Tatar Çocuk Oyunları

Tatar Çocuk Oyunları
Erkan Karagöz

Dr. Erkan Karagöz
Tatar Çocuk Oyunları

Sevgili annem Şennur Karagöz’e…


Ön Söz
Oyun, bir olgu olarak, sadece halk biliminin değil; çok geniş yelpazede felsefe, sosyoloji, antropoloji, psikoloji, pedagoji, çocuk gelişimi, iletişim, ekonomi, medya, yazılım mühendisliği gibi birçok bilim dalının konusu olmuştur. Bu bilim dallarında çalışan bilim insanları oyunu kendi bakış açılarıyla temsilcisi oldukları saha açısından araştırıp incelemişler ve değerlendirmelerde bulunmuşlardır.
Bu çalışmaya başlamamla birlikte yapmış olduğum okumaların ve araştırmaların neticesinde zihnimi bir soru meşgul etmeye başladı ve hâlen de ediyor: “Oyunlar sadece çocuklar tarafından mı oynanıyor, çocuklar oynadığı için mi onlara ait oluyor?” Bu sorunun cevabını bulmak için yapılması gereken eyleme yani gözleme başvurdum. Bir çocuğa “Ne yapıyorsun?” diye bir soru sorulduğunda alınacak cevap büyük ihtimalle oynamakta olduğu ya da oynamak istediği bir oyunla ilgili olacaktır. Çünkü toplumun bir ferdi olarak çocuk, oyun oynamayı kendine iş edinir. Oynayarak öğrenmeyi kendine iş edinen çocuk, doğası gereği herhangi bir yeri kolayca oyun alanına dönüştürebilme yetisine sahiptir. Oyun oynamak için çocuğun ihtiyacı olan tek şey fazlasıyla kendisinde var olan hayal dünyasıdır. Bir yetişkine “Ne yapıyorsun?” diye sorulduğunda ise alınacak cevap büyük ihtimalle o anda yapmakta olduğu ya da yapmak istediği bir işle ilgili olacaktır. Çünkü toplumun bir ferdi olarak yetişkinin yapmakla yükümlü olduğu işleri vardır. İşte bundan dolayı oyun oynamak için vakti oldukça kısıtlıdır. Ama yine de sosyal bir varlık olan insan hayatın tekdüzeliğinden ve stresinden kurtulmak için, biraz olsun neşelenmek ve hoşça vakit geçirmek için yetişkin de olsa oyun oynama gereksinimi duyar. Yani diyebiliriz ki insan hayatında oyun oynamanın bir yaşı, belirli bir dönemi yoktur. Oyun oynamak çocuğun işiyse yetişkinin eğlencesidir.
“Çocuk oyunu” tabiri hakkında yukarıdaki görüşe eğilim göstersem de bu kitabımın ismi literatürdeki yaygın kullanımdan ötürü Tatar Çocuk Oyunları – Hareketli Oyunlar olarak belirlendi. Halk bilimsel bakış açısıyla yapılan bu çalışmada günümüzde Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nde yaşayan Tatar Türklerinin oyunları incelenmiştir.
Bu çalışmaya başlamadan önce Tatar çocuk oyunları üzerine yapılan literatür taraması neticesinde ulaşılabilen oyunlar titiz bir incelemeden sonra “hareketli, dramalı, türkülü danslı ve bellek sınamalı” oyunlar olmak üzere dört üst başlıkta sınıflandırıldı. Her üst başlığın altında her biri için müstakil bir çalışma yapılabilecek kadar fazla sayıda oyuna erişildiğinden bir sınırlamaya gidildi ve hareketli oyunlar bu kitap çalışmasının konusunu teşkil etti.
Hareketli oyunların incelemesine geçmeden önce kitabın giriş bölümünde ilk olarak farklı disiplinlerde oyun kavramı üzerine öne çıkan bilim insanlarının görüş, tanım ve yaklaşımları verilmiş, bunlar hakkında değerlendirmelerde bulunulmuş ve konu hakkındaki kendi görüşümüz ıralanmıştır. Ardından çağdaş Türk yazı dillerinde “oyun” ve “oyna-” sözcüklerinin karşılıkları bir tablo içerisinde gösterildikten sonra kısa bir değerlendirme yapılmıştır. Ondan sonra “oyun (уен)” ve “oyna- (уйна-)” sözcükleri üzerine yapılan etimolojik çözümlemeler üzerinde durulmuş, fikir yürütülmüştür. Daha sonrasında Tatar Türkçesinde “oyun (уен)” ve “oyna- (уйна-)” sözcüklerine ilişkin söz varlığı bu sözcüklerin sözlüklerdeki temel ve yan anlamları verilerek, bu sözcüklerden türetilen başka sözcükler ile bu sözcüklerle kullanılan birleşik sözcükler taranarak, deyim ve atasözlerindeki kullanım biçimleri gösterilerek çıkartılmaya çalışılmıştır. Devamında, ulaşabildiğimiz ölçüde, Tatar çocuk oyunları üzerine yapılan kitap çalışmalarının içerikleri hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Son olarak ise bu çalışmada kullanılacak şekliyle Tatar çocuk oyunlarının bir sınıflandırma denemesi yapılmıştır.
Çalışmanın birinci bölümü oyunlara ve bunların incelemesine ayrılmıştır. Bu çalışmaya malzeme olan ve incelemesi yapılan oyunlar daha çok Tatar çocuklarının oynadığı geleneksel oyunlardan olup yapılarında çeşitli hareket unsurları barındırmaktadır. Oyuncular bu hareketleri koşarak, zıplayarak, atlayarak, yürüyerek, oyunun yapısı gereği uzuvlarını kullanarak yani bir şekilde bedenlerini kımıldatarak gerçekleştirmektedir. Bu hareketler oyuncuların sahip olduğu fiziki güç, çeviklik, çabukluk, denge, kondisyon, refleks gibi özelliklerle doğru orantılı olup oyunun kuralları doğrultusunda rekabete dayalı olarak biçimlenmektedir. Oyunlarda oyuncuların hedefi gerek bireysel gerekse takım rekabeti olsun rakiplerine üstün gelip yarışmayı kazanmaktır. Her ne kadar yarışmayı kazanmak önemli olsa da çocukların oyunlardaki asıl amacı eğlenmek, oyun oynamanın keyfini çıkarıp mutlu anlar yaşamaktır.
Bu çalışmada hareketli oyunlar sahip oldukları en belirgin özellikler üzerinden kendi içerisinde daha özel bir şekilde sınıflandırılmaya çalışılmış, toplamda on bir alt gruba indirgenmiştir. Alt grupların isimlendirmeleri oyunun en belirgin özelliği dikkate alınarak yapılmıştır. Burada şunu belirtmekte fayda vardır: Sınıflandırma yapılırken bazı oyunların bir gruba yerleştirilmesinde oyunun birden fazla belirgin özelliğinin olmasından dolayı hangi sınıflandırmada yer alması sorunu belirmiştir. Bu duruma kovalamacalı ve koşmacalı-koşuşturmacalı oyunlar üzerinden bakılacak olursa kovalamacalı oyunlarda oyuncuların koşması oldukça belirgin bir özelliktir. Ama kovalamacalı oyunların çok daha belirgin bir özelliği, bir oyuncunun diğer oyuncuların peşinden onları yakalamak için koşması yani onları kovalaması çok daha ayırt edici bir özelliktir. Bu özellikten ötürü bu türden oyunlar söz konusu grubun içerisinde sınıflandırılmıştır. Buna benzer sorunlar diğer sınıflandırmalarda da ortaya çıktığından bu türden oyunların hangi grupta yer alacağına ilişkin olarak inisiyatif kullanılmış, en doğru sınıflandırma yapılmaya çalışılmıştır. Bu inisiyatif kullanma yani karar vermenin nasıl yapıldığı beştaş (aşık) ve seksek oyunlarının hedef almacalı oyunlar içerisinde değerlendirilmesi üzerinden şu şekilde açıklanabilir: Bu çalışmada hareketli oyunların sınıflandırılırken oyunun en belirgin özelliğinin gözetilerek sınıflandırıldığı yukarıda ifade edilmişti. Buna göre beştaş (aşık) oyununda oyuncular taştan ya da aşık kemiğinden olan oyun gerecini bu oyunun yapısı gereği el becerisiyle hedefleyerek atıp doğru hareketi gerçekleştirmeye çalışırlar. Seksek oyununda da oyuncular çizgilerle belirlenmiş oyun alanı sınırları içerisinde, oyun gerecini el ve ayaklarını kullanarak hassas bir şekilde hedefe yani karelerin içine doğru biçimde atmaya çalışırlar. Bu oyunlarda görüldüğü üzere oyuncular tarafından bir hedeflemenin yapıldığı açıktır. İşte buna istinaden bu iki oyun inisiyatif kullanılarak hedef almacalı oyunlar içerisinde sınıflandırılmıştır.
On bir grupta yer alan her bir oyunun incelemesinde hem mükerrer ifadelere yer vermemek hem de bir düzen içerisinde bütünlük sağlamak adına bir şablon uygulaması hazırlanmıştır. Oluşturulan şablonda her oyunun Türkçe aktarması başlığı altında sırasıyla şu hususlardaki bilgilere yer verilmiştir: Oyunun Tatarca adı ve geçtiği eser, oyuncu sayısı ve cinsiyeti, oyun zamanı ve yeri, oyun donanımı, oynanışı, oyun tekerlemesi. Bunlara oyunların geçtiği kaynak eserlerden ulaşıldığından eğer bahsedilen bu hususlarla ilgili herhangi birisinde kesin bir bilgiye erişilememişse o husus inceleme kısmında yer almamıştır. Oyunun Tatarca adı ve geçtiği eser hususu verilirken kaynak eserlerde Kiril harfleriyle yazılan oyun adları Latinize edilerek yazılmış ve alındığı kaynak eserin metin içi atıfı yapılmıştır. Ondan sonra sırasıyla oyuncu sayısı ve cinsiyeti hususunda oyunun kaç kişi ile kız çocukları tarafından mı, erkek çocukları tarafından mı yoksa karışık olarak mı oynandığı bilgisi, oyun zamanı ve yeri hususunda oyunun yılın hangi zamanlarında, günün hangi vakitlerinde ve ne gibi mekân ve alanlarda oynandığı bilgisi verilmiştir. Ardından oyun donanımı hususunda oyunun oynanabilmesi için gerekli olan oyun araç-gereçleri ile oyun ortamı ihtiyaçlarının bilgisi verilmiştir. Oynanışı hususunda oyunun nasıl oynandığı anlatılmıştır. Oyun tekerlemesi hususu ise eğer oyunda tekerleme geçiyorsa bunu göstermek için kullanılmıştır. Tekerlemelerin Tatar Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarılmasında mümkün olduğunca kafiye düzenine ve uyumuna özen gösterilmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümü, birinci bölümde incelemesi yapılan oyunlar kapsamında hazırlanan ayrıntılı sözlük çalışmasını içermektedir. Bu sözlük çalışması hazırlanırken madde başlarının yazılmasında ve oluşturulmasında şöyle bir yol izlenmiştir: Madde başlarının yazılmasında ilgili Tatarca sözcük veya sözcük grubu Latinize edilerek yazılmış, bitişiğinde de parantez içinde Kiril harfli özgün biçimi yazılmıştır. Eğer bu madde başının tam bir Türkçe karşılığı varsa açıklama kısmına geçmeden önce verilmiştir. Açıklama kısmında madde başının birden fazla açıklamasına ihtiyaç duyulduysa sayısal düzende maddelendirme yapılmıştır. Madde başlarının oluşturulmasında ise oyun adlarının açıklayıcı tanımlarının yapılması, oyunlarda kullanılan gereçler ile özel ifadelerin yani oyun terimlerinin açıklamalarının yapılması gibi hususlar göz önünde bulundurulmuştur.
Çalışma genelinde Tatar Kiril alfabesinden Latinize edilen sözcüklerde Türk Latin alfabesinde yer almayan sadece iki harf kullanılmıştır. Bunlardan birisi Tatar Kiril alfabesinin е harfi, diğeri ң harfidir. Kapalı e olarak bilinen sese tekabül eden е harfi Tatar ünlü sisteminde /ı/ sesinin ince sıradaki dengi olmasından ve Türk Latin alfabesi gözetilerek yazılmasından ötürü ĩ harfiyle yazılmıştır. Art damak n’si için kullanılan ң harfi ise Latinize edilirken ŋ harfiyle yazılmıştır.
Ellerindeki Tatar çocuk oyunlarıyla ilgili kaynak eserleri benimle paylaşma inceliğini düşünerek kaynakçamı zenginleştiren Doç. Dr. Ahmet Turan Türk ve Dr. Gülşah Yılmaz’a; metinleri Tatar Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarırken takıldığım yerleri birlikte münazara ederek çözdüğüm Dr. Öğr. Üyesi Işılay Işıktaş Sava, Dr. Alp Eren Demirkaya, MSc. Albina Valieva ve MSc. Adeliia Mustafina’ya; yazdığım bölümleri okuma zahmeti göstererek bir bakıma hakemlik yapan Prof. Dr. İbrahim Dilek, Doç. Dr. Cemile Kınacı Baran, Doç. Dr. Abdülkadir Öztürk, Doç. Dr. Hüseyin Yıldız, Doç. Dr. İsa Sarı, Doç. Dr. Dinçer Apaydın, Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Atabey, Dr. Öğr. Üyesi Fatma Ertürk, Dr. Öğr. Üyesi Musa Salan, Dr. Öğr. Üyesi Senem Karagöz ve Dr. Zeynep Aslan’a; kapak fotoğrafının sahibi eski Kazan başkonsoloslarından Turhan Dilmaç’a, kitabın iyi bir şekilde çıkması için gerekli titizliği göstererek grafik ve tasarımını yapan İbrahim Sağlam ile bu süreçte ilgisini esirgemeyen Avrasya Yazarlar Birliği Bengü Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Dr. Yakup Ömeroğlu’na teşekkürlerimi sunarım.

    Dr. Erkan Karagöz
    Ankara, Eylül, 2022

Giriş

1. Oyun Kavramı: Görüşler – Tanımlar – Yaklaşımlar
Akademik bir çalışma konusu olarak “oyun”, birçok disiplin tarafından üzerinde çok yönlü araştırmaların yapılıp yürütüldüğü, oldukça kapsamlı ve tartışmalı bir olgudur. Frans Mäyrä, Jan Van Looy ve Thorsten Quandt, Disciplinary Identity of Game Scholars: An Outline (Oyun Akademisyenlerinin Disiplinsel Kimliklerinin Bir Çerçevesi) isimli çalışmalarında uzun yıllardır oyunlara yönelik akademik çalışmaların var olduğunu ancak bunların biraz dağınık olarak farklı disiplinlerin bünyesinde konferans, dergi ve diğer yayın faaliyetleri ile daha da genişlediğine dikkat çekerek bu bin yılın başında oyunların kendi başlarına inceleneceği yeni bir disiplin kurma fikrinin önem kazandığını belirtmişlerdir (Mäyrä vd., 2013: 2). Mäyrä ve arkadaşları, kendilerini “dijital oyun araştırmacısı” olarak tanımlayan 808 kişinin katıldığı bir anket çalışması hazırlamışlardır. Anketin ilk sorusu, katılımcıların akademik geçmişine ilişkindir ve ortaya şöyle bir sonuç çıkmıştır (Mäyrä vd., 2013: 7):


Çizelgede de görüldüğü üzere günümüzde bir akademik çalışma sahası olarak “oyun” konusu gitgide daha da multidisipliner bir kimliğe sahip olma yolunda ilerlemektedir.
“Oyun” kavramı, yukarıdaki çizelgede isimleri geçen pek çok disipline konu olmasından dolayı birçok bilim insanı, oyunu kendi bakış açısından araştırıp incelemiştir. Hem yer kısıtlaması hem de erişebilme etmenlerinden dolayı bunların hepsine Giriş bölümünde, bu başlık altında değinmek bir hayli güç olacağından özellikle felsefe, antropoloji, sosyoloji, halk bilimi, psikoloji, pedagoji, çocuk gelişimi, tiyatro, sinema, spor, müzik, dans, iletişim, sanat ve tasarım (oyuncak, dijital oyun vb.) gibi disiplinlere dayalı bir sınırlandırmaya gidilmiştir. Bu disiplinlerden eserleriyle etki bırakıp ardıllarını etkileyen ve bu çalışmanın folklorik içeriği açısından önemli olabileceği düşünülen bilim insanlarının “oyun” ile ilgili görüşleri, tanımları ve yaklaşımları aşağıda verilmeye çalışılmış; bunların üzerine değerlendirmeler yapılmıştır. Bu yapılırken yabancı bilim insanları ve Türk bilim insanları şeklinde bir ayrıma gidilmiştir. Yazının sonunda da “oyun” kavramına ilişkin kendi görüş ve düşüncelerimiz karakterize edilmiştir.
a) Yabancı Bilim İnsanları:
Antik Yunan filozofu Platon, Yasalar isimli eserinde, barış günlerinde olabildiğince uzun ve iyi yaşandığından herkesin birtakım oyunlar oynayarak, kurban keserek, türkü söyleyerek ve dans ederek yaşaması gerektiğini, oyun olgusu üzerinden anlatmıştır: “Diyorum ki, ciddi olan şeyle uğraşmak, ciddi olmayanı bir yana bırakmak gerekir; Tanrı, yapısı gereği her türlü mutluluk çabasına değer; insan ise, daha önce söylediğimiz gibi, tanrının bir oyuncağı olarak tasarlanmıştır ve aslında onun en üstün yanıdır; böylece her kadın ve erkek bu role uyarak ve olabildiğince güzel oyunlar oynayarak yaşamalı ama bugünkünün tam tersi bir anlayışla.” (Platon, 2007: 280). Eugen Fink, Platon’un Yasalar adlı eserindeki bu görüşlerine şöyle bir açıklama getirmeye çalışmıştır: “Tanrıların insanlar üzerindeki bu egemenliği oyun olarak yorumlanır, oyuncaklarla düşüp kalkma olarak. Oyun oynama her türlü sıkıntıdan muaf olan boş zamanda gerçekleşen bir faaliyettir. Tanrı sıkıntısız olduğu için hep oynayabiliyordur.” (Fink, 2015: 104-105). Yine Platon bu eserinde eğitimin ne olması gerektiğini açıklarken de oyun olgusundan faydalanmıştır: “Başarılı olmak isteyen bir kimsenin çocukluğundan itibaren eğlenirken ya da çalışırken bu amacına uygun şeylerle uğraşması gerekir, diyorum. Sözgelişi, iyi bir çiftçi ya da iyi bir duvarcı olmak istiyorsa duvarcı oyuncak evlerle oynamalıdır, çiftçi de bunun için yapmalıdır, bunları yetiştiren kişi de her birinin eline aslının aynı küçük araçlar vermeli, örneğin marangozun cetvel ve çekül kullanması, savaşçının oynarken ata binmesi gibi önceden öğrenilmesi gereken ne kadar bilgi varsa bunları öğretmeli, oyun aracılığı ile çocukların hazlarını ve tutkularını büyüdüklerinde hedef olarak seçecekleri yere yöneltmelidir. Biz diyoruz ki, eğitimin özü, oyun çağındaki çocuğun ruhunu yetişkinliğinde mükemmel bir insan olması için işinin erdemini gerektiren şeye karşı özellikle heveslendiren doğru yönlendirmedir.” (Platon, 2007: 74). Platon bu görüşleriyle oyunun hayat boyu öğrenme aracı olarak ev, okul, iş gibi mekânlara bağlı kalmaksızın; yaş, sosyal, ekonomik gibi durumlara bakılmaksızın iş görme amacına dikkat çekmiştir.
Filozofluğunun yanında tarihçi, şair, drama yazarlığı gibi kimlikleri olan Alman Friedrich von Schiller, Estetik Üzerine isimli eserinin Onbeşinci Mektup bölümünde, güzellik kavramı üzerinden salt oyunun ne olduğunun cevabını, sorduğu şu sorular üzerinden irdelemiştir: “Güzellik sadece bir oyun yapılmakla, değeri düşürülmüş ve ezelden beri oyun adını almış abes nesnelerle bir tutulmuş olmuyor mu? Kültürün bir âleti diye bakılan güzelliği bir salt oyuna irca etmek, onun makullüğüne ve şerefine karşı gelmiyor mu? Zevki tamamıyla dışarıda bırakmakla, ancak beraberce var olabilen oyunu sadece güzelliğe inhisar ettirmek, onun tecrübeliğine aykırı gelmiyor mu? Yalnız insanın, bulunabileceği bütün durumlar arasında, onu dolduran, iki türlü tabiatını beraberce geliştiren, bilhassa oyun ve yalnız oyun olduğunu bildikten sonra, salt oyun da ne demek oluyor?” (Schiller, 1999: 59-60). Schiller, bu soruların cevaplarını alışagelmişin karşısında kendi görüşleri etrafında delillerle ispat ederek cevapladığını ancak yine de itiraz alacağını ifade etmiştir. Schiller’in sorduğu sorulara cevabı şöyledir: “İnsan yalnız hoşa gideni, iyi olanı, mükemmel olanı ciddiye alır; fakat güzellikle oynar. […] Güzel yalnız hayat değil, yalnız şekil değil; canlı şekil yani güzellik olmalıdır. O, insana mutlak şekilciliğin ve mutlak gerçekliğin çift kanununu, mutlak gerçeği emreder. Bununla beraber ifadesi şudur: İnsan güzellik ile yalnız olmalı ve yalnız güzellik ile oynamalı. Çünkü sonunda birden söylemek için insan, kelimenin tam anlamıyla ancak insan olduğu zaman oynar ve ancak oynadığı zaman tam bir insandır.” (Schiller, 1999: 60-61). Bu durumu Aslı Yazıcı, Schiller’de Özgürlük Olarak Estetik adlı çalışmasında “Mektuplar”ın genel çerçevesine bakıldığında oyun dürtüsünün uzlaştırıcı ve bütünleştirici işlevinin dikkat çektiğini belirtip oyun dürtüsü ile güzellik kavramı üzerinden ilişki kurarak açıklamıştır: “Oyun dürtüsü gibi güzel de iki öğeden oluşur. Güzel canlıdır, çünkü onu duyumsar ve hissedebiliriz; biçimdir çünkü onu düşünebiliriz. Dahası, oyun gibi güzel de içsel değere sahiptir. Bu yönüyle hem oyunun hem de güzelin insan üzerinde özgürleştirici etkisi vardır; çünkü her ikisi de duyum ve biçim dürtüleri arasındaki karşıtlığı çözer. Her ikisi de bireyin çok boyutlu insan yaşamı geliştirmesine izin verir.” (Yazıcı, 2010: 174).
Hollandalı kültür ve tarih profesörü Johan Huizinga, Homo Ludens – Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine isimli eserine yazdığı ön söze (Huizinga, 2021a: 13-16) Homo sapiens (akıllı insan) teriminin eskiden biz insanlara sanıldığı kadar uygun olmadığının açıkça ortaya çıkmasından sonra bu eksikliği gidermek için Homo faber (imalat yapan insan) teriminin eklenmesinin uygun olacağı inancını eleştirerek başlamıştır. Ona göre bu terim de yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden Homo Lu-dens (oyun oynayan insan) terimi, Homo faber teriminin yanında yer almayı hak etmektedir. “Oyun kültürden daha eskidir.” diyerek bu terimin fikir babası olan Huizinga, kültürün hangi ölçülerde oyunsal bir karakter gösterdiğini araştırmakla yola çıktığını ifade etmiş; insan uygarlığının, oyun olarak oyunun içinde ortaya çıkıp geliştiği savını bu kavram üzerinden irdelediğini belirtmiştir.
Johan Huizinga, biçim açısından oyun kavramının kısaca tanımlanmasının mümkün olduğunu vurgulayarak “Olağan hayatın dışında yer aldığı hissedilen, özgür ve kurmaca ama yine de oyuncuyu tamamen içine çekme yeteneğine sahip bir eylem.” şeklinde bir tanım yapmış ve bu tanımı eyleme işi üzerinden “Oyun her tür maddi çıkar ve yarardan arınmış bir eylemdir. Bu eylem bilhassa sınırlandırılmış bir zaman ve mekânda gerçekleşmekte, belirli kurallara uygun olarak, düzen içinde cereyan etmekte ve kendilerini gönüllü olarak bir esrar havasıyla çevreleyen veya alışılmış dünyaya yabancı olduklarını kılık değiştirerek vurgulayan grup ilişkileri doğurmaktadır.” sözleriyle açmıştır. (Huizinga, 2021a: 33).
Johan Huizinga, bir başka eseri Homo Ludens – Oyunun Kültürel İşlevi Üzerine Bir İnceleme isimli çalışmasında Zondervan (1928) ve Buytendijk’in (1932) oyun teorilerine yer verdiği eserlerinden faydalanarak oyunun biyolojik etkileri üzerine yapılan tanımları şu şekilde özetlemiştir: “Oyunun biyolojik etkilerini tanımlamak için yapılan sayısız girişim, çarpıcı bir çeşitlilik göstermektedir. Kimilerince oyunun kökeni ve esasları aşırı yaşam enerjisini boşaltmanın bir yolu olarak, bazılarınca da bir takım taklitçi içgüdünün tatmini ya da yine basitçe bir rahatlama ihtiyacı şeklinde tanımlandı. Bir teoriye göre oyun, genç yaratık adına hayatın ileride talep edeceği ciddi işler için bir eğitim teşkil eder. Bir başkasına göre bireye gerekli olan kısıtlı bir egzersiz imkânı sunar. Bazısı, oyun prensibini belli bir beceriyi çalıştırmak için doğuştan gelen bir dürtüde veya hükmetme ya da rekabet etme arzusunda bulur. Gerçi başkaları da onu zararlı dürtülerin dışa vurumu olarak bir duygusal boşalma, tek taraflı aktivite ile harcanan enerjinin lüzumlu yenileyicisi, arzu gerçekleştirimi, şahsi değer duygusunu idame ettirmek için tasarlanmış bir kurgu vs. saymışlardır.” (Huizinga, 2021b: 10).
Johan Huizinga, oyunun kültürel işlevini konu aldığı eserindeki Oyun Kavramının Dildeki İfadesi adlı bölümünde belli başlı dillerdeki İngilizce play kelimesine karşılık gelen kelimeleri anlam bilimsel bir bakış açısıyla çözümlemeye çalışmış ve “Böyle bir kavram, bence şu şekilde oldukça iyi betimlenmiştir.” diyerek şu tanımı yapmıştır: “Oyun, tanımlanmış zaman ve mekân dâhilinde, kabul etmekte serbest olunan ama kesinlikle bağlayıcı kurallarla kendi içinde bir maksada sahip ve bir heyecan, eğlence ve sıradan hayattan farklı olduğunun farkındalığı hissinin eşlik ettiği gönüllü bir aktivite ya da meşguliyettir.” (Huizinga, 2021b: 40).
Mantık ve dil felsefesi alanında yaptığı çalışmalarla yirminci yüzyılın en önemli filozofları arasında gösterilen Avusturyalı Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar isimli eserinde “Oyunun ne olduğunu bilmek ne demektir? Bilmek ama söyleyememek ne demektir? Bu bilgi dile getirilmemiş bir tanımın bir tür eş değeri midir? Öyle bir tanım ki dile getirilecek olsa bilgimin ifadesi olarak kabul edebilecek olayım onu.” biçimindeki sorduğu sorulara cevaplar bulmaya çalışarak “oyun” sözcüğüyle oynanan dil oyununun kavramsal bir analinizi yapmıştır: “Örneğin ‘oyun’ dediğimiz süreçleri ele al. Bir oyun tahtası üzerinde oynanan oyunları, kâğıt oyunlarını, top oyunlarını, mücadele içeren oyunları, vs. kastediyorum. Bunların hepsinde ortak olan nedir? – Hepsinde ortak olan bir şeyin olması gerek, yoksa ‘oyun’ denmezdi bunlara.’ deme – bunun yerine, hepsinde ortak bir şey olup olmadığına bak. – Çünkü bunlara baktığında, hepsinde ortak olan bir şey görmesen de benzerlikler, akrabalıklar göreceksin, hem de bir dizi. Söylediğim gibi: Düşünme, bak! – Örneğin, tahta üzerinde oynanan oyunlara bak, türlü çeşitli akrabalıklarıyla. Şimdi de kâğıt oyunlarına geç: Burada ilk kümedekilere denk düşen pek çok şey bulacaksın ama pek çok ortak özellik kaybolacak, yenileri ortaya çıkacak. Şimdi de top oyunlarına geçersek kimi ortak şeylerin korunduğunu, ama pek çoğunun da kaybolup gittiğini görürüz. – Hepsi de ‘eğlendirici’ midir? Satrancı dokuztaşla karşılaştır. Ya da hepsinde kazanmak ve kaybetmek veya oyuncular arasındaki rekabet midir söz konusu olan? Pasyansı düşün. Top oyunlarında kazanma ve kaybetme vardır ama bir çocuğun topu duvara atıp tutmasında bu özellik ortadan kaybolur. Beceri ve şansın nasıl rol oynadığına bak. Ve satrançtaki becerinin tenistekinden ne denli farklı olduğuna.” (Wittgenstein, 2007: 51-55). Yücel Dursun, Oyunun Ontolojisi isimli eserinde Wittgenstein’ın bu görüşlerine ontolojik bağlamda bir yorum getirmiştir: “Tüm bu oyunlardaki benzerlikler, Wittgenstein’a göre, aile benzerlikleri gibidir: göz rengi, saç rengi, boy vs. özellikler akraba kişilerin bazıları arasında bir süre devam edip görünür ama daha başka bireylerde görünmez yani kesilir ve sonra da yeni tip özellikler ortaya çıkar. Kısacası, Wittgenstein, bütün oyunlarda başından sonuna kadar sürüp giden bir ortaklığın olmadığını savunur. Benzerlikler, bir halatı meydana getiren iplikçikler gibidir. Biri bir süre devam eder sonra onun bittiği yerde ya da iç içe geçmiş bir şekilde diğeri uzar. Bütündeki bir ortaklıktan, genellikten söz edilemez. Söz konusu durumda, bu ya da şu oyundan, bu ya da şu özellik(leriy)le söz edilebilir ancak. Böyle olduğunda da bütün oyunlar, tanımca ya da bir ortaklıkla ‘sınır’lanamaz. Oyunlar bütünde düşünüldüğünde, sonuç olarak bir aile oluştururlar der Wittgenstein. Dolayısıyla Wittgenstein, bütün oyunlarda ortak tümel bir benzerliğin olmadığını düşünür Yani oyunların hepsinde bulunabilecek ayrı bir özelliğin, benzerliğin, ortaklığın olmadığını iddia eder. Wittgenstein’ın bu iddiasına bakılırsa onun soruşturmasındaki en önemli noktanın, çeşitli oyunları boydan boya kuşatan, dolayısıyla hepsinden geçerek onları sınırlayan bir tümelin var olup olmadığına ilişkin ontolojik bir temelde çıktığı görülebilir.” (Dursun, 2019: 13).
Özellikle çocuk psikolojisi alanında çalışmalar yapan İngiliz psikanalist Donald W. Winnicott, Oyun ve Gerçeklik isimli eserinde “Oyun oynama bir deneyimdir; her zaman yaratıcı ve mekân-zaman sürekliliği içinde yer alan bir deneyim, temel bir yaşama biçimidir.” (Winnicott, 2013: 71). diyerek psikanaliz açısından oyun ile ilgili olarak şu görüşlerde bulunmuştur: “Psikanaliz, psikoterapi, oyun malzemesi ve oyun oynama sıralamasını tersinden yapmak gerektiğine dikkat çekmek istiyorum. Bir başka deyişle, sağlığın göstergesi olan ve evrensel olan şey oyundur, oyun oynama büyümeye, dolayısıyla da sağlığa katkıda bulunur, grup ilişkilerine girmeyi sağlar, psikoterapide bir iletişim biçimi olabilir ve son olarak psikanaliz oyun oynamanın insanın kendisiyle ve başkalarıyla iletişim kurmasına hizmet eden çok özel bir biçimi olarak gelişmiştir.” (Winnicott, 2013: 61-62).
Hermeneutik felsefesinin (yorum bilgisi) önemli temsilcilerinden Alman Hans-Georg Gadamer, Güzelin Güncelliği – Bir Oyun, Sembol ve Festival Olarak Sanat isimli eserinde oyun kavramını “hareket kabiliyeti” üzerinden yorumlamıştır: “Canlı olan, kendi içerisinde hareket içgüdüsüne sahiptir, bu da öz hareketidir. İşte oyun da, hareketi sayesinde, amaç veya maksat için uğraşmayan, bir öz hareketi olarak gözükmez bilakis deyim yerindeyse fazlalık canlı varlığın kendisini betimlemesi olgusunu kast eden hareketin hareketi olarak ortaya çıkar. […] İnsan oyununun insani yönü, hareket oyununda onun öz hareketleri, kendi kendini öyle disiplin altına alır ve düzenler ki, örneğin bir çocuğun futbol topunun kendisine gelmeden önce kaç defa yere düştüğünü sayması, sanki amaçmış gibi gelir. Amaçsız bir davranış biçiminde kendi kendine kural koyan şey akıldır. Çocuk topu on kez sektirirse mutsuzdur, yok otuz kez sektirirse bir kral kadar mağrurdur. İnsan oyundaki amaç taşımayan akıllılık, bize yardım edecek olan olgudaki bir yöndür. Özellikle özdeşliğin kendilik kast ettiği şey olarak tekrar olgusunda bu kendini gösterir. Hedeflenen amaç davranıştır, ancak bu davranış böyle olarak düşünülür. Bu, oyunun kast ettiğidir.” (Gadamer, 2005: 32-33). Gadamer, insanın yapısında bir hareket içgüdüsüne sahip olarak kendi öz hareketini oluşturduğunu ve bu özün amaçsızca kendini tekrarlayarak akıl tarafından tecrübe edilen başka hareketlerin ortaya çıkmasına fırsat verdiğini ve bunun sonucunda ortaya çıkan olgunun oyun olduğunu ima ederek “Oyunun insan yaşamında temel bir işlevi olduğu bilinmesi gereken ilk konudur, çünkü insan kültürü oyun unsuru olmadan düşünülemez.” (Gadamer, 2005: 32) sözleriyle oyunun insanın karakteristik bir özelliği olduğuna işaret etmiştir.
Volkan Ay, (2020: 28), Gadamer’in Kant Eleştirisi ve Oyun Olarak Sanat isimli çalışmasında oyunun Gadamerci anlatısını onun Hakikat ve Yöntem isimli eserini kaynak göstererek şu şekilde vermiştir: “Oyunun Gadamerci anlatısı, onun özerk oluşuna ve onu oynayanların onda özgür olması gerçeğine de dayanmaktadır. Oyuna katılanlar, ancak kurallar içinde oynarlar ve bu oynama kesinlikle riskleri beraberinde getirir. Risk ve olanaklar, oynayanın oyuna dâhil olmasını sağlar ve böylelikle oyun oynanılır hâle gelir. Oyuna katılan için riskli olan şey, oyunun ta kendisidir. Oyundaki olasılıklardan biri oyuncunun nezdinde öne çıkınca oyun, oynayanı seçtiği olasılığın cazibesinde tutar ve bu da zaten risk demektir. Kuşkusuz oyuncu karar verme özgürlüğüne sahiptir. Fakat yine de oyun, oyuncuya sunduğu cazibesi sayesinde egemen olur.” (Gadamer, 2008, s. 147). Buna göre Gadamer, özerk bir yapıya sahip olan oyunun cazibesini risk ve olanaklar dâhilinde oyuncunun karar verme özgürlüğünde görmektedir.
Yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Alman Eugen Fink, Bir Dünya Sembolü Olarak Oyun isimli eserinde oyun kavramını felsefi açıdan değerlendirmiştir. Eserinin, Mutluluğun Vahası: Oyunun Ontolojisi Üzerine Düşünceler isimli bölümünü, oyun kavramını tanımlayan görüşler etrafında kaleme alan Fink, yazısının değişik satırbaşlarında oyunun özellikleriyle ilgili olarak şu tespitlerde bulunmuştur: “Oyun, herkesin yakinen bildiği bir yaşam fenomenidir. / Oyun sosyal dünyadan aşina olduğumuz yaygın bir olgudur. / Oyun daima anlamlı bir biçimde aydınlanmış bir hadisedir, yaşanmış bir icradır. / Oyun, insan hayatının bir kenar fenomenidir, ikincil bir görüngüdür, yalnızca ara sıra parıldayan bir varoluş olanağıdır. / Oyun bir ‘tamamlama’dır, bütünleyici bir fenomendir, dinlendirici bir moladır, bir boş zaman etkinliğidir, ağır göreve ara verip tatile çıkmadır, hayatımızın katı ve karanlık doğası içinde bir ferahlamadır. / Oyun, ciddi olmayan, bağlayıcı olmayan ve esas olmayandır; haylazlık ve avareliktir. / Oyun, insan hayatının yöresindeki bir kenar fenomen, yalnızca ara sıra ortaya çıkan tesadüfi bir fenomen değildir. Oyun, esasen, insan varoluşunun ontolojik yapısının bir parçasıdır; hayati öneme sahip temel bir fenomendir. / Oyun adeta kendi içinde harekete gelmiş varoluştur. / Sıklıkla denilen o ki, oyun oynamak ‘amaçsız’, ‘boş’ bir faaliyettir. Böyle bir şey söz konusu değil. / Oyun etkinlik ve yaratıcılıktır. / Oyun, varoluşun bir temel fenomenidir, tıpkı ölüm gibi, sevgi gibi, iş ve hükümdarlık gibi asli ve bağımsız bir şeydir, fakat asıl amacı hedefleyen ortak bir çabalayış üzerinden diğer temel fenomenlerle kaynaştırılmış değildir. / Her oyun, direngen var olanın en saf kavramını oyuncakta deneyimleyen bir yaşam denemesidir, hayati bir deneydir. / Esasen, oyun, insan varoluşunun, içinde kendi kendini yorumladığı temsilî bir sembol-eylemdir. / Oyun, en eski zamandan beri en kuvvetli bağlayıcı güçtür, topluluk kurucudur. / Oyun, yaratıcı bir meydana getirmedir, bir üretimdir.” (Fink, 2015: 9-28).
İnsan davranışlarının açıklanması üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan transaksiyonel analiz kuramının geliştiricisi Kanadalı psikiyatrist Eric Berne, İnsanların Oynadığı Oyunlar isimli eserinde oyun kavramını şu şekilde tanımlamıştır: “Oyun, çizgileri belli olan ve önceden tahmin edilebilen bir sonuca doğru gelişen, birbirini tamamlayıcı mahiyette ve hedefi açığa vurulmamış bir transaksiyon dizisine verilen addır. Oyun, genellikle kendini yineleyen ve tekrar tekrar oluşan, görünüşte akla yatkın gelen, ancak gizil motivasyonlu bir dizi etkileşim olarak da tanımlanabilir.” (Berne, 2020: 73).
Yine aynı eserinde Berne, oyunların tarihsel önemini belirleyen olgular hakkında “Oyunlar kuşaktan kuşağa geçer. Herhangi bir kişinin favori oyunu onun ebeveynlerine ve büyük ebeveynlerine kadar uzanabilir ve çocuklarına geçirilir; başarılı bir müdahale olmadığı takdirde çocukları da sırası geldiğinde bunları kendi çocuklarına öğreteceklerdir.”; kültürel önemini belirleyen olgular hakkında “Çocuk yetiştirmek, öncelikle onlara hangi oyunların oynanacağını öğretmektir. Farklı kültürler ve farklı sosyal sınıflar farklı oyunları, çeşitli kabile ve aileler de bu oyunların değişkenlerini tercih ederler.”; kültürel boyutunu belirleyen olgular hakkında “Oyunlar, vakit geçirme oyunlarıyla yakın ilişkiler arasında sıkışmış kalmıştır. Vakit geçirme amaçlı oyunlar, aynen tanıtım amaçlı kokteyl partileri gibi fazla tekrarlandıkları takdirde sıkıcı olurlar. […] Kısacası vakit geçirme oyunlarının yarattığı can sıkıntısından yakın ilişkilerin tehlikelerine maruz kalmadan kurtulmak için pek çok kişi ellerine fırsat geçince bu oyunlara yönelirler. Bu da, onların sosyal ilişkilerinin önemli bir bölümünü ilginç bir şekilde doldurmalarına vesile olur.”; bireysel önemini belirleyen olgular hakkında “İnsanlar kendilerine dost, arkadaş ve yakın kişiler olarak aynı oyunları oynayan kişileri seçerler. […] Diğer yandan, sosyal bir çevreye mensup herhangi bir kişi, oynadığı oyunu değiştirdiği takdirde çevresinden ihraç edilebilir ama farklı bir sosyal çevreden de kabul görür.” şeklinde tespitlerde bulunmuştur.” (Berne, 2020: 238-239).
Çalışmalarında sosyoloji, felsefe ve edebî eleştiriyi bir araya getiren Fransız sosyolog Roger Caillois (2001: 9-10), orijinal adı Les jeux et les hommes olan, İngilizceye Man, Play and Games (İnsanlar ve Oyunlar) olarak çevrilen eserinde oyunun altı farklı niteliğinden hareketle “Oyun bir etkinliktir.” şeklinde bir tanımının yapılabileceğini ifade etmiştir. Caillois, bu nitelikleri şu şekilde belirlemiştir: 1. Özgür: Oyun oynamak mecburi değildir; eğer mecburi olsaydı cazip ve neşeli olma niteliğini hemen kaybederdi; 2. Münferit: Zaman ve mekânın sınırları içinde sınırlandırılmış, önceden tanımlanmış ve sabitlenmiş; 3. Belirsiz: Gidişatı belirlenemez, sonuçları önceden kestirilemez ve oyuncunun üstünlüğüne bırakılan yenilikler için bazı serbestlikler vardır; 4. Kâr amaçsız: Ne menkul ne zenginlik ne de herhangi bir yeni öğe yaratır, oyuncular arasındaki mal alışverişi dışında oyunun başlangıcında geçerli olanla benzer bir durumda sona erer; 5. Kurallara bağlı: Olagelen kuralları askıya alan ve o an için tek başına önem arz eden yeni kurallar belirleyen uzlaşılar gereğince; 6. İnandırıcı: Gerçek hayata karşı olarak, ikinci bir gerçekliğin özel farkındalığı ya da özgür bir hayal gücünün eşliğinde.
Huizinga’nın, oyunun temel özelliklerinden bazılarını ustaca çözümlemesini ve uygarlığın gelişiminde oyunun rolünün önemini açıkça göstermesini takdir eden Caillois, onun oyuna eylem odaklı yaklaşmasından dolayı yaptığı tanımın pek pratik olmadığını ifade ederek eleştiride bulunmuştur (Caillois, 2001: 4-5). Bu yüzden onun tanımını gözden geçirerek yukarıdaki şeklini vermiştir.
Oyun kavramına Çekirge: Oyun, Yaşam ve Ütopya adlı eseriyle felsefi açıdan yaklaşan Amerikalı filozof Bernard Suits, kitabının ön sözünde Ezop’un tedbirlik simgesi olarak sonsuza kadar ünlendirdiği Çekirge’nin ütopik varoluşunun oyun oynama ile derinden ilgili olduğunu iddia etmiştir. Bundan dolayı felsefi açıdan bir oyun kuramı oluşturmak ve oyunun tanımını yapmak için bu kitabı yazdığını ifade etmiştir (Suits, 2012: 9-10). Suits, eserinin Bir Tanımın Oluşturulması isimli bölümde felsefi görüşler etrafında yorumlar yaparak ve çeşitli diyaloglar oluşturarak oyun için şöyle bir tanıma ulaşmıştır: “Oyun oynamak, belli bir duruma [prelusorik amaca], yalnızca kuralların izin verdiği araç ve yöntemlerin [lusorik olanakların] kullanılmasıyla varılmaya çalışıldığı; kuralların, daha etkisiz araç ve yöntemler lehine daha etkili olanları yasakladığı [kurucu kurallar] ve kuralların salt o etkinliği olanaklı kıldığı için benimsendiği [lusorik tavır] bir uğraştır. Ayrıca yukarıdakinin daha basit ve deyim yerindeyse daha kullanışlı versiyonu olan aşağıdaki tanımı da öneriyorum: Oyun oynamak, gereksiz engelleri yenmek için gönüllü bir girişimdir.” (Suits, 2012: 56).
Michael J. Ellis, Why People Play (İnsanlar Niçin Oynar) isimli eserinin ikinci bölümünü Definitions of Play (Oyun Tanımları) başlığı altında kaleme almıştır (Ellis, 1973: 9-22). Ellis, A Purvıew of the Problems (Sorunlara Bakış), başlıklı birinci bölümde oyunun tanımlanması hakkında “Oyunu anlama sürecinde birkaç adım vardır. İlk adım, oyunu tanımlamaktır. İkincisi, oyunun güdülerini ve içeriğini belirlemektir. Son adım, genellikle ilk ikisinin alınmasının nedeni, oyun planlamasında cevapları kullanmaktır. Tüm bu süreç iki varsayıma dayanmaktadır. İlk olarak, bu oyun açıklamayı ve yönetmeyi garanti edecek kadar önemlidir. İkincisi, neden-sonuç ilişkileri tarafından sınırlandırılan ve dolayısıyla açıklanabilen ve yönetilebilen davranıştır. Ne yazık ki bu varsayımlar geniş çapta kabul görmüyor, ancak bu kitap için gereklidir.” şeklinde görüş belirtmiştir (Ellis, 1973: 2). Ardından eserinin ikinci bölümünde başta Huizinga (1949) olmak üzere Sapora & Mitchell’i (1961) referans göstererek onlardan alıntıladığını belirttiği Gross, Schiller, Lazarus, Dewey, Gulick, Stern, Patrick, Rainwater ve Pangburn’un oyun hakkında yapmış oldukları tanımlar ile; Kelly (1958), Schlosberg (1947), Barnett (1963), Hutt (1965, 1967), Poole (1966), Loizos (1966), Beach (1945), Blurton-Jones (1967; 1972a,b,c; in press), Leach (1972), Gump, Schoggen, and Redl (1963), Millar (1968), Lieberman (1965, 1966) gibi araştırmacıların konuya yaklaşım ve görüşleri etrafında oyunun tanımına ilişkin bir sonuca varmaya çalışmıştır. Bunu yaparken oyun kelimesinin anlamından, doğuştan var olan güdülenmeden, gönüllü bir davranış olarak uygulanmasından ve oyunların içeriğinden hareket etmiştir. Ellis, bölüm sonu değerlendirmesini özet şeklinde vermiş ve burada oyunun esnek bir yapıya sahip olduğunu, bu yüzden henüz herkesi tatmin edebilecek bir tanımının yapılmadığını vurgulayarak bu kafa karıştırıcı sorunun yalnızca mevcut davranış kavramlarına uyan yeni tanımların sürekli olarak yeniden üretilmesiyle çözüleceğini belirtmiştir.
Doktorasını felsefe üzerine yapan Amerikalı çocuk psikoloğu David Elkind, Çocuk ve Toplum – Gelişim ve Eğitim Üzerine Denemeler isimli çalışmasının İş Ender Olarak Çocuğun Oyunudur isimli bölümünde özellikle erken çocukluk düzeyindeki eğitim uygulamaları üzerinde önemli çalışmalar yapan tıp doktoru Maria Montessori (1965), psikanalist Erik Erikson (1950) ve psikolog Jean Piaget’in (1963), oyun kavramına yaklaşımlarını konuyla ilgili olarak Lombroso (1896), Gross (1901), Freud (1904), Koffka (1927) ve başkalarının da görüşlerine yer vererek karşılaştırmalı bir şekilde ele almıştır (Elkind, 1999: 86-114). Çalışmasının sonuç kısmında Elkind, bu görüşlerden hareketle bir değerlendirme yapmıştır: “Oyun ile iş arasındaki ayırımın farkına varmak gerçekten de kendi biyolojik kalıtımımızın farkına varmaktır. Hepimizin hiçbir zaman yinelenemeyecek benzersiz bir gen bileşimi fakat aynı zamanda herkes gibi aynı merkezlerde aynı sayıda kromozomları vardır. Herkes gibiyiz ancak farklıyız da. O zaman, en basit düzeyde ifade edilecek olursa oyun ve iş, hem bir kişi hem de birçok kişi olmanın varoluşsal ikilemini yansıtır. Bu ikilemi inkâr veya göz ardı etmek bir hatadır, çünkü yukarıda tartıştığım gibi bu ayırım insanın sürekli olan başarılarının kaynaklandığı gerilimi sağlar. Daha özgün bir deyişle, küçük çocukların oyun oynamasını, oyunun kendisi uğruna desteklemeliyiz; çünkü oyun çocukların kendilerini kişisel açıdan ifade edebilmesi için bir çıkış yolu sağlar. Paradoks gibi görünse de, erken çocukluktaki kişisel ifade, ilerideki sosyal adaptasyon için olası en iyi hazırlanma yoludur. Oyun, çocuğun işi değildir ve iş, ender olarak çocuğun oyunudur.” (Elkind, 1999: 111-112).
Amerikalı halk bilimci Robert A. Georges, Eğlence ve Oyunlar başlıklı çalışmasında oyun hakkında görüşlerde bulunmuştur: “Oyun, insanlar arasında ve tüm kültürlerde açıkça ortaya koyulan kendini ifade etme amaçlı bir davranıştır. Sanat, dil ve din gibi oyun da tam olarak tanımlanamayan karmaşık bir olgudur. Yine de oyunun pek çok özelliği kolayca ayırt edilebilir. Öncelikle oyun yaşamla bağlantılı biyolojik gereksinimleri karşılamakla doğrudan ilgili olmadığı için gönüllü yapılan bir harekettir. […] Rekabete dayalı bir etkileşim olmadığı sürece bu boş zaman etkinliği oyun dışılık veya daha doğru bir ifadeyle eğlence olarak adlandırılabilir. Fakat oyunlar en az iki kişi arasında yarışma içermeleri bakımından diğer oyun etkinliklerinden ayrılır. Ayrıca uyulması gereken ve katılımcıların önceden bildikleri kişisel etkileşimi belirleyen, açık veya kapalı kurallar ile kaybeden ve kazananları saptamaya yönelik özel bir yönteme de gerek vardır.” (Georges, 2007: 129). Georges, oyun kavramının tanımlanmasının zorluğuna dikkat çekmiş ancak özelliklerinden dolayı kendini kolayca gösterdiğini, gönüllü ve birden fazla kişi arasında gerçekleşmesinden dolayı da eğlenceli ve sosyal bir etkinlik olduğunu ifade etmiştir. Georges, oyunun -her ne kadar gelenek dâhilinde kuralları ile kazananı ve kaybedeni olsa da- gerçek anlamda oyun olabilmesi için rekabet ilkesinin devre dışı bırakılması gerektiğini aksi takdirde eğlencenin bir bakıma işe dönüşeceğini ima etmiştir.
İtalyan filozof Giorgio Agamben, Çocukluk ve Tarih isimli eserinin Eğlenceler Ülkesi: Tarih ve Oyun Üstüne Düşünümler başlıklı bölümünde oyun ile ritüel arasındaki ilişkiyi çeşitli açılardan değerlendirmiş, bu iki kavramın hem bir denklik hem de bir karşıtlık ilişkisi içinde olduğu varsayımına ulaşmıştır ve bunun hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Her ikisinin de takvim ve zamanla bir ilişkisi vardır ama bu ilişki iki durumda da birbirinin tersidir: Ritüel takvimi sabitler ve yapılandırır; oyun ise, tam tersine, henüz nasıl ve neden olduğunu bilmesek de takvimi değiştirir ve tahrip eder. […] Araştırmacılar, oyun ile kutsallık dünyalarının birbiriyle çok sıkı bir ilişki içinde olduklarını uzun süredir biliyorlar. Çok sayıdaki iyi belgelenmiş araştırma, bildiğimiz oyunların çoğunun kökeninin antik kutsal ayinlerde, danslarda, temsili dövüşlerde, kehanet törenlerinde bulunduğunu gösteriyor. Örneğin, top oyununda, tanrıların güneşe sahip olmak için birbiriyle savaştığına ilişkin bir mitin törensel temsilinin izlerini görebiliriz; halka olup dönmek antik bir evlilik ayiniydi; zar oyunlarının kökeni kâhinliktedir; topaç ve satranç tahtası da kehanet gereçleriydi.” (Agamben, 79-80).
Agamben, yukarıdaki bu görüşünden sonra Fransız yapısalcı dilbilimci Benveniste’yi referans göstererek onun, antropologların görüşlerinden hareketle oyun ve ritüel arasındaki ilişkiyi derinleştirerek bu ikisinde ortak olan şeylerin yanı sıra, karşıt olanları da gösterdiğine dikkat çekip şu yorumu yapmıştır: “Oyunun kutsallık alanından geldiği doğruysa onu köklü bir biçimde dönüştürdüğü de doğrudur; hatta onu öyle bir biçimde tersyüz eder ki, pekala “ters dönmüş kutsal” olarak tanımlanabilir.” (Agamben, 80) diyerek ardından Benveniste’den (1947: 165) şu alıntıyı yapmıştır: “Kutsal edimin gücü tam da mit ile ritüelin birleşmesinde yatar. Mit tarihi söze dökerken, ritüel de o tarihi yeniden üretir. Bu şemayı oyun şemasıyla karşılaştırırsak aralarında temel bir farklılık olduğu görülür: Oyunda sürüp giden tek şey ritüeldir, kutsallıktan geriye kalan tek şey de kutsal dramın biçimidir ve bu dramın her öğesi zamanı geldikçe tekrarlanıyordur. Ama anlamlı sözcüklerle edimlere amacını ve etkisini kazandıran bir öyküleme olarak mit, ya unutulmuş ya da hükümsüzleşmiştir.” (Agamben, 80). Sonrasında Agamben bu konu etrafında şu sonuca ulaşmıştır: “İnsan oynayarak kutsal zamandan kurtulur ve insani zamanda onu unutur. Yine de oyunun dünyası daha da özel bir anlamda zamanla bağlantılıdır. Aslında oyuna ait olan her şeyin bir zamanlar kutsalın ortamına ait olduğunu gördük. Ama bu, oyun ortamını tüketmez. Gerçekten de, insanlar oyunlar icat etmeyi sürdürürler ve bir zamanlar pratik-ekonomik ortama ait olan bir şey ile de oynanabilir.” (Agamben, 81).
Davranış gelişimi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan İngiliz biyolog-etnolog Patrick Bateson ve davranışsal biyoloji üzerine çalışan İngiliz Paul Martin; Oyun, Oyunseverlik, Yaratıcılık ve Buluş isimli kitaplarının Oyunun Biyolojisi isimli bölümünde oyun kavramını çeşitli açılardan tanımlamaya çalışmışlardır (Bateson ve Martin, 2020: 22-42). Yıllar içerisinde psikolog ve biyologların çeşitli ölçütleri sıralayarak oyunu tanımlamaya çalıştıklarını ifade eden Bateson ve Martin bu bulgulardan aşağıdaki ilk beş tanımlayıcı özelliği tezlerinin merkezine aldıklarını, bunların bu kitapta kendilerinin kullandığı tarzda oyunu tanımladığını ancak oyunsever bir oyunu tanımlamadığı için eksiklik gösterdiğini, bundan dolayı altıncı ölçütü eklediklerini ifade etmişlerdir. Oyunu tanımlamada kullanılan ölçütler şu şekildedir:
1. Davranış kendiliğinden ve birey için ödüllendiricidir; doğası gereği istek uyandırır ve performansı kendi başına bir hedef olarak hizmet vermektedir. Oyun “eğlenceli”dir. 2. Oyuncu bir dereceye kadar ciddi davranışların normal sonuçlarından korunur. Davranışın hazır pratik bir amacı veya faydası yok gibi görünür. Davranışın sosyal formları davranışın ciddi olmadığını işaret eden belirli sinyaller veya yüz ifadeleri ile birlikte gelebilir veya bunlar davranışa eşlik edebilir. Oyun, “iş” veya “ciddi” davranışların antitezidir. 3. Davranış eylemlerden veya insanlar söz konuşu olduğunda yeni/özgün kombinasyonlarda ifade edilen düşüncelerden oluşur. Davranışın sosyal formlarına, normalde baskın olan bir kişinin oyun sırasında geçici olarak tabi hâle gelebileceği ve bunun tersinin de olabileceği, tersine döndürme gibi, sosyal ilişkilerde geçici değişiklikler eşlik edebilir. Oyun bir yenilik üretecidir. 4. Bireysel eylemler veya düşünceler tekrar tekrar gerçekleştirilir (Ancak mahrumiyet koşullarında tutulan hayvanlarda görülen çember çizerek dönme gibi basmakalıp davranışlara benzemezler.); yetişkinlerdeki oyunsever olmayan davranışlara nazaran eksik veya abartılı olabilirler. Oyun farklı görünür. 5. Davranış hüküm süren koşullara karşı hassastır ve sadece oyuncu hastalık veya stresten uzak olduğunda ortaya çıkar. Oyun esenlik hâlinin bir göstergesidir. 6. Oyunsever oyuna (daha geniş biyolojik oyun kategorisinden farklı olarak), bireyin kendiliğinden ve esnek bir şekilde davranmaya (ve insanlar söz konusu olduğunda düşünmeye) daha yatkın olduğu özel bir olumlu ruh hâli eşlik eder (Bateson ve Martin, 2020: 24-26).
Bu altı maddeyi bölümün sonunda “içsel motivasyon, korunmalı bağlam, yeni kombinasyonlar, tekrarlama, koşullara duyarlılık ve özel bir olumlu ruh hâlinin mevcudiyeti” şeklinde dikkat çektikten sonra bir tanım önerisinde bulunmuşlardır: “Birçok farklı oyun davranış şekli gözlemlenmiştir. Hayvanlarda, sosyal oyunların nesne oyunlarından önce görülmesiyle birlikte nesnelerle oynamak ve diğer bireylerle oynamak gelişimin farklı evrelerinde doruğa ulaşır. Oyun daha çok hayatın çocukluk dönemleriyle ilişkilendirilirken yetişkinler de oynar. Oyun biçimindeki ve sıklığındaki cinsiyet farklılıkları sıklıkla gözlenir ve bir türdeki aynı cinsiyetten bireyler ne kadar oynadıkları bakımından büyük farklılıklar gösterebilir. Bu farklılıkların bazıları genetik farklılıklardan kaynaklanmaktadır ve bazıları da özellikle çevresel koşullar belirgin bir gelişim gidişatını tetiklediğinde bireylerin deneyimlerindeki farklılıklardan kaynaklanmaktadır (Bateson ve Martin, 2020: 42).
İnsan Yaşamında Oyunun Yeri isimli editörlü kitapta Gelişen Dünyada Değişen Oyun ve Çocuklar Üzerine Etkileri başlıklı bir bölüm yazan Yasemin Yeşil-yaprak ve Sevcan Ayaş Köksal, “Oyun Nedir?” sorusunun cevabı için özellikle öne çıkan Batılı araştırıcıların görüşlerini derlemişler ve Amerikan kent, kültür ve spor tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Howard P. Chudacoff’un (2007) şu görüşünü en sonda vererek konuya dikkat çekmişlerdir: “Farklı oyun tanımları ve yaklaşımlarından görüldüğü üzere oyunun kabul edilen tek bir tanımını yapmak neredeyse olanaksız olsa da çoğunluk, çocuk oyunlarının hemen o an davranışsal, sosyal, bilişsel ve fiziksel ödül sağlama ve çocuğun bir yetişkin olarak gelişmesinde işlevi olduğu konusunda hemfikirdir. Bu açıdan oyun konusundaki teorisyenler, oyunun çocukların spontane ve eğlenceli bir etkinliği olmasının ötesinde, çocukların gelişim ve öğrenmeleri ile ilişkili işlevsel ve fayda sağlayan özellikleri olduğu sonucuna varmışlardır.” (Yeşilyaprak ve Köksal, 2020: 101).
Amerikalı sosyolog Richard Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü isimli kitabının dördüncü bölümünde yer alan Oyun, Kamusal İfadeyi Sağlayan Enerjidir başlıklı makalesinde “Oyun, çocukların üzerinde anlaşıp bilinçli olarak benimsedikleri eylem ilkeleriyle bir araya gelerek gerçekleştirdikleri bir etkinliktir.” (Sennett, 2010: 407-408) şeklinde oyunun sosyolojik açıdan bir tanımını yapmıştır. Sennett’in bu görüşünün altında tanımının devamında kendisinin de ifade ettiği üzere oyunun toplumsal bir sözleşme olarak ortaya çıkması düşüncesi yatmaktadır. Ona göre oyun, çocuğun sosyalleşmeye bağlı olarak kurallarla düzenlenmiş toplum hayatını oyunlar aracılığıyla bilmeye ve buna göre davranışlarını düzenlemeye başladığı bir olgudur. Bu konu üzerinden makalesini yazan Sennett, makalesine geniş literatürde oyun hakkında iki okulun olduğunu yazarak başlamıştır ve bunların kapsama alanlarını şu şekilde belirtmiştir: “Bunlardan birisi oyunu bilme faaliyetinin bir biçimi olarak değerlendirir; çocukların oyunlarında nasıl simgeler ürettiklerini ve yaşları büyüdükçe bu simgelerin giderek nasıl karmaşık bir hâle geldiğini inceler. Öteki okul ise oyunu davranış olarak ele alır ve simgelerin oluşumuyla ilgilenmeyip daha çok çocukların birlikte oynadıkları oyunlar sırasında iş birliğini nasıl öğrendikleri, saldırganlığı nasıl ifade ettikleri ve yenilgi karşısında ne denli hoşgörülü olabildikleriyle ilgilenmektedir.” (Sennett, 2010: 405). Daha yalın bir şekilde ifade edilecek olursa oyun olgusu üzerinden bu okullardan birincisi “yaratıcılık” ikincisi de “erdem” kavramlarıyla ilgilenmektedir.
Bedenin Tarihi 1 Rönesans’tan Aydınlanmaya isimli eserin hazırlayıcılarından birisi olan Fransız tarihçi ve sosyolog Georges Vigarello, aynı eserde Egzersiz Yapmak, Oyun Oynamak başlıklı bölümü yazmıştır. Oyunlara spor açısından yaklaşan Vigarello şu görüşlerde bulunmuştur: “Eskinin fiziksel oyunlarına spor denemez; spordaki gibi kurumsal bir düzene ya da seçmeci bir organizasyona tabi değildirler. Bununla birlikte 16. 17. ve 18. yüzyılda Fransa’da ve Avrupa’da bir yeri, hem de oldukça güçlü bir yeri vardır bunların, gündelik hayatın içine dağılmış, hayatın an ve uzamlarının pek çoğuna yayılmış, seyredilen oyunlardır; öte yandan varlıklarının temelinde birtakım toplumsal ya da fiziksel beklentiler de vardır: Hareketlerden beklenenler, mizansenlerden beklenenler ve nihayet üzerinde enikonu çalışılan ritüellerden beklenenler. Gerek bahis oyunları gerek ödüllü oyunlar, akışı işe ve dine ayrılan saatlerle belirlenen bir dünyanın sesidir, oyunun bazen çalışma saatinde boşluklara fark ettirmeden sızdığı, bazen de ama bu kez tamamen gelenekselleşmiş, meşru bir tarzda dini takvimdeki bayramlara da girdiği bir dünyadır bu. Beden, oyunlar sırasında tutkuların ve toplumsal, ilişkilerin nasıl işe karıştığını yansıtır: Yakınlaşmaları, gerilimleri, çatışmaları, yerel coşkuların nasıl boşaltıldığını ya da davranış biçimlerinin toplumsal olarak çok çeşitli kategorilere bölündüğü bir toplumda farklılıkların nasıl sergilendiğini. Oyundaki beden ayrıca organik varlıklara apayrı bir bakışı da yansıtır: Fiziksel hareket bedenin “bölümlerini” boşaltmaya, boşalmazsa tehlike yaratabilecek olan sıvıları dışarı atmaya yarar. Bu durumda oyuna bir egzersiz, yararlı bir faaliyet gözüyle de bakılabilir: Sürtünmeyi ve ısınmayı sağlayarak insanı temizler.” (Vigarello, 2008: 189). Vigarello, eskiden günümüzdeki gibi fiziksel güce dayanan profesyonel spor dallarının olmadığını ima ederek hayatın akışı içinde oyunların ritüellerde, bayramlarda bazen de boş zamanlarda sosyal hayata olan etkisinden söz eder. Ona göre oyun, toplumsal ilişkilerin bir göstergesi olmakla beraber bedenin en önemli ihtiyaçlarından biridir. Bir toplumun oyunlarına bakıldığında o toplum hakkında fikir sahibi olunabileceğini ifade eden Vigarello, ayrıca oyunların egzersiz yaptırma özelliğinin insan bedenini zararlı sıvılardan temizlediğine dikkat çekerek onu yararlı bir faaliyet olarak görmüştür.
Oyunun kültürel önemi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Amerikalı pedagog ve oyun kuramcısı Brian Sutton-Smith, oyunun hem yetişkinler hem de çocuklar için geçerli ve yararlı bir tanımının olması gerektiğini savunmuştur. The Ambiguity of Play (Oyunun Belirsizliği) isimli eserinde Defining Play: Some Issues (Oyunun Tanımlanması: Bazı Sorunlar) başlığı altında yaptığı tespitleri değerlendirmiştir (Sutton-Smith, 2001: 217-220). Sutton-Smith, sorunun özyapısını, bu yüzyılda ve bu kitapta oyunu tanımlamak için kullanılmış olan kavramların birçoğunun aşağıdaki anlatımda gösterildiğini ifade etmiştir:
1. Oyunun tanımı, spor ve festivallerin yanı sıra hayaller de dâhil olmak üzere aktif katılımcı biçimlerin yanı sıra hareketsiz veya dolaylı biçimler de dâhil olmak üzere dar değil, geniş olmalıdır.
2. İnsanlara olduğu kadar hayvanlara ve yetişkinlere olduğu kadar çocuklara da uygulanmalıdır.
3. Sadece üretken olmayan, rasyonel, gönüllü ve eğlenceli olduğunu söyleyen sınırlı modern Batı değerleri açısından tanımlanmamalıdır. Aksine daha geniş tarihsel ve antropolojik kanıtlar göz önüne alındığında bunlar evrensel olarak geçerli olabilecek kavramlar değildir.
4. Oyun sadece bir tutum ya da deneyim değildir; her zaman kendine özgü uygulama ve üsluplarıyla nitelendirilir.
5. Bir nükte kadar anlık olabileceği gibi bir yıllık festival döngüleri veya dört yıllık olimpiyat döngüleri kadar uzun süre var olabilir. Yapısal olarak ya bir hayal kadar dağınık ya da bir spor stadyumu kadar net olabilir.
6. Oyun dil gibidir: kendi içinde iyi ya da kötü olmayan bir iletişim ve ifade sistemidir.
“Aşağıdaki çağdaş kavramlar, bu iddiaların akla getirdiği karmaşıklığı ve değişkenliği aktarmaya nadiren yeterlidir.” diyen Sutton-Smith, 7 retorik başlık altında (1. Uyarlama olarak ilerleme oyunu: Biyolojik kavramlar / Psikolojik kavramlar. 2. Varoluşçu iyimserlik olarak kader oyunu. 3. Üstünlük olarak güç oyunu: Yetişkin biçimleri / Çocuk biçimleri. 4. Sosyal bağlam olarak kimlik oyunu. 5. Dönüşüm olarak hayalî oyun: Hayvan biçimleri / İnsan biçimleri. 6. En yüksek deneyim veya mikro gösteri olarak kendi kendine oynama. 7. Dünyanın altüst olması olarak hoppalık oyunu.) çok farklı disiplinlerdeki bilim insanlarının oyuna ilişkin öne çıkan tanımlarını niteleyerek örneklemiştir.
Oyun tasarımı ve programlama üzerine çalışan Katie Salen ve Eric Zimmerman (2004), Rules of Play – Game Design Fundamentals (Oyun Kuralları – Oyun Tasarımının Temelleri) isimli kitap çalışmalarının yedinci bölümünü Defining Games (Oyunların Tanımlanması) başlığı altında bu konuda çalışmalarıyla öne çıkan David Parlett (1999), Clark C. Abt (1970), Johann Huizinga (1955), Roger Caillois (2001), Bernard Suits (1990), Chris Crawford (1984), Greg Costikyan (2005), Elliot Avedon ve Brian Sutton-Smith (1971) gibi bilim insanlarının tanımlarının karşılaştırılmasına ayırmışlardır. Karşılaştırmada hangi ölçütlerin kullanıldığı bir tabloda gösterilmiştir (Salen ve Zimmerman, 2004: Chapter Seven / 9).


İsmi geçen araştırmacıların tanımlarını çeşitli yönleriyle ele alan ve değerlendirmeler yapan Salen ve Zimmernan, bölümün sonunda, kendi ifadeleriyle, bu önceki tanımların ögelerini bir araya getirip gereksiz parçalarını yontarak aşağıdaki tanıma ulaştıklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca bu kitap çalışmalarının geri kalanı için “oyun” derken kastettikleri tanımın bu tanım olduğu ve bu tanımın dijital oyunlardan salon oyunlarına ve spora kadar her türlü oyun için geçerli olduğunun altını çizmişlerdir.
“Oyun, oyuncuların, kurallarla tanımlanmış yapay bir çatışmaya giriştikleri ve ölçülebilen çıktı ile sonuçlanan bir sistemdir. Bu tanım yapısal olarak Avedon ve Sutton-Smith’in tanımlarına benzemekle beraber diğer birçok yazarın kavramlarını da kapsamaktadır. Tanımın ana fikirleri şunlardır: Sistem: Sistem kavramını 5. bölümde tanıttık. Sistemler, oyunlara yaklaşımımız için çok gereklidir. Oyuncular: Oyun, bir veya daha fazla katılımcının etkin olarak oynadığı bir şeydir. Oyuncular, oyunun oynanışını deneyimlemek için oyunun sistemiyle etkileşime girerler. Yapmacık: Oyunlar, hem zaman hem de mekânda sözde “gerçek yaşam” ile bir sınır oluşturur. Oyunlar açıkça gerçek dünyada ortaya çıksa da yapmacıklık onların tanımlayıcı özelliklerinden biridir. Çatışma: Tüm oyunlar bir güç yarışmasını içerir. Yarışma; iş birliğinden rekabete, bir oyun sistemiyle tek başına çatışmadan çok oyunculu sosyal çatışmaya kadar birçok biçim alabilir. Çatışma oyunların merkezindedir. Kurallar: Kuralların oyunların çok önemli bir parçası olduğu konusunda yazarlarla hemfikiriz. Kurallar, oyuncunun yapabileceklerini ve yapamayacaklarını sınırlayarak oyunun ortaya çıktığı yapıyı sağlar. Ölçülebilir netice: Oyunların ölçülebilir bir amacı veya çıktısı vardır. Bir oyunun sonunda, bir oyuncu ya kazanmış ya da kaybetmiştir ya da bir tür sayısal puan almıştır. Ölçülebilir bir sonuç, genellikle bir oyunu daha az resmî oyun etkinliklerinden ayıran şeydir.” (Salen ve Zimmerman, 2004: Chapter Seven / 11).
b) Türk Bilim İnsanları:
Halk bilimci ve müzikolog Ferruh Arsunar’ın Türk Çocuk Oyunlarından Örnekler isimli eseri, Türkiye’de bu alanda yazılmış ilk kitap denemesi olma bakımından önemlidir. Arsunar, çalışması için “Bu yolda daha evvel yapılmış neşriyat olsaydı konudaki şu ilk denememi onların daha ileri bir görüşü hâline getirmeye dikkat ederdim.” diye yazdıktan sonra çocuk oyunları hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Çocuk oyunlarından bir kısmı çocukların oynaşıp eğlenirken yer yer ibda ediverdikleri şekiller olmakla beraber (ki yaratma zekâsı pek erkenden kendini gösterebilen elebaşların ön ayaklığı bu icat işinde bilhassa rol oynar), bazı yurt çapında yaygın çocuk oyunlarının bir zamanlar büyükler arasında cari olduktan sonra oradan herhangi bir sebeple çocuklara inhisar ettikleri de anlaşılmaktadır: Bu işinde çocuğun taklit çağının rolü olduğu muhakkaktır.” (Arsunar, 1955: 2). Arsunar, çocuk oyunlarını onların yoktan var etme gücüyle ilişkili ve önceleri büyüklere ait olan ancak rol model davranışıyla zamanla onlara benzemeye çalışan çocukların tekellerine aldıkları etkinlikler olarak görmektedir. Başka bir ifadeyle Arsunar, çocuk oyunlarının yaratma ve taklit unsurları etrafında ortaya çıktığını söylemektedir. Esasen bu görüşü Aristoteles, Poetika isimli eserinde şiir sanatı üzerinden şu şekilde ifade etmiştir: “Şiir sanatı genel olarak varlığını, insan doğasında temellenen iki temel nedene borçlu gibi görünüyor. Bunlardan birisi taklit içtepisi olup, insanlarda doğuştan vardır; insanlar, bütün öteki yaratıklardan özellikle taklit etmeye olağanüstü yetili olmalarıyla ayrılır ve ilk bilgilerini de taklit yoluyla elde ederler. İkincisi, bütün taklit ürünleri karşısında duyulan hoşlanmadır ki, bu, insan için karakteristiktir.” (Aristoteles, 1987: 16). Oyunları tanımlamada ya da onlar hakkında görüş belirtmede taklit unsuruna birçok araştırıcı müracaat etmiştir.
Türk halk biliminde yaptığı öncü çalışmalarla tanınan Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru isimli eserinin beşinci bölümünü çocuk oyunlarına ayırmıştır ve oyun için onun işlevlerini göz önünde bulundurarak şöyle bir tanım yapmıştır: “Çocukların ve daha az ölçüde büyüklerin -günlük geçim didinmelerinden ayırabildikleri boş zamanlarında- herhangi bir üretim çabasını, ya da başka çeşitten bir hizmeti zorunlu kılmadan, sadece eğlenme yolu ile dinlenmelerini sağlayan eylemlerdir.” (Borotav, 1984: 232).
Sanat tarihi, gösteri sanatları ve özellikle tiyatro gibi alanlarda vermiş olduğu eserlerle bir kültür araştırmacısı olarak tanınan Metin And, Oyun ve Bügü isimli eserinde oyun kavramını tanımlarken şu ifadeleri kullanmıştır: “Kimine göre oyun, enerji fazlasını atmak; kimine göre, benzetmece içgüdüsünü doyurmak; kimine göre ise boşalma gereksinmesini karşılamaktır. Bir kurama göre oyun genç yaratıkları (insan ya da hayvan) ilerde yaşamın gerektirdiği ciddi iş ve uğraşlara hazırlamak, yetiştirmek içindir. Bir başka ilkeye göre oyunda doğuştan bir yeteneği geliştirme itkisi ya da üstün gelme ve yarışma isteği, yitik enerjiyi tek yönlü canlılıkla, eylemle onarma vb. gibi itkiler bulunmaktadır.” (And, 2012: 27-28). Bu görüşünden sonra Huizinga’yı referans alarak onun sıraladığı oyun kavramının niteliklerini şu şekilde özetlemiştir: “Oyun özgür bir eylemdir, bilinçli olarak günlük yaşamın da dışında kalır, ciddi bir iş olarak benimsenmemekle birlikte oyuncu yoğun olarak ve tümüyle kendini oyuna verir. Bu eylemde maddi bir kazanç, bir kâr, bir çıkar beklenmez. Oluşumu, kendi zaman ve yer sınırlaması, saptanmış kuralları ve düzeni içindedir. Çoğunlukla dış dünyadan kendilerini kılık değiştirme ve başka yollarla ayırır ve oyuncuları, aralarında gizli bağlarla birleştirir; toplumsal öbekleşmeyi kolaylaştırır.” (And, 2012: 30). Yine Huizinga’nın incelediği oyun kavramı için “Kökündeki en yüksek biçimlerdir.” ifadesinden hareketle And, oyunun işlevinde iki önemli görünüm olduğu belirtir: “Ya bir şey için yarışma, karşılaşma ya da bir şeyi yansılama, benzetme. İki işlevi birleştirirsek, oyun ya bir yarışmayı yansıtır ya da bir şeyi başka şeye en iyi benzetmek için yarıştır.” (And, 2012: 30).
Türk Millî Olimpiyat Komitesini kurarak ülkemize birçok olimpik oyunu getiren, olimpik oyunlarda ülkemizin temsil edilmesini sağlayan Selim Sırrı Tarcan; beden eğitmeni, spor adamı, folklor derleyicisi, siyasetçi gibi çok yönlü bir kişiliğe sahiptir. Tarcan, Beden Terbiyesi: Oyun – Cimnastik – Spor isimli eserinde oyun hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Oyun, sağlık ve mutluluğun düzenleyicisidir. Oyun; ister düşünce yorgunluğu gidersin, ister kuvvetin harcanmasından teşekkül etsin ya da hayata hazırlıklı sayılsın; küçük, büyük herkes için tabii bir hareket ihtiyacıdır.” (Tarcan, 1932: 145). Tarcan’a göre oyunlar, beden ve beyin jimnastiği açısından doğal bir ihtiyaçtır, çünkü insan hayatındaki iki önemli dilek olan sağlık ve mutluluk, oyun oynamanın temel kazanımlarındandır. Oyunun sonucu itibarıyla kaybeden kişi ya da taraf ödülden olsa da cezalandırılsa da oyunun işlevi açısından oyunun kaybedeni yoktur.
Doktorasını Almanya’da yapan halk bilimci Nevzat Gözaydın, Dil, Çocuk ve Oyun başlıklı makalesinde oyun hakkında görüşlerde bulunmuştur: “Çocuğun dokunma, deneme, taklit ve keşif konusundaki merakı, onun canlı ve aktif bir biçimde diliyle, hareketiyle rol aldığı sahne, sadece oyun sahnesidir. Dil becerisiyle iletişim kurduğu oyun alanında arkadaşlarıyla vakit geçirir. Arkadaşı yoksa oyuncaklarıyla konuşur, kendi hayal dünyasını oluşturur. Oyun ve oyuncak dünyası çocuğun gelişmesine ve büyümesine yeni ivmeler kazandırır. Çocuğun duygu ve düşünceleri herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın kendi iç ve dış dünyasındaki gelişmesine katkı sağlarken, bunların ifadesi sırasında kullandığı dil ve hareket özellikleri de farklılıklar gösterir.” (Gözaydın 2007: 293).
Çocuk psikolojisi, özel eğitim ve rehberlik gibi alanlarda yaptığı akademik çalışmalarla tanınan Necate Baykoç Dönmez, Oyun Kitabı adlı eserinde oyunun, yaşamın tüm evreleriyle ilgili bir kavram olduğunu ve bu özelliğinden dolayı oyun çeşitlerinin yaş gruplarına göre çeşitlilik gösterdiğini vurgulayıp oyunun çok kesin ve belirli bir tanımının olamayacağını ancak birçok kuramcının oyunu, çocuğun yaşamının doğal bir parçası olarak düşünüp farklı tanımlamalarda bulunduğunu belirtmiştir. Dönmez’in kendisi oyunun işlevleri üzerinden genel bir tanımlama yapmıştır: “Oyun belli bir amaca yönelik olan veya olmayan, kurallı ve ya kuralsız gerçekleştirilen, her durumda çocuğun isteyerek ve hoşlanarak içinde yer aldığı fiziksel, bilişsel, duygusal, dil ve sosyal gelişimin temeli olan gerçek hayatın bir parçası ve çocuk için en etkin öğrenme süreci olarak ifade edilebilmektedir.” (Dönmez Baykoç, 1992: 13).
Türkiye’de çocuk oyunları konusunda halk bilimi odaklı en ayrıntılı ve kapsamlı çalışmayı bir doktora tezi olarak hazırlayan ve sonrasında kitaplaştıran Nebi Özdemir, Türk Çocuk Oyunları isimli iki ciltlik eserinin giriş bölümüne oyun kavramının tanımını yaparak başlamıştır: “Tarihin ilk dönemlerinden bu güne kadar bütün insanlar benzer şekillerde oyun oynamışlar ve oynamaktadırlar. Oyun oynamak, toplumun (çocuk-genç-yaşlı, kadın-erkek, idareci-tüccar, öğrenci-işsiz, zengin-fakir, köylü-kentli vb.) bütün kesimleri veya üyeleri tarafından zevk almak amacıyla gerçekleştirilen gönüllü bir etkinliktir.” (Özdemir, 2006: 21). Özdemir, hemen ardından Türk dünyasında “oyun” kavramının eskiden olduğu gibi bugün de “oyun” ile ifade edildiğini vurgulayarak geniş bir coğrafyada konuşulan Türk dilinin semantik, morfolojik, fonetik açılardan çok az değişikliğe (lehçe ve ağız özellikleri nedeniyle) uğramış ortak sözcüklerinden biri olarak kabul edildiğini ifade etmiştir. Özdemir, “oyun” sözcüğünün tarihî yazıt ve metinlerdeki, çağdaş Türk lehçelerindeki, çeşitli eser ve sözlüklerdeki biçim ve anlamlarına da ayrıntılı olarak değindikten sonra Türkçe sözlüklerde oyun kökünden türetilmiş isim ve fiil soylu pek çok kelime veya kelime grubunun bulunduğunun altını çizmiş ve bu sözcük dağarcığına oyunla ilgili kelime ve deyimleri, çocuk oyunları ve oyunlarla ilgili kelimeleri de ekleyip kapsamlı bir şekilde örnekleyerek vermiştir. Özdemir, Türk kültüründe ve yaşamında oyunun ne denli önemli bir yerinin olduğunu oyun kavramının anlamları üzerinden değerlendirip bunların daha çok yetişkin yaşamıyla ilgili olduğunun altını çizerek Türklerin bireysel ve toplumsal tepkilerini dile getirmek için oyun kökeninden türetilen kelimeleri olumlu anlamda insan sevgisini, mutluluğunu ve sevincini ifade etmek isterken; olumsuz anlamda hile, düzenbazlık, ahlaksızlık ve hakaret gibi davranışları ifade etmek isterken kullandığını açıklamıştır. Özdemir, bazı yabancı dillerde oyun, çocuk oyunu ve oyuncak anlamında kullanılan kelimeleri de verdikten sonra Türkiye’de oyun kavramının çocuk eğitimi ve gelişimi, çocuk ruh sağlığı ve psikoloji bilim dalları açısından tanımının yapıldığını ancak bunların oyunun yapısal ögeleri ve bu ögelerin meydana getirdikleri bütün içindeki işlevlerine yer vermeyen mükerrer tanımlardan ibaret olduğunu bunlardan öne çıkanları alıntılayarak göstermiştir. Ardından Türk halk bilimi alanında çalışan bazı araştırıcıların tanımlarını vermiş ama bunların da pedagog ve psikologların tanımlarından çok farklı olmadığını vurgulamıştır. Özdemir; pedagog, psikolog ve halk bilimcilerin oyun ile ilgili tanım ver görüşlerinin yanında filozof, yazar, şair gibi bu konu üzerinde fikir beyan eden önemli şahsiyetlerin görüşlerini de vermeyi ihmal etmemiştir. Özdemir, oyunların temel özellikleri ile ilgili olarak ayrı ayrı Huizinga, Öngen ve Caillous’un görüşlerini maddeler hâlinde verdikten sonra oyun ile ilgili geliştirilen kuramları ele almıştır. Bu kuramları, Tezcan’ın (1993) Boş Zamanlar Sosyolojisi isimli eserinde özetlediğini belirterek bunlar hakkında bilgiler vermiştir. Özdemir bu kuramları “biyolojik ve fizyolojik kuramlar”, “psikolojik kuramlar”, “sosyolojik kuramlar” üst başlıkları altında öne çıkan temsilcilerinin adlarını vererek kısa ve öz değerlendirmelerde bulunmuştur. Özdemir, dünyadaki ve Türkiye’deki çocuk oyunu araştırmalarını kapsamlı bir şekilde vermiştir. Dünyadaki çalışmaları öne çıkanlarıyla kıta adları başlıklarının altında verirken Türkiye’deki çalışmaları bilinen en eski yazılı tarihî kaynaklardan (yazıt, destan metni, dinî metin, sözlük, siyasetname, seyahatname vb.) alıp eserini kitaplaştırdığı tarihe kadar getirerek oldukça teferruatlı bir şekilde vermiştir. Özdemir, yirminci yüzyılda Türkiye’de çocuk oyunları üzerine yapılan kılavuz kitap, derleme, inceleme gibi halk bilimi odaklı çalışmaların neredeyse tamamını eserini bitirdiği tarih itibarıyla kronolojik düzende vererek bir bakıma bu alanda araştırma yapacakların kaynakçasını hazırlamış; onların işini kolaylaştırmıştır.[1 - Burada kısaca özeti verilen bilgiler için Nebi Özdemir’in Türk Çocuk Oyunları isimli kitabının Giriş bölümünün 21-85. sayfaları arasında yer alan “Oyun ve Çocuk Kavramı”, “Dünyadaki Çocuk Oyunu Araştırmaları” ve “Türkiye’deki Çocuk Oyunu Araştırmaları” adlı bölümlere bk.]
Folklorun oyunlar için bir düzenleyicilik vazifesi üstlendiğini ve oyunların içeriklerini uygun hâle getirerek en iyi şekilde icra edilmesine yardım ettiğini ifade eden Tatar halk bilimci Nekıy İsenbet, oyunların şu özelliklerine dikkat çekmiştir: “Çocukların beden ve akıl yönünden gelişimlerinde onları kollektif disiplinde bir araya getirmeye (örgütlemeye) ve onların estetik duygularını eğitmede bu oyunların ne kadar önemli bir yere sahip olduğu herkes tarafından bilinen bir konudur. Ortaklaşa oynanan türkülü oyunların bazıları eski düğün, bayram gibi gelenek ve göreneklerden kalmış olup bunların çocuklar arasında oynanan oyunlara geçiş yaptığı anlaşılmaktadır (Kaburgalı kamçılı, aksöğüt vb.). Oyunların çoğu beceri ve kurnazlığı geliştirmek için oynanır (Ebeleme, turp yolma, kör teke vb.). Bazıları refleks kazanma ve otonom bir harekette daha iyi olma için idman yapmak üzere oynanır (Uçtu uçtu). Bazıları da bir halk masalının tiyatrolaştırılmasıyla daha da değer kazanarak bir oyun özelliği kazanırlar (Aksak keçi, kabak vb.).” (İsenbet, 1941: 72-73).
“Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Müdürlüğü” tarafından Anadolu Çocuk Oyunları adıyla hazırlanan eserde geleneksel çocuk oyunlarının önemli bir kısmının özellikle şehirde yaşayan çocuklar tarafından oynanmadığına, bundan dolayı kuşaklar arası aktarımın gerçekleşmediğine değinilerek halk bilimi açısından bu oyunların şu özelliklerine dikkat çekilmiştir: “Geleneksel çocuk oyunları, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan, deneyimleme yoluyla öğrenilen, çocuk ya da yetişkin her yaştan katılımcının oynayabildiği hatta farklı kuşakların bir arada oynamasına elverişli olarak kültür aktarımını sağlayan, kuralları, mekânı ve malzemeleri bağlamına göre farklılık gösterebilen oyunlardır. Eğlenceyi ve kimi zaman yarışı ya da temsili de içeren bu oyunlar, toplumların kültürel miraslarının önemli bir parçası olarak görülmüşlerdir.” (MEB, 2020: 13).
Pili Bitmeyen Oyunlar adlı eserinde Birdal Öztürk, geleneksel çocuk oyunlarının çocuklara ahlaki değerler, duygular, tutumlar, tavırlar, düşünceler, davranışlar kazandırdığını izah ederek konuyu şu şekilde açmıştır: “Geleneksel çocuk oyunları çocuklara; paylaşmayı, yardımlaşmayı, duygudaşlığı, merak duyularını, yeteneklerini keşfetmeyi, problem çözebilmeyi, özsaygıyı, özgürlüğü, medeni cesareti, bağımsız hareket edebilmeyi, sorumluluk bilincini, arkadaşlığı, yaratıcılığı, samimiyeti, dürüstlüğü, sınırını bilmeyi, sevmeyi, saymayı, kurallara uymayı, doğruyu, yanlışı, hak yememeyi, hakkını savunmayı, sırasını beklemeyi, izin istemeyi, affetmeyi, özür dilemeyi, çevreye zarar vermemeyi, kültürü yaşatmayı, haz duymayı, hesap yapmayı, kardeşliği, farkındalığı, duyarlı olmayı, iletişimi, oyuna sadakati, yarışma ruhunu, grubun çıkarını kendi çıkarının üzerinde tutmayı, özveriyi, birlik olmayı, görgü ve ahlak kurallarını, değerleri, taktik ve stratejiyi, taklit etme becerisini, akıl yürütmeyi, muhakeme becerilerini, drama yapmayı, emek vermeyi, sosyalleşmeyi, inancı vb. destekleyip güçlendirmektedir, ilerde çocukların, kanunlara saygılı olan iyi birer yurttaş, ülkesini seven insanlar, inançlara, farklılıklara ve değerlere saygı gösteren, mizah anlayışı iyi bireyler yetişmesi için müthiş kazanımlar sağlamaktadır.” (Öztürk, 2020: 19).
Geçmişten Günümüze Türkiye’de Geleneksel Çocuk Oyunları isimli eserinde Handan Asûde Başel, bir çocuğun hayatındaki en önemli olgunun oyun olduğuna vurgu yaparak oyun hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Oyun, kendiliğinden ortaya çıkan, hedefi olmayan ve mutluluk getiren serbest bir etkinliktir. Oyun, çocuğun iç dünyasını dıştaki sosyal dünya ile birleştirmesine yardım eder. Gander ve Gardiner’e göre, oyun sırasında çocuklar; duyu, hareket ve biliş becerilerinin birçoğunu vurgulamakta ve denetlemekte, ayrıca kavramları, toplumsal farkındalık ve toplumsal davranışları geliştirmektedir. Kısaca oyun, çocukları eğlendirirken aynı zamanda onların sosyal, psikolojik ve fiziksel gelişimine etki etmekte ve grup içinde karşılıklı anlayış, hoşgörü ve birbirine saygı göstererek yaşama duygularının temellerinin atılmasını sağlamaktadır.” (Başal, 2017: 1).
İlköğretim ve Ortaöğretimde Geleneksel Çocuk Oyunları adlı eserlerinde Ali Serdar Yücel ve Cemal Gündoğdu “Oyun bir toplumun kültürel özelliklerini yansıtma özelliği açısından önem taşır. Oyun vasıtasıyla toplumun gelenek ve görenekleri, yaşam tarzları, müziği, inançları vb. gibi toplumsal özellikleri gelecek nesillere aktarılır. Bu konuda çocukların oyundaki koruyuculuğu ve tutuculuğu rol oynar.” (Yücel ve Gündoğdu, 2021: 1) görüşleriyle oyunun kültür aktarımı özelliğine dikkat çekmişlerdir. Yine aynı çalışmalarında birtakım oyun tanımlarını verdikten sonra şöyle bir tanım yapmışlardır: “İnsanın doğası gereği içgüdüsel bir etkinlik, zihinsel ve fiziksel yeteneklerin geliştirildiği, ruhsal doyum ve sosyal uyumun sağlandığı, çocukların vazgeçilmez uğraşı ve eğlencesidir.” (Yücel ve Gündoğdu, 2021: 4).
Demet Öngen, Okul Öncesi Çağdaki Çocukların Oyun Konusundaki Toplumsal-Bilişsel Davranış Örüntüleri ile Oyun Materyalleri Arasındaki İlişki isimli yüksek lisans çalışmasında pedagojik bakış açısıyla oyun kavramını şu şekilde tanımlamıştır: “Oyun genel anlamıyla, sonucu düşünülmeden herhangi bir amaca ulaşmaktan çok zevk almak amacıyla girişilen, görünürde pratik bir sonucu olmayan etkinlik olarak tanımlanmaktadır. Daha dar anlamıyla, önceden belirlenen kurallara göre yürütülen ve yarışmacıların gücüne, becerisine veya şansına bağlı olarak bir sonuca ulaşan etkinlik anlamına gelmektedir. Oyun, bireysel, kendiliğinden ve imgelem gücüne dayanan etkinliklerden grup içinde ve kurallarla düzenlenen yarışma tipindeki etkinliklere doğru bir gelişme göstermektedir.” (Öngen, 1991: 2).
Sinan Koçyiğit, Mehmet Nur Tuğluk ve Mehmet Kök (2007: 327) birlikte yaptıkları Çocuğun Gelişim Sürecinde Eğitsel Bir Etkinlik Olarak Oyun başlıklı çalışmada oyun üzerine yapılmış birçok tanımın olduğu vurgulamışlar ve bunlardan yararlanarak genel bir tanım yapmışlardır: “Oyun, belli bir amaca yönelik ya da amaçsız olarak, kurallı ya da kuralsız, çocuğun tüm gelişim alanlarına etki eden, çocuğun isteyerek ve hoşlanarak katıldığı, araçlı ya da araçsız olarak gerçekleştirilen doğal öğrenme aracıdır.”
Yukarıda oyunlar üzerine yaptıkları çalışmalarla öne çıkan bazı bilim insanlarının tanım ve görüşlerine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere oyun kavramı farklı disiplinlerde konu üzerinde çalışmaları bulunan birçok bilim insanı tarafından çeşitli yönleriyle ele alınarak tanımlanmıştır.
“Her insan oyun oynamıştır/oynar, onu tecrübe etmiştir.” gerçeğinden hareketle oyunun ne olduğunu tanımlamaya çalışmak çok kolay gibi görünse de bir olgu olarak oyunun genel bir tanımını yapmak oldukça karmaşıktır. Konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşıldığında oyunun başka bir yönünün keşfedilmesi muhtemel olduğundan oyuna dair yeni tanımların yapılması, bu tanımlarda daha öncekilerinin bir eksikliğinin giderilmesi olağandır. Bundan yola çıkarak bu çalışmada oyunun genel bir tanımı şöyle yapılmıştır: “Oyun; zekâ, çeviklik, beceri, taklit gibi özelliklerden bazen hepsinin aynı anda bazen de bunlardan biri ya da birkaçının birlikte öne çıktığı; kişinin bedensel ve zihinsel bakımdan estetik ve yararlı olana ulaşmada keyif ve heyecanı özgürce yaşayıp mutlu olduğu, insanlığın varoluşundan itibaren hayatının her anında gelişimine katkı sağlayan eğlenceli ve eğitici icadi etkinlik uygulamalarının genel adıdır.”
Tanımda da belirtildiği üzere oyun oynamanın yaşı yoktur, öyle de derler, ancak oyun deyince akla nedense ilk çocuk gelir. Büyüklere nazaran oyun çocuklara has bir uğraşı olarak algılanır. Hâlbuki oyun, beşikteki bebekten ömrünün sonbaharını yaşayana kadar herkes içindir. Seksen yaşındaki bir dede sekiz yaşındaki torunuyla, kırk yaşındaki bir baba yeni emeklemeye başlayan çocuğuyla oyun arkadaşı olabilir. Yani oyun oynamak insanın, hatta her canlının yaratılışında olan bilinçli veya bilinçsiz bir davranış güdüsüdür. Her insan; uygun zamanı, ortamı ve şartları bulduğunda oyun oynamaya yatkındır. Bu açıdan bakıldığında oyun oynamak yetişkinlerden daha çok çocukların işidir. Çünkü oyun oynamaya daha çok zamanı olan çocuklardır.
Günümüzde oyunlar, geleneksel ve modern oyunlar olmak üzere basitçe ikiye ayrılabilir. Modern oyunlardan kastedilen artık günümüzde bilgi çağıyla birlikte bir sektör hâline gelen oyunlardır. Bunlara teknolojik aygıtlarda (bilgisayar, akıllı telefon, tablet vb.) oynanan, çeşitli parçaların birleştirilmesi ya da bozulması (lego, puzzle, jenga vb.) şeklinde oynanan, bir oyun şirketinin oluşturduğu bir hikâye (tabu, monopoly, scrabble vb.) esasında oynanan, eğlence parklarında (atlıkarınca, gondol, kamikaze, zincirli sandalye, salıncak, dönme dolap, çarpışan araba vb.) oynanan oyunlar örnek verilebilir. Ancak bu kitabın konusu Tatar çocuklarının oynadığı geleneksel oyunlar olduğundan modern oyunlardan burada geleneksel oyunların ne olduğuna dikkat çekmek için bahsedilmiştir.
Geleneksel çocuk oyunları anne babalarımızın, nine dedelerimizin; hatta atalarımızın atalarının yüzlerce yıldır çocukluk çağlarında oynayıp bir sonraki kuşağa bir kültür mirası olarak aktardıkları, zamanın değişen şartlarına uyum sağlayarak ister açık ister kapalı alanda olsun; evde, okulda, etkinlik salonunda ya da sahasında, avluda, kapı önlerinde, bahçede, parkta, meydancıkta, düzlükte, çayır-çimende, sokakta, mahallede; yani oyun oynamaya elverişli her yerde araçlı ya da araçsız, bireysel ya da gruplar hâlinde, bazıları türkülü tekerlemeli oynana gelen; asıl işlevi eğlenme olan ama bunu yaparken öğrenme işlevini devreye sokarak çocuğun hem fiziksel hem de zihinsel gelişimine ve sağlığına çok önemli yararları olan ve çocuk var oldukça onların neşesine neşe katacak olan sosyal hayatın değişmez ögesidir.

2. Çağdaş Türk Lehçelerinde Oyun ve Oyna- Sözcükleri
Eski Türkçedeki oyun ve oyna- sözcükleri çağdaş Türk lehçelerinin neredeyse tamamında korunarak aynı anlamlarda kullanılmaktadır. Bununla birlikte bazı lehçelerdeki oyın, oyin, uyın; oyna-, oyni- uyna- gibi farklı fonetik varyantlar o lehçelerin genel fonolojik karakterinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum oyun ve oyna- sözcüklerinin çağdaş Türk yazı dillerindeki kullanımları verilerek aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.
Tabloda, çağdaş Türk yazı dilleri Güney-Batı (Oğuz), Kuzey-Batı (Kıpçak), Güney-Doğu (Karluk), Kuzey-Doğu (Sibirya) ve Çuvaş olmak üzere 5 ana gruba ayrılmıştır. Tablonun başında, oyun ve oyna- sözcüklerinin Türkçenin ilk sözlüğü olarak kabul edilen DLT’teki karşılıkları verilmiştir. Üç sütundan oluşan tablonun ilk sütununda ilgili yazı dillerinin adları, ikinci sütununda oyun teriminin söz konusu yazı dillerindeki karşılıkları ve bu yazı dillerinde kullanılan alfabe ile yazılışları verilmiştir. Tablonun üçüncü sütununda ise bu terimin kaynak olarak alındığı eserlerin metin içi atıfları verilmiş, bir komisyon tarafından hazırlanan eserlerin de adı kısaltma yapılarak gösterilmiştir.




Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere Türkçenin ses özellikleri dikkate alındığında oyun ve oyna- sözcükleri Çuvaş Türkçesi dışında tüm Türk lehçelerinde ortaktır. Çağdaş Türk lehçelerinden Tatar ve Başkurt Türkçelerine özgü geniş yuvarlak ünlülerdeki daralma ve bulanmadan kaynaklı düzenli ses olayı neticesinde arka damak “o ve ö” ünlüleri daha kapalı ve dar telaffuz edilir. Tatar Türkçesinde ikinci hecelerdeki yuvarlak ünlüler dar ve düz olarak yazıldıkları (Öner, 2007: 692-694) için oyun ve oyna- sözcükleri Tatar Türkçesinde uyın ve uyna- olmuştur.

3. Oyun ve Oyna- Sözcüklerinin Etimolojisi
Metin And, Oyun ve Bügü isimli eserinde “oyun” sözcüğünün Türkçe’nin en eski sözcüklerinden biri olduğunu eski Uygurca metinlerden örnekler vererek tarihi kaynakların da bunu gösterdiğini ifade etmiştir. Ardından And, bu sözcüğün hem antropolojik hem de dilbilimsel kökenini açıklamaya çalışmıştır. Antropolojik bakımdan sözcüğü açıklamak için şaman adlandırmaları ve şaman törenleri içeriğini göz önüne alarak fikir yürütmüş, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Orta Asya şamanının türlü adları arasında, örneğin Yakutların kullandığı ad Türkçe bir sözcük olan “oyun”du. Kadın şamana ise Moğolca’dan gelen udahan, orta şamana orta-oyun yüce şamana ulahan-oyun deniliyordu. Daha da önemlisi oyun sözcüğü yalnız şaman için değil, fakat örneğin Türkistan’da şaman töreninin tümüne de deniyordu. Oyun sözcüğünün çeşitli anlamları düşünüldüğünde, bunların hemen pek çoğunun şamanın büyüsel törenindeki çeşitli ögelerde içerildiği görülür. Şaman bu törende dans ediyor, ses ve çalgı ile müziğini yapıyor, yüz kaslarını kullanarak, karnından sesler çıkararak taklit ve dramatik ögelere başvuruyor ve şiir okuyordu. Böylece oyun sözcüğüyle tiyatro, dans ve türlü seyirlik oyunların kökeni şamanda ve onun eyleminde toplanmış oluyordu.” (And, 2012: 37). Dilbilimsel bakımdan fiilin kökünün oy- olduğunu belirten And, ancak öteki sözcüklerle birleştirmek için bir dilbilimcinin uzun araştırmalarının gerekliliğini vurguladıktan sonra bir denemede bulunmuştur: “-n fiilden isim yapma eki, eski çağlarda çok yaygın bir ek olduğundan, ekin başındaki yardımcı ünlü olan (u) sesi de (daha çok eski çağlarda ekin bir parçası sayılmış ve o- fiil köküne geldiği zaman bu o- kökü ile -un eki arasına bir (y) sesi konmuş olabilir ve zamanla bu yardımcı (y) sesi o- köküne katılmış ve oy- ortaya çıkmış; bu kökten de yeni sözcükler türetilmiştir. Pek sağlam olmamakla birlikte bu görüş benimsenirse, örneğin o- fiilini ot[=ot, ilâç] ile birleştirebiliriz. Bir başka deyişle şamanların hastalık yaratan kötü ruhlarla savaşlarında kullandıkları ilâç ile birleşebilir. Böylece o- kökü yardımcı ses (y) ile birleşmeden önceki bir çağda fiil henüz o- iken -t türevi yaratılmış [-t fiilden isim yapma Türkçenin en eski eklerinden biridir], öte yandan bu türevden çıkan ota- (= ilâç vermek, sağlamak), ve otacı (ota-tacı) [= doktor, hekim] türevlerini biliyoruz.” (And, 2012: 37-38).
Etimoloji üzerine önemli çalışmaları bulunan dil bilimcilerin oyun kelimesinin etimolojisine dair görüşleri çerçevesinde konuya bakıldığında oyna– sözcüğünün oyun sözcüğünden türemiş olduğu üzerine görüş birliği olan bir konudur; zira {+A-} isim tabanlarından fiil türeten bir ektir (bk. Erdal 1991: 418-429; Korkmaz 2014: 111-112) ve ikinci hecesinde dar ünlü barındıran isim tabanları bu eki aldıklarında orta hecesindeki söz konusu ünlüyü düşürürler (ör. bediz ‘süs’,
bedize- > bedze- > beze-; beŋiz ‘yüz, beniz’, *beŋize- > beŋze- > benze-; kulun ‘at yavrusu’, *kuluna-> kulna- ‘doğurmak (at için)’). Oyna- sözcüğünün yapısı ve fonetik süreci de bu şekildedir: oyun+a- >
oyuna- > oyna- (Erdal 1991: 422). Ancak oyun sözcüğünün etimolojisi için aynı şekilde kesin bir yargıya varmak güçtür. Türkologların da bu sözcük üzerindeki düşünceleri birbirinden ayrılmaktadır. Clauson (1972: 274), bu sözcüğün bilinen oy- ‘oymak, oyuk yapmak’ fiilinden türemiş olma ihtimalinin tamamen göz ardı edilemeyeceğini ifade eder. Sevortyan (1974: 435), bu sözcüğün farklı anlama sahip bir
oy- fiilinden türediğini Gabain’den aldığı şüpheli oy- ‘(zar) atmak, (zarla) oynamak’ örneğine dayandırır ve Sahaca oy- ‘sıçramak, zıplamak’ fiilinin de bu fiille ilişkili olabileceğini belirtir. Eren (1999: 311) de Ramstedt ve Pop-pe’den aldığı verilere istinaden bu sözcüğü oy- ‘oynamak’ tabanı ve {-(u)n} ekiyle analiz eder. Gülensoy (2007: 644), sözcüğü farazi ve uzun ünlülü
ōy- ‘oynamak’ fiiline dayandırır. Tietze (2018: 190) ise sadece Clauson’un varsayımıyla yetinir. Tatar Türkçesinin etimolojik sözlüğünde Ehmetyanov (2015: 340), sözcüğün kökü olarak Eski Uygurcada tanıklanan oy- fiili ve Sahaca oy- ‘oynamak, sıçramak’ fiili ve aldığı eki de {-gun} eki olarak belirlemiştir. Tüm bu bilgilerden yola çıkarak oyun sözcüğü yalın hâlde Eski Türkçede tanıklanmayan bir
oy- ‘oynamak; dans etmek’ sözcüğünden türemiş olmalıdır. Bu fiilin destekleyicisi çağdaş Saha Türkçesindeki oy- ‘sıçramak, hoplamak’ fiilidir. Sözcükteki yapım eki ise çoğunluğun üzerinde ittifak ettiği {-Un} fiilden isim yapım ekidir.

4. Tatar Türkçesinde Oyun (Уен) ve Oyna- (Уйна-) Sözcüklerine İlişkin Söz Varlığı
Tatar Tĩlĩnĩŋ Aŋlatmalı Süzlĩgĩ’nde madde başı olarak oyun ve oyna- sözcüklerine dokuzar anlam gösterilmiştir:

oyun: 1. Gönül eğlendirmek için yapılan uğraşı. 2. Özel kurallar, yöntemler ile icra edilen ve gönül eğlendirmeye, dinlenmeye, bedeni sağlamlaştırmaya yönelik bir tür spor sayılan iş. 3. Türlü müzik aletleriyle müzikal eser icra etme işi. 4. Bir sahne eserini seyircilere gösterme. 5. İskambil oyununda en önemli ve istediği kâğıda basma, kapatılabilen kart türü. 6. Belirli bir amaçla yapılan, önceden düşünülen şey; entrikalar, art niyetler, fikirler. 7. Işık yansımaları, renkleri ve benzerlerinin hızlı hızlı değişmeleri, değişik renklere girip çıkmaları, ışıldayıp durmaları. 8. Şaka yaparak söylenen eğlenceli söz. 9. Manevra, askerî uygulamalar (GİİTETİ 1981: 295).
oyna-: 1. Oynamak, eğlenmek. 2. Bir şeyi farkında olmadan döndürmek, hareket ettirmek, gereksiz bir iş ile uğraşmak. 3. Çabucak türlü türlü hareketler yapmak, oynak oynak koşmak (hayvanlar için). 4. Yansıyıp pırıldamak, ışıldamak, aksetmek (güneş ışığı, aydınlık vb. için). 5. Bir müzik aleti çalmak. 6. Bir sahne eseri için rol yapmak, sahnede gösteri sergilemek. 7. Şaka yapmak. 8. Yakışıksız ve yasak şeylerle eğlenmek, meşgul olmak. 9. Askerlik hizmetini yapmak (GİİTETİ 1981: 301).
Mustafa Öner tarafından hazırlanan Kazan Tatar Türkçesi Sözlüğü’nde de Tatar Tĩlĩnĩŋ Aŋlatmalı Süzlĩgĩ ’ne paralel şekilde oyun için dokuz, oyna- için on anlam belirtilmiştir:

oyun: 1. Oyun. 2. Spor oyunu, müsabaka. 3. Çalgı çalma. 4. Sahne oyunu, piyes. 5. Kâğıt oyunu. 6. Entrika. 7. Işık oyunu. 8. Latife, şaka. 9. Harp oyunu, askerî tatbikat (Öner, 2015: 525).
oyna-: 1. Gönül eğlendirmek. 2. Oynamak. 3. Amaçsız olarak eliyle bir şeyler kurcalayıp oynamak. 4. Birisiyle oynamak, alay etmek. 5. Kımıldamak. 6. Çalgı çalmak. 7. Bir müzik eserini icra etmek. 8. Piyes oynamak, tiyatro oyununa katılmak, rol yapmak. 9. Yasak bir şeyi kurcalamak. 10. Askerlik hizmetini yapmak (Öner, 2015: 526).
Türk Dil Kurumu’nun çevrimiçi Güncel Türkçe Sözlük’ünde (TDK https:// sozluk.gov.tr) ise madde başı olarak oyun sözcüğüne 10, oyna- sözcüğüne ise 18 karşılık verilmiştir:

oyun: 1. Yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence. 2. Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi. 3. Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü. 4. Seslendirilmek veya sahnede oynanmak için hazırlanmış eser, temsil, piyes. 5. Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma. 6. Şaşkınlık uyandırıcı hüner. 7. Kumar. 8. Güreşte rakibini yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket. 9. Teniste, tavlada taraflardan birinin belirli sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç. 10. Hile, alicengiz oyunu, düzen, desise, entrika.
oyna-: 1. Vakit geçirme, eğlenme, oyalanma vb. amaçlarla bir şeyle uğraşmak. 2. Kımıldamak, hareket etmek. 3. Bir şeyi sürekli evirip çevirmek veya sürekli olarak ona dokunmak. 4. Bir film, oyun vb.nde rol almak. 5. Film gösterilmek. Tiyatro eseri sahneye konmak. 7. Eşyanın herhangi bir parçası kımıldamak, hareket etmek. 8. Sarsılmak, yeri değişmek. 9. Sporla ilgili çalışmalara katılmak. 10. Müziğin gerektirdiği uyumlu hareketleri yapmak. 11. Büyük bir ustalık, beceri ve kolaylıkla bir işi yapmak. 12. Değişiklik göstermek. 13. Tehlikeye düşürmek. 14. Oyalanmak, gereği gibi yapmamak, boşuna vakit geçirmek. 15. Rastgele yön vermek, aldatmak. 16. Herhangi birine karşı önemsemeyici davranışlarda bulunmak. 17. Tedirgin etmek, rahatsız edici davranışta bulunmak. 18. Değiştirmek, bozmak, tahrif etmek.
Yukarıda her iki Türk lehçesinin bir başvuru kaynağı olarak en çok kullanılan sözlüklerinden yapılan alıntılamalarda görüldüğü üzere sözlük bilimciler tarafından oyun ve oyna- sözcükleri benzer ifadelerle açıklanmıştır. Aynı sözcükler için Türk lehçelerinin diğer sözlüklerine bakıldığında bu benzer açıklamalara rastlanmaktadır.
Duruma göre olumlu ya da olumsuz anlamlarda kullanılabilen oyun sözcüğü en eski dönemlerinden beri Türk yaşam tarzı ve kültüründe kişioğlunun her çağında beden ve zihin gücünün yanında yeteneğin de gerektiği; neşe ve heyecan veren eylemlerin genel adı olmuştur. Kişioğlu bu eylemleri yaparken öğrenmek, eğlenmek, dinç kalmak, kendini göstermek, üstün gelmek, beğenilmek gibi güdülenmelerin doğrudan etkisiyle o anın fiziki ve ruhi uyarılarını yaşar ve o andan keyif alır. Oyunun işte bu özelliklerinden dolayı oyun ile bağlantılı deyişler (türemiş sözcükler, birleşik sözcükler, ikilemeler, deyimler, atasözleri gibi) Türkçenin bütün lehçelerinde olduğu gibi Tatar Türkçesinin söz varlığı içinde de işlek bir şekilde yer almıştır.
Aşağıda oyun ve oyna- sözcüklerinin üç ciltlik Tatar Tĩlĩnĩŋ Aŋlatmalı Süzlĩgĩ (GİİTETİ, 1977, 1979, 1981) ile Tatarca-Türkçe Sözlük (Ganiyev vd., 1997), Kazan Tatar Türkçesi Sözlüğü (Öner, 2015), ABBY Lingvo Electronic Dictionary (Sürüm: X6 Professional 16.2.2.133), iki ciltlik Tatar Tĩlĩnĩŋ Frazelogik Süzlĩgĩ (İsenbet, 1989, 1990) gibi sözlüklerde yer alan veriler taranmış ve bunların Türkiye Türkçesi karşılıkları verilmiştir. Oyun ve oyna- sözcüklerinin geçtiği birçok Tatar atasözü bulunmaktadır. Bu atasözleri müstakil bir çalışmanın konusunu oluşturacak kadar fazla olduğundan hepsi bu çalışmaya dâhil edilmemiştir. Ancak ilgili eserlerden seçilenler bu çalışmada örnek göstermek için Türkiye Türkçesine tercümesiyle birlikte verilmiştir.
4.1. Uyın (Уен): Oyun ve Uyna- (Уйна-): Oyna- Sözcüklerinden Türetilen Tatarca Sözcükler:
uyın (уен): oyun; uyınçak (уенчак): oyuncu, şakacı, afacan; uyınçaklık (уенчаклык): şakacılık, afacanlık; uyınçan (уенчан): oyuncu, şakacı; uyınçı (уенчы): oyuncu, çalgıcı, artist; uyınçık (уенчык): oyuncak; uyınçıl (уенчыл): oyuncu, şaklaban; uyınlı (уенлы): oyunlu; uyınlık (уенлык): oyunluk oyun oynama yeri; uyınsız (уенсыз): oyunsuz, şaka değil; uyna– (уйна-): oynamak, çalgı çalmak; uynak (уйнак): oynak; uynakla– (уйнакла-): oynamak, zıplamak; ışıldamak, parlamak; uynaklat– (уйнаклат-): oynatmak, kıpırdatmak; uynaklık (уйнаклык), oynaklık; uynal– (уйналу): oynanmak, çekiliş yapılmak; uynalış (уйналыш): oynama, oynayış, çekiliş, şans oyunu; uynap (уйнап): şaka yaparak, oyundan, şakayla; uynaş (уйнаш): oynaş, zina; uynaş– (уйнаш-): oynaşmak, zina etmek; uynaşçı (уйнашчы): oynaşçı, zinakâr, fahişe; uynaşçılık (уйнашчылык): oynaşçılık, fahişelik; uynaşlık (уйнашлык): oynaşlık; uynaştır (уйнаштыр-): oynaştırmak; uynaştırgala– (уйнаштыргала-): oynaştırmak; uynat– (уйнат-): oynatmak, kıpırdatmak, çalgı çaldırmak; uynatkıç (уйнаткыч): oynatıcı; uynavçı (уйнаучы): oyuncu, çalgıcı, artist.
4.2. Uyın (Уен): Oyun ve Uyna- (Уйна-): Oyna- Sözcüklerinin Kullanıldığı Tatarca Birleşik Sözcükler:
uyın gına (уен гына): çok kolay; uyın kuyuvçı (уен куючы): sanatçı; uyın ostası (уен остасы): oyun organizatörü; uyın oyıştıruvçı (уен оештыручы): şovmen, gösteri adamı; uyın-cır (уен-җыр): oyun havası, dans; uyın-cıyın (уен-җыен): şenlik, festival; uyınçık kĩbĩk/şikĩllĩ (уенчык кебек/шикелле): oyuncak gibi; uyınçık satuvçı (уенчык сатучы): oyuncak satıcısı; uyınçık yasavçı (уенчык ясаучы): oyuncak üreticisi; uyınga kert- (уенга керт-): oyuna sokmak; uyınga kuy- (уенга куй-): oyuna koy-; uyını-çını bĩrgĩ (уены-чыны бергә): oyunu da gerçeği de bir; uyın-kölkĩ (уен-көлке): eğlence; uyın-kölkĩ kiçesĩ (уен-көлке кичәсе): parti, eğlence akşamı; uyın-kölkĩ söylevçĩ (уен-көлке сөйләүче): meddah, stand-up göstericisi; uyın-kölkĩçĩl (уен-көлкечел): oyunbaz, şakacı; uyın-kölkĩlĩ (уен-көлкеле): gülünç, komik, komedi; uyın-kölkĩsĩz (уен-көлкесез): şakasız, ciddi; uyınlı-çınılı (уенлы-чынлы) / uyını-çını (уены-чыны): yarı şaka yarı ciddi, şaka gerçek karışık; uyın-muyın (уен-муен): oyun-moyun; uynaklap tora torgan (уйнаклап тора торган): oynak oynak; uyna-kölü- (уйна-көл-): oynayıp gülmek, eğlenmek; uynap al- (уйнап ал-): oynamak, eğlenmek; uynap ciber- (уйнап җибәр-): daha yüksek sesle çalmak; uynap kına (уйнап кына): çabucak; uynap torgan (уйнап торган): eğlenceli, ışıltılı; uynap-kölĩp (уйнап-көлеп): güle oynaya, neşeyle; uynaşçı hatın (уйнашчы хатын): oynaş kadın, hafif kadın; uynaşka öndevçĩ (уйнашка өндәүче): kadın satıcısı; uynaştan tugan (уйнаштан туган): gayri meşru, babası belli olmayan, piç; uynıy başla- (уйный башла-): oynamaya başlamak. Her ne kadar Tatarca sözlüklerde bir madde başı olarak verilmese de rastladığımız örneklerde oyun sözcüğü bir isim tamlamasında kullanılarak yeni sözcükler oluşturmaktadır. Aşağıda bu türden birleşik sözcüklere yer verilmiştir. aşık uyını (ашык уены): aşık oyunu; azartlı uyın (азартлы уен): kumar oyunu; dans uyını (бию уены): dans oyunu; domino uyını (домино уены): domino oyunu; ebek uyını (әбәк уены): ebe oyunu; futbol uyını (футбол уены): futbol oyunu; hokkey uyını (хоккей уены): hokey oyunu; karta uyını (карта уены): kart oyunu; karton uyınçık (картон уенчык): karton oyuncak; kılıç uyını (кылыч уены): kılıç uyını; komarlı uyınnar yortı (комарлы уеннар йорты): kumarhane; kurçak uyını (курчак уены): kukla oyunu; kümek uyın (күмәк уен): ortaklaşa oyun, grup oyunu; namussız uyın (намуссыз уен): hileli oyun; olimpi-ya uyınnarı (олимпия уены): olimpiyat oyunu; otışlı uyın (отышлы уен): ütmeli uyın; östel uyını (өстәл уены): masa oyunu; sızık uyını (сызык уены): çizgi oyunu; sport uyını (спорт уены): spor oyunu; süz uyın (сүз уен): söz oyunu; şahmat uyını (шахмат уены): satranç oyunu; şamakay uyını (шамакай уены): palyaço oyunu; uyın atama (уен атама): oyun terimi; uyın barışı (уен барышы): oyun gidişatı; uyın kağiydelerĩ (уен кагыйдәләре): oyun kaideleri; uyın meclĩsĩ (уен мәҗлесе): oyun oturumu; uyun kartası (уен картасы): oyun kağıdı, oyun destesi.
4.3. Uyın (Уен): Oyun ve Uyna- (Уйна-):
Oyna- Sözcüklerinin Geçtiği Tatar Deyimleri at uynat- (ат уйнат-): ata binmede usta olmak, yiğitlik göstermek; atasınıŋ sakalı bĩlen uyna- (атасының сакалы белән уйна-): babasının sakalıyla oynamak; avızında koş uynata (авызында кош уйната): ağzı laf yapmak, söz söylemede usta olmak; barmak uyını uyna- (бармак уены уйна-): şaka yapmak; baş bĩlen uyna- (баш белән уйна-): yaşamını tehlikeye atacak bir şeye girişmek; baş rolnĩ uyna- (баш рольне уйна-): en önemli, en etkili durumda olmak; bĩrĩnçĩ skripka uyna- (беренче скрипка уйна-): herhangi bir işte önder olmak, kilit vazife üstlenmek; biyeley ĩçĩnde uy uynat- (бияләй эчендә ут уйнат-): bir işi gizlice yürütmek; buran uynat- (буран уйнат-): fırtına koparmak, büyük kavga etmek, çok öfkelenmek, bağırmak; buran uynatıp (буран уйнатып): kışın güzel kızaklı atları koşturarak keyifli yolculuk yapmak; cil davıl uynatıp (җил-давыл уйнатып): altını üstüne getirmek, dağıtmak, karmakarışık etmek; cil uynatıp (җил уйнатып): bir işi hızlı hızlı, çabucak yapmak; cil-buran uynatıp (җил-буран уйнатып): çevik ve hızlı hareket etmek; cin ĩçĩnden yodrık uynat- (җиң эченнән йодрык уйнат-): gücü yetmediğinden açıkça düşmanlığını gösterememek, gizli düşmanlık yapmak; dusım-dusım uyna- (дусым-дусым уйна-): dost gibi görünmek, yalandan dost görünmeye çalışmak, ebek-çebek uyna- (әбәк-чәбәк уйна-): birinin gözüne görünmemeye çalışmak; birine yakalanmamaya çalışmak; ikĩ ut bĩlen uyna- (ике ут белән уйна-): aynı anda iki tehlikeli iş ile uğraşmak; kan uyna- (кан уйна-): coşmak, neşeli ve canlı olmak, şevklenmek, kanı kaynamak; kĩti-kĩti uyna- (кети-кети уйна-): birisini gıdıklamak, çocukları parmakla gıdıklayıp güldürmek, gıdı gıdı oynamak; kılıç uynat- (кылыч уйнат-): insanüstü gayret göstermek, egemen olarak yaşamak; kırık kön uyın, kırık kön tuyın kor- (кырык көн уен, кырык көн туен кор-): kırk gün oyun, kırk gün düğün yapmak; kul bĩlen uyna- (кул белән уйна-): elini serbest bırakmak; edepsizleşmek, ahlaksızlık göstermek; kulında at uynata (кулында ут уйната): çok başarılı, gayretli; kunak-kunak uyna- (кунак-кунак уйна-): birbirlerine misafire gidip gelmek, konuklaşmak; kurçak-kurçak uyna- (курчак-курчак уйна-): kukla gibi oynatmak, birisiyle oyuncak gibi oynamak, birine her istediğini yaptırmak; küŋĩl uyna- (күңел уйна-): kusası gelmek, içi bulanmak; hevesi kalmamak, zevki kaçmak, şevki kırılmak; küŋĩlnĩ uynat- (күңелне уйнат-): hislerine dokunmak, duyguları harekete geçirmek, isteklendirmek; küz alddında yoldızlar uyna- (күз алдында йолдызлар уйна-): yüze atılan tokattan ya da alınan darbeden yanakları kızarmak; küz uynat- (күз уйнат-): gözleri oynamak, gözleri fıldır fıldır etmek, güven vermemek, çapkınca bakmak, kaşı gözü oynamak; küzĩ uyna- (күзе уйна-): gözleri ümitle parlamak, bir şeye sahip olmayı dilemek; küzĩ-başı uyna-(күзе-башы уйна-): hevesle yapmak, şevkle uğraşmak, gönül vererek yapmak; küzlerĩ ut uynıy (күзләре ут уйный): gözleri şevkle parlamak, gözlerinde sevinç ve istek belirmek; mehebbet bĩlen uyna- (мәхәббәт белән уйна-): aşk oyunu oynamak, kızlarla şakalaşmak; meydanda at uynat- (мәйданда ат уйнат-): belli bir alanda üstünlük göstermek, adından söz ettirmek, kendi eserlerini, yeteneklerini halk önünde sergileyip ün kazanmak; necegay uyna- (нәҗәгай уйна-): şimşek çakması, ekinlerin boy attığı yaz gecelerinde uzaklarda çakan şimşeğin sessiz yansıması. nervıda uyna- (нервыда уйна-): siniri oynamak, sinirleri bozulmak, sinirlenmek, öfkelenmek; pĩsilĩ-tıçkanlı uyna- (песиле-тычканлы уйна-): kedi fare oynamak; rol uyna- (роль уйна-): oyunda rol almak, birinin bir işte önemli etkisi olmak, yapar gibi yapmak, numara yapmak, içten olmamak; sıyır agaçka mĩngen, köynĩ uyna- (сыер агачка менгән» көйне уйна-): “İnek ağaca çıkmış, türkü çalmış.” Bilir bilmez garmun çalan ya da dilediği şekilde mani söyleyen kimseler için söylenen söz; süz uynat- (сүз уйнат-): laf ebeliği yapmak, söz ebesi olmak, şakalı konuşmak; şap-şakır uyna- (шап-шакыр уйна-): şakır şukur oynamak; şatranj uynat- (шатранҗ уйнат-): sessiz sedasız gizlice iş yürütmek, kandırmak; şomran uynap kal- (шомран уйнап кал-): Bozuk bir yaşama heves edip zevk ve eğlenceye düşkün olmak, kumarda kaybetmek, ahlaksızca yaşamak; tĩş kaznasın uynat- (теш казнасын уйнат-): bütün hüneri yemek yemek olmak; tıçkanlı-meçĩlĩ uyna- (тычканлы-мәчеле уйна-): birisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak, şaka yapmak, hile yapmak; tuylı-kunaklı uyna- (туйлы-кунаклы уйна-): karşılıklı davet ile düğüne icabet etmek; ut bĩlen uyna- (ут белән уйна-): tehlikeli işleri sevmek, savaş açmak, işgal etmek; ut çeçĩp, buran uynatıp (ут чәчеп, буран уйнатып): ateş saçarak, fırtına kopararak; ut uynat-(ут уйнат-): alev gibi yalayıp geçmek; ateş gibi kesilmek, kan beynine sıçramak; utız kön uyın kılıp, kırık kön tuyın kılıp (утыз көн уен кылып, кырык көн туен кылып): otuz gün oynayıp, kırk gün düğün yapıp; uyın ĩş tügĩl (уен эш түгел): oyun iş değil, ciddi; uyın kor- (уен кор-): oyun kurmak, hile yapmak; uyın tügĩl…(уен түгел…): kolay değil, zor; uyınga al- (уенга ал-): oyuna/şakaya almak; uyınga birĩl– (уенга бирел-): oyuna kapılmak; uyınga bor– (уенга бор-): oyuna/şakaya çevirmek; uyınga eylendĩr– (уенга әйләндер-): oyuna/şakaya döndürmek; uyınga mavık- (уенга мавык-): oyuna kapılmak; uyınga tart- (уенга тарт-): oyuna çekmek; uyın-muyın kor- (уен-муен кор-): oyun-moyun kurmak, hile yapmak; uyın-muyın tügĩl – çuyın muyın (уен-муен түгел – чуен муен): kolay bir iş değil; uynaklap yör- (уйнаклап йөр-): oynak oynak yürümek; uynaş kıl- (уйнаш ит-): oynaşmak, fahişelik etmek; uynaşçılık it- (уйнашчылык ит-): çapkınlık yapmak, hovardalık etmek; uynaşlık it- (уйнашлык ит-): oynaşmak; yörek uyna- (йөрәк уйна-): aniden heyecanlanmak ya da korkmak, tedirgin olmak, yüreği hop etmek; yözĩnde hesret karaları uyna- (йөзендә хәсрәт каралары уйна-): mutsuzluğu yüzünden okunmak, yüzüne vurmak; yözĩnĩŋ östĩnde karalar uynap tora (йөзенең өстендә каралар уйнап тора): içinin kötülüğü, karanlık düşünceleri yüzüne yansımak.
4.4. Uyın (Уен): Oyun ve Uyna- (Уйна-): Oyna- Sözcüklerinin Geçtiği Tatar Atasözlerinden Örnekler:
Oyununu oyna, işini de aklından çıkarma. / Uynavın uyna, ĩşĩŋnĩ de uyla [Уйнавын уйна, эшеңне дә уйла.] (İsenbet, I tom, 2010: 245).
Çamur ile oynamak, el boyamak. / Pıçrak bĩlen uynamak – kul buyamak [Пычрак белән уйнамак – кул буямак.] (İsenbet, I tom, 2010: 303).
Su ile oynama, batarsın; ateş ile oynama, yanarsın! / Su bĩlen uynama – batarsıŋ, ut bĩlen uynama – yanarsıŋ [Су белән уйнама – батарсың, ут белән уйнама – янарсың!] (İsenbet, I tom, 2010: 329).
Kediye oyun, fareye işkence. / Meçĩge – uyın, tıçkanga – kıyın. [Мәчегә – уен, тычканга – кыен.] (İsenbet, I tom, 2010: 468).
Eceli gelen keçi kasapla oynar. / Kecenĩŋ ülesĩ kilse, itçĩ b ĩlen uynar. [Кәҗәнең үләсе килсә, итче белән уйнар.] (İsenbet, I tom, 2010: 557).
Ekin biçme oynamak, ot biçme dans etmek. / Urak urmak – uynamak, pĩçen çapmak – biyĩmek. [Урак урмак – уйнамак, печән чапмак – биемәк.] (İsen-bet, I tom, 2010: 574).
Kızlar ile öğrenciler oyun-eğlencenin sahibi. / Kızlar bĩlen şekĩrtler – uyınkölkĩnĩŋ hucası. [Кызлар белән шәкертләр – уен-көлкенең хуҗасы.] (İsenbet, II tom, 2010: 29).
Önce oyuna, sonra yemeğe. / Ĩlĩk uyınga, annan soŋ tuyımga. [Элек уенга, аннан соң туемга.] (İsenbet, II tom, 2010: 106).
Çocukla oynama dökülürsün, dedeyle oynama sıkılırsın. / Bala bĩlen uynama – çeçersĩŋ, babay bĩlen uynama – poşarsıŋ. [Бала белән уйнама – чәчәрсең, бабай белән уйнама – пошарсың.] (İsenbet, II tom, 2010: 276).
Her bir yaşın kendi hükmü var, çocukluk çağının hükmü oyun. / Herbĩr yeşnĩŋ üz hökĩmĩ bar, sabıy çaknıŋ hökĩmĩ – uyın. [Һәрбер йәшнең үз хөкеме бар, сабый чакның хөкеме – уен.] (İsenbet, II tom, 2010: 285).
Ölüm bir olur, oyun iki olur. / Ülĩm bĩr bulır, uyın ikĩ bulır. [Үлем бер булыр, уен ике булыр.] (İsenbet, II tom, 2010: 681).
Top oynarsan tokluk olur, taş oynarsan açlık olur. / Tup uynasaŋ, tuklık bulır, taş uynasaŋ açlık bulır. [Туп уйнасаң, туклык булыр, таш уйнасаң, ачлык булыр.] (İsenbet, III tom, 2010: 67).
Oyun karın doyurmaz. / Uyın karın tuydırmas. [Уен карын туйдырмас.] (İsenbet, III tom, 2010: 67).
Okuyup öğren, oynayıp gül; oyununu oyna, işini de aklından çıkarma! / Ukı da bĩl, uyna da köl; uynavın uyna, ĩşĩŋnĩ de uyla! [Укы да бел, уйна да көл; уйнавын уйна, эшеңне дә уйла!] (İsenbet, III tom, 2010: 418).
Kişiyi bilmek istersen kılığına bak, çocuğu öğrenmek istersen oyununa bak. / Kĩşĩnĩ bĩlesĩŋ kilse, kılıgına kara; balanı bĩlesĩŋ kilse, uyınına kara. [Кешене беләсең килсә, кылыгына кара; баланы беләсең килсә, уенына кара.] (İsenbet, III tom, 2010: 568).
Çocuk oyuna, tembel uykuya doymaz. / Bala uyınnan tuymas, yalkav – yokıdan. [Бала уеннан туймас, ялкау – йокыдан.] (İsenbet, III tom, 2010: 716).
Çocuklar oyun, yaşlılar uyku sever. / Yeşler uyın yarata, kartlar yokı yarata. [Яшьләр уен ярата, картлар йокы ярата.] (Yermi, 1960: 81).
Ağlamak isteyen çocuk babasının sakalıyla oynar. / Yılıysı kilgen bala atasınıŋ sakalı bĩlen uynar. [Елыйсы килгән бала атасының сакалы белән уйнар.] (Yermi, 1960: 95).
İşe vakit, oyuna saat. / Ĩşke vakıt, uyınga seğat. [Эшкә вакыт, уенга сәгать.] (Yermi, 1960: 120).
Kendini övme başkaları için oyuncak. / Maktançık başkalarga uyınçık. [Мактанчык башкаларга уенчык.] (Yermi, 1960: 186).
Babandan büyükle oynayıp konuşma. / Ataŋnan olı kĩşĩ bĩlen uynap söyleşme. [Атаңнан олы кеше белән уйнап сөйләшмә.] (Şakirova, 2010: 26).
Aç ayı tok ayı ile oynamaz, tok ayı aç ayının hâlini düşünmez. / Aç ayu tuk ayu bĩlen uynamas, tuk ayu aç ayunıŋ helĩn uylamas. [Ач аю тук аю белән уйнамас, тук аю ач аюның хәлен уйламас.] (Şakirova, 2010: 59).
Karşıt adam oyun bozar, ahmak adam düzen bozar. / Karşı adem uyın bozar, tintek adem cayın bozar. [Каршы адәм уен бозар, тинтәк адәм җаен бозар.] (Şakirova, 2010: 70).
Tavşan ile oynama, yorulursun; ateş ile oynama, yanarsın. / Kuyan bĩlen uynama – çarçarsıŋ, ut bĩlen uynama – köyersĩŋ. [Куян белән уйнама – чарчарсың, ут белән уйнама – көярсең.] (Mehmutov, 2002: 42).
Yılanın kuyruğu oynar, başıyla sokar. / Yılannıŋ koyrıgı uynar, başı bĩlen çağar. [Еланның койрыгы уйнар, башы белән чагар.] (Mehmutov, 2002: 73).
Oyuna aldanıp yemekten olma. / Uyınga aldanıp, tuyımnan kalma. [Уенга алданып, туемнан калма.] (Mehmutov, 2002: 115).
Oyuncağa yalvarırsan üç gün nazlanır. / [Uyınçıga yalınsaŋ, öç könçege nazlanır. [Уенчыга ялынсаң, өч көнгәчә назланыр.] (Mehmutov, 2002: 164).
Atın başıyla oynamadan önce babanın başıyla oyna. / At başı bĩlen uynagançı, atan başı bĩlen uyna. [Ат башы белән уйнаганчы, атан башы белән уйна.] (Möhemmetcanova & Yemaltdinov, 2020: 62).
Olacak tay ipiyle oynar. / Bulır kolın beyĩnde uynar. [Булыр колын бәендә уйнар.] (Möhemmetcanova & Yemaltdinov, 2020: 65).
Beceriksiz oyun bozar, ahmak toy bozar. / Uŋmagan uyın bozar, tintek cıyın bozar. [Уңмаган уен бозар, тинтәк жыен бозар.] (Möhemmetcanova & Yemaltdinov, 2020: 141).
Aşık oynayan azar, oyun oynayan tozar, kitap okuyup bilim öğrenen herkesten de onar. / Aşık uynagan azar, uyın uynagan tuzar, kitap ukıp bĩlĩm algan barınnan da uazar. [Ашык уйнаган азар, уен уйнаган тузар, китап укып белем алган барыннан да узар.] (Möhemmetcanova & Yemaltdinov, 2020: 176).

5. Tatar Çocuk Oyunları Üzerine Yapılan Kitap Çalışmaları
Tataristan’da Tatar Çocuk Oyunları üzerine folklorik inceleme açısından çok fazla çalışma yapılmamıştır. Ancak aşağıda bahsedilen çalışmalar Tatar çocuk oyunlarının derlenip yazıya geçirildiği eserler olarak dikkat çekmektedir ve birer başvuru kaynağı vazifesi görmektedirler.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/erkan-karagoz/tatar-cocuk-oyunlari-69499768/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Burada kısaca özeti verilen bilgiler için Nebi Özdemir’in Türk Çocuk Oyunları isimli kitabının Giriş bölümünün 21-85. sayfaları arasında yer alan “Oyun ve Çocuk Kavramı”, “Dünyadaki Çocuk Oyunu Araştırmaları” ve “Türkiye’deki Çocuk Oyunu Araştırmaları” adlı bölümlere bk.
Tatar Çocuk Oyunları Erkan Karagöz
Tatar Çocuk Oyunları

Erkan Karagöz

Тип: электронная книга

Жанр: Сборники

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Tatar Çocuk Oyunları, электронная книга автора Erkan Karagöz на турецком языке, в жанре сборники

  • Добавить отзыв