Hüma Yağmurları

Hüma Yağmurları
Terzioğlu İbrahim

İbrahim Terzioğlu
Hüma Yağmurları

Sevgili Ragıp Buluç ağabeyimin ve dostlarımın aziz hatıralarına…




Rüzgarların Eksik Olmasın!

A.Ragıp Buluç[* - Yüksek Mimar.]
Şiir, birçok kişinin sandığı gibi sadece duyguların yoğunlaştığı bir sanat dalı değildir.
Aynı zamanda yüce bir aklın ve arıtılmış duyguların toplamıdır.
Homeros’tan beri bu topraklarda gelişmekte olan bir sanat dalıdır.
Yedinci şiir kitabında dostum İbrahim Terzioğlu, bu serüvene katkıda bulunuyor.
Yelkenlerinde rüzgârların eksik olmamasını dilerim.

“Bugün günlerden Hüma, Yarın ise Hümaertesi”

Nazmi Bilgin[* - Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mart-2021, Ankara]
Tanımadığım bir çocukla karşılaştığımda ilk olarak “ Adın ne “diye sorarım.
Sonra da “Adının anlamını biliyor musun” diyeceklerim..
Hüma ile ilk tanıştığımızda bu ikisini de söyleyemeyecek kadar küçüktü.
Adını babası, saygı ve zarafet timsali Emin Terzioğlu gururla söyledi: “Hüma”
Anlamını bende bilmiyordum merak ettim eve gider gitmez hemen lügatten buldum.
“Saadet, Mutluluk, Devlet Kuşu”
Çocuklar ismiyle yaşarmış.Hüma o günden sonra hayatımıza girdi.
Hepimize mutluluk verdi, saadet verdi, hatta neşe de …
Devlet kuşu ise, dedesi can dostum İbrahim Tezioğlu’nun başına kondu. Ona daha da çok yaşama sevinci verdi.
Adına şiir kitabı yazacak kadar da yüce bir sevgi…

Hüma hepimiz için önemliydi ama dedesi için bir başka İbrahim dede için bir şairin dizilerindeki gibi;
“Bugün günlerden Hüma,Yarın ise Hümaertesi”
İnanıyorum ki; Hepimizin Neşe kaynağı Hüma Yağmur Terzioğlu ‘nun yaşamı adı gibi herkese saadet ve bereket getirir.
Bu kitabın önsözünü paylaştığımız yarım asırlık dostum Ragıp Buluç, bir süre önce, bir beyaz ata bindi ve gitti. Bende rengini bilmediğim bir ata binip gideceğim. Ama bu şiir kitabı yaşayacak.
Büyüyüp genç kız olduğunda kitabını okuyanlar bizim kim olduğumuzu sorarlarsa” Babamı, dedemi ve beni çok seven iki fani” dersin…
Hep artan güvenimle…

İbrahim Terzioğlu Sanatına İzdüşüm:
Derdi İnsan Olanın, Yüreği Ağırırmış!

Ümit Yaşar Gözüm[* - AFelsefeci, Yazar, Eleştirmen]
Yetenek bir armağandır, şiir ise duygu yükü. İnsan duygularını, bir elmas ustasının titizliğinde işlemeyi, yaşama dair derin bilgi ve dili kullanma becerisini öğrendiğinde, coşkun bir nehre dönüşür. Bir de şair dizeleri ile evrenin sesi olacağına inanmasın, artık dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmış demektir.
Şiir, insanın sesini bulmasıyla başlayıp iletişim kurmayı öğrenerek doğaya yönelmesiyle başlar.
Resmin renklerinin görünen yüzü, şiirde sözcükleri yoğurarak yakalanan ahenkte bulur kendini. Artık ne toprak ayak basılan yerdir, ne deniz bildiğimiz su, ne de gökyüzü mavi bir boşluktur.
Şiir, yaşamın kendisidir ki; öylesine içten yakılan ağıtla hüzünlenir, sevinçte buluruz kendimizi. İbrahim Terzioğlu sanki, söylemek isteyip de bir gün karşılaşacağımızı umarak ertelediğimiz düşüncelerimizin sesidir. Ses ve anlam şairin sözcüklere üflediği kendi ruhudur. Buna rağmen şiir kendi anlamını kendi üretir. Tam da bu yanıyla düz yazıdan, nesirden ayrılır.
Terzioğlu için şiir ayaklarının bastığı topraklarda başlar başlamasına da ötede biter. Anlamın gücü özlemin ve öfkenin gücüyle bütünleşir, alev olur yakar dizelerinde.
Öylesine yakıcı bir ateştir ki bu, “Her şey gecede gizli; düşler, aşklar ve kederler…” dizesi Terzioğlu’nun yaşama bakışını özetler. Gece örter puslu kentin dehlizlerine sinen hüznü, kucaklar aşkları, kederleri, sevinçleri. Gün doğar kentin kadim kalesine, şair kalemine sığınır, kent insanın içini ısıtan güneşe.
Terzioğlu, yazmak için ilhamın gelmesini beklemek yerine, kendi ilhamını yaratacağı görselliğin gücünü duyguya dönüştürür. Onun için evrende var olan her şeyin şiirsel bir yanı vardır. Yeterki, şair bakan değil, gören göz olsun.
Pergel gibidir Terzioğlu’nun düşleri, bir ayağı Anadolu’nun bağrında sabit, diğer ayağıyla bir at başı uzanır adıyla özdeşleştiği Asya’ya, Afrika’ya, Avrupa’ya, Amerika’ya.
Bir bahar daha lazım üşüyen yüreğime dediği yerde yetişir Hüma’sı imdadına ve dizeler yağar yüreğinden. Tıpkı başına konduğu kişiyi kutsayan devlet kuşu gibi, konar dedesinin başına.
Terzioğlu için yeniden biçemlenen yaşama, Hüma’nın getirdiği sevinçle, kaygıyı, umudu, sevgiyi üfler şiirlerine. Yaşam bir felsefeye döner, anlamı besler, dili besler, aşkı, huzuru besler. Beslerken de, acıyı, öfkeyi dingin bir derinliğe çeker.
Onun şiiri felsefeyle bütünleşik, üstatların ağdalı dilinin ötesinde yaşamdan beslenen bir dildir. Cümlelerden ziyade sözcüklerin kavramsal gücünden oluşan dizelerdir Yunus Emre tadı veren.
Şiirleri, üstümüze yağan yaz yağmuru gibi, aheste aheste akan dille başlar. Özlemi dillendirirken bir gize dokunur gibidir. Bunun için şiirin dilden doğmadığını ama başladığını yeniden hatırlarız.
Şiirinde, özlem duyduğu her şey aşktır. Aşk bir sözcük olmaktan çıkmış, ‘şey’in özüne yüklenen derin anlama dönüşmüştür.
İnsandan yana dertlidir. Derdi, yaratılış teorisinden uzaklaşmış bir varlığın evrende egemenlik kurma ihtirasının önündeki sete, büyük engel olma isteğidir. Tepkisi, yozlaşan insanın evreni taşıdığı kutsal çöküşün arkasına sığınarak her şeyi olağan (mübah) sayan anlayışınadır.
Belki de sonun başlangıcı burada başlıyor. Artık kitlelerin Fırat’ın kenarında kurdun yediği kuzunun hesabını verme düşüncesinden çok, kuzuyu kendisinin yiyememiş olmasına dövünmesi vardır.
Oysa Terzioğlu, şiirlerinin ortak bağı, dostluk, insan ve doğa sevgidir. Kutsadığı değerlerin, yitirdiklerinin özlemidir. Onun bu hali, zamanın girift sarmalında dönen yaşamı, dille geleceğe taşıma çabasıdır.
Aşktan yana güçlü bir dildir şiire dönüşen ki, sınır ötesidir ruhunu besleyen özlem.
Şiir annedir, uzaktır, kuş uçmaz kervan geçmez karlı dağlardır. Gurbettir, aşktır. Mavi umutlara ulaşacağını düşlediği Tanrı Dağlarında Börteçine’sini bıraktığı Ergenekondur, Kızıl Elmadır, lacivert ülkedir, vazgeçilmez tutkusu Anadolu’dur.
İnsanın derdiyle dertlenip, bir çocuğun saf ve çıkarsız sevincini kutsayacak dostlukların peşindedir. Bazen bar başını çeker doğduğu coğrafyada, bazen bir şehidin yere düştüğü yangın yerine çevrilen yüreğiyle, kurşun ağırlığında döker kağıda dizelerini.
Bakmayın siz onun kılıcını kuşanıp Malazgirt’e sefere çıkan Alparslan misali bir deli yürek görünüşüne, ömrü insanlık adına gül taşımakla geçen bir dostluk masalıdır.
Yaşamın kendiliğinde saklı gerçekten, mitolojik zamanlara yalın kılıç yürüyen bir Alperen’dir.
Bilge Kağan’ın, Dede Korkut’un Mustafa Kemâl Atatürk’ün emaneti Türk imgesini, estetik kaygıya dönüştürüp geleceğe taşımaktan başka dünyevi tasası olmayan, bir yeni binyıl (milenyum) dervişidir.

HÜMA YAĞMURLARI
Zaman ve mekan ötesidir,
zümrüt rengi Kaf Dağı.
Her hayalin ete kemiğe büründüğü,
umutların tükenmediği,
masal ülkesinin
Hüma Kuşudur,
oralarda yürekler…
Rengarenk telekleriyle
her rengi taşır
yeni umutlara…
Habercisidir
darda, yolda kalanın!
Zümrüt yeşili diyara
sağanak sağanak yağarak
hüma yağmurları,
yeşertir
kurumuş vicdanları…
Coşturur,
susturulmuş çığlıkları,
yıkar, yumar
tüm sembolleri…
Sembollerin altından
özlenen pırıl pırıl
insan çıkar.

BIR BEN SIĞMADIM!
Bir dönüştür hayat,
uzak diyarların
sarı ufuklarına.
Gölgelerin
tükendiği anlardayız.
Yalnız atımın toynak sesleri,
gözlerimde nem,
yüreğimde gam,
duygularım da dem…
Ey,
koca dünya;
bir ben sığmadım,
bir çalının dibine,
bir taşının kovuğuna…
Bıraktım gidiyorum
sesimin tınısını,
tenimin kokusunu;
benden sonraki
göçmenlere....

BENIM YERIME!
Uçun kuşlar uçun,
sonsuz maviliklere.
Ruhum;
buram buram
sessizliklerde.
Bulutları götürün
benim yerime.....

ARAFAT’TA!
Bir damlada neler gizli bilinmez…
Arafat’ta hatıralar silinmez.

MAVI ATLAR ÜLKESI!
Mavi atlar ülkesinde,
saklı hayallerimiz…
Varılır mı,
görünür mü bilinmez…
Mavi göğün,
üryan çocuklarıyız…
Dönülür mü,
kalınır mı bilinmez…

BAKIRDAN TENLER!
Bakır tenli
yayla kızları gördüm,
bakır tenli
yağız delikanlılar…
Gün soyunup
ufka vardığı anda
bakır oldu,
canlı cansız ne varsa…
Bakır tenli
al yazmalı gelinler,
bakır tenli
al kınalı nineler,
bakır tenli
kara gözlü çağalar,
bakır tenli
kaytan bıyık ağalar,
bakır tenli
at üstünde koşanlar…
Bakır tenli
şu toprakta şehitler,
bakır tenli
nebilerin nebisi,
bakır tenli
sahabenin hepsi,
bakır tenli
yürekten su içenler,
bakır tenli
Yesevi’den hikmetler,
bakır tenli
Mevlana ile Şemsi,
bakır tenli
Lokman ile Bektaş’ı,
bakır tenli
Taptuk ile Yunus’u,
bakır tenli
göğe kalkan o eller,
bakır tenli
arşa çıkan dualar,
bakır tenli
yanık yanık türküler,
bakır tenli
öksüz kalmış ülküler!

BIR BULUT OLSAM!
Bir bulut olsam;
dolansam semalarda,
Burana’da,Yakutistan’da…
Baksam Yesi şehrine,
hikmet olsam katre katre,
rahmet olup yağsam
kurumuş dudaklara…
Bir bulut olsam;
Tanrı Dağları’nda;
uzansam ta Urallara.
Takılsam Semerkant’ta
Uluğ Bey’in usturlabına…
Bir bulut olsam;
Rahba düzlüğünde,
beşik olsam Alparslan’a…
Bir bulut olsam;
Manas’ı dinlesem.
fecrin aydınlığında
bir şeyler uğuldasam
Kaşgarlı’ya, Hacibe’ye…
Bir bulut olsam;
Belh’te düşsem yollara,
Mekke, Medine dolaşıp
Şam’da Şems’e kavuşsam.
Bir bulut olsam;
Alaaddin Sarayı’nda,
gül bahçelerinde,
Konevi’nin kabrinde,
Muhitti’nin gönlünde…
Bir bulut olsam;
Karaman yollarında.
arı duru bir dil olsam,
Mehmet’in dudaklarında…
Bir bulut olsam;
Bektaş’ın aşında,
Sultan Han’ın taşında…
Bir bulut olsam;
Rumeli Hisarı’nda,
seslensem insanlığa;
“İnsanlar fani,
hizmetler bâki”dir diye.
Gezsem dolaşsam,
asırlardan asırlara,
İbrahim’in İsmail’i olsam,
Esvat’ı uzatsam,
Kabe’nin duvarına.
Musa’nın Harun’u olsam
koşsam Turna Dağı’na…
Bir bulut olsam;
Betlehem gecesinde.
Meryem’in İsa’sına ,
atlastan döşek olsam…
Bir bulut olsam;
Davut’un sesine,
Süleyman’ın Belkıs’ına…
Bir bulut olsam;
Nebiler nebisine,
Resulün sevgilisine…
Bir bulut olsam;
Öteler ötesine.
Aksa’nın kubbesine…
Bir bulut olsam;
Muallak Tepesi’nde,
Arş-ı Alâ katında…
Bir bulut olsam;
yetimin bacasında,
sevgili kapısında!

BIR NEFESLIK ÖMÜR!
Bu günler de
geçer gider…
Yağmurlar diner;
gecenin karanlığını,
fecrin aydınlığı deler…
Kara kışın sonunda
cemreler çıkagelir…
Kurt kuş uyanır,
serçeler
kapıya dayanır…
Vurur çelik pençeyle
zalimin yüreğine…
Umut;
umut etmekle
tükeniyor hayatlar.
Her geçen gün
kuduruyor,
kuduruyor hoyratlar!
Bir nefeslik ömürde
tükeniyor şöhretler…

KALAYIM TEK BAŞINA!
Bütün nehirler mi doldu,
kalbimin kuytusuna.
Kalbimde donan kanım
hangi bahar uyanır…
Buz gibi bakan göze,
hangi yürek dayanır…
Kar kadar beyaz değil kimse
şu yalancı dünyada,
kupkuru çalı gibi,
kalacağız burada…
Ak kanatlı bir turna,
uçarken sonsuzluğa,
götürür mü ki beni,
Kaf Dağın arkasına…
Sorgusuz ve sualsiz
kalayım tek başına…

TANIDIK SOKAKLAR!
Bu sokaklardı;
anamın çilediği.
koşup oynadığım,
babamın filesine yapıştığım…
Bu sokaklardı;
bayram sabahları coşan,
toylara kucak açan,
davulun, zurnanın
kardeşçe inlediği…
Bu sokaklardı;
hatıraların saklı kaldığı,
hasretlerin muştusunu aldığım…

MUTLULUK İÇIMIZDE!
Bu topraklar, benim yurdum,
can Anadolu’m!
Bozkırın sarısı,
akşamın kızıl ufuklarına
hasret…
Kırk kanatlı yağız atlı,
yolcusuyum bu yurdun…
Kurtlar gibi hür,
Hür olsun isterim yüreğim…
Rüzgarlarda savrulsun
kederlerim,
yağmurlar dokunsun
bakırdan yüreğime…
Ben böyle mutluyum
toz toprak yollarda,
atım ve köpeğimle…
Kime ne dostlar,
söyleyin kimin neyine!

YALNIZCA!
Bugün kış;
kar beyaz gül isterim,
tertemiz ,
pirupak
gözlerinle gül isterim.
Hiç birşey istemem
şu hayatta,
yalnızca,
yüzüme gül isterim…

BURASI ANADOLU!
Burası Anadolu;
sırt sırtadır kara söğütler.
Gardaş gibi yâr gibi,
dere kenarlarında
halay çekerler…
Türküler nağme nağme,
yapraklarından süzülür.
Dedik ya kara söğüt,
budandıkça güçlenir,
budaklanır dallanır…
Sevda;
gümüş kanatlı kuş olur;
uçar karlı dağlara
orayı mekan tutar.
Burası Anadolu;
her gelen maya tutar,
dalga dalga kabarır,
cihana kafa tutar…

DIL YARASI…
Dil yarası!
Onulmaz bir dil yarası,
kalbi yakıp, kavuran
dinmeyen dil yarası.
Sönüp geçen ömürde,
sönmeyen dil yarası,
alev alev yakıp da,
dinmeyen dil yarası…

MEÇHUL TUZAK!
Düşlerimiz vardı
yarınlar için;
yelkenli kalyonlar
vira vira,yol alırdı
mavi sularda…
Azgın dalgalar arasında,
umutlarımız rengarenk,
tavusun kanadında,
uzaklara kanat çırpmakta…
Gel çoçuk tut elimden,
götür masallar ülkesine;
masalların kadar saf,
hasretle bekliyorum,
ömür kısa, geç kalma!
Dün dünde kaldı,
yarın meçhul bir nehir,
şimdi gelme vaktidir
bir lahza beklemeden…
Ne uzun ne kısadır,
bir noktadır başlangıç,
bir virgül, belki ahir,
turkuaz denizlerde,
altın güneş altında
bir ömür yol alalım…
Kim bilir;
bir arşın kadar yakın,
Kaf dağı kadar uzak…
Bu hayat
hepimize sunulmuş,
meçhul tuzak…

SEVGILIYE YAKARIŞ!
Ey yâr;
sessizliğin sesinde
duy avazımı;
zifiri karanlıkta gör,
gözlerimdeki ateşi…
yüreğimdeki yangını.
Ey yâr;
kar boran,
tipi ol;
yapış yakama;
sar, savur
savurabildiğin yere.
Ey yâr;
sağnak sağnak yağarak,
yıkayıver tenimi,
yıka tüm arsızlığı mı,
sil alnıma yazılan
kara yazımı…
Ey yâr;
turna olup kanatlan,
götür beni;
bebeklerin ölmediği,
anaların ağlamadığı,
lacivert diyarlara!
Hercai gecelere…
Hercai gecelere…

GECEDE GIZLI DÜŞLER!
Her şey,
her şey gecede gizli;
düşler,aşklar,kederler…
Rüyalar gecelerde,
gecelerde ten, ten ile örülür.
Ay ışığı pencereden süzülür,
garipler köşesinde büzülür…
Örtü olur üstüne şehrin gece,
köşk görünür gecekondu gözüne…
Binbir gece, bir gecede gizlenir,
yalnızlıklar gecelerde depreşir…
Kederlerim bir tek onda depreşir,
o geceler benim gizli mabedim…
Sessiz sessiz kederimden inlerim,
gece bana,ben geceme giderim…

TUT ELIMDEN!
Gel ey gardaş;
tut elimden halay çekelim hemen,
al mendilim her dönüşte,
alsın götürsün beni,
kol kola ver kenetlensin bedenler,
davul zurnayla dökülsün,
tenlerden terler…
Tey tey diye avazımız inlesin,
çığıralım dostla düşman dinlesin,
türkülerle manilerle dönelim,
yağız yeri, gök kubbeyi analım,
selam olsun;
Anadolu toprağına taşına,
al yazmalı tunç bilekli
kızına kızanına…
Tut elimden;
nasır tutan ellerimiz öpüşsün,
bir olalım,
bir tek yürek davul gibi dövünsün,
kara gözlü çağlarım,
boy boy olsun öğünsün,
bakır tenli aksakallar
yol versin,yol görünsün…
Tut elimden tut gardaşım;
dönelim cihan gibi,
bu milletin atisine,
doğalım volkan gibi…

GURBET VE HASRET!
Gidene gurbettir,
gönderene hasret…
Pembe umutlarla düşülür yollara,
kara tren ; katar katar yol alır.
Çığlıklar,
uçsuz bucaksız bozkıra yayılır,
anadan, babadan, yârdan uzakta,
bir çocuk el sallamakta…
Kimi yaşlı kimi genç;
zembillerde azıklar,
yola revan bin ahlar,
türküler mırıldanır,
manilerle coşulur.
Gurbet bu;
gitmek var ,
dönmemek de;
dönüp de görmemek var.
Ufuklarda kaybolan,
bir çizgidir bu gurbet,
pembe rüyalar gibi,
her gece sarar hasret;
fecre doğru uzanan
alaca karanlıklar,
güneş gibi doğacak,
bitecek ayrılıklar....

ÖMÜR TÜKENIR!
Gün batarken,
ömür tükenirken,
avuçlarımızdan
kayıp giden duygular,
bir taş kadar iz bırakmaz
evrene…
Esip geçen rüzgardır hayat;
savurur savura bildiğince,
en kuytu köşelere,
kederli hatıralar,
doldurur yürekleri…
Bir ah gibi,
haykırır tüm evrene,
sevene sevilene;
düşer bir demet karanfil,
düşer ak mermerli kabire…
Gün batarken ufukta,

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/terzioglu-ibrahim/huma-yagmurlari-69499729/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

*
Yüksek Mimar.

*
Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mart-2021, Ankara

*
AFelsefeci, Yazar, Eleştirmen
Hüma Yağmurları Terzioğlu İbrahim
Hüma Yağmurları

Terzioğlu İbrahim

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Hüma Yağmurları, электронная книга автора Terzioğlu İbrahim на турецком языке, в жанре историческая литература

  • Добавить отзыв