bebekle İlgili Şiirler
Hayvanın yavrusu varsa, insanın çocuğu vardır. Şuurlu ve çalışkan bir evlat yetiştirmek halkın en büyük sevinçlerinden biri sayılır. Kadın çocuk doğurduğunda şildehana[42 - Şildehana, bebek doğumunun kutlanması törenidir.] toyu yapılır. Şildehanada gençler şarkı söyleyerek eğlenirler. Köy evlerindeki ışıklar kırk güne kadar söndürülmez.
Çocuklar ninelerinden masal, efsane, bilmece ve tekerlemeler öğrenerek düşünce ve dillerini geliştirirler. Buna millî manevî eğitim denilir. Masal, atasözü, bilmece, tekerleme bilmeyen veya bildiklerini anlatamayan çocuğa, halk “dilsiz” demiş ve onunla alay etmişlerdir. “Tiy desem, tiymeydi; tiyme desem, tiyedi” (Değ desem, değmez; değme desem, değer) bilmecesi çocuğun dilini geliştirirken, “Bas barmak, balalı üyrek, ortan terek, şüldir şümek, kişkene böbek” (Başparmak, işaret parmağı, orta parmak, yüzük parmağı, serçe parmağı) şeklinde parmaklara ad koymak çocuğa sayıları ve saymayı öğretmiştir. “Bir degenim bilew; eki degenim egew; üş degenim üski; tört degenim tösek; bes degenim besik; altı degenim asık; jeti degenim jelke; segiz degenim serke; toğız degenim torka; on degenim oymak; on bir degenim Kara jumbak” (Bir dediğim bileğidir; iki dediğim eğedir; üç dediğim açkıdır; dört dediğim döşektir; beş dediğim beşiktir; altı dediğim âşıktır; yedi dediğim ense; sekiz dediğim erkeçtir; dokuz dediğim ipek kumaştır; on dediğim yüzüktür; on bir dediğim bilmecedir) gibi sözcük grupları çocuğun kelime dağarcığını zenginleştirir. Eskiden küçük çocuklar her ailedeki kişi sayısını bilmece şeklinde sorarak çözmeye çalışmışlardır. Bu tür bilmeceler “Neşik? Eki kulağı tesik, eşkiñ arık, koyıñ sarık” (Ne kadarcık? İki kulağı delik, keçin sıska, koyunun sarıdır) şeklinde başlıyor. Benzeri şiirlerde soru-cevap şeklindeki türlerine de rastlanmaktadır:
– Köyün nerede?
– Yüksek dağda.
– Koyunun nerede?
– Koç dağında.
– Koyunun ne yer?
– Yavşan otu yer. Çocuğu uykudan uyandırıp, birini koyun; diğerini yılkı, öbürünü de inek, deve gütmeye gönderen yaşam belirtileri de şiirlere konu olmuştur. Dört tülikle ilgili şiirlerin çocuklar için yazılmış olanları çok güzel ve eğlencelidir. Bunların içeriği çoğunlukla güldürme amaçlı olur. Örneğin, “Koyun ile Keçinin Atışması” şiiri okunuşu kolay, anlamlı ve etkileyicidir:
Keçinin:
– Benim yediğim dikendir,
Senin yediğin de dikendir.
Senin kuyruğun niye yassıdır?
sorusuna koyun:
– Benim yediğim kasık (otu),
Senin yediğin de kasık.
Senin kuyruğun niye kalkık?
diye yanıt vermiş.
Onlar atışma sırasında birbirlerini eleştirirler. Koyun süt ve yağının bol ve bunun için hayvanların en bereketlisi olduğunu dile getirmekte, keçi de kendi özelliklerinden bahsederek cevap vermektedir. Sonunda birbirini çekemeyen ikisi “kıran girsin” diye kargış dilerler.
Yağışsız yaz mevsiminin yakıcı sıcakları ile ayazlı kış havaları hayvanları ne kadar rahatsız etmişse, çeşitli hastalıklar da onları o kadar rahatsız etmiştir. Çünkü bazı hastalıklar hayvanların toplu ölümlerine ve kıtlığa yol açar.
“Deve, deve, develer” adlı şiir bir taraftan çocuklara çalışmayı öğütlemekte, bir taraftan da onların dillerini geliştirmektedir.
Çocuk: – Deve, deve, develer!
Tuzun nerede, develer?
Deve: – Balkan Dağlarının başında,
Ballı tavşanın yanında.
Çocuk: – Tarlaya dalıverdim
Kucağım meyveyle doluverdi
Meyvelerimi toprağa verdim
O bana pelin otu verdi
Pelini de ben koyuna verdim
Koyun da bana kuzusunu verdi
Kuzuyu ben misafirlere kestim
Misafir bana kamçısını verdi
Ben kamçıyı kıza verdim
Kız bana düğmesini verdi
Ben düğmeyi göle verdim
Göl bana köpük verdi
Ben köpüğü kavağa verdim
Kavak ağacı bana kabuğunu verdi
Ben kabuğu yeni geline verdim
Gelin bana başörtüsünü verdi
Ben örtüyü anneme verdim
Annem bana aşık[43 - Aşık, Kazak halkının çocuklar tarafından oynanan millî oyunudur.] verdi
Ben aşığı buza verdim
Buz bana suyunu verdi
Ben suyu ineğe verdim
Kara inek bana sütünü verdi
Sütü pişiriyordum
Kelebek geldi süte düştü
Sütün köpüğünü kelebek içip gitti
Baykuş geldi süte düştü
Sütün yarısını o içip gitti
Saksağan geldi o da düştü
Sütü bitirdi o da gitti
Babam gelmişti
Kazanın dibini kazıyıp ona verdim.
Kimi şiirlerde yedi kişi için az gelen keçinin yünü ile eti ve doymak bilmeyen buzağının durumu alay konusu olur.
Çocuklara çokça öğretilen bir konu da tekerlemelerdir. Halk arasında kekeme, tutuk dilli çocukların sayısı az değildir. Tekerleme, çocuğun doğru ve düzgün konuşmasını sağlamıştır.
-Alenşe, hey Taykarbay, hey Taykarbay
Koyunlarını kuru yerde otlat hey Taykarbay
-Pazardan alıp geldiğim bohça
Ben bohça yapmazsam, kim bohçasını yapar.
Çocukların dilini geliştirmekte kullanılan sanatlardan biri de ötirik öleñdir (yalanlama). Çocuklar bunları ezbere okurlardı. Bu tür şiirler çocuğun zihin çevikliğini geliştirir.
Çocuklarla ilgili şiirlerin en değerlisi ninnilerdir. Ninni türünün en güzel örneklerini Divayev toplayıp bastırmıştır.
Nini ninni bebeğim
Ak beşiğe yat bebeğim
Ağlama bebeğim ağlama
Kemik kırıp vereyim
Baykutan kuşunun kuyruğunu
İpe takıp vereyim
Ninni, ninni kar tanem
Koyunun yünü kalpağım.
Başkası için kötü olsa da
Benim için kar tanemsin.
diyerek başlayan şiirler içerikleri ve dili açısından çok değerlidir. Şiirlerde, anne beşikteki oğluna dağda elma toplatır, onu kızlara verdirir. “Altına terlik sereyim, üstünü köpçükle örteyim, düğüne giden anneni, nerede arayıp bulayım.” satırları şaka yollu söylenmiştir.
Gece gündüz uyumadan
Geceleri at besleyip
Atları düşmanlardan koruyup
Delikanlı yiğit mi olacaksın?
Başına kalpak giyip
Düşmanlara meydan okuyup
Cesur kahraman mı olacaksın?
Ellerin hünerli
Usta mı olacaksın?
Güzel konuşan
Söz ustası mı olacaksın? -
Bu satırlarda beşikteki çocuğun geleceğini yorumlama, onun nasıl bir yiğit olarak büyüyeceğini merak etme konuları işlenmiştir. Türkü, şarkı söylemek, çocuklara estetik eğitim vermenin en başlıca tekniğidir.
Evlenme İle İlgili Şiirler
Kazak folklorunda aile kaderi, genç kuşağın büyüyüp muratlarına ulaşması ya da onların sevinç ve üzüntülerini konu alan birçok şiir vardır. Bunlardan biri de evlenme şiirleridir. Bu şiirler çeşitli biçimlerde yazılmış ve halk ağzında korunmuştur. Halkın yaşam tarzı, eski dönem gelenek-görenekleri, halkın hayat anlayışı ve istekleri gibi bilişsel yönleri çok önemlidir. Örf-âdetlerle ilişkili bu şiirlerin birkaç türü bulunmaktadır: Jar-jar, ağıt, vedalaşma, avutma, betaşar, toybastar. Kız büyüyüp evlenme çağına geldiğinde kızlar ve delikanlılar iki grup halinde karşılıklı koro şeklinde jar-jar söylerler. Gelenek-görenekle ilgili şiirlerin bu türü çok eski dönemlerde ortaya çıkmış olabilir.
Kız çıkarıldığında ya da gelin geldiğinde toybastar şiiri söylenir. Bu tür şiirler “Bağlan serke, markaska, koy bastaydı, koy aldında januvar oykastaydı” şeklinde başlar ve “Toy Kuttı bolsın, Toy toyğa ulassın!” gibi dileklerle son bulur. Bazı ünlü ozanlar toybastar söylediğinde konuyu geniş açıdan ele alarak hem düğünün görkemliğini hem de kendi ozanlık sanatını birlikte över. Aytıs (atışma) sanatında olduğu gibi toybastar esnasında da ozanlar kendilerinin söz sanatı ve ustalıklarını ortaya koyarlardı.
Evlenme düğünlerinde icra edilen gelenek-görenek şiirlerinin diğer bir türü de jar-jar şiiridir. Bunun örneklerine Orta Asya, Arap, Fars halklarında da rastlanmaktadır. Sevgilisiyle değil, ihtiyar biriyle evlendirilen kızlar bazen düğün yapılmadan gönderilirdi. Böyle durumlarda kız, nasıl birisiyle evlendirilmekte olduğunu ancak jar-jar şiiri söylenirken anlardı. Bundan dolayı jar-jar şiirinde bir taraftan kızın, anne babası ve doğup büyüdüğü köyden ayrılmak istemediği çocukluk duyguları dile getirilirdi, bir taraftan da “gözümün yaşına bakmadan başkasıyla evlendirdiler” şeklindeki üzüntüsü ve toplumu kınayışı da işlenirdi. Bu, eski geleneğin eleştirilmesidir.
Jar-jar, kızlar ve delikanlılar tarafından hem birlikte hem de sırayla söylenir. Kız, anne babası ve arkadaşlarından ayrılmak istemediğini icra ediyorsa, delikanlı tarafı babanın yerine kayınbaban, annen yerine de kaynanan kol kanat olur şeklinde avutmaya çalışırlar.
Delikanlılar grubu:
– Alıp gedi pazardan kara nasar, jar-jar,
Kara incili sevkele saçlarını örter, jar-jar
Burda babam kaldı diye üzülme, jar-jar
Eğer kaynatan iyi olursa baban gibi olur, jar-jar-
dediklerinde kızlar tarafı yanıt olarak:
-Kapı önü kara su yağ gibi olsun, jar-jar.
Baban gibi sevecek biri nerde bulunur, jar-jar- demişler.
Jar-jar bazen aytıs (atışma) sanatına benzer. Ancak jar-jar bir kişi tarafından değil, grup tarafından koro şeklinde söylenir. Buna kolektif, anonim şiir denilir. Jar-jarın özel bestesi vardır. Ayrıca her dinleyenin hemen hoşuna giden melodisi etkileyici kulağa hoş gelen bir nakaratı da vardır. Aslında bu şiir türü dans ile şarkının ayrılmadığı dönemlerden beri yaşamaktadır. Buna diyalog şeklinde yazılan şiir de denilmektedir.
Evlenme şiirlerinin diğer bir türü ise ağıt (sıñsuv) türküsüdür. Bu türkü kız tarafından, akraba, köy halkı ve arkadaşlarıyla vedalaşarak kocasının yurduna gideceği sırada söylenir. Ağıt örneği aşağıdaki gibidir:
Ey sevdiklerim, halkım-yurdum,
Ne olacak bundan sonraki benim hayatım?
Kovulmuş gibi gittikten sonra
Yüreğime kaygı dolar,
Halkım-yurdum sizden ayrılıp,
Aklım tükenir ve yüzüm solar…
Sevgilisiyle evlenemeyip birkaç hayvan karşılığı satılan kız ise ağıt şiirinde anne babasına karşı duyduğu küskünlüğe de yer verir. Bunun yanı sıra çocukluk çağıyla da vedalaşır. Şiir ölçülerine göre söylenilen bu tür türküler üzüntü ve hasrete dolu olur:
Artık son buldu.
Bu nasıl bir iştir?
Gönülden kuş oldum.
Nasıl bir yere geldim.
Ben halkıma-yurduma düşman mı idim?
Güzel yaşamımdan beni mahrum bırakacak.
Jar-jar ve ağıt (sıñsuv) söyleyebilmesi için her bir Kazak kızının türkü, şiir bilmesi şarttır. Kızın, gelin gittiği yerden memnun kalmadığını anlatan ağıt karşısında sadece kızlar değil, tüm yakınları da hüzün içinde ağlarlardı.
Bu durumlarda kadınlar kıza akıl-öğüt vererek: “Boşuna gözyaşı dökme. Biz vermek istemeyiz de mal-mülk verenler bırakmaz” derlermiş. Ayrıca “Kız çocuğu için evde kalmak hiç yakışmaz. Senin gerçek yurdun kocanın ocağıdır. İleride düğün yapılacak; evleneceksin, çocukların olacak. Akıllı olmalısın!” diyerek avutmaya çalışırlarmış.
Avutma, ağıta yanıt olarak söylenilen bir şiir türüdür. Bu çoğunlukla delikanlılar tarafından söylenir.
Ağlama, kız, ağlama,
Gözünün yaşını dökme.
Erkek olarak doğsaydın
Seni bunun gibi ağlatır mıydı?
Biz vermek istemesek de,
Başlık parası veren seni bırakır mı?
Artık ağlamayın yeter.
diye söylenen şiir, bu durumlarda ortaya çıkmıştır.
Betaşar, gelin geldiğinde icra edilen bir şiir türüdür. Yüzü beyaz örtüyle örtülü olan gelinin yüzünü ozanlar açarlar. Ozan elindeki uzunca değnekle gelin örtüsünün kenarından birazcık açarak yeni akrabalarıyla tanıştırır. Betaşar şiiri şaka ağırlıklı olan bir şiirdir. Genellikle betaşar, “Gelin, gelin, gelmiş, gelin eve girmiştir” gibi sözlerle başlar. En sonunda ozan gelinin yüzünü açar ve toplanan kalabalığa gösteririr ve kalabalıktan görümlük ister.
Ozan, “Anlat, gelin, anlat, gelin! Atının başını çek, gelin” sözleriyle başlayıp öğüt nasihat dolu olan ikinci bölümünde ise yeni gelinin bundan sonraki tavır-davranışları ve işlerinin ne şekilde olması gerektiği anlatılır.
Hey gelinin yüzünü açışım
Yeni akrabalarınla tanıştırmamdır.
Büyüklerini say
Yeni hayat kapısı
Artık senin için açılmıştır.
Saksağan kuşundan da daha dikkatli gelin
Yumurtadan da ak pak gelin
Eşine sözünü dinle gelin
Halkın-yurdun tarafından sevil gelin.
diyerek sonunu şakaya bağlar. “Dedikodu etme, kendin yatıyorken, kocana “kalk, kalk” deme, çuvalın ağzı açık diye kurut (çökelek) çalma, akıllı ve hamarat ol, ulu orta konuşma, laf taşıma, herkese iyi davran” gibi öğüt ve nasihatlerde bulunulur.
Ozan betaşarın ilk bölümünde akrabaları tek tek tanıtır, ara ara eleştirir ve sonuna doğru ise halk arasındaki çeşitli karakterlere değinir. Kadı, bey, cimri, cömert, açgözlü, yalancı, kel olanları genel olarak betimler ve onlara “selam” verdirir:
Bazı kellerin kafası
Ot bitmemiş toprak gibi
Bazı kellerin kafalarını
Dört beş kurt ısırmış
Bazı kellerin kafaları
Ot bitmeyen yer gibi
Bütün kellere selam ver!
Halk arasındaki olumsuz karakterlerden biri olan cimrilik de ozanın dikkatinden kaçmamıştır:
Taylarını öven
Otu çok olan yeri benimseyen
Seksen soma bir atını
Sat dese de satmayan
Yaz kış hayatında
Hiç rahat yerde yatmayan
“Görümlük isterler” diye
Sağına soluna bakmayan
Cimri zengine selam ver.
Ozan, gelinin özellikle halk arasındaki yalancılardan uzak durması gerektiğini de dile getirir:
Arğımak binip ona yem veren
Faydası dokunmayan kişiyle gezmeyen
Kendisi sözü dışında
Başka kimseye inanmayan
Yalancıya da bir selam ver!
diyerek cimri ve yalancıları aşırı derecede yermeye çalışırdı. Betaşar, yeni gelin için bir ders mahiyeti taşır. Çünkü kimin kim ve kimin ne olduğunu ancak bu şekilde anlar.
Betaşar, eski örf-âdet ve evlilik hukukundan hareketle ortaya çıkan bir gelenek şiiridir. Şiirde evliliğin yaşamın anlamı olduğu anlatılır. Ama acı bir gerçek var ki Kazak evlilik yaşamında rastlanan başlık parası geleneği, mal-mülk karşılığı evlendirilme ve çok eşlilik (poligami) olayları çoğu zaman kötü sonla bitmiştir. Şeriata kurban giden Kazak kızların durumları çok zor olmuştur. Bunun belirtileri ağıt, jar-jar, vedalaşma şiirlerinde açıkça görülmektedir. Bu durumdan betaşar şiirinin bazı bölümlerinde bahsedilir.
Betaşar, halk dili ve anlayışıyla ortaya çıkan şiirlerin yaşam konularını içeren bir türüdür. Bu tür gelenek şiirlerinden eski dönemlerdeki yaşam tarzlarını anlayabiliriz. Sovyetler döneminde betaşar şiirinin yeni biçimi ortaya çıkmıştır. Bunun en güzel örnekleri Divayev tarafından toplanmıştır.
Kız çıkarma ya da gelin getirmeyle ilgili düğünlerde ozanlar toybastar söylemişlerdir. Ozan, şiirde düğün kutlamasını dile getirmekle birlikte kendi ustalığını da ortaya koymuştur:
Bellidir Kazak halkında dilin önemi
Düğün yaptın, halkı toplayıp şamatalı
Uğurlu sayılan çarşamba günü düğün yapmaktasınız
Düğünleriniz daha nice düğünlere ulaşsın.
diyerek şiiri sonlandırırmış. Evlilikle ilgili şiirler kız çocukları arasında ortaya çıkmıştır.
Cenaze İle İlgili Şiirler
Tarihî olaylar ve ölümle bağlantılı olarak ortaya çıkıp halkın ağzında korunmuş olan duyurma, baş sağlığı dileme, ağıt gibi geleneksel şiirlere cenaze şiirleri denilir. Şiirde bireyin, hatta bir ulusun durumu (morali) farklı açılardan ele alınır. Yurduyla, halkıyla, yaşamla vedalaşma şiirleri halkın zor ve acı günleri yaşadığında ortaya çıkmıştır. Bu şiirin, ölen kişinin sağlığında söylediği öğüt şeklinde söylenilen örneklerine de rastlanmaktadır. Gelenek-görenek şiirinin bu türüne üzüntü ve yas şiirleri de denilmektedir. Abay’ın “Doğumunda dünya kapısını şiirle açarsın, öldüğünde de kara toprağa şiirle girersin” dediği gibi Kazak halkında yeni doğan bebek için şildehana şiirlerinin ortaya çıkması gibi ölüm durumlarında da ölünün arkasından ağıtlar yakılmaktadır. Türkü, şiir, müzik göçebe halkın ayrılmaz unsurlarından sayılmıştır. İnsan morali ve yaşam olaylarını derinden işleyen bu tür şiirler çok büyük tarihî önem taşır.
Duyurma ve Avutma
Ölümü duyurma amaçlı ortaya çıkmıştır. Örneğin, Sarıbay’ın ölümünü ya da Jänibek Han’ın Jirenşe’ye karısı Karaşaş’ın ölüm haberini bildirmesi sosyal düşünceleri içeren duyurmalardır.
Duyurma, bazen şiir şeklinde bazen dombıra eşliğinde ezgiyle de yapılmıştır (Aksak Kulan Hikâyesi). Jänibek’in duyurması ise şiir şeklinde icra edilmiştir.
Cenaze şiirlerinin en yaygın türü ağıttır. Ağıt çoğu zaman düşman elinde şehit olanların kahramanlıklarını yâd etmekten ortaya çıkmıştır (Karaülek’in oğlu için yaktığı ağıt, Täti, Alıpkaş ağıtları). Ağıtta, şehit olan kahramanın yurduna yaptığı hizmet ve yaşamı üzüntüyle anlatılır. Ağıt, önce bir aile çerçevesinde ortaya çıkmış ve sonradan toplumsal önem kazanmıştır. Örneğin, II. Dünya Savaşı yıllarında dul kalan genç kadınlar ve yüreği yaralı anneler savaşta şehit düşen kocaları ve çocukları ile ilgili birçok ağıt örnekleri ortaya koymuştur. Bu şiirler kısa; ancak üzüntü ve kaygı dolu şiirlerdi. Benim kâğıda aldığım Karsakbay bölgesinde yaşayan genç bir hanımın yaktığı ağıt: “Kaderin cilvesine var mı çâre, Gönlümün onmaz yarası” şeklinde başlıyordu. Bu, bir folklordur. Her ağıtın kendine özgü acıklı bir ezgisi vardır. “Bayan” adlı şiir, en güzel ve en acıklı ağıt örneğidir. Şiir ve musiki eskiden göçebe halkların ayrılmaz bir parçasıydı ve cenaze ile ilgili şiirler de içeriği açısından ayrıca bir önem taşımaktadır. Bu tür şiirler sanatsal işlevi ve düşünce akışı açısından destanlarla birebirdir. Çünkü ağıt ve başsağlığı dileme metinleri tanınmış ozanlar tarafından ortaya konulur ve ölünün eşi ya da kız çocukları tarafından icra edilirdi. Bazen ozan ve jıravlar tarafından icra edilen ağıtlara da rastanılmaktadır.
Ağıtlar, idareci kesimler tarafından da kullanılmıştır. Örneğin, “Baytok ozanın Jängir Han öldüğünde söyledikleri” tolğav (nasihat şiiri) içerisinde geçen bir ağıttır. Demek ki ağıt metinlerinde her tür kesimin görüşlerine yer verilmiştir. Sonraki zamanlarda ağıtı başka birisine yazdırtıp ezbere söyleme süreci ortaya çıkmıştır. “Äyeke’niñ Ağıtı”[44 - Bu ağıt, ilk defa A. Divayev tarafından yazıya geçirilmiştir.] bunun bir örneğidir. Bu ağıt, A. Bökeyhan ve A. Baytursın tarafından hazırlanan “Jıyırma Bes Joktav /Yirmi Beş Ağıt”[45 - Jıyırma Bes Joktav, Moskova, 1925.] adlı derleme eserine dâhil edilmiştir.
Ağıtlar; dili, ölçüsü ve sanatsal yapısı açısından sözlü edebiyat türlerinden sayılır. Her ağıtın kendine has bir ezgisi vardır. Ağıtlarda kahramanlık destanlarına özgü eğretileme ve teşbih sanatları bolca görülmektedir. Budabay ozan Äyeke ile ilgili ağıtında “Halkın içinden çıkıp han oldun” diyor. Bahadır şehit olduğunda, sevgili karısı: “Aksunkar uştı Kolımnan, Basımnan ketti bazarım. Sungurum uçup gitti, bereketimden ayrıldım.” diyerek ağıt yakmıştır. Ağıt şiirlerinin çok sanatsal ve etkileyici bir dili vardır.
Ağıtlarda belli bir tarihî dönemin siyasi ve sosyal durumlarını görebiliriz. Äyeke ağıtında XIX. yüzyılın sonlarında Sır bölgesinde geçen siyasi çatışmaların belirtileri geçmektedir: Tursınbay Datka’nın kuşakları ve Äyeke arasında çok büyük çekişme olmuştur.
Ağıt ve başsağlığı dileme söylemlerinde şiir ve musiki birleştirilmiştir. Sözleri destansıdır ve ezgisi ise diğer musikilere hiç benzemez.
Ağıt, senkretik ve doğaçlama bir tür ise, bu konuyu yüksek öğretim kurumlarının müfredatına dâhil etmek lazımdır. XIX. yüzyılda ağıtın bazı örnekleri yönetici sınıf mensuplarının abidesine dönüşmüştür. O ağıtlar “Altı atası biy ötken, Altı atanğa jük artkan” (Altı kuşak atası beylik kurmuş, Malk-mülkü altı deveye yük olmuş) şeklindedir. Ancak bu ağıtlarda da dönemin durumları anlatılmıştır.
Başsağlığı dilemenin birçok örneğine bütün icracı-ozanların eserlerinde rastlanılmaktadır. En güzel örnekleri Sır bölgesi ozanı Kulan’ın eserlerinde geçmektedir. Kulan, Sır bölgesine ait şiirin en önde gelen isimlerindendir. Cenaze ile ilgili şiirlere uzun yıllardır yeterince önem verilmemektedir.
Dinî Örf-Adetlerle İlgili Şiirler
Kazak halkı tarih boyunca çeşitli dini inançları yaşamıştır. En eskileri güneşe, ateşe tapma, büyücülük, animizm, zoomorfizm ise, sonra Şamanizm ve feodalizm döneminde ortaya çıkan tektanrıcılık din İslam dinidir.
Kazak folklorunda eski göçebe boyların eski inançları ilk sırada yer alır. Bunu bädik, jarapazan, alkış-kargış (dua-beddua), büyüleme, kamlık ile ilgili şiirlerde görebiliriz. Çokan, bu konuyu “Kazaklarda Şamanizm İnançlarının Kalıntıları” adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Çokan’a göre Şamanizm’in temelinde doğaya ve insanı kutsamaya daha çok ağırlık verilmiştir. Bir taraftan Gök Tanrı’yı, ateşi kutsamak, bir taraftan da kutsal bir güç olarak insanı (ölü, canlı ruhları) kutsayarak atalar kültüne tapmak boyluk-kabilelik sistemine özgü kavramlardır.
Halk, sonraki dönemlerde alkış ve kargış (dua ve beddua), yılanı büyüleme, hastayı tedavi etme, ölüyü gömme gibi çeşitli inançları ortaya çıkarmıştır. Kemik asma, ateşe yağ damlatma, nazardan korunma, bunların hepsi yaşam gereği ortaya çıkmıştır. Şamanların anlayışına göre insan öldükten sonra da yaşamaya devam eder. İslam’a göre ise Azrail’i yani ölümü kabul etmemek dinsizliktir. Dede Korkut’un ölümden kaçma çabasında Şamanizm izleri vardır.
Bu tür kavram ve anlayışlara Kazak destanlarında çokça yer verilmiştir. Bundan dolayı Şamanizm inançlarının nasıl ortaya çıktığını, nasıl değiştiğini, onların kökenini ve eski dönem gelenek-görenekleriyle bağlantılarını çok iyi öğrenmemiz gerekmektedir. Bunların hepsine bädik, jarapazan ve kamlık şiirlerinde açıklık getirilmiştir.
Bädik
Bu tür şiirlerde eski totemizm izlerine rastlanılır. İnsanoğlu, henüz doğanın sırlarını çözemediği zamanlarda her hastalığın bir sahibi olduğunu düşünür ve frengi, kanser, cüzzam, yanıkara gibi hastalıkları şiirlerle tedavi ederlerdi. Hastalığın sahibine insanın sahipli kutu tarafından karşı koyulmuştur. Bädik şiirlerinde büyü, totemizm ve mitoloji konuları yer alır. Buna ikicilik (düalizm) denilir. İkiciliğin ortaya çıkışı iyilik (Ahura Mazda) ve kötülüğün (Argra Mainiyu) tartışmasına dayanmaktadır. Töbetay, kafatasını konuşturarak onu “ırıksız bıdık” (iradesiz bädik) diye adlandırmıştır:
Söyle dersen, söylerim Bädik şiirini
Kara incili kürküm var, çok görkemli,
At otlanmadan, su içmeden hep yatarsa,
Bädik o atı sonunda öldürür.
Kış, kış, kış!
Bädik gidiyor, başka yere doğru
Yuları aldım koştum ata doğru
Eğer Tanrı Bädiği elime verirse
Ateşe doğru iterdim.
Kış, kış, kış!
Gideceksen ey Bädik, Mekke’ye göç et
Yaşlı teyzenin kafasını yiyen alına göç et,
“Göç” etmeyi bilmiyorsan ben söyleyeyim.
Koyunlara doğru koşan tekeye göç et,
Bädik bazen şiir şeklinde söylenir:
Bädi Bädik deyince
Bädik rüzğar gibi esiyor
Yüksek yüksek dağlara
Dönerek oluşan girdaba
-” Hey, göç et” dersen –göç eder.
Hey göç et!
Bädik, sadece insan hastalıklarını tedavi etmede değil, hayvan hastalıklarını iyileştirmede de kullanılmıştır. Bädik, yapısı bakımından basit ve komik şiir şeklinde olur. Badik, geçen yüzyılın yirminci yıllarına kadar halk arasında kız oynak (kızlar tarafından kurulan bir tür eğlence) oyunuyla birlikte kullanıla gelmiştir.
Ateşle Temizleme
Zerdüştçülük inançlarından olabilir. Şamanizm ortaya çıktığında ateşle temizleme yedi cin çağırma şeklinde söylenilmiştir. Kamların anlayışına göre kötülük sahibi (hastalık) ölmez, bundan dolayı onu ancak hasta kişiden (ya da hayvandan) başka bir şeye göçürmek mümkündür. Bädik ateşle temizlemek, tedavi etmek demektir. Bunu kamların kendileri bile yarı cin kılığına girerek söylemişlerdir.
Sonraki dönemlerde illet, insanlara frengi, cüzzam hastalıkları geldiğinde genç delikanlı ve kızlar bir tepenin başında toplanarak gece boyunca şarkı söylemişlerdir. Bu ritüele “göçürme” denilmiştir. Kazak halkı, çok konuşanlara “bädik bas” (çenesi düşük) der.
Kız:
Bädik gidiyor dağı aşarak,
Dağı aşan pınar suyuyla karışarak
Şimdi ikimiz Bädiği bulalım ve
Bädiği doya doya dövelim.
Delikanlı:
Omur Bädik deyince, obur bädik,
Kurnaz kızların alnını kemir bädik,
Şişman kızın içine girip,
Böbrek yağını ye ve şişmanla bädik.
Kız:
Bädik gidiyor kendi yerine,
Keçi zayıflığını tekeye bildirmez,
Oradan nasıl göç etmesini ben söyleyeyim,
Git ve yapış delikanlının alnına.
İnsanlar eski dönemlerde doğanın sırrını çözemediklerinden ay ve güneşe, toprağa, rüzgâra tapmışlardı ve sonradan da kendilerinden daha güçlü hayvanlara, ejdere, yılana, karıncaya, maymuna tapmışlardı. Vahşi hayvanları ehlileştirdiklerinde, insanoğlu doğada iyilik ve kötülüğün bir rekabet içinde olduğunu anlamıştır. Aslan insan yiyorsa, kurt koyun yiyordu. Yaşam ve ölüm de vardır. İnsan, dört mevsimin farkını da anlamaya başlamıştır. Kamlık anlayışına göre sonradan insan, Tanrı (ongon), ruh, en kutsal varlık olarak sayılmıştır. Bu dönemde Şamanizm’de ruhlara tapma, uzaydaki ve yerdeki hayvanları büyülü sözlerin (şiir) gücüyle etkileme ortaya çıkmıştır. Devamında ise güneşi bulutlardan arındırma, bulut, yağmur çağırma ve yılan, karadul, tarantula büyüleme ve telkin etme ortaya çıkmıştır.
Yılan büyülemede totemizm anlayışının izleri bulunmaktadır.
İnatçı, inatçı, yılan, inatçı yılan,
Sivri başlı yılan,
Sarı yılan, büyük yılan,
Hain yılan, su yılanı.
Göl yılanı, nehir yılanı
Uzun, uzun, uzun yılan,
Vaktin geldi, çık yılan.
gibi sözler kötülük sahibi yılana tapmayı bildirmektedir.
Kamlar tarantula ısırdığında Kambar Ata’nın ruhuna, karadul ısırdığında ise cinlere tapmıştır. Kamlar bazen insanı sokan yılanı çadırın şañırağına asar ve altına ateş yakarlar. Bu şekilde yılanın adını bulmaya çalışmışlardır. Kam, sıkıştığında “düğmemi çöz” deyince, yılan ölü şekilde yere düşmüş. Yılana “düğme yılan” demişlerdir. Aslında bunlar telkinle bağlantılı olmalıdır. Böyle özelliği bulunmayan kişiler kam olamazlarmış.
Güneşi bulutlardan arındırma, yılanı büyüleme gibi telkin şiirleri kamlıkla ilgili şiirlerin en zor ve karmaşık türleridir. Birisinde hastalığın neden kaynaklandığı belliyse (yılan sokma), birisinde belli olmamaktadır. Şamanlık anlayışında hem doğaya, toteme, politeizme (çoktanrıcılık), cinlere, perilere, cadıya, devlere hem de insana (ruhlara) tapma vardır. Kamlar cin ve perilere tapmıştır.
Dosmırza şamanın şiirlerinde “Cin Atası Börlübay”, 360 yaşına gelen Sarı Kız (cadı), “Savkele takan sakallı cin” geçmektedir. Barlıbay, Ernoyan, altmış otağlı kara cin, kocamış kartal, boynuzlu gök koç, ejderha, yılan, tay binen elçi kız, gökteki dört atlı, şoyınkulak (Er Töstik masalında geçen kötü bir karakter), doru taylı dedikleri bazen totem, bazen de cin olarak tasvir edilir.
Şahar, Dosmırza şamanlar bu listeye Muhamed, Süleyman, Orak Batır, Kam-bar gibi isimleri de dâhil etmektedir. Muhammed ve Süleyman din sembolü ise, Orak ve Kambar ruhlar sembolüdür. Şamanlık şiirlerindeki düalizm örneklerinin birkaçı bunlardır. Bunlar Elçi Kız ve Sarı Kız dedikleri anaerkil devrinden kalma anne kültü olabilir. Sakalar dönemindeki kült şiirleri cadılar başlatmıştır. Ataerkil devri başlatılıp toplumu erkekler yönetmeye başladığında anne kültlerini erkek şamanlar üstlenmiştir. Ancak anaerkil geleneği kullanılmıştır. Şamanlar eski ve yeni inançları birlikte uygularlar. Eski şamanlarda söze “Bismillah” çekerek başlamak yoktu. Doğu efsanelerine göre Süleyman periler âlemini yöneterek göklerde uçarmış. Gökteki atlı dedikleri işte bu Süleyman’dır.
Şaman şiirlerinde sihir, şamanlık, İslam anlayışları karışık işlenmektedir. Bunlardan atalar ve batırlar ruhuna tapma daha ağır basmaktadır. Şamanlar, felç olan ve sarılığa yakalanan hastaları tedavi ederken kendilerini doru ata binen, bütün kutsal güçlerin dilinden anlayan biri olarak tutmuşlardır. Onların kopuz eşliğinde söyledikleri özel şiirler vardır. Şamanlık şiirlerinin dili de halk şiirine yakındır. Onlar ilk ortaya çıkan profesyonel icracı ve doğaçlamacılardı.
Şamanlık şiirleri bir taraftan kopuz ezgileriyle bağlantılıdır. Bir taraftan da kamların Kazak müziğine sağladığı katkı ve gelişmeler her şeyden önemlidir. Koylıbaylar ezgisi ve Dede Korkut şiirleri Ikılas’ın şamanlık müziği etkisinde ortaya çıkmıştır. Ruhlar, pirler, ataya tapma, çeşitli alkış-kargış (dua, beddua, uğursuzluk, kut, ölü ruhlar, canlı ruhlar), totemik ve mitolojik karakterler, cadı, dev, Şopan Ata, Jelayak (hızlı koşan), kurt, kara serçe, dev koç, papağan… bunların hepsi şamanlık şiiri temelinde ortaya çıkmıştır. Şamanizm, Kazak destanındaki inançların en başta gelenidir.
Cin atası Börlibay
Çağrılca geldin mi?
Gel beri, cin peri,
Çağırılınca gel beri
Hızlıca buraya gel,
Gel buraya Sarı kız,
Dediklerin ilaç gibi Sarı kız,
Ey nerede benim can ninem,
Üç yüz altmış yıl yaşayan.
Hey nerde benim can ninem.
Çağrılınca gel çabuk.
Bu şiir satırlarında ve Alpamıs’ın dilenci kılığında gelip Dombay kültüne tapmasında geleneksel bağlantılar bulunmaktadır.
Hey, yiğit Dombay, yiğit Dombay,
Çağrılınca gel, Dombay!
Üzüntüsü ve kederi olanın
Derdine derman bul, Dombay!
Lâl kadının çocukları
Hey haley, hey hay!
Söylediği söz bu muymuş,
Karnı tok mu gelmiştir?
Hey haley, hey hay!
Gelecek mi Alpamıs,
Gelmeyecek mi Alpamıs,
Çaresi çok ihtiyar.
Gelecek mi karıları.
Jarapazan (Ramazan)
Bir zamanlar dinî örf-âdetlere ilişkin ortaya çıkan bu şiirler sonradan herkes tarafından icra edilmeye başlamıştır. Farsçada “şaharbazan”, şehri gezen, hazırcevap, komik ozan anlamlarına gelmektedir. Bizde ise ev ev gezerek şarkı söyleyen anlamında kullanılmaktadır. “Tusına kelip turmız aktap kana, Aytamız jarapazan maktap kana” (Yanına geldik geze geze, Söyler jarapazan öve öve) satırlarına baktığımızda, jarapazanın bazen iki kişi tarafından da aynı anda söylendiğini görebiliriz.
Jarapazan, halk şiiri üslubunda yazılmıştır. İçeriği ise methetme, bazen de şaka ve mizahlardan oluşur.
Kap kaçak sesi geliyor
Kurut mu getiriyor acaba?
Ağzı yüzü yağa bulanmış
Yoksa tereyağı mı getiriyor?
Sarı tabağa koyup ver,
Tereyağına bandırıp ver,
Kız ile gönderme kendin ver,
Kızın eli çabuktur,
Bana ulaşmadan yiyip bitirmiş çoktan.
Jarapazan dilek ve dua şeklinde de söylenir. Ahırında hayvan dolu olsun, kadınlar için ikiz koç yiğit doğur, onlar cesur kahraman olsun gibi iyi dilekler söylenir.
Tap- tap basan tap basan,
Yünleri toz tutan,
Dört ayağını da denk basan,
Buğra dolsun eviniz.
Çatır çatır kişneyen,
Kulunların atası
Aygır dolsun eviniz.
Rüzğara karşı yürüyen,
Otladığı yeri tam takır eden,
Kuzuların atası
Koçlar dolsun evine.
şiiri bunun bir örneğidir.
Jarapazan şiirlerinde İslam’la ilgili örf-âdetler de çokça yer almaktadır. Şamanlık şiirlerinde “Tanrı” sözü çok kullanılırken, jarapazanda “Allah”, “Huda”, “Peygamber” sözleri daha çok kullanılmıştır. Jarapazan bazen otuz gün tutulan oruçla (Ramazan) da ilgili söylenilmektedir. Ramazan ayında büyükler jarapazan söyleyerek deve alırken, küçükler ise kadınlardan iftar için kurut, tereyağı, peynir istemişlerdir. Dindar kişiler jarapazan şiiriyle İslam’ı övmüşlerdir. Jarapazanın bu yönüne değinmeyeceğiz. Ancak jarapazan söyleyen önemli kişiler halkın yaşamına büyük önem vererek onlar için iyi dileklerde bulunmuşlardır. Bu, bizi ilgilendiren yönüdür. Hikâye ve övgülerle başlayan jarapazan şiiri dua ve teşekkür etme şeklinde bitirilir.
Evin, evin, ev imiş,
Evin güzelliği çit imiş.
Sabaya[46 - Kımız hazırlamak için kullanılan deri kap.] güzellik veren kısrak imiş,
Sandığı güzel kılan deve imiş.
Süslü püslü boyamış, saray gibi evi var,
Ceylan gibi koyunu var.
Kara sakallı, geniş omuzlu,
Kimin evi imiş acaba?
Yüksek-yüksek dağlardan,
Öküze binip biz geldik.
Girsin devler kapıdan,
Çıksın sıkıntı delikten.
bu şiirin dili halk şiirinden ayrı değildir. İçinde benzetmeler, kelime ve ses tekrarları da bulunmaktadır. Jarapazan bazen şiir, bazen de kara ölen (nesir) ölçüsüyle söylenmiştir. Bu da halk şiirine özgü belirtilerdir.
Şeşendik (Hikmetli) Sözler
Kazak folkloru içinde ortaya çıkıp, konuşma dilinde sıkça kullanılan atasözleri, bilmece ve tekerleme şeklinde söylenilen ibret dolu sözlere şeşendik (hikmetli) sözler denilir. Bu tür sözler yaratıcı ve mantıksal düşünceler sonucunda ortaya çıkmıştır. Ayrıca karmaşık bir yapıya sahiptir. Kelime grupları (deyimler) içinde yer alır. Buna “ağzıyla kuş tutmak, bir eli balda, bir eli yağda olmak” gibi deyimler ve diğer özdeyişleri de eklersek, bu sözlerin; dil ve düşüncenin çok ileri derecede geliştiğini gösteren ayrı bir alan olduğunu görebiliriz. Özdeyişlere ise hem yazı hem de sözlü dillerde rastlayabiliriz.
Şeşendik sözler hukukî, öğütsel, felsefî ve hicivsel olarak ayrılır. Hicivsel şeşendik sözler, Doğu halklarında Nasreddin Hoca hikâyeleri olarak korunmuştur. Kazak halkı içinde ortaya çıkan şeşendik sözlerin doğası biraz farklıdır. Kazak halkında şeşendik sözlerin ilk örneklerine Asankayğı ve Jiyrenşe Şeşen’in söylediği sözlerde rastlanmaktadır. Asankayğı’nın sözleri düşünmeye yönelik ise, Jiyrenşe’nin sözleri daha çok güldürmeye yöneliktir. Şeşendik sözlerin üçüncü temsilci ise Ayazbi’dir. Bunların sözlerini bazıları nazım, bazıları da nesir şekillerinde muhafaza ederek geliştirmiştir. Şeşendik sözlerin kökeni masal, efsane ve destanlara dayanır. Ayazbi ya da Mensulu’nun bilmeceleri çok sanatsal ve derin anlam taşır. Şeşendik sözlerin tümünün biyler[47 - Kazaklarda “biy” kelimesi yargıç, hâkim, kadı anlamlarına gelir. Sosyal düzen içerisindeki fonksiyonu “biy”in önemini arttırmıştır. Biy, Han’ın danışmanı, adaletin sembolüdür. Biylerin, boyların göçlerini ve göç yollarını düzenlemek, boylar arasındaki tartışma veya vuruşmaları sona erdirmek, iç ve dış barışı sağlamak, otlu ve sulu vadileri boylar arasında paylaştırmak gibi önemli rolleri vardır. Biylik babadan oğula geçen bir hak değildir. Biy olabilmek için kişinin âdil olması, halkın onun adalet terazisinden ayrılmadığına inancı ve sözün kudretli gücüne sahip olması gerekir. Biy olabilmek için bilge olmak gerekir. Kazaklarda en ünlü biyler olarak Töle Biy, Kazıbek Biy ve Ayteke Biy’in adları geçer.] tarafından ortaya konulduğuna dair söylenilen fikirler gerçeği yansıtmamaktadır.
Möñke, Kazıbek, Ayteke gibi biyler tarafından söylenen sözlerin olduğu bir gerçektir. Eskiden Kazak halkı, şeşenler için “Biy” demişlerdir. Bu kavram Dosbol Şeşen’in dönemine kadar kullanılmıştır. Şeşendik sözler arasında Tavke Han’ın “Jeti Jarğı”sı (Yedi Yargı; kanun maddeleri) hukuki özellik taşımaktadır. Buna örf-âdet kanunu denilmektedir. “Yedi Yargı”da yer alan kanunlar hariç şeşendik sözler biyler tarafından değil, halk arasından çıkan söz ustaları Asankayğı, Buhar, Dospambet gibi ozanlar tarafından ortaya konulmuştur. Bunlar Dosbol Şeşen’in izinden giden söz ustalarıdır. Sonra ortaya çıkan yönetici ve biyler arasında söz ustası olanlar yoktur. Onlar rüşvetçi, aptal, değersiz insanlar arasından seçilmiş olup ancak sıradan bir yönetici olabilmişler.
Halk her zaman şeşendik sözlere çok değer vermiştir. Çünkü onlar etik ve eğitim açısından büyük bir önem taşır. Bazı kimseler günümüzde şeşendik sözlerin yeni örneklerinin olmadığını savunmaktadır. Şeşendik sözlerin azalmasının nedeni yazılı edebiyatın hızlıca yaygınlaşmasıyla ilgilidir.
Bazı kimseler ise şeşendik sözlerin sadece bir konuyla (hazırcevaplılıkla) ilgili olarak ortaya çıktığını ve bununla ilgili düşüncelerin kanıtlanmış şekilde söylendiğini belirtmektedirler. Önemli olan sadece kanıtlamak değil, o sözlerin mantıksal düşünme sonucu ortaya çıkıp halkın yaşam tarzını içermesidir. Eski Yunan ve Roma’da ortaya çıkan söz söyleme sanatının kuralları artık eskimiştir. Ancak adalet ve dürüstlük üzerine söylenen sözlerin hepsi eskimiş sayılmaz. Halk bu sözlere değer vererek koruyup gelmiştir. Yazılı edebiyatı geç oluşan göçebe halklarda şeşendik sözler ayrı bir sanat, ekol ve didaktik haline gelmiştir. Şeşendik sözlerin başında atasözleri gelmektedir. Atasözlerinden alınacak ibret ve dersler hiçbir zaman değer kaybetmez. “Atalı sözge arsız toktamaydı” (Atalar sözüne ancak arsızlar kulak asmaz) sözü bunun bir kanıtıdır. Şeşendik sözler ve vecizeler folklorik bir önem taşımaktadır. “Söz bilmegen tilin körsetedi” (Söz söylemeyi bilmeyen ancak dilini gösterir) sözü şeşendik sanatı desteklemenin en güzel göstergesi olabilir.
Bizim zamanımızdaki her genç şuurlu kişi de söz ustası (şeşen) olması gerekliydi. 19. yüzyıldaki benzersiz şahsiyetler, düşüncenin millî niteliği olmayan düşünceyi, onları halk boş konuşanlar deyip beğenmemiştir. “Engin düşünceli muhtaç olmaz”, “iyi söz yarım zenginlik”, “bozuk ağızdan çok söz çıkmaz” denilen atasözleri, sözünü düşünüp söyle, her sözün birçok örnek ve ders vermesidir. Bu şeşendik sözlerin terbiye ve didaktik anlamının zamanı geçmez.
Şeşenler farklı gruptan, soydan çıkmıştır. Fakat bu sanatın kilidini grup veya soy çözmüyordu. Karamende gibi zaman karşıtlığını bilip adalet dağıtan, büyük ile küçük kişinin, kişi ile halkın arasında ittifakı ve beraberliği sağlayan kişi çözebilirdi. Köbey ile Espembet gibi yaramazların söylediklerini halk çabuk unutmuştur. Oysa halk onları koruyan ve düşünen şeşenlerin sözlerini uzun zaman unutmayıp onları akıllarında tutmuşlardır.
Jänibek Han, Jiyrenşe’nin hanımı öldüğünde, kendisine bunu duyurmak için “Babası, annesi ve hanımı ölen nasıl olur?” diye soru sorar. Jiyrenşe bunu kolayca cevaplamıştır. Ancak “Hanım öldü, kamçının sapı kırıldı” demesi feodalizm geleneğini yansıtmaktadır.
Şeşendik sözler bazen muamma şeklinde söylenir. “Yüksek dağın başına kar yağalı ne kadar oldu? Pınardan su akalı ne kadar oldu?” sorularına padişahın kırk veziri cevap veremeyince, sadece Ayazbi doğru cevap vermiş.
Bazı şeşendik sözler hiciv şeklinde söylenir. 1890 yılında Sır bölgesinin ünlü şeşeni Dosbol doksan yaşında hasta olarak yatarken ziyaretine Kıpçakların üç yöneticisi Baysın (kör), Savdakul (küçük burunlu) ve Bayjan (kel) gelmişler. Gitmeden önce Baysın: “Hey, Dosbol ağam! Gençliğinizde Kazaklar arasında hikmetli sözler konusunda kimse sizinle aşık atamamıştı. Artık ölüm döşeğindesiniz; öbür dünyaya göçtüğünüzde ne diyeceksiniz?” demiş.
Dosbol:
– Hey, delikanlılar! Ölümlü dünyadayız sonuçta. Ancak ölmeyen kişiler de vardır. İyinin adı ölmez, mollanın (bilge) eseri ölmez. Öbür dünyaya gittiğimde söyleyecek sözüm yok. Eğer söyleyeceksem “eskiden cesur yiğitlerin başına konan devlet kuşu artık kara sineğe dönüştü. Sinek uçarak körün gözüne, küçük burunlunun burnuna, kelin başına kondu” diyeceğim, demiş.
Şeşendik sözler davalarda çok kullanılmıştır. Sonradan ortaya çıkan biyler tartışmaların artmasına neden olmuş ve halk arasındaki anlaşmazlığı körüklemiştir. Çünkü biyler hep kendi boylarının lehine karar çıkarmaya çalışmışlardır. Her boy güzel (şeşendik) sözlerin hepsini kendi biylerine mal etmiştir. Ancak halk: “Tura biyde tuğan jok, tuğandı biyde iman jok” (Dürüst biyin akrabası olmaz, akrabası varsa o biyde iman olmaz) diyerek öyle biyleri sevmemiştir. Çokan, eski şeşenlerin kimse tarafından seçilmediğini; dürüst oldukları için halkın onlara “biy” dediklerini belirtmiştir. Dosbol, bir biy değildi; o hikmetli sözlerin ustasıydı.
Kazak tarihinde şeşenlerin söz atışmalarına sık sık rastlanır. Koñırat Sapak adlı şeşen toplantıların birinde durmadan konuşarak kimseye konuşma fırsatı vermemiştir. Başka bir boyun şeşeni onu küçümseyerek: “Konuş, konuş, kulağı yok kesik kulaklı biy efendi, kuyruğu yok kesik kuyruklu biy efendi” demiş. Sapak şeşenin çocuğu yokmuş. O da cevap olarak: “Kulağım yoksa, belki ben bir kartalımdır; kuyruğum yoksa, belki ben bir küheylanımdır. Vermek isterse, Tanrı çocuk göndermez mi; Göndermek isterse, felaket göndermez mi?” demiş. Bu olaydan sonra öbür şeşenin on çocuğunun öldüğü ve Sapak şeşenin ise çocuklu olduğu rivayet edilmektedir.
Bazı şeşendik sözler diyalektolojik kavramlar içerir. Padişahın biri kendi biylerine: “Bu dünyada ne ölmez?” diye sorunca, biyler “kara toprak, ay ve güneş” demişlerdir. Jiyrenşe şeşen ise:
Akan suyun ölmesi,
Ayazlı havada donmasıdır.
Yüksek dağın ölmesi,
Başını bulut kaplamasıdır.
Ay ile güneşin ölmesi,
Vakti gelince batmasıdır.
Kara toprağın ölmesi,
Kar altında kalmasıdır.
Ecel, atılan bir oktur;
Kimse ondan kurtulamaz.
Çünkü Allah’ın emridir.
Dünyada ne ölmez?
İyinin adı ölmez,
Bilgenin eseri ölmez.
demiş.
Şeşendik sözler halk arasında toprak, dul, bedel ödeme ve hayvanla ilgili davalarda da büyük rol oynamıştır. Şeşendik sözlere bazen hukuki önem taşıyan öğüt sözler de denilebilir. Kazak tarihinde hanlar, biyler ve örf-âdet kanunları vardı. Şeşendik sözlerde daha çok örf-âdet kanunları işlenmiştir. Kazak bir elçi Kalmukların hanının huzuruna gittiğinde:
Sen bir demir, ben kömür;
Eritmek için geldim.
İki karaca yavrusunu
Barıştırmaya geldim.
Barışmak istemiyorsan,
Çekişecek yeri göster.
Sen bir kaplan, ben bir aslan,
Çekişmek için geldim.
demiş ve iki tarafı bu sözlerle barıştırmıştır.
Şeşendik sözler bazen atasözleri şeklinde de olur.
Bütün söz sanatların atası dildir,
Sözleri ustaca kullanan yiğit,
Kendisini davada belli eder,
Paçaları sıvayıp, pehlivan yiğit eğlencede belli eder,
Zırhlı elbisesini giyip,
Saçaklı mızrağını eline alıp,
Kahraman yiğit düşman karşısında belli eder,
Sofrasını geniş açarak,
Cömert yiğit kendisini belli eder,
Düşmana karşı cesaret edemeyen arsızlar,
Kendilerini evlerinde gösterirler.
sözlerinde iyi ve kötü karakterler güzel bir şekilde ele alınmıştır.
Atasözü
Halk ağzında, genellikle konuşma dilinde kullanılan inci sözlerin zengin ve anlamlı bir kolunu oluşturan unsurlar atasözleri, deyimler ve düşündüren sözlerdir. “Söz asılı- makal” (Söz incisi, atasözleridir.) diyor halk. Atasözü, mantıksal ve yaratıcı düşünceler sonucu ortaya çıkan, deneyimlere dayanan felsefî değer taşıyan sözlerdir. Atasözleri etik ve felesefi anlamlar içermektedir. Halk, atasözlerindeki yargıları hiçbir zaman yalanlamaz.
Kazak atasözlerini bir zamanlar Plotnikov, Vasiliyev, Katanov, Pantusov, Katarinski, Alektorov, Divayev gibi birçok bilim insanları derleyip yayımlamıştır.
Atasözleri, bir düşünceyi tecrübelere dayanarak kısa ve etkili bir şekilde anlatan sözlerdir. Ulus, halk, vatan, kahramanlık, birlik beraberlik, sanat, eğitim, emek, aile, çocuk eğitimi, hayvanlar, yiyecek-içecek, hastalık, dava, iyilik-kötülük, insanlık borcu hakkında söylenilen çok sayıda atasözü bulunmaktadır. “Tuğan jerge tuvın tik” (Bayrağı vatanına dik), “Er özi üşin tuvadı, Eli üşin öledi” (Kahraman yiğit kendisi için doğar, Vatanı için ölür), “El işi – altın besik” (Vatan, altın bir beşiktir.) sözleri eski dönemlerde yaşayan halk kahramanlarından başlayarak II. Dünya Savaşı yıllarına kadar gençlere kahraman ve vatansever olmayı öğütleyen değerli sözlerdir. II. Dünya Savaşında çok sayıda Kazak gençleri, ülkemizdeki diğer akraba halkların temsilcileriyle birlikte kahramanca mücadele ederek Almanya’yı yıkmışlardı. “Irıs aldı- ıntımak” (Bereket, birlikte), “Birlik bolmay, tirlik bolmas” (Birlik olmazsa, dirlik olmaz) atasözleri günümüzde daha geniş ve yeni anlamlar kazanarak uluslararası dostluk ve birliği kapsamaktadır.
Farklı sınıf temsilcilerini eleştiren atasözlerine de rastlanılmaktadır. Bunu “Jaksı adam – el ırısı” (İyi insan halkın bereketidir.), “Karav adam – künşil, meker adam- minşil” (Fesat kalpli insan kıskanç olur, zalim insan şikayetçi olur), “Han – Karakşı, halık- sarapşı” (Han çalandır, halk gözetendir) sözlerinde de görebiliriz.
Atasözlerinde çocuk eğitimine de büyük önem verilmiştir. “Balanı jastan” (Çocuk küçükken eğitilmeli: Ağaç yaşken eğilir), “Uyada ne körseñ, Uşkanda sonı ilesiñ” (Yuvada ne gördüysen, Uçtuğunda onu kaparsın: Küçük kalkar, büyüğe bakar), “Kızdı asıray almağan küñ etedi, uldı asıray almağan kul etedi” (Kız çocuğuna bakmasını bilmeyen onu cariye eder; Oğluna bakmasını bilmeyen de onu kul eder), “Siz degen sıpayılık, sen degen anayılık” (Siz diye hitap etme, kibarlığı bildirir, Sen diye hitap etme, kabalığı bildirir) atasözleri çocuklara görgülü ve iyi bir insan olarak yetişmeyi öğütlemekte ve öğretmektedir. Gençlere sanat, eğitim ve dil öğretimi konusunda da atasözleri büyük önem taşımaktadır. Bilim ve sanat azimle çalışılarak öğrenildiği gibi, ancak az konuşup çok dinleyen, yılmadan çalışarak bilgisini zenginleştiren çocuk, hayatta istediklerini elde edebilir.
Atasözleri toplum hayatındaki sosyal olayları, insan karakterini, doğa ile yaşamının sır ve çelişkilerini öğrenmemize ışık tutan derin anlamlı sözlerdir. Atasözleri sadece bu tür olayları değerlendiren ve kısa bir şekilde anlatan sözler değil, başlı başına bir kuramdır.
Kız çocuğu ve oğlan nasıl bir kişiliğe sahip olmalı sorusuna da atasözlerinde kesin yanıtlar bulunmaktadır: “Atanıñ balası bolma, Adamnıñ balası bol” (babanın oğlu olma, insanoğlu ol), “Jaksı adam – el ırısı (İyi insan, halkın bereketidir)”, “Bir kisi mıñ kisige olja salar” (bir insan bin kişiye ganimet getirir), “Ak jürgen adam azbas” (temiz düşünen ve işi dürüst olan insan kötü yola düşmez), “Adam alası işinde, Mal alası sırtında” (insanın içindeki sırrı bilinmez, davar hayvanın lekesi dışındadır, görünür), “Tav tavğa kosılmas, adam adamğa kosıladı” (dağ dağla birleşemez, insan insanla beraber olur), “Ädeptilik – adamdık belgisi, turpayı minez – nadandıktıñ belgisi” (edeplik insanlık göstergesi, kaba karakter cahilliğin göstergesi) sözleri bugüne kadar eğitsel ve etik değerlerini yitirmemiştir.
Başkalarını dolandırarak zengin olan yönetici sınıf mensuplarını, çalıp çırparak arsızlaşan hırsızları ve dinî alet edenleri eleştiren atasözlerinin sayısı da pek çoktur. “Özi urı birevdi urı sanaydı” (Kendisi hırsız olan başkasını da hırsız sayar), “Jaman sopı – tobaşıl”(Kötü sofi tövbecidir), “Öleñdi jerde öğiz semiredi, ölimdi jerde molda semiredi” (Otlak yerde öküz semirir; cenaze çıkan yerde hoca semirir), “Savdagerde iman jok – arın satadı; ötirikşide iman jok – janın satadı” (Tüccarda iman yok, arını satar; yalancıda iman yok, canını satar), “Añkav elge – aramza molda” (Saf halka zalim molla denk gelir), “Ak säldeli Kojadan ak javlıktı katın artık”(Beyaz sarıklı hocadan beyaz başörtülü kadın iyidir), “Kesek-kesek dav – kerketkenniñ avılında”(Kibirli ve inatçılar köyünde sürekli kavga çıkar) gibi atasözlerinin eğitsel önemleri çok büyüktür.
Kimi atasözlerinin anlamları eskimiş, kimileri ise feodalizm anlayışını yansıtmaktadır. “Kalın Mal” (Başlık Parası) romanında İtbay: “Baytal şavıp bäyge almas” (Kısrak at ne kadar koşsa da ödül alamaz) diyor. Bu söylem için kadına karşı dinî ve feodalik bir görüştür denilebilir.
Makal (atasözü) kesin hüküm ve kanıt vardır. “Urlık tübi- Korlık” (Hırsızlığın sonu azaptır). Mätelde (deyim) ise sadece birisi bulunur. Atasözü, halk tarafından ortaya çıkan felsefesî anlam taşıyan sözlerdir. Atasözü; aforizma ve deyimlere benziyor. Örneğin, “Aydarınan jel esip” (Aydarından (çocuğun başının tepesindeki saç tutumunun özel adlandırılması) rüzgar eserek), “Murnınan esek kurt tüsip” (burnundan odun biti düşerek) bunlar birer deyim, yani metafordur.
Atasözleri eskiden sadece ağızlarda kullanılıyordu. Yazı ortaya çıktıktan sonra tarih, edebiyat ve gazete yazılarında da kullanılmaya başlanmışdır. V. İ. Lenin, kendi teorik çalışmalarında atasözü ve Rus edebiyatı aforizmalarına çok yer vermiştir. Aforizma ve özdeyişler günümüz Kazak yazarların eserlerinde de bol bol işlenilmektedir. Bunların kökeni atasözlerine dayanmaktadır.
Bilmece
Atasözleri, insanın mantıksal düşüncesini geliştirirken, bilmece ve tekerlemeler çocukların dilini, tabiat ile hayat anlayışlarını ve hayal güçlerini geliştirir. Bilmece en başta küçük yaştaki çocuklara öğretilmiştir. Bilmeceler çoğunlukla kafiyeli şiir gibi söylenmiştir. Bilmecenin objeleri; doğa olayları (uzay), yer-su, hayvanlar, bitkiler (totemler), insan uzuvları, çeşitli ölü nesneler ve yaşam araç-gereçleridir.
Ak sandığım aşıldı, İşinen jibek şaşıldı.
Ak sandığım açıldı, İçinden ipek saçıldı (güneş);
Takiyam tolğan sök, Erte tursam dım jok.
Takkem darı doluydu, Erken kalktım hiçbir şey yok. (yıldız);
Äne baradı özi, Körinbeydi izi.
Yürüyor ama izi görünmüyor. (rüzgâr);
Jer tübinen boz jorğa at keledi.
Çok uzaklarda boz at geliyor. (fırtına);
Ayağı jok, közi jok ak jılan.
Ayağı yok, gözü yok ak yılan. (su)
Otka janbas, suğa batpas.
Ateşte yanmaz, suya batmaz. (buz)
Satayın desem avır kilem, Satpayın desem täwir kilem.
Satayım diyorum ağır kilim, Satmayayım diyorum iyi kilim. (Dünya)
Bu bilmecelerde gök ve yer-su sorulmuştur. Aşağıdaki bilmecelerde ise farklı hayvan türleri sorulmuştur:
At bastı, arkar müyüzdi, böri kevdeli, böken sandı.
At başlı, dağ keçisi boynuzlu, kurt gövdeli, ceylan bacaklı. (çekirge)
Ot basında tävkenşik.
Ateş yanında kaplan yavrusu (kedi)
Şiy tübinde şubar jılan.
Ot dibinde ela yılan. (kesirge)
Şiydim, şiydim, şiydim Kus, şiy basına Konğan Kus.
Minik, minik, minicik kuş, Ot başına konan kuş. (karasinek)
Buğday, kavun, karpuz, lale, böğürtlen de bilmece konusu olmuştur. Ayrıca dört tölik hayvan ve insan uzuvları da sorulurdu.
Erte turdım, eki ayır jolğa tüstim.
Erken kalktım, iki ayrı yola düştüm. (pantolon)
Otız omırtka, kırık kabırğa, avız omırtka.
Otuz omurga, kırk kaburga, ağzı da omurga. (çadır, otağ)
Tursa tüyedey, jatsa koyanday.
Kalkarsa deve gibi, yatarsa tavşan gibi. (eyer) hayatın içinden alınan bilmecelerdir.
Ozanlar arasında yapılan jumbak aytıs (karşılıklı bilmece ve sorular sorulan atışma türü) türü de vardır. Örnek olarak Saparğali ile Nurjan’ın, Turmağambet ile Şädi’nin ve kız ile yiğit atışmalarını söyleyebiliriz. Bilmecenin bu türü şiir sanatına dâhil edilir.
Demek tabiat ve yaşamı tanımak ve çocukların düşünce ve dillerini geliştirmek amacıyla üretilen kısa şiirsel sözcük gruplarına bilmece diyoruz. Çocukların düzgün konuşabilmelerini sağlayan söz sanatlarından biri de tekerlemelerdir.
Totemik Kavramlar
Eski dönemlerde insanlar henüz hayvanlardan ayrılmadan doğada bulunan hazır yiyecekleri yiyerek mağaralarda yaşamışlardır. Tarihte bu döneme Bakır Çağ’ı denilmektedir. Bu dönemde insanlar yırtıcı hayvanlardan daha güçsüz durumdaydı. İnsanlar güçlülerden korktuklarında güçsüzlerin yardımlarına ihtiyaç duymuşlardır. İşte bu dönemde çeşitli totemizm[48 - Totem, bütün canlı varlıkların sahibinin olduğuna inanma anlayışıdır.] inançları ortaya çıkmıştır.
Her boy, kavim, aşiret farklı yerlerde yaşadıkları için, yerleşim yerlerinde daha çok bulunan hayvanlara (bazen kurt, bazen kuş, bazen de ejderha ve kertenkele) tapmışlardır. Bundan sonra ortaya köpek, öküz, at totemleri çıkmıştır. Türk-Moğol boylarında av, kuş, kurt-karınca, yılan ve ev hayvanları totem olmuştur. İlk totem inançları bu şekilde meydana gelmiştir. Bunu takiben tektanrıcılık ortaya çıkmıştır. Bu konu üzerine V.B. Taylor[49 - Taylor Ä. B. Pervotınaya Kultura. M., 1989.], J. Frezer[50 - Frezer Dj. Zolotaya vest. M., 1980, s. 61-74.], Mary Boyce[51 - Märi Boys. Zorostriytsı. M., 1987.], N. A. Alekseyev[52 - Alekseev N. A. Şamanizm Türkoyazıçnıy Narodov Sibiri. Novosibirsk, 1984.], M. T. Stepanyants[53 - Stepanyants M. T. Filosofskiye Aspektı Sufizma. M., 1987.], E. S. Novak[54 - Novak E. S. Obryad i Sibiskom Şamanizme. M., 1984] gibi İngiliz ve Sovyet bilim insanları ayrıntılı araştırma çalışmaları yapmış ve animizm, totemizm, zoomorfomizm, büyücülük (özel varlıkları sembolize etme), mitoloji ve Şamanizm ilgili kesin bilimsel sonuçlar ortaya koymuşlardır.
V. G. Bogoraz-Tan[55 - Sovetskiy Folklor. 1936, no: 4-5.], hayvanlara gelenek vasıtasıyla tapmanın (dans, şarkı) kinetik dil döneminde; dev, cin, peri ve cadı gibi mitlerin ise insanların sesler yardımıyla ilişkiler kurmaya başladığı dönemlerde ortaya çıktığını ileri sürmüştür. S. P. Tolstov ise, M.S. I-II. yüzyıllarda, Roma’da musevilik ile karakterize edilen Hristiyanlık’ın, Parfiya’da zerdüştlüğün, Kuşanlar ve Çin Devletlerinde sinkretizm etkisinde kalan budizmin ortaya çıktığını dile getirmiş ve bunların tümünün eski dönemlerde ayrı ayrı şehirlerde meydana gelen lokal dinî ideolojiler, yani boy ve kast sistemi inançlarına karşı kullanılan yeni bir tür tanrılar kültü; sadece sinkretik tanrılar sistemine tapmanın başlangıcı ve tektanrıcılığa doğru atılan büyük bir adım olduğunu savunmuştur (Tolstoy, 1948: 19).
Tektanrıcılık, büyük kölelik sistemi döneminde ortaya çıkmıştır. Çünkü köle sahipleri tek dinî inanç meydana getirmedikçe halkı yönetememişlerdir. Sonuç olarak totemizm anlayışı için çok eski dönemlerde ortaya çıkan yerel (lokal) boy inançları diyebiliriz.
Totemizm, bütün halklara özgüdür. Örneğin, İran Edebiyatı eseri “Avesta” kitabında gök ve yer Ahura-Mazda tarafından; açlık, hastalık, kış, ecel gibi varlıklar ise Angra-Mainiu tarafından yaratıldığına dair bilgiler yer almıştır. Bu tür düalizm örnekleri Altay Türklerinde insan ve doğa ilişkilerinde görülmektedir.
Totemizmde Tanrı yoktur. İnançlar da sürekli değişmiştir. Çünkü yaşam ve sanayi güçleri geliştikçe insan doğa ve toplumla yakından ilgilenerek yeni kavramlar bulmuşlardır. Mitolojik inanç ile dinî anlayış aynı değildir.
Sanayi güçlerin gelişme sürecine gelirsek, tarih sahnesine sınıf sisteminin çıkmadığı bir dönemde, göçebe halklar üç farklı kavram aşamasından geçmişlerdir: a) ilk boy sistemi döneminde, insanlar doğadaki hazır yiyeceklerle beslenmişler. Totemizm inançları bu dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır; b) Anaerkil dönem. Ana-Kadınlar tarafından yönetilen toplumsal bir sistemdir. Evlilik ve aile hayatına henüz geçilmeyen; toplu şekilde evlilik, dayıerkil (avunkulat) ve heterizmin yaygın olduğu bir dönemdir. Güneş ve toprağa, özellikle ana-kadına tapma daha çoktu. Bunlarla ilgili olarak yeni totem, yeni mitler ortaya çıkmıştır; c) Ataerkil dönem. Toplum liderlerinin erkekler olduğu bir dönemdir. Çünkü av, avlama ve onları evcilleştirme işleri erkeklerin görevleri olarak yer değiştirmiştir. Bu dönemde evlilik ve aile hayatı, avcılık, antropolojik mitler (cadı, dev, jelayak) ve Şamanizm ortaya çıkmıştır. Bundan sonra tek tanrıcı dinler dönemi başlamıştır. İşte bu bağlamda totemik, mitolojik düşünme ve ilk karakter tipleri ortaya çıkmıştır. Masal, efsane ve destanların ortaya çıkmaya başladığı dönem, işte bu dönemdir.
Eskiden şiir sanatı dinden daha etkili ve güçlüydü. G. D. Sanjeyev, şiir sanatına dayanarak, Moğol destanlarının, farklı boylardaki farklı aşiretler birliğinin dağılmaya yüz tuttuğu dönemde ortaya çıkmaya başladığını ileri sürmüştür (Sanjeev’den akt. Konıratbayev 1991). Bu bağlamda totemizm ve mitoloji unsurlarından bahsetmek, folklorun doğasını tarihî açıdan geniş bir şekilde ele almamıza olanak sağlar.
Kurt Totemi
Bu totemi S. P. Tolstov, “Perejitki Totemizma i Dualnoy Organizatsi u Turkmen” adlı çalışmasında ayrıntılı şekilde ele almıştır. Yazar, evlilik toteminin bütün Türk boylarında olduğunu dile getirerek: “Türkmenlerin evlilik totemi ve bizim dediğimiz mitin kökeni çok şeye açıklık getiriyor. Bu konunun tarihî sırrını tespit etmek çok önemlidir. Burada erkek ve kadın mitleri birbirlerine karşı yaratılmıştır. Kadın totemi antropolojiye dönüşür ve yerine erkek geçer (Plano-Karpini’nin Kırgız efsanesi bunu doğrulamaktadır). Türkmenlerde ilk mit türü kurt ve keçidir. Gökbörü oyunu Özbek, Kırgız ve Taciklerde biraz değişikliğe uğramıştır. Hakaslarda kurt ve dişi geyiktir (ya da köpek ve ağaç). Kırgızlarda köpek erkeklerin totemidir. Plano-Karpini’ye göre bu toteme guangyung boyunda da rastlanır. Saka ve eski İran’da öküz ve yılandır. Oğuz boylarında öküz ve kızdır (Oğuzhan). Bu mit Buryat ve Moğollarda da vardır (Boğa Noyan). Karakıtaylarda ise at ve inektir.” (Tolstov, 1948: 20) demiştir.
S. P. Tolstov’un, evlilik (bozkurt) totemi üzerine ileri sürdüğü bilgiler çok derin bilimsel verilere dayanmaktadır. Örneğin, evlilik totemi Karakıtaylarada domuz, Halaslardaki eşek ve kız, Moğollardaki kuş ve kız totemleriyle bütünleştirilmiştir. Eski efsaneye göre Urun denen bir kuştan Urun adlı bir kız doğmuş ve bu kızdan Türk-Moğol boyları türemiştir. Bu efsane Kazak ve Oğuz masallarında da geçmektedir. Örneğin, Kazaklarda bir erkeğin, evlenmeden önce sevgilisiyle görüşmeye gitmesine “urın baruv” (gizli saklı görüşmek) denilmektedir.
Yedisu boylarının VIII. yüzyıldaki efsanelerine göre Oğuz Kağan, ataerkil bir toplumun yöneticisi olarak geçmektedir. Ondan öncesinde ise sadece kurt ve kadın hakkındaki “bulanık” masal ve mitler vardı. Kurt totemi, Göktürk Kağanlığı döneminden kalan gelenek-göreneklerde de görülmektedir. Örneğin, Çin’e karşı savaşlarda Türk, Seyanto, Cucan ve Hun boyları atlarına kurt başı motifli koşumlar kullanmışlardır. “Oğuznâme” destanında Oğuz Kağan her sefere çıktığında bozkurt orduya rehberlik ederdi.
Köpek Totemi
Bu, çoğunlukla anaerkil dönemde rastlanılan bir külttür. M.Ö. VI-IV. yüzyıllarda Hunların gelişine kadar köpek bütün Saka, Massaget boyları ve Orta Asya halklarının Zerdüştlük dönemine kadarki kültü sayılmıştır. Köpek toteminin iki aşamasını görebiliriz: İlki ölüyü gömme geleneğiyle bağlantılı, ikincisi ise köpek, ailenin kutu (bereketi, uğuru) kabul edilmiştir. Bu, ataerkil bir külttür. Bunun örneği, Kazakların “Sırtlanlar” adlı masallarında geçmektedir. Masalda çocuğu kurttan kurtaran köpek insanlara yardım etmektedir.
At ve ejderha totemleri de Kazak inançlarında önemli bir yere sahiptir. Ejderha mitolojik ve gerçekçi bir totem olarak işlenmiştir.
Öküz Totemi
Hayvancılık devrinde vahşi hayvanlar totemi ortaya çıktıysa, çobancılık zamanı geldiğinde de büyük baş hayvanlarını kutsal olarak sayma geniş bir alanı kapsamaktadır. İşte bu kavram üzerinden, öküz, yılkı totemleri doğmaktadır. Öküz – yaşam, tarımcılık, yılkı-göçebe yaşam, savaş totemleri ortaya çıkmaktadır. Bu sıraya da hayvan nasibi, köpek totemini dâhil etmekteyiz. Hayvancılık iyice geliştiği devirde şu hayvanlara ilk bakan insanlar- Yılkıcı Ata, Zengi Baba, Oysıl Kara olarak, antropolojik efsaneleri yaratmıştır. İlk başta bu kavramların esas anlamında yaşam düşünceleri olmaktadır.
Altay, Orta Asya halklarında öküz ve köpek son totemler olarak sayılmaktadır. Bunun hakkında S.P. Tolstov: “Bu adlandırmanın bizi ilgilendirecek yeri de budur, onunla birlikte, o VII-VIII. yüzyıllarda Orta Asya’yı mekân eden Türk kabilelerinin atıdır” (Tolstov, 1935: 15-20), -demiştir.
S.P. Tolstov Marrın “Skif tili/İskit dili” adlı makalesindeki sözcüklere duraklarsak, “oğız” kökündeki “ğ-z” toplanarak “s” olmaktadır, İskit dilinde ba-kar (sığır, inek), i-kuj (öküz), Latincede pe-ko-ris (sığır) olmaktadır. Almancada okş (peri, oh-sığır, Arap dilinde ba-kar (sığır, ba-ğır (deve), ba-kir (tailak), buradan Abu-Bekir sözü ortaya çıkmaktadır. Çuvaş dilinde bo-kor, bı-kır (öküz). Ay-gır sözünde şu kök dâhil edilmektedir. Bu isim sonradan Oğuz boylarının adı olarak geçmektedir. Bundan Oks-Okus, Yun. Oksos sözü çıktığını göstermektedir. Onun eski kökü de –Vahş. Eski Yunan, Arap seyahetçilerin eserlerinde Varahş-Aral denizidir (Hazar).
Böylece dillik analizle ortaya çıkarak, S.P. Tolstov. “Oğuzların boylık birliği Oksa kadarki zamanda başka bir yerden göç edip gelen kabileler değil, birlik adı da ırmak adı da eskiden beri herkese ortak totem adından, yerel dil sözünden gelmektedir. Öyleyse Orta Asya Oğuzlarına eski zamanlarda şu yeri mekân eden İskit kabilelerinin meşru mirasçısı olarak bakmamız gereklidir. Oğuz toteminin adı eski İskitler orta sırasında olması gereklidir” (Tolstoy, 1935: 16), diye yazmaktadır.
Öküz totemi bütün dünya halklarına aittir. Halk çocuğu olan ilk büyük baş hayvan o olması gereklidir. Örneğin, Halkaslar (bir Moğol kavmi) efsanesinde onun soyu kuku boğa (gök öküz), onun kadına yaklaşmasından Moğollar ortaya çıkmaktadır. Brutlar kendilerini han kızıyla evlenen Buke Noyan’dan yayılmaktadır diye saymaktadırlar. Doğuda gök öküz yeri kaldırıp durmaktadır denilen kavram vardır. O yer yaratılışındaki dönemden, Âdem atadan beri vardır. Yunan mitlerinde Gerakl, Skifiyaya gittiğinde Borispen adlının bozgun kızı Geriyonu öküze bağlayıp sürdürerek vatandan kovmaktadır. Ondan da İskitler ortaya gelmektedir. Harezm efsanesinde Sasrauka öküzüne binerek gelen Jamşid onun ilk geleni denilmiştir. Kabileyi öküzden yaymak Altay Türklerinde de vardır. Örneğin, “Oğıznâmede” Oğuzhan’ın ayağı sığıra, gövdesi bozkurda, omuzu sansara, yüzü ayıya benzetilmiştir. Bütün vücüdünde tüy olmaktadır. Burada çeşitli hayvanlar ve kuşlar totemi birleşmektedir.
S.P. Tolstov öküz totemini erkekler kültü olarak saymaktadır. Kidanlarda kadın totemi sığır, erkekler totemi de beyaz at olmuştur. Kidanlar efsanesinde de şu ata binerek Tuhe ırmağında yüzüp gelen erkek Huan-He ırmağında kırmızı sığıra binip gelen kıza rastlamaktadır. Şu ikisinde Kidan halkı türemektedir. Kidanlar buradan itibaren dedelerinin ruhuna beyaz atı kurbanlığa çalmaktadır. Onlar sonradan Türkleşmektedir.
Yıl Sayma Totemi
Tibet, Çin, Türk-Moğol halklarında eskiden beri yıl sayma geleneği olmaktadır. Onun en küçüğü (25), ortası (50), büyüğü (75) olarak dizilmektedir. Bu üç yıl saymasını Türk kabileleri hayata felaket getirecek diye saymaktadır. Buna halk ağızından bir örnek sunarsak: 1844 yılı Kenesarı Sarısu’ya gelip, Sır Kıpçaklarına deve, buğday, insan bul deyip bir feryat çıkarmaktadır. Bunlarda da hayvan, buğday olmamaktadır. Ve o zaman Dosbol akıl sormaya, Törttöbe Kıpçağının ihtiyarı Toba biye yönlenmektedir. Kapıya girer girmez Dosbol başını geri çevirmiştir. Yanındakiler bunun sırrını sorduğunda: “Benim ervağım tilki idi, Toba biyin ervağı leoparmış. Kapıdan girdiğim an tilkim korktu, ben de korktum”, -demiştir. Kazaklar hayvan, bura, ülek, öküz totemlerin insan ervağı olarak kullanmaktadır. Bundan başka yılı herhangi bir yuvarlak on iki sayıya ekleyip (müşeli/yıl sayısı) çıkarmaktadır. Onlara da hayvan adları konulmaktadır. Sıçan, sığır, leopar, tavşan, salyangoz, yılan, yılkı, koyun, maymun, tavuk, köpek, domuz. Bunların yeri değişmemektedir, sayı sırası da bellidir. Doğa durumunu, insanın yaşını buna bakarak öğrenmiştir. Kazaklar “yaşın kaç” demeden “yılın ne” deyip soruşturarak bilmektedir. Bu sayıyla insan yaşını yanılmadan bulmaktadırlar. Müşelden yıl sayısını Moğollar 1027 yılında Tibet halkından almışlardır. O da Moğollardan Kazaklara gelmiştir. Tibet halkında yıl sayma sırası biraz değişiktir (tavşan, ejderha, yılan, yılkı, tavşan, maymun, tavuk, köpek, domuz, sıçan, sığır, leopar), fakat totem gizemleri aynıdır. Moğol ve Türk boylarının müşelleri aynı: sıçan (kulğana), sığır (uhar), leopar (tuulay), salyangoz (lu), yılan (ogay), yılkı (morin), koyun (konin), maymun (maşin), tavuk (takya), köpek (nokay), domuz (kukay). Bunlar kutsal hayvan olarak sayılmaktadır. Kulğana-hastalığın adı, yılan-yut simgesidir, yılkı-savaş, koyun- huzurlu, bereketli yıl. Sonradan Moğol-Türk boyları kutsal hayvanların adını soyut kavramlar olarak kullanmışlardır.
Bunun hepsi şimdiki Türk boylarının folklorunda yer almaktadır. Bunların sırları ile özelliklerini anlamadan, folklordaki efsane karakterlerinin doğasını anlamak bayağı zordur. Bu batıl inançlara bakarak biz Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak folklorunda İskit, Massaget, Ğun, Üysin, Oğuz-Kıpçak zamanlarından kalan kavramlar ile gelenek ve âdetler çoktur diyebiliriz. Bunların hepsi İslam öncesindeki gelenek-göreneklerin izidir.
EFSANELER
Efsane, masal, vakayinâme, şecere tüm halklarda vardır. Onlarda tarihî olay, kahraman, hızlı at, av kuşu, coğrafik isimler, ay, güneş, yıldızlar hakkında söz edilir. Bu özelliklerine göre onları mitolojik ve tarihî efsaneler olarak sınıflandırmaktayız. Çoğu durumlarda masal, efsane, destan birbirleriyle bağlıdır. Masalın efsane, efsanenin destan şeklinde söylenmesi mümkündür.
Mitolojik efsanelerin başlıca niteliği komşu olan farklı ülkeler ile milletlerde ortak olmasıdır. Örneğin, Madi (Mode) efsanesi tüm Orta Asya, Altay, Sibirya, Kafkas halklarında ortaktır. Çünkü o zamanlardaki toplumların inançları da aynıydı. Nuh tufanı hakkındaki efsaneler sadece Yakın Doğu’da değil Çin, Orta Asya folklorunda da yer almaktadır. “Kazıgurt’ta gemi kalmış, o evliya değilse neden kalmış?” ifadesi İslamî niteliğe sahip olduğunu bazı araştırmacılar fark etmemektedir. Bu sonra ortaya çıkan bir efsanedir. Masaldaki eski efsaneler insan şeklinde değildi güneş, ay, toprak, gemi, tufan, Âdem Peygamber, Havva Ana şeklindeydi. Zamanla onlar ayrı bir kahraman, şahıs adına geçer. Bu efsaneleri kozmolojik, antropolojik olarak sınıflandırarak bir düzene getirilmelidir. Bize antropolojik destanlar çok yakındır. Bu folklorumuzu detaylı olarak araştırırsak, geçmişimize yaklaşmamıza neden olur.
Eski efsanelerde beyaz at, Ülker, Zuhre hakkındaysa, IX. yüzyıla ait “Oğuz-nâme” etnogenez[56 - Bir halkın veya bir grubun doğuşu, gelişimi ve düşüşlerini ele alan bilim dalıdır.] efsanedir. “Şahnâme”, “Ramayana”, “Bin Bir Gece”, “Manas”, “Dede Korkut”, Orhon yazıtlarında efsane, masal, şecere karışıktır. Böyle mitolojik efsaneler Hindistan, Mısır, Roma gibi ülkelerde çoktur. Sonra efsanelerde insandan ve hayvandan bahsedilmiştir. Çünkü hangi masal, efsane, destan olursa olsun, ilk olarak gerçek hayattan alınmış vakadan ve sonrada bilinçteki kalıntılardan ortaya çıkmıştır. Bazen tasavvur etme, bazen mantıki düşünme yoluyla yaratılan efsaneler insanoğlunun hayalinin harika bir başarısıdır.
Doğu sultanlarının saraylarında meydana gelen efsanelere vakayinâme denir. O vakayinâmelerden “Ferhad-Şirin”, “Yedi Güzel” gibi destanlar ortaya çıkmıştır.
Efsane mi yoksa vakayinâme mi daha önce meydana gelmiştir? Bu konu üzerinde tartışma yapılabilir. Fakat belli bir konudan söz edince, tam olarak bir şey söylemek zordur. Örneğin, Orta Asya halklarında “Şahnâme” hakkındaki efsaneler çoktur. Bunun yanısıra bu eser bizim için büyük bir mirastır.
Efsanenin şecerelik, vakayinâmelik, efsanevi biçimleri zamanla tarih ilmine yön vermiştir. Reşiddin’in “Moğol Şeceresi” tarih, “Altın Topşı” vakayinâmeyse, Rabat Oğuzi’nin “Kissas-ül Anbiya”sı tarihi şahısların hayatını anlatan bir romandır. Orhon Yazıtlarına biz vakayinâme demekteyiz. Siyavuş, Efrasiyab, Zohak, Navşarvan, Aksak Timur, Deli Petro, İvan Groznıy hakkında efsaneler çoktur.
Eskiden yazı ortaya çıkmadan önce göçmen halkların tarihî efsane, masal, nazım ve epik eserlerinde yer almıştır. Bunu kahramanlık destanları kanıtlamaktadır. A.S. Orlov Kazak destanlarının gerçek hayata yakın olduğunu belirterek “Edige” destanının tarihî vakayinâmelik niteliğini vurgulamıştır (Orlov’dan akt. Konıratbayev, 1991). Çünkü Edige gerçek hayatta olan bir şahıstır. Çokan da Kazak destanının Er Kökşe, Er Kosay, Şora Batır gibi şahıslarının gerçek hayatta yaşamış olduklarını belirtmektedir. Öyleyse Kazakların sadece bir tarihî destanları değil, başka destanları da farklı devirlerin şeceresidir. Folklor eserlerinin bu özelliğini düşünerek zamanında Kazak tarihini Şakarim ve M. Tınışpayev araştırmıştır.
Kazak efsanelerinin temeli Saka, Hun, Üysin, Göktürk Kağanlığı, Oğuz-Kıpçak, Nogay devirlerine dayanmaktadır. Onların içeriğine bakıldığında anaerkil, ataerkil, feodalizm devirlerinin izleri vardır. Özelliklerine göre Kazak tarihî efsaneleri şehir ve bozkır eserleri olarak sınıflandırılmaktadır.
Şehir Efsaneleri
Günümüz Kazakistan’da şehir efsaneleri İslamiyet’ten önce (Sakkala, Balasagun, Asanas, Kumkent, Jetiasar, Otırar, Sunak, Taraz, Jankent, vb.) ve sonraki konu (Yesevi, Aslanbab, Babata Türbeleri) olarak görünür. Oğuz, Nogay devirlerinden kalma efsaneler çoğunlukla insan ve coğrafik isimlerle alakalıdır (Korkut, Kambar, Babay Tükti Şaştı Aziz, Jirenşe Asan Kaygı vb.). Bunların hepsi tarihî geçmişi zengin, çeşitli destan ve masal konularına esas olmuştur.
Şehir efsaneleri Harezm, Turan, Jetisu, Sır bölgelerinde çok muhafaza edilmiştir. Harezm-Aral bölgesinde yani günümüz Karakalpakistan topraklarında meydana gelen birçok efsaneler vardır. Bu efsaneleri L.S. Tolstova incelemiştir (Tolstova, 1984: 128).
Şehir efsaneleri bazen gerçekçi (Aysulu, Tomiris, Zarina, Ayazbi), bazen efsanevi masal (Savruk Alp) şeklindedir. Bunlara tarihî-coğrafik efsaneler denir. Onlardan başlıcaları şunlardır: Tüymekent, Barşınkent, Baysın, Cent, Sayram, Şaş, Sakaravak efsaneleridir.
Hücent şehriyle[57 - Tacikistan’da Suğud vilayetinin merkezi olan bir şehir. Leninabad olarak da geçmektedir.] alakalı anlatılan hikâyelerden birisi Zarina efsanesidir. O kendi kocasını öldürerek sevgisiyle evlenir. Aysulu, Cankent hanı Malik Şah’ın karısıydı. Ona kulu Jalabatır âşık olur. Sonunda iftira atarak Aysulu’yu öldürür. Bundan sonra Cankent şehrini yılanlar basar. Malik Şah ve Jalabatır ise Buhara’ya kaçmışlar. Bu efsane Sır bölgesinde (Kazalı’da) çeşitli şekillerde anlatılır. Onu A. Nesterov, İ. Aniçkov gibi araştırmacılar yazıya geçirmişlerdir.
Oğuz zamanlarından kalma büyük efsanelerinden biri Alpamıs’tır. Bunu bazı araştırmacılar Tüymekent, Barşıkent efsanelerinden meydana geldiğini belirtmektedir. Tüymekent efsanesi, Evliya Ata yakınlarında meydana gelmiştir. Eserde “Karahan dağda atamız” mısraları vardır. Barşıkent efsanesiyse Sır bölgesinde ortaya çıkmıştır.
Tüymekent efsanesini A. Divayev yazıya geçirmiştir. Özeti şöyledir: Eski zamanlarda Saruk Alp adlı bir adam varmış. Onun Arsalan Alp adlı oğlu varmış. İkisi yola çıkmışlar. Evliya Ata’nın Almalı, Karaşa, Donbuta, Moynak köylerine giderler. Talas kıyısında Küren isimli Kalmak hanının Tüyme adlı bir kızı varmış. Arsalan Alp o kıza âşık olmuş. Kız ona Tüye-Moynak Dağ’ının eteğinde bir şehir kurarsan seninle evlenirim diye şart koşmuş. Arsalan kızın şartını kabul ederek işe başlamış. Kendisi on kilometrelik bir mesafeden taş atmış. Babasıysa onları tutarak örer. Bir gün Arsalan Alp yoldan geçen Tüyme’ye baka kalır, attığı taş da babasına ulaşmaz. Babası çok kızmış, az kalsın oğlunu öldürecekmiş. Babasının öfkesinden kaçan Arsalan arkasına bakmaksızın elindeki kazmasıyla toprağı arkasına atmaya başlamış. Attığı toprağı da doksan batmanmış. Böylece meydana Kumkent gelmiş.
Arsalan bu olaydan sonra başka bir şehre gitmiş. O yerin padişahı dağı delerek şehrimize suyun gelmesini sağlayacaksın şartını koşmuş. Dağı delmiş, şehre su getirmiş. Ama kendisi rivayete göre Zerafşan Deryası’na düşerek ölmüş. Ona sağa düş denilince sola, sola düş denilince de sağa düşermiş. Bu huyundan yararlananlar onu suya batırarak öldürmüşler. Bir incik kemiğinden köprü yapmışlar. Halk ona yılda bir kez yüz erkek keçi yağını sürermiş. Bu efsanedeki delik dağ olayı Türk Kağanlığı devrinden haber vermektedir.
Kaşgarlı Mahmut “ң” (nazal n) sesinin Çimkent ve Tokpak arasında kullanılmış, o Argular lehçesine has olduğunu belirtmiştir. IX. yüzyılda onların sınırları Fergana’ya kadar uzamış; Özgent, Azgış gibi şehirleri olmuştur.
Harezm topraklarındaki Diyü (Dev) şehir efsanesinin olayı da buna benzer. Ferhat Harezm padişahının kızı Şirin’e âşık olur. Padişah cadıya çölden taş şehir yapmasını buyurur. Oraya Dev şehir adını verir. Şehir inşası bitmek üzereyken cadı yüz deve yavrusu, kuzu, buzağı ve tay kestirir. Hayvanlar meleyerek her tarafı gürültüye boğarlar. Cadı, Şirin öldü deyince Ferhat elindeki son taşı kendi başına düşürerek ölmüştür.
Bu efsaneye göre “Barşınkent”’teki olaylar gerçeğe yakındır. Efsane Sır bölgesinde IX. yüzyılda meydana gelmiştir. Bir efsaneye göre Barşın Alpamıs’ın sevgilisidir, başka bir efsaneye göre o Hülagu Han’ın Kıpçak boyundan olan hanımıdır. Hülagu (1242-1247) İran’a yerleştikten sonra Barşın’ı Sunak’ta bırakır. Kız kaygıdan ölür. Tömenarık halkı bu olaydan sonra Kök (Mavi) Türbe yapmıştır. Bu türbeyi A. Divayev 1905 yılında ziyaret ederek şöyle bir efsaneyi dile getirmiş: Üç yüz yıl önce Sır kıyısında Ak Türbe, Kök Türbe adlı şehirler bulumuştur. Burayı Kalmak hanları Usa ile Zeren (Küren) yönetmişlerdir. Zeren Kazaklara karşı çok sert davranmış. Bundan dolayı Aral’dan Aday bahadırı Taylak ile Ulutav’dan Oşak bahadırı Savrık gelerek Zeren’i kovmuşlardır. Bulan’a kaçan Kalmaklar Sır bölgesinde felakete uğramışlardır. O topraklar bu olaydan sonra “Kalmak Kıran” diye adlandırılmıştır. Bu konu Barşınkent (Kök Türbe) efsanesini Jongar işgali devrine götürmektedir.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/avelbek-koniratbayev/kazak-folklorunun-tarihi-69499834/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
Çernışevskiy, N. G. Poln.sobr soç. V. 15. ти. M., 1949, C. 2. s. 369-380.
2
Belinskiy V. G. Poln. Sobr. soç. V 13- тi т. M., 1954, C. 5, s. 625.
3
“Sovetskaya Etnografiya” jurnalı. L., 1934, No: 3, s. 28.
4
Putilov B. N. Metodologiya Sravnitelno-İstoriçeskogo İzuçeniya Folklora. L., 1976, s. 177-203.
5
Gusev V. F. Lekskii Po Russkoy Narodnoy Slovecnosti. M., 1911, s.7.
6
Azadovskiy M. K. Literatura i Folklor. L., 1938.
7
Sokolov Ю. M. Russkiy Folklor. M., 1939.
8
Tarihçiler ilk toplumsal oluşumu üç devre bölüyor. Bu dönem onun ikincisine (avcılık, baktaşılık) denk gelir. Bknz: İstoriya drevnego Mira. M., 1985, Ç. I. C. 5.
9
Müller M. Opıt Sravnitelnoy Mifologii. SPb., 1963.
10
Islav Milliyetçileri (Slvyanofil)– feodalizmin destekçileri, Rus biliminin gelişirilmesi fikrine karşı olmuşlardır.
11
Bu çalışma ilk defa 1939’da yayımlandı ve daha sonra ikinci defa yayımlanmıştır. Bknz: Taylor E.B. İlkel Kültür. M., 1989.
12
Belinski V. G. Poln, sobr. Soç. (V 13-Ti T) M., 1954, T. 5, ss. 289-450.
13
TDK: sf. 1. Sağlığı bozan. 2. Zararlı: Görüyorsunuz ya iki gözüm, işsizliğin fazlası hem işverenler hem işçi arayanlar için muzırdır, iki gözüm, muzırdır doğrusu! -N. Hikmet. 3. Yaramaz, cinsel gelişmeye zararlı. 4. Her şeyi bozan, karıştıran (çocuk).
14
Dobrolyubov N. A. Sobr. Soç. V. 9-Ti T. M. L., 1962. T. 3. ss. 232-238.
15
Çernışevskiy N. G. Poln. Sobr. Soç. V. 15. Ti T. M., 1949, ss. 369-380.
16
Velihahanov Ç. Ç. Stati, perepiska. A., 1947, ss. 8-13.
17
Velihahanov Ç. Ç. Stati, perepiska. A., 1947, ss. 65-69.
18
Altinsarin I. Taza Bulak. A., 1988, s. 166-171.
19
Altinsarin I. Taza Bulak. A., 1988, ss. 172-183.
20
Altinsarin İ. Kirgizskaya Hrestomatiya. Orenburg, 1879.
21
Bkz: Abramov N. Kamennaya Peramida, Nadmogilnıy Pamyatnik “Kozı-Körpeş i Bayan-Sulu” v kirgizskoy stepi. Vestnik vost. Otd. İmper. Arhelog. Obş., 1858, ç. I, vıp. 2, s. 56-60; Krakoye izvle-çeniye iz legendı Bayan-Sulu. Akmolinckiye obl. Vedomosti. 1984, No: 1-3; Katanov N. Kozu Korpeş. Kazan, 1877; Pantusov N. Pamyatnik Kozu-Körpeş i Bayan Sulu. PZSÇKLA, 1898 (II. XII); Varanov E. Kirgizskoye Narodnoye Predata”, 1899, no: 9-10.
22
Bknz: Potanin G. N. Neskolko voprosov po izuçeniyu poveriy, skazaniy i obıçayev kirgizov i sibirskih tatarov. Zapiski Zapi-Sib. Otd. Geograf. Obş. Kn. H; Russkaya devuşka v kirgizskoy skazke. “Etnografiçeskoye obozreniye”, 1890; Doç morya v stepnom epose. “Etnografiçeskoye obozreniye”, 1982, no: 1; Greçeskiy epos i ordınskiy folklor. Etnografiçeskoye obozreniye”, 1894, no: 2; V yurte poslednego kirgizskogo tsareviça. “Russkoye bogatstvo” 1896, no: 8 i dr.
23
Bknz: BSE. M., 1940, T. 46, s. 540-541; Gordlevskiy V. A. Potanin Kak Narodoslovesnik. “Etnografiçeskoye Obozreniye”, 1915, no: 3-4.
24
Günümüzde G. N. Potanin eserleri hakkında çalışmalar oldukça çoktur. Bknz: G. N. Potanin. Kazak Folklorunun Tarihi. A. 1988, ss. 224-271.
25
Avezov M., Sobolev L. Epos i Folklor Kazahskogo Naroda. “Literaturnıy Kritik”, 1939, no: 10-11, 1940, no: 1.
26
Şuhmurradov O. Çujnıy Turkmenskomu Narodu Epos “Korkut Ata”. “Literaturnaya gazeta”, 1951, 27 oktyabr, no: 128.
27
Kazak Halık Ädebiyeti. Ertegiler. 1-t., 1988, 2-t., 1988, 3-t., 1988, 4-t., 1989; Aytıs 1-t., 1988, 2-t., 1988; Batırlar jırı. 1-t., 1986, 2-t., 1986, 3-t., 1987, 4-t., 1989.
28
Söz atası. Kurastırğan Kurışjanov Ä. A., 1987; Kuttı Bilik. Avdarıp, alğı sözin jazğan Yegevbaev A. A. 1986; Korkıt Ata Kitabı. Avdarıp, alğı sözin jazğan Konıratbaev A. A., 1986; Mahabbatnama. Avdarğan Kıravbaeva A. A., 1985.
29
Kaydarov Ä. Orazov M. Turkologiyağa Kirispe. A., 1986.
30
Aydarov F. Köne Turki Jazba Eskertkişteriñ Tili, A., 1986; Orhon eskertişteriniñ Tili. A., 1990
31
İsaev S. Kazak Ädebi Tiliniñ Tarihı. A., 1990.
32
Ömiräliev K. Oğuz Kağan Eposınıñ Tili. A., 1989.
33
Marğulan A. Ejelgi Jır, Anızdar. A., 1985.
34
Konıratbaev A. A. Kazak Epos jäne Turkologiya. A., 1987.
35
Şüyinşäliyev H. Ğasırlar Poezziyası. A. 1987; VIII-XVIII Ğasırlardağı Kazak Ädebiyeti. A., 1989.
36
Berdibaev R. Kävser Bulak. A., 1989.
37
Kelimbetov N. Kazak Ädebiyetiniñ Ejelgi Däviri. A., 1986.
38
Joldasbekov M. Asıl Arnalar. A., 1986.
39
Kıravbayeva A. Ğasırlar Murası. A., 1988.
40
“Pir” –fars dilinde kariya adlı kavramı bildirir. Onun esası “kempir” adlı sözde saklanmıştır. Kam (Şaman-baksı) –pir (ana), bir de kem (kişi) –pir (ana) olup görülür.
41
Bitki türü
42
Şildehana, bebek doğumunun kutlanması törenidir.
43
Aşık, Kazak halkının çocuklar tarafından oynanan millî oyunudur.
44
Bu ağıt, ilk defa A. Divayev tarafından yazıya geçirilmiştir.
45
Jıyırma Bes Joktav, Moskova, 1925.
46
Kımız hazırlamak için kullanılan deri kap.
47
Kazaklarda “biy” kelimesi yargıç, hâkim, kadı anlamlarına gelir. Sosyal düzen içerisindeki fonksiyonu “biy”in önemini arttırmıştır. Biy, Han’ın danışmanı, adaletin sembolüdür. Biylerin, boyların göçlerini ve göç yollarını düzenlemek, boylar arasındaki tartışma veya vuruşmaları sona erdirmek, iç ve dış barışı sağlamak, otlu ve sulu vadileri boylar arasında paylaştırmak gibi önemli rolleri vardır. Biylik babadan oğula geçen bir hak değildir. Biy olabilmek için kişinin âdil olması, halkın onun adalet terazisinden ayrılmadığına inancı ve sözün kudretli gücüne sahip olması gerekir. Biy olabilmek için bilge olmak gerekir. Kazaklarda en ünlü biyler olarak Töle Biy, Kazıbek Biy ve Ayteke Biy’in adları geçer.
48
Totem, bütün canlı varlıkların sahibinin olduğuna inanma anlayışıdır.
49
Taylor Ä. B. Pervotınaya Kultura. M., 1989.
50
Frezer Dj. Zolotaya vest. M., 1980, s. 61-74.
51
Märi Boys. Zorostriytsı. M., 1987.
52
Alekseev N. A. Şamanizm Türkoyazıçnıy Narodov Sibiri. Novosibirsk, 1984.
53
Stepanyants M. T. Filosofskiye Aspektı Sufizma. M., 1987.
54
Novak E. S. Obryad i Sibiskom Şamanizme. M., 1984
55
Sovetskiy Folklor. 1936, no: 4-5.
56
Bir halkın veya bir grubun doğuşu, gelişimi ve düşüşlerini ele alan bilim dalıdır.
57
Tacikistan’da Suğud vilayetinin merkezi olan bir şehir. Leninabad olarak da geçmektedir.