Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah

Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah
Şaban Mahmudoğlu Kalkan

Şaban Mahmudoğlu Kalkan
Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah

Önsöz
Türkler yüzyıllar boyunca Anadolu’da ve Balkanlarda sözlü ve yazılı edebiyat yarattılar. On dokuzuncu yüzyılın sonunda ve yirminci yüzyılın başında parçalanan Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan toprakları üzerinde yeni devletler kuruldu. Yeni kurulan Bulgaristan sınırları içinde kalan Türklere, “Bulgaristan Türkleri”, yarattıkları edebiyata da “Bulgaristan Türkleri Edebiyatı” adı verildi. Bulgaristan’daki Türkler ağır şartlar altında maddi olanaklarını ve manevi kültürlerini geliştirmeye devam etti. Bu gelişme her dönemde çeşitli engellere maruz kaldı, kesintilere uğradı lakin hiçbir an durmadı. Bulgaristan’daki Türklerin edebiyatı sözlü ve yazılı olarak iki büyük dalda gelişmesini sürdürdü. Bulgaristan’da azınlık olan Türkler resmi dili Bulgarca olan Bulgaristan vatandaşı olarak yaşam mücadelesi verirken, edebi dil olarak Türkçe ile eserler vererek varlıklarını güçlü bir şekilde sürdürmeye devam ettiler. Bu güne kadar İbrahim Tatarlı tarafından totaliter bir rejimin gaddar siyasi baskıları altında hazırlanan iki karma antoloji ile Haşim Akif, Nimetullah Hafız, Mehmet Çavuş, Niyazi Hüseyin Bahtiyar, Sabahattin Bayram Öz ve Hayriye Süleyman Yenisoy’un Türk dünyasını bilgilendirmek amacıyla derlediği karma antolojiler yayınlandı. Bu antolojilerin hiç birinde Bulgaristan Türklerinin hiciv ve mizah türündeki eserlerine gereken yer verilmedi.
1958 ders yılında Şumnu’daki Öğretmen Enstitüsünün Türkçe – Rusça – Tarih bölümünün Birinci A kursunda öğrenciydim. 2 Aralık 1958 tarihinde, 5-ci saatte Beytullah Şişmanoğlu Türk Halk Edebiyatı, dersine girdi. Ben de dersin başında o, sabah aldığım, “Rabotniçesk Delo”, gazetesinin son sayfasında tek satırla verilen, “Dün, ünlü Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı vefat etti ”, diye okuduğum yazıyı söyledim. Yahya Kemal Beyatlı hakkında bilgi istedim. Beytullah Şişmanoğlu: Şimdi dersimiz Türk Halk Edebiyatı. Çağdaş Türk Edebiyatı derslerini Fuat Saliyev okuyor, yarın ona sorursun, dedi. Yahya Kemal Beyatlı hakkında bilgi vermediği için içim buruldu. Dersin sonuna doğru, katın hademesi ile siyah gözlüklü iri bir adam kapıyı çalmadan içeri girdiler, kara tahtanın önünde durdular. Kürsüden sandalyeyi alan hademe kara tahtanın üst kısmında asılı olan Mehmet Akif Ersoy’un fotoğrafını indirdi ve siyah gözlüklü adama verdi. Odada ki öğretmenin ve öğrencilerin üstüne bile bakmadan sınıftan çıktılar. Beytullah Şişmanoğlu’nun gözleri doldu, yutkundu ve derse devam etti. Biz sessizce olayı izledik. Bir gün sonra Beytullah Şişmanoğlu beni odasına çağırdı ve: Şaban Mahmut, durumun ne kadar karışık olduğunu dün gördün. Bu olaylar iyiye alamet değil. Dikkatli ol. Ders dışı sorular sorma. Benim sana bir tavsiyem var: Bu topluma hizmet etmek istersen Bulgaristan sınırları içinde Türkçe yazılan, yayınlanan şiirleri ve diğer edebi eserleri gazetelerden, dergilerden, kitaplardan, nefesleri dedelerden, ilahileri dervişlerden toplarsan faydalı bir görevi yerine getirmiş olursun, onlar ileride bu topluma çok lazım olacak, dedi. O günden bu güne kadar ben de şiirleri öyküleri ve diğer edebi türleri toplayarak o tavsiyeyi yerine getirmeye çalışıyorum.
Bulgaristan Türkleri, 1985 yılında, Bulgar devletinin uyguladığı soykırıma maruz kaldı. Ad değiştirme kampanyasına şiddetle karşı koydum. Sofya dolaylarında ki Stanke Dimitrovo ilçesinin Cerman köyüne sürgüne gönderildim. Orada ayalarca kaldım. 1985 yılında Bulgaristan’da Türkçe’nin yasaklanması kitaplarımın yayımlanmasını imkânsız hale getirdi. İktidar, Türk kökenli şairlerin, yazarların ve bilim adamlarının evlerini basıp tehlikeli buldukları eserleri alıp, yakıp yok etmeye başladı. Ben, Razgrat’ın, “Orel”, semtindeki dairemde bulunan önemli dosyalarımı, dergilerimi, gazetelerimi, kitaplarımı gizlemesi için Razgrat ilinin Duştubak köyünde oturan, şair dostum Ahmet Kurdoğlu’na, verdim. Bu eserdeki epigramların önemli bir kısmı o kurtarılan dosyalardan. 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutuldum. Türkiye Cumhuriyeti’ne iltica ettim. İzmir’e yerleştim. 1992 yılında eşyalarımı almak için Bulgaristan’a gittim. Razgrat ili Kalaycı (Radingrat) köyünde ki evime yerleştirilen sivil subayın Bulgarca, Rusça, Türkçe, Azeri Türkçesi ile yüzlerce kitabımı, gazetelerimi dergilerimi belgelerimi, yolculuk notlarımı içeren dosyalarımın bir kısmını, 17 Temmuz 1989 tarihinde evimin bahçesinde yaktığını komşulardan öğrendim. O, an diz çöktüm ve sessizce ağladım. Kalan kitapları ve yarı yanmış dosyaları topladım.
Epigramların önemli bir kısmını yıllarca topladığım dergilerden ve gazetelerden ve yarı yanmış dosyalardan, seçerek bir araya getirdim. Demokrasi yıllarında yayınlan gazete ve dergileri bulup taramak daha kolaydı. Sağ olan şairlerle, vefat edenlerin yakınları ve dostları ile görüştüm, mektuplaştım, dergileri ve yüzlerce gazeteyi taradım. Araştırmanın önemli amaçlarından biri de, eski nesil temsilcilerinin yazdığı epigramları ve şairlerini, yeni nesillere tanıtmak.
Bu araştırma 25 yıldan fazla süren bir çalışmanın ürünü. Bu eserde, Bulgaristan’daki Türklerin edebiyatının başlangıçtan bu güne kadar epigram türünde yazılan dört bin dolayında epigramdan 770, dolayında en güzel örneklerini sunuyoruz. Altmış yıldan beri Bulgaristan’ nın Türkçe basınında epigram türüne fedakârca emek veren şairlere herhangi bir ayrım yapmadan yer vermeyi uygun gördüm, çünkü amacım Bulgaristan’daki Türk siyasi ve sosyal hiciv ve mizahının genel durumunu yansıtan bir araştırma hazırlamaktı. Bu araştırmada 65 şair özgeçmişleri ve epigramları ile yer aldı. Diğer 0n şaire de özgeçmişlerine ulaşamadığım halde basında aktif olarak epigramları ile hiciv ve mizah edebiyatımıza katkıda bulundukları için yer vermeyi uygun gördüm.
Bulgaristan’daki Türklerin edebiyatının tarihinde ilk defa hiciv ve mizah türünde siyasi ve ideolojik baskılardan uzak hazırlanan bu araştırmada, hece ve serbest nazımla yazılan epigramlar yer aldı. Her nesilden en iyi temsilcileri içine alan bu araştırmada, her şairden edebi değerleri yüksek olan epigramlar, 66 kaynaktan istifade ederek uzun ve ısrarlı araştırmalardan sonra seçildi. Şairler araştırmada doğum yıllarına göre sıralandı. Türk okuruna yabancı olan ve epigramlarda ki yerel kelimeleri, dağların, ovaların, nehirlerin ve siyasi şahısları ve olayları dip notlarla açıklamaya gayret gösterdim.
Uzun süren siyasi baskılardan dolayı şairlerin bir kısmı epigramlarını yerel ve merkez basında yayımlama imkânı bulamadı. Bundan dolayı birçok şair bu araştırmada ilk defa yer alıyor. Onların epigramlarını kendi veya dostlarının özel dosyalarından arayıp buldum. Araştırmanın hazırlanmasında:

1.– Şairlerin Bulgaristan doğumlu olmaları,
2.– Eserlerini Türkiye Türkçe’ si ile yazılmaları,
3.– Eserlerinin Bulgaristan’daki Türkçe basında yayımlanmaları veya orada yazılmış olmaları esas alınmıştır.
Önemli bir hususu da belirtmek istiyorum. Bu araştırmada 75 yazara yer verdim. Onlardan 68, üç adı ile 7 yazarı da iki adıyla vermek zorunda kaldım. Yazarların adlarını ve soy adalarını kaynaklarda bulduğum gibi aktardım. Bulgaristan Türk yazarları sosyalist rejim tarafından 1970 yılın ilk yarısına kadar müelliflerin soyadları Slav ekleri, kadınlarda OVA – EVA ( Zeliha Seidova ve Firdevs Mehmedalieva),erkeklerde OF – EF (Mustafa Mutkof, İsmail Çavuşef), 1970 yılından sonra ise OV ve EV ile bitirmeleri mecbur oldu (Mustafa Mutkov ve İsmail Çavuşev). Bundan dolayı 1970 yılına kadar yayınlanan eserlerin müelliflerinin adları OF ve EF ile bitiyor. 1970 yılından sonra yayınlanan eserlerin müelliflerinin adları OV veya EV ile bitiyor. 1989 yılında gerçekleşen demokratik devrimden sonra soy adlara Slav ekleri koyma yasağı kalktı, müellifler adlarını ve soyadlarını istedikleri gibi yazma özgürlüğüne kavuştu.
Bana çok defa araştırmalarında daima Bulgaristan tarihini ön plana koyuyorsun diyorlar. Bulgaristan’da ki Türk varlığını ve onun tarihini öğrenmeden oradaki gelişen ve değişen Türkçe edebiyatın tarihi değerini anlamanın mümkün olmadığına inanıyorum.
Türk okuru ve Türk dünyası, bu araştırma ile 1956-2016 arasında yazılan, yani 60 yıldan beri yaratılan Bulgaristan’daki Türklerin hiciv ve mizah yüklü eserlerinin en iyi örneklerini okuyarak daha gerçekçi bir ölçüyle değerlendirme imkânını bulacaktır.
Bu eserin hazırlanmasında bana özel dosyalarını açan arkadaşlarıma, eserlerini gönden şairlere, araştırmalarım esnasında yorgun ve uykusuz gecelerimde bana daima yardımcı olan eşim Sevdiye İsmail Kalkan’a, kızlarım Hatice Kalkan Yıldırım’a ve Sema Kalkan Uçar’a saygılarımı sunmayı bir borç biliyorum.

    20 Eylül 2016, İzmir
    Şaban Mahmudoğlu KALKAN

Bulgaristan’ın Kısa Tarihi
Bulgaristan Balkan yarımadasının orta ve doğu kısmında yer alır. Yüzey ölçümü 110 bin kilometre karedir. Kuzeyinde Romanya, batısında Yugoslavya, doğusunda Karadeniz, güneyinde Yunanistan vardır, güney doğusunda Türkiye Cumhuriyeti ile komşudur.
Bulgaristan cumhuriyetinin başkenti Sofya’dır. Başlıca şehirleri Sofya, Filibe, Varna, Rusçuk, Burgaz ve Eski Zağra’dır. İdari olarak 28 vilayet ayrılmıştır. Vilayetler belediyelere, belediyeler de muhtarlıklara ayrılmıştır. Bulgaristan’da 4024 köy vardır.
Nüfusu, 1998 yılındaki yapılan nüfus sayımına göre 8 milyondur. Bulgaristan nüfusunun % 65’i şehirlerde yaşar. 18 -60 yaşları arasındaki çalışabilir nüfus % 23 dolayındadır. Nüfusun % 50,2’si kadın, % 49,8’i erkek olup, ortalama yaş 71 ve çocuk ölümleri ise Binde 23,2’dir.
Bulgarlar nüfusun çoğunluğunu teşkil eder. Bulgarlardan başka Türkler, Makedonlar, Çingeneler, Yahudiler, Ermeniler, Yunanlılar yaşar. En büyük ikinci milli grup Türklerdir. Son sayımdaki resmi istatistiklere göre Türklerin 827.000 kişi ile Bulgaristan nüfusunun yüzde on birini teşkil ettikleri ilan edildi. Lakin resmi olmayan kaynaklar bu sayının iki milyon dolayında olduğunu gösteriyor. Türkler yoğun olarak Tuna boyu, Deliorman, Dobruca, Aytos Dağları ve Doğu Rodop’ larda yaşamaktadır.
Bu günkü Bulgaristan topraklarında milattan önce 3000- 2000 yılları arasında Trakların yaşadığı bilinmektedir. Daha sonraları Eski Yunanlılar, Romalılar yaşayarak beylikler ve devletler kurmuştur. Devamla bu topraklara kuzeyden dalga, dalga Kumanlar, Peçenekler, Gagauzlar, Bulgarlar ve Slav kabileleri gelip yerleşmişlerdir.
VII yüzyılın ikinci yarısında 681 yılında Han Asparuh’un önderliğinde birkaç Bulgar beyliği birleşerek ilk Bulgar devletini kurdu. Protobulgarlar Türk kökenlidir. Bulgarlar, Orta Asya’dan gelip Volga boylarında devletler kurup Balkanlara sarkan Türk boylarıdır. Kısa zamanda kuzeyden gelen Slav kabileleri ile birleşerek güçlü ve geniş arazilere sahip bir devlet haline geldiler.
855 yılında Selanikli Kiril ve Metodi kardeşler Slav Bulgar alfabesini oluşturdular.
Komşuları ile sürekli savaşların zayıf düşürmesiyle, güçlü Bizans İmparatorluğu Çar Boris’e siyasi ve dini baskı uygulayarak o zamana kadar eski Türk inançlarına bağlı olan şaman Bulgarları 865 yılında Ortodoks olmaya mecbur etti.
Güçlü komşuları ile devamlı savaşlar Bulgar devletini zayıflattı. 1018 yılında Bizans orduları ile yapılan savaşta Bulgar ordusu bozguna uğratıldı ve Bulgar devleti Bizans İmparatorluğunun idaresi altına girdi.
Esaret yıllarında Bulgar halkı birkaç başarısız isyan teşebbüsünde bulundu. 1185 yılında Asen ve Petır kardeşlerin başlattığı isyan geniş halk kitleleri tarafından coşkuyla desteklendi. Bulgar halkı Bizans esaretinden kuruldu.
Yüz yıllar süren iç isyanlar ve kardeş kavgaları sonunda 1331-1371 yıllarında İvan Aleksandır döneminde Bulgar devleti üç kardeş arasında Tırnovo, Vidin ve Dobruca adı altında üçe bölündü.
14 yy sonları Balkanlara geçen Osmanlı güçleri, feodal idareleri çökmüş ve parçalanmış olan Balkan devletlerini teker, teker idaresi altına aldı. Böylece 1396 yılında üç beylikten ibaret olan Bulgar devleti de Sultan Murat zamanında Osmanlı himayesine girmiş oldu.
Bulgar halkı beş yüz yıl boyunca Osmanlı idaresinde kendi benliklerini koruyarak yaşadı. Osmanlılar da yeni Balkan topraklarında idari sistemlerini daha sağlam oturtup yaşatabilmek için Balkanlara Anadolu’dan Türk boylarının göçlerini kesintilerle de olsa devam ettirdiler. Böylelikle asırlar boyunca Balkanlarda yaşayan Kuman ve Peçeneklerin torunları ile Konya, Karaman, Manisa ve Tokat dolaylarından gönderilen Türk boyları buluştu ve kaynaştı.
1762 yılında Hilendar Manastırında Bulgar asıllı papaz olan Paisiy Hilendarski, Slav-Bulgar tarihini yazdı. Bulgar milliyetçiliğinin ilk kıvılcımını yaktı.
1870 yılında Sultan fermanıyla Bulgar Kilisesi Yunan kilisesinden resmen ayrıldı.
Yüz yıllar boyu sıcak denizlere inmek isteyen Rus Çarlığı Balkanlardaki Slavların kurtarıcısı rolüne soyunarak emellerine ulaşmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu. Ruslar 1876 Nisan ayaklanmasını teşvik etti ve destek sağladı, daha sonra da 1877-78 (93 harbi) savaşını başlatarak Balkanlara inmeyi kısmen başardı. Böylece 3 Mart 1878 Yeşilköy antlaşması ile Balkanlarda üçüncü defa Bulgar devletinin temeli atıldı. Başkent Tırnovo şehri seçildi.
On binlerce Müslüman Türk öldürüldü, yüz binlercesi yerinden yurdundan kovuldu. 18 Haziran 1878’de Berlin Kongresi tertiplendi. Böylece 93 Osmanlı – Rus savaşı ve sonucunda imzalanan Berlin Antlaşmasıyla nüfusunun yarıdan fazlası Müslüman Türk olan bir Bulgar Prensliği doğdu.
1885 yılında Rusların yardımıyla, Bulgar ve Makedon çetecilerin isyanı sonucu Doğu Rumeli Bulgar Prensliğine ilhak edildi. 1908 yılında Bulgar Prensliği bağımsızlığını ilan etti.
1912 yılında patlak veren Balkan savaşında, Bulgaristan diğer Balkan devletlerinin yanında yer alarak Osmanlı İmparatorluğuna saldırdı. 1913’de beş yüz bin dolayında Müslüman Türk yerinden yurdundan kovuldu.
1914’de, I Dünya savaşında ve sonraki yıllarda da milliyetçi Bulgar burjuvazisi Türklerin, Bulgaristan topraklarından kovulmasına teşvik etti ve onların mallarına, tarlalarına el koymak için elinden geleni esirgemedi.
1918 -1923 yılları arasında Bulgaristan Çiftçi Partisi iktidarı ele aldı. O yılları kapsayan dönemde Bulgaristan Türkleri nispeten huzurlu yıllarını geçirmiştir.
1923 yılında gerçekleştirilen bir suikastla Başbakan Aleksandır Stmaboliyski öldürüldü ve yönetime faşist bir idare geçti. 1933 yılında ki dünyayı sarsan ekonomik kriz ve ardından Kimon Georgiev grubunun 1934 yılında gerçekleştirdiği askeri darbe Türklere yönelik baskıları tekrar arttırdı.
II. Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin yardımıyla 9 Eylül 1944 yılında Bulgaristan’da Sosyalist Devrim gerçekleşti. Komünist Parti idareyi eline geçirdi. Köklü reformlar süreci başladı.1949 yılında fabrikalar ve toprak millileştirildi. Okullar devletleştirildi.
1950-1951 yılları arasında 130 bin Bulgaristan Türkü tekrar göçe zorlandı. Kalan Türklere kısmı özgürlükler sağlanarak sosyalist sisteme entegre çalışmaları ön plana çıkartıldı.1959 yılında Türk okulları Bulgar okulları ile birleştirildi.
Komünist Partisinin 1956 yılında yaptığı gizli Nisan Plenumunda (Oturum) etnik ve milli grupların Bulgar milletiyle bütünleştirilmesi kararları alındı. Tek kökenli millet yaratmak sevdasına düşen Komünist Bulgar yöneticileri 1960 yılından sonra ülkedeki önce küçük azınlıkların, daha sonra da 1985’de silah zoru ile Müslüman Türklerin adlarını Slav adlarıyla değiştirdi.
1989 yılının Mayıs ayında Bulgaristan’daki Türkler: “Adlarımızı ve kimliklerimizi geri istiyoruz”, sloganları ile memleket çapında ayaklandı. Komünist Bulgar devleti ayaklanmayı şiddetle bastırmaya çalıştı.
Başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere dünya kamuoyu Bulgaristan yöneticilerini kınadı. Siyasi abluka altında kalan yöneticiler, 329 bin Bulgaristan Türkünü zorunlu göçe tabi tuttu. Göç fırtınası Bulgaristan ekonomisini ve siyasi gücünü felç etti.
11 Kasım 1989 gecesi yapılan bir darbeyle Komünist Parti iktidardan uzaklaştırıldı. Daha sonra gerçekleşen Demokratik devrimlerle ülke rahat bir nefes aldı. Bulgar halkına daha özgür ve daha barışçı bir ufkun kapısı açıldı.
Bulgaristan’da yaşayan iki milyon dolayında ki Müslüman Türkler de ülkenin siyasi iktisadi ve kültürel hayatına daha aktif olarak katıldı. Bugün Bulgaristan’da ki Türkler, Türk Dilini, örf ve adetlerini koruyarak varlıklarını güçlü bir şekilde sürdürmektedirler.

    08 Ocak 2016, İzmir
    Şaban Mahmudoğlu KALKAN

Bulgaristan Türkleri Edebiyatında Hiciv ve Mizah
13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşmasından sonra Rumeli’deki Osmanlı toprakları üzerinde yeni bir Bulgar Prensliği kuruldu. 1885’de Doğu Rumeli’nin Bulgar Prensliğine katılması ile Bulgar devleti şekillenmiş oldu. Bu yeni devletin içinde kalan Türklere de Bulgaristan Türkleri dendi.
Bulgaristan Türkleri yeni koşullar altında kendi varlıklarını sürdürebilmek için siyasi, iktisadi ve sosyal savaşta yerlerini aldılar. Seslerini duyurmak, haklarını korumak ve dertlerini anlatabilmek için yazılı basını bir vasıta olarak kullandılar. Günün şartlarına uygun, başkentte ve ülkenin birçok şehrinde gazete ve dergi neşretmeye başladılar. Bulgar Prensliğinin kurulmasından sonra ilk Türkçe gazete Varna’da “Varna Postası” adı ile Necip Kadir tarafından 1890’da neşredildi. Daha sonra Sofya’da “Tarla”, “Serbest Bulgaristan”, “Dikkat”, “Çaylak”, “Ahali”, “Balkan”, “Gayret”, “Ferhat”, “Doğru Yol” gazeteleri yayın hayatına girdi. 1887-1908 yılları arasında Bulgaristan’ın diğer taşra şehirlerinde de birçok gazete ve dergi yayınlandı. Yapılan son araştırmalara göre sayıları kırk dört dolayında. 1908-1944 zaman diliminde de Sofya, Plevne, Şumen, Razgrat, Kırcali, Vidin, Osman Pazarı, Eski Cuma, Rahova, Silistre şehirlerinde “Halk Sesi”, “Deliorman”, “Rehber”, “Karadeniz”, “istak-bal”, “Özdilek”, “Yarın”, “Yeni Gün”, “Dostluk”, “Ziya”, “Balkan Postası”, “Havadis” ve “Yıldırım” adlı gazeteler ile “Muallimler Mecmuası”, “Altın Kalem” ve “Sevinç”, dergileri neşredildi. 1934 yılında gerçekleştirilen askeri darbeden sonra onların birçoğu kapatıldı. Yayın hayatını sürdürenler de çok sıkı bir sansür altına girdi. 1944-1984 yılları arasında da Sofya’da, “Dostluk”, “Vatan”, “Işık”, “Yeni Işık”, “Yeni Işık-Nova Svetlina”, “Halk Gençliği”, “Eylülcü Çocuk”, “Filiz” ve “Emek Davası” gazeteleri, “Yeni Hayat”, “Piyoner” ve “Agitatorun Kılavuzu” adlı dergiler yayımlandı, il merkezlerinde de Razgrat’ ta, “Dostluk”, Şumnu’da, “Savaş”, Rusçuk’ta, “Tuna Gerçeği”, Silistre’de, “Ziya”, Eski Cuma’da, “Komünizm Bayrağı”, Varna’da, “Halk Davası”, Haskovo’ da, “Rodop Mücadelesi”, Kırcali’de, “Yeni Hayat”, Nova Zagora Maden ocağında, ”Alev”, adlı gazeteler ve birçok küçük şehirlerde Kırcali ili Ardino’da, “Ardino’nun Sesi”, Razgrat ili Zavet belediyesinde, ”Zora-Şafak”, adlı Bulgarca – Türkçe çok tirajlı ikişer sayfalık gazeteler yayınlandı. Bulgaristan’da, Türkçe basın tarihinde ilk defa Temmuz 1993 yılında eski gazeteci Ali Hasan Rıza ve Naim Ömer Bakoğlu tarafından Silistre’de de Türkçe olarak aylık hiciv ve mizah, “Gülmece”, dergisi yayın hayatına girdi.
1985-1989 yılları arasında Türkçe yasak kapsamına alındı ve bütün Türkçe basın yayın durduruldu. 11 Kasım 1989 yılında yapılan Demokratik Devrimden sonra Türkçeye uygulanan yasak kaldırıldı. Sofya’da şu gazete ve dergiler yayın hayatına girdi: “Hak ve Özgürlük”, “Filiz”, “Müslümanların Sesi”, “Ümit” ve “Balon”. Son yıllarda Sofya’da, “Zaman Bulgaristan” , Kırcali ilinin Ardino ilçesinde, “Ardino’ nun Sesi”, adlı yeni, Türkçe – Bulgarca neşredilen gazeteler Bulgaristan Türklerinin hizmetine sunuldu.
XX. yüzyıl Bulgaristan Türkleri Edebiyatı, yukarıda saydığımız gazete ve dergilerde yayınlanan edebi eserlerle varlığını sürdürdü. Başta şiir olmakla beraber daha sonraları öyküler, destanlar, romanlar ve sahne eserleri de yaratarak gelişmesine devam etti. Bununla beraber Bulgaristan Türk yazarları yaşadıkları ortamda siyasi, iktisadi ve sosyal hataları gözden kaçırmadılar. Her türlü hırsızlığı, yalanı, rüşveti, ikiyüzlülüğü, yaltaklığı, haylazlığı, yobazlığı, toplumdaki türlü aksaklıkları amansızca top ateşine tuttular yazdıkları hiciv ve mizah dolu eserlerle. Yaşadıkları toplumun daha iyi, daha dürüst ve nimetlerin daha adaletli paylaşılmasını istediler. Yazarlarımızın hiciv ve mizah dolu olan yapıtları, yöneticilerin, toplumun huzurunu bozanların ve vicdansızları rahatsız ettiği için bütün dönemlerde yazarlarımızı tehdit ve baskı altında tutmaya çalıştılar. Diğer edebiyatlarda da olduğu gibi Bulgaristan Türkleri Edebiyatının Hiciv ve Mizah dalının yazarları sansürle, baskılarla savaşarak yoluna devam etti. Yazarların bir kısım tutuklandı, gözaltına alındı, işten kovuldu, sürgünlere gönderildi, lâkin onlar yılmadı. Onlar susmadı. Hiciv ve Mizah içerikli eserler yazmak yürek ister ve yüksek vatandaşlık şuuru ister. Yüzyıl gibi uzun bir zaman diliminde Bulgaristan’da Türkçe çıkan Hiciv ve Mizah kitaplarının sayısı iki elimizin parmaklarının sayısını geçmediğini görüyoruz. Bu da baskının ve sansürün ne kadar büyük ve gaddar olduğunu anlatıyor bize. Sofya’da, Narodna Prosveta devlet yayın evinin neşrettiği hiciv ve mizah içerikli kitapları teker, teker sayalım: Mehmet Bekir, “Aya Namzet’’ (mizahi hikâyeler), 1962, “Yel Değirmeni” (mizahi hikâyeler), 1964, İsmail İbişoğlu, Ahmet Tımış ve Mehmet Bekir, “İğneli Şakalar”, (epigramlar, hikâyeler, fıkralar) 1965, Kazım Memiş, “Püsküllü Bela” (mizahi hikâyeler), 1966, Turhan Rasi, “İnsanlık Hali” (epigramlar,, fıkralar ve taşlamalar), 1968, 1989 demokrasi devriminden sonra neşredilen hiciv ve mizah yüklü esreler: Mustafa Keloğlan, “Karpuz Kabuğu”, (mizahi şiirler, fabuller), 1996, İsmet Osman, “Öbür Türlü”, (epigramlar, taşlamalar), 1997,Ali Durmuş, “Kadın Deyip Geçme”, mizahi şiirler, Kırcali, 2002, Ali Durmuş, “Yeşil Orman”, mizahi şiirler, Ardino, 2013.
XX. yüzyıl Bulgaristan Türkleri Edebiyatının Hiciv ve Mizah dalının eserlerini üç dönemde inceleyebiliriz:

Birinci dönem: 1878 – 1944
İkinci dönem: 1944 – 1989
Üçüncü dönem: 1989 – Günümüze kadar
Bulgaristan Türkleri edebiyatının Hiciv ve Mizah dalında yazılan eserleri edebi türlere göre şöyle sıralayabiliriz:

1. Hiciv ve Mizahlı Makaleler
2. Mizahi Şiirler
3. Fıkralar
4. Taşlamalar
5. Mizahi hikâyeler
6. Feyletonlar
7. Monologlar
8. Fabuller (Basneler)
9. Aforizmler (Vecizeler) 10. Epigramlar

BİRİNCİ DÖNEM: 1878-1944
Hiciv ve Mizah eserlerini o dönemde yayınlanan gazetelerin dördüncü sayfalarında ki Hiciv ve Mizah yüklü makaleler, şiirler ve fıkralar temsil etmektedir. Ön de gelen şair ve yazarlar: Mehmet Behçet, Şerif Alaynak, Mahmut Necmettin, İsmail Muharrem, İsmail Hakkı, Arif Necip, Ömer Kaşif Nalbantoğlu, Hasan Sabri, Mustafa Oğuz, Halim Özdemir, Bekir Sıtkı, Osman Sungur, Ahmet Kemal, Mustafa Asım, Ahmet Gültekin, Yahya Hayati, Mehmet Fikri ve diğerleri
İKİNCİ DÖNEM: 1944-1989
Hiciv ve Mizahın bütün edebi türlerini gazete ve dergilerin özel sayfalarında bulmak mümkündür. Örnek olarak: “Yeni Işık’ın”, “Topuz”, “Halk Gençliği” nin, “Sivri Sinek”, “Yeni Hayat’ın”, “Dön Gül, Dön Ağla”, “Dostluk’ un”, “Rende”, “Savaş’ın”, “Törpü”, “Tuna Gerçeği’”nin, “Sarıca Arı”, “Rodop Mücadelesi’’ nin “, Isırgan”, başlığı altındaki Hiciv ve Mizah sayfaları yer aldı.
ÜÇÜNCÜ DÖNEM: 1989-2014
Hiciv ve Mizahın bütün edebi türlerinde eserler yazılmaya devam ediyor. En belirgin olarak “Hak ve Özgürlük” gazetesinin “Gül Diken” sayfasında. “Filiz” Gazetesi “Deliorman” “Hoşgörü”, “Balon” ve “Ümit” dergisi de belli aralıklarla özel Hiciv ve Mizah sayfaları hazırlayıp yayınlıyorlar.
Bulgaristan Türkleri Edebiyatında Hiciv ve Mizah dalında edebi türlere göre başarılı eserleri yaratan şair ve yazarları kaynaklarla verelim.
Yazarların adlarını eserlerinin baş tarafında, alt kısmında ise yayınlandığı gazete ve dergide ki ismini veriyorum.
HİCİV VE MİZAH TÜRLERİNDEN ÖRNEKLER
I. HİCİV VE MİZAH YÜKLÜ MAKALELER
Hiciv ve Mizah yüklü makaleler edebiyatımızın en çok kulandığı ve en çok okunan dalıdır. Yazar bir olayı kısa ve mizahlı bir şekilde de hiciv ile okuyucuya sunar. Bu dalda yüzlerce yazarımız yüz yıldan beri birçok gerçek olayı günümüze taşıdılar. Onlardan en başarılı olanları şöyle sıralayabiliriz: Abdullah Meçik, Behçet Perim, Mahmut Deliorman, Mehmet Celil, Mehmet Fikri, Selim Bilal, İsmail Cambaz, Bakir Kabov, Sait Kerim, Niyazi Hüseyin, Hakkı Rufi, Ziya Selamet, Hüseyin Köse, Kahri Durak, Niyazi Ahmet, Osman Can, Rafi Kadir, Servet Tatar, Mustafa Çete, Aliş Sait, Latif Karagöz, Cemal Mehmet, Şaban Mahmut, İslam Beytullah, Mehmet Sansar, Ali Boncuk, Sabri İbrahim, İsmail Çavuş ve Mümin Çakır, vs.
FENERLİLER GEZİYOR
(Mümin ÇAKIR)
Geçen akşamlar Srednoseltsi (Ortaköy) köyünden gece yarısı geçiyordum. Başıma geleni hayatım boyunca unutamayacağım. Tam köyün kenar mahallesinden geçiyordum. Karşımda bir fenerli beliriverdi. Bir hafta öncesi oda muhabbetindeyken, geceleyin bazı fenerlilerin gezip insanları korkuttuğunu işitmiştim. Hemen aklıma geldi. Tabana kuvvet diyerek gerisi geriye uçtum. Öyle ama sokağın başına varır varmaz bir fenerli daha belirdi karşımda. Başka sokağa saptım. Orada da yolumu başka bir fenerli kesti. Dönüp te gerisi geriye kaçayım derken çamura kakılıp düştüm. Kalkınca fenerli yanıma geldi. Ağzım dilim kurudu korkudan. Şöyle feneri kaldırıp yüzümü ayazlattıktan sonra:
–Ne oldu be evladım, niye yatıyorsun orada çamurun ortasında? Dedi bir ihtiyar dökülmüş dişleri arasından.
– A be dedeciğim, sen insan mısın? Bense seni fenerli sandım. Der dermez kendimi kaybetmişim. Yeniden çamura yuvarlanmışım. Uyandığımda kendimi sıcak bir odada buldum. Meğer beni kaldırıp ihtiyar evine götürmüş. Gözlerimi açtığımda hala titriyordum.
İhtiyar gülümseyerek:
–Yeter artık korkma! Dedi. Biz bu köyde hepimiz fenerle geziyoruz. İki ay öncesi halk savetimiz sokaklara elektrik ağını genişlettiydi. Ama o günden bu güne daha telleri bağlayıp ta cereyanı salmadılar.
Ta o zaman acı acı gülümsedim. Lakin içimdekini yalnız ben biliyordum.
Mümün ÇAKIROF- ( ÇAKIRDİKEN) “Dostluk”, gazete, “Rende”, hiciv ve mizah sayfası, Razgrat, 1966, sayı N:21 (29 Kasım 1969)
II. MİZAHİ ŞİİRLER
Mizahi şiirler Bulgaristan Türkleri Edebiyatının temel dallarından birini teşkil etmektedir. Kökleri Türk Edebiyatının bin yıllık tarihine dayanır. Bulgar Devleti şekillendikten sonra yaratılan Edebiyatımızın şiir dalı ile paralel var olup halk edebiyatından da esinlenerek varlığını günümüze kadar sürdürdü. Mizahi şiir dalında en iyi örnekler veren yaratıcıları şunlardır:
Aliosman Ayrantok, Mehmet Müzekka Con, Sabri Demir. Hasan Karahüseyin, Mülazım Çavuş, Şaban Mahmut, Mehmet Murat, Lütfi Demir, Niyazi Hüseyin, Ali Pir, Baki Ali, Naci Ferhat, Faik İsmail, Niyazi Ahmet, Mustafa Mut-kov, Ali Durmuş, Nevzat Halit, Turhan Rasi, Selim Hasan, Memiş Mustafa, Mümin Bekir vs.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra Türkçe basında yer alan en başarılı birkaç mizahi şiirin kaynaklarını verelim: Sabri Demir, “Yeni Hayat” sayı:7, 1966, “Bana Sakın Görünme”, Hasan Karahüseyin, “Yeni Hayat”, sayı:3 1966 “Herifin Birine”, Mehmet Con, “Yeni Hayat”, sayı:6,1966 “Gelin”, Ali Durmuş, “Yeni Hayat” sayı: 9, 1969 “Ayşe Nasıl Memur Oldu”, Mehmet Murat, “Yeni Hayat” sayı:6, 1966, “Serbest Güreş”, Lütfi Demir, “Yeni Hayat”, sayı:4 1966, “Dalkavuk”, Nevzat Halit, “Yeni Hayat” sayı: 1, 1969, “Baba Kesesi”, Mülazım Çavuş, “Yeni Hayat”, sayı: 10, 1986, “Ceza”, Mustafa Mutkov, “Hak ve Özgürlük”, sayı:2, 1993 “Kaşık İçin Umut”, vs.
GÜLPEMBE
(Galip MEHMET)
Benim adım ah Gülpembe
İş ararsan hiç yok bende
Dedi kodu oh çok bende
İş ararsan hiç yok bende
Alem işte ben gezide
Yeni yeni aşk dizimde
Durmam efem hiç sözümde
Yeni, yeni aşk dizimde.
Mini etek oy belimde
“Yandım Anam”, vay dilimde
Cümle erkek hep peşimde
Yandım Anam”, vay dilimde.
Galip Mehmedof “Ziya”, gazete, hiciv ve mizah, sayfası, ”Kirpi”, Silistre 1968 N: 114
BANA GÖRÜNME DE KİME İSTERSEN GÖRÜN
(Sabri Recep DEMİR)
Pek üstün akıllıdır, her dilde anılır
Bizim Hoca Nasreddin ama oda yanılır
Şu evlenme işinde lakin o devirlerde
Önceden koklaşmalar sevişmeler nerede?
Kızı analar görür, dünürcüler istermiş
Çocuk ısrar ederse, bazen gösterirlermiş
Ama ancak şu kadar, kapı aralığından
O da yüz göz örülü, kızın bu kılığından
Nasıl anlayacaksın abla mı kız kardeş mi?
Kaşı gözü nicedir, acep uygun bir eş mi?
Fazlası şer’an yasak nikâh kıyılmayınca
Düşünür uzun boylu bizim Nasreddin Hoca
Yaşı da ilerliyor, artık evlenmek gerek
Güvenir Allah’ ına, ikbalime diyerek
Hakteala emriyle, peygamberin kavliyle
Nikâhları kıyılır ve sabırsız haliyle
Ne hayallerle bekler o gerdek gecesini.
Bir de gelin hanım atınca peçesini
Aman Allah, ne görsün! Maymundan daha beter
Hemen peçeyi örter, bir buz gibi ter döker
Allah’ım, der, ne ettim, günahım ne bu iş,
Koskocaman bir burun, kama gibi iki diş.
Ne kaşı var, ne kirpik, gözler şaşı mı şaşı,
Ve bu görünüşüyle yaşı anamın yaşı.
Nasreddin’e o gece yıl kadar uzun gelir
Sabaha nasıl çıkmış, bunu ancak o bilir
O zamanlar kaçgöç var hanım sorar erkenden
Hısım akrabamız kim, kime görüneyim ben?
Hoca merhum ne desin? Aman sakın, hiçbir gün
Bana, der, görünme de kime istersen görün!
Sabri Demirov, 1965, Sofya, “Yeni Hayat”, dergi, Sofya, 1965, N:7
BABA VE OĞUL
(Fahri Tahir TEKULUS)
Ey babam, canım babam
Büyüktür benim tasam
İş yok, para yok, aşk yok
Bu mudur normal yaşam?
Bak televizyon klipe
Gidiyoruz binmiş cipe
İş yok, para yok, aşk yok
Çare mi gitmek ipe?
Yürü babam, ha yürü
İnsanlar olmuş sürü
İş yok, para yok, aşk yok
Çürü babam sen çürü!
Nedir bunda keramet
Kalmamış hiç merhamet
İş yok, para yok, aşk yok
Varsın kopsun kıyamet!
Fahri Tahir, 2001, Kırcaali, Şiir, 1 Kasım 2001 tarihinde, Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın arşivinden alındı.
NE YAZIK
(Suna A. YILMAZ)
Elimde olmadan tutuldum aşka
Beni yerden yer attı ne yazık
Tattığım bu duygu her şeyden başka
Zamanla ok gibi battı ne yazık.
Yaşı olmuş altmış, aklı havada
Yeni yetme gibi, çapkın hovarda
Bıraktı sonunda beni de darda
Beni yedeklere kattı, ne yazık.
Ona inanmakla geldim oyuna
Adam dersin şöyle, baksan boyuna
Çekmiş olsa gerek kendi soyuna
Beni düşünmeden sattı ne yazık.
O, kendine hayran, kendine âşık,
Sanki sütten çıkmış bir akça kaşık
Hayatı düzensiz, karmakarışık
Pıtraklı belaya çattı ne yazık.
Bazen entel olur, bazen de kazak
Özü de sözü de edepten uzak
Tatlı sözleriyle kurup ta tuzak
Gidip başkasıyla yattı, ne yazık.
1994, Dobriç (Tolbuhin)
Şiir, 3 Kasım 2014 tarihinde Müellif tarafından Şaban M. Kalkan’a gönderilmiştir
III. FIKRALAR
Fıkralar en çok sevilen edebi türlerden biridir. Kökü halk edebiyatına dayanır. Hiciv ve mizah istifade edilerek olaylar nükteli olarak anlatılır. Fıkralar Hiciv ve Mizah edebiyatımızda önemli bir yer tutar. Fıkralar kısa yazılır, çok okunur. Onları içerik olarak ikiye ayırıyoruz:
Siyasi fıkralar
Sosyal fıkralar
En önemli fıkra yazarlarımız: Ahmet Tımış, Hasan Karahüseyin, İsmail Cambaz, Yusuf Kerim, Bahri İbrahim, Kazım Memiş, Salih Baklacı, Mehmet Bekir, Mustafa Bayramali, Aliş Sait, Mustafa Çete, Celil Yunus, Dinçer Haliçov, İbrahim Beyrullah vs.
Siyasi fıkra örneği:
VAHŞİ-EHLİ
(İsmail CAMBAZ)
Türkiye maliye ministri (bakanı) Ferit Melen, bu yıl vergilerin yükseltilmesi dolayısı ile malların fiyatlarının da pahalanacağı hakkında ki söylentileri yalanlamak için söylediği bir nutukta, ”Bazı malların fiyatlarında değişiklik olacaktır, fakat bu zamlar vahşi olmayacaktır”, dedi.
Bu nutuktan sonra bazı malların fiyatlarında şöyle değişiklikler yapıldı. Metre küpü 40 kuruş olan suyun fiyatı 80 kuruşa, 45 kuruş olan hava gazı 60 kuruşa, 26 kuruş olan elektrik 99 kuruşa çıktı. Umumiyetle malların fiyatında yüzde 20 den, yüzde 100 bir artış oldu.
Haklı Ferit Melen. Bunlar tamamıyla ehli, normal artış. Zira vahşi olmaları için hiç değilse, yüzde 500 veya 1000 artmaları lazım.
İsmail Cambazof, 1963, Sofya, “Yeni Hayat”, dergi, Sofya, 1963, N: 3
Sosyal fıkra örneği:
TÜTÜN TARLASINDA
(Mustafa Bayramali HASAN)
1.
Adam, şerbete azıcık daha fazla koy şu amonia selitre gübresini de tütünlerimiz boylansın.
Olmaz karı, akşama mastikayı neyle soğutacağım?
2.
– Kızım, gölde suyun azaldığını görmüyor musun?
– İşletmenin arabaları ile getireceğiz baba.
– Başkanın, brigadirlerin ahbaplarından ( yöneticilerin dostlarından) sıra bize gelince, tütün dikimi biter, kızım.
Mustafa Bayramalief “Yeni Işık”, gazete, hiciv ve mizah sayfası, ”Topuz”, Sofya, 1967, N: 67 (3 Haziran 1967)
IV. MİZAHİ HİKÂYELER
Edebiyatımızda hikâyeye paralel olarak mizahi hikâye de XX. yüzyılın ikinci yarısında yer aldı. Bugüne kadar yapılan edebiyat tarihi araştırmalarına göre bizde ilk mizahi hikâye yazarımız Yusuf Kerim’dir. Bu dalda daha sonra birçok yazarımız kalem oynattı. Onları eserleri ve kaynakları ile sayalım:
Yusuf Kerim, “Yeni Hayat”, sayı: 1, 1965, “Hep Sülmanız’’, Mehmet Bekir, “Antoloji”, 1964, “Sihirli Mektup”, Kazım Memiş, “Yeni Hayat”, sayı: 6, 1966 “Her İşin Usulü Varmış”, Naci Ferhat “Yeni Hayat”, sayı:8, 1966, “Telden Tele”, Faik İsmail, “Yeni Hayat”, sayı: 10, “Arkan Sağlam mı?”, Yusuf Ahmet, “Yeni Hayat”, sayı:3, “Kumandan Halime”, Ahmet Tımış, “Yeni Hayat”, sayı:8-9, “Yuva Tamiri”, Sayit Kerim, “Rodoplardan Yankılar”, 1968, “Tahta Ayşe”, Süleyman Gavaz, “Yeni Hayat”, sayı:5, 1967, “Tranzistör”, Sabri Con, “Yeni Hayat” sayı:7, “Kedi Gözü”, Halit Aliaosman, “Yeni Hayat”, sayı:6, “Dışı Forma İçini Sorma”, Hüseyin Kösev, “Hak ve Özgürlük”, sayı:2, 1993, “Deli Mariya”, vs.
GEL KISMET, GEL
(Mehmet BEKİR)
Kel Mahmut’ un ikizi Leylâ yirmi yaşıma bastığı halde bir türlü koca bulamıyordu. Pek öyle çirkin de değildi. Etli butlu, boyu postu yerinde bir kız. Amma yok mu şu açgözlü babası! Anasından emdiği sütü bile hesaba katarak, yüklüce baba hakkı istiyordu. Eve gelen dünürcülerin hepsi, Kel Mahmut’un is-teklerini duyunca: „ Allah daha hayırlı bir kısmet versin!“ duasıyla çekilip gidiyorlar, bir daha evin semtine uğramıyorlardı. Fakat ümit kapısı kapanır mı hiç? Leylâ da, anası da, babası da, her zaman kapı çalındıkça, yerlerinden sıçrıyor kulak kabartıyor, “Görücüdür“ diye bekliyorlardı.
Bir gün böyle, iki gün böyle, derken haftalar, aylar, seneler gelip geçti. Nihayet bir pazar sabahı kapı yine tıklatıldı. Anası, babası ve Leylâ cama üşüştüler, baktılar. Kız hafif bir çığlık kopardı:
–-Vay ana, ben bu adamı tanırım. Geçen hafta Cımbız Hurilerin düğününde peşime takılmıştı. Başka biriyle usul, usul yanıma sokularak: „Ben onun gerdanına bir leblebi koyarım. Leblebinin yuvarlandığı, yere kadar da sarı lira dizerim“, demişti.
Eh, öyleyse hiç şüphe yok, delikanlı, Leylâyı düğünde görmüş, beğenmıiş, sevmiş, arkasından koşmuş, evi öğrenmiş, nihayet kapıya dikilmiş, kızı istemiye gelmiş.
Hepsi sevinçten dolup taştı. Ana, küçük kıza bağırdı:
Fatme, koş kapıyı aç, bir adam geldi, içeri misafir odasına al, koş!.. Sonra kocasına dönerek:
– Şapşal şapşal bakıp durma… Sen de git, kendine biraz çeki düzen ver. Bu kıyafetle misafir karşısına çıkılmaz, dedi.
Kel Mahmut giyinmeye gidince, Leylâ ile anası misafir odasının kapısına gelerek, anahtar deliğinden nöbetleşe, nöbetleşe gözletmeye başladılar. Yakışıklı bir adama, delikanlıya benzemiyordu. Otuz beşinde vardı. Alafıranga biçimi giyimine bakılırsa, kasabalı olmalıydı. Bir boydan, bir boya odayı arşınlıyor, tıknefes beygirler gibi başını sallıyor, ara sıra büyük bir gürültüyle burnunu çekiyordu.
Leylâ anasının kulağına fısıldadı:
– A… Bu herif sümüklü, ana!
Anası hemen tersledi:
– Sus kız… Nesi var adamcağızın? Biraz sümüklü de olsa ne çıkarmış? …
Tam bu sırada Kel Mahmut geldi. Karısı ile kızını paylayarak kovdu, kapıyı yavaşça açıp içeri girdi. Misafir ayaktaydı. Ev sahibini görünce, koştu, iki büklüm bir selâm çaktı. Kel Mahmut misafirin selâmını kurula kurula alırken, bu defa hiç aldanmadığına emindi. Karşılıklı oturdular. Misafir yutkundu, utangaç bir tavırla tırnaklarına baktı, bir öte, bir beri kıpırdandı. Nihayet derin bir nefesten sonra başladı:
– Mahmut aga, seni rahatsız etmekten maksadım…
Kel Mahmut bu müşteriyi de elden kaçırmamak için büyük bir nezaketle muhatabının sözünü kesti:
– Rica ederim, niye rahatsız olayım. Burasını eviniz gibi bilin, her zaman gelebilirsiniz, başımızın üstünde yeriniz var…
Misafir hiç ummadığı bu nezaket karşısında şaşırdı, sustu neden sonra kendini toplayarak sözüne devam etti:
– Ne de olsa, insan gayet lüzumlu, gayet mahcubiyetle ziyarette bulunduğu taktirde, âdeta .. . derin bir mahcubiyet..
Kel Mahmut yine adamın lâfını ağzından aldı:
– Estağfurullah, hiç sıkılma kardaş. Dedim ya, bu işler utanmakla olmaz. Hepimizin başından geçmiştir.
– Acaba maksadımı anlatabiliyor muyum bilmem, ama
– Anlıyorum, peki anlıyorum. Güle güle, birlikte yaşarsınız inşallah. Allah hastalık, dert yüzü göstermezse .. .
– Yok, canım, hastalıktan yana korkma. Ben kendime gayet iyi bakarım.
– Senin menfatınadır, oğlum.
Misafir biraz durdu, burnunu çekti, düşündü ve tereddütle sordu:
– Kendisini görebilir miyim?
Kel Mahmut suratını ekşitti. Kızını yabancılara gösterilmesi âdeti değildi, amma reddetmek de istemedi:
–-Hele biz aramızda pazarlığı yapalım da, görmen kolay iş .. dedi.
Misafir yine biraz düşünerek sordu:
– Hastalıklı mı?
– Amma da dedin ha! Anasından doğdu doğalı burnu bile çilememiştir. Sapasağlamdır maşallah.
– İyi cinsten mi?
– Cinsine, sülâlesine diyecek yok. Namusludur, tertemizdir.
– Ağır başlı mıdır?
– Kuzu gibidir. Ne dersem onu yapar, eline ayağına çeviktir.
– Çalışkan demek?
– Çalışkan! Hiç üşenmez. Güçlü kuvvetlidir. Hani bir lâf var, arabaya koşsan, manda gibi çeker. Ama sen bir namuslu, kültürlü adama benziyorsun, onu köle gibi kullanman yakışmaz. Sana nur topu gibi. . .
– Aman, Mahmut aga, hiç can sıkma, gül gibi bakarım ona.
– İnanıyorum, oğlum, inanıyorum dedik ya, ama her şeye rağmen hatırlatayım da, ne olur ne olmaz.
– Günde kaç kilo süt verir?
–—Ne sütü?
– İneğin günde kaç kilo süt verir?
Kel Mahmut bu tepeden inme soru karşısında kekeledi:
– N-n-ne, i-i- ineği b-b-be?
– Affedersin… Ben… Satılık bir ineğin olduğunu işittim. Buraya onun için geldim…
Kel Mahmut, hızla ayağa kalktı. Kafasının iki yanından kazan kulpu gibi dışarıya doğru fırlayan iki kocaman kulağı kıpırdanmaya, daha sonra bıyıkları kelebek kanatları gibi pırpır etmeye başladı. Öfkesinden ateş püskürüyordu. Misafiri kolundan yakalayıp, kapı dışı etmesi bir oldu. Boğazında kalan bir lokmayı kursağına indirmek istiyor gibi, adamcağızın ense köküne iki yumruk basarak, bağırdı:
–-Ulan, terbiyesiz, satılık inek bitişik komşuda. Oraya git!
Sonra kendi kendine:
Seninle iki saat boşu boşuna kafa patlattığım için asıl inek benim! İnek değil, öküz, öküz! . . Dedi.
Mehmet BEKİROF, 1962, Sofya, Tuğrul Deliorman, “Hikâyeler- 1962- 1963”, derleme, Narodna Prosveta yayınevi, Sofya, 1963
FAKİR DELİKANLI ARANIYOR
(Sabri M. CON)
Kadın, günlerdir kendini yiyip didiniyor, kızı hakkında ağzına geleni savuruyordu:
–Vay huuu! Bu kızın aklını karıncalar didiklemiş be! Ne din tanıyor, ne iman. Aman Allahım, bunu da bana evlât diye mi verdin? Biz onu at damına çekiyoruz, o ise eşek damına kaçıyor. Vay benim kara kaderim!…
Kızı direnmekte ısrarlıydı:
– Yeter artık, anne! Boğazıma kadar doydum sizin bu peynirli lâflarınıza. İstemiyorum! Hayır, istemiyorum!
– Ama kızım, siz dünküsünüz, aklınız ermez. Sen uluyu dinle! Uluyu dinlemeyen ulur kalırmış. Bilsen, biz sizin kadarken, böyle bulguru pilâvı bol hanelere kul olmak için Allaha yalvarırdık, Allaha! Oğlanın ne eksiği var sanki? Evleri han gibi, parası pulu var. Soylarının evvelden ezelden adları şanları var. Dumbaz Hasanlar denildi mi, herkes babasının adını işitmiş gibi olur. Az mı çırakları, çobanları var adamların? Haydi, şimdi kızım, razıyım deyiver!
– İnat etme, anne. Ben o haneye gelin olursam, mutlu olmam.
Kadın tekrar kibritlendi:
– Kafa, kafa değil, sanki kelek, karpuz. Sen öyle bilirsen biz de böyle biliriz. Sen orada kuş sütüyle besleneceksin, kızım. Bu kötü mü?
– Vallahi, anne, anla beni! İstemiyorum. Ben bu Dumbaz Hasan’ın oğluna yastık arkadaşı olamam. Ha, şimdi sen geçenlerde onlarda neler gördüğünü tekrar anlat da her şeyi kendin anla!
– Ne gördükse gördük ama kusurlu bir şey görmedik ki! Şöyle, damadımız olacak oğlan efe gibi sigarasını yakmak için kalkıp kibrit bile aramıyor, oturduğu yatağın baş, ucunda elektrik sobasının düğmesini çevirip sigarasını yakıyor. Sonra da kendisini serinletmek için kalkıp pencereyi açmak zahmetine bile katlanmıyor. Yine başucunda bulunan elektrikli pervaneyi salıveriyor. Bir yandan televizyonu açtı mı, seyreden olmasa da onu gün boyunca çalıştırıyor. Hatta, içeceği birayı soğutmak için buzdolabının yanına bile varmıyor. İçerdeki çeşmeyi bir çeyrek saat açtı mı, tamam. Bira buzlanıyor. Yedikleri içtikleri de bol mu dersin! Yedikleri bir yana, yemedikleri çöp sepetine. Işıyan lâmbaları gündüz bile kapatmıyorlar. Yanan derdine yanar deyip boş veriyorlar. Yine de bizi pire ısırdı demiyorlar. Bir sözle, bolluk içinde yaşıyorlar, kızım, bolluk!
– Anladın mı şimdi anne? Bana bu kadar söz yetti de arttı bile. Anlayana sivrisinek…
–Ben sana kraliçe gibi yaşayacağını anlatmaya çalışmıyor muyum be kızım! Sen neden bunun tam tersini anlıyorsun?
– Hayır, anneciğim, olacaksa bana bir fakir çocuğu olmalı. Fakir olmalı ki, ekmeğin, suyun, elektriğin ve her şeyin kıymetini bilsin. Bu nimetlerin kıymetini bilen benim de kıymetimi bilir elbet. Anladın mı? Bir hoş olsalar, hani bir kuş olsalar, uçacaklar da oğlunun omzuna konacaklar ama nerde? Hiç imkânı yok bu işin.
Ya Bircan? Sorar mısınız? O, atı almış, aşmış Üsküdar’ı bir kere. Ne anadan oldum der, ne babadan. Bir varmış, bir yokmuş, onun da anası, babası ya varmış, ya yokmuş. Gelenler geliyor, gidenler gidiyor da bir o kıpırdatmıyor saçının bir telini. Ana baba ah edip ağladıkça, o, vah edip gülüyormuş kıs, kıs. Demezler mi, Edirne çeşmesinden su içmiş adam, ardında ne bıraktıysa çekmiştir kırmızı kalemi üzerine.
Bir defasında çakır keyifli buldum Bircan’ı evinde. Düşüncesi yoktu. Derdi ise hiç yoktu. Sordum:
– Anan baban senin için yanıp kül oluyor. Onları gidip görmek istemez misin?
Dobra, dobra cevap verdi:
– Nesini göreyim onların? Görmek istediğim zaman şu çekmecedeki fotoğrafa bakıp görüyorum onları. Baksana, hep öylece genç, genç bakıyorlar.
–Helâl sana Bircan! Sen de hep böyle genç kalırsın, inşallah.
Sabri Mehmet CON 1991, Gorna Hubavka, Tırgovişte Öykü, 2 Mayıs 1996 tarihinde müellif tarafından Şaban M. Kalkan’a gönderildi.
V. FEYLETEONLAR
Mizah edebiyatının feyleton türü Bulgaristan Türkleri Edebiyatına XX. yüzyılın ikinci yarısında girdi. Gerçek bir olayı hiciv ve mizah katarak öykü biçiminde anlatmak. Bulgaristan Türkleri edebiyatına, araştırmacıların ortak fikrine göre Türkçe ilk feyleton 1960 yıllarında Mehmet Bekir tarafından yazıldı. Bu dalda başarılı yazarları kaynakları ile dile getirelim:
Faik İsmail, “Öteden Gelen Kalem”, “Yeni Hayat” sayı:6, 1965, Ahmet Tımış, “Aptaldan Paşa, Tahtadan Maşa”, Yeni Hayat”, sayı:5, 1965, “, İsmail Yakup, “Yazık Hindilere” “Yeni Hayat” sayı:5 1965, İsmail Cambaz, “Bakar Kara”, “Yeni Hayat” sayı:7, 1965, Yusuf Ahmet, “Yalabık Zehra”, “Yeni Hayat” sayı:4, 1966, Yusuf Kerim, “Yeni Hayat”, sayı:2, 1977, Feyleton dalında eser veren diğer yazarlar: Sait Kerim, Cemal Mehmet, Salih Baklacı, Yunus Hasan, Enver İbrahim, Şevket Feyzullah, Ali Pir, Celil Yunus ,İsmail Çavuşev vs.
AMMA DA ALDANDIK HA
(İsmail YAKUP)
Brigadir(kooperatifte yönetici) Ahmet sıcak yatağından kalktığı vakit tanyeri ağrıyordu. Göbeğini kaşıya, kaşıya pencereye vardı. Perdeyi aralayıp dışarı bakınca keyfi birden bozuldu. Her taraf bembeyaz olmuştu.
Kar! Diye haykırdı telaşla. Kar!
Hemen gömleği, pantolonu, pamukluyu sırtına geçirerek dışarı attı kendini. İlk soluğu sokağın öteki ucunda ki evde aldı.
–Tık, tık, tık
–Kim o?
–Agronum yoldaş, çabuk kalk, kar yağıyor kar.
Haberi duyunca agronom Mehmet de attı kendini dışarı. İkisi birdn koşmaya başladılar koştular, koştular başka bier evin penceresine dayandılar.
–Tık, tık, tık
–Kim o?
–Zooteknik yoldaş, kar yağıyor kar!
Zooteknik Ali donca, gömlekçe fırladı dışarı. Üçü birden koşmaya başladılar. Koştular, koştular başka bir evin penceresine dayandılar.
–-Tık, tık, tık
–– Kim o?
–– Muhasebeci yoldaş, Kar yağıyor kar!
Yine bir koşu
Koştular, koştular diğer bir pencereye dayandılar.
–-Tık, tık, tık
–-Kim o?
–-Başkan yoldaş, Kar yağıyor kar!
Demeye kalmadı, başkan şampanya tıkacı gibi fırladı dışarı.
Artık birin ikin sokaklarda belirmiş olan kooperatorlar (kooperatifte çalışanlar) yöneticilerin başkanın ardı sıra koştuklarını görünce:
–-Başkan sabah jimnastiğine çıkarmış adamlarını, dediler.
Bazıları ise:
–-Hayır be! Dediler. Spartakiyada sözünü duyduğunu yok mu? İşte ona hazırlanıyorlar.
Koşucular aynı hızla kooperatif avlusundan geçtiler ve kançelaryaya daldılar. .Öyle bir kalkıp inmeyle bir solumak soluyorlardı ki, zannedersen onlarca şimendifer bir araya toplanış. Başkan da demirci körüğü gibi bir kalkıp bir inen, göbeğini iki elle tutarak kesik, kesik konuşmaya başladı:
–-Derhal! Umum seferberlik ilan ediyorum! Kançelaryada, iş hanede, fermada kimse kalmasın. Herkes mısırların, pamukların kuruculuğu yarıda kalmış fermanın başına. Haydi Marş! Yaşar, sen okula koş. Müdüre söyle, talebeleri mısır tarlasına göndersin. Yarın biz de ona lazım oluruz. Haydi, çabuk ol. Tam bu anda hademe İbrahim girdi içeriye:
–-Breh! Dedi, ellerini ovuşturarak, amma da kırağı düşmüş ha! Kar gibi!
–-Hııı? Sahi mi be? Diyerek ötekiler mıhlanıp kaldılar. Sonra hep beraber pencereden baktılar. Gözlerine inanamıyorlardı. Gerçekten de kırağı düşmüştü. Henüz doğan güneşin ışıkları altında par, par parlıyordu. Az sonra eriyip gitti.
Başkan derin bir iç çekti:
–-Tüüüuu, amma da aldandık ha! Yazık hani, bu kadar koştuk, telaşlandık. Hadi herkes işine baksın. Seferberliği kaldırıyorum, dedi ve bir sigara yaktı, sakin, sakin solumaya başladı.
İsmail YAKUBOF, 1968, Krumovgrat, “Yeni Işık”, gazete, hiciv ve mizah sayfası, “Topuz”, gazete, Sofya, 1968, N:116 ( 28 Eylül 1968)
ÖLEC EKMİŞ
(Ali Rıza Hasan)
Bahçe peykesine bir oğlan ve kız oturuyorlar. Tanışmadıkları belli. Oğlan bir hayli düşünüp öteye beriye kıpırdadıktan sonra:
–Af edersiniz Sizden bir ricada buluna bilir miyim? Diye kıza döndü.
–Lütfen
– Bakın, ben öleceğim. Beni bir defacık öpmenizi istiyorum. Dedi oğlan ciddiyetle.
–Sizi öpersem ölmeyeceksiniz, öyle mi? Diye kurnazca sordu kız.
– samimi olmamamı istiyor musunuz?
–Evet!
–Öpseniz bile yine öleceğim. Dedi genç ve derin br göğüs geçirdi.
–Faydası olmayacaksa niçin Sizi öpeyim?
–Faydası olmayacak ama ne kadarsa içim ferahlayacak ve olacakları daha sakin karşılayacağım. Bu kadar güzel bir kız insanı öperse gözleri ardında gider mi hiç?
Oğlan bir defa daha göğüs geçirdi.
Biraz sonra:
–Öyleyse, Sizi öpeyim. Dedi kız ve bayağı uzunca oğlanı öptü.
Araya bir hayli sükunet gidi.
–Size, can sıkıcı olmazsa, neden öleceğinizi bana söyler misiniz?
– Bakın, bunu bilmiyorum.
– E… Ne zaman öleceksiniz?
– Bunu da bilmiyorum.
Bir hayli, ikisi de birbirlerine bakıştılar. Sonra birden bire kahkaha ile gülmeye başladılar.
Ali RİZA 1993, Silistre “Gülmece”, hiciv ve mizah dergisi, Silistre, 1993, N: 1
A BE MURAT NE BU SURAT
(Celil YUNUS YENİKÖYLÜ)
Bizim Suhodol (Yeniköylü) köyünde biri var, adı Murat. Çobanlık eder. İşine diyecek yok. Her çoban gibi o da sabahın erken saatinde sürüyü önüne katar, kıra bayıra çıkar. Akşamın geç saatinde döner. Güz, kış mevsimleri geçti, ilkyaz gelince koyunlar kuzuladı. Muradın sürüsünde kendinin de birkaç koyunu var. Bir kaç da kuzu sahibi oldu. Bilmem neden ama onun kuzulan iriydi. Gün, hafta dersen koyunların yanı sıra kuzuları da meraya çıkardı, çayır aldırdı. Muradın kuzulan herkesin göz okuna dokunmaya başladı. Bir gün Aptulla aga gelip Murada demiş.
İyi cins koyanların var. Hiç olmazsa kuzulardan birini satılık etsene, damızlık büyütürüm.
Murat şöyle cevap vermiş:
– Hiç satmadım, şimdi de satılık etmem. Diyeceğim, bir şey var. Razı gelirsen belki bu iş olur. O senin eşek sana kalsın. Kodiğj[1 - Sıpa] getir bana, al git kuzunu.
Aptulla aga razılık (rıza) gösterir. Pazarlık baş başadır. Aptulla ağa kodiği bırakıp, kuzuyu alıp gider. Üç beş gün geçer geçmez kuzu Aptalla ağadan yok olur. Öte arar, beri arar bulamaz. Murada gidip:
–Nerede kaldı bu kuzu. Bizim mahalle sürüsünden ayrılıp size gitmesin, der. Murat başını atar.
Muradın altı, yedi yaşlarında bir oğlu var. Boydaşlarıyla güreş yapmayı sever. Bir defasında yenilince seyircilerden biri şakadan tutturur:
–Sen babana söyle de sana tavuk, kuzu kessin, yedirsin. O zaman bak kimse yenebilecek mi seni.
Saklıyı küçükten öğren derler ya. Muradın oğlu da dilinden düşürüvermiş: Hadi hadi, babam bana geçen akşam bir kuzu kesti. Ben onu yiyeyim de göreceksiniz nasıl tıkızla-nacağım.[2 - Sağlam olacağım]
Kulağı delik olanlar kayıp olan kuzunun aslına vardılar. Bu olay köye dağılır. Muradın foyası meydana çıktı. İşi anlayan Aptulla aga Murada varıp:
A be Murat, sende ne hu surat, der ve kodiği alıp döner.
Celil YUNUSOF, “Ziya”, gazete ,”Kirpi”, adlı hiciv ve mizah sayfası, Silistre, 1969, N: 16
VI. TAŞLAMALAR
Edebi tür olarak 1960 yıllarında Bulgaristan Türkçe basının Hiciv ve Mizah sayfalarında yer almaya başladı. Halk Edebiyatının etkisi ile yazılı basında gelişerek şekillendi. Yazar birkaç satırla alaycı bir üslup ile yanlış bir olayı tenkit eder. Başarılı taşlama yazarları arasında şu isimleri sayabiliriz: İbrahim Beyrullah, Nihat Behçet, Ahmet Tımış, Nevzat Halit, Turhan Rasi, Mehmet Bekir, Aliş Sait, Latif Karagöz,
(Ali DURMUŞ)
OLMADI
“Benim” dedi kaldırdı baş
Olmadı bir yapıya taş.
TAŞLADI
Dün yazmaya başladı
Bu gün rasgeleni taşladı.
YORULMADAN
İşler karım hiç durmadan
Ben dişlerim yorulmadan.
“Yeni Işık”, “Topuz” adlı hiciv ve mizah sayfası, gazete, Sofya, 1970, N:13 (31 Ocak 1970)
(İsmet OSMAN)
TEPELERİN FETHİ
Kartallar azaldıkça azaldı
Tepeler sülüklere kaldı.
ALKOLİK
Hep içini gıdıklar
Şarap dolu fıçılar
ŞUNA BAKIN
El alem çıktı Aya
O, hala inanır muskaya.
ÖBÜR TÜRLÜ
Ne bilginin derini
Ne de kültürlü
Çözümler işlerini
Hep öbür türlü.
ELEŞTİRİ
Şair arkadaş
Bu iş böyle olmaz
Yazacaksan yaz
Yazamazsan kaz.
BAĞ BOZUMUNDAN SONRA
Bükmedi hiç belini
Ama çekiyor “Pelin” i
DEVELERİN DERSİ
Develer dedi: Artık yetsin
Neden bizi hep eşekler yetsin!
HESAP KARIŞMASIN
Bir kişi kazıyor
Üç kişi yazıyor.
DAİRE VE GÖNÜL
Çok geniş daireleri var
Ama, gönülleri dar.
YABANCI MİSAFİR
Ne midesi doldu, ne gözü
Kessek yiyecek koca öküzü.
İsmet Osmanov, “Öbür Türlü”, epigramlar ve taşlamalar, Sofya, 1993
(Celil Yunus YENİKÖYLÜ)
TAŞLAMALAR
Eskiden beri çünkü
Eskiden beri dünkü
Yaldızlı, kirli tezgâh
Kime besi bu günkü.
Güne göre örtü dür
Gününe göre şükür
Önünü gördüğü yok
Tfü de, yüzüne tükür.
Gün gün eksilsin aşı
Çatırdar, çatlar başı
Gök gürültüsü içrek
İçrek yağsın gözyaşı.
ZEVK AĞACI
Ulu orta ne işti
Betin beti yağcı
Pişirdi işi, pişti
Yedin say, zevk ağacı.
Allah var, ağızın yandı
Yuttun, boğazın yandı
Canı tatlı, dayandı
Yedin say, zevk ağacı.
Görgü, görenek, töre
Zevk ağacına göre
Gündüz göz göre
Yedin say, zevk ağacı.
Yeniköylü, Silistre, 1996, 27 Haziran 2015, tarihinde müellif tarafından, Şaban M. Kalkan’a gönderildi
VII. MONOLOGLAR
Edebiyatımıza 1956 yılında Hasan Karahüseyin tarafından getirildi. İlk monolog “Yeni Işık” gazetesinde “Fenerli” adı ile yayınlandı. Kısa bir zamanda yazılı edebiyatımızda rağbet Mustafa Çete, Ali Riza, İsmet Osman, Mümin Bekir, Mümin Mustafa, Mustafa Mutkov, Dinçer Halicov, Ahmet Tımış, Firdevs Mehmedali, Zeliha Seyit, Leman ilyas vs.. buldu. Daha sonra da monologlar sahne eseri olarak yıllarca tiyatrolarımız tarafından istifade edildi. Hiciv ve Mizah yazarlarımızın çoğu yaşantımızda ki sosyal aksaklıkları monolog tarzı ile ifade etmeyi uygun gördü. En başarılı monolog yazarlarımız arasında şu isimleri saymak doğru olur. Hasan Karahüseyin, Raif Taib, Halit Dağlı, Ali Durmuş, Yusuf Kerim, Mehmet Bekir, Nevzat Halit, Mustafa Mutkov, Şaban Mahmut, Hüseyin, Lütfi Demir, İsmail Bekir, Naci Ferhat, Sabri İbrahim, Sayit Kerim vs.
TÖVBE
(Raif TAİB)
Oturmasını beceremeyen erkek pantolonunun ağ yerinin dar olmasından bahsedermiş derler ya. Bende söz aramıza kalsın bu takım erkelere benzedim tıpkı. Hatta daha üstün bile çıktım onlardan. Dinleyin de anlatayım. Sofya’ya varmıştım geçenlerde. Dönüşte trende bir hadise vuku buldu. Rezil rüsva oldum. Yolculuk yaptığım küpede(1) tam karşıcığımda (karşımda) bir kadın oturuyordu. Beraber yolculuk yapacağız ya. Dur dedim kendi kendime, şunun yaşını sorayım ilkten. Vay başıma gelenler. Bir köpürmesin mi o kadın, kupe (vagon) dar geldi bana kuzum, vallahi dar geldi. Keşke yaşını soracağıma bir çimdikleseydim kadını, bu kadar darılmazdı sanırım. Babasını öldürmüşüm sanki bir kükredi, bir söylendi. Dinle dinleyebilirsen. Kültürlü değilmişim, dünyadan haberim yokmuş ve saire. Bak ben darılır demezdim. Kültüre gelince abla dedim ona, söylediklerin iftiradır. Ben her hafta “Halk Kültürü” gazetesini okurum.
Neyse, bir küpede yapayalnız yolculuğa devam ediyorum. Ama yalnız oturmaya gelmedik ya dünyaya, şöyle treni kupe, kupe bir dolaşayım dedim. Belki konacak bir dal bulurum. Derken, yedinci küpede Düdük Ali ile Şebek Sali’ yi görüverdim. İçim rahatladı birden. Oy oy bir de kızcağız oturmuş köşede. Hani kanatları olsa güzelliğinden uçuverecek. Yan geldim yanlarına. Bir de lafa karışır ümidiyle uçura yakın fıkralar anlatmaya başladım hiç istifini bozmadı ki.
–Kıza kır bir buçuk ker maşallah, dedim. Şeker elması gibi allanmış yanakları, ballanmış. Böylesi bir geçmeli elime.
Keşke dememiş olsaydım, kuzum kardeşim. O evvelce susan kız bir başladı bana:
–Sen nerelisin be balkan ayısı, ayılar ne zamandan beri ipsiz dolaşır hem?
Vay halime, vay! Yerin dibine battın sanki o anda. Kırağıda yanmış pırasa gördüğünüz varsa bilirsiniz. Tıpkı ona benzedim ben de. Hadi olan oldu. Orada utandığımızla kalsak neyse, ama şu Düdük Aliyle, Şebek Saliyi görür müsün? Trenden iner inmez yaydılar şu olayları. Şimdi beni gören
–Nasıldı o kız … Amma da iyi yolculuk, diyorlar.
Oysa ben uslu bir kişiyim. Kediyi sütten kovmayanlardanım, ama nereden de aklıma gelmişti o gün trene binince birkaç yüz gram rakıcık yutmuştum lokantada. Artık konuşan ben değildim, rakı konuşuyordu. Ama git de anlat insanlara. Kim inanır?
Raif TAİBOF 1967, Ardino “Yeni Hayat”, dergi, hiciv ve mizah sayfası, Sofya, 1967, N: 11
VIII. FABL (BASNE)
Fabllerde toplumun hataları canlı hayvanların veya cansız eşyaların dili ile dile getirilir ve tenkit edilir. Hiciv ve Mizah edebiyatında yıllardan beri kullanılan fabl (basne) büyükler için yerli edebiyatımıza 1955 yılında Niyazi Hüseyin tarafından getirildi. Latif Karagöz bu yolda ısrarla devam etti. Küçükler için daha sonraları da İshak Raşit tarafından fabl denemeleri yapıldı. İlk fabl basınımızda yer almasından sonra birçok şair ve yazarımız bu edebi türde kalem oynatmaya başladı. Onlar arasında en başarılı şu isimleri sayabiliriz. Latif Karagöz, Şaban Mahmut, Turhan Rasi, Hüseyin Köse, Memiş Mustafa, Mustafa Mutkov, Ali Tiryaki, Tahsin Ebazer, Mustafa Keloğlan vs.
TOPRAK İLE ELMA AĞACI
(Şaban M.KALKAN)
Elma ağacı bir sabah gururlu, gururlu
Onu besleyen kara toprağa
Şöyle anlatıyordu.
Ben çok güzel bir ağacım
Yazık oldu bana yazık
Düştüm senin kara çamurlu koynuna
Sarıldın köklerime senden arınamadım
Şimdi boynum bükük, içim ezik
Elmaların olgunlaşıp koynuna düşer.
Onların kıymetini anlayınca sen
Çürürler birer, birer…
Anlatıyorlar yeşil dağlar varmış
0 dağlarda da ak, gök topraklar…
Düştüm senin kara çamurlu koynuna
Elmalarım kız yanağı gibi tatlı
Beyaz çinilere konmalı, elmalarım.
Konmalı da gümüş bıçaklarla soyulmalı
Burada elmalarım koynuna düşer
Düşe de çürüyüp gider…
Bırak beni utanıyorum senden
Kara toprak çirkin toprak
Söyle ne istiyorsun benden?
Kara toprak bu sözleri dinledi
Elma ağcına şöyle bir cevap söyledi:
Köklerin bana sarıldı, unutma sen
Bu kara çirkin topraklardır
Seni büyütüp besleyen!
Aramızda bazıları her gün
Gerçekler önünde kör
Ve bu elma ağacı gibi
Değil mi nankör!
Şaban MAHMUDOF “Yeni Işık”, gazete, ”Topuz”, hiciv ve mizah sayfası Sofya, 1967, N: 148
KARPUZ KABUĞU
(Mustafa KELOĞLAN)
Sadece geceleri avlanan baykuş
Arıyorken fare, yılan, yumurta, kuş
Bekçisi uyuyan bir bostana ermiş
Düşünüp taşınarak kararı vermiş
Bırakmaya gelmez bu bolluğu malı
Hem yerim hem de doldururum çuvalı
Toplayıp doldurmuş ve kesip doğramış
Alıp giderken felakete uğramış
Görememiş basmış karpuz kabuğuna
Olanlar da işte o an olmuş ona
Ağır yükün altında hendeğe kaymış
Acı sancılar içinde birden aymış
Debelenmiş ve çabalanmış bir iki
Ama güç kuvvet bulup çıkamamış ki
Ağrıları çoğalmış sararıp solmuş
Sonun sonunda bekçiye teslim olmuş.
Mustafa KELOĞLAN “Hoşgörü”, dergi, Razgrat, 2003, N: 1
IX. AFORİMLER (VECİBELER)
Aforizmler, bir duyguyu veya düşünceyi kısa, ince bir hivciv veya mizah ile etkili bir şekilde anlatan, söyleneni belli olan, bir veya birkaç cümledir. Bulgaristan Türkleri edebiyatına 1960 yıllarda Turhan Rasi tarafından getirildi. Bu edebi türde devamlı ürün verenler arasında şu isimler ilk akla gelenledir. İsmet Osman, İslam Beytullah, Servet Tatar, Hüsmen Mutaf, Lütfi Demir, Şaban Mahmut, Latif Karagöz, Fahri Tahir, Baki Ali, Hasan Bilal vs
(Hasan BİLAL)
HATİP
O, bütün ömrünü konuşmakla geçirdi, fakat dünyada adını yaşatacak bir söz söylemeden öldü. İsmini de beraberinde sürükledi gitti.
VEZNEDAR
Hayatında o kadar güç ve korkunç hesapları yuttu, bazen yeni adalet yarattı, çoluk çocuk, hısım akrabasının geçimini yoktan var etti ama kendi ömrüne fazla tek bir gün bile ekleyemeden ölüp gitti.
CERRAH
Ömrünü insanların sağlığına hasretti. Ölüleri diriltti, ama kendisine yedek bir kalp saklayamadı.
HIRSIZ
Dünyada çalmadığı tek bir şey kalmadıysa da ömre el süremeden gitti.
Hasan BİLALOF Kalova, Razgrat “Yeni Hayat” ,dergi, Sofya, 1965, N:7
(İsmet OSMAN)
Karaya kara aka ak diyenler, ak gün görmezler…
Ölümden korkanlar ölümsüzlük sevdasına tutulmasınlar!
Yarım yüzyıl sosyalizmin değişik biçimlerinde /az gelişmiş, çok gelişmiş, yerleşmiş vb./yaşadık. Şimdi dileniyoruz…
Kellesini torbaya koyamaz, ekmeği oradadır…
Temiz vicdanla kirli para alınamaz.
Bana diş bilermiş, altındansa dişi, varsın bilesin…
Çok konuşanların dinleyicisi az olur.
Bir elle alkış olmaz, ama çamur atılır…
Kendi fikri olmayanlar, hep halk adından konuşurlar.
Kendini beğenmişler güzellikten anlamaz.
Bir at kırk yıl koşmaz deseler de, bir eşek bize kırk yıl önderlik etti.
Başımın üstünde yeri dar.
Gönül dediğin karaya da konar ama en çok paraya konar.
Balayında zehirlenen aileler de vardır.
İsmet OSMANOV 1995 Popovo “Öbür Türlü”, taşlamalar ve aforizmler, “Güven- Dovrie” yayın evi, Sofya, 1996
X. EPİGRAMLAR
BULGARİSTAN TÜRKLERİ EDEBİYATINDA: EPİGRAM
İki veya dört mısralı hiciv ve mizah yüklü şiirlere epigram denir. Edebiyatımızda yeni bir nazım şeklidir. Bulgaristan Türkleri Edebiyatına 1956 yılında İsmail İbişoğlu tarafından yeni bir edebi tür olarak Bulgar edebiyatından getirildi. Kısa zamanda Hiciv ve Mizah edebiyatımızın sevilen ve aranan bir edebi türü haline geldi. Bulgaristan’da Türkçe epigram yazarları iki ve dört mısralı epigramların dışında üç mısralı, beş mısralı epigram yazdıkları gibi manilere ve türkülere ekledikleri isyanı, öfkeyi, özlemi hiciv ve mizah yüklü fikirlerle örerek türde değişiklik yaptılar.
Epigramları iki büyük bölüme ayırıyoruz:
A. Siyasi Epigramlar
B. Sosyal Epigramlar
A. Siyasi Epigramlar
Siyasi epigramlar rejimin baskısı yüzünden edebiyatımızda uygun zemini bulamadığı için gölgede kaldı. Rejim dolaylı olarak ve yumuşak bir şekilde tenkit edildi. Merkez basında örnek bulmakta bile güçlük çekiyoruz. Bizde ilk siyasi epigram Türkçe basında 1962 yılında Zavet Belediyesinin, “Zora-Şafak”, adlı Bulgarca-Türkçe neşredilen şehir gazetesinin Türkçe, “Şafak” sayfasında Şaban Mahmudov’ un “Başta ki” adlı epigramıdır. Şair, Todor Jivkov’un adını söylemeden tenkit ateşine tutuyor. Epigram şöyle:
BAŞTAKİ ADAM
Kendimi bildim bileli o başta
Anladım ki hiç bir şey yok o başta.
B. Sosyal Epigramlar
Çürüyen toplumun sosyal dengesizliğini dile getiren sosyal içerikli bir epigramı da İsmail İbişoğlu’ nun kaleminden okuyalım:
ŞİİR TÜCCARI
Bakın bizim şair Şerif
Vara yoğa şiir yazar
Sırasını bulmuş herif
Cep doldurur azar azar.
Diğer taraftan tek tip insan yetiştirme sevdasına kapılan sosyalist rejimin yöneticileri varlıklarını bir gün daha sürdürebilmek için aydınlar arasında yobaz yetiştirme yarışına girdiler. Bunu gören İsmail Bekirov, toplumu şu epigramı ile ilk uyaranlar arasında yer aldı:
YOBAZLAR
Elinden geleni komaz
Yobazların piri yobaz,
Yetiştirir yılda en az
Üç yüz altmış dokuz yobaz.
Bulgaristan Türk basınında “Epigram”, türüne en çok şu gazeteler ve dergiler hiciv ve mizah sayfalarında yer verdi: “Yeni Işık”, gazete, “Topuz” ve “Isırgan”, Sofya, “Yeni Hayat” dergi, ”Dön Gül Dön Ağla”, Sofya, ” Halk Gençliği”, gazete,” Sivirisinek”, Sofya, “Emek Davası “, gazete, Sofya, ”Eğlence”, “Dostluk”, gazete, Razgrat, “Rende”, “Tuna Gerçeği, gazete, “Sarıca Arı” ,Rusçuk, “Ziya” gazete, Kirpi, Silistre, “Ziya, gazete, Şumnu, “Hak e Özgürlük”, gazete, Sofya ”Gül Diken”, ”Zaman Bulgaristan”, gazete, Sofya, “Eğlence,”, “Hoşgörü”, dergi, Razgrat, “Eğlence”, “Deliorman”, dergi, Razgrat, “Eğlence”, “Komunizm Bayrağı”, gazete, Tırgovişte, “Çuvaldız”.vs
Epigram yazarları arasında en başarılı olanlar: İsmail İbişoğlu, Turhan Rasi, Şaban Mahmut, Nevzat Halit, Latif Karagöz, İsmet Osman, Hüseyin Ali Köse, Aliş Sait, Mülazım Çavuş, Lütfi Demir, Ali Riza, İsmail Bekir, Hüsmen Mutaf, Mustafa Şaban, Hüseyin Rasim, Tahsin Ebazer, Ali Bayram, Eşref Recep, Nurettin Eyüp, Zeliha Seyit, Firdevs Mehmedali, Tahsin Kara, Zait İsmail vs.
Yirminci Yüzyıl Bulgaristan Türkleri Edebiyatının “Hiciv ve Mizah” dalı ilk defa bir bütün olarak ele alındı. Edebi türleri ve yazarları kaynakları ile beraber sunmaya çalıştık. Onların dışında zaman, zaman şu şairler de epigram türünde eser verenlerdendir: Şefkı Aliev, Cevdet Ahmedov, Ahmet Tatarov, Faik Mümünov, Mehmet Moş, Salimehmet Recep, Şirin Recebova, Salif Mustafov, İkbale Aşıkova, Vahdet Ademov, Ömer Ahmedov, Yunus Hasanov, Hilmi Kargöz, Mustafa Çavuş, Ahmet Mümünov, Mehmet Zaykov, İlyas Mehmedov ve diğerleri
Sahasında ilk olarak yapılan bu araştırma ile gelecekte Bulgaristan’daki Türk Edebiyatını değerlendirecek olan sanat tarihçilerine yardım etmeyi kendimize borç bildik. Böylece Bulgaristan Türklerinin Edebiyatının Türk Dünyasındaki yerini daha layık olarak alacağına inanıyoruz.

    18 Eylül 2016, İzmir

Eserlerinden Örnekler Aldığım Müelliflerin Özgeçmişleri
(Bir önceki bölümde epigramlar dışında örnek eserleri yer alan müelliflerin özgeçmişlerine bu bölümde yer verdim.)
Mümin Mehmet Çakır, 1936,
Delçevo (Şaman) Razgrat
Mümin Mehmet Çakır, 1936 yılında Razgrat ilinin Şaman köyünde orta halli bir çiftçi ailesinde doğdu. İlk ve ortaokulu köyünde liseyi Şumnu’ da ki, “Nazım Hikmet” adlı Türk lisesinde okudu. Devamla aynı şehirdeki “Petır Beron“, adlı öğretmen enstitüsünün Türkçe ve Fransızca bölümünden mezun oldu. Köyünde ve Duraç köyünde müdür olarak görev yaptı. Rusçuk’ta Türkçe yayınlanan, “Tuna Gerçeği” adlı il gazetesinin kültür şubesini yönetti. Daha sonra “Yeni Işık”, gazetesinin il muhabiri oldu. Okullarda Türkçe derslerini yasaklama hazırlığında olan rejim Türk kökenli aydınları sindirmek için Mümin Çakır’ı casuslukla suçlayarak yirmi yıla mahkûm etti Mümin Çakır 14 yıl hapiste yattıktan sonra 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutuldu. Hiciv ve mizah yüklü makalelerinde yerli idarecilerin keyfi davranışlarını, yalanlarını ve ikiyüzlü söylevlerini ifşa etti. Türkiye Cumhuriyetine iltica etti. İstanbul’a yerleşti. Öğretmen olarak göre yaptı. Yaş haddinden emekli oldu. Halen İstanbul’da oturuyor. Evli ve ilki çocuk babasıdır.
Galip Mehmet Sertel, 1942,
Bistra (Akpınar), Dobriç
Galip Mehmet Sertel 1942 yılında Silistre’nin Akpınar (Bistra) köyünde bir çiftçi ailesinde doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu köyde okudu. Daha sonra Hacıoğlu Pazarcığı’nda ( Tolbuhin) açılan Türk Pedagoji okulundan mezun oldu. On yıldan fazla doğduğu köyde ve aynı ilin diğer köylerinde ilkokul öğretmenliği yaptı. Daha sonra Silistre’de Türkçe yayımlanan “Ziya“ adlı il gazetesinde beş-altı yıl editör olarak görevde bulundu. Gazetenin kapanmasından sonra Bulgar Çiftçi Birliği Partisinin il teşkilatında Şube sorumlusu olarak çalıştı.1985 yılında Bulgar Hükümetinin Bulgarlaştırma kampanyasına karşı çıktı. Tutuklandı ve sürgüne gönderildi. Galip 1992 yılında Türkiye’ye geldi. İstanbul’a yerleşti. Halen İstanbul’da bir ilkokulda sınıf öğretmeni olarak görevini yaptı. Yaş haddinden emekli oldu. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca biliyor. Bulgaristan’da şiirlerini bir kitapta toplayıp yayımlama imkânı bulamadı. Şiirleri merkez ve yerel gazetelerin sanat sayfalarında dağınık bir şekildedir. Galip Mehmet Sertel, şiirimize kendine özgü güncel, tarihsel ve toplumsal temaları işleyerek geldi. Eserleri : “Taş Toprak Dobruca”, şiirler, İstanbul, 2009.
Sabri Recep Demir, 1915 – 1988,
Hlebarovo (Torlak), Razgrat
Sabri Recep DEMİR, Razgrat ilinin Torlak köyünde aydın bir ailede doğdu. İlkokulu köyünde, ortayı Razgrat’ ta liseyi Şumnu’da okudu. Uzun yıllar Razgrat, Tutrakan v1e Silistre’de ortaokul öğretmeni olarak çalıştı. 1944 sosyalist devrimden sonra bir dönem Halk Meclisinde halk vekili olarak görev yaptı. Birkaç yıl Şumnu’ da ki “Nazım Hikmet”, adlı Türk lisesinde müdürlük yaptı. Narodan Prosveta devlet yayın evinde Türkçe kitaplar şubesini yönetti. Şiiri gençlik yıllarında sevdi. Daha sonra hiciv ve mizah yüklü şiirlerinde toplumdaki zararlı örf ve adetleri cesurca tenkit ateşine tuttu. 1988 yılında Sofya’da vefat etti. Evli ve bir çocuk babasıydı. Bulgarca biliyordu. Eserleri: “Bildiklerimden Birkaçı”, mizahi şiirler, Narodan Prosveta, Sofya, 1963 , “Namaz”, ilmi popüler broşür, Narodna Prosveta, Sofya, 1963.
Fahri Tahir – Tekulus,
1942, Kırcali
Fahri Tahir 1942 yılında Kırcali şehrinde aydın bir ailede doğdu. İlk ve orta ve liseyi Kırcalide okudu. Devamla Kırcali öğretmen enstitüsünden mezun oldu. Kıcalide ve aynı ilin çeşitli köylerinde öğretmen olarak görev yaptı. 1985 yılında Bulgar devletinin Türklere uyguladığı asimilasyon politikasına şiddetle karşı koydu. Tutuklandı ve Belene adasına gönderildi. Orada üç ıl beş ay kaldı 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutuldu. Türkiye cumhuriyetine iltica etti Bursa’ya yerleşti. Öğretmen olarak Bursa okullarında çalıştı. Şiiri ortaokul yıllarında sevdi.”Elülcü Çocuk” , “Halk gençliği” ,””YENİ IŞIK” adlı gazetelerde şiirleri öyküleri, feyletonları ve mizahi şiirleri yayınlandı. Eserlerinde, sosyalist rejimin aksaklarını, yerel idarecilerin keyfi davranışlarını Rodop insanının acılarını ve Belene adasındaki idarecilerin gaddarlığını ifşa etti. 2007 yılında yaş haddinden emekli oldu. Halen Bursa’da oturuyor. Evli ve iki çocuk babasıdır. Bulgarca ve Rusça biliyor.
Suna Ahmet Yılmaz, 1950,
(Hacığoğlu Pazarı), Dobriç
Suna Yılmaz 1950 yılında Dobriçte aydın bir ailede doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde okudu. Devamla Vratsa şehrindeki Dimitır Blagoev adlı ekonomi Enstitüsünden 1969 mezun oldu. Bir kaç yıl Dobriç köylerinde kreş öğretmeni olarak çalıştı. Daha sonra devlet kurumlarında uzun yıllar muhasebeci olarak göre yaptı. 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutularak. Ailesi ile beraber Türkiye Cumhuriyeti’ ne iltica etti. İzmir’e yerleşti. Özel bir şirkette çalıştı. Halen İzmir’de Karşıyaka’da oturuyor. Emekli, evli ve iki çocuk annesidir. Bulgarca biliyor. Şiirlerinde neslinin aşk ve sosyal problemlerini kadın ruhunun duyarlılığı ile dile getirmektedir. Eserleri: ”Yeşil Işık” , şiirler, Ankara, 2015.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/saban-mahmudoglu-kalkan/bulgaristan-turkleri-edebiyatinda-hiciv-ve-mizah-69499528/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Sıpa

2
Sağlam olacağım
Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah Şaban Mahmudoğlu Kalkan
Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah

Şaban Mahmudoğlu Kalkan

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah, электронная книга автора Şaban Mahmudoğlu Kalkan на турецком языке, в жанре историческая литература

  • Добавить отзыв