Türkistan′dan Türkiye′ye

Türkistan'dan Türkiye'ye
Tahir Özgen

Tahir Özgen
Türkistan’dan Türkiye’ye Hacı Parpi Özgen’in Hatıraları

ÖNSÖZ
XX. yüzyıl Türkistan’ı Sovyet Rusya ile Çin’in işgal etmesi neticesinde birkaç lider, farklı ülkelere sığınmıştır. Pakistan, Hindistan, Afganistan, Suudi Arabistan, Mısır ve Avrupa ülkelerine kadar giden Türkistanlı liderlerin son durağı Türkiye olmuştur ve buraya yerleşmişlerdir. Onların Türkiye’de yazdığı hatırat eserlerinden haberim vardı, kendileri ve kitapları hakkında inceleyip tanışmıştım. Hatta onların kitaplarının birkaç baskıları da mevcuttur. 2019’un Yaz ayı idi. İzmir’deydim. Yaşı 90’na yaklaşan bir Kırgız aksakalın burada yaşadığını öğrendim. Onunla görüştüğümüzde, bana kendisi, ailesi, Türkiye’ye geliş tarihleri hakkında çok kıymetli bilgiler verdi. Hacı Parpi Özgen korbaşının oğlu idi. Daha öncede bu kişiler ve bu kişiden öğrendiklerim hakkında az-çok birilerinden öğrendiğim malumatlar vardı. Onlarla görüşsem, sohbet etsem, Türkiye’ye geliş tarihlerini öğrensem diyordum. Tam dileğim yerine getirildi ve Adana’da, İstanbul’da, Avrupa’da kardeşleri, akrabaları olduğunu ifade etti. Aradan 7-8 ay geçtikten sonra, İstanbul’a gelip yerleştim. Orada da Hacı Papri Özgen’in torunu, ressam Tacigül Özgen Küntüz’ün evinde konuk oldum. O da dedesi, babası ile ilgili bilgileri aktararak, babasının kaleme aldığı, dedesinin hatırat kitabını gösterdi. Bu kitap hakkında daha önce bilgim yoktu. Açıp okuyunca Türkistan ve Kırgızistan tarihi ile ilgili daha önce bilinmeyen malumatla içerdiğini gördüm, Önce Kırgızca çevirmeyi düşündüm ve bazı ilaveler, yaptığım röportajlarla hatırat kitabı Kırgızca yayınlandı. Türkçesi 1960’larda basılmıştı ve ilk baskısı kütüphanelerde ya da kitapçılarda da, mevcut değildi, yeni bir Türkçe baskının yapılması isabet olacaktı, kitabın yeniden basılmasını, Hacı Parpi’nin torunu Tacigül Özgen Küntüz de uzun süredir istiyormuş. Onun da önerisiyle yine ilave, dipnot ve röportajları ekleyerek Hatıratı yeniden baskıya hazırladık. Bilgileri toplamada Tacigül Özgen Küntüz’ün büyük yardımları olmuştur.

    Dastanbek Razak uulu
    Kasım 2021

BİRİNCİ BÖLÜM
HACI PARPİ ÖZGEN’İN HAYATI VE ESERİ HAKKINDA BİLGİ

Hayatı
Hacı Parpi Özgen’ın hayatı hakkında kendi yazdığı hatırat kitabından başka bir yazı yoktur. Onun doğum tarihini ve hayatıyla, ilgili bildiklerimizi oğullarından ve torunlarından öğrenebildiğimiz kadarıyla yazıyoruz Par-pi Bey 1886’da Fergana vadisinin şimdiki Kırgızistan’a ait bölgesindeki Özgen’de doğdu. Onun ataları Kırgızistan’ın dağlık taraftaki Sarı-Kamış köyünde yaşamış. (Şimdiki Kara-Kulca ilçesi). Köyü sel basınca, onlar Özgen’in Adır-Kıştak köyüne göç etmiş, Parpi Bey’de bu köyde doğar. Ona ilk Arunraşid (Harunraşid) ismini vermişler. Bir zaman sonra Arunraşid ağır bir hastalığa tutulur. Böyle bir hastalığı atlatmak için Kırgızlarda hasta kişiye “parpi”[1 - “Barpi’nin Farsça “Berfi” (kar) sözcüğüyle ilişkili olmalı. “Kar”, “karsıl”, “kar gibi”, “ilk kar tanesi” gibi anlamlara da tekabül edebilir. Özellikle kışın doğan çocuklarda kullanılan bir isimdir. Oş-Celalabad bölgesinde f’ler p/b’ye dönüştüğünden “Berfi” Parpi’ye dönüşmüş olabilir. Buna ek olarak, “Barpık” kelimesi aynı bölgede “titrek” demek. Bebekliğinde hastalanmışsa ve titremeleri olmuşsa bu ismin kullanılmış olması muhtemel.” Kelime kökenine açıklama getiren Orta Doğu Teknik Üniversitesi Modern Diller Bölümünden Öğr. Gör.Dr. Uğur Köroğlu’na teşekkür ederiz.Anadolu Türkçesindeki “hastalanan insanları ocak denilen kimselerce, ev ilaçlarıyla ya da okuyarak iyileştirme işlemi” ve “çok üşümüş kimseyi, sıcak ve kuru bez, havluyla ısıtmaya çalışmak” anlamlarına işaret eden Harun Özgen’e teşekkür ederiz.] kelimesiyle seslenilirmiş. Bu sebeple Arunraşid ismi yerine, Parpi olarak kullanılmaya başlar ve zamanla Parpi ismi kalıcı olur. Parpi 3 yaşındayken babası Mamatiraim (Mehmet İbrahim) vefat eder. Erken yaşında babasız kalan Parpi, bölgedeki etkili Mati Binbaşı adında birisinin himayesine girer ve iyi bir eğitim alma imkânı olur, Ancak 12 yaşındayken annesi de vefat eder. Parpi Bey’in meziyetlerinin ve potansiyelinin farkında olan kabilesi onu 14 yaşında köy kaymakamı yaparlar. Parpi Bey birkaç sene köyüne hizmet ettikten sonra, ataları gibi ticarete atılır.
1918’de kanlı yol ile Türkistan Muhtariyetini yıkarak, bütün Fergana vadisini işgal eden Bolşeviklere (Sovyetler) karşı yerel halk, kendi liderleri etrafına toplanarak istiklal mücadelesini başlatırlar. Bu mücadeleye daha sonra “Basmacılar Harekâtı” adı verildi. Mati Binbaşı da Parpi Bey’i yanına çağırarak kendi grubunu oluşturur ve bölgesini 1922’ye kadar komünistlerden korur. 1922’ye gelindiğinde Özgen, Alay, Gülçö gibi bölgeler daha korbaşıların elindedir. Özellikle dağlık alanlarda savaşmakta zorlanan Sovyet kuvvetleri basmacılar karşısında zor durumda kalır ve dağlık kesimlerdeki korbaşılarla direnişi durdurmaya yönelik anlaşmaya varır. Sovyetler basmacıların elindeki bölgelerin birine Mati Binbaşı’yı vali, Parpi Bey’i de ticaret başkanı yaparlar. Ne var ki, 1925’e gelindiğinde Sovyet hükümeti basmacıların nerdeyse bütün ileri gelenlerini, iş adamlarını ve aydınlarını tutuklamış, bazılarını sürgüne yollarmış, bir kısmını da sorgusuz sualsiz kurşuna dizmiştir. Kaybolanların arasında Mati Binbaşı da bulunur. Sovyetler Parpi Bey’in de peşine düşerler. Parpi Bey kaçmayı başarır ve yakalanmamak için iki sene boyunca sıklıkla mekân değiştirir; Oş, Andican, Celal-Abad ve Ayım-Kışlak gibi farklı yerlere gider. 1927’ye gelindiğinde Sovyet Hükümetinin yanlış siyasetinden dolayı Özgen’deki ünlü korbaşı Canıbek Kadı ile Sovyetlerin arası bozulmuş, aralarında çatışmalar tekrar başlamıştır. Böylece Fergana vadisinin dağlık taraflarında istiklal mücadelesi tekrar alevlenmiştir. Bu olayın sonrası “Basmacılar Harekâtı”nın ikinci kısmı olarak bilinir. Parpi Bey de bu dönemde ünlenerek etrafına yiğit toplar ve korbaşı unvanına layık görülür. Böylece Parpi Korbaşı 1927-1931 seneleri arasında Sovyetlere karşı yoğun bir şekilde mücadele verir. 1930’lara gelindiğinde Sovyetler iyice kuvvetlenir, korbaşılar yenilir ve direnişleri kırılır. Bu durumda korbaşıların çoğunluğu Doğu Türkistan’a (Kaşgar) göç eder. Parpi Korbaşı ticaret yaptığı zamanlarda Kaşgar’ı sıklıkla ziyaret ettiğinden orada bir ev satın almıştır. 1931’de Özgen’deki köyüne gece gizlice gelip ailesini yanına alarak, Kaşgar’a yol alır, sadece büyük oğluyla büyük kızı Özgen’de kalır. Yolculuğu boyunca farklı kent ve kasabalara giderek ticaret yapmayı da sürdürür. Parpi Korbaşı aynı yıl Kaşgar’a geldiğinde yeni bir oğlu dünyaya gelir.
1931’de Kumul’da başlayan bir isyan tüm, Doğu Türkistan’a yayılır. 1933’e gelindiğindeyse artık, Çin yönetimi bölgeden temizlenmeye başlanmıştır. Parpi Kor-başı da bu sıralarda Abat kentinde ticaret yapmak için bulunmaktadır. Bölgede başlayan ayaklanmanın liderleri, ondan da kendilerine katılmasını rica eder. Böylece Parpi Korbaşı da 1933-1934 yıllar arasında Doğu Türkistan’daki en çetin savaşlara katılır, bölgenin bağımsızlığına kavuşabilmesine yönelik büyük katkılarda bulunur. Ayrıca 1933 yaz aylarında Kaşgar şehrinin mahkemesi ve geçici ikinci başkomutanlık görevleri yapmıştır. 1934’te Milliyetçi Çin yönetimi, Sovyetler Birliği’nin de yardımıyla Doğu Türkistan’ı tekrar ele geçirmeyi başarır. Bu süreçte isyancı gruplar ve liderleri yurt dışına kaçmaya başlarlar. Parpi Korbaşı da ailesini ve akrabalarını yanına alarak, Kargalık, Hoten ve Tibet’ten geçerek 1936’da Hindistan’a varır. Yolculuğun bu noktasında kar yağışıyla yollar ve geçitler kapanır. Dağ geçidinde 6 ay kalırlar. Bu sırada bir oğlu daha dünyaya gelir, ancak kısa süre sonra hastalık nedeniyle eşi vefat eder. 6 aylık oğlunu ve ailesini alarak 1937’de Keşmir’e gelir ve 1947’e kadar Hindistan’ın her bölgesini dolaşır. 1947’de Hindistan’in ikiye ayrılmasıyla Pakistan Cumhuriyeti kurulur. Parpi Korbaşı da oğullarıyla Pakistan’ın Karaçi şehrine yerleşir. Burada ayakkabıcılık ve marangozluk öğrenen Parpi ve oğulları kendilerine gelir sağlar. Parpi Korbaşı Karaçi’de yaşadığı süre boyunca, Pakistan’ın kuzeyindeki Kırgız korbaşı Canıbek Kadının ailesiyle ve Afganistan’ın Pamir yaylalarındaki Kırgızlarla her zaman iletişimde olur. 3 oğlunu Pamir’e göndererek, oğullarından ikisinin oradaki bir Kırgız’ın kızlarıyla evlendirir. Kendisi ise Karaçi’de mülteci bir Uygur kızıyla evlenir ve ondan da 3 oğlu ve 2 kızı dünyaya gelir. Bu arada Hac görevini de yapmış. Ondan sonra Hacı Parpi Bey demeye de başlamışlar.
1944’te Doğu Türkistan’da Türkler tekrardan azadlık mücadelelerine girişmiş ve bağımsızlıklarını kazanmıştı. Ancak 1949’da Kömünist Çinliler Doğu Türkistan’ı işgal edince binlerce Kazak, Uygur ve Özbek Pakistan’a göç eder. Pakisanlı ve Hindistanlı zengin, tüccar ve liderlerle iyi ilişkiler içinde olan Parpi Korbaşı, Karaçi şehrinde bir oteli kiralar ve şehre gelen göçmenlere belge işlerinde de yardımcı olarak onlara kalacak yer sağlar. 1952’de Türkiye Cumhuriyeti’nin Pakistan’daki Türk asıllı mültecileri kabul haberi duyulunca, Parpi Korbaşı bu mültecileri Türkiye’ye gönderme işlemleriyle de ilgilenmeye başlar. Ondan da yardım istemeye gelen mülteciler her gün otelin önünde sıra oluşturur Parpi Korbaşı onların belgelerini hazırlayıp limandan mültecileri Türkiye’ye yollar. Kendisi de ailesiyle birlikte Türkiye’ye gitmek istediğinde zengin dostları ve büyükleri kalmasını, kendisine ev vereceklerini söyler. Ne var ki Parpi Korbaşı bir gün Türkiye üzerinden ana vatanına döneceğini düşündüğünden onların tekliflerini kabul etmez.
1953’te Karaçi’den gemi ile yola çıkan Parpi Korbaşı ve ailesi, Basra, Bağdat, Şam ve Halep üzerinden 1954’te Türkiye’ye girer. Çukurova’ya önceden yerleşen Kazak, Uygur, Kırgız ve Özbekler’in olduğunu bilen Parpi Korbaşı burada bir müddet kalır. Sonra bütün Türkiye’yi dolaşmak için yola çıkar. Konya’nın Cihanbeyli ilçesinden geçerken 1952’de Pakistan’dan Türkiye’ye gelmelerine yardım ettiği birkaç Kırgız ailesine uğrar. Cihanbeyli’yi Özgen’deki kendi köyüne benzeten Parpi Korbaşı, buradan bir arazi satın almaya karar verir ve ailesiyle Cihanbeyli’ye yerleşir. Kendisinden önce gelen oğulları ise İstanbul ve İzmir’e yerleşmişlerdir. Parpi Korbaşı ve ailesinin önceden resmi bir soyadı yoktur. Türkiye’ye geldikten sonra memleketlerini ana vatan ismi olan Özgen soyadını alırlar.
1920-50 yıllarında Türkiye’ye gelen Kırgız, Kazak, Özbek, Uygur, Türkmen, Tatar ve Başkurtlar “Türkistanlıyız” diyerek, dışarıdan Sovyetlere karşı mücadele etmiş, birlik olup iyi ve kötü günlerde de beraber olmuşlar. Türkiye ve başka ülkelerdeki Türkistanlılar Cihanbeyli’ye Par-pi Özgen’i ziyarete gelmiştir. Bu kişilerden biri tarihçi ve bilim adamı Zeki Velidi Toğan’dır, onun “Hatıralar” kitabında Parpi Özgen ile dostluğuna da yer vermiştir.[2 - – Verilen malumatın doğrulunun temini için arkadaşlarım Abdülkadir İnan, Kocağolu Osman, Andullah Taymas mücahitlerden Şir Mehmet Bek ve Kırgız rehberi Parpi Hacı gibi hadiselere bizzat karışan zevata okutuldu. Önsoz.– İhitiyar Muhaç da bunun bir nüshasını ve Kaşgar tarafına geçmelerine tasfiye eden mektubumu Kırgızların baş mücahidi Parpi Beke Fergana Özkend dağlarına götürüp ondan da at üzerinde oturan resimini ve selamlarını Başkurdistan’a döndü. Sonra biz Parpi Hacı ile Türkiye’de buluştuk. Khoten, Tibet ve Hindistan yolu ile gelmişti. Hayatı akıllı bir kahraman destandır. Zeki Velidi Toğan, Hatıralar. Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Ülkelerinin Milli Varlık ve Kültür Mücadeleleri, İstanbul. 1969. Önsöz ve 234 sayfa.] Zeki Velidi Toğan’ın kızı İsenbike Toğan ve Parpi Özgen’in torunları da Hacı Papri Bey ile Zeki velidi Toğan’ın yakın ilişkileri olduğunu doğrulamıştır.
Bunun dışında Abdülkadir İnan, İsa Yusuf Alptekin ve Hasan Oraltay gibi Türkiye’de yaşayan Türkistanlı liderler de Parpi Özgen’in evine ziyaretlerde bulunmuştur. Parpi Özgen ömrü boyunca Özgen’e gidebilme gayesiyle yaşamıştır. Ne var ki bu arzusuna ulaşamadan 1968’de 82 yaşındayken Konya’da vefat eder. Cenazesine Suudi Arabistan, Mısır, Pakistan, Afganistan, Almanya, Avrupa ülkelerinden Türkistanlı mülteci liderler gelmiştir. Türkistan geleneklerine de uygun olarak, başsağlığı dilemeye gelenlerin de toplanabilmesi için defin işlemi hafta bekletilmiştir.

Eser Hakkında Genel Bilgi
Göçebe bir halk olmaların da getirisiyle Kırgızlar, hayat tarzlarını, gelenek ve göreneklerini, destanlarını, efsanelerini, tarihini ve şecerelerini yazıya geçirmemişler. Bu gelenek XX. yüzyıla kadar devam etmiş hatta XX. yüzyıl başında olup biten birçok önemli olay yazıya aktarılmamıştır. XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başında Türk Dünyasında “cedidcilik hareketi ortaya çıkmıştır. Bu sayede okuryazarlık oranı artmaya başlamış, iyi bir eğitim alındıkça çeşitli eserler üretilmeye, şiir, hikâye, roman ve fikir yazıları üretilmeye başlamıştır. Kırgızlar’da Belek Soltonoyev, İşenalı Arabayev ve Osmanaalı Sıdık UULU Sovyet hükümetinden önce kendi eserlerini üreten ilk yazarlar arasındadır. Sovyet hükümeti iktidara geldikten sonra Kırgızlar arasında yazılı eser üretimi hızlanmıştır.
Sovyet Hükümetine karşı en uzun mücadeleyi veren “Basmacılar Harekâtı” olmuştur. Son mücadeleler de Kırgızistan’ın dağlık bölgelerinde geçmiştir. Basmacılar Harekâtı Sovyet tarih yazıcılığında sadece negatif vurgular yapılarak aktarılmış, mücadele verenler baskıncı, işgalci, yağmacı, halk düşmanı, antikomünist ve anti devrimci olarak adlandırılmıştır. Basmacı liderler ise zengin dini liderler gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Gerçekte, harekâtın içinde dini liderler olduğu kadar Enver Paşa, Osman Hoca, Törökul Canuzakov, Zeki Validi Toğan ve Münavver Karı gibi aydınlar da vardı. Buna rağmen “Basmacılar Harekâtı” 1990’lara kadar olumsuz tanıtıldı.
1991’de bağımsızlıklarını kazanan Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan bu harekât hakkında ayrı ayrı araştırmalara başladı. Kırgızistan’da basmacılar vatan, toprak, millet, halk ve din için mücadele edenler olarak tanımlanmaya başladı. Bununla beraber bir dizi tez yazıldı, makale yayınlandı, kitap kaleme alındı. Fakat buna rağmen Kırgız bilim adamları “Basmacılar Harekâtına” son noktayı koyan bir değerlendirmede bulunamadı. Araştırmacıların bir kısmı bu harekâtı “Milli İstiklal Mücadelesi” olarak adlandırmayı önerse de bazıları Sovyet döneminde ortaya çıkan fikirleri savunmaktadır. Fakat bu çalışmaların hemen hemen hepsi harekâtın ilk kısmı olarak kabul edilen 1918-1923 yılları üzerine araştırmalarda bulunmuştur.
Genel itibariyle “Basmacılar Harekâtı,” Buhara, Hive ve Fergana’da 1923-24 senelerinde sona ermişse de, Hive’nin çöllerinde, Buhara’nın dağlık alanlarında ve Fergana’nın Kırgızistan taraflarında yer yer 1930’lara kadar sürmüştür. Fakat Sovyet hükümetinin 1927-28’deki Kırgızistan’ın güneyindeki toprak-su reformu, kolhozlaştırma (çiftçileştirme), zenginlerin servetine el koyarak onları sürgüne gönderme siyaseti tekrardan “basmacıları” mücadeleye mecbur bırakmıştır. Basmacılar Harekâtı’nın ikinci dönemiyle ilgili Kırgızistan’da birkaç tez ve makale[3 - C. Bötönöyev, “Tüştük Kırgızistandagı Masalık Kollektivdeştirüü Saysatı: XX – kılımdın 20-40 – cıldarı. Kanditaskaya dissertatsıya. (Dktora tezi)., Z. Altımışeva; “1920-cıldardın ayagı, 1930-cıldardın başında Kırgızstandın tüştügündögü basmaçı kıymılı” (Yeni arşiv belgeleri) 2009, No 1. s.7., “1930- cc. Kırgızstandan Kıtayga emigratsiyalık Kıymıldar”, Manas joornal of social studies. Vol. 4. No 1. 2015. “ Kırgızistan’da Basmaçı hareketiyle İlgili yeni Bilgiler (1925-1934). Biligdergisi. Sayı 82, 2017, ss. 96-116., . A. Arstanov. “sovet BiyligininAgrardık Sayasatına Karşı Kırgı Dıykandarının Küröşü1. İzvestiye vuzov. No 9, 2011. s. 158-160. Tagayev. M. “Kulaktar”, “Basmaçılar” cana “Üçiltik” // Kırgızstan Madaniyatı. 1992. No. 49.] yayınlanmış olsa da bu dönem üzerine daha çok ve derin bir araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Parpi Özgen’in “Türkistan’dan Türkiye’ye” isimli kitabı bu dönem çalışmaları üzerine boşluğu doldurma hususunda oldukça önemlidir.

Türkiye Göç Eden Türkistanlıların Hatırat Eserleri
1950’lerde Orta Asya’dan (Türkistan) Türkiye’ye göç eden Kazak, Özbek, Uygur ve Kırgız aydınlarının bazıları ve Türkiye’de doğan evlatları kendi vatanlarından Türkiye’ye göç edişlerinin hikayelerini, kendi yaşam öykülerini kaleme almıştır. Basmacılar Harekâtının ilk döneminin en önemli liderlerinden biri olan Şer Muhammed 1953-54’te Türkiye’ye geldiğinde kendi anılarını kaleme almıştır. Bu anılar, 1950’lerde Türkiye’ye gelen Doğu Türkistan’ın istiklalci liderinin biri Mehmet Emin Buğra’nın 1956-57’de çıkarttığı “Türkistan Sesi” adlı derginin her sayısında yayınlamıştır.[4 - Şer Muhammed, “Hatıralar”. Türkistan Sesi dergisi. 1956-1957. Ankara] Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye göç eden Kazaklardan Hasan Oraltay “Hürriyet Uğurunda Doğu Türkistan Kazak Türkleri”[5 - Hasan Oraltay, “Hürriyet Uğurunda Doğu Türkistan Kazak Türkleri,” İstiklal Matbaası, İzmir 1961.], Halife Altay “Anayurttan Anadolu’ya”[6 - Halife Altay “ Anayurttan Anadolu’ya”, Ankara, 1998. TC Kültür Bakanlığı yay.]; 1940-50’lerdeki Doğu Türkistan Uygur lideri İsa Yusuf Alptekin “Mücadele hatıraları”[7 - İsa Yusuf Alptekin “Mücadele hatıraları.” İstanbul 1985. Doğu Türkistan Neşriyat Merkezi.]; Başkurtistanlı tarihçi Zeki Velidi Toğan “Hatıralar, Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Ülkelerinin Milli Varlık ve Kültür Mücadeleleri”[8 - Zeki Velidi Togan, “Hatıralar, Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Ülkelerinin Milli Varlık ve Kültür Mücadeleleri”, İstanbul, 1969.] gibi eserleri hatırat olarak yayınlamışlardır. 1950’lerde Türkiye’ye 3 yaşında gelen Özbek asıllı, Çağatay Koçar, Türkistan, Türkistanlıların istiklal mücadelesi ve göçleri hakkında yazdığı makaleleri “Atayurttan Anayurda Türkistanlılar” isimli kitabında birleştirmiştir.[9 - Çağatay Koçar, “Atayurttan Anayurda Türkistanlılar” Adana, Ekrem Matbaası.] Kırgızlarda ise Parpi Özgen Korbaşı diğer Türkistanlı aydın liderler gibi kendi yaşadıklarını, Fergana ve Doğu Türkistan’daki önemli olayları içeren “Türkistan’dan Türkiye’ye” eserini yayınlatmıştır.[10 - Hacı Parpi Özgen, “Türkistan’dan Türkiye’ye Hatıralar”, Konya, Yeni Kitap Basımevi.]

Eserin Yazılışı ve Dili
Bu eserin kaleme alınmasını teklif eden kişi Hacı Parpi Özgen’in Kırgızistan’da doğan, 12 yaşındayken ülkesinden ayrılarak babasıyla birlikte Kaşgar’a giden, daha sonra da Hindistan, Pakistan ve Türkiye yollarını onunla beraber tecrübeleyen oğlu Tahir Özgen’dir. Tahir Özgen 12 yaşından itibaren babasının başından geçenlere şahit olduğu için, büyük bir liderin hayatının unutulup gitmesini istemez, böylece babasına anılarını yazmayı önerir. Parpi Özgen başlarda hatıralarını yazıya geçirmeye pek gönüllü olmasa da Tahir Özgen’in ısrarıyla zamanla ikna olur. Kaşgar, Pakistan’da yaşadıkları süre zarfında Arap alfabesini öğrenmiş olduğundan ve latin alfabesini de henüz öğrenmediğinden Tahir Özgen, Parpi Özgen’in anlattıklarını Arap harfleriyle Kırgızca yazmaya başlar. Yeri geldiğinde kendi yaşadıklarını ve gözlemlediklerini de ekler. Parpi Özgen’in anılarının yazıya dökülmesi tamamlandığında Tahir Özgen ortaokuldaki kız kardeşinin de yardımıyla yazılanları Kırgızca’dan Türkçeye çevirir. Bu süreç de tamamlandıktan sonra Tahir Özgen Cihanbeyli’den Konya merkezinde bir yayınevine gider ve elindeki metni gösterir. Türkçesini okuyan yayınevi metine ilave yapılmasının uygun olacağını söylemiş, ancak Tahir Özgen bu ifadeyi yanlış anlayarak kitapta kısaltmaya gitmiştir. Buna ek olarak, eserde Sovyetler Birliği, komünistler ve Rusların yaptığı olumsuz faaliyetler de fazlaca yer ettiği için, yayınevindekiler de bazı kısımları kısaltmıştır. Böylece eser sansüre de uğradıktan sonra 1960’larda 70 sayfalık ufak bir kitap olarak basılmıştır.
Kitap basıldıktan sonra Tahir Özgen kitabı ulaşabildiği tüm kütüphanelere gönderir. Türkiye’deki ve çeşitli ülkelerdeki mülteci Türkistanlılara da kitabı yollar. 1968’de babası Parpi Özgen’in vefatından sonra, dünyanın farklı yerlerinden cenazeye gelmiş Türkistanlılarla bir araya gelmesi ve kendisinin de 1977’de Kırgızistan’ı ziyaret etmesinden sonra eseri ilavelerle tekrar bastırmayı düşünmeye başlar. Fakat türlü sebeplerle bu ikinci baskı gerçekleştirilemeden kendisi de vefat eder. Tahir Özgen’in vefatından sonra eserin tekrar yayınlanması için çocuklarından eserin Arap harfleriyle kaleme alınmış nüshasını ve Türkçe tercümesini isteyen Türk bilim insanları olmuştur. Ne var ki bu orijinal kopyaların ikisi de bulunamamış, bu nedenle kitabın ikinci baskısı yapılamamıştır. Yine de kısaltılmış olarak yayınlayan bu 70 sayfalık eser de bize çok önemli bilgiler vermektedir.

Eserdeki Anlaşılmayan Bazı Terimler
Hatırat eserleri konu edilen döneme göre kullanan dil, kavram ve terimler içerir. Parpi Özgen’in hatıralarında da bugün anlaşılmayan terimler mevcuttur.
Kitabın ön kapağında “Kızıl Baskı Altındaki Türkeli” alt başlığı vardır. Buradaki “kızıl” Sovyetler Birliği Komünist Partisi anlamındadır. Sovyetler Birliği Türkistan’ı işgal ettiği ve Türk topluluklarını 70 yıl baskı altında tuttuğu için bu şekilde bir ifade kullanılmıştır.
Kitabın ismi “Türkistan’dan Türkiye’ye”deki “Türkistan” ismi günümüzdeki Orta Asya’dır. Orta Asya kavramı 1924’ten sonra Sovyetler tarafından kullanılmaya başlanmış ve kendini kabul ettirmiştir. Öncesinde bu bölge sadece Türkistan olarak biliniyordu. Hatta 1865’te Ruslar bölgeyi işgal ettikten sonra resmi olarak Türkistan Genel Valiliğini kurarlar. 1918’de de Bolşevikler tarafından Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulur. Ancak 1924’e gelindiğinde Türkistan’ı birkaç ulus devletine bölerek bölgeye Orta Asya ismini verirler. Buna rağmen yurt dışındaki Türkistanlılar Kazak, Özbek, Uygur, Kırgız, Türkmen ve Karakalpak topraklarını Türkistan olarak saymışlar. Türkistan geniş bir coğrafyayı içerdiği için Batı Türkistan ve Doğu Türkistan olmak üzere iki kavram kullanılmıştır. Batı Türkistan bugünkü Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan cumhuriyetlerini içeren bölgedir. Doğu Türkistan ise günümüzdeki Çin Halk Cumhuriyeti sınırlarında yer alan Şincan Uygur Özerk Bölgesidir. Eserde bu iki terim çok kullanılmıştır. Parpi Özgen’in Batı Türkistan’a geçtiğini Kırgızistan sınırları (Oş, Özgen, Alay içerisi), Doğu Türkistan’a geçtiğini Kaşgar’a gelinmesinden anlamaktayız. Halktan bahsederken ise genelde Türkler ifadesi kullanılmıştır. Buradaki Türk, Anadolu Türkleri için değil, Kırgız, Özbek, Uygur vs. ayrımı yapılmadan Türkistan coğrafyasında karşılaşılan Türk topluluklarını ifade etmektedir.
Tarih yazımında kullanılmış “basmacı” terimini istiklalciler kendileri için hiçbir zaman kullanmamıştır. Bunun yerine beg (bey), mücahit, korbaşı, milliyetçi gibi ifadeler kullanmışlardır. Bu terimlerden “korbaşı”nın anlamına ve diğer bazı kelimelere biraz daha açıklık getirmek gerekmektedir.
Korbaşı: Basmacı liderine verilen bir unvandır. Sovyet hükümeti tarafından negatif anlamlar yüklenerek kullanılmıştır. Fakat halk ve basmacılar, liderlerini korbaşı olarak sayıyorlardı. Korbaşı kelimesi “yiğit başı,” yiğitlerin başı,” “grubun başı, lideri” anlamlarına gelmektedir. Bu terim ilk olarak 1917’de Türkistan Muhtariyeti kurulduğunda Hokand şehri polis müdürü Ergeş Beg için kullanılmıştır. Türkistan Muhtariyeti 1918 Şubat ayında Bolşevikler tarafından yok edildiğinde polis müdürü Ergeş Beg yanındakilerle birlikte Bolşeviklere karşı mücadelesine devam eder. Bu ilk mücadeleler korbaşı mücadelesi olarak bilindiği için, daha sonra mücadele liderleri için korbaşı kullanılmaya devam edilmiştir.
Dotay: Bu kelime Çincede kale komutanı anlamına gelir. 1930’larda Doğu Türkistan’ın vali, belediye başkanları için kullanılmıştır.
Pansat: Farsça anlamı “beş yüz” olan bu kelime beş yüz kişinin komutasındaki kişi için kullanılan askeri bir unvandır. Basmacıların bazıları yüzbaşı, pansat ve binbaşı gibi unvanları kullanmıştır.
Lira: Türkiye’nin para birimi olduğu aşikâr olsa da, eser içinde Türkiye’de bulunulan zamanlarda kullanıldığı gibi Kırgızistan, Doğu Türkistan, Hindistan, Tibet ve Pakistan’da geçen zamanlarda da birkaç kere lira kelimesi kullanır. Türkiye dışındaki bölgelerde başka para birimleri kullanılmış olmalıdır, ancak eseri yazarken ya da Türkçeye aktarırken hepsi lira olarak verilmiş olabilir. Eserdeki lira kelimesi hangi ülke sınırları içerisindeyken kullanılıyorsa o ülkenin para biriminin kastedildiği anlaşılmalıdır.
Dungan: Çin’de yaşayan Çinli Müslümanlar için kullanılan bir ifadedir. Resmi olarak Hui Müslümanları olarak bilinirler. Huiler, dil ve fiziksel olarak Han Çinlileri ile aynı yapıda olup, İslamiyeti benimsemişlerdir. Dilleri Çince olan Huilerin kelime hazinelerinde çok sayıda Arapça, Farsça ve Türkçe kökenli kelime de mevcuttur. Bunun nedeni Arap, Pers, Türk, Moğol ve Çin kökenlerine sahip olmalarıdır. Günümüzde Çin’in Kansu eyaleti ve Doğu Türkistan bölgelerinde daha fazla yerleşmişlerdir. Ayrıca Türk cumhuriyetlerinde de Dungan azınlıklar mevcuttur. Bu eserde Dunganlar hakkında birkaç kere bahsedilir. Dunganlar – bazı halkların ifadelerine göre Döngenler, Tunganlar, Turganlar olarak da isimlendirilmektedir. Par-pi Özgen’in de hatıratında birkaç değişik isimlerle verilmişti, fakat hepsini “Dungan” ifadesiyle düzelttik.

Eserdeki Yer Adları
Eserin bir özelliği de önemli olaylarla beraber bölge, şehir, yayla, dağ gibi yer isimlerini içeriyor olmasıdır. Örneğin Kırgızistan’da bulunan Oş ve Özgen şehirleri, Gülçö (Gülşe) kışlağı, Adır-Kışlak köyü, Kurşab kışlağı, Kara-Şoro yaylası, Açike yaylası, Beş-Tala yaylası, Sultan-Supa yaylası, Ayı-Tapan geçidi, Bülölü, Alay, Arka, Arpa, Ken-Say, Kök-Su, Erkeç-Tam gibi yer adları kitapta geçmektedir. Bununla beraber Korgan-Döbö, Kara-Su, Sopu-Kışlak gibi nerede olduğunu bilinmeyen yer isimleri de mevcuttur. Bu isimlerin zaman içerisinde değişmiş olabileceği düşünülebilir.
Eserde Doğu Türkistan bölgesinde bulunulduğu sırada Kaşgar, Ak-Su, Ürümçi, Artış, Hotan, Kuça, Yarkend, Tibet, Eskişehir, Abat, Maral-Başı, Kara-Terek, Yoyulgan-Su, Uluğ-Çat, Kızıl-Oy, Karakorum, Kargalık gibi kent, köy ve yayla isimleri geçer. Bununla beraber günümüzdeki konumları bilinmeyen Serhat, Kelkutta, Çaar-Taş, Encan-Keçik, Resker, Sancı, Kudu-Mezar, Gülen-Arık gibi yer isimleri de kayda geçirilmiştir. Pakistan sınırları içerisinde ise Keşmir, Dras, Lahor ve Karaçi şehirlerinin isimleri geçer.

Eserdeki Şahıslar
1920-30’larda Kırgız “basmacıları” arasında isimleri bilinen fakat tarihi bir belgede kaydı olmayan birçok lider ve kahraman vardır. Papri Özgen hatıratında bu kişiler hakkında da bilgi verir. Mesela, Mamatiraim, Canıbek Kadı’nın kardeşi Korganbay, Kadı’nın oğlu Töröbay’ın isimleri de eserde yer alır. Ayrıca, Kayıp Pansat, Adi Pan-sat, Aytmerek, Koşmat, Muratbek, Abdulhalık, Mati Binbaşı, Mamasali kadı, Bostonkul, Şerali, Erkinbay gibi çok sayıda korbaşının da ismi geçer. Fergana korbaşılarından Madaminbek (Muhammed emin Bey), Şer Muhammed, Halhoca, Moydun (Muhiddin) isimleri de mevcuttur. Bununla beraber 1932-33 senelerindeki Doğu Türkistan istiklal mücadelesinde savaşan Kırgızlardan: Osman paşa, Oraz, Kulubek Abdullah, Begimkul, Molla Şermat, Ahmet Molla, Özbeklerden: Satıbaldıcan, Uygurlardan: Mehmet Emin Buğra, General Temür, Hoca Niyaz, Şahmansur, Hafız, Dunganlardan: Mazuha, Gasilin, Mokosa gibi liderlerin isimleri de hatıratta yer alır.

Eserin Kısa İçeriği
Eserin birinci bölümü “İlk Yıllar ve Mücadelelerin Başlangıcı” adıyla Parpi Özgen’in kısa biyografisi, soyu, gençliği ile başlayıp, Sovyetlere karşı verdiği mücadelenin yanında Canıbek Kadı’nın (Gazi) verdiği mücadeleleri de anlattıktan sonra onun vefatıyla bitirilir. İkinci bölüm ise “Kendi Yaşadıklarım” adıyla Parpi Korbaşı’nın ve başka korbaşıların Alay, Gülçö, Özgen ve Alayku tarafındaki mücadeleleri anlatılır. Üçüncü bölüm “Yeni Maceralar” başlığı altında olup ikinci bölümdeki mücadelelerin devamını içermesinin yanında Doğu Türkistan ile Sovyetler sınırlardaki olay ve çatışmalara yer verir. Bölüm, Sovyetler tarafından mağlup edilen korbaşıların Kaşgar’a kaçmasının ardından Parpi Korbaşı’nın da 1932’de ailesiyle Kaşgar’a gelmesiyle son bulur.
Dördüncü bölüm “Doğu Türkistan’ın Kurtuluş Savaşı” başlığı altında, Doğu Türkistanlı; Uygur, Kırgız, Özbek ve Dunganların, Kırgızistan’dan Doğu Türkistan’a gelen basmacı liderlerin yanında Doğu Türkistan’ı Çin’in hakimiyetinden kurtarma mücadelesini konu edinir. Osman isimli bir Kırgız paşanın (General) Kaşgar’ı nasıl fethettiğini, onun Kaşgar’daki iktidarını, Alay bölgesinden gelen Adi Korbaşı’nın Kaşgar’a gelişi ve faaliyetlerini, kendisinin de bu olaylardaki yerini yazar. Doğu Türkistan’ı Çin’in egemenliğinden kurtardıktan sonra Dunganlar ile Türkler arasında çıkan iktidar savaşı da anlatılır. Son olarak, 1934’te Çin’in bölgeye tekrar hâkim olmasıyla, kendisinin ailesiyle birlikte Tibet üzerinden Pakistan’a gelmesi ve 1953’te Türkiye’ye ulaşmasıyla eser sona erer.

İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE

HACI PARPİ ÖZGEN’İN HATIRALARI
YAZAN: TAHİR ÖZGEN
Kızıl Baskı Altındaki Türkeli

Hacı Parpi Özgen


Oğlu Tahir Özgen


BİRİNCİ KISIM
İLK YILLAR VE MÜCADELELERİN BAŞLANGICI
Ben Türkistan’da, Fergana Özgen’de doğdum. Kabilem Kırgız Adigine Dunguçtandır. (Coru).[11 - Kırgız Türkleri 40 boydan oluşmaktadır. Coru bu 40 boydan biridir. Çoğunlukla Kırgızistan’ın güneyinde, Fergana vadisinin doğusunda, dağ eteklerinde yaşarlar.] Tengiz Baydan, Üçbay oğullarındanım. (Tengiz Bay, zengin demektir.) Üçbay, adı zamanında çok zengin olan üç kardeşten gelmektedir. Bunların zenginliğini anlatmak, için, yaşılar, “Üçkardeş bir yerden bir yere göçerken bütün yollar boşaltılırdı” derler. Bu darb-ımesel üç kardeşin büyük hayvan sürülerine, mala, mülke ve nüfuza sahip olduklarını gayet iyi ifade eder.
Ak Nazar, Nazar Kul ve Aiyt Kul adındaki bu üç beyin ahfadı zamanla 60 aile olacak kadar çoğalmıştır. Ben Hacı Parpi Bay, Nazar Kul’un torunuyum. Babam Mehmet İbrahim (Mamatraim) ben üç yaşımda iken ölmüş, on iki yaşına geldiğimde annem ve kardeşim vefat ettiler. Mati[12 - Mati Binbaşı Kırgızistanlı tarihçi C. Bötöneyev’in arşiv araştırmalarıyla yayınladığı eserlerinde Alay, Kara-Kulca bölgesindeki itibarlı Mati Binbaşı’nın Sovyet Hükümeti tarafından sürgün edildiğini belirtmiştir. Bu hatıratın da sonraki bölümlerinde Mati Binbaşı’nın sürgün edilmesi geçer. Bötöneyev, C. “Keneş Ökmötünün Kırgızstandagı Kalktın Kaymaktarına Karşı Sayasatı: Cürüşü cana Kesepetteri (XX kılımdın 20-30-cıldarı)” Oş Devlet Üniversitesi Dergisi s. 52-59. 2020.] adında bir binbaşının himayesinde iyi bir eğitim ve itina ile yetiştiğim için 14 yaşımda, Kabilem beni “Köy Kaymakamı” yaptı. Birkaç yıl bu görevle kabileme hizmet ettim. Daha sonra atalarım gibi ticarete atıldım. Durumum onlarınki gibi muhteşem olmadı ama oldukça zengin sayılırdım.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı böylece özetledikten sonra gelelim Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla değişen dünyaya ve bizim durumumuza:
Bir gün beni Mati Binbaşı yanına çağırdı ve:
– Artık dünya çığırından çıktı. Biz kendi hesabımıza kendimiz için bir çıkar yol bulmazsak kurtulamayız, dedi. Gerçekten kısa bir süre sonra sağımız solumuz baskınlarla harap edilmeye başlandı. Kabilemizden topladığımız birkaç yüz askerle kendi topraklarımızı 1922’ye kadar korumayı becerebildik.
O sıralar Türkistan Fergana’da (Beg) adında aydın Türkistanlılar bulunuyordu. Mehmet Emin Beg, Şer Mehmet Beg, Moydin Beg, Halil Hoca Beg[13 - Bu begler 1918-1922’ler arasında Fergana vadisindeki Basmacı Hareketinin en önde gelen lider ve korbaşılarıydı. Şer Mehmet Beg dışındakilerin hepsi 1922 yılına kadar Bolşevikler tarafından öldürülmüştür. Şer Mehmet Beg ise 1970’de Adana, Türkiye’de vefat etmiştir. Ali Bademci, Basmacılar, İstanbul, 2017, s. 333] ve bunların arkadaşları ünleri her yerde duyulan sayılı Beglerdendi. Begler durmadan Ruslar aleyhine genişletmek için büyük gayretler sarf ederlerdi. Yapılan çarpışmalarda çoğu zaman Ruslar yenilir, yaptıkları hücumlar kendilerine çok pahalıya mal olurdu.
1922 yılında artık bu kavgalar bitmiş, bulunduğumuz mıntıkalar Rusların eline geçmişti. Yalnız Özgen, Gülçö, Alayku[14 - Bu yerler günümüzde Kırgızistan’ın güney doğu bölgesinde yer almaktadır.] ve bu civarın bazı bölgelerine kadar olan topraklar bizim elimizdeydi. Yine Rusların sömürdüğü ve Doğu Türkistan sınırı sayılan bu bölgede de huzurumuz yoktu. Gerçi canımıza dokunulmuyordu, ama silahlarımız alınmış, müdafaadan aciz hale getirilmiştik. Bu göz boyama ve sömürme siyasetlerini devam ettirmek için Mati Binbaşıyı adı geçen yerlerden birine vali, beni de Ticaret Başkanı yapmak gibi bir düzene başvurdular. Fakat karşılığında Doğu Türkistan’ın, bu dünyanın en zengin ülkenin altını ve gümüşünü Rus kasalarına aktardılar.
Hudutların bizim elimizde oluşu Rusların fazla ileri gitmesine engel oluyordu. Kimi zaman bir ayda beş yüz hayvan geldiği oluyordu. Fakat biz bu zahiri ilerlemeye oyalanırken Ruslar hazırlılıklarını bitirmiş, amaçlarına ulaşmışlardı. 1925 yılında bir gün aniden Türkistan’ın bütün ileri gelenlerin, iş adamlarının ve aydınların kıskıvrak hapsedilmesiyle beynimizden vurulmuşa döndük. Gözümüz açılmıştı, ama hapsedilenlerin bir tanesi bile geri dönmedi.
Kaybolanlar arasında Mati Binbaşı da vardı. Ben bu haberi öğrenir öğrenmez kaçtım, iki yıl devamlı evimi göz hapsinde tuttular. Ben yakalanmamak için durmadan yer değiştiriyordum. 1926’da Türklerin elinde ne var ne yoksa hepsini toplayıp alan Rusların beni aramaları boşuna oldu. İlkin Özbekistan’a daha sonra Ayım Kışlak’a, en sonra da Oş’a gittim ve birer yıl kaldım.
Benim Oş’ta bulunduğum yıllarda, kabilemin en kudretli Beglerinden biri ve Özgen Valisi olan Canı Beg[15 - Canıbek Kazı – Canıbek Kadı, Doğu Fergana’da Sovyet Hükümetiyle en uzun süre savaşan basmacı lideridir. Basmacılar Hareketinin her iki dönemine de katılmış ve her iki dönemde de baş lider, korbaşı olmuştur. Kendisi zamanında bölgesinin yöneticisi ve Kadısı olmuştur. Kadı kelimesi Kırgızlarda Kazı olarak söylenir. Bu yüzden hatıratta Kazı diye geçer, ancak basımda bu kelime Gazi olarak değişmiştir. Canıbek Kadı hakkında Kırgızistan’da yapılan araştırmalarda, babalarının soylu bir tüccar olduğu, kendi çiftliğinin olduğu, medrese ve camilere yardım etmesinin bahsi geçer. Özgen’de Ak-Car ilçesinin kaymakamı, kadısı olmuştur. Onu sadece Özgen, Oş değil, bütün Fergana, Kaşgar tarafı tanımış, bu bölgelerin beyleri onun fikrine önem vermiştir. Ekim devrimine kadar Oş eyaletindeki kaçakçılığı kontrol altında tutmuştur. Önce Sovyet hükümeti ile işbirliği yapmış, ancak sonra Sovyetlerin yanlış politikaları karşısında durarak onlara karşı çıkmıştır. Canıbek Kadı Kırgız-Özbek halkının kardeşçe yaşamasını sağlamıştır. O basmacı değil, kendi halkının özgürlüğü için, topraklarının bağımsızlığı için mücadele eden bir kahramandır. Ne var ki Sovyetler döneminde arşivlere Sovyet Hükümeti sınır muhafızlarının can düşmanı, basmacılar hareketinin lideri, zorbalıkla halkı korkutan çete başı, başka birkaç basmacı liderle Sovyetlere kaşı savaşan bir şahıs olarak kaydedilmiştir. Onun 400 askeri olmuştur ve halkı yağmalamıştır. Canıbek Kadı Sovyetlerin sınır muhafızlarını, casuslarını, hükümet taraftarlarını acımasızca öldürmüştür. Sovyet ordusuyla 20 dan fazla çatışma yaşanmıştır. Baybolot Abıtov, Canıbek Kazı kim bolgon? Eldin adamıbı je keneş ökmötünün, öz elinin düşmanıbı? Kırgız Tuusu gaztesi. (kyrgyztuusu.kg)] de Ruslar tarafından aranıyor, peşinden asker gönderiliyordu. 1927 yıllarına doğru Canı Beg iyice kuvvetlenmiş ve etrafına mücahitlerini toplayarak bir çete kurmuştu. Yaptığı bütün çatışmalarda Rusları bozguna uğratıyor, peşinden gelenleri yakaladığı yerde öldürüyordu. Rus askerinin ve subayının Canı Beg’ten gözü iyice yılmıştı. Maalesef bu büyük mücahidi yakalamakla görevlendirilen vahşi Rus subayları, kendilerini çok uğraştıran ve yıldıran bu gazinin yerine suçsuz, günahsız Türkistanlıları öldürüyor, hınçlarını halktan alıyorlardı.
Türkistan coğrafi bakımından dağlık bir bölge olduğu için iklimi serttir. Yazları sıcak, kışları çok şiddetlidir. Kış mevsiminin muharebeye elverişsiz olması sebebiyle, Ruslar saldırmak için bunu fırsat bildiler. Karların birbirimizle irtibatı kesecek kadar çok olduğu günler baskınlarını artırdılar. Büyük kayıplar vermemize rağmen dayanıyorduk. Bizim bu cansiperane karşı koyuşumuzdan korkan ve başa çıkamayacağını anlayan Ruslar bu sefer Türkistanlı komünistleri asker yapıp Canı Beg Gazi’yi bertaraf etmek yolunu seçtiler.
Durumun kötüye gittiğini anlayan Gazi adamlarını güçlükle bir araya getirip bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Canı Beg Gazi Doğu Türkistan’a geçip Çin Hükümetinden yer istemeyi, verdikleri takdirde hep birlikte oraya göç etmeyi teklif etti. Bunun üzerine Canı Beg yanına seçme adamlarını alarak Doğu Türkistan’a gitti. Haber kısa zamanda Rusların kulağına ulaştı ve dağcı askerlerle komünistler Canı Beg Gazi’nin akrabalarının barındığı, avunmaya elverişli, fakat kışın dört yanı karlarla kaplı, 600 hanelik Kara Şoro yaylasını basıp, zaptettiler. Yazın 10000 Rus askerini bile rahatça püskürtebilecek bu iki yanı da dağlık arazide Canı Beg’in askerleri çok zor durumda kaldılar ve soğuklar sebebiyle müdafaa yapamadılar.
İstilacılar Canı Beg’in topu üç yüzü aşmayan askerlerini çağırarak kendilerine bir şey yapmayacaklarını, fakat Gazi’yi yakalayabilmek için silahlarını teslim etmeleri gerektiğini söyleyerek bir anlaşma teklif ettiler. Askerler mühlet isteyip kendi aralarında bir toplantı yaptılar. Toplantıda Canı Beg’in bir oğlu ve damadı da hazır bulunuyordu. Gazi’nin oğlu savaşmakta ısrar ettiğini bildirdi. Silahları teslim etmenin doğuracağı felaketi anlatarak, şehit düşmeyi daha uygun bulduğunu güç olduğu fikrindeydi. Parasız olduklarını öne sürdü.
Abdullah Beg isminde bir başkası ise Doğu Türkistan’a gidebilmenin kendileri için imkânız olduğu düşüncesiyle derhal teslim oldu. Damadın fikrinden cesaret alıp teslim olanların sayısı yediyi aşmıyordu. Adamları ise çoluk çocuklarıyla birlikte 300 kişiydiler. Bu 300 kişi bağlanıp hapsedildi, malları ellerinden alındı, yalnız çoluk çocuklarına dokunulmadı. Artık Kara Şoro Yaylası zapt edilmişti. Gazi’nin oğlu babasına sadık kalmış, fakat damat sözünde durmamıştı. Canı Beg Gazi Türkistan’da bu haberleri duymakta gecikmedi. Yanındaki 40 kişi ile hemen geri döndü. O’nun geri döneceğini bilen Ruslar yolunu kesmek istedilerse de, emellerinde muvaffak olmaları pek kolay olmadı. Alay, Arpa, Kensay, arka denilen yaylalardan Gazi’ye ve adamlarına aldırdılar. Arazinin dağlık olması Ruslar için dezavantajdı. Üç gün üç gece süren arama ve çarpışmalardan bir sonuç elde edemeyerek ateşi kestiler.
Canı Beg Gazi Rusların geri çekildiklerini sanarak istirahata çekildi. Zaten açlık ve susuzluk başlamış, ayakta duracak kadar bile takatleri kalmamıştı. İki dağın arasında bir geçitte dinlenen Canı Beg Gazi ve adamlarını, buraları iyi bilen Müslüman Komünistler takibediyor ve Rus askerlerine kılavuzluk yapıyorlardı. Canı Beg Gazi’nin civara diktiği nöbetçilerin uyuduğu bir sırada Ruslar hücuma geçip iki nöbetçiyi kılıçtan geçirdikten sonra Canı Beg’in ve adamlarının üstüne bir baskın yaparlar. Gürültüye uyanan Gazi derhal atına atlayıp kurtulmaya çalışır. Peşinden koşan ve silahını teslim etmesini isteyen Rus subaylarıyla bir hayli mücadele eder ve önüne geçenleri öldürerek kaçar. Kaçmasına daha önce pusuya yerleştirdiği boğaz muhafızları da yardım eder, Rusları oyalar. Fakat 150 kişilik silahı askere ancak iki saat dayanan bu iki muhafız, Gazi’nin kurtulmasından az sonra şehit düşerler.
Bu olay Gazi’nin adamları arasında bir moral bozukluğuna yol açar. Şehit olan iki muhafızdan biri Gazi’nin akrabası ve nüfuzlu bir mücahitti. Bir kısım mücahitler O’nu Gazi’den daha çok sever ve sayardı. O’nun ölümüyle her şeyin bittiğini sanıp, mücadeleden vazgeçtiklerini bildirdiler. Gazi’den son bir defa izin isteyip ayrılmayı ve geri dönmeyi planlaştırdılar. Aynı Kara Şoro’dakiler gibi bunlar da Doğu Türkistan’a gitmenin imkânsız olduğu kanaatine vardılar. Ve dediklerini yaptılar. İçlerinden biri Canı Beg Gazi’nin yanına gelip:
– Beg, bizim gerçek başkanımız şehit oldu. İzin ver de artık memlekete dönelim. Der. Onlara izin vermediği takdirde işin kötüye varacağını ve hatta kendisini öldürebileceklerini hisseden Gazi razı olur. Geriye yakın akrabalarından müteşekkil altı-yedi kişilik bir gurup kalır. İşte bu gurup bizim memlekete yani Alayku’ya gelmiştir. Burada birçok vatanperver çeteciler ve mücahitler Gazi’ye yardım ederler. Yeniden kuvvetli bir mücahit kadrosu teşkil edilmiştir ve derhal Rusların intikam almak için hazırlıklara girilmiştir. Yapılan ilk hücumlarda üç-dört kuvvetli Rus Hudut Karakolu basılarak ateşe verilmiştir.
Bu maceralı günlerden sonra 1928 yılının kışı gelip çattı. Bu müthiş bir kıştı ve Ruslar için kaçınılmaz bir fırsattı. Yiyecek, içecek, giyecek adına bir şey kalmamış, hayvanlar bile dağdan şehirlere inmişti. Beg Gazi derhal fazla beklemenin lüzumsuz olduğuna hükmederek adamlarını topladı ve Türkistan’da karı az olan bir bölgeye gitti.
Oş şehrinin hapishanesinde hapsedilen Gazi’nin 300 adamı ise bu sıralarda büyük bir isyan çıkararak, gardiyanları öldürmek suretiyle kurtulup kaçmışlardı.[16 - “Oş zindanları tam anlamıyla bu dünyanın cehennemiydi. Güneş ışığının girebileceği en ufak bir delik yoktu. Basık, karanlık ve oldukça rutubetliydi. Mahkûmlar ya “Basmacı” ya da zanlısı idi. Kadı’nın 300 yiğidi, ailesi ve diğer yakınları da buradaydı. 300 yiğit Temmuz 1927’den beri bu cehennemde çile dolduruyordu. Oş zindanında, mahkûmlara günde bir öğün çamurlu patates çorbası veriliyordu. Karanlık ve rutubetten kimse birbirini bile göremezdi. Açlıktan ziyade, rutubetin getirdiği körlük herkesin şikayet konusuydu ama aldıran da yoktu. Zindan, 22 odadan meydana geliyordu. Her odada 100 esir ve önünde de 2 silahlı nöbetçi bulunuyordu. Asıl “Basmacılar” 4 iç odadaydı. Gözü dönük 8 yiğit daha iç odadaydı. Bunlar: Abdullah, Tölen, Korgan, Koş, Düşünbe, Ömer, Kasım ve Osman korbaşılardı. Rahat durmayan mahkûmlar da bu 8 yiğitti… Devamlı surette kaçma planı yapıyorlardı. Kaçma fırsatını da, mahkûmiyetlerinin 10. ayında dışarıya güneşlenmek için çıkarıldıkları zaman elde ettiler. Dışarıya çıkartılırken, birçok nöbetçiyi boğarak öldürdüler, çoktan söktükleri zincirleri bir tarafa atarak, diğer mahkûmları da aynı şekilde çözdüler. İsyan başlamıştı. Öldürülen nöbetçilerin silahları ile damda bulunan diğer nöbetçiler de temizlendikten sonra, esirler, toplu halde silah ve malzeme deposuna hücum ettiler. Depoyu tamamen boşaltarak, silahlandılar. Artık kurşunlar rastgele sıkılıyor ve zindan sallanıyordu. Sabahın gün doğumundan, akşamın karanlığına kadar, Bolşevikler ile tutsak mücahitlerin mücadelesi aralıksız devam etti. Silah seslerine zindan etrafında birçok ahali ve çevre karakollara mensup kızıl asker, vuruşma veya temaşaya geldi. Hava karardığı zaman, tutsak mücahitler kaçmaya niyet ettiler ise de, her taraf yağlı bez ışıklarıyla aydınlatıldığından mümkün olmadı. Ertesi gün, iki helikopter, havadan yardıma yetişti. Her taraf sarılıydı. Kurtuluş kolay değildi. Zindanın doğusu bir uçurum meydana getiren dere, diğer yönler ise kalın ve sık dokulu tel örgü ile kaplıydı. Aklın alamayacağı mücadelenin üçüncü gününde, mücahitler dereye atlayarak kaçmayı denediler. Dere aşılabilirse kaçmak mümkün olabilecekti. Çünkü akla gelmediği için bu yönde tedbir alınmamıştı. Öyle oldu: en evvel Osman Bek 25 m. yükseklikteki duvardan kendini dereye attı. Fakat, yaylım ateşi ve atlayışın hızı onu dereye paramparça olarak bıraktı. Her şeye rağmen, ardından, Korganbek atladı. Osman Bek’in vücut parçalarını siper ederek çeyrek saat derede yaşayabilen Korgan, elindeki makineli ile 10 kadar kızılı daha öldürdükten sonra, yıldırım hızıyla kaçmayı başardı. Fakat, sonu yoktu. Her atlayan önce kurşunlandı, sonra da derenin bulanık sularında boğuldu. Daha sonra da, sağ kalanlar kurşuna dizilerek aynı dereye atıldı.” Ali Bademci, Basmacılar, İstanbul, 2017, ss. 347-348.] İsyan hapishanede Rus Ordusuna ait silahlar bulunduğu haberi üzerine çıkmış ve gerçekten burada emniyet altında sanılan 450 silahın hepsi mahkûm mücahitlerin eline geçmiştir. Bu silahlar isyan eden üç yüz Türkün Oş şehrindeki Rusların teker teker öldürülmesine kâfi gelmiştir. Abdullah Beg Ruslardan temizlenen Oş şehrinden çıkmamakta direnir ve Ruslarla çarpışarak istediğini söyler. Bu kurtulan Türklerin felaketi olur. Hapishane civarına açılan hendeklere mücahitler yerleşir ve pusuya yatarlar, fakat bütün kahramanlılarına rağmen sabaha doğru hava taarruzu başlar ve birçoğu şehit olur. Kalanlar ise cephanesi bittiği için teslim olmaktan başka çıkar yol göremezler. Sabah olunca Oş yeniden Rusların eline geçmiştir.
Bu büyük saldırıya kahramanca karşı koyan mücahitlerin yaptığı akıl almaz savunmayı bir Rus Subayı’nın ağzından dinlemek iyi bir fikir verir:
– Eğer bomba ve zehirli gazlarla değil de onlar gibi silahla cephe harbi yapsaydık, Türklerin yanına yaklaşamazdık bile. Hepsi en az bir kilometrelik yere nişan alır. Bu çarpışmadan Canı Beg Gazi’nin kardeşi Korgan Beg’le birlikte sağ çıkan bir gazi de:
– Ruslar ilkin bize hücum etmekten çekindiler. Cephanemizin tükenmeye başladığı, anda ancak taarruza geçebildiler. Diyerek Rus subayının anlattıklarının mübalağa olmadığını ispatlar.
Yukarıda de belirttiğimiz gibi Oş çarpışmasında sağ kurtulan Canı Beg’in kardeşi Korgan Beg, doğruca ağabeyinin yanına gitti. Gazi O’nu karşısında görünce gözlerine inanamadı. Ve 1929 yılının onuncu ayında Canı Beg askerleri ile birlikte Doğu Türkistan’da Serhat Yoyulgan’da yerleşti. Oğlu Mehmet İbrahim’i oradan evlendirerek Çin tebaasına kaydettirdi. Burada Gazi yeni planlarla meşgulken Molla Osman Eşan adında bir şeyh askerleri tahrik ederek Ruslarla çarpışmaya sevk ediyordu. Heyecanlı Mollanın bu niyetini öğrenen Gazi birgün:
– Hocam, Ruslarla savaşmayı hepimiz isteriz, ama mevsim kış. Bizi kolayca perişan ederler. Dağdaki geyik şehirde yaşar mı? Diye nasihatte bulunursa da dinletemez.
– Korkuyorsan, yıldıysan sen rahatına bak. Ben gidip çarpışacağım ve şehit olacağım. Diyerek inat eder.
Şeyh dediğini yapar ve yanına Gazi’nin oğlu Töre Bay adında kahraman bir mücahiti de alıp, yola çıkar. Dört-beş gün sonra karasu, Korgantrepe, Sopakışlak’ı geçip şehre ilerler ve içinde 200 çocuk bulunan bir okulu ateşe verirler. Bu olay üzerine Ruslar derhal harekete geçip Şeyhi ve adamlarını kıskıvrak çevirir ve imha ederler. Kaçabilen on iki kişi Sarıkula vasıl olur. Kurtulanlardan Töre Bay Sarıkul’a gelirken Rusların bir oyununa kurban gidiyor. Kendisine Şeyhin ölmediğini ve bir evde gizli olduğunu söyleyen birkaç kişiye kanıp dedikleri yere gidiyor. Fakat birden bir makineli tüfek ateşi başlıyor ve Töre Bay ağır yaralı olarak kurtulmayı beceriyor. Açlık ve soğuktan başka bir de yaralı olmak Töre Bay’ın gücünü iyice kesmiştir. Kurtuluş çaresi olmadığını anlayınca askerlerini çağırıp:
– Şuraya bir oyuk açın: emerini verir. Açılan oyuğa giren Töre Bay kürkünü üstüne çekip arkadaşlarıyla helâlaştıktan sonra kendisini bırakıp gitmesini söyler. Mücahitler ister istemez O’nun dediklerini yerine getirmişler ve babasına ancak selamını iletebilmişlerdir. Ağlaya ağlaya yola koyulan bir avuç mücahit, ancak 4 gün sonra Doğu Türkistan’a gelir. Yarı ölü halde kendilerini evlerine zor atarlar.
Beg Gazi durumu öğrenince üzülür. Fakat bu söz dinlememenin cezasını yalnız onlar değil bütün Türkistanlılar çekmişlerdir. Ve fevci günler yeniden başlar. Yalnız ve askersiz kalan Gazi’yi Çin Hükümeti yakalayarak Kaşgar’a götür. Bereket ki Gazi Ruslara teslim edilmez, kısa bir süre sonra Hotan’a gönderirler.[17 - Uygur Türklerinden İsa Yusuf Alptekin 1920-30 yıllarında Çin Cumhuriyeti’nin memuru olarak çalışmıştır. 1920 sonlarında ise Çin Cumhuriyeti’nin Sovyetler Birliğindeki (Taşkent) şehrinde konsolos yardımcısı olarak görev almıştır. 1940’larda ise Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ndeki önemli liderlerin biridir. 1950’lerde Türkiye’ye gelen İsa Yusuf Alptekin, vefatına kadar burada kalmıştır. 1970’lerde yazdığı hatıratında Canıbek Kadı’dan bahseder. 1929’da Canıbek Kadı’nın Çin tebaası olan Doğu Türkistan’a geçmesine yardım ettiğini ve Canıbek Kadı Kaşgar’da iken Rusların Çin Hükümetini sıkıştıran Canıbek Kadı’yı geri vermesini istemiştir. Çin Hükümeti bunu yapmak istememiştir ama yine Yusuf Alptekin ve başka önemli yerel liderlerin girişimiyle Rus konsolosluğu olmayan Hotan şehrine gönderdiklerini belirtir. İsa Yusuf Alptekin, Mücadele Hatıraları. İstanbul, 1985. s. 98. Doğu Türkistan Neşiriyat Merkezi.] Nitekim çok az bir zaman sonra Rus Hükümeti Çin’e baskı yaparak, Gazi’nin kendilerine teslim edilmesini ister. Çin Hükümeti Gazi’nin öldüğünü bildirerek Rusların talebini yerine getirmiştir. Hatta başka bir ölüyü merasimle gömdürüp Rusların iyice kanaat getirmeleri sağlar.
Bu mevzuda Gazi’ye en büyük yakınlığı gösteren Ho-tan Dotayı olmuştur. Dotay Gazi’yi bizzat evinde saklamış, iaşe ve ibatesiyle meşgul olmuştur. Gazi bundan sonra 1933 yıllarında rahmetli Mehmet Emin Buğra’nın yanına geçip Doğu Türkistan’ın istiklal savaşında büyük yararlıklar göstermiştir.
Hotan, Kargalık, Yarkent O’nun önderliği ile istiklaline kavuşmuştur. Canı Beg Kaşgar’a 250 askerle gelmiştir. Kaşgar’da bir süre dinlenirken bir dedikodu yayıldı: Güya Kaşgar’da Osman Paşa Gazi’yi yakalatıp, göz hapsine atmıştır. Fakat bunun asılsız olduğu birkaç ay sonra anlaşıldı. Çünkü Gazi çoluk çocuğu ile Pamir’e, Pamir’den de Hindistan’a geçti. Orda Gilgit’in bir bucağı olan İşkanan’da yerleşti. Gazi eceli ile ölmüştür. Damadı Gökçen Bay’da orada eceli ile öldü. Ahfadı şimdi orada yerleşmiştir.

İKİNCİ KISIM
KENDİ YAŞADIKLARIM
1927’de her şeyimi bırakarak Ayımkışlak’a[18 - Ayımkışlak, günümüzde Kırgızistan sınırına yakın Özbekistan içinde bulunmaktadır. 1918-1925 yılları arasında Basmacı Hareketinin mücadelecilerinin sığındığı köylerden biridir.] sığındım. Bir yıl orada, bir yıl da Oş’ta kaldım. 1929 yılında Mati Binbaşı ile Yusuf Bay Gazi Sibirya’ya sürülmüştü. Beni de yakalayabilmek için peşime adamlar takmışlardı. Takip edildiğimin farkındaydım. Hiçbir arkadaşımla irtibatımı kaybetmiş değildim. Devamlı olarak mektuplaşıyordum. Bu sıralar Özgen’den Kayıp Pansat bir gece bir Rus kasabasını basarak bir hayli silah ve cephane elde etti ve çete kurdu. Ben de Oş’tan Gülçö yaylasına inerek Adi Pansatlarla işbirliği yaptım. Bir teşkilat kurduk. Gülçö Kırgızistan’ın bir kazası idi.
Amacımız Ruslarla sahte bir dostluk kurup, onlardan intikam almaktı. Dediğimizi yaptık. Bir Pazar günü bizim arkadaşlarla Rus büyüklerini yemeğe çağırdılar. Lokantada verilen ziyafete oldukça kalabalık gelmişlerdi. Aradan bir az vakit geçti, sessizce lokantaya girdik ve Rusların davranmalarına bile fırsat vermeden işimizi bitirdik. Ancak iki tanesi lokantadan kaçıp kurtulduysa da kısa süre sonra izlerini bulduk ve saklandıkları evle birlikte diri diri yaktık.[19 - Bu olay Sofiya Nurmatova’nın Narod.ru sitesine yazdığı “Russkie v Oşe. Tri Vstreçi Danila Korduba” yazısında da belirtilmiştir. Ayrıca, Kırgız halk yazarı Sagındık Ömürbayev’in “Öerttüü geçit” tarihi romanında da bu olay geçmektedir. Sagındık Ömürbayev’in “Öerttüü geçit, Furunze. 1990. s.703.]
Uçsuz günahsız kadınlarımız, çocuklarımızı boğazlayan Ruslarla ders vermeyi çok arzuluyorduk. Gülçe’yi ateşe vererek intikamımızı almış olduk. 150 kadar silah ve bir hayli de cephane toplamıştık. Fakirin fukaranın elinden zorla aldıkları giyim eşyalarını geri aldık ve ihtiyacı olanlara dağıttık. Bir kısmını da kendi aramızda paylaştık. Bülölü’ye gelmiştik ki akabinde Ruslar buraya da hücum ettiler. Havadan saldırıyorlardı. 1930 yılında çoluk çocukla birlikte Doğu Türkistan dağlarına çekilmek zorunda kaldık. Sonra yeniden Türkistan’a inip Kurşap Merkezine yeni bir baskın düzenledik. Ama baskını daha önceden haber alan Rusların zorlu mukavemetleriyle karşılaştık, bu çarpışmada cephane ve silah yağma edemedik.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/tahir-ozgen/turkistan-dan-turkiye-ye-69499495/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
“Barpi’nin Farsça “Berfi” (kar) sözcüğüyle ilişkili olmalı. “Kar”, “karsıl”, “kar gibi”, “ilk kar tanesi” gibi anlamlara da tekabül edebilir. Özellikle kışın doğan çocuklarda kullanılan bir isimdir. Oş-Celalabad bölgesinde f’ler p/b’ye dönüştüğünden “Berfi” Parpi’ye dönüşmüş olabilir. Buna ek olarak, “Barpık” kelimesi aynı bölgede “titrek” demek. Bebekliğinde hastalanmışsa ve titremeleri olmuşsa bu ismin kullanılmış olması muhtemel.” Kelime kökenine açıklama getiren Orta Doğu Teknik Üniversitesi Modern Diller Bölümünden Öğr. Gör.Dr. Uğur Köroğlu’na teşekkür ederiz.
Anadolu Türkçesindeki “hastalanan insanları ocak denilen kimselerce, ev ilaçlarıyla ya da okuyarak iyileştirme işlemi” ve “çok üşümüş kimseyi, sıcak ve kuru bez, havluyla ısıtmaya çalışmak” anlamlarına işaret eden Harun Özgen’e teşekkür ederiz.

2
– Verilen malumatın doğrulunun temini için arkadaşlarım Abdülkadir İnan, Kocağolu Osman, Andullah Taymas mücahitlerden Şir Mehmet Bek ve Kırgız rehberi Parpi Hacı gibi hadiselere bizzat karışan zevata okutuldu. Önsoz.
– İhitiyar Muhaç da bunun bir nüshasını ve Kaşgar tarafına geçmelerine tasfiye eden mektubumu Kırgızların baş mücahidi Parpi Beke Fergana Özkend dağlarına götürüp ondan da at üzerinde oturan resimini ve selamlarını Başkurdistan’a döndü. Sonra biz Parpi Hacı ile Türkiye’de buluştuk. Khoten, Tibet ve Hindistan yolu ile gelmişti. Hayatı akıllı bir kahraman destandır. Zeki Velidi Toğan, Hatıralar. Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Ülkelerinin Milli Varlık ve Kültür Mücadeleleri, İstanbul. 1969. Önsöz ve 234 sayfa.

3
C. Bötönöyev, “Tüştük Kırgızistandagı Masalık Kollektivdeştirüü Saysatı: XX – kılımdın 20-40 – cıldarı. Kanditaskaya dissertatsıya. (Dktora tezi)., Z. Altımışeva; “1920-cıldardın ayagı, 1930-cıldardın başında Kırgızstandın tüştügündögü basmaçı kıymılı” (Yeni arşiv belgeleri) 2009, No 1. s.7., “1930- cc. Kırgızstandan Kıtayga emigratsiyalık Kıymıldar”, Manas joornal of social studies. Vol. 4. No 1. 2015. “ Kırgızistan’da Basmaçı hareketiyle İlgili yeni Bilgiler (1925-1934). Biligdergisi. Sayı 82, 2017, ss. 96-116., . A. Arstanov. “sovet BiyligininAgrardık Sayasatına Karşı Kırgı Dıykandarının Küröşü1. İzvestiye vuzov. No 9, 2011. s. 158-160. Tagayev. M. “Kulaktar”, “Basmaçılar” cana “Üçiltik” // Kırgızstan Madaniyatı. 1992. No. 49.

4
Şer Muhammed, “Hatıralar”. Türkistan Sesi dergisi. 1956-1957. Ankara

5
Hasan Oraltay, “Hürriyet Uğurunda Doğu Türkistan Kazak Türkleri,” İstiklal Matbaası, İzmir 1961.

6
Halife Altay “ Anayurttan Anadolu’ya”, Ankara, 1998. TC Kültür Bakanlığı yay.

7
İsa Yusuf Alptekin “Mücadele hatıraları.” İstanbul 1985. Doğu Türkistan Neşriyat Merkezi.

8
Zeki Velidi Togan, “Hatıralar, Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Ülkelerinin Milli Varlık ve Kültür Mücadeleleri”, İstanbul, 1969.

9
Çağatay Koçar, “Atayurttan Anayurda Türkistanlılar” Adana, Ekrem Matbaası.

10
Hacı Parpi Özgen, “Türkistan’dan Türkiye’ye Hatıralar”, Konya, Yeni Kitap Basımevi.

11
Kırgız Türkleri 40 boydan oluşmaktadır. Coru bu 40 boydan biridir. Çoğunlukla Kırgızistan’ın güneyinde, Fergana vadisinin doğusunda, dağ eteklerinde yaşarlar.

12
Mati Binbaşı Kırgızistanlı tarihçi C. Bötöneyev’in arşiv araştırmalarıyla yayınladığı eserlerinde Alay, Kara-Kulca bölgesindeki itibarlı Mati Binbaşı’nın Sovyet Hükümeti tarafından sürgün edildiğini belirtmiştir. Bu hatıratın da sonraki bölümlerinde Mati Binbaşı’nın sürgün edilmesi geçer. Bötöneyev, C. “Keneş Ökmötünün Kırgızstandagı Kalktın Kaymaktarına Karşı Sayasatı: Cürüşü cana Kesepetteri (XX kılımdın 20-30-cıldarı)” Oş Devlet Üniversitesi Dergisi s. 52-59. 2020.

13
Bu begler 1918-1922’ler arasında Fergana vadisindeki Basmacı Hareketinin en önde gelen lider ve korbaşılarıydı. Şer Mehmet Beg dışındakilerin hepsi 1922 yılına kadar Bolşevikler tarafından öldürülmüştür. Şer Mehmet Beg ise 1970’de Adana, Türkiye’de vefat etmiştir. Ali Bademci, Basmacılar, İstanbul, 2017, s. 333

14
Bu yerler günümüzde Kırgızistan’ın güney doğu bölgesinde yer almaktadır.

15
Canıbek Kazı – Canıbek Kadı, Doğu Fergana’da Sovyet Hükümetiyle en uzun süre savaşan basmacı lideridir. Basmacılar Hareketinin her iki dönemine de katılmış ve her iki dönemde de baş lider, korbaşı olmuştur. Kendisi zamanında bölgesinin yöneticisi ve Kadısı olmuştur. Kadı kelimesi Kırgızlarda Kazı olarak söylenir. Bu yüzden hatıratta Kazı diye geçer, ancak basımda bu kelime Gazi olarak değişmiştir. Canıbek Kadı hakkında Kırgızistan’da yapılan araştırmalarda, babalarının soylu bir tüccar olduğu, kendi çiftliğinin olduğu, medrese ve camilere yardım etmesinin bahsi geçer. Özgen’de Ak-Car ilçesinin kaymakamı, kadısı olmuştur. Onu sadece Özgen, Oş değil, bütün Fergana, Kaşgar tarafı tanımış, bu bölgelerin beyleri onun fikrine önem vermiştir. Ekim devrimine kadar Oş eyaletindeki kaçakçılığı kontrol altında tutmuştur. Önce Sovyet hükümeti ile işbirliği yapmış, ancak sonra Sovyetlerin yanlış politikaları karşısında durarak onlara karşı çıkmıştır. Canıbek Kadı Kırgız-Özbek halkının kardeşçe yaşamasını sağlamıştır. O basmacı değil, kendi halkının özgürlüğü için, topraklarının bağımsızlığı için mücadele eden bir kahramandır. Ne var ki Sovyetler döneminde arşivlere Sovyet Hükümeti sınır muhafızlarının can düşmanı, basmacılar hareketinin lideri, zorbalıkla halkı korkutan çete başı, başka birkaç basmacı liderle Sovyetlere kaşı savaşan bir şahıs olarak kaydedilmiştir. Onun 400 askeri olmuştur ve halkı yağmalamıştır. Canıbek Kadı Sovyetlerin sınır muhafızlarını, casuslarını, hükümet taraftarlarını acımasızca öldürmüştür. Sovyet ordusuyla 20 dan fazla çatışma yaşanmıştır. Baybolot Abıtov, Canıbek Kazı kim bolgon? Eldin adamıbı je keneş ökmötünün, öz elinin düşmanıbı? Kırgız Tuusu gaztesi. (kyrgyztuusu.kg)

16
“Oş zindanları tam anlamıyla bu dünyanın cehennemiydi. Güneş ışığının girebileceği en ufak bir delik yoktu. Basık, karanlık ve oldukça rutubetliydi. Mahkûmlar ya “Basmacı” ya da zanlısı idi. Kadı’nın 300 yiğidi, ailesi ve diğer yakınları da buradaydı. 300 yiğit Temmuz 1927’den beri bu cehennemde çile dolduruyordu. Oş zindanında, mahkûmlara günde bir öğün çamurlu patates çorbası veriliyordu. Karanlık ve rutubetten kimse birbirini bile göremezdi. Açlıktan ziyade, rutubetin getirdiği körlük herkesin şikayet konusuydu ama aldıran da yoktu. Zindan, 22 odadan meydana geliyordu. Her odada 100 esir ve önünde de 2 silahlı nöbetçi bulunuyordu. Asıl “Basmacılar” 4 iç odadaydı. Gözü dönük 8 yiğit daha iç odadaydı. Bunlar: Abdullah, Tölen, Korgan, Koş, Düşünbe, Ömer, Kasım ve Osman korbaşılardı. Rahat durmayan mahkûmlar da bu 8 yiğitti… Devamlı surette kaçma planı yapıyorlardı. Kaçma fırsatını da, mahkûmiyetlerinin 10. ayında dışarıya güneşlenmek için çıkarıldıkları zaman elde ettiler. Dışarıya çıkartılırken, birçok nöbetçiyi boğarak öldürdüler, çoktan söktükleri zincirleri bir tarafa atarak, diğer mahkûmları da aynı şekilde çözdüler. İsyan başlamıştı. Öldürülen nöbetçilerin silahları ile damda bulunan diğer nöbetçiler de temizlendikten sonra, esirler, toplu halde silah ve malzeme deposuna hücum ettiler. Depoyu tamamen boşaltarak, silahlandılar. Artık kurşunlar rastgele sıkılıyor ve zindan sallanıyordu. Sabahın gün doğumundan, akşamın karanlığına kadar, Bolşevikler ile tutsak mücahitlerin mücadelesi aralıksız devam etti. Silah seslerine zindan etrafında birçok ahali ve çevre karakollara mensup kızıl asker, vuruşma veya temaşaya geldi. Hava karardığı zaman, tutsak mücahitler kaçmaya niyet ettiler ise de, her taraf yağlı bez ışıklarıyla aydınlatıldığından mümkün olmadı. Ertesi gün, iki helikopter, havadan yardıma yetişti. Her taraf sarılıydı. Kurtuluş kolay değildi. Zindanın doğusu bir uçurum meydana getiren dere, diğer yönler ise kalın ve sık dokulu tel örgü ile kaplıydı. Aklın alamayacağı mücadelenin üçüncü gününde, mücahitler dereye atlayarak kaçmayı denediler. Dere aşılabilirse kaçmak mümkün olabilecekti. Çünkü akla gelmediği için bu yönde tedbir alınmamıştı. Öyle oldu: en evvel Osman Bek 25 m. yükseklikteki duvardan kendini dereye attı. Fakat, yaylım ateşi ve atlayışın hızı onu dereye paramparça olarak bıraktı. Her şeye rağmen, ardından, Korganbek atladı. Osman Bek’in vücut parçalarını siper ederek çeyrek saat derede yaşayabilen Korgan, elindeki makineli ile 10 kadar kızılı daha öldürdükten sonra, yıldırım hızıyla kaçmayı başardı. Fakat, sonu yoktu. Her atlayan önce kurşunlandı, sonra da derenin bulanık sularında boğuldu. Daha sonra da, sağ kalanlar kurşuna dizilerek aynı dereye atıldı.” Ali Bademci, Basmacılar, İstanbul, 2017, ss. 347-348.

17
Uygur Türklerinden İsa Yusuf Alptekin 1920-30 yıllarında Çin Cumhuriyeti’nin memuru olarak çalışmıştır. 1920 sonlarında ise Çin Cumhuriyeti’nin Sovyetler Birliğindeki (Taşkent) şehrinde konsolos yardımcısı olarak görev almıştır. 1940’larda ise Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ndeki önemli liderlerin biridir. 1950’lerde Türkiye’ye gelen İsa Yusuf Alptekin, vefatına kadar burada kalmıştır. 1970’lerde yazdığı hatıratında Canıbek Kadı’dan bahseder. 1929’da Canıbek Kadı’nın Çin tebaası olan Doğu Türkistan’a geçmesine yardım ettiğini ve Canıbek Kadı Kaşgar’da iken Rusların Çin Hükümetini sıkıştıran Canıbek Kadı’yı geri vermesini istemiştir. Çin Hükümeti bunu yapmak istememiştir ama yine Yusuf Alptekin ve başka önemli yerel liderlerin girişimiyle Rus konsolosluğu olmayan Hotan şehrine gönderdiklerini belirtir. İsa Yusuf Alptekin, Mücadele Hatıraları. İstanbul, 1985. s. 98. Doğu Türkistan Neşiriyat Merkezi.

18
Ayımkışlak, günümüzde Kırgızistan sınırına yakın Özbekistan içinde bulunmaktadır. 1918-1925 yılları arasında Basmacı Hareketinin mücadelecilerinin sığındığı köylerden biridir.

19
Bu olay Sofiya Nurmatova’nın Narod.ru sitesine yazdığı “Russkie v Oşe. Tri Vstreçi Danila Korduba” yazısında da belirtilmiştir. Ayrıca, Kırgız halk yazarı Sagındık Ömürbayev’in “Öerttüü geçit” tarihi romanında da bu olay geçmektedir. Sagındık Ömürbayev’in “Öerttüü geçit, Furunze. 1990. s.703.
Türkistan′dan Türkiye′ye Tahir Özgen
Türkistan′dan Türkiye′ye

Tahir Özgen

Тип: электронная книга

Жанр: Биографии и мемуары

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Türkistan′dan Türkiye′ye, электронная книга автора Tahir Özgen на турецком языке, в жанре биографии и мемуары

  • Добавить отзыв