Seçme Şiirler
Ali Kerim
Kerim, Ali
Seçme Şiirler
***
Çağdaş Azerbaycan edebiyatının 60’lar kuşağı önemli imzalar galerisidir. Bu yıllarda edebiyatın her dalında önemli atılımlar yapıldı. Sovyet baskısının çok daha ağır olduğu önceki yıllara kıyasla bu dönemde genel olarak toplumsal düzeyde, özel olarak da sanatta önemli değişiklik ve yenilenme belirtileri görülmeğe başladı. Belirtiler birçok önemli sanat insanının katkıları sayesinde kısa süre içinde ana akım haline geldi. Edebiyatın ve toplumun kısa süre içinde yaşadığı dönüşüm özellikle şiir alanında daha erken görüldü ve daha derinlikli oldu. Bu döneme damgasını vuran ve etkileri günümüzde de devam eden şairler arasında Ali Kerimin yeri bir başkadır. Onun şiiri kadar, hayatı ve mücadelesi de Azerbaycan edebiyatındaki yenilenme sürecinde derin izler bırakmıştır.
Ali Kerimi ben okul yıllarında tanıdım. Şiirlerini doya doya okudum, ezberledim. Edebiyatçı bir babanın kızı olarak şiirler zaten köklü bir gönül bağım vardı, Ali Kerim şiirleri bu bağı daha bir pekiştirdi, karşımda şiir dünyasının yeni kapılarını açtı. Ve edebiyata bu kapıdan bakmak, şiire sanata gözümde yeni bir boyut kazandırdı.
Bildiğimiz “sıradan” sözcükler, tekrar tekrar okuduğum Ali Kerim şiirlerinde sanki farklı görünmeğe başladı, dilin o zamana kadar fark etmediğim anlam ufuklarını keşfetmeğe başladım. Şairin dili, edebi sanatlara hâkimiyeti, alışılmadık, sıra dışı anlamlar dünyasına götürmekteydi beni. Fakat bu “sıra dışı” anlamlandırmanın sadece dil kullanımındaki ustalıkla ilgili olmadığını da kısa sürede anladım. Farklılığın sırrı aslında Ali Kerimin kendine özgü bakış açısındaydı. Onun dünyaya ve olaylara farklı açılardan bakabilmesi sonuçta farklı bir şiir dilini de ortaya çıkarmıştı.
Birçok şair belli konuları görece sık işlemiş olduğundan adları bu konuları çağrıştırabilir. Bu yüzden de onlara “aşk şairi”, “vatan şairi, “mücadele şairi” gibi sıfatlar yakıştırılabilir. Bu gözle bakılırsa Ali Kerim kısa ömründe hem aşkı, hem vatanı, hem aile değerlerini, hem sosyal konuları aynı ustalık ve içtenlikle işlemiştir. Hem aşk şairidir, hem vatan şairidir, hem milli hem de evrenseldir.
Ali Kerim bu dünyadan genç yaşta ayrıldı. Hayatı 1931-1969’un daracık aralığına sığmıştır. Belki hayatı dolu dolu yaşadığına göredir ki daha 30’lu yaşların başında şu dizeleri yazabilmişti:
Otuzdan çok yaşadım…
Gökçay’da
Bakü’de
Moskova’da
Tiflis’te.
Arabada, uçakta,
Bazen kum üstünde,
Bazen denizde.
Daha 33 yaşına yeni girmişken “30’dan çok yaşamayı” önemli buluyor, “çok” olduğunu düşünüyor. Yaşamış olduğu “30’dan çok” yılın içeriğini ustaca mataforalarla aktardıktan sonra bu uzun şiir şu dizelerle bitirer:
Otuzdan çok yaşadım,
pişman değilim.
Geleceğe bakıyorum.
Dur.
Bak ne diyorum,
O henüz ömürden değil,
Düşün akşam seher,
Sen onu fethetmelisin.
Son zerresine kadar.
Burada “pişman değilim” vurgusu önemlidir. Ve akabinde gelecek konusu vurgulanıyor, “onun fethedilmesi” ve hatta “son zerresine kadar” yaşanması gerekliliği ifade ediliyor. Bu “son zerre” vurgusu önemli bir ayrıntıdır, zira geleceği bu şekilde yaşamış olan şairin, daha önceki (“pişman olmadığı”) yılları da bu şekilde “fethederek” ve “son zerresine kadar” yaşamış olduğunu düşündürüyor.
Belki de dolu dolu yaşanan ömrün uzun sürmemesi özellikle edebiyatta evrensel bir olgudur, dünyada çok örneği var. Ali Kerimin kısa ama dolu dolu yaşanan ömrü şiirlerinde devam etmektedir. Bu şiirler onun vatan sevgisini, yaşadığı benzersiz aşkı, evlatlarına bağlılığını, doğayla bütünleşmesini… Her geçen gün yeni yönleriyle gözlerimiz nüne sermektedir.
Ali Kerim şiirinde doğa, toplum, evren hep insan üzerinden algılanmış, yorumlanmıştır. Deniziyle, dağıyla, ağacıyla, insanıyla dünya bir bütündür ve devamlılığını sağlayan da bu bütünlüktür.
Evlatlarıyla beraber sıla hasretini giderdiği memleketi Gökçay’da aynı ismi taşıyan ırmağın kıyısında çocuklarına şöyle sesleniyor:
Bu Gökçay’dır oğullarım,
gök dalgalı…
Bak, o dağlar başındaki
Mavi gökten akarak gelir.
Irmağı, dağı, gökyüzünü bir arada yorumlayarak, bir anlamda belki farkında bile olmadan bilinçaltından mı, mitolojinin derinlerinden mi gelen karmaşık bir düşünce kalıbını sade bir dille sunabiliyor.
Veya Kür ırmağına adadığı başka bir şiirinde kendisini ırmakla özdeş kılarak bir sonraki kıtada vatan toprağını da bunların üzerine ekliyor:
Kucaklaştım Kür’üm ile
Öptüm onu kaç kere.
Bak ne biçim kavuştuysak,
Sonunda ben de Kür oldum,
Döndüm Kür’e.
Arttı gücüm milyon kere,
Şirvan, Karabağ kanalı
Benim güçlü iki kolum.
Kucakladım anayurdu,
Ölümsüz oldu yolum.
Ali Kerim çağdaş Azerbaycan şirinin simge isimlerindendir. Son 50 yılda hiçbir şair onun kadar simgeleşmedi. Azerbaycan edebiyatının çok önemli şairlerle zengin bir edebiyat olduğunu düşünürsek, bu ortamda sivrilmenin, simgeleşmenin ne denli zor olduğu bir nebze anlaşılabilir. Her yüzyılda sadece bir iki isim bunu başarabildi. Çağımızda bu onur Ali Kerim’e nasip oldu. Böyle bir simge isim konumuna gelmesinde elbette Ali Kerim’in şiirleri kadar kişiliği ve yaşamı da önemli rol oynadı. Çağdaşları, mesai arkadaşları, yakından tanıyan herkes ister özel sohbetlerde ister anılarında onun alçakgönüllülüğünü, içtenliğini vurgulamaktadır.
Ali Kerimin eserleri her dün olduğu gibi bugün de Azerbaycan’da çok seviliyor, okunuyor, yayınlanıyor. Şairin yarım kalan ömrü bu şiirlerde ebediyete yüz tutmuş durumdadır.
Birçok örnekte olduğu gibi Ali Kerim örneğinde de sanatçının kendi ülkesindeki konumu ve temsil yeteneği ile dışarıda tanınırlığı ve temsil durumu orantılı değildir. Bunun başlıca nedeninin Sovyet döneminden kalma edebiyat bürokrasisinin çalışma yöntemleri olduğu kuşkusuzdur. Ali Kerim gibi önemli bir şairin eserleri bugüne dek Rusça dışında başka dillere çevrilip tanıtılmamıştır. Hatta Türk dünyasında bile hemen hiç bilinmemektedir.
Bu eksikliğin okurlara sunmakta olduğumuz seçme şiirler kitabıyla bir nebze de olsa giderileceğini umuyorum. Kitapta yer alan şiirler Türkiye Türkçesine aktarılırken azami özen gösterildiği belli oluyor. Aktarımlarda Azerbaycan Türkçesinin rengi tadı korunmakla beraber, Türkiyeli okurların metinleri zorlanmadan anlayabilmesi de sağlanmış durumdadır
Ali Kerim şiirinin Türkiye’de sevileceğine inanıyor, müstakbel okurlarına iyi okumalar diliyorum.
Prof.Dr. Ganire PAŞAYEVA,
Millet vekili,
Azerbaycan Milli Meclisi Kültür Komisyonu başkanı
FRAGMANLAR
Otuzdan çok yaşadım…
Gökçay’da
Bakü’de
Moskova’da
Tiflis’te.
Arabada, uçakta,
Bazen kum üstünde,
Bazen denizde.
Aşkın alacakaranlığında,
Üniversite amfilerinde.
Sevgilimle birbirimize söyleyeceğimiz
İki söz arasında.
Hastayken
Doktorun bana yaptığı tedavide.
Bazen tutmayan bir şiirimin
Yıkık duvarlarının harabeliğinde,
Bazen söz yarışmasında.
Bazen ölüm sözcüğünün kutup soğuğunda.
Bazen günlerimi başıboş bırakıp,
Onlarsız eğlenmişim.
Sonra da günlerimin beni bırakıp
Çekip gittiklerinden sitem etmişim.
Yıllarımın çoğu benimledir,
Ailemin birer ferdidir.
İncelerken teker teker
Bakıyorum bazılarından
Günler düşmüş, kaybolmuş,
Nereye düşmüş?
Ne zaman düşmüş?
Eh, onlar çoktan geçmiş…
Bazıları toz olmuş ayaklar altında,
Bazılarını unutmuşum taksilerde.
Bazıları
bir zamanlar kıyısında
yaşadığımız çayın
sularında akıp gitmiş.
Ama öylesi de var ki,
yitmemiş,
gönlümü incitmemiş.
Bazı saatlerim var ki, ağaç olmuş
bir dost bağında.
Her dakikası bir meyve olmuş,
yeşil dallarında.
Boynuna sarılıyorum saatimin,
Oturuyorum ömrümün bir bölümünün
gölgesinde…
Diziyoruz altın yanaklı dakikaları
On dört gecelik Ay tepsisine,
Yiyoruz tatlı tatlı.
Her yıl tekrarlanacak
bu dakikalar.
Bazen düşüyor dakikalar dallardan,
toprağa teker teker.
Sahibine dönüyor.
Saatim var,
Bir insan sevincinde bir dakikadır.
Solmuş bir tebessümün
pırıltısını geri getirmiş.
Ölmemiş, yaşıyor.
Bazı anlarım var;
Nisan yağmurları gibi yağmış
kırılgan bir insan kalbine.
Bitirdiği çiçekler birer ödülümdür bana.
Oğullarıma bakıyorum;
Boylu poslu günlerimdir,
aydınlık gecem, kızıl seherimdir.
Şiirlerime bakıyorum;
Meğer ölmüş günlerimdir,
Yanarak deftere dökülen günlerimdir.
Otuzdan çok yaşadım,
pişman değilim.
Geleceğe bakıyorum.
Dur.
Bak ne diyorum,
O henüz ömürden değil,
Düşün akşam seher,
Sen onu fethetmelisin.
Son zerresine kadar.
2 Nisan 1964
SANA BENZEYEN NAĞMEM OLAYDI KÜR’ÜM[1 - Kür – Başlangıcını Çoruh vadisinden alarak, Gürcistan üzerinden Azerbaycan’a geçen ve Hazar Denizine ulaşan büyük bir nehirdir.]
Ey Kür’üm, sanırım hoş bir nağmesin,
Henüz kopmuşsun binlerce dudaktan.
Sen gibi manalı bir nağmeyi ben
“Nerededir” diye ararım çoktan.
Alıp avucuma serin suyunu
Sevdiğim nağmenin bir damlası tek,
Derim ki, ey gönül, seyreyle bunu,
Manalı olmayı bundan öğrenek[2 - Öğrenelim.].
Yazdığım nağme de, isterim ki ben,
Sedası, gücüyle aynen sen olsun.
İstekle, zevkle hem dinlenilen,
Hem de ki gözlere görünen olsun.
Akar kalbime yüz ömrün kâmı,
O aziz olursa aynen su gibi.
Böyle olmaz ise gönlün ilhamı,
Kaybolsun bir çocuk rüyası gibi.
Sen gibi ey Kür’üm benim de nağmem,
Aksa şehirlere, aksa köylere.
Mil’de[3 - Mil – Azerbaycan’da tarım ürünleriyle ünlü bir bölge.] iş bitip, susanda âlem,
Hoş seda yansıtsa aynabendlere[4 - Camekân].
O da dalgalanıp, yürüyüp ark ark.
Bu ana toprağı kucaklasaydı.
Sen yurdu dolaşanda ışık saçarak,
Sözüm de kalplere şafak yaysaydı.
Sen gibi akaydı sesim de ey çay,
Muğan’da[5 - Muğan – Azerbaycan’ın iç kesimlerinden güney sınırlarına kadar uzanan geniş bir tarım bölgesi.] su diye yananda düzler[6 - Düz – ova, düzlük.].
Benim de nağmemi tarlada her yay[7 - Yay – Yaz mevsimi],
Serin su gibi içeydi kızlar.
Her içten isteğim, içten harayım[8 - Haray – İmdat sözcüğü, haykırış,],
Ellerin derdine böyle yanaydı.
Başka şey istemem benim Kür çayım,
Bir sana benzeyen nağmem olaydı.
1953
BİR GECELİĞİNE KÜR OLMUŞUM
Sahilinde kaldım Kür’ün,
Verdim Kür’le baş başa ben.
Sabaha dek göz kırpmadım,
Ettim ona temaşa ben.
Kucaklaştım Kür’üm ile
Öptüm onu kaç kere.
Bak ne biçim kavuştuysak,
Sonunda ben de Kür oldum,
Döndüm Kür’e.
Kür’e
Kür’e.
Arttı gücüm milyon kere,
Şirvan, Karabağ kanalı[9 - Şirvan ve Karabağ bölgelerinde sulu tarımı desteklemek için yapılmış iki önemli sulama kanalı.]
Benim güçlü iki kolum.
Kucakladım anayurdu,
Ölümsüz oldu yolum.
Göğsüm üstünde yıldızlar, Ay,
İçimde halk muhabbeti,
Elden ele akıp gittim…
Dalgamda dağ azameti.
Kimsecikler diyemedi
Kür bu gece o Kür değil…
O, canlıdır… Görür… Duyar,
Şiir yazar, şiir deyir[10 - Deyir – der, söyler.].
Oldum ışık, tarla, deniz,
Uyumadım sabaha dek.
Konuk oldum bir gecede
Bin evde, beldede ben.
Kür kendisi de fark etmedi;
Sesim güçlü, gür olmuşum.
Çok mutluyum, ne de olsa,
Bir gecelik Kür olmuşum.
MAVİ ŞARKININ KANADINDA
Neft Taşları kahramanlarına[11 - Neft – petrol. Neft Taşları, Hazar Denizinde birkaç kayalık ada etrafında geliştirilen ve çok sayıda petrol çıkarma platformlarını birbirine bağlanmasıyla oluşturulan işçi kasabası.]
Aşağıda çırpınır deniz,
Üzerimizden geçen hazri[12 - Hazrî – Hazar Denizinde ve batı kıyılarında kuzeyden esen sert rüzgâr.] de
Gürleyip geçen bir deniz.
Dört ayak üzerinde
Titrer küçücük evimiz.
Altımız deniz,
Üstümüz deniz.
Üç gündür ulaşım yok,
Kopmuşuz dünyadan biz.
Gülerek söylüyor neftçi[13 - Neftçi – Petrol işçisi] kardeş:
“Bu tufan olmasaydı,
Elbette erken kaçacaktınız.”
Üç gündür ayaz var
Hazar’ın koynunda.
Hikâyelerden odamıza saçılan
Sıcak sözcüklerin koynunda
ısınıyoruz.
Kahramanlığa alışmış,
Bu yüzden onu unutmuş
Yiğitlerle omuz omuza,
Hazar’la aynı çatının altında,
Hazri gibi her dalgası
Bir volkan püsküren
Okyanus altında Hazar.
Sonunda yoruldu Hazar,
Duruldu Hazar.
Mavi bir şarkı oldu Hazar.
Bence
Biz üç yoldaş…
Susmayan üç sözcüğüz
Bir şarkının koynunda
Neft Taşlarında.
İŞÇİLER
İşçiler yol ayrımında
buluştular.
Sevindiler iyice…
Sonra her biri bir taraftan
Yayıldılar çayıra,
Uzandılar
Sırt üstünde,
Böğür üstünde…
Sormadılar,
Nerelisin?
Kimsin?
Atan baban kim? diye.
İşçilerdi…
Tanıdılar birbirlerini.
Bohçasında olanları
Çıkarttı herkes;
Ekmek, haşlanmış patates, yumurta…
İçten gülümsemeler
Ve bir de başından azıcık içilmiş şarap vardı.
Laf olsun diye
birbirlerine övgü dizmediler
birilerine özenip.
Yediler keyifle…
Bakmadılar pişmişine çiğine.
Zaman zaman güçlü bir el kondu
Dünyaya direk bir çiğine[14 - Çiğin – omuz.].
Sohbetlerinde abartmadılar
Ne “sen, sen”
Ne “ben, ben” diyerek.
Neft kokan Birinci’yi
Paylaştılar aralarında.
Ricasız,
Minnetsiz,
Çektiler içlerine
Dumanı,
Petrol kokusunu,
Huzuru.
Bir de sessiz arkadaşlığın kokusunu.
Ayrıldılar.
Ayrı kalmadılar.
Ne onlar goygoycuydu
(Ne de ben çıktım zile[15 - Zil – tiz; zile çıkmak – tiz sesle bir şeyler söylemek; mecazi anlamda ‘bağırmak’.]),
Sessizce adımladılar
Dünya kadar
İçtenlik adlanan bir menzile.
MAKAM DİNLİYORUM
Kalbimde sevinç, gam…
Makam dinliyorum.
Sıcaktan, soğuktan
Gölgeden, ışıktan
Yaranmış hoş bir âlem.
Çaprazlanmış ellerim
Başımın altındadır,
Tebessüm dudaklarımda,
Kırışıklıklar alnımdadır.
Tarın sarı telinden peş peşe sesler kopar,
Gam kopar, sevinç kopar,
Söz kopar.
Teker teker o sesler
Kalbime akar,
Kalbimin teli titrer,
İnler,
Sökülür…
Kemanın sesi titrek,
Kâh yükselir, kâh kesilir,
Kâh da coşup, telesir[16 - Telesmek – acele etmek.]
Tar sesinin ardından.
Ben hayale dalınca
Duyuyorum bahar da var,
Güz de var, yaz da var.
Dört mevsimi yaşayıp
Birce an içinde
Üşüyorum, yanıyorum
Heyecan içinde.
Hem arzu hem gurur
Hem saadet, hem keder
Bir arada yaşanır.
İçimde yaz sedası
İçimde yaz havası
İçimde duyguların
Rengarenk
Aydınlık, güzel
Gökkuşağı var.
İçimin bir yanı sıcak
İçimin bir yanı çiçek,
İçimin bir yanı çisek[17 - Çisek – çiseleyerek yağan yağış.]
İçimin bir yanı kardır.
Ses yükseliyor, yükseliyor
Dağları anımsatıyor,
Geri dönüyor yere.
Nazara geliyor gök, dere,
Kaç yerden ateşliyor içimi,
Fuzuli’nin gazeli.
Arzuları uyandırıyor
Pınar başından dönüyor…
Başında yazma mı, tir tir esen,
Yüzünde tebessümden Ay,
Azerbaycan güzeli.
Dünün derdi gamı,
Bugünün arzususun,
Yarının da vuslatı.
Bir duyguya dönüşüp
Sevinç yaşı, gam yaşı
Dudaklarda bir olur.
Kalbim, ne var yine?
Kalbim çarpa böyle.
Hisseden sen, ses eden de sen
Bırak işiteyim,
Ne olur biraz yavaştan çarpsan.
İçimde sevinç gam,
Makam dinliyorum.
1958
***
Altıncı festivale
Ben de gittim o tarihte.
Gitmişti Moskova’ya
kalbim benden önce…
Sonunda yetiştim ona.
Aşıp taşmıştı şehir
Sevgi gibi saftı
Müşfikti kızıl şehir.
Dolmuştu şarkıyla gök
Denizler suyla dolan tek.
Gökyüzünde şarkı, güvercin
Gökyüzünde binlerce yürek.
Söz fışkırıyordu kalbimin
Tüm ufuklarından.
Bir sevinç dalgasıydım
Sevinç denizinde ben.
Her cadde bir ülke…
Her yere, her ülkeye
Otobüsler gider.
Her ülke şarkı söyler.
Halklar nasıl da yakın,
Sanki bir yürektir.
Granittir, seslerin
Gülüşlerin, sözlerin
Şarkıların vahdeti.
Laf cambazı Fransız,
Kristal nağmeli Hintli
Öz dilleriymiş gibi
Anlıyorlar bir dili;
O dil tebessüm ya da
Başımızın üstünde uçan
Güvercinler diliydi.
Moskova ülkelerin,
Sevgi menziliydi.
Orada Azerbaycan’ın
Gençleri de vardı,
Gurur bayrağımızı
Ön sırada taşıdı.
***
Çok yazdım gece…
Çizdim üzerini sonra da.
Sanma ki meyvesini derdim.
İçim tutuştu yandı
Başımdan aştı derdim.
Bir kalın çizgi çizende
Üzerine yazdıklarımın,
Kâğıt üzerinde izi kaldı.
En azından
Desinler, şairin okurlara
Bir saygı dizesi kaldı.
ELLER
Rüzgâr karı savuruyor…
Yerden gökyüzüne yağıyor kar.
Kışın öpüşüymüş gibi
Ayaz yapışıyor yüze.
Güçlü omuzlarında
Uzun uzun borular
Yürüyor madenciler.
Kalın kar çıkmış dize,
Sanki kavramış ayaktan
Bırakmak istemiyor.
Madenciler boruları
Götürüyorlar kuleye
Beyaz volkanlar içinde
Derinden soluyarak
İşçiler birbirinin
Yerine geçiyor sık sık.
Eller hissediyor boruda
Devreden çıkanların
Ellerinin sıcaklığını.
Ama dostlardan birisi,
Tuttuğunda boruyu
Bu sıcaklığı hissetmedi,
Ses de etmedi.
Anladı; birisi fırtınada,
Göz gözü görmediğinde
Başkaları çalıştığında
Kendini vermemiş işe,
Dostların safında
Yürümüş yüreksizce.
Az sonra kulübede
Şapkalarıyla üst başlarını
Çırpıp oturdular.
Eriyip damla damla
Üzerlerinden akan
Sanki kar değildi;
Akıyordu zümrüt anlar.
Sıcak vurdukça
Eller bir hoş sızlıyordu.
Muhabbet sürüyordu
Yeni çıkan petrol üzerine.
Birsi de sanırsın
Kendi ellerini çalmış
Deminden sokmuştu cebine.
EN BÜYÜK GEMİ
Neft Taşları
Anımsatır
Demir atmış
Devasa bir gemiyi.
Ama da hayran bıraktı beni.
Gemi – şehirdir,
Gemi – meydan.
Buraya her yerden konuk gelir,
Gemi – cihan.
Ama geminin gideceği yok bir yana
Buralardan.
Gemi duruyor
Kaç adet
Demirden ayaklı
İrade temelli
Bir şehir gibi.
Gönlünü vermiş sulara
Ebedi bir demir gibi.
BABAMIN ANISINA
O sert idi. Sabahları derse gidende ben
Çaktırmazdı yolda durup bakındığını.
Bir kere bile anlatmadı içindekileri.
Söylemezdi evlat için çok çabaladığını.
Gizli gizli beni süzüp gülümserdi bazen,
Durup durup yüklenirdi eğri pipoya.
Evladına birce kere “can” demektense
Evlat için can vermek kolaydı ona.
Çalışmayı seven, ağır sert bir eli vardı
Bazen kısmet gibi indiriveriyordu omuzlarıma.
Sert yüzünde bir anlık şafaklar sökerdi,
Ama hangi ışıklı düşüncelerden, bilmem.
Sevgisi de soğuktu- taze ekinleri
Her türlü afetten koruyan kalın kar gibi.
Moskova’da okuyordum,
Terk etti beni.
Geldiğinde ebedi bir ayrılık demi
Kâh görmek istemiş beni,
Kâh istememiş haberdar olmamı.
Utanmış kendi ölümünden.
Ah… Neden böyle etti, bu ne gubardı?[18 - Gubar –hüzün, keder (mecazi anlamda).]
Bir zamanlar bu nişanda bir babam vardı.
1959
YILAN
Babam derdi…
Sen yılana tüfeği
Gözlerini kapat da
Doğrult,
Ölecek.
Kendisi kızıl merminin
Üzerine gelecek.
Sen onu değil,
O senin
Tüfeğinin
Yılan deliği gibi
Namlusunu
Henüz yolun yarısındaki
Mermisini,
Kirpiksiz gözleriyle
Hemen nişan alacak,
Yarı yolda kalacak.
Bir anlığına
Dumanlar içinde havada
Mermiyle beraber kalacak,
Sonra göğün hırsla
Salladığı bir çubuk gibi
Yere çarpılacak.
Yerde kıvrılacak.
Ölüme nasıl da âşık
Ölüme nasıl da hayran
Olmuş ki
Kendi ölümünü
Fırlayarak
Yarı yolda karşılar,
Vahşi bir ilhamla yılan.
BAKÜ RÜZGÂRI
Demedim her zaman gez bu diyarı,
Kır budakları, eğ budakları.
Bazen de sessiz es, su gibi durul,
Gelip dalga dalga dökül koynuma.
Kâh da bana varıp havada burul[19 - Burulmak – dönmek]
Burula burula sarıl boynuma.
Ama içimde bir sözüm de var,
Sen ey soğuk hazri[20 - Hazri – Hazar’ın Azerbaycan kıyılarında karadan denize esen rüzgâr.], sıcak gilavar[21 - Gilavar – Hazar’ın Azerbaycan kıyılarında denizden karaya esen rüzgâr.],
Görünse düş gibi bu hayat sana,
Bin türlü mücadele anımsat bana.
O güçlü dalgalar, o gür dalgalar
Aniden yerimden koparsın beni,
Gürlesin ha bire, coşsun ha bire,
Koştura koştura götürsün beni.
Gürle, olanca gücünle gürle ey külek[22 - Külek – rüzgâr],
Saçımı da dağıt, göğsüme de bas.
Ben de cevap vereyim, bana kulak as;
Gel yine çarpışıp, yüz yüze gelek[23 - Gelek – gelelim.].
Görsen tufansızım, görsen rahatım,
Bırakma, evde de kestirip yatım.
Ey Bakü rüzgârı sabaha kadar,
Çal penceremi, kır penceremi.
1954
BABEK’İN KOLLARI
Kolları koparılan Babek
Yurdu yakılan Babek.
Kan renkli bir arabada[24 - Araba – kağnı],
Şarkı adlı bir harabede,
Söve söve,
Döve döve,
Herkese gözdağı olsun diye
Köy köy dolaştırılan Babek.
Ölüp de dirilen Babek.
Kollarını görmediğinde
Azcık rahatlayan Babek.
Bir kızıl rüya içinde
Uzaklara dalan Babek.
Diyen Babek: “Aman dostlar,
Hücum edin koşun[25 - Koşun – askeri birlik.] koşun,
Orda bensiz kılıç çalan
Kollarımla bir vuruşun.”
Haziran 1969
FUZULİ
…Felekler yandı ahimden
Fuzuli
Dünya seni kocattı, yaşıtın olsun diye,
Gömüldü derdin yere, yükseldi ahın göğe.
Dert ortağı– derdin ta kendisi; sessizlik– sorunun
cevabı.
Buna dayanmaz granit dağlar bile.
Fuzuli… O ne zamane öyle? Yanan insan
gördüklerinde,
Yanana ateş verdiler.
Fuzuli… O ne keder?
Donan insan gördüklerinde
Donana buz verdiler.
Fuzuli… Nereye kadar?
Batan insan gördüklerinde
Batana deryaları hepten bahşettiler.
Dünya seni kocattı,
Kocadın dünya gibi.
İçin keder dolu…
Çalkanan derya gibi.
Gelip kesti kapının önünü şöhretle ad,
Ey büyük üstat,
Heyhat,
İçinde o ada, o şöhrete yer var mıydı?
Bin türlü kederden
Orada yer kalır mıydı?
Çattı genç bir kızın
Zamansız aşkı;
İçinde dert elinden
O aşka yer var mıydı?
Bazen de hanendenin[26 - Hanende – şarkıcı]
Coştuğunda sanatı
Senin gazellerinden başka
Gazel okunur muydu?
Kendi öz sözlerine
Kalbinde yer var mıydı?
Dünya seni kocattı
Genç görünsün diye,
Yangınların dumanı gibi,
Ahların yükseldi göğe,
Sen ateş alıp tutuştun.
Bu ateşi koca Şarkın
Her yerinden gördüler;
Gördü bunu memleketin.
Bütün bu geniş dünyanın
Gözleri göklerde kaldı.
Gök de şafaklar saçan,
Ahına baktı, daldı.
Dediler ki, felekler
Yaratmış bu odu[27 - Od – ateş.],
Ama bu ateşe yananlar
Yine felekler oldu.
Görüyorum yükseklerden
Gelir Fuzuli sesi.
Görünüyor yükseklerde
Onun nurlu izleri.
O yıldızlar
Fuzuli ateşinin közleri,
O güneş
Fuzuli ateşinin nişanesi.
1958
AZERBAYCAN
Azerbaycan…
Odlar Yurdu.
Yüreklerin odundan
Yaranmış bir diyar.
Dostuyla her derdi melali
Sevinci bir duyur.
Azerbaycan-
Tarihlerin şahidi.
Nizami’si sınırsız düşünce,
Nesimi’si[28 - Şair Nesimi kastedilmektedir.] hak şehidi.
Fuzuli’si gönlün
Her köşesinden haber veren
Aşkın tüm renklerini gören
Dünya yürekli bir üstat.
Nasrettin’i, Celil’i
Omzunda halkın derdinin
Kepez’i,
Şahdağ’ı[29 - Kepez, Şahdağ – Azerbaycan’ın kuzeyinde ve kuzeybatısında dağ adları.].
Göğsünde çapraz duran
Gözyaşı, ah dağı.
Sabir’i[30 - Sabir – Ünli şair Mirza Ali Ekber Sabir kastedilmektedir.]– gülüşünde hüzün,
Kederinde hüsün,
Sükutunda tufan
Tufanı arşa çıkan alevden
Doğan bir insan
Azerbaycan.
Şöhreti sınırlar aşan,
Kendinden büyük
Ülkelerle yarışan,
Dünyaya yakışan,
Yakışıp ona güzellik katan,
Petrol diyarı
Yanmaktadır yükseklerde
Şöhret yıldızları.
Suları üzerinde dünyanın
Devasa gemi gibi
Demir atmış çelik caddeli,
Bin ayaklı,
Dalgaların nağmeli zirvesinde
Yer alan
Genç
Ağır,
Cesur
Yiğit bir şehir.
Dalgalar üzerine
Mavi nağmeler
Serper.
Azerbaycan.
İnsanı da
Doğası gibi doğal,
Mihriban,
Doğası- her dili
Konuşabilen insan.
Yolları insanla-
Anlamla yüklü
Şiir dizesi.
Anlam kokusuna
Doyurur dünyayı
Onun milyon renkli her baharı.
Irmaklarında gönül okşayan
Nağmeli bir haray[31 - Haray – imdat çağrısı; yüksekten sesleniş.].
Kuzeyi kış
Güneyi yaz…
Azerbaycan.
Gece gündüz ilham verenim benim
Azerbaycan.
Gönlümün
Ruhumun, Sevincimin,
Kederimin
Fikrimin vatanı…
Azerbaycan.
İnsan zekâsının
Aydınlattığı,
İçinde
Bin bir çıra yaktığı
Bir diyar.
Bayramı zaferlerle,
Bugünü parlak,
Yarını daha parlak
Seherlerle dolu…
Yolu-
Beşer düşüncesinin
Zirve yolu.
KÜR
Nereye gidersem gideyim…
Köye, şehre,
Ben Kür görüyorum.
Kızıl dalgalarını öz Kür’ümün.
Şimdi her odada
Ben Kür görüyorum.
Kür’ün kendisine de Kür ışık saçıyor;
Kür üzerinde
Ben Kür görüyorum.
***
Kalbim bakınır o yere doğru
Gözlerim yol çeker…
Çeker yolları.
Kâh havayolunu,
Kâh suyolunu
Kâh kara yolunu, özlem yolunu.
Dökülür üzerime
Yolların kavşağı.
Alnıma
Yüzüme doluyor kırışlar.
Gözlerim yol çekiyor
Nice diyarla
Şehirle karışık,
Köyle karışık.
Gözlerim öylesine
Yorgun olur ki bazen
Gözlerim öylesine
Yola dolar ki bazen
Geceler sabaha kadar
Tatlı rüyalar gibi
Dökülür onlardan göğsüme yollar;
Kaç köy, şehir,
Kaç tane diyar…
Doludur yollarla gözümün içi
Gözümün üstünde de yollara yer var.
ANA
Ben demem gök gibi yücedir adın,
Hayır, alçalmasın sohbetin, sözün.
Sen ki doğuştan benzer olmadın
Ancak özün gibi büyüksün özün.
Eğilip alnından öperken bazen
Gönül dudağıma ‘yine öp” diyor.
Aklanmış saçına dokunanda ben,
Elim Şahdağ’ın başına değer.
Ben seni bağrıma basanda berk berk,
Bak neler düşünüp, ne duyuyorum.
Sanki Gökçay’dan Kamçatka’ya dek
Vatan toprağını kucaklıyorum.
1952
DENİZ
Dostum İ.İslam’a
Ufuklara başını
Yaslayıp uzanmış deniz.
Onun geniş kalbinde
Küçük bir duygu gibi
Çırpınır dağ gövdeli,
Dağ sıkletli gemimiz.
Ben bakarak güverteden
Görüyorum
Birisi kavun kabuğunu,
Ötekisi başka bir şeyi
Fırlatıyor denizim saf kalbine.
Deniz coşup taşmıyor
Suları hırçınlaşmıyor.
Sakin vakur görünümüyle
Gücüyle
Kudretiyle
İçine fırlatılanları
Saflığında boğuyor.
Dikkat ettikçe görüyorum;
Deniz yine temizdir.
Deniz yine denizdir.
SEFERDEN SONRA
Yere indi
yörüngeden,
Sonsuzluk
serabından.
Ona bir hayli küçük,
hantal
ve güzel göründü cihan.
Genç adamın göğsünde renkli ufuklar
gözlerindeyse
yerden çok çok büyük
yıldızlar katı.
Karşılama…
Sarılma…
Tatlı bir yorgunluk…
Gitti…
Uzandı…
Uyudu.
Evde mi?
Balkonda mı?
Hayır.
Yoktu zaman
mekan.
Nice ömürden
daha uzun bir sefer
yapmış adam için yoktu bunlar.
Mesafelerin yokluğu,
yer çekimi
üzerine
uzanmıştı genç adam.
NİDA (Monolog)
Ben öyle bir hızın teşnesiyim ki
Varabilsin hayalimin ufuklarına.
Bir göz kapayıp açınca götürsün beni
Hem en yükseklere
Hem en derine.
Benim istediğim hız yakalanırsa
Sürünmez yorgunluk rehavetinde
Bürokratik uçak
Bürokratik tren.
Bir ana içinde varır menzile
Gönüllerin her isteği,
Sözü,
Arzusu.
Göz kapatıp açınca bütünleşir kesin
Başlangıcın sonu
Sonun başlangıcı.
YÜKSEKTEN
Oğlan aştı yörüngeyi
Oğlan bakındı yere;
Yer uçlu bucaklı
Ufacık
Mavi bir daire.
Hangi semttedir acaba
Evi?
Şehri?
Köyü?
Ne ev,
Ne şehir
Kolaysa ülkeleri bul şimdi.
Işıklar da bütünleşmiş
Yeşil alanlar da bir bütündür.
Buyur, hünerliysen eğer
Ayır onları birbirinden.
Evin evler içinde,
Evler de senin evinde.
Yerin her tarafında
Dağ da taş da deniz de
Bir evde mesken kurmuş.
Bir zerreye dünya sığmış,
Bir zerre arzı doldurmuş.
Elin yetiştiği bu zirveden
Aşağıya bakarsan;
Yer azizdir,
Güzeldir,
Küçücüktür nasıl da.
Mahvetmek de mümkün
Yaşatmak da.
Bu yerde
Sanki irkildi oğlan
Uzak gürültülerden;
Kucakladı hayalinde
Evi kadar olan dünyanı,
Dünya kadar olan evini
Sıkı sıkıya,
Fezadan asılmış
Mavi renkli beşik gibi.
METRONUN YAYLI KAPILARI
Adam var bu kapıları açar,
Azacık tutar, der ki:
“Olur ya
Arkadan gelene çarpar.”
Bazen dönüp bakmaz bile
Hiç bilmez bile
Kimdir; dost mu,
Düşman mı…
Kapıdan usturupluca
Çeker elini.
Öylesi de var ki,
Aceleyle içeriye sokulur
Sanasın
Arkada kimse yoktur.
Kim olduğu yazmaz
İnsanların alnında.
Böylece
Kapılar
Açılır kapanır,
Kâh hızla,
Kâh yavaşça;
Bazen bu geniş dünyaya,
Bazen yerin altına.
HAZAR MOTİFLERİ
Oğlum Paşa’ya
1. Eğlenceli geometri
(İki noktayı bir çizgi birleştirir)
Saat bir…
Aldırmadan gecenin bu saatine
Oğlum doğrular çiziyor
Arzın her köşesine.
Bağlıyor odasını
Nijerya’ya…
Masa lambasını
Bizden yana endişeli Ay’a.
Kâh da benim burnumu
Uzaklardaki Ateşli Toprağa
İşini bitiremeden
Kalkmıyor ayağa.
Hindistan’a yöneliyor
Kopuyor çizgi.
Yine gürültü koparmış
Bizim çifte komşular…
Bitmemiş henüz bu Hint destanı
Oğlumdan bu gece de alıyorum
Hindistan’ı.
Daha sonra mutfağımızdan
Bir çizgi çekiyor
Hüzünlü
Ve yılmaz Vietnam’a.
Ama duruyor aniden;
Çizgi yarım kalıyor
Çocuk masası üzerinde
Ufacık bir kâğıtta.
Yarısı bombalanıyor
Evimizden uzaklarda.
Çok üzülüyor oğlum
Ama usanmıyor bir türlü.
Çizgi bir buz kıran geminin peşinden
Arktika’ya uzanıyor,
Saldırıyor buzlara.
Onları bağlıyor
Henüz dokunmadığım
Bembeyaz kâğıtlara.
Çizgi duruyor yine aniden…
Bu kıran gemi ulaşamamıştır
Buzun son köşesine.
Oğlum bekliyor,
Kahraman kâşiflerimiz
Kutbu ne zaman
Boydan boya
Aydınlığa gark edecek diye.
Gece geç oluyor…
Çalışıyor kaç saattir…
Kafa kafaya getiremiyor
Oğlum bütün çizgileri.
2. Açık Pencere
Oğlumu düşünerek
Uydum gece.
Uykuda
Ülkeden ülkeye geçerek…
Sabah uyanıp bir sese
Dönüyorum yatağıma
Hangi ülkedeyse.
Kalkıyorum
Açılmış pencere
Güneşe,
Karıncaya
Ota
Çimene…
Temmuza
Ocağa.
Pencerenin gözleri nasıl da büyür
Güneş ışınları gibi
Açıldıkça yanlara.
Pencere gözlerinin hizasından
Bir doğru çiziyorum hayalimde.
Pasifik çakılıyor bir ucuna
(İçim az kalıyor ki uçuna[32 - Uçunmak – titremek.])
Öteki çizgi boylamla örtüşerek
Dünyanın patikası oluyor.
Yerin son noktasına varıyor.
Tutuyorum çizgileri
Babamın tuttuğu dizginler gibi.
“Ey kâinat.
Sen bir doru at,
Sürüyorum seni sahibin olarak.
Çekiyorum üçgen çizgilerini
Geriye,
‘Gel’, ‘gel’ diyerek.
Acıtsa da elimin nasırı
Dünya beriye gelerek
Penceremin önünde boy gösteriyor,
Doluyor evime
Dünya.
İnsan
Okyanus sesi…
Açılıyor evime
Dünyanın penceresi.
3. Boylam çizgisi üzerinde oyun
O zamanlar
Bir kütük üzerine
Uzunca bir sırık koyardık.
Her ucuna birimiz oturur
Şenlenerek oynardık.
Boylam üzerindeyim
Çocukluk hissindeyim.
Derim ki, ülkeler
Anlaşsalar aralarında…
Bazen dinlenmek için
Biraz esinlenmek için
Sevinçten mest olup,
Coşsalar,
Kaynasalar…
Boylam üzerine dizilip
Çocuk tek oynasalar.
4
Gözlerim sana hayran olmuş…
Bakışlarım boylam olmuş
Takılmış dünyanın en uzak noktasına.
Bakışlarımda ülkeler
Köyler,
Şehirler…
Bakışlarım dönmüş boylama…
Kâh trenle
Uçakla başa baş gidiyor,
Kâh dönüyor yana
Kâh dağ gibi yükseliyor
Kâh çırpınıyor okyanus gibi.
Neden gelmiyorsun?
Gönlüm bunu nasıl anlar?
Duymuyorsun,
Konuşmuyorsun
Gelmiyorsun,
Kırılıp dökülüyor boylamlar.
5. Oğlum resim çiziyor
Arkadaşımla deminden beri bir koca[33 - Koca – yaşlı kişi. Bu metinde ünlü yazar E. Hemingway kastedilmektedir.] üzerine
Yine ne biliyorsak söylüyoruz teker teker.
Oğlumun elindeki renkli kalem
Söylediklerimizi anında yakalıyor…
Diyoruz, belki bu koca
Bağlıdır dünyanın her köşesine;
Kâh Doğuda savaşmış,
Kâh Batıda…
Yanına yaklaşamamış ölüm bile.
O bronz alnındaki kırışlar
Bir ulusa,
Bir ülkeye
Bir yurda bağlıdır.
“Dünyayı yarınlara götürenlerden
Birisi de benim” derse haklıdır.
Bakıyorum oğlumun çizdiği resme,
Kocanın anlıdaki kırışıklar
Dönüyor
Ekvator oluyor
Boylam oluyor
Kâh Doğuya gidiyor
Kâh Batıya doğru yol alıyor.
Alnında düğümlenmiş çizgilerin düğümü…
Her çizgiye bağlanmış nice ülke var.
Koca azacık eğilmiş… Çizgileri çapraz,
Alnını öne çıkararak gidiyor.
Dönüyor yıldız oluyor yıldızlar arasında,
Akıyor alnından damla damla ter.
Peşi sıra yer gidiyor,
Galaksiler
Dolu mu dolu
Renkli balonlar gibi uçuyor.
Şimşek gibi gözlerinden nur saça saça
Sürükleyip evreni götürüyor bu koca.
1969
TAŞ
Yarı çıplak
Kadim insan
Düşmanına bir ok attı,
Kana battı.
Taş düşmedi ama yere,
Uçup gitti
Ufuklardan ufuklara.
Sanmayın ki taş kayboldu
Taş dönüştü bir ok oldu,
Oldu kılıç,
Gülle,
Mermi.
Durmadı tıpkı düşünce gibi,
Atom oldu.
Boylamları bölüm bölüm
Arzuları zerre zerre
Okyanusu parça parça
Kırıp geçti.
İşte o taş
Şimdi bile durmuyor,
Uçuyor nereye?
O nötron
Elektron…
Daha neler neler oluyor…
Ateş oluyor
Ölüm oluyor
Zehir oluyor.
Ey çağdaşım,
Hakikatin kan kardeşi
Durdurmak olmaz mı söyle,
Yarı çıplak
Yarı vahşi
Kadim insan
Atan taşı.
HAYATIM
Sade bir insanım ben,
Sadeden sade.
El kadarcık bir kâğıda sığmaz ama bu âlem.
Yazayım, nerede doğdum,
Yazayım, nerede okula gittim.
Üniversiteyi bitirdim.
Yazayım, mesleğim ne,
Yazayım, anam babam kim.
Peki, nerede kaldı
Çayırlarda bölük bölük
Koşan, duran o çocukların baharı?
Kanadını
Farkında olmadan kırdığım bir kuşun
İçimde ney gibi sızlayan acısı?
Nerdedir
Yanaklarının yaşını silip usulca
Menekşeye laleye sırdaş olduğum?
Dize kadar ot içinde, bazen de bir dal üstünde
Kâh yalnız bir söğüt, kâh da
Bir taş olduğum.
Korkarım söz açıp birini söylersem öteki kalır…
Aşkı içimde kalan bahçe de var, bağ da var,
Bakın, geliyor benimle ormanlar kol kola
Geliyor omuz omuza benimle karlı dağlar.
Vardır daha komşumuz, komşumuzun komşusu,
Daha sevgili dostlar, dostların da dostları,
Bin arzudan yaranmış bir insanın arzusu,
Bin baharın kokusudur bir insanın baharı.
Ben konuşsam, biliyorum, konuşur binlerce insan,
Ben gülersem, gülüyor gül, gülüyor ne kadar çiçek.
Her baharımda kaç bahar, her anımda kaç an…
Gözlerimde milyon bakış, göğsümde milyon yürek,
Tebessüme, Güneşe, insana gönül veren,
Bin ölenin kalanın hayatıdır hayatım.
Nice köyde şehirde yatıyorum yeraltında ben,
Ama daha kalabalığım yeryüzünde.
Büyüktür aşkım, adım,
Budur hayatım, ömrüm.
İşte diyorum içtenlikle
Sade bir insanım ben.
ÇOÇUK
Elimi kaşımın hizasına getirip
Bakıyorum çocukluğuma;
Ellerimle beslediğim yaramaz oğlağa,
Ellerimle yaptığım cennet bahçeye.
Eey… Bağırıyorum, duymuyor çocuk,
Bir daha bağırıyorum, cevap vermiyor.
Anlıyorum, sesim çıkmamış,
Rüyalarımdaki gibi.
Ama aniden duruyor çocuk,
Göz dolusu bakıyor uzaktan.
İyice dikkat edip beyaz saçlarıma
Kaçıyor,
İzi de kalmıyor çocuğun.
Kusurum,
Eksiğim,
Ben ve kederim…
Koşuyor,
Koşuyor
Bitiyoruz.
Gökte mi, yerde mi?
İçimde mi?
Birisi gülüyor içten:
“Ne dalmışsın” diyor: “Ne düşünüyorsun”
Bir derdin yoksa sen de gülersin,
Bıraksan yanındaki yoldaşlarını
Sen beni o zaman bulabilirsin.
1969
BU GÖKÇAY’DIR
Bu Gökçay’dır oğullarım,
gök dalgalı…
Bak, o dağlar başındaki
Mavi gökten akarak gelir.
Çok çimdim o çayda ben
Gelin, sizinle de çimeyim.
Daldık suya peş peşe,
Çocuk yaptı sular beni.
Bol daldım çıktım,
Evlatlarımın yaşındayım…
Onlar çocuk, ben çocuk
Çimmemiz uzun sürdü,
Güneşin al ışınlarıydı
Gök sulara uzanan.
Aramızda pek görülmedi
Bir yorulan, usanan.
Başka bir zaman olsa,
“Çocuklar yeter artık” diye
Başlardım söylenmeğe.
Ama şimdi beni de bir
Tutabilen lazımdı.
Çocuklar sevinçliydiler,
Göz kırptılar birbirine:
“Keyfi yerinde bugün, dinme bari”
Fark etmediler ki daldıkları
Bu suya dalınca
Kaybolup gitti babaları…
Biz çimdik huyu aynı,
Yaşı aynı üç kardeş gibi.
Hiç bozmadım neşelerini,
Doyunca çimdik öylece.
Onlar bu saf mavi sularda
Bense uzak anılarda.
ÖMRÜM
Ömrüm yalnızlıkta ziyan olurdu
Eğer olmasaydı güzel insanlar.
Benimdir onların sevinci, derdi,
Bana canım kadar yakındır onlar.
Bazen yüzleşirim özümle özüm,
Uğrarken bir yere güzarım[34 - Güzar – güzergâh] benim.
Yüz görmüş, bin görmüş, çok görmüş gözüm,
Bir değil, on değil mezarım benim.
Toprağın altında çok sıkılırım,
Toprağın üstünde ne kadar şenim…
Kâh sağa göz atıp, sola bakarım,
Her yerde ben varım, her yerde benim.
Diyerek: “Çok erken öldü, zamansız öldü”
Bazen çiçek bırakıyorum mezarım üste
Diyorum, az güldü, çok neşelendi,
Biraz güleyim, kalmasın içinde ukde.
Baksan bu dünyanın her tarafına,
Bir yerde mezarım var, bin yerde sağım.
Gök uçsa, yer kopsa ben ölmem yine,
Daha kaç kere yeniden doğacağım.
1954
ŞARKILARIN YUVASI
Gece oldu,
Sustu bütün şarkılar,
Sustu şehir.
Oğlum Paşa,
Oğlum Azer
Soruyorlar:
Şarkılar nerede uyur,
Yuvaları nerdedir?
Diyorum, Paşa
Diyorum, Azer
Sizin kalbinizde
Geceyi geçiriyor şarkılar.
Az sonra oğlum Paşa,
Az sonra oğlum Azer
Sevindirerek beni
Uyuyorlar, kalplerinin
Başucuna koyarak temiz,
Ufak ellerini.
GEL, AZER’İM
Senin yerin hastane,
Benimki boşluk,
Sahilsiz keder.
Tek sensin bu sonsuz ülkenin sahibi…
Gel beni bekletme bu kadar.
Gel gönlümün isteği,
Hasretimin düşmanı.
Sevinç teşnesi,
Sevinç dilencisi
Olmaya mı layık buldun beni?
Gel… Adın dudaklarımı
Yakıp yandırıyor
Aniden basılan bir köz gibi.
Gel, ayrılık adlı
En habis kanserin
Hekimi.
Gel, doldur gülüşlerinle dünyanı…
Keder yurtsuz yuvasız
Odasız kalsın,
Bir karış mekânsız kalsın.
Gel, her adımının altına
Gel, bıçak altında
İnleyen dünyam benim.
Kalbimin yuvası şiirimi atayım.
Canım,
Varlığım
Adım.
Gel, yaramın üzerine
Gülüşlerini sepele[35 - Sepelemek – serpiştirmek.],
Tebessümünü saç,
Sözlerini çile.
Senden bir ricası var
Babanın…
Gel, geri çevirme onu,
Gel ömrümün yolu.
Milyon umutsuzluk duvarını,
Tek bir “geldim” sözüyle
Yık da gel.
Sana güvenim var içimde,
O güvene bak da gel.
Gelir misin?
Seni iyice görebilmek için
Acımı mezar taşı gibi
Koydum ayaklarımın altına,
Kaldım bakına bakına.
Geleceksin.
Tanırım hekimlerini,
Tanırım seni
Bir kere bile geri çevirmemişsin
Babanın isteğini
1964
***
Çocuk diyor ki
Bana bir avuç deniz verin,
Bir bardak Kür verin,
Aras verin,
Tez verin.
Birce yudum su verin,
Bir tırmanışlık dağ verin…
Çocuk için dünya ev,
Gök de mavi bir tavan…
Çocuk için hisleri tek
Bütündür, saftır cihan.
Bence bu naiflik
Aslında dehayla aynı…
Bu his dahi yapmış
Belki de Einstein’ı.
***
Başının üstüne bak;
Turna katarı mı?
Yoksa bir şey görmedin mi?
Uçtu mu? Bitti mi?
Gözle görünmüyorlar artık…
Geçer başımız üstünden
Günler…
Saatler…
Anlar.
Karşılanmamış sabah,
Nefes dokunmamış gece,
Ne dersin başın üstünden
Sessiz, habersiz geçse?
Saçlarında günlerin ayak tozları kalmış,
Görenler der ki genç değil,
Yaşlanmış, kocamış.
Ne oldu, neden bozuldun,
Terledin puçur puçur[36 - Puçur puçur terlemek – terden sırılsıklam olmak.]?
Başının üstüne bak,
Göçebe günleri uçar…
Göçebe günler uçar.
İNSAN TEK DEĞİL
Uykuyu evden kovarak
Şiirim kurulmuş onun yerine.
Sabah başlamış yolculuğuna
Yazıp bozuyorum yine.
Güneş görünmüyor
Ama dağlar arkasından
Asmış ufuklara
Al yeşil tülbendini.
Açıyorum penceremi
Dinlendiriyor azacık
Serin rüzgâr beynimi.
Düşünüyorum, ben yalnızım
Dünya hâlâ yatmıştır.
Odam da yalnızlığın
Deryasına batmıştır.
Hayır, bu böyle değildir
Hatta şimdi bile
Ben bağlıyım dünyanın
En uzak köşesiyle.
Bağlıyım evrenin
Her gezegeniyle ben.
Bizi döndüren Yer’in
Mermi süratiyle ben.
Kalbim fena çarpıyor,
Doktora mı gitsem?
Arkadaşa mı danışsam?
Hayır.
Anlaşılan şimdi
Manyetik fırtınaları
Başlamıştır Güneşin.
Vuruyor dalgası beni,
Vuruyor dalgası yeri.
SANKİ
Sanki keder benim değil,
Ben kederin idim.
Kaç gündür deliyordu,
Bağrımı delik delik.
Kalbime söyledi ki,
Buna sahip çık,
Sadece sana değil,
Dostlara da dokunuyor.
Onların neşeli gününü
Aniden karartıyor.
Gözlere yağmur serpiyor,
Boğazları tıkıyor.
Geleceği, geçmişi
İradeyi umudu
Düşmenin nefretini
Topladım bir ordu kurdum,
Onu parça parça
Her gün yonttum, azalttım.
Onu nefesimle
Damla damla erittim,
Teslim olmuyordu
Direndi son zerresine kadar.
Son zerresi de kalbe
Saplandı iğne gibi.
Aldım onun elinden
Hayatımı,
Dostları,
Bir de bugün yazdığım
İşte bu yeni şiirimi.
ŞAİR
Resul Rıza’nın 50 yaşı dolayısıyla
Dünyada çoktur şair,
Nasıl sayayım hepsini birer birer.
Şair var ömrünü
Başlamadan bitirir.
Cansız eseriyle bir arada
Ömrünü de yitirir.
Şair var medet umar
Kafiyeden vezinden.
Şair vardır kendini
Başkasına benzeten.
Ama şair de var ki,
Zamanenin öz oğlu…
İdrakin zirvesinden
Hissin yangınlarından
Geçiyor şiirinin yolu.
Yüzyılın ahengi- vezni,
Mukayyet kafiyesi.
Kâh kavuşan çifte yürek,
Kâh da orkestranın
Çarpışıp gürleyen
Vurmalı aleti tek.
Mısraları Ay’ın
Denize saldığı
Nur şeridi gibi oynak.
Kâh da ağır vagonlu
Çifte raylar gibi
Dümdüz,
Kudretli, güçlü, parlak.
Kâh kısa yol…
Menzile çabuk ulaştıran kestirme yol.
Kâh da bu dünyanın
Göğsüne dolanan
Ekvator ile
Meridyen.
Böyle şair de vardır;
Onun ömür yolu
Bir ebedi yazadır.
O sözler serkerdesi[37 - Serkerde – komutan.]
Düşünceler kahramanı
Resul Rıza’dır.
***
Kimse beni anlamaz,
Belki açıklığımdandır.
Kafiye tam olmasa da
Belki yandığımdandır,
Beni dehşet
Sarmış çok…
Karanlığı körler de görür,
Hünerin varsa eğer
Herkese ışık saçan
Güneşin kızıl gözlerinin
İçine doğru bak.
ÖLÜM, SEVİNME ÇOK
Samet Vurgun’a
Ölüm, şöhretin mi azalırdı, desene,
Biliniyordu zaten cihanda adın.
Sana ne olurdu, ne olurdu, desene,
Böyle bir insana dokunmasaydın.
Gidiyor, şair, sanatkâr gidiyor,
Bu giden her gelip gidenden değil.
Ölüm, sevinme çok… Bu sevinç nedir?
Bu ölen ki her ölenden değil.
O yazdı, yarattı hayat namına,
Onun her şiiri ölümdür sana.
1965
KIŞ GÜNÜ
Ayaz,
Soğuk…
Araba kıpırdamıyor durduğu yerden.
Şoför
Sinirli sinirli
Ellerini dizine vuruyor:
“Benzini az almışım” diyor.
Çalı çırpı topladık
Bir ateş yakalım diye.
Ateş tutuşmuyor.
Şoför el yazma kâğıtlarıma bakıyor
Gözünün ucuyla…
Çıkarıyorum teker teker
Bu balad
Bu şiir
Bu hiciv…
Kibritin titreyen alevinin
Önüne atıyorum.
Tek bir şiir kalıyor ki
Onu yakmayı düşünmediğim gibi
Yayınlamayı da düşünmemişim.
Gözümde kararıyor dünya,
Ateş ister tutuşsun,
İster tutuşmasın;
İster damarlarımda tel gibi
Sertleşsin kanım,
İster ayazda yanayım…
Vermem bu şiiri.
Vermem gönlümün
Kutsal bir köşesindeki
Bazı şiirleri veremeyeceğim gibi.
Duygulandım bir ara
Editörlük yapan ayazın soğuk sözünden…
Anladım insan ne denli yanılırmış…
O kadar şiir arasında
Sadece bir şiirim varmış.
BÜLBÜL’ÜN[38 - Azerbaycan’da 20. yy ortalarında yaşamış ünlü tenor.]ANISINA
Ne seni konuşturdu ölüm
Ne bizi,
Söndürdü
Nağmelerle çarpan nabzı.
İnsan denizinde bir kayık gibi
Akıp gitti tabutun.
Ve aniden yükseldi sesin,
Yükseldi,
Söyledi: “Üzüntüyü unutun”
Herkes düşünceye daldı,
Seni dinledi.
Coşup birbirine söyledi binlerce gönül:
Herkes gibi ölümlü Bülbül’ü
Şarkılarla defnediyor ölümsüz Bülbül.
VAN GOGH’UN GÜNEŞİ
Irwing Stoun’un Hayat Teşnesi kitabını okurken
Sabahtan akşama kadar
Dolaştı güneş altında;
Güneşi gördü, doydu,
Fırçasını kudretiyle
Dünyada başka
Yeni
Bir Güneş yaratmak için.
Yaktı varlığını
Güneşin her ışını,
Kavruldu bet benzi.
Döküldü dalga dalga
Göğsüne, başına
Güneşin al denizi.
İçindeki ateş bir tarafta,
Gökteki ateş öteki taraftan…
Korkmadı,
Çekinmedi
Van Gogh bu yangından.
Bakmadı kızgın Güneşin
Alevine,
Közüne…
Topladı bir ucu gökte
Bir ucu yerde olan
Altın ışınları
Kabarmış göğsüne
Kalbine,
Gözüne…
Tutundu ışınlara
Güneşi sürükleyip
Yere getirmek istedi.
Güneşin koynunda
Yanıp yanıp
Yakılmak…
Güneşin koynunda
Bir ebedi
Vefalı
Sakin olmak istedi.
Alıştı tutuştu
Van Gogh.
Bir ucu gözlerinde
Bir ucu gökte olan
Koca evreni dolduran
Ateşi arşa direk
Işınlar arasında…
Renklerin efsanevi
Karmaşık dünyasında.
Görenler düşündüler:
“Yazık, bezmiş hayattan
Kendine zulmediyor.”
Aniden
Çöktü Van Gogh’un
Işığa
Renge susamış
Aç gözlerine
Sanki kutup karanlığı.
Çarpmıştı aşkın
Aleviyle onu Güneş
Kavuşmuştu
Van Gogh’a…
Bir daha ayrılmamak
Uzak olmamak için.
Van Gogh sendeledi
Ellerini uzattı
Güneşin gecesine
Karanlığın göklerine.
Güneşi yakalayıp sevmek
Saklamak arzusuyla.
Düştü sonra Güneşin
Karanlık doruğundan.
Yüzüne su serptiler…
Güneş söner mi suyla?
Fena yanıyordu Van Gogh,
İçi gürültüde kavgada…
Bir güneş tutuşuyordu
Göğsünde göğsü boyda,
Yüzünde yüzü boyda.
Yanmış dudağından
Bazen köz gibi düşen
Sözünde sözü boyda.
Gece yarı olmuştu artık.
Bitmişti görüşler,
Hoş sohbetler,
Gülüşler.
Dökülüveriyordu Van Gogh’un
Dudaklarından arada bir
Küçük küçük güneşler:
“Neden battın ey Güneş?
Ateşin var,
Işığın yok.
Gel gözlerime düş benim…
Ey acısı
Derdi hoş;
Ey yanışı vefalı,
Ey varlığım,
Ey canım,
Ey sevgili düşmanım.”
KÜR’E YAĞMUR YAĞIYORDU
Güneş batıyordu Kür’de
Durmuştum sahilde ben.
Sularda köprü vardı…
Sanki kızıla boyanmış Kür,
Güneşten akıyordu.
Bir ağaca yaslanıp, duruyorum deminden beri
İnsan mıyım, taş mıyım, ağaç mıyım? Bilemem.
Ben kendimin değilim, ne yerdeyim ne gökte
Başka bir âlemdeyim, bir daha dönüp gelemem.
Kür’e yağmur yağıyordu…
Sularda renkli bir yağmur.
Böyle bir yağmur başka bir yerde görülmemiş.
Geniş ovalar tarafında yağmur yağıyor rengi
gümüşü
Göklerin tebessümü, tabiatın gülüşü.
Kür’ün ortasındaysa… Güneşin karşısında al,
Al kırmızı bir yağmur,
Al kırmızı bir hayal.
Samuk[39 - Samuk – orman adı.] ormanlarının kapkara gölgesinde
Yağmur görünmüyor göze.
Kür suları orada ufak ufak oynuyor,
Sanki yağmurdan değil,
Kendi kendine kaynıyor.
Kür’e yağıyordu yağmur,
Kür’e yağmur yağıyordu…
Onun bin rengi vardı.
Yağıyordu altın yağmur… Yağıyordu gümüş
yağmur
Siyah yağmur, gri yağmur,
Nerde buluşur yağmur.
İnanmadım gözlerime…
Dedim burada bakan ben miyim?
Yoksa bir rüya mı gelip geçti gözümden.
Hiçbir yerde hiçbir zaman
Böyle bir şey olmamış,
Ben yoktum orada…
Kür’e yağmamış yağış.
KÜR’Ü GÖRDÜM
Kür’ü gördüm, akıyor yavaş yavaş,
Yükseltmeden süratini.
Plaj fotoğrafçıları gibi
Çekerek hepimizin suretini.
Birden hayretler içinde kaldım…
Şimdiye dek sanıyordum
Kür bir yönde akıyor.
Ama gördüm ki
Yan taraflarda burulup
Geriye dönen dalgalar da var.
Kaynaktan ayrıldıklarına
Pişmanmış gibi
Bir süre geriye akıyorlar.
Duranlar da var,
Soluklanıyormuş gibi
Ya da
Dostlarına “geç geç” diyerek
Kibarlık gösterirmiş gibi.
Göl de var;
İçi su sahili su.
Dalgalar köpük yeleli
Tutmuş el ele
Oynuyorlar ……. ……..
Bazı yerleri de var…
Sanki görünmez bir şeyler
Burula burula
Saplanıyor suya.
Suda kocaman bir burgaç oluşuyor,
Sanki dalmaları için
Yer açıyor
Güneş’e
Ay’a.
Daldım sulara
Gördüm altta başka bir akım var
Daha soğuk
Daha hızlı.
Arttı içimdeki şaşkınlık…
Altta da başka bir Kür,
İleriye
Geriye
Akan Kür.
Oynayan Kür
Duran Kür.
Kür kaç tanedir
Kür ne güzel görünüyor.
İçim dopdolu hayret.
Merhaba Kür’üm,
Seni olduğun gibi
Görebildim nihayet.
HEP SEFERDE[40 - Sefer – seyahat, gezi.]
Trenler duranda
Uçaklar inende…
Bence bitmez sefer
Seferdesin yine de.
İnsan dünyaya benzer
Seferdedir ebedi.
Bana göre otursa da
Bir taşın üzerinde.
Anlamlı bir kitabı
Karıştırıyorsa eğer
Güzel bir seferdedir.
Uyurken her gece
Uykusu
Köprü ise
İki gün arasında
Seferdedir o insan.
Hatta mezardaysa
Anısı dostlarına
Bir tepe aşmak için
Güç veriyorsa eğer
O yine seferdedir.
Menzile çok kalmış daha.
Seferdedir,
Yol gidiyor.
MARTILAR
Ama da çoktur Neft Taşlarında
Martılar.
Martılar..
Martılar…
Bir gün gördüler
Dalgalarda insan da var.
Bağrıştılar
Martılar.
Şehir kurdu sularda insan,
Korkuda bağrıştılar martılar.
Korktular, vatan dedikleri deniz
Ellerinden alınacak diye.
Yanlışlarını anladılar,
Barıştılar martılar.
Şimdi de
Yemekhanenin önünde
Görüldüğünde martılar
Onlara pencereden
Yem atılır.
Her gün buraya katar katar
Uçup geliyor martılar.
Neft işçileri gibi tam zamanında
Sabah sabah
Martılar.
Martılar..
Martılar…
RÜZGÂR, DENİZ GECE, ÖLÜM VE SELİM
(Balad)
Şehir yeni yeni kuruluyordu
Rüzgâr coştu
Deniz coştu
Haddi aştı
Deniz taştı
Her dalgası
Ada şehir üzerinde
Ufalanan
Ağır bir taştı.
Ada-şehir üzerinde
Denizin taş yüreğine
Basıp
Sağlam dayanmıştı.
Şaha kalkıp
Dalgalardan kopuyordu,
Dalgaların mavi dağları da
Gökyüzünde birden sökülüyor,
Dökülüyordu
Gökler gibi şehrin üstüne…
Az kalsın yıkıyordu
Çelik tahta caddeleri
Sokaktaki direği de
Yürekteki direği de.
Koparmak istiyordu
Yüreklerden
Sevgi demirini
Genç şehrin.
Abanıyordu şehrin üzerine
Korkunç
Dev şelalesi
Boz Hazar’ın.
Kişniyordu
Deniz…
Rüzgâr…
Bağırıyordu
Bir at gibi,
On at gibi,
Yüz at gibi…
Kırat[41 - Kırat, Dorat veya Dürat – Köroğlu hikayesindeki ünlü atlar.] gibi,
Dorat[42 - Dorat – Doru at.] gibi.
Keleşlerin atı gibi,
Bozat[43 - Bozat – başka bir destanî at.] gibi.
Birdenbire çizgi koptu
Işık söndü.
Tatlı ne var hayat gibi?
Artık gözlere gerek yok…
Deniz ‘ölüm’
Rüzgâr ‘ölüm’
İnsan ise ‘ışık’ diyor.
Bir yiğit gerek
Ölümün gür dalgaları
Parçalanan sert dalgaları,
Islıkları
Gürültüsü arasında
Arasın da
Sorsun da
Gidip varsın
Parçalanmış
Bir sinire.
Gerektir ki nice ölüm yutsun…
Ve sindirsin.
Ada-şehir kenarında
Dört ayaklı küçük bir oda
Titriyor üşütmüş
Zürafa gibi.
Midesinde altı genç.
Birisi ayağa kalktı: “Gitmem gerek,
Buna bir çare etmem gerek.”
Ötekisi: “Gitme, gerek yok,
Mahvolursun.”
“Gideceğim” diyor kalbi.
Yanıyor fener,
Işık huzmesi
Bölüyor karanlığı.
Kalın, kaba sert geceye
Saplanmış hançer gibi
Işık saçıyor.
Erimiş incecik bir şerit gibi kaldı gece.
Beş gencin beşi de
Kalkıp gitti
Arkadaşlarının peşinden
Koşarak…
Dalgayla beraber
Rüzgarla beraber
Soğukla beraber
Ölümleri kucaklayarak.
Öndeydi ışık, Selim.
Fenerinin ışık huzmesi
Çalışıyordu kürek gibi,
Yerle Göğü birleştiren
Karanlık denizinde,
Kâh derinde, kâh yüzeyde.
Işık huzmesi
Bir direğe
Tutundu sıkıca.
Bu imiş demek.
Tırmandı Selim,
Tırmandı Selim,
Tırmandı Selim,
Tırmandı deniz,
Tırmandı rüzgar…
Bir direkte
Selim,
Işık,
Deniz,
Rüzgâr…
Selim der ki varsam gerek,
Parçalanmış telleri
Bağlasam gerek.
Kalkıyor Selim,
Gücünü kaybediyor,
Kâh duruyor
Kâh kayıyor.
Kalkıyor Selim…
Dişleriyle dostlarının
Sözlerine tutuna tutuna.
Sözler kayboluyor dalgalarda.
Direk titrek bir dor ağacı[44 - Dor ağacı – gemi direği.],
Şehir- gemi
Kalkıyor Selim.
Gücünü kaybederek sarararak
Elindeki fener ölüyor,
Onu fırlatıyor Selim.
Karanlığın boşluğuna
Dalıyor Selim.
Telleri
Ara…
Ara…
Ara…
Ar…
Arayıp buluyor Selim.
Islak teli yakalıyor Selim.
Her elinde bir tel var
İç çekiyor,
Kalbi çarpıyor…
Çarpıyor…
Çarpıyor…
Bir avucunda aileler,
Bir avucunda ada-şehir…
Avuçları insan dolu,
Okul dolu,
Yollar dolu,
Bahar dolu.
Bağlıyor paslı
Kaba bir telle
Tebessümü tebessüme
Aileyi aileye.
Üst de deniz
Alt da deniz.
Yanıyor ışıklar…
Altın deniz.
Bölüyor karanlığı
Dalgaların başı üzerinden
Fırlıyor uzaklara.
Çarpıyor suyun üzerine
Diyor ki, al doldur gözlerine…
Serpiliyor karanlığın
Parçaları
Sağa sola.
Uyanıyor şehir
Yeniliyor rüzgar.
Korku
Ölüm
Hazar.
Sabah sabah
Herkes koşuyor kulübe
Kahramanı görelim diye.
Bari bir selam verelim diye.
Uyanıyor Selim bu sese
Pencereden bakıyor,
“Bir şey mi oldu?”
Ona diyorlar ki,
Gidiyorlar kahramanı görmeğe
Sabah sabah.
Selim de kalktı
‘Ben de gideyim
Bakayım’ diye.
Giyindi,
Gitti
Kahramanı görmeğe.
***
Geldim bu yerlere
Ve ellerimi
Ensemde kavuşturarak
Uzandım laleli otlar arasına…
Gözümde gönlümde baharlı merak.
O kadar baktım ki mavi göklere
Onlar anladı beni
Göğsüme indi.
Ağlayan söğüdün altından akan
Ark da ‘Ali’ diye yavaşça dindi[45 - Dinmek – dil açmak, konuşmak.].
Bahar gül çiçekle yağdı başıma
Dinip danışmadan boşaldım doldum.
Uzandım öylece…
Kavuştum yere,
Sonunda kendim de yer kadar oldum.
***
Kız bakıyor uzağa
Uzak yerlere
Işıklar içindeki
Kalabalık şehirlere,
Işıkları açık pencerelerden
Sel gibi fışkıran
Beyaz salonlara,
Sabaha dek dans eden
Şuh civanlara.
Arıyor
Arıyor saadetini,
Dünyada biricik muhabbetini.
Kız bakıyor
İçleniyor
Boynunu bükmüş.
Ama o bilmiyor, bilmiyor kesin,
Onun saadeti
Yanı başında durmuş.
HERKESE MEKTUP
Tesadüfen yolda bugün
Üzerinde adres yazmayan bir mektup buldum.
Açtım.
Baktım.
Satırları
Genç bir kızın
Tebessümü ışığında
Yazılmıştı.
Orada arzu kokusu vardı,
Çiçek açıp bahar olmuştu.
Yazı kalp yazısıydı;
Aşk yolu
Deli dolu
Bazen eğri… Duyguların
Sert dönüşü.
Bazen doğru… Düşüncenin duygunun
Söz birliği
Buluşması.
Yer yer de okunamıyordu.
Böyle bir mektup
Gerçekten seven kalbe
Misafir gelir
Bir kere.
Gençlik gibi…
Ömür gibi.
***
Söz dedim
Sözümü yere saldı.
Kendisini kaybettim
Kitabı kaldı.
Okudum
Hoşuma gitti.
Eskisi gibi alkışladım
Ama hayattakini değil,
Kitaptaki dostu.
ÖZGÜR İNSAN
Sokakta öyle konuşuyor ki,
Sanırsın bütün insanlara
Konferans veriyor.
Sesi de güzel.
Birisinin fısıltısını bölüyor,
Başkasının düşünce dolu sessizliğini.
Sanki herkesin özgürlüğü
Verilmiş buna.
Edepten özgür
Saygıdan özgür
Her şeyden özgür
Her şeyden arı[46 - Arı – arınmış, pak, saf.].
Konuşuyor âli, âli[47 - Ali – yüce, yüksek.].
Bağırıyor kadı kadı,
Cehaletin bu sevimli
Bu özgür evladı.
***
Yalnızlık boşluk değil,
Seni bekleyen var ise.
Doludur umut güneşiyle,
Hasret hilaliyle,
Kırılgan bir hüznün alacakaranlığıyla.
Doludur Brezilya stadı gibi
Kaprisle, nazla,
Çılgınlıkla,
Jean d’Ark gibi kahraman umuduyla.
Bekleyenin yoksa
Yalnızlığın da yok.
Dünya nereden başlar
Tamamını
Bilmiyorsun.
Dünyayla nerede bütünleşirsin
Onu da bilmiyorsun.
Yaşıyorsunuz
Birbirine bir umut pırıltısı
Vermeyen
Kötü komşular gibi.
Yalnızlık istiyorum…
Büyük, derin,
Dolu bir yalnızlık.
ŞAŞIRMAK İSTİYORUM YOLUMU
Kayboldum bu şehirde ben,
Adresi unuttum.
Öyle garip oldum ki,
Adımdan bile korktum.
Şimdi Doğu ne,
Batı nedir?
Şimdi her şey çok gariptir…
Şimdi sol sağımdır,
Şimdi sağ da solumdur.
Şehrin tamamı evimdir,
Bütün yollar yolumdur.
Gözden kaçırtmıyorum
Bir karış kaldırımı ben.
Çabuk olan akşamı ben,
Şehrin sakini ben,
Şehrin ressamı ben.
Dolaşıyorum, geziyorum
Deminden her yanı ben.
Şehrin çok düşünceli,
Çok sevecen başkanı ben.
Dolaşıyorum,
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/ali-kerim-32669323/secme-siirler-69499429/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
Kür – Başlangıcını Çoruh vadisinden alarak, Gürcistan üzerinden Azerbaycan’a geçen ve Hazar Denizine ulaşan büyük bir nehirdir.
2
Öğrenelim.
3
Mil – Azerbaycan’da tarım ürünleriyle ünlü bir bölge.
4
Camekân
5
Muğan – Azerbaycan’ın iç kesimlerinden güney sınırlarına kadar uzanan geniş bir tarım bölgesi.
6
Düz – ova, düzlük.
7
Yay – Yaz mevsimi
8
Haray – İmdat sözcüğü, haykırış,
9
Şirvan ve Karabağ bölgelerinde sulu tarımı desteklemek için yapılmış iki önemli sulama kanalı.
10
Deyir – der, söyler.
11
Neft – petrol. Neft Taşları, Hazar Denizinde birkaç kayalık ada etrafında geliştirilen ve çok sayıda petrol çıkarma platformlarını birbirine bağlanmasıyla oluşturulan işçi kasabası.
12
Hazrî – Hazar Denizinde ve batı kıyılarında kuzeyden esen sert rüzgâr.
13
Neftçi – Petrol işçisi
14
Çiğin – omuz.
15
Zil – tiz; zile çıkmak – tiz sesle bir şeyler söylemek; mecazi anlamda ‘bağırmak’.
16
Telesmek – acele etmek.
17
Çisek – çiseleyerek yağan yağış.
18
Gubar –hüzün, keder (mecazi anlamda).
19
Burulmak – dönmek
20
Hazri – Hazar’ın Azerbaycan kıyılarında karadan denize esen rüzgâr.
21
Gilavar – Hazar’ın Azerbaycan kıyılarında denizden karaya esen rüzgâr.
22
Külek – rüzgâr
23
Gelek – gelelim.
24
Araba – kağnı
25
Koşun – askeri birlik.
26
Hanende – şarkıcı
27
Od – ateş.
28
Şair Nesimi kastedilmektedir.
29
Kepez, Şahdağ – Azerbaycan’ın kuzeyinde ve kuzeybatısında dağ adları.
30
Sabir – Ünli şair Mirza Ali Ekber Sabir kastedilmektedir.
31
Haray – imdat çağrısı; yüksekten sesleniş.
32
Uçunmak – titremek.
33
Koca – yaşlı kişi. Bu metinde ünlü yazar E. Hemingway kastedilmektedir.
34
Güzar – güzergâh
35
Sepelemek – serpiştirmek.
36
Puçur puçur terlemek – terden sırılsıklam olmak.
37
Serkerde – komutan.
38
Azerbaycan’da 20. yy ortalarında yaşamış ünlü tenor.
39
Samuk – orman adı.
40
Sefer – seyahat, gezi.
41
Kırat, Dorat veya Dürat – Köroğlu hikayesindeki ünlü atlar.
42
Dorat – Doru at.
43
Bozat – başka bir destanî at.
44
Dor ağacı – gemi direği.
45
Dinmek – dil açmak, konuşmak.
46
Arı – arınmış, pak, saf.
47
Ali – yüce, yüksek.