Şiirler, Karasözler
Abay (İbrahim) Kunanbayev
Abay (İbrahim)
ŞİİRLER, KARA SÖZLER
Abay’ın 175’inci yılına armağan
ABAY HAKKINDA SÖYLENENLER
Nursultan A. NAZARBAYEV:
“Biz Abay’ı tanıtmakla Kazakistan’ı âleme tanıtacağız. Kazak halkını tanıtacağız. Abay, her zaman bizim ulusal şiarımız olmak zorundadır.”
Kasım J. TOKAYEV:
“Âlim, filozof, şair, münevver, ulusun yeni edebiyatının temellerini kurucu, çevirmen ve bestekâr olan Abay Kunanbayev’in ülke tarihinde sönmez bir iz bıraktığı şüphesizdir. Ulusun cibilliyeti, doğal yapısı, hayat tarzı, gündelik işleri, dünyaya bakış açısı, mizacı, canı, dini, maneviyatı, dili ve ruhu onun şiirleri ile nasihatlerinde yansımasını bulmuş, daha sonra ‘Abay âlemi’ denen eşsiz bir kavram olarak değerlendirilmiştir.”
Muhtar AUEZOV:
“Abay cesareti, Abay sesi, Abay hayatı, zamanın nefesi, halkın sesidir. Bugün o ses, bizim sesimize karışıp, yankılanarak, yeni bir dünya görüşüne dönüşüyor.”
Ahmet BAYTURSUNOV:
“Kazakların baş ozanı Abay Kunanbayev’dir. Kazaklar arasında, eski ya da yeni zamanlarda, bizim bildiğimiz ondan büyük ozan yok.”
SUNUŞ
Büyük bilge, şair, yazar, düşünür, eğitimci, bestekâr ve çevirmen Abay Kunanbayulı’nın hayatı ve edebî şahsiyeti üzerine yapılan çeşitli araştırmalar Alaş Orda Muhtariyeti döneminde başlamış ve zamanla artarak devam etmiştir. Abay araştırmaları, özellikle Kazakistan’ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra Kazakistan dışında Türkiye başta olmak üzere Türk dili konuşan ülkelerde büyük hız kazanmış ve eserleri Türk dillerine aktarılmıştır. Bu alanda uzun yıllar süren özverili çalışmalar neticesinde yüce şair Abay’ın kara sözleri ile bazı şiirleri de değerli dostumuz Zafer Kibar tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmış, 2014 yılında Türk okuyuculara sunulmuştu. Ancak aradan geçen zaman zarfında baskıların tükenmiş olması sebebiyle Uluslararası Türk Akademisi olarak kuruluşumuzun 10’uncu ve bilge Abay’ın doğumunun 175’inci yılında bu eserleri yeniden yayımlamayı uygun bulduk. Yeni baskılara, ilk baskılarda yer alan şiirlerle kara sözlerin yanı sıra çevirmenin Türkiye Türkçesine sonradan aktardığı farklı şiirler de dâhil edilmiştir.
Usta şair ve yazar, az ve öz sözle derin anlamlı eserler vermiştir. Eserlerin çevirmeni tarafından her ne kadar sade bir üslupla yazıldığı belirtilse de Kazakların bile ilk okuyuşta kolay anlayamadıkları, hem sözü hem özü güçlü şiirlerle kara sözleri Türkiye Türkçesine çevirmenin kolay olmadığı muhakkaktır. Buna rağmen Abay mirasını aslına sadık kalmakla birlikte akıcı bir üslupla anlaşılması ve okunması kolay olacak bir biçimde çevirmeyi başaran Zafer Kibar’a teşekkür ederim.
Söz sanatının zirvelerinde, bilgi okyanusunun derinliklerinde bulunan büyük şahsiyet Abay, şiirleri ve kara sözlerinde genel olarak din ve ahlak, eğitim ve bilim, adalet ve dürüstlük, dostluk ve sevgi, iyi insani özellikler gibi konuları ele alır; insanları durmadan okumaya, öğrenmeye, yeni bilgiler edinmeye, düşünmeye, zihni açık tutmaya, gayretli olmaya, vatanı sevmeye, ana dile saygı duymaya, iyi insan olmaya davet eder. Öyleyse zekânın, eğitimin, bilginin, bilimin ön plana çıktığı çağdaş dünyada şüphesiz ki Abay’ın öğüt ve nasihatlerinden, dünya görüşünden edineceğimiz bilgi, alacağımız ibret derya gibidir.
Türk Dünyası’nın sönmeyen yıldızı Abay’ın eşsiz öğüt ve nasihatlerinin insanlığa ışık ve manevi güç kaynağı olması dileklerimle…
Prof. Dr. Darhan KIDIRALİ
Uluslararası Türk Akademisi Başkanı
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ
Değerli okuyucular,
Abay Kunanbayev’in eserlerini, tıpkı kendisinin yaptığı gibi, mümkün olduğunca sade bir üslup ile Türkiye Türkçesine aktararak bilgi ve beğenilerinize sunmaya çalıştım.
Bilgi dağarcığımıza binlerce merkezden yönelen doğru veya hileli bilgileri sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek ve ulusumuzu daha da yüceltecek hakikatlere ulaşabilmek için, büyük düşünürlerimizden Peyami Safa’nın deyişiyle “öncelikle kendi klasiklerimizi okumalıyız” diye düşündüğümden, bu çalışmayı yaptım. Bizim büyük klasiklerimizden biri de, hiç şüphe yok ki Abay’dır.
Abay’ın edebî mirası, ilk kez, 2002 yılının Mart ayında, Murat Muhtarulı Avezov’un Ankara’da yapacağı bir konuşma için hazırladığı metnin Türkçe yazımını kontrol ederken dikkatimi çekti. “Sen de bir kirpiş osı düniyege, ketigin tapda bar kalan” diyordu, Abay. Bu veciz sözden aldığım esinle, aşağıdaki şiiri yazmıştım.
Abay’ın Sesi
Sesi yankılanıyor tarihin derinliklerinde,
Bak ne diyor, Abay Kunanbay milletime;
“Sen de bir kerpiçsin, bu dünyada,
Gediğini bul da, git yerleş oraya.”
Çağ kapandı, çağ açılıyor,
Fikrimde muammalar çırpınıyor,
Hangi yol hakikate gidiyor,
Hangi hakikat milletimi yüceltiyor?
Aklımız, kanatlı bir kerpiç gibi esrimekte,
Aydınların her biri, başka bir yöne çekmekte,
Gediğim nerede, Şanzelize yollarında bir taş mı,
Yoksa altın renkli bir kaya mıyım, Han Tengri’de?
Çalışmalarımda; Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektör Yardımcısı olarak görev yaptığım 2002–2003 yıllarında hazırlanması için uygun ortamı sağlamaktan kıvanç duyduğum ve değerli dostlarım Kenan Koç, Ayabek Bayniyazov ve Vehbi Başkapan üçlüsü tarafından çıkarılan “Kazakça-Türkçe Sözlük” yanı sıra, merhum eski kayın atam Ahmedi Iskakulı’nın yönetiminde 1970’li yıllarda hazırlanan 10 ciltlik “Kazakça Açıklamalı Sözlük” ile TDK’nin “Büyük Türkçe Sözlük”ünden faydalandım.
Bu eserler, ilk kez 2014 yılında, Kazakistan Cumhuriyeti’nin Saygıdeğer Ankara Büyükelçisi Canseyit K. Tüymebayev’in teklifi üzerine Türk Dünyası Kültür Başkenti Eskişehir’in Saygıdeğer Valisi Güngör Azim Tuna’nın onayı ile beşer bin adet bastırılmış ve dağıtılmıştır. Geçen zaman içinde kitaba erişmek isteyen ancak erişemeyen insanlar da olmuştur.
Ayrıca Nur-Sultan şehrinde faaliyet gösteren Uluslararası Tercüme Bürosu’nun talebi üzerine daha önce çevirdiğim şiirleri ve kara sözleri gözden geçirdim, bazılarını yeniden düzenledim. Daha önce ulaşamadığım için çevirmediğim pek çok şiir ile bir adet uzun şiirin de çevirisini yaparak bu kitaba ekleme fırsatı buldum.
Aslının şahaneliğine layık olması için büyük bir özveri ile çevirip yeniden yazdığım bu eseri değerlendirerek yayınlanmasına destek olan Uluslararası Türk Akademisi’ne ve Başkanı Saygıdeğer dostum Prof. Dr. Darhan Kıdırali Beyefendiye minnettarım.
Ülkemizin şair, yazar ve bilge insanlarına esin vermesi; okuyan herkesi Allah aşkı-insan sevgisi, merhamet ve adalet içinde aklıselim ile yaşamaya sevk etmesi dileklerimle…
Zafer KİBAR
ABAY (İBRAHIM)
Abay (İbrahim), Semey Bölgesi’ndeki Şınğıs (Cengiz) Dağı’nın eteklerinde, 1845 yılında dünyaya geldi. Abay’ın öz babası Kunanbay, atası Öskenbay, önceki atası Irğızbay’dır. Atalarının hepsi kadılık yapmış kişilerdir.
Abay on yaşına geldiğinde, babası O’nu, Semey şehrindeki Ahmet Rıza Medresesi’ne eğitime gönderdi. O dönemdeki bütün medreseler gibi, bu medrese de sadece dini eğitim veriyordu. Eğitim dili Arapça ve Farsça idi. Abay, bu medresede üç yıl eğitim aldı. Medresedeki eğitimi yanı sıra, kendi kendine Arapça, Farsça ve Çağatay dillerinde yazılmış masal, destan ve hikâyeleri de okuyordu.
Abay, üçüncü yılında, Semey şehrindeki Mahalle Mektebi’ne kaydoldu ve Rusça öğrenmeye başladı. Fakat buradaki eğitimi uzun sürmedi. Üç ay sonra, yaşı on üçe geldiğinde; hem Rusça, hem Arapça, hem Farsçayı çok iyi derecede öğrenerek, eğitim-öğretimini tamamlamıştı.
Bütün çocuklarına karşı sert olan Kunanbay, Abay’ın akranlarından üstün olduğunu erkenden sezmişti. Dolayısıyla, O’nu kendi yanına alıp, kadılık işlerinde çalıştırmaya başladı. Başlangıçta babasının getir-götür işlerini yaptı. Yavaş yavaş büyük toplantılara, davalara katıldı. Böyle bir ortamda yaşayan Abay, kendisinin yaşına başına uygun olmayan çok ağır yükümlülükler üstlendiğinden çabuk gelişti. Şehirdeki eğitim yıllarında Doğulu ozanları ve şairliği sevmeyi öğrenen Abay, bu dönemlerinde, halkın tavır ve davranışlarını gözlemleyerek kendini geliştirdi. Bu genç öğrenci, halkı tanımak ve onu erkenden çözümleyebilmek suretiyle düşüncelerini olgunlaştırdı.
Abay, büyüdükçe, dava ve çekişmeleri şiirle anlatmayı alışkanlık hâline getirdi. Özellikle delikanlılık döneminde, kızlara ithaf ettiği tanışma mektuplarını çoğunlukla şiirle yazıyordu. Fakat o dönemdeki şiirlerinin çoğu, kendi de dikkat etmediği, başkaları da saklamadığı için unutuldu.
O, gittiği her yerde, kimi zaman uzun, kimi zaman kısa, pek çok konuda şiirler söyledi, yazdı. Abay, “akıllı ve değerli” bir kişi olarak tanındı, sözleri her dinleyene kıymetli geldi. Eski yöneticilerin rüşvetçilik, taraf tutuculuk ve adaletsizlik gibi alışkanlıklarından uzak durup, olabildiğince adil ve dürüst olmaya, özellikle uysal halka dost, zorbalara düşman olmaya çalıştı. Abay bu yönüyle, kendi dönemine, örnek üstat olmak istedi. Bununla birlikte yıldan yıla eğitimini ve bilgisini arttırmaya uğraştı.
Yaşı otuzu geçtikten sonra, Rusça kitapları dikkatle okudu. Dil bilgisini iyice geliştirdikten sonra, esaslı kitapları okumaya girişti. Semey şehir kütüphanesine giderek, kütüphanedeki kitapları kendisi inceleyip, seçti ve okudu.
1886 yılından itibaren Abay, içtenlikle ozanlığa yöneldi. Bu yıl içinde 16–17 şiir yazdı. Bu yıllarda, Puşkin ve Lermontov’un bazı şiirlerini Kazakçaya tercüme etti.
1890–1891 yıllarında, pek çok şiir yazmakla birlikte, kendisinin yazmış olduğu pek çok şiiri de besteledi. Tercüme işlerine de çok vakit ayırdı. Bu yıllardan itibaren üstatlık, nasihatçilik yoluna düştüğünden, Kara Söz ile söylediği vasiyetlerini yazmaya başladı.
Abay, 1904 yılında hastalandı. Çok geçmeden, 60 yaşında iken Hakk’ın rahmetine kavuştu. Abay, Jidebay’a defnedildi.
Abay, bu altmış yıllık ömründe, sadece Kazak halkı için değil, bütün insanlık için sönmez miras bıraktı. Abay’sız bir Kazak edebiyatı düşünmek mümkün değil. Çünkü Abay, Kazak edebiyatının gelişmesine olağanüstü büyük hizmetleri olmuş, çok değerli bir ozandır. Abay’ın adı, insanlık tarihine altın harflerle yazılmıştır. O, gelecek nesillerin yüreğinde, sonsuza kadar yaşayacaktır.
ŞİİRLER
1855–1881
Doğu Şairlerince
Yüzü gül, gözü mücevher,
Hem yakut gibi, lebi ahmer[1 - Lebi ahmer: Dudağı kızıl.].
Hem gerdanı kardan, bihter[2 - Bihter: En iyi.],
Kaşınız kudret, bileği inceler.
Sizsiniz güzellere rehber,
Size âşık olan şu garipler;
Süleyman, Cemşîd, İskender,
Bir bakışınız, tüm mülke değer.
Sizinle karşılaşsa bir kez yiğitler,
Seyre dalarlar, kendinden geçer.
Gider kuvveti, yumulur gözler
Niye felç gibi, tutmaz olur dizler?
Alfabe Şiiri
“Elif” gibi ay yüzüne öğüt verdim,
“Be” ile bela derdine nispet ettim.
“Te” ile dilimden çıkarıp türlü şifayı,
“Se” ile ustaca saygı-methiye ettim.
“Cim” cemalin nasıl da gün gibi bana
“Ha” habiplik bulamadım, senden cana.
“Hı” yalnız ben değil, bütün halk intizar,
“Dal” dertliyim, aşk ateşi vermez deva.
“Zel” zelillik gördün ya, şakıyıver, dil,
“Rı” rıza göstermediğini, yâr, kendin bil.
“Ze” zehir gibi yaktı aşkın alabildiğince,
“Sin” selamette kalışım artık çok müşkül.
“Şîn” şeker dudaklar aklıma düştükçe,
“Sad” sabrım biter, ben ne eyleyeyim!
“Dad” dağıttı ömrümü boş yere böylece
“Tı” taleplerimden hiç geri dönmeyeyim.
“Zı” zalim kılıçlar gibi, cana saplandı,
“Ayn” aklımı başımdan koparıp aldı.
“Ğayn” gariplik başıma geldikten sonra
“Fe” faydan olur mu diye mektup saldı.
“Kaf” kabul olur mu mektubum huzurunda,
“Kef” kemale ermiş aklın, asil şahsiyetim.
“Lâm” lebinden ilaç yapsan, derdime deva
“Mim” merhametinle iyileşirdi tüm felaketim.
“Nûn” nale ile kaygılandırıp yaktınız ziyadesiyle
“Vav” vaylana vaylana öldüm aşkınızın vehmiyle.
“He” hiç faydanız olmayacaksa öldü sayınız öyle,
“Lâmelif” la ilahe illallah diyerek gömünüz gönle.
“Ye” yârim! Nasıl olacak cevabi sözün,
“Med” kaşın, “teşdid” kirpiğin, “sükûn” gözün,
“Ötre” ile altlı üstlü yazmak da mümkün,
Altlı üstlü olmayı kabul ederse gönlün…
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Gölgede yatmadan, layığını bulamadan,
Ne gün doğdu başına,
Gece gündüz huzursuzca aramaktan?
Sen serbestçe yaşasan da,
Kız ölür mü koca bulmadan?
Gece gezmek yakışır mı sana,
Sağa sola bakarak korkudan?
“Ölürüm” mü diyorsun yoksa
Bundan başkasını bulamadan?
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Sabrın sonu selamet, gülüm.
Sabretsin biraz, şu hâlini
Bilir mi ki asil gülüm?
Gönül alır, söz söyler
Aradaki gönül hatım,
Akarsu gibi coşar
Balçıksızdır yalağım,
Ne hastayım, ne sağım,
Tükendi gücüm, dermanım.
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Hayal kurma boş yere,
Farzetmekten fayda yok,
Dünya hazır geçmeye,
Ecel hazır gelmeye.
Hoş, kız alsa da koynuna,
Azap çekmeden, talih yok,
Henüz batıp gitmeye.
Yalnızca bu şekilde
Gelişir mi iman ile talih de?
“Kız beni seviyor” diye
Sevinip durma kendince!
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Boşaltma, aklını bozarsın,
Her şeyi kendin bilsen de,
Daha sen de cayarsın.
Tutuşursun, yanarsın.
Kendi elinle meşakkate
Kendi başını sokarsın.
Ne zaman doyurdun
Ayı gibi amcasını,
Kadınını kısrağını?
Karsak gezmez kara tepede
Bakmadan niye kamçılarsın?
O zaman iyi mi olur;
Tutup biri döverse,
Elbiseni soydurup
Alay mevzuuna dönüşünce?
Saf saf gönlüm, saf gönlüm!
Hasretle sararıp solma!
Kız peşinde koşmadan yaşayınca
Beddua mı ediyor birisi sana?
Kız istersen, başlık ver
Bu öğüt değil mi sana?
Görüp alsan görkemlisini,
Seçip alsan asilini
Gönül yine de yetinmez mi?
İlk karda kartalcı çıkar ava
İlk karda kartalcı çıkar ava,
Taşlıkta tilki bulunur göz açıp bakana,
İyi at ile geçimli yoldaş – bir ganimet -,
Uygun tertipteki giyim, avcı adama…
Beklenmedik bir anda kavuşunca ayak izine,
Çabucak asılırlar dizgine, takılırlar peşine.
Kartalcı dağ başında, izci düşüncede,
İzin gittiği yönü kestirdiklerinde,
Göz bandını çıkarırlar, ırak bir yerde.
“Alçak uçarsam tilki kaçıp kurtulur” diye,
Kanlı göz, kasıntıyla vurup çıkar göklere…
Yırtıcı kuş avını görüp süzüldüğünde,
Pençesindeki sekiz mızrak ile gözü tilkide,
Yiğit de… Bırakmaz sonraki güne.
Kanat, kuyruk uğuldatarak ıslık atar gökte,
Kartal, gökten ağar gibi süzüldüğünde.
Görür görmez kalakalır kaçan tilki olduğu yerde,
Boşuna kaçmakla kurtulamayacağını bilince!
Kabartır tüylerini, açar ağzını, gösterir dişini de
O da boğuşur hayatı pahasına, gücü yettiğince…
Şark şurk ederek başlar ikisi çatışmaya.
Yiğidin hası çıkmış gibi kan meydanına.
Birisi gök, birisi yer… Dahası,
İnsan için batışırlar kızıl kana…
Kar apak, tilki kızıl, kartal kara,
Benzer, oldukça güzel yıkanmaya.
Kara saçı kaldırsa iki dirsek havaya
O da bulk-bulk etmez mi sıvazlansa?
Apak et, kıpkızıl bet, çırılçıplak…
Kara saçlar kızıl yüzü kapladığında.
Damadı yiğit, nişanlısı güzel olanların,
Tıpkı benzer dar döşekte kavuşmasına.
Arkasından uylukları kımıldar,
Kırıp büker, altına tam bastığında.
Kuşu da, sahibi de horozlanır,
Altmış iki hileli tilkiyi avladığında.
İlginç görür, keyifli olan avcılar,
Yıkılana çarpılacak yere bakmazlar.
Kırık bıçak altında hırıldayan tilkinin dahi,
Mağrur kartala zayıf rakip olmadığını anlarlar…
“Ganimet bol olsun” diye gülümser
Avı, terkisine bağlanan büyükler,
Kalpağı bir silkeler, tekrar giyer,
Nasıbayı[3 - Nasıbay: Dilin altına konulmak için hazırlanmış, kokulu, keyif verici madde.] çiğner, gönlü hoşnut kaldığında…
Dağdan iğde derer gibi alıverince,
Bir sevinç yaşar, merakı her kanıverişte
Hiç kötü niyet yok, kalplerinde,
Av olur sohbetleri kuş salıverilince.
Kendim gördüm, hiç ziyanları yok kimseye…
Mürüvvetli bir işim oldu, yalan dünyada.
Yüreği sezgili, gönlü düşünceliye,
Hepsi de açık değil mi, düşündüğünde?
Anlamazsın, üstünkörü bakarak ırgalansan,
Resmini göremezsin, çok bakmazsan.
Gölgesi düşer, iç dünyana,
Her kelimesini bir bir düşünüp, tartsan…
Bunu okusa… Yiğitler! Avcı okusun,
Bilemezsin, kuş salıp, dem tatmasan.
1884
Kaplanmış ak gümüş gibi geniş alınlı
Kaplanmış ak gümüş gibi geniş alınlı,
Alası az kara gözü nur parıltılı,
İncecik karakaşını çizip bırakmış,
Bir cana benzetiyorum doğan ayı.
Alından aşağı inen burun köşeli,
Akça yüz, al-kızıl bet bağlar dili.
Ağzını açsa, görünür kirsiz dişi,
Elle dizilmiş gibi, heyecan verici.
Söylese, sözü edepli ve manalı,
Gülüşü, tıpkı bülbül şakıması…
Boynu var, yusyumru, ak ipek gibi,
O narin gerdanı gün yakmaz ki.
Omzu dik, uyluğu düz tahta gibi,
Gövdesinde iki elma durmaz ki,
Kabaca uzun da değil, kısa da,
Nazik beli, kıvrılır çubuk dalı gibi.
Bileği var, küçük çocuğun dengi gibi,
Kırışıksız ak parmakları işe elverişli.
Uzun ve gür kara saçları ipek dallı,
İpek gibi heyecanlandırır, göz alıcı.
Hangi kızda lezzet var, kimsenin tatmadığı?
Güzeli bu zamanın, karşılıksız yatmayanı…
On sekiz, on dokuza geldikten sonra,
Alınmazsa verem olur, el dokunulmayanı.
Bunların bazılarının mizacı;
Hiçbir şey görmemiş gibi kırılgan olur.
Bazıları “samimi, açık olayım” diye,
Uygunsuz adamlarla kıkırdayıp durur.
Evvelden bize malum güzellik hâli;
Yiğidi yurt överdi, kız desteklerdi.
Kimi yiğit övgü için fenalıktan kaçınır,
Kendi nezaketiyle sır gizlerdi.
Kimi yiğit, arsızlık ile utanmadan,
Elinin ulaşamayacağı şeyi tırmalayan…
Uygun işe koşmayan, fikir bulmayan,
Hiç değilse çalışıp, mal bakmayan…
Haysiyetli olmaz, böyle yiğit,
Öylesine, boşu boşuna ırgalanan…
1885
“Yaşımda bilim var” diye dikkat etmedim
“Yaşımda bilim var” diye dikkat etmedim,
Faydasını göre göre denemedim…
Yetiştikten sonra düşmedi avucuma,
Elimi vaktinden geç uzatmadım, kitaba.
Bu mahrum kalışımın sorumlusu kim,
Ellerimi tam açmasam, gelişir miydim?
İnsanın bir mürüvveti, “çocuk” diyeyim,
Çocuk okutmayı kötü görmedim.
Medreseye çocuğumu “bil” diye verdim,
“Hizmet etsin, rütbe alsın” diye vermedim.
Kendim de öne çıktım, yükseldim,
Kazaklara nasihatten yetinmedim.
Hiç yok ki, emeğin kıymetini bilenim,
Nihayet, sakin yaşamayı ters görmedim.
1886
Kartlaştık, kaygıya daldık, artan arzudan
Kartlaştık, kaygıya daldık, artan arzudan,
Ürküyorum sonraki genç kuşaklardan,
Alın teri değil, dik bakışlı göz satandan,
Bütün yurt alıcı oldu, hiçbirini ayırmadan.
Zengin alır; kimi zaman “çok veririm” diyerek,
Yetiştiremeyince, sadece “veririm” diyerek.
Kadı ve yönetici alır, güç göstererek,
“Ben Kazak’tan öcünü alırım” diyerek.
Yoksul alır; “hizmetimle öderim” diyerek.
Elli başı; “oy attırıp, güç veririm” diyerek.
Yalın vuran nezaketsiz düşman alır;
“Vermezsen, ben seni sevmem” diyerek.
Dost alır; “vermezsen, acıtırım” diyerek,
“Hasmına katılırım, yeminle” diyerek,
“Aramız bozulursa, kolay bulunmam,
Ne için kolaylıkla erk vereyim” diyerek.
Rezil-ahlaksız “kötülükle çözerim” diyerek,
Sever görünüp, “güler yüz gösteririm” diyerek,
Yüz büyükbaş için, iki yüz alıcı var,
“Başına baş katar, baştan ayağı bakarım” diyerek.
Yurdu toplayıp mal kesiniz “et yedireceğim” diyerek,
“Et yedirirsem, sadece benimle olman için” diyerek.
Karakarga gibi bağrışıp-çığrışır bütün yurt;
“Kim çok yedirirse, ben ona itaat ederim” diyerek.
“Bozulduğunda tasasız yüz göreyim” diyerek,
Ant içmeyi kim düşünür “dert göreyim” diyerek,
Saldırgan it gibi kinlenerek çıkar gelir,
“Ben kaparsam bir yerini, parçalarım” diyerek.
Rus söyledi; “kendine erk vereyim” diyerek,
“Kimi sevip seçersen, Bey bileyim” diyerek.
Daha bozulmasa iyi, halkın düzeldiği yok,
Ulular dolaşır “bu işinize kızarım” diyerek.
Halk dolanır ya, art niyeti çözüm bilerek,
“Teselli eden kişiyi, el bilirim” diyerek.
Var mıymış, öylesine kanaatle ömür süren,
Allah’ın verdiğini yiyip, şükrederek?
Babasını oğlu aldatır, ağabeyini kardeşi,
Bu itlik neymiş ki, her gün ettiği.
Mal için arını satan cahilin
Ağzında dili kurusun, çıkmasın sesi.
Uzak-yakın, avare bizimkilerin hepsi,
Acımadan gözetleyerek yaşarlar birbirini.
Yuva bozar; mal ile bağın hastalıklısı,
Allah “can” diye yaratmış bunların hepsini!
Günde ant içenin, verdiği canı kurusun,
Arını satıp dilenenin, malı kurusun.
Kısa günde, kırk yere depo kurup,
Kurnaz dille hilekârlık edenin düzeni kurusun.
Bir at için yüz renge boyanan kaygılı yüzün,
Öz evinde göbeklenen kibirlisi kurusun.
Kartlaştık, kaygıya daldık, uyku kaçmış
Kartlaştık, kaygıya daldık, uyku kaçmış,
Öfken zehirmiş, düşüncen ekşimiş.
Dertleşecek kişi yok, sözden anlar,
Kim uğraş edinip, gönül açar?
Genç yaşlanacak, yok doğacak, doğan ölecek,
Kaderde yok, giden ömür yeniden gelecek,
Bastığın iz, gördüğün güzellik geride kalacak,
Bir Allah’tan başka her şey değişecek.
Er işi akılla uğraşmak, nefsi yenmek,
Hünersizin fenalığı sona erecek.
Yarını düşünmeden, uzağı görmeden,
Erincek kalabalıklara inanır, kendiliğinden.
Kötüler, harcayamaz helal emek, onların ki,
“Hırsızlık, kurnazlık ettim” diye salınıp yürümek.
Art niyetinin fenalığını, görmeden kalmaz ki,
Bir gün kırılır, bin gün kırılmayan çömlek.
Âdemoğlu, diriliği devlet bilecek,
Akıl alacak, mal bulacak, adil olacak.
Bunlardan birinin olmadığı köyleri gezmek,
Ne ayıp, boş konuşmayla gün geçirmek?
Nadana haram, akıllı kulağa ilmek,
Bu sözden öncekini tez öğrenmek…
Doğru sözün kıymetini kim bilecek,
Akılsız, gerçeğe değil, yoğa iman edecek.
Kızıl şafak, gümüş tepelik, altın kasnak,
İlginç masallara kulak kesilecek.
Aksakalın, babanın, bilginin,
Sözüne sırt dönüp, tez iğrenecek.
Akıllı halk, kılı kırka bölecek,
Her şeye kendince paha verecek.
Terazi de, kadı da, kendi varlığında,
Nadanın dayanağı, çoklukla olmasında…
Alaş’a[4 - Alaş: 1. Kazak Türklerine verilen eski ad. 2. Eski Kazak kabilelerinin kullandığı slogan. 3. Memleket, millet, halk.] içi düşman olurken, yüzü gülecek,
Sağlığında gözetlediği yakını, ölse böğürecek…
İşi yolunda bir-iki kişiyi görse;
“Allah’ın sevip yarattığı, işte bu” diyecek.
Toplum bozulursa, bezer şeytan-düzenini,
Melekler çekinir, kaygı kaplar her yeri.
“Kendi itliğimle oldu” demez ki,
“Yendi ya” diye, şeytana verir desteği.
Güçlüymüş, kurnazmış, inatçıymış tavrını takınır,
Gıybetle-iftirayla, halkı bölük bölük ayırır…
Art niyetle var mıymış, candan geçmek,
Bir gün olmaz mıymış, kendi kendine düşmek?
Elden geliverir mi yurt yönetmek,
Helali, haramı kim denkleştirecek?
Övünç için gayretsiz yönetici olmak,
İt gibi hor olup, kendine söz getirmek.
1886
Kahraman kartal ne avlamaz, beslenip salınsa?
Kahraman kartal ne avlamaz, beslenip salınsa?
Halk dolanır ya, bozdoğan ile karga el altında,
Kahraman çıkmışsa semaya, salar onlar da,
Ellerindeki iki kuşu, iki taraf olup havaya…
Karga mahrum kalmaz arkasından,
Bozdoğanı üstünde şıkırdayan…
Kendi avlamaz, yırtıcıya da avlatmaz,
Gün boyu uğraştırır kartalı, boşu boştan.
Tutturmasa; değip-dokunup, öfkelendirerek,
O zaman kıvanç duyar sahipleri, sırıtıp-gülerek.
“Ne kazandık, bununla” diyen kimse yok,
Gece boyu kasılır, bozdoğanını överek…
Başka rahatlık, cana ganimet hiçbir şey yok,
Şaşkın halk bununla yaşar avare seğirterek…
Kalabalık halkım, Kazağım, şaşkın yurdum
Kalabalık halkım, Kazağım, şaşkın yurdum,
Ağzına dolmuş, ustura görmeyen bıyığın.
İyi ile kötüyü ayırmadın,
Biri kan oldu, biri yağ; iki avurdun.
Yüz verdiğinde yüzün ne güzelce,
Nereden yine bozuldu, halin tacirce?
Anlamazsın kendi sözünden başkasını,
Ağzınla orak vurursun[5 - Ağzıyla orak vurmak: Hatiplik etmek, güzel ve süslü konuşma yapmak.], tamamen zevzekçe.
“Kendiminki” diye sahiplenmeyince öz malını,
Gündüz gülüşün bozulur, gece uykun kaçar.
Heveslenen gelir gördüğüne, tasmaları yok ki,
Bir gün yeltenirler; bir gün yerli yersiz sırıtırlar.
Başlı başına bir bey olmuş, her kırıntı,
İşte, parçalamış değil mi, halk kıyıldı?
“Düzelir” diye sahiplenmiyorum, sizleri,
Elinizden gitmese şimdi, seçme hakkı…
Olmayan şeyden darılır, akraban-hısımın,
Allah almamış mı, onun da doymazlığın?
Birlik yok, barış yok, içtenlikli niyet yok,
Darmadağın varlığın, beslediğin yılkın.
Ey güzelim, baştaki aklı, eldeki mal için dalaşan,
Çekememezlik bozdu, birbiriyle güç yarıştıran.
İyileşmeden, bünyende kalsa bu boş konuşman,
Her yerde ya, iyileşmez mi canım, kıkırdaman.
Nerenden tutalım, destek kılalım gönle,
Hüner artmaz olduktan sonra, kırkına gelsen bile?
Düzensiz, tasmasız çok keskin biçare,
Boş alaycılıktan, yerli yersiz gülmekten ne geçer eline?
Söz sırası anlatacak kişiye geldiğinde,
Gıybet etmeden kalır mı o da, belli etmeden kimseye?
Zenginler yürür, yığdığı malı kollatarak
Zenginler yürür, yığdığı malı kollatarak,
Ona verse, yüzünü-gözünü buruşturarak,
Ondan alsa, doksana ümit bağlayarak,
Bu halkı, bırakmış mı Allah, vurarak?
Varıp gelse, İrtiş’in suyunu tadarak,
Verip gelse, bir arzuhâl karalayarak;
Halkı toplar, İdil’i fetheder, büyüklenir,
Şişinerek gelir, kubarıp kabararak.
İleri geri dönüp durur, atını zayıflatarak,
Boğazına kadar, iyice masrafa batarak.
Rezil-ahlaksız, hilekâr, bilgiç atanmaya,
Allah düşkün kılmış, mecalsiz bırakarak.
“Korktu” diye bırakmadıktan sonra, kollasa,
Zengini de ayakta eder şehre, bakınarak.
Güçlüyü yıkacak, zengini yenecek, evvela,
Ele düşer büsbütün, dermanı kalmayarak.
“Canı kıymetli iyilerin yanına katarım” diye,
Her biri bir it saklar, hırıldatarak.
Gönlüm caydı dosttan da, düşmandan da
Gönlüm caydı dosttan da, düşmandan da,
Aldatmayan kim kaldı diri canlar arasında.
Uzak-yakın Kazakların hepsini gördüm,
Tek tük kimse kalmasa şurada burada…
Biri yoldaş olur, faydası için bugün tanda,
O da durmaz, baştan miğfer kaykıldığında.
“Ben, bundan daha mı değersizim ki” deyip,
Kim kalır, birlikte çıktığı er meydanında?
Şimdiki halkın sözü; namussuzluk-hırsızlık,
Sayılı can görmedim, sözden anlarlık.
Bu günde, bu ülkede, hiçbir şey yok,
İyiliğe kanıp, mutlu olup, kıvanç duyarlık…
Malının hayrını göremez, zenginler de,
Yazın gönderdiği atı, güzün alıp binemez de,
Zahmet çeker, günde çaldırır, kaybeder izini de,
Hiddetinden sırıtır kendi kendine, gülemez de.
Sükûnetle ticaret yapamaz, tacir de,
Veresiye verir, kötü olur, alamaz geriye.
Ötede güç gösteren, halk toplaşınca cayar,
Arsız yurttan, gönlü huzura eremez istese de.
İşinden memnun değil, akıllılar da,
“Halk azdı” diye, nadan efkârlanmaz da.
Ala yılan, aç kurbağa, kibirliler ya,
“Saygıdeğer” büyükten utanmazlar da.
Beklikte birisi durup bekleyemez de,
Namussuz-hırsızı kıramaz, o bile.
Günde karşı koyar haylaz kimse,
Ceza çekip hiçbiri af dilemez de.
Bacılar kara yere tıkılmaz da,
Ötekinin sözünü doğru almaz ya.
Soy-sop, dost-arkadaş, eş-çocuk,
Onlar da bir kalıpta durmaz ya.
Bir güçlü çok haylazı yıkamaz ya,
İçinde alevli dert olur, çıkamaz da.
İçki içmiş, sarhoş olmuş bütün yurt,
Faydayı, zararı bilmeden yaşar ya.
Yetiştirip yazın yaylaya konamaz da,
Güz kırkımında çekişmesiz duramaz ya.
Kış kışlağın; kıp-kızıl bu tam bir bela,
Dolaşır, hiçbir iş-uğraş düzelmez ya.
Yaşı küçük büyükten utanmaz da,
Yakarıcılar nefislerine hâkim olamaz ya.
“Selam” borç, “söz” kurnazlık olduktan sonra,
Hangi insan gıybetle-iftirayla sınanmaz ha?
Aldanışın öncesi “yön”, sonrası “hayat yolu”
Aldanışın öncesi “yön”, sonrası “hayat yolu”
Art niyetlinin sözünü anlamak, onlara doğru…
Has mağrur mala doymaz gururlanarak,
Hiç olmamış kusurlu işten, bit gibi korkarak.
Bir ölçülü kaftanı, öylesine güzel kesimli,
Ucundan tutar giydirir, özenle sırnaşarak.
Alnına doğru “kıvırıp getireyim” diyerek,
Ak kalpağı düzeltir, kulağı pasak-pasak.
Yaz günü ak börkü bükülmez, Hay-i Hak,
Elinde uzunca bir çubuk var, o dahi ak-pak.
Çubuğu germeye saplayıp koyarak,
Börkünü iliştirip bakar ya, korkak-korkak.
Kurumuş şalvarı kurnazlığına olmuş ispat,
Dizini çekiştirir katlanıp-kırışsa, Hay-i Hak.
Yakalanmış kişi gibi zamanı var sanki
Gün boyu soyunur budala, aylak-aylak.
Diri cana akran olur, gepgenç Hay-i Hak,
Şakalaşmak, kaşınmak, yerli yersiz sırıtmak…
Söz söylerken ağzını-yüzünü yüz şekle sokarak,
Kaş germek, boyun burmak, horozlanmak…
Böylesine ince-uzun yiğit ülkede bol, Hay-i Hak,
İşe gelince, hepsi de görünür hantal olarak.
Kararlı biri yok, etrafı düzeltip, toparlayacak,
Bütün hüneri; but kamçılamak, beceriksiz çolak…
Onların yok aklında, malına bakmak,
Adil çalışmak, mal kazanmak, yurda taraf olmak…
Bunların ki, sadece atını terletip, etrafı dolaşmak,
Selamlaşmayıp, uzaktan sırıtarak bakmak…
Bir devran, kifayetsiz günde “delikanlılık”
Bir devran, kifayetsiz günde “delikanlılık”,
Yaşlanmazcasına görmelik, düşünmelik…
Gençlikte kibir büyük, endişe yok ki,
Deriz ya, hiçbir şeyden sakınmazlık…
Şiir okumak, şarkı söylemek, aklındaki,
Birine latife etmelik, avuca almalık…
Kızı köyden uzaklaştırmak, olsa hevesi,
Gönlüne büyük kıvanç, aynı hayâsızlık…
Demeyin verimsiz işe “avunmalık”,
Akıl bulsak, mal bulsak, kıvanç duyarlık.
Kız sevsen, yalnız birini sev, seçip bulmalık,
Hafif meşreplik, her gün âşıklık, aklı kaçıklık…
Gençlikte bir gülüşün bir fenalık,
Komiklik ararlık, yalnız görür biçarelik.
Evvela hüner aramalı, elden gelse,
Hiç değilse, emekle mal kazanmalık.
Ziyafet olsa kürk giyerlik, yürü giderlik,
Birimizi diğerimiz davet ederlik.
At zayıf düşer, kürk eskir, kadir gider,
Alabildiğine komiklik, kızıştırmalık, çınlatmalık…
Endişe; erkeğin kalkanı, aklı varlık,
Sıkıntısı bu dünyanın, eli darlık…
“Oh-oh”a delirme, delikanlısın artık,
Bu, beş günlük bir meydan, er sınarlık…
Meyletme, kılsan bile çok meraklılık,
Önünde korku çok, dehşet saçarlık:
Fakirlik, yakarışlı ürkek bakışlık,
Sevimlilik, yeteneklilik yok şımarıklık…
Zariflik, ölünceye kadar kim kılarlık,
Onun da vakti gelir duraklarlık…
Hırsızlık edip, yollara düşüp aş aşırırlık,
Olmazsa, çalışıp mal kazanırlık…
Başında baba söylemese akıl-kârlık,
Akraba bulunmasa fikir salarlık…
Şaka gibi geçen hey gidi devran,
Esasında çektirmez mi o bir muhtaçlık?
Bu ülkede delikanlı yok, söz anlarlık,
Bitmez ümitle aylaklığın yakasına yapışırlık.
Söyleyiver, “aksakallar söylemedi” diye,
Dolaşmasınlar deyip, azıcık söz çıkardık.
Yiğitler, “oyun” ucuz, “utanç” pahalı
Yiğitler, “oyun” ucuz, “utanç” pahalı,
İki farklı şey yahu, sırlı ile endamlı.
Ucuz, yalandan değil, içten gülen
Erkek bulunsa, yarardı sohbeti tatlı…
Birileri dinler evden çıkıncaya kadar,
Birileri kulak asar anlayıncaya kadar.
Söz manasın bilirlik birileri var,
Dikkat eder her bir söze ilgisi kadar.
İçtenlikle sevse ya, kimi sevse de,
Bir sözde dursa ya, yansa-tutuşsa bile.
Kırmızı, kızıl ipek delikanlılar, utandırır
Solan kumaş gibi, bir nem değse de…
Delikanlıya gerekli iş; meraklılık,
Her türlü hüner, mizaç, iyi tavırlılık.
Bazı yiğitler dolanır övgü peşinde,
Hamarat görünür, kendince edebinde…
Sayılı gün, ilginç devran, tatlı geçir,
Yetişmezse birininki birini yetiştir!
Hasetsiz ol, iyi geçin içtenlikle,
Hain olmayı çıkart, aklından bile!
Bir yerde birlikte gezsen biriyle,
Birinden birini söyle, sükût eyle.
Birinin birine izzet, hürmet edişi bile,
Sanki korkup, durur gibi can dehşetiyle.
Yoldaşlık, sohbetteşlik; bir büyük iş,
Onun kadrini akılsız adam bilmez imiş.
Seven erkek, bildiği sırrı âleme yaymaz,
Küçük bir söz söyleyip ardından sırıtmaz.
“Şehvetli yiğidim” diye devamlı oynaşırsan,
Kadrinin ağırlığı kalmaz, böyle salınırsan.
Erkek yiğit seçip-bulsun, hatasız yaşasın,
İt oğlu itler kancıkların hepsine sırnaşsın.
Birini “endamı var” diye sevme,
Yanmaya hevesli nefsin peşinden gitme!
Kadın güzel olmaz endamı ile
Mizacına bakmadan, gönül verme!
Çok yürümez, heveslilik tez geçer,
Değişir heves, düşkünlük başkasına döner.
Günde gördüğü aynı yüzden gönlü geçer,
Surat astırmaz kılıklı şifacıya döner.
Duygulunun yüreğinden, okur gibi anlar,
Kımıldatmaz, nasıl atarsa atsın damar.
Yar yoluna aynı canı feda eder,
Bilmezliği varsa, sabırla bekler.
“Kavga” desen, görünür güzel artık,
Çoğu, çoğulcu olur öylesine kancık.
“Güzelliğim varken, bana kim dayanır” diye,
Kimi gururlanmak ister, kimi geveze.
Akıl gerek, iş gerek, mizaç gerek,
Erkek, utanılır iş yapmaz, olsa zeyrek.
Salak, hantal, oynaşçı, asil-gösterişçi,
Zırt-pırt ortaya dökülür gülümseyerek.
Kadının seni, sen de onu sevmeli,
Hımbıl, soğuk durur kimi sasık beyinli.
Erkeği akıllı olsa, kadını hoş karakterli,
İyi geçimli olsa, huzur içinde olurdu evi…
Olmasa kadının dedikodusu,
Bulunmasa mizacının hiç kusuru,
Nazlanarak serpilmiş sanki gül gibi,
Kem sayılmaz, altın tahttan yar döşeği.
“Yapılı” diye, “mallı” diye zenginden alma,
“Yoksul kızı ucuz” diye meraklanma.
Arı olan, aklı olan, utanması olan,
Ana-babanın kızından gafil kalma.
Evine iyi geçimli arkadaşın gelse, girip,
Batağa girme sen ruh hâlinle sindirip.
Erkeğinin sevdiği kişiyi o da sevip,
Hizmet etsin, hoş gönülle gezinip.
Uygun olsun arkadaşının mizacı,
Seviyeli şaka ile söylesin sözü.
Sen ona dönüp söz söylediğinde,
Kadınında olmasın onun gözü.
Kimi arkadaşı bugün tatlı, yarın acı,
Dileği, yakınlığı; pazarlama tamamı.
Kalbinde kaygı yok, hıyanet yok ya,
Yılmaz, geri vazgeçmez hey gidi tatlı!
“Fayda” diye, “mal” diye doğar şimdikiler,
Emeğini-terini satıp düzgün kazanmaz ki.
Küçük ticaret şeklinde komiklik satar ya,
Boşa koysan dolmaz, arı bile doymaz ki.
Aşık utuş şeklinde alış-verişi
Diri canın ettiği bugünkü her işi…
Biri zevzekliğe dalar, biri harama,
Kavgası, davalaşması, çekişmesi…
Küçük çocuk evvel iyi geçimli olur,
Ana-babaya yakındır, birlikte durur.
Oyunda eşleşince; bağrışır-çığrışır,
Birbirini kucaklar, çekişir tutuşur.
Birisi ağlayarak gitse evine,
Ana-babası tozutur ondan ziyade.
İyi geçinmesi kurusun, oyunu ile
Tam onlara benzer bu vakit te.
Kötü komşu kazar kendine çukur,
Ona uyarsan, bir gün olursun hakir.
Arı, utanması olan büyüklere inan,
Kendi yücenin etkisi de büyük olur.
Bizimkilerin, hangisinin var bilinci?
Kaş çatınca hemen-hazır bir iftirası…
İş bilirliğin işareti; arzuhal ile şikâyeti,
Bulunmasa sağlayacak başka getirisi…
Muktedir Allah, sığındım[6 - Bu şiirde geçen Argın, Nayman ve Tobıktı Kazak boylarından bazılarının adlarıdır. Tobıktı boyu Abay’ın mensup olduğu boydur.]
Muktedir Allah, sığındım
Evvela sana.
Düşman yakadan asılınca,
Can görünmez gözüme.
Argın, Nayman toplansa,
Hayret eder sözüme…
Katkı sözüm hakir görüldü,
Tobıktı’nın kendisince…
Saf altın işte,
Pazarlıksız versen, almaz bile
Patırtılı zevzekliğine…
İncecik saf ipeği,
Kurban etmek ister,
Semerkant’ın bezine.
Dertli düğüm çözülse,
Kibirli boyun kesilse,
Gelmeden gitmez geze…
O da Allah kulu işte,
“Düşmeden gider” der misin,
Tanrı’nın mahkemesine?
Baksam, herkes varır, pazara
Baksam, herkes varır, pazara,
Aradığı ne ise, bulur burada.
Biri hububat alır, biri mercan,
Herkese aynı şeyi vermez ya.
Herkesin, kendi aradığı şeyi var,
Yekûn varlıklarıyla ondan alırlar.
Biri anlamaz bu sözü, biri anlar,
Değerini kavramaz, cahil-şaşar.
Bugünlerde, kişi var mı ki sözden anlayan?
Demek istediğim, engin yurda aynı etkiyi yapan.
Yazıldıktan sonra, yerde kalmaz delik boncuktan,
Birinden biri alarak, bütün ülkeye dağılır buradan…
Bir kişi değil yazdığım, engin yurt yahu,
İnatlaşmayıp anlasanız, işinize yarar canlarım bu!
“İt mercanı ne yapsın” diye bir söz var,
Nuru olan yiğitler, biraz sorgular.
Yatılı okulda okuyor
Yatılı okulda okuyor
Pek çok Kazak balası;
Yeni nesil, asil çocuk,
Tıpkı ordu sahası…
“Oğlum yasa öğrendi” diye
Övünür ana-babası,
Aklında yok onların
Şeriat yoluna salası…
“Rus dili ile yazısı
Bilsem” diye uğraşması.
Şikâyet dilekçesi yazmak için
Çabalar bulsa fırsatı.
İnsafsıza ne gerek
İşin akı ile karası…
“Ekmek bulamayız” demez ki,
Bozulursa halkın arası…
Görüşsüz ve sıkıntısız
Bulunmaz bilim aydınlığı.
Az bildiğini çok sansa,
Gelip Kazak’a şımarsa,
Kime yarar faydası?
Rus ters anlatmaz ki
“Kötü olsun” diye çocukları,
Kanı bozuk kendi düşünür;
Kurnaz ve iğrenç olmayı,
Rus’ta kalır iftirası.
Bu işe kim üzülür ki oy!
Ne Semey’in kasabası,
Ne Kazak’ın yüzkarası,
Aklında yok hiçbirinin
Ne Saltıkov, ne Tolstoy!
Ya tercüman, ya avukat
Olmak hepsinde maksat,
Gönlünde yok ki necat.
Aklı olan, kim olsa da,
Demez buna “dili amma acı ha.”
Söylesenize, siz olsanız;
Aklı fikri başında,
Akıl vermesin mi ağanız?
Fayda değil ar düşün,
İstekli ol, fazlasını bilmek için.
Üstün bilim kitapta büsbütün
Erinmeden okuyup görmelisin.
Askerî görev arama
Sırmalı giyim giymek için,
Boş övünce salınıp,
Boşuna göğüs germek için.
Hizmet etme Sancak Beyine!
Nasıl sabredebilirsin böyle;
Yanmadan bitip sönmeye,
Suçsuz günde sövülmeye?
Hünersizin tutumuna pes:
Doğru sözü söylemez,
Dua alacak işler işlemez,
Hakirlikle çürür, bunu bilmez.
Ucuza gider kerkenez,
Verimsiz işe aldanır tez,
Bir yol bulup, gelişemez.
Uzun da sürse ara bul,
Liyakatine uygun işe başvur,
“İstekli yiğide nur yağar”
Yaşarsın mutlu ve mağrur.
Zenginlere hizmet etsen olur,
Erinme, verdiği işe koştur.
Dürüst yaşa, dürüst dur,
Hesabın doğru olur.
Hoşuna gitse de hımbıllık
Ardından gitme ne olur.
Yanlış olursa, kanun var,
Hâkim önünde sorulur.
O da bölgenin değil ki alasın,
Güvenle, denklik sağlayasın.
Ya kendi işinde azimli olmalısın,
Yahut doğru yolda kalmalısın.
Kolay sanma, dayanıklılık gerek.
Bunun için de bilim ve düşünmek,
İstiyorsan, dilediğin yere girmek.
Bilim bulmadan övünme,
Yer bulmadan beslenme,
Heveslenip sevinme,
Oynayıp, boş gülüşe.
Beş şeyden uzak olmalısın,
Beş şeye çabuk olmalısın,
“Adam” olmaksa muradın…
Önünde dileğin, hayatın,
Eğer buysa kederin, gamın.
Gıybet, yalancılık, övüngenlik,
Müsriflik ve üşengeçlik,
Bir bilsen, bunlar beş düşmanın…
Sorumluluk, emek, tefekkür ile
Kanaatkârlık ve iyilik düşüncesi ise,
Bir inansan, bunlardır asıl dostların işte…
Nefretli kötülük görünce içinizde,
Soğutup gönlü, alıkoysanız bir biçimde…
İyilik görünce ibret olacak âleme,
Onu toplasanız düşünceye…
Âlim olmazsınız da daha ne olur,
Çocukluktan vaz geçerseniz?
Onu örnek alsanız da olur,
Bir âlimi görürseniz…
“Öyle olmak nerde” demeyiniz,
Bilimi severseniz böyle söylemeyiniz.
Size, kim bilim verebilir gayret etmezseniz,
Yanmadan tükenirseniz?
Dünya da mal da kendinde,
Bir gönül verseniz bilime…
Bilenlerin sözüne,
Erseniz muhabbetle.
Aklınıza yatmıyorsa güvenmeyiniz,
Herhangi bir işe rast gelirseniz.
Aksakal dedi, zengin dedi,
Kimse kim, biri dedi;
Akılla yenseniz…
Nadanlara boyun eğmeyiniz,
Gerçek sözle ölseniz de.
Ayet, Hadis değil yahu,
“Küfre düştün” demez de,
Ne kadar karşı gelseniz de.
Her yerde açıkça söylemeyiniz,
Sözümüzün sırrına ermişseniz.
Bunu yazan kişinin,
Adını değil, sözünü öğreniniz!
Kim geçmemiş yalan dünyadan,
Ne bülbül hatipler, söze sığınan,
Ne mahir liderler, tahtına sarılan.
Sözün anlamını bilirseniz,
Akıl terazisiyle ölçüveriniz.
Eğri görünürse gözünüze,
Atın, yakın, dönsün küle.
Düzgün görünürse göze,
Düşün ve kulağına ilmikle.
Ahmak çok, akıllı az,
“Çoğun sözü kıymetli” deme.
“Yakının sözü tatlı” diye,
“Yakınım dedi” diye görmeyin.
Kim söylese de cahillikle,
Öyle uçuk sözün ardından gitmeyin,
Endişem bu, diyeyim Size…
Kendiniz için öğrenseniz,
Kötülüklerden iğrenseniz,
Yıldan yıla temizlenirsiniz.
Birisi için öğrenmişseniz,
Birisi bilmese, siz bilseniz,
Bildiklerinizin hepsi sahipsiz…
Sözüne bakarak kişiyi al da,
Kişiye bakarak sözünü alma.
Doğru söz hangisi, bilmeyerek,
Her bir şeyden geride kalma.
Bunu yazan, bilen kul idi;
Celâleddin ed-Devvânî,
Böyle dedi, o içtenlikli.
Sözünü oku ve düşün bir daha,
Sakın tez öğrenip, tez unutma,
Gençlikte gönül gül, soldurma!
Tokmak gibi kekilli, kamışkulak[7 - Kamışkulak: Kulakları ince, düzgün ve dik olan at.] atlar var hani
Tokmak gibi kekilli, kamışkulak atlar var hani,
Koyun boyunlu, tavşan dudaklı, antilop suratlı.
Cıdağı geniş, çıkıntılı ve küçük yeleli,
Çukur ense, boşluğu hissedilse boğazındaki…
Teke burun, sarkık dudak, uzun dişli,
Kuvvetli, cüsseli, olsa güçlü.
Kol kasları bambaşka, geniş göğüslü,
Avından tadan kartal gibi dik döşlü.
Geniş, dazlak bilekli, oval toynaklı,
Dirseği kaburgadan uzak olmalı,
Sert topuklu, sinirli, dimdik ayağı,
Uyluğu etsiz, tahta gibi yamyassı…
Geniş sağrılı, dar bıkınlı, büyük kalçalı,
Erkeğe aynı gelse önün-arkanın rahatı…
Yumak kuyruğun kıl dibi kuvvetli olmalı,
Büyük taharet yolu çıkıntı, oldukça yağlı…
Diz eklemi aşağıda bitmeli, sağlam etli,
Kendi kalın bacaklı, yusyuvarlak kalçalı.
Sırtı kısa ve ova gibi düz olmalı bağrı,
Bacak arası açık, yumuşak haya torbası…
Köstekliği genişçe, en yüğrük atı bulsak,
Aynı yel gibi, huzurlu, hızlı binip dolaşsak.
İki gözünü çevirip, yanlarını kapatsak,
Eyerlerken sakin dursa, bağlayıp anlasak…
Hem saklanmaz, hem sürünmez hızlı lider,
Çene kakıp, hiddetlenerek dolaşsa güzel…
Dörtnala yüğrük, sağlam, güçlü ve uysal,
Razı gelmem, işte böyle ata binmesem…
Açıkçası kalpağı cuk oturmuş gibi,
Kişiyi bülbül kılıp söyletir gibi…
Dörtnala ata yetişemez, antilop ta süratli,
Hiddetlendirdin işte, elime bir değmedin ki…
Yaz günü Temmuz olduğunda
Yaz günü Temmuz olduğunda,
Yeşillikler, çayırlar, çiçekler
Uzayıp, büyüyüp dolduğunda…
Gürleyip akan dere kenarına,
Obalar göçüp konduğunda…
Kişneyip duran yılkının,
Çayırdan sırtı görülür ya…
Atlar; aygırlar, kısraklar,
Böğrü çıkar, iniler ara sıra…
Suda durur sineklerini kişeler,
Kuyruğuyla şıpırdatır ya…
Arasında kulun-tay
Döner koşar, kabarır ya…
Yukarı-aşağı ördek, kaz
Uçup dursa kısa kısa…
Kız-gelinler küyiz-ev diker,
Bıngıl bıngıl salınarak yürür ya…
Ak bilekleri sıvalı,
Şakalaşıp kikirdeşir ya…
Mal içinde dolaşır da,
Gönlü hoşnut kalır ya,
Zengin de gelir obaya,
Aheste, tatlı hitabıyla…
Sabadan[8 - Saba: Kımız hazırlamak için kullanılan ve at derisinden yapılan kap.] kımız doldurur da,
Ortasına kadar vurdurur ya,
Yaşı büyükler bir bölük olur da,
Şakalaşıp salınır ya…
Hizmetçi aldatan genç bala,
Yapışır anasının yakasına,
“Et al-getir” diye yakınır ya…
Gölge yapar başına,
Kilim döşer ya altına,
Görkemli zenginlerin
Semaveri fokurdar ya…
Eğitimliler söz söylese,
Yarış atı gibi uğuldar ya,
Başkaları başını sallar da,
“Elbette” diye onaylar ya.
Ak gömlekli, asasıyla,
Aksakal çıkar bir kıyıdan da,
“Malını öteye çek” der ya,
Çobanlara haykırıp ta…
Zengin “biçarem” desin diye,
Çağırıp kımız versin diye,
Yalakalaşıp, yalpaklaşır ya…
Kaftanlarını giyinmiş,
Huysuz ata binip sendelemiş,
Yılkıcılar geliverse,
Sabahtan zahmete girer ya…
Tüfek atıp, kuş salan
Genç delikanlı bir bölük olur da,
Su yakasında kuytulanır ya…
Çevirip salar asil kuşu,
Yükselmeye başladığında,
Kaz sürüsü parıldadığında…
Geçmiş günün hepsini unut,
Elden gelir iş yok ki ucundan tut.
Az evvelki biçare ihtiyar da,
Obada durup güler ya,
Hürmet eder kahkahayla…
Maalesef, çok ömrü geçirip gittik
Maalesef, çok ömrü geçirip gittik,
Harcadık bir şeye olmadan yetik.
“Sayılı bilgelerden biriyim” diye,
İlgi, düşüncesiz, övgü bekledik.
Emsalsiz halka sonradan bellettik;
“Pek çok nadan kendine çeker ilgi,
Vazgeçilmez âdet oldu komikliği,
Sırıtıp-alay etmesi” it mizacı dedik…
Doğru sözlü kişiye, deriz ya “Rus imiş”
İğrenip uyanıklığa demez ki “yanlış iş”
İnanışmayıp, kandırıcılıktan dönmeyiş
İnsanlığı yok eder, en sonunda bu iş…
İnançsız zıpır, bozdu sırrımızı,
Temiz görmeyiz arkadaşımızı,
Darılan gönlün yok ki hiç affı,
Yüreğinde yatar sitem ile sızı.
Dost aşkının olmaz yabancılığı,
Karışmış, ayrışmaz yürek sınırı.
Bizim “dostuz, aşığız” dememiz;
Yalancıktan yapılı gönül ağırlığı…
İnanışan dostum da yok, aşığım da,
Nihayet şiir yazdım, duygulandım da.
Görmemiş, çok dünya fazla göründü
Kirlenmemiş gönlün âşık olduğunda.
Hüda’nın verdiği bu dostluk; soba gibi,
Böyle olduğunda kalmaz ki gönül kiri.
Sahte dostluk yapar, hem olur olmaz,
Nadanın biri yırttı, kuşburnu dikeni gibi.
O dostu, gölgeye sığınmadan arar can,
Ağıt yakar feryat edip, başkaldırır kan…
Kaş çatılınca, görmedim bozulmaz can
Üstün arkadaş bulamadım dostluktan…
1887
Sabırsız, arsız, erincek
Sabırsız, arsız, erincek,
Heveskâr ve terbiyesiz,
Biçare Kazak onun için,
Salıncak, ağız birliksiz…
Kendi kendine “gün” der,
Yakının yalan iftira eder,
Bu arsızlık işareti, keder…
Hiç düşünmez, ayıp sanmaz,
“Yeter” diyene kulak asmaz,
Terbiyelisi(!) daha ne yapmaz?
“Birinde zıplayıp çıkarım” der,
“Birinde sıçrayıp düşerim” der,
Sakatlanır, yatar, kâr(!) eder.
“Hırsızlıkla mal bulayım” der,
“Tartışırsa oba yakayım” der,
Şerefsiz birileri böyle eder…
“Bu neyin” dese, birine
Yok yere çıkarır fitne.
“Kurtulayım” der işinden de,
Her şeyi görür kişiden de,
Büsbütün batar gidere.
Bu olmasa başkası,
Değiştirilir yaylası,
Uzaktan dem tadası…
Ne hizmet edip mal bulması,
Ne bilim alıp fikir bulması,
Boş evinde yatası…
Ülke gezip, ziyafet çekip,
Er arını satar, biçip biçip.
Evde bala-çağa, hanımı,
Aşına kaygı katmaz mı?
Emeği olmayan şımarıktı,
Bir bodurla anlaştı,
“Uyanık” denen melun çıktı.
Bir söz için düşman kesildi,
Dostluğu bir gün içindi,
Yüz çevirme âdeti çıktı.
“Uyanık kim” diye sorarsan;
Şehre koşsa dinlenmeden,
Yalancı arsıza, çok versen,
Utanmaz bunu görenlerden.
Fiskostan başka sırrı yok,
İş yapmaya kabiliyeti yok,
Yalan, gıybet, övünmeye
Tıpkı su gibi akması çok…
At binicisinden kalmaz geri,
Adını, koyarsa “kurnaz” biri…
Kurnaz durduramaz nefsini,
“Atım çıkıp koşsun” demesi.
Beraberliğe düşman olsa,
Heveslendirir saldırmaya,
İçki içmeyen sarhoş olsa…
Ülke huzur içinde olsa azar,
Can sıkıntısından öle yazar.
Evde otursa keyfi kaçar,
Dışarı çıksa yüzü yanar,
Birini görse alaya başlar,
Şakacılaşır, sırıtışı artar.
Kendi evinde bocalar bekler,
Başka evde heyecan ister.
Akıllı olan kişiyi
Arkasından kötüler, lekeler.
Refahı olan kardeşi,
“Hayırsız it” der, dışlamak ister…
Mal ile bağın düşmanı,
Hastalıklı kurnaz çoğaldı,
Ürür gezer köpek it gibi,
“Aşağılık biriyim” demez ki.
Kurnaz dil ile kudurtur ya,
Gider bir gün oturtur da,
Hizmet eden dostunu da
Mahvolmaya bırakır da.
Yapıp ettiği hüneri;
Hareketi – hareket,
Kendi onmamış cahili
Kime düşünür bereket?
Kime utanır da acır ki?
Doğru yok sözünde
Bereket yok özünde
Hep yalan övünmeyle
Hakikati örter hileyle…
Yalan yok ki bu sözlerimde,
Denmedik laf kalmadı işte,
Dikkat edin, gözlemleyin,
Halkın hali, tam da böyle…
Yabancı elde bulunsa
Yabancı elde bulunsa
Sırdaşın, saygılaştığın,
Çoğalırmış fiskosçun, sır paylaştığın…
Halkta iyi bulamazsın,
Başına iş geldiği gün,
İyi geçimliliği geride,
Ne için o düşünsün?
Açıp verir düşmanına
Kendi görmüş olmasın.
Ateşli düşmana rastlasa,
Kırgınlığı konuşulsa,
“Aferin batır” deyip,
“Sağlam gidiyor” diye ekleyip,
Över över doldurur ya.
Eski dostun görünce,
Hesapsız ant içer de,
“Ervah, Allah” deyip de,
“Sır vermek için söyledim de”
“Düşmanını aldatıp geldim” der de,
Allah’tan korkmaz cahil işte
İmanını yıpratır böyle.
Gelir gider çok dolanır,
“Ben dostunum” der dolaşır,
Düşmanlığını başarır.
“Aldatır” der hasmına,
El çektirmez akrabana,
Rast geleni kışkırtır ya.
Hastalıklı olur çıkar,
İyi günde gelen yakınlar.
Yakadan tuttuğu gün düşmanlar,
Kendileri it gibi topuklar.
Evde oturur, atıp tutarlar,
Hepsi hatip, gıdaklar,
Avluya çıkıp birinin,
Diğeri sözünü onaylar.
Düşman çok olsa başında,
Biri kalmaz yanı başında.
Yedeklesen, donar kalır ya.
Dışarı çıkınca kendini
Yaddan beter karalar.
Yalvarmakla gün görür,
Yakınını satar haklı görür,
Zar zor bulduğu çözümdür.
Akrabalara kinci
Genç çocuktan beterdi,
Hem aklı yok, hem bildiği,
Geliriyle gideri.
Yakına yanaşıp mal katmaz,
Düşman görse, can katmaz,
Neden sadece bilir ki,
Ağır ile yeğninin
Arasından geçmeyi?
Yoldaşı azıcık şaşırdığında,
Evvela ondan işitirsin ha,
“At üstünde hamile kaldı ya!”
Ağır işle karşılaşsa,
Kırgınlığı konuşulsa,
Küskün olmuşçasına,
Bahane eder boşuna.
Öğrenmez ki birinden,
Yakınarak dolaşır şereften.
Düzelmişse eğer istikbaliniz,
Çevrenizde artar istemeseniz,
Hem güzeliniz, hem zengininiz.
“Falancayı vurayım” diyen,
“Filancayı kırayım” diyen,
Darlıkta sıkıntıya düşen,
Varlıkta yağma eden,
Çok bahadırla dolar çevreniz.
Eğer sözünü dinleseniz,
Kimse kalmaz çevrenizden,
Eğer sözünü dinlemeseniz,
Fesatlaşarak çürür içinden.
Herkesin var ya akrabası,
Hangisi kovmuş düşmanı?
Yağmur yağdığında koynunda,
Güneş vurduğunda boynunda;
Cayılmaz ödev olduktan sonra,
Herkesin gönlü soğur ya…
İyi günde gelen akrabalar,
Sıra beklemez kendi evinde,
Hatip kesilir ya patavatsızlar…
Sıra gelse bilen birine,
Söz bulamaz sıkıntıdan söylemeye.
Şakacı kesilir beceriksizce,
Korkaktır düşmana gelince,
Serbest yerde asabicesine,
Dik başlı kesilir, kükrer işte…
Edep ile ağırbaşlılıkla,
Mizacı tatlı olmaz da,
Sasık mağrur kesilir ya,
Geveze övünücü onmaz da,
Bencilleşip yalpaklaştıkça…
Birine hükmedici iş yapsa,
“Kendi gücüm” diye düşünür ya,
Eğer gücüyle olmasa,
“Az evvelki iyinin bana
Yaptığı” diye söylemez ya…
Yabancıdan çekinir işi yok,
Düşman kahreden gücü yok,
Kendi başına bıraksan,
Hiç bir şeyden doyası yok…
Şakası ters, sözü saygısız,
Söylenen söze inançsız,
Kendi fenalığını görmez,
Kazan kaldırır bir suratsız.
Böyle hastalıklı akrabalar,
Nereden peydahlanırlar(?),
Gönle ümit veren hayatlar!
Usanmayı beladan,
Halk unuttu tamamen.
Bütün ülke hakikaten,
İtleşip kalır mı, ebediyen?
İçeni sarhoş, yiyeni tok,
Kaygı paylaşacak biri yok,
Hiç olmazsa olsaydı
“Bulut parçalı, yer saklanmalı.”
Önemli kurul yok oldu,
Halk gıybete boğuldu,
Ülke içinde ara bulucu,
Alıp çevirmez ki tümünü,
Arzu edilen ortak sürüyü…
Yok ki el yamayan yöneticiler,
Boş konuşarak ülke gezerler.
Gizlice giderek buluşanlar,
Rüşvetle görevde kalanlar,
Ücretini senden zorla alırlar.
Ruslar yaptırsa kongresini,
Halkını tutar atanan yönetici.
Kurnaz rütbeli, aç kadılar iyi
Kiralar bozulmuş yüreğini…
Russuz toplantı yapılsa,
Çağıran kişi de gitmez ha.
Uzlaşma sağlayıp bir kişi,
Helal malını almaz ki…
Nimeti gitmiş el güder,
Vakti geçmiş söz eder,
Şimdi bizim yöneticiler,
Yarına ümit gütmezler.
Başlar bağlansa uluya,
Kim saldırabilir namusa.
Yabancıya bakacak yüzü yok,
Yakarmadan duran g…tü yok,
İşi gider yanlışa…
Ulus boyunun adı Tobıktı,
Kurnazların sayısı çoğaldı.
Zenginin işini göremeyen,
Borcunu bütün vermeyen,
Rastgele kişiler doldu taştı.
Kazak, malını karıştıran,
Halkı belaya uğratan,
Musibete bulaştı.
İçinden çıkan iyi adamlar,
Düzeltemedi, kan ter akıttı.
Yabancı ülke insanının,
Bitmedikten sonra haramın,
Gönlü tamamen umutsuzlaştı.
Tüccar kaçtı bu ülkeden,
Alacaklarını tahsil edemeden…
Ayaktakımı avare dolandı,
Varlıların yanına sığışamadı.
Geçimsizlik oldu halka,
Talandan alı koyamadı.
İnancı olmasa da, andı olan,
Ülke düzeni bozuldu yahu,
Devlet denen töresi bulunan.
Bu gün bile kaygılanan
Kimse yok, utanmadan…
Şiir; sözün padişahı, söz aydınlığı
Şiir; sözün padişahı, söz aydınlığı,
Zorlukla ahenkleştirir dahi olanları.
Dile kolay, yüreğe alev dokunmalı,
Tastamam, usturuplu gelsin etrafı.
Yabancı sözle bulanmışsa laf arası,
Bu, şairin bilgisiz ve çaresiz olması,
Anlatıcı ile dinleyicilerin çoğu cahil,
Bu yurdun, söz tanımaz bir parçası.
Evvela ayet, hadis – sözün en başı,
Kafiyeli ilâhiler gelir dinlenme arası,
Ahengiyle ilgi çekmese okunması,
Niye söylesin onu Elçi’si ile Allah’ı.
Mescitte ulemanın hutbe okuması,
Velilerin münacatı kederli yakarışı,
Bir sözü diğerine uyaklama çabası,
Uğraşır her biri olabildiğince imkânı…
Şiirle, herkesin var ya bir uğraşı,
O zaman olur, söz seçme yarışı,
İçi altın, dışı gümüş sözün asını,
Uyuşturur Kazak’ın hangi balası?
Önceki eski kadıya baksam meraklı,
Deyimlerle anlatırmış, sözleri uyaklı,
Şairleri anlayışı kıt, cahillikten olmalı,
Abuk sabuk şiir yazmış ağıt yakmalı.
Kopuzlu dombıralı kalabalıkta söyler,
Övgü şiiri okur, her birine ithaf eder,
Önüne gelenden şiir ile hayırlar diler,
Yok eder söz kadrini, yurdu gezerler.
Mal için dilini bezer, öz canını kiralar,
Mal ister birini yanıltır, birini büyüler,
Başkasının ülkesinde dilencilik eder,
Ülkesini “zengin” diye över, lanetler.
Nerde zengin farfara oraya gider ayırmaz
O kadar mal alır, yığsa da zengin olamaz.
Kazak için “şiir” dediğin, değerli sayılmaz,
Boş laf görünür sararıp solsa da anlamaz…
Eski yönetici gibi, oturuyorum boş deyimlerle
Eski şair gibi, mal için feryat ediyorum ben de.
Söz düzeldi, dinleyici sen de düzelsene,
Sizlere de gelmek istiyorum, aheste aheste…
El atıp alan “yiğidi” anlatsam, merak uyandırır,
“Kadını”, “bahtı” anlatsam sohbeti koyulaştırır,
Öylesine gün geçirecek laflar zamanımızı alır,
Dinler idin bir sözü bin defa sorarak, anlattırır…
Akıl sözüne ilgisiz, halk geçimsiz,
“İnancım tek ona” der, direnirsiniz,
Kibirlice yiyip gider, başı eğitimsiz,
Kötüleyip anlatsam küsenlersiniz.
Çözüm bulur, çam ağacını yaş dala bağlar,
Herkes yürür, alacağı malın kılıfını hazırlar.
Övgü arayan mal düşkünü, bunu ne anlar,
Seç-seç çıkmasa içinden binde bir adamlar.
Mal yığar art niyetle çalar, karla hararet basar,
“Kurnazsın” dese, kıvançla adımını geniş atar,
“Sızlansam-atıp tutsam bir fayda düşer mi” der,
Ülkenin zenginini çıldırtır “düşman ilgisini çeker.”
Sabır ve sorumluluğa, hiç kimse ilgi duymaz,
İnsaf, utanma, ar ve namusu gerekli bulmaz,
Derin düşünce ve derin bilime ihtiyaç duymaz,
Yalan ile gıybeti, yün döver gibi abartır aymaz.
1888
Birinin yakını ölse, karalı o
Birinin yakını ölse, karalı o,
Ölüm gören yüreği yaralı o,
Gözyaşını kesmeden ağlar,
Niçin feryadını şiire döker o?
Damat al, gelin ver, düğününde gül,
Kız tanıştır, mürüvvetiyle yurt güldür
Kınası, şarkısı, bir de yüz-açarı var,
Gül, şiirsiz ilgi çekici olur mu bunlar?
Çocuk doğsa, bekler ki toyu yapıla,
Onlar da şiir okurlar, bağıra çağıra.
Eski iyilerden kalan örf ile âdet ya,
Şiir ile deyim söylemek, baksana…
Doğduğunda, dünyanın eşiğini açar şiir,
Bedenin, şiirle toprağın koynuna verilir,
Ömründeki ilgi çekici her şey şiir gibidir,
Boşa bölme, sakin sakin düşünsene bir.
Şiiri, söylemek bir yana, anlamazsın,
Söylesen, gücüyle başa çıkamazsın,
“Sen bilmezsin” diye söylemez misin,
Niye bunca inatlaşır, “olur” demezsin?
“Şiir” dediğin; her sözün yakışması,
Söz kafiyesi, uygun olup yaraşmalı,
Sözü tatlı, manası düzgün gelmişse,
Kim onunla çekişmekten hoşlanırdı?
Karnı tok nadanlar anlamaz sözü,
Sözü anlardı, yüreğinin olsa gözü,
Doğru sözün kadrini bilir cana da,
Uygun vakit değilse söyleme sözü.
Hediye bekleme, verse alma hiç kimseden,
Neyin eksilir, güzel şiir ile söz söylemekten,
Hayran olunacak adama saygı göstersen,
Uzakta dur, şiirini satıp bir şey edinenden.
Çok cemiyette söz tanır kişi bulunmaz ki,
Öyle yerde söz söylemek alay olur sanki.
Birisi o yana, birisi bu yana verir dikkatini,
Sözün tamamını dinleyecek Kazak yok ki.
Şortanbay[9 - Şortanbay Kanayulı (1808-1881). Kazak şair, din hizmetleri görevlisi.], Dulat[10 - Dulat Babatayulı (1802-1874). Kazak şair.] ile Bukar Jırau[11 - Bukar Jırau Kalkamanulı (1668-1781). Kazak ozan. 18’inci asır Cungar saldırılarına karşı Kazak kavimlerini bir araya getiren ve savaşı yöneten tanınmış Abılay Han’ın danışmanı.] tanınır
Kazak şiirini yamayıp toparlayan bunlardır.
Hey gidi fani dünya hey, söz tanır kişi olsa,
Eksikliği her yerde hissedilir, görülür daha!
Maksadım; dil geliştirmek, hüner saçmak,
Nadanın gözünü koyup, gönlünü açmak…
“Örnek alsın” diyorum, akıllı-fikirli gençler,
Akılda yok eğlence, evvel başta Hay-i Hak.
Güz
Göğü kapladı, rengi soğuk gri bulutlar,
Güz oldu, nemli sisler dünyayı basar,
Bilmiyorum; doymuş mu, donmuş mu
Yılkı oynamış, tay yarışır, kısrak kaçar?
Yeşil otlar çiçekler kalmadı eskisi gibi,
Gençler gülmez, koşmaz çocuklar gibi,
Rengi kaçmış, sefil ihtiyar kocakarı gibi,
Yaprağından ayrılan ağaçlar, kurur gibi…
Biri deri tabaklar, karışıma bulamış,
Yırtılmış giyimi, sarkmaya başlamış,
Kaynanasına eğirtip deve yünü ipini,
Genç hanımlar, yamar yırtılmış evini.
Kaz, turna katarlanarak beriye dönse,
Altında ak tepecik, yürür bir kervan ise.
Hangi köyü görsen, biraz kederlice işte,
Neşe-oyun görünmez, kaçmış keyfi de.
Kocakarı ile ihtiyar çömelmiş, bala titrer,
Keyifsiz kara soğuk, kırlarda esip gürler,
Etli kemikler, çorbalar olmadıktan sonra,
Evde it durmaz, sıçan avlar, orda-burda…
Dullaması[12 - Dullama: At kuyruğunun kesilmesi. Abay’ın başka şiirlerinde yansımasını bulduğu gibi, yiğidin atı; onun en büyük ganimeti, adeta en yakın arkadaşı gibiydi. Türk töresinde, yiğidi ölen at dul sayılır idi. Çeşitli kaynakların bildirdiğine göre, Alp Arslan ve yiğitleri de Malazgirt Savaşı’na çıkarken atlarının kuyruklarını kesmiş ve mızraklarının ucuna bağlamış idi.] eskimiş, ateşi sönmüş halkın ülkesi,
Yel vursa, toza-toprağa karışır, duman olur hali,
Ocağı tütmeyen evinin, rengi sararmış ya hani,
Sürtüşmekten korkan halkımın, kurusun düzeni…
Kasım, Aralık ile o bir-iki ay
Kış başı Kasım, Aralık ile o bir-iki ay
Biri erken gelmiş, biri geç kalmış say.
Erken gitsem “yer kaparım” diye,
Yelkıranıyla merada oturur ya bay!
Fakir, yaşar ya kendisi mal güderek,
Yakmaya odun yok, sürekli oturarak,
Katı karışımı ısıtır, kürkünü tabaklar,
Keçeleri yamar kadını, titrer donarak…
Küçük çocuğa, ateş de yok harlı yanan,
Önünde durup pişiremeden, öle yazan,
Kocakarı-ihtiyarı olsa, ne kadar da zor,
Uğuldayan yel de sıkıştırır bir taraftan…
Eskimiş ya, birer birer kesen bayın evi,
Neresine sığsın yoksulun hâli, vaziyeti?
Kızmadan verse, yarım kap mal tezeği,
Budur, fakire verdiği en büyük hediyesi.
Kar yağsa da, donmaz ki zengin balası,
Evi sıcak, keçeyle kaplamış ya etrafını.
Hizmetçi oğlu, zengin oğluna yalvarışlı,
Ustalıkla akıtarak dolanır ya gözyaşını…
Zengin, evine giremez uygun biçimde,
Çocuklar çıkarsa, yemeğini alıp kaçan,
Uzağa gidemez o, evinin duldasından,
Yığılı yüklüğün güneyinde yer bulan.
Anasıyla babası gözetler evladını,
O da kendisi gibi it olsun, fitne fücur.
Sıkılır, doğru dürüst içemez çorbasını,
Akranından utanır, her yeri tarumar olan.
Hizmetçi evine canı acıyıp, aş vermez bay,
Fazla hayır, hususi hizmet dolayısıyla vay!
Zenginde merhamet, hizmetçide meyil yok,
Sanki köreltmiş ikisini de, hay Allah’ım hay!
Fakir biçare çekingenmiş gibi alsa da,
Emek bilmez zenginin yeri de yok ha!
Yola düşürmeden çoluk çocuk, ihtiyarı,
Bir kış olsun koru, taş kalpli olma bunca.
Kış
Ak giyimli, heybetli ya da aksakallı,
Kör mü, sağır mı, ayırmaz diri canı,
Rengi soğuk, üstü başı apak kırağı,
Bastığı yeri büyüleyerek, gelip kaldı.
Nefes alışı-ıslık, ayaz ile kar yağışı,
Eski akraban-kış geldi, gaile saldı.
İncecik kalpak giymiş, bakmış şaşı,
Ayaz ile kızarmış, güzelleşmiş başı.
İki gözünün üstüne yağar, sis gibi sardı,
Başını silkse, kar yağar, huzur kalmadı.
Boran gibi uğuldayıp şiddetlendiğinde,
Altı kanatlı[13 - Kazakça “kerege” denilen (germe) ve ince kayın çıtalardan çatılan tahta perdeler, küyiz evin (keçe evin) taşınabilmesi ve yeniden kurulurken kolay kurulması için belirli büyüklüklerde yapılır. Bunların dördünün yan yana bağlanması ile kurulan küyiz eve “dört kanatlı”, altısı ile kurulanına “altı kanatlı” denir.] saray, küyiz ev çalkalandı.
Heveslenip koşuşan, genç çocukların,
Eli-yüzü kabardı, don çaldı uzuvları.
İçlik ile kürkünü üst üste giyen çobanı,
Bakmaya dayanamadı, döndü arkasını…
Kar küremekten yılmaz şaşkın yılkı,
Dermanı tükenmeye tez yakınlaştı.
Kışla birlikte burnunu soktu kurtlar,
Çobanlarım, kaptırmayın itlere malı…
El değmemiş malı güdün, iyi gözetin,
Uyku ondurmaz, çalışın, buz kapladı.
İt yiyeceğine Kondıbay, Kanay yesin,
Dinleme, bu cahil kocakarı ihtiyarı…
Yelsiz gece, ay parlak
Yelsiz gece, ay parlak,
Işığı suda titrek…
Obanın canı, derin vadi,
Taşımış nehir gürüldeyerek.
Kalın ağaç yaprağı,
Fısıldar kendi kendine.
Görünmez yerin toprağı,
Güzelleşmiş yemyeşil yüzeyiyle.
Dağ canlanarak, türkü yakar ya,
Ürüyen it ile “hoşt hoşt”a.
Gelmez mi idin bekleyip yolda,
Görüşmeye uzağa?
Çekinmeden dingince,
Bir soğur, bir ısınır gönlünce,
Dinlenemez huzur bulup,
Boşuna telaşlanır, ürkekçe…
Söz söyleyemez tereddütle,
“Küt küt” eder yüreği de,
Oturmaz mıydı güvenle,
Yemeğe dalıp çenesiyle…
İçim ölmüş, dışım sağlıklı
İçim ölmüş, dışım sağlıklı,
Rastgelene diyorum hâsılı;
“Bugünkü dost, yarınki düşman”
Ben ne yaptım, aman aman?
Kendi evinde nehir gibi,
Gürler, anlatsa şikâyetini.
İnsan önüne çıktığında
Mıymıntı, raşitik ve özenli…
O gün, sen böyle miydin
Bu yaptığın nedir, yiğidim?
Üç gün arkan boşalınca,
Huysuz isyankâr oluverdin…
Can sıkılsa, canlanır neşeyle,
Can eritir güler yüzü-içtenliğiyle,
Can huzur bulunca, sen niye
Kaba mizaçlı olursun böyle?
Hırsızlık ile kurnazlığa
Bağlanınca kestin bağını.
Borçluyken beş verirsin,
Alacaklıyken yine altısını…
Bir araya geldiğinde görürsün
Yüzlerce fasıllı türlü davayı.
Nihayetinde senin gibiler,
Görmez mi kuşatılmayı.
Tekrar geleceğin kapıyı,
Sımsıkı kapatma yakışıklı.
Büyüsen de erişsen de,
Bir gün lazım olur, bu varlıklı…
Yönetici oldum işte
Yönetici oldum işte
Bütün malımı vererek…
Devede hörgüç, atta yele
Kalmadı yâre yedirecek…
Böyleyken dahi halkımı,
Tutamadım sımsıkı.
Güçlülerim söz söylese,
Baş sallarım tasdiklerce…
Halsizin sözünü savsarım,
İyi anlamam yan oturarak.
“Kongre var” dese, yüreğim
Keyiflenmez vızıldanarak.
Başkalarına sır vermeden
Boş gülerim, tebessümle.
Öylesine yürürken bir gün,
Tellal geldi, iyilikseverce…
“Sancak’tan çıktı karar, Kongre var”,
“İşe yara, yürü eve” dedi, emrivakiyle.
Şaştım kaldım, gün az, zaman dar,
Yürek gitti güm güm atarak, delice…
Günüm güçlü kuvvetli geçse de,
Çabaladım zorbalık ederek, işte.
Rütbelileri, yöneticileri toplattım;
“Birlik olun”, “el ele verin” dedim,
“At yararlı, küyiz-ev güzel olsun,
Hepsine de özenin” dedim…
Cesaretlendim ya, halkıma
Konuşarak yürürüm kasıntıyla;
“Allah yazmışsa, yurdumun da,
Ak sütünü aklarım bu defa” derim ya,
Kuvvetliymişçesine, koruyacakmışçasına,
Teçhizatımı bütünlerim ha…
Kolayca Kongreye,
Övmem ki kavmimi,
Kendi obama söylerim;
“Vermedim” diye “kuvvetimi.”
Övünürüm kibirlenerek,
Kongre’de sözüm geçerli.
“Gösterdim” der, işaret ederim
Tehlikeli yerimi…
Söz çoğaldı, devam etti,
Övüngenin g..tü göründü.
Kazak’ı yiyen kuvvetli “er”
Belaya çattı da baş eğdi.
İleri geri çekişti,
Davası, kazancı yenildi.
Coşkusu güçlü asilerin
Başına yular giydirildi.
Büyük küçük şairlerin
Hepsi söz oldu, derildi.
Cesareti yeten kadı sertti,
Bileyip ne yapsın yüreğini.
“Öz malım” dediği zenginliği,
Sahibine teslim edildi.
Satılık canlar çevirdi,
Kuruttu orada erini.
Dilekçe vericiler çoğalıp gitti,
Büküldü yöneticinin beli,
“Ne yapsın biçare” demez ki.
Bir kurutmadan terimi,
Gün batıncaya kadar çabalarım,
Seğirterek ileri geri…
Etek gitmiş serilirken,
At g..tünde dalgalanırken.
“Sancak’a yetsin” der gibi,
Kükrüyorum kötülerken.
Kimilerini değneğim,
Bağırttı değip giderken.
Kurnazların çoğu pısıyor,
Yüzleşemez ya nara atarak…
Açarak göğsü, hava sıcak,
Koynuna gitti yumuşayarak…
Halkı düzgün yöneticiler
Övünüyor gururlanarak…
Gülüşü başka gaklarcasına,
Sesi bir başka patavatsızca,
Konuşuverse bir yerlerde,
Akımı sert, uğuldarcasına…
Sancak’a girse, başkasından da,
Merhameti yüksek ışıldarcasına…
Halkın bozuk olduktan sonra,
Sancak ta şaklatır durur ya.
Tabandan başlarsın tozmaya,
Boşuna tepeleyip dolaşmakla…
Cahilim kendim de,
Bir mizaçta kalmıyorum.
Uysallığın güçlü olduğunu,
Görsem dahi, uymuyorum.
Kongre’den sonra halkımı
Sıkıntıya sokmayacağım.
Evvelden küfesi boş kötüleri,
İyilerle bir tutmayacağım.
Güçlüler bir yana, güçsüzleri
Olabildiğince ellemeyeceğim.
Sancak varken ki terbiyesizliği
Sancak yokken etmeyeceğim.
Ivır zıvır, saçma sapan şeylere
Fayda görüp meyletmeyeceğim.
“Bu yasak, haylaz” diye,
Hiç kimseyi tekmelemeyeceğim.
“İnançlı olun” diye toplayıp halkı,
Birleştirmeyi sürdüreceğim.
Arabozucuların başkaldırısını,
“Doğru fikir”, diye tasdikleyeceğim.
Nesebim zayıf, neslim boş,
Sadece biraz ailem var.
Ailem kurusun, bilirim;
Yöneticiliğin yolu dar…
Nasıl yardımı olur,
Nadan hepsi hırsızlar?
Demin gördüm, düşünsene,
Utanma, namus, kaldı mı ar?
Sıradaki seçim yapıldığında,
“Düşer mi” diye oylar daha,
“Bu günümü bir gün,
Çok ararım” diyorum ya…
Bu sözümü bir düşünün,
Akıl veren akrabalar…
Kusurlar çoğalıp gitti,
Azar işitti, bozuldu güzelliği.
Bu halkı elde tutabilecek kişi
Ben değilim, gel kurtar hepimizi!
Elden gelmez cefaya
Niye tutuldum ki bu kadar?
Yayıldı işte, yetmez mi(?)
Sancak’a da bir haber?
“Daha şöyle ettin” diye,
Hareket verir, ele alır,
Sert baskı yapıldıktan sonra,
Başım mahkemeye taşınır.
Kirlenip düştükten sonra
Gördüğüm gün ne ola?
Sana malum, haylazlar
Kendi kendine ne bula?
Kâğıt verir, atar-tutar,
En sonunda saçmalar.
Eskisi gibi devran kalmadı,
Büyüklerin yolu daraldı.
Yalan verilen dilekçenin
Akıbeti altındakine bağlı…
Kendi eken, kendi biçer,
Kâğıdı gözünü kör eder.
Bulur bulmaz yalanını,
Suçlarını sayıp döker.
Zalim yargıçların kendisi
Tanıyıp aldı ya nicelerini…
Görmezmiş gibi düşeriz,
Demir gözlü sarayın halini…
Biri diğerinden öne çıksa
Biri diğerinden öne çıksa,
Hünerleri ölçülüp tartılsa,
Okuyan, bilen bilir yalnızca
Nadan, nadandır ne yapsa da.
Okuyan bilir her sözü,
Nadan gibi bakmaz gözü.
Nadan mantıklı düşünmez,
Yalnızca kapristir onun gücü.
Şaşkınlıktan kala kalsanız,
Sevinir nadan, memnun kalır.
Tatminkâr hiçbir şeyi olmaz,
Adammış gibi boşa dayılanır.
Akıl da yok, kaygı da onda,
İşi yok, ters mi, doğru mu?
Dilenip, umarak arar daima
Kuruş mu, yoksa bir som mu?
İt görmüş keçice göz pörtletir,
Akıl hastası deli gibi söylenir.
Yaşından örnek almaz zavallı,
Hüner bulup da ne etsin hakir.
Malum bilgiç adammış gibi,
Birilerine karşı öyle alay edici.
Çırpınarak kendini ağırdan satar,
Bencil, günahkâr, lanetli.
Adamda sorumluluk olsa,
Durmaz o kendini bir tutarak,
Gider gelir, bir yerlerde arar da,
Alır kendi sevdiğini uygun bularak.
Mest olur yöneticin
Mest olur yönetici bolısın,
Büyük sırtını sıvazlayınca.
Kendini metheden Rus’un,
Rütbeli cepken bağışına.
Her gün iyi mi davranır,
Bir tavrından hoşlandığına?
Sırmalı palto tatmin olur mu,
Arını şerefini sattıkça?
Neşelenip göze çarpana,
Salınarak iftihar duyana,
Şaşıyorum, böbürlenerek
Varı yoğu alt üst kılana.
Birileri mest oldu, koyun kesti,
Az değil, koşturup müjde isteyeni.
Düşünceye saldı, avare etti,
Evdeki huzurlu kişiyi.
Hiç bir şey değil, avunur,
Akıl gözüyle bakana.
Küçük çocuk gibi sevinir,
Bir lezzeti tadınca.
Akıl gözü açık olanlar
Güler g…ünü açışına,
Kendi şerefini boşuna
Döküp saçışına.
Sevinilecek kız değil,
Parlak takılar takmaya.
Başkalarını, bizi değil,
Düşürecek kapana.
Bu da hesaba katılır mı,
Arı, itibarı bulunanlarca?
Beynin varsa yaklaşma,
Boş heves peşinde koşana.
Nadanın biriyle beşiyle onmazsın,
İnanırsan, onunu yanına katana.
Kişiliksiz, kötü olmazsın,
Kötülükten kaçana.
O, “oldum ya” deyiverir,
Berduş gezen adama.
Dikkatlice samimidir,
Gözünü diker semaya.
Hâli malum domuzun
Dürtüşünden sakınma.
Bilimden başka her şeyin
Derdi çoktur haddini aşana.
Ona kim ümit bağlar,
“Yolunu bulur” diye şaşınca?
Böyle aşanlar, kavuşurlar
Hiç gecikmeden karşılayana.
Eğitimlinin ettiği söz
Eğitimlinin ettiği söz
Meraklıya olsun gez.
Nuru, sırrı görmesi için
Sinesinde olsun göz.
Yüreği döndür, gönlü uyar,
Söz dinlemez aheste onlar.
Öz hüneri, eli belinde bakar,
Sözü tez anlamaz mı bunlar?
Akbalık tuzlar meczup gibi
Nasihate yakın gelir mi?
Mizacını düzeltmez iradesiz
Doğru söze güvenilmez mi?
“Söylesenize” diyerek yalvarırlar,
Anlayan biriymiş gibi çabalarlar.
Anlamadığı için bıkıp usanırlar,
Uykulu uyanık hımbıllar…
Genç çocuk gibi hevesli,
Bağlı değil aklı düşüncesi,
Bayram ile toy aklındaki
Sırıtkan-alaycı it mizaçlı…
Güzel kız ile ya delikanlı
Olmayınca, kıvrak zekâlı,
Çıkıp gider ya gözleri kapalı,
Onun aklı kârı salgı organı.
İyiye söylesen, canı erir,
Anlar gönül hakikate gelir,
Dert içinde devayı bilir,
Altına, niye bakır denir?
“Aklı Tanrı’dan uzak” inatçı eşek,
Kurnazlık, rezillikle dile düşecek,
Yok sanıyorsan bir hesap edecek,
İstediğin ha bez olmuş, ha ipek!
Sekiz Ayak
Uzaktan kucaklayıp,
Yürekten duygulandırınca,
Ürpertiyle bedene yayılan;
Iraktan çarpıp,
Fırsatını bulunca,
Sertliğe ulaşıp sözü bağlayan,
Tefekkürü noksan kızıl dil,
“Söyleyeceğim” dersen, kendin bil.
Keskinin bıçağı,
Kasnağın bizi,
Örneğini yapamaz senin gibi…
Bilene inci-mercan,
Bilmeyene ucuzundan,
Nadanlar lezzet alamaz ondan.
Sıkılma boşuna, dil ile yak,
Gönülsüz kulak, düşüncesize bak.
Başında beyin olmayan,
Kendinde fikir bulunmayan,
Alaycı afra-tafralı nadanın…
Çoğunluk söylerse inanır,
Yurt söylerse tamamdır,
Alışkanlığı nadan adamın…
Teninde gayret, düşüncende köz,
Olmadıktan sonra, söyleme söz.
Kaynar kanın,
Acır canın,
Huylarını görünce…
“Gayretlen, silkin,
Cesaretlen, berkin,”
Diye nasihat verilince…
Utanmaz, arsız bineğiyle
Kalkıp gider peşine.
Uzağa çıkmadan,
Fısıldar köşe bucaktan,
Hiçbir söze acımadan…
Faydasız aklı,
Yarayı sarmaz lafı,
Atadan farklı çocuğun aklı…
Sezgisiz, düşüncesiz yarım akıllı,
Ar kendi aklında değil, adamakıllı…
Dedikodu taşıması,
Kocaman palavrası,
Düşkünlükten tamamen çıkması…
Böbürlenip övünmesi,
Tabutunu çakması,
Gözlemesi, bakması…
İnsaf, utanma, derin düşünce
Düşünen can yok, merhametlice…
Olmasın kindar,
Olursa herkes sevip sayar,
Canını esirgemez meslek kılar…
Yerli yersiz sırıtmalar,
Uygunsuz alaycılıklar,
Ola mı zenginlik, nasip, bunlar?
Emek harcasan erinmeden;
Doyar karnın dilenmeden…
Ekinin kendigelenini,
Alışverişin beleşini,
Öğrenir, düşünür, mal arar…
Adil ol – zengin bul,
Adam ol – mal bul…
Övünürsen övün o zaman…
Birini, Kazak, diğerin hoş,
Görmez isen, işin hepsi boş…
Malını düşmana,
Başını davaya,
Horlatma, koru… İyi geçimli olsana…
Yalancılık, hırsızlık,
Hükümetinki zorbalık
Kurusun, gözün açılmazsa…
Utanman, arın uyansın,
Bu sözümü düşünüp anlasana…
Yemeği tokluk amacıyla,
Yoksulluk işi olmuşsa
Azdırır insanoğlunu ha…
Didişip boşuna,
Düşman olursan dosta,
Eza çeker, yok olursun ya…
Sahte şikâyetler doldu taştı ya,
Üzülecek vaktin geldi çattı ha…
“İşsiz dolaş avare,
Zorunlu malı al işte”
Diyen kim var Sizlere?
Kurnazlığı sezici,
Rezilliği bilici
Kişi bulunur dürüstlere…
Üç-dört yıllık âdetin
Olur kendine katilin…
Ağrımadan tenim,
Ağrıdı canım,
Kanırttı, kıstırdı başımı…
Daraldı göğüs,
Sıkıştı yürek,
Sıkıp akıttı yaşımı…
Sığınıp alaya, tokluğuna,
Çekti hüner yokluğuna…
Gayretim malum,
Yetmiyor mecalim,
Maksat büyük, ömür küçük…
Geçtikten sonra şenlik,
Gittikten sonra güzellik,
Ne olacak boş efelik?
“Geç” diye dönülecek yol değil,
Yol azığım mal değil…
Bir kişi çok ya,
Yüzlerce acımasıza
Hala yeterli zaman yok…
Kadirli başım,
Gayretli yaşım
Bağırmakla geçti, çare yok…
Boşuna aktı onca ter,
Zilletle geçti ömürler…
Söz ustası, bilgin
Hukukçu, kâhin
Bilinmek maksadı, övünmek…
Çekinip, korkarak,
Yola koyulup, sefere çıkarak
Çekinse halkın, bakarak…
İlendiğin yurt kılacak.
Kurulun güçlü olacak.
Hoş, korktu elin,
Korkutan senin
Hünerin ne, söyleyiver kendin…
El gözler seni,
Sen gözlersin eli,
Kımıldatmadan, bak ta gör…
Oynaşçı hatun olsa iffetsizce,
Ar kalır mı, gözleyen erkekte?
Desteksiz gözlerin,
Tek yalnız kendin
Bakamazsın, başın döner…
Kardeşine benzeyen
Sırrını söyleyen
Sırdaşın, sırtını döner…
O kanı bozuk, alçak hırsızlar
Fırsatı kollayıp, seni avlarlar…
Başı gözü kan olur,
Üstü başı toz olur,
Gene kalkar kayıp kaykılır;
Yıkılıp kalkar,
Bitkin düşer,
Daha da zahmet çeker.
Şeref nerde, ar nerde?
Kıymetli canına faydası ne?
İt ürüse, bala
Değneğini alır da
İtle kinleşip kovalar ya…
Kızarmış gibi “hey” der,
“Ayıp” der, “bırak” der,
Büyükler bulaşır, “yeter” denir.
Onu biliyorsan, bu yaptığın ne?
“Ben de ayıp iş yaptım” desene…
Bilene yol boş,
Olaydı eli boş
Merakın tadını alırdı ya…
Bilmeyen cahil,
Oturur, kaygılı değil,
İmiği doyaydı yatmaya…
Ne o değil, ne bu değil,
Benim de günüm, gün değil…
Bilimi izleyerek,
Dünyayı gözleyerek,
İki tarafa dikkat kesildim.
Kulağını asmaz,
Dilini tutmaz,
Çok nadandan umudu kestim.
İki batman kuyruğun
Tut, yetsin buyruğun.
Jartas’a vardım,
Her gün bağırıp çağırdım,
Ordan da aksiseda çıkardım…
İşitip sesini,
“Bilsem” diye doğrusunu-iyisini,
Çok gezinip aradım…
Kadim Jartas – aynı Jartas,
Gevezelik eder, kıllı bakmaz…
Yaya kalmıştı,
Atlısı çarptı,
Dönüp sözü kim anlasın?
İçte dert dev,
Ağzında alev
Yaktıktan sonra, yaş gözden çıksın.
Köpürerek canını acıtmadan,
Bırakır mıymış ağlatmadan?
Kuştüyünden döşek,
Taş gibi olmuş kesek,
Kalçadan batar, dalamaz uykuya…
Fiskos olursa sözü,
Mest olur yüzü gözü,
Tasalanır halkın, sırrı kalmaz ya…
Eski kurnazlık, aynı aldatmaca,
Sıkıştığı yerde çekişme-dava…
Büyükbabadan altısı,
Anadan dördü,
Yalnızlık çekecek yerim yok.
Akraba pek çok,
Söyleyeyim az çok,
Sözümü anlar halkım yok.
Ölü ozanın mezarı gibi,
Yalnız kaldım, tam gerçeği!
Nurun varsa gövdende
Nurun varsa gövdende,
Bu söze gönül veren ol…
Eğer nur yoksa teninde,
İster diri, ister ölü ol…
Tanıyamazsın, göremezsin,
Aksu gözü kaplarsa bir yol…
İmamsız namazı işitmişsin,
İşte bu, Aleviliğin açtığı yol…
Halk, patırtıyla nasıl bulsun
Kamil biri göstermese yol?
Birlik içindeyse ulusun;
Kaygı duymaz, emin ol…
***
Yapraklar suya karışır,
Bulanıklaşır, vurunca yel…
Her yerinden gürültüyle,
Boşalınca akan sel…
Onun malı başkalarından ayrıcalıklı
Başkasını da emer, büyür gayrı…
Bereketi kaçmış diyarı;
Bataklık göl, suyu çürük sarı…
Kuşlar ciyaklar, kıyısında yürürler,
Su içemez, ürker yazlık döller…
Onun suyunu içenler,
İshal olur, aşamaz bel…
Kıyısında kim mekân tutar, sanıp göl
Suyu kurusun, tam bir çöl…
Birlik en güzeli,
Kocaya vardığı yer, sıfır sanki…
Birlik sıfırsız hakikatte,
Kendi üstünlüğü bu herhalde…
Birlik gittiğinde,
Ne olur bütün sıfırlar, düşünsene?
Rızkını kaçırma,
Halk huzurluysa, bu güzel…
Doğru söze sataşıp,
Helalim olma, canım, gel…
Ben yazmam şiiri, meşgale için
Ben yazmam şiiri, meşgale için,
Olur-olmaz masalı dermek için.
Sinesi sezgili, dili fasih örneği,
Yazdım gençlere iletmek için.
Hoyrat değil anlar ilgili, bu sözleri,
Gönül gözü açık, uykusu hafifler için.
Dizip gel, eğri-büğrü, yeterliyse maharetin,
Dışını bilmekle iş bitmez, sırrını görmelisin.
“Çekişme” deyince kulağın yadsır-sağırlaşır
Böyle sözü, görüp duyarak büyümemişsin…
Şaşıyorum, önceki söylediğini anlamadan,
“Yine söyleyiver” diyor halk, huzur bırakmadan.
Söz söyledim “Hazret Ali, ejderhasız”,
Burda yok “altın çene, saf çilli kız”.
Yaşlılığı kötüleyip, ölüm dileyerek,
“Olsun” diyecek yerim yok, “yiğit arsız.”
“Aşırı kızıl değil” diye, iğrenmeyiniz,
Kökü derin, söz fazla, bir bakarsınız…
Bahadırdan övüngen yağmacı doğar ya,
Çapkın da, maceracı da avare candır ha…
Arsız, malsız, işsiz güçsüz, akılsızlar da,
Dangalak ayyaşlar olarak ortaya çıkar ya.
Mest olarak gülse beş-altı mizacı budala,
Sıkılma kızıl dilim, al gel dili, hür bırak ya!
Şiir yazan hünerli kardeşim, Size
Yalvarırım, böyle söz söyleme bize…
Başkasını bırak, faydası yok kendine,
Kıvrak hünerin, aşağılanıp gider tekdüze
Süslü, yağmacı, oynaşçı, asil-gösterişçiyle,
Gülüp eğlenmek, çok mu ilginç geliyor Size?
Evvel bir soğuk buz; akıl zeyrek
Evvel bir soğuk buz; akıl zeyrek,
Isıtmış bütün vücudu sıcak yürek.
Sabırlılıkla dayanıklılığa azmetmek,
Kuvvetten çıkar bunlar, bilsen gerek.
Akıl, gayret ve yüreği ahenkli tutarsan,
Tamamen özge olursun elden o zaman.
Tek tek kimseyi bahtiyar etmeyecek,
Yol da yok ki, anlayışsıza “iyi” diyecek…
Akıl da; öfke de yok, alaycılık da yok,
Gaile kılar şahlanıp kaynayan yürek çok,
Hiç biri gün göremez, diğeri olursa yok,
Bu üçünün doğrusunu bilim bilir en çok…
Âşıklık ile müptelalık ikisi iki ayrı yol
Âşıklık ile müptelalık ikisi iki ayrı yol,
Müptelalık, sadece nefs için emin ol.
“Senden üstünü yok,” vuruldum ya bir yol,
Ben ne olursam olayım, sen, sağ-salim ol…
Sen gönlümün huzuru olmuşsun,
Saklanma, nurunla can şad olsun.
Birine taraf olsan, birinden uzak olursun,
Ne işvelisin, diri cana neler yapıyorsun?
Âşıklık gelse yener, tuş eder gibi seni,
Cılızlaştırır sıtma hastalığı sarmış gibi.
Bütün vücut donar, soğur ümidi kesilirse,
Tutuşur, yanıp kül olur, bir kez ümitlenirse.
Kor oldu canım
Kor oldu canım,
Günüm sensiz ya benim,
Pek bitik halim,
Yazgıdan gelen cefayı,
Yazmışsa Allah’ı,
Ne görmez ki kulları?
Terennüm ediver dilim,
Sararınca bu dertten,
Büküldü belim.
Yar cayınca her yeminden,
Elemlendi gönül içten,
Ne yapsa olur, hafiften?
Özledim seni,
“Görmedim” diye bir hayli
“Adam” sayıp beni,
Sen, mektup göndermedin ki.
Yürek öylesine ısınmıyor ki,
Hüzünlenince cesedi.
Bu benim feryadım,
Ulaşsa yârin civarına,
O verir ilacım; varsa
Maşukunun yanına,
Düzeltip düşüncesini
İyileştirmez mi tenini?
Sen beni ne edeceksin?
Sen beni ne edeceksin?
Beni terk ederek,
Hüner göstereceksin…
Öylesine,
Yine aldatıp,
Efsunlayıp,
Kendi kendinle gideceksin.
Niye avare edersin?
Kavuşmadan,
Rahatlaşmadan,
Derinlemesine…
Yine yaddan,
Zengine aldan…
Ömür boyu hakir edersin.
Niçin bozarsın şevkimi?
Et yürek tutuştu,
Yandı ateş oldu,
Alev düştü içime…
İt gibi biçare,
Kederli…
Sen kestin ya esintimi…
Kim bilir bugünün ertesini?
Ölüm söylemez,
Gelse dönmez
Kişiye…
Bugünkü gün vakti
Varım şimdi…
Dost edindin sen ecnebiyi…
Âşıklık; sıkıntılı yol…
Yetsen – yetersin,
Yetmez geçersin…
Ne oldu?
Hayal içinde ömür
Sürdür…
O beni bir yol, düşünmüş müdür?
Gevşedi el-ayak işte,
Erişemeden yemine,
İçim dertle
Doldu bile…
Ecel vakti
Çattı geldi…
Ben öleyim, sen kal diri…
İçten yürek; aynı yürek,
Gene tedirgin olup,
Yoldan korkup
Vazgeçmeyecek…
Çekilip
Dönmeyecek…
Ölse de bir sözle, daha ne gerek?
Bilirsin sen uyanık,
Ben kölene
“Oldu” deme,
Gel, yardım etsene…
Kınayıp hiç kimse
Söylemez de…
Merhamet edip, erken gelsene!
Hakikaten aşığım ben sana!
İncinerek gezsem,
Seni görsem,
“Kem-küm” diyerek…
Bir söz söyleyecek,
Mecalim yok inan,
Eriyip gider bedenim, işte o zaman…
Dikkatini sen bana
Bir kez vermedin,
Tez gelmedin…
Beni izledin.
İçinde sıcak
Kan yok bak,
Taş kalpli yar, hoşça kal!
Yar, senin gönlün tok,
Ak etini,
Nur betini
Şahsî
Kılmadıktan sonra
Allah,
Biçare kılsa, çözüm yok…
Sen attın uygunsuz ok,
Tanrı – kadı
Taş tartı,
Haşarı
Kalma çok,
Yemin bozanın, yerinde kor çok…
Delikanlı sözü (Selam söyledim, Kalemkaş)
Selam söyledim, kalem kaş,
Sana kurbandır, mal ile baş.
Hasretle düşününce seni,
Gelir gözlerden sıcak yaş.
Senden güzel can doğmaz,
Doğan olsa da üstün olmaz.
Senden başka hiç kimseye,
Bu ihtiraslılığım anlatılamaz.
Asil adam sözünden caymaz,
Tuttuğu yoldan yüz çevirmez,
Görsem de, görmesem de,
Gönlüm senden ayrılamaz.
Gözüm başkasına bakmaz,
Başkası da bana yaramaz.
Dar döşekte döş üstünde,
Yâr koklanmadan yatılmaz.
Omzumda Sizin saçlar,
Kucaklaşıp, oynaşmalar…
Lezzet alsak olmaz mı,
Göz kapalı, gönül sefalı?
Sizde endam, bizde içtenlik,
Sözlerimin hepsi gerçeklik…
Sizin gibi yârin, bu dünyada,
İlgisine can doymaz.
Etin ete değdiğinde,
Dokunup tadını sevdiğinde,
Ten ürperir, vücut erir,
İçim ateş gibi alevlendiğinde…
Yürek eriyip büküldüğünde,
İçindeki sırrı bildiğinde,
Arayıp bulan sungurum,
Hoşlanarak süzüldüğünde…
Tavrında yok kabahat,
Bakıp doyarım yüz kat,
Hararet basar gidersin,
Her saat başı, bir saat…
Sülün gibi pır pır ediver,
Aç yüzünü, gösteriver,
Yakına gel, yaklaşıver,
Gerdanından koklatıver…
Kız Sözü (Ahenkleştirerek översiniz)
Ahenkleştirerek översiniz,
İstediğinizi bulamaz mısınız?
Bizde irade yok, bunu bilseniz,
O halde niye başlarsınız…
Biz de herkese bakarız,
Hararet vermekten kaçarız.
Sizin gibi asil bir karşılaşma olsa,
“Hayır” dercesine nasıl baş sallarız…
Aklınıza yakışır sözünüzle,
Siz alevli kor, biz bir yağız,
Sıcak sözünüz işleyince içe,
Yağ durur mu, cızırdarız işte…
Gönlüm müsait, kabul ederseniz,
Eyvahlar olsun, terk edip gitseniz,
Var mı, çok çile çekmiş kimseniz,
Yalan dünyada benim gibi çaresiz?
Dilediğimi vermesen,
Çarem ne yerleşirsen?
Yakınlaştırma tenine,
Hakikatte sevmesen…
Kaygın olur özlemli beden,
Yaslı gönlüm yerde sürünen…
Yabancı bana, sensiz döşek,
Tıpkı mezar gibi, bir bilebilsen…
Siz, şahbaz bir sungursunuz, aç,
Yeryüzünden alırsınız haraç.
Bizim gibi nice garipler,
Kapınızda bekler, muhtaç…
Bizi alınca gönlün uyanacaksa,
İçtenlikle sevip-okşayacaksa,
Biz sülün, Siz bir doğan,
Avından tadıver, gel de alsana…
Tam ipek gibi sarmalansın,
Gül çubuk gibi bükülsün,
Ağırlığınla yoğrulup kalsın
Müptela bir doyup-kansın…
Bunu yazdım düşünerek,
Hayalden, duygulanarak…
İçinize işlerse okuyuverin,
Delikanlılar, elinize alarak…
Bunu okursa, kim bilerek,
Yüreğinde ateş yanarak…
Söz anlayan can bulunca,
Söylese yarar, türkü yaparak…
Şiir toplamış çırpınarak,
Türkü öğrenmiş ırgalanarak,
Talihsiz Kökbay, aciz oldu ya,
Bu kadarından da boş kalarak…
Bilek gibi, arkasında örülü başındaki saçı
Bilek gibi, arkasında örülü başındaki saçı,
Tokası şırıldayarak yürüse, yumuşak başlı…
Kalpağı kunduzdan, ak gerdanlı, karakaşlı,
Görmüş mü …, güzel kızın bu kadarını?
Beneksiz kara gözü, pırıl pırıldı,
Hararet bastı yüreğe kurulup kaldı,
Açık tenli, ak etli yumuşakçasını,
Görmüş mü …, güzel dişli kızın rahatını?
İnce belli, alımlı, küçük ayaklı,
Böyle kıza çok seyrek rastlanırdı.
Olgun elma gibi tap-tatlı kızı,
Görmüş gibi olur da, kalkmam mı?
Eğer, elin bir değerse bileğine,
Fokurdayarak akar kan yüreğine.
Varıp yaslasan yanağını döşüne,
Etkisi, ürpertiyle iner kemiğine…
İnançlı dost, halkta yok
İnançlı dost, halkta yok,
Dönülmez yemin, nerde var?
Evvel gördüğün, ahir yok,
Alay, gıybet, hile var.
İyiliğini unut her gün,
Bir yanılırsan, alır öcün.
Faydası bir yana,
Tek kendi dokunmasa…
Fayda, övgü kendiliğinden
Artar mı, dönersen yemininden?
Doyacaksa gıybet sözünden,
Söyleyiversin, durup dinlenmeden.
Kime çok dostluk ettimse,
Sonu bir küskünlük oldu işte.
Güzel ömrünü avare ettin de,
Düzgün bir yâr bulamadın işte.
Düşman dağıtır, kırar-döker,
Dost kararından döner, avare eder.
Kimi haşarıdır, kimi ayıp eder,
Kontrol edemeden ömür geçer.
Saygı duyulacak soydaşın,
Kim tanımaz nüshasın?
Her gün bencil eğilimlinin,
Nesini adam sayarsın?
Nerdesin, gençlik ateşi
Nerdesin, gençlik ateşi,
Dürtüp okşamaz mısın yüreği?
Faydasını bilip bilimin,
Şaşaasını yormaz mısın âlemin?
Adamın, bulup hilesini,
Düşünmeden kişiliğini.
Seçsin gönül silahını,
Büyümeden ele gelmez ki.
Kim bilir aşkı, mürüvveti,
Onun tadına bakmasa?
Başı, kökten kim verir ki,
Kaygı canına batmasa?
Esirgemez canını ardından gelir
Dost yoldaşlığını ispatlasa…
Önüne alıp kim gelir,
Erinmeden yürüyüp bakmasa…
Mal bakıcılığı faaliyeti olsa,
Helal kazansa, acele etmeden…
Boş patırtıyla avare olmasa,
Sanatın halini düşünmeden…
Şimdi ne edeceğiz,
Hepsinden de boş kaldık?
“Gel ağzıma düş” diyeceğiz,
Yaptık ettik, boş saldık!
Işıldamaz kara gönlüm, ne yapsa da
Işıldamaz kara gönlüm, ne yapsa da,
Semada ay ile gün, göz kamaştırsa da,
Bana, âlemde senin gibi yar yok galiba,
Sana, benden üstün sevgili bulunsa da…
Biçare âşık özlese de, sararıp solsa da,
Yar yoldan çıkıp güzel söze aldansa da,
Rıza gösterip dayanır ya, yâr davasına,
Eziyet etmesi ile yergisine tapınsa da…
Tuğır[14 - Tuğır: Soylu olmayan, ancak dayanıklı ve ağır yük taşıyabilen at.] Tulpar’ı[15 - Tulpar: Uzak yolculuğa dayanıklı, büyük savaşlarda kahramanların bindiği, soylu ve çok hızlı koşan at.] geçemez atak yapsa da
Tuğır Tulpar’ı geçemez atak yapsa da,
Ona da puhu tüyü, muska takılsa da…
Kızdırmadan beni, açık ara koşmaz ya,
Hevesliler, sağdan soldan sataşsa da…
İt eniği kurt avlayabilir mi, atılsa da?
Tanrı korur, var gücüyle tam vursa da…
Arsız adam, şımarıp, höykürüyor ya,
Her yerde germeye sıkıca bağlansa da…
Kudurdu çoğunluğu bırakıp azıcığı,
Şikâyetçi Rus, onların ganimet ortağı…
Bazen onu ganimete boğar, bazen bunu,
Semey’in bu kasabası, sevdi ya kovculuğu…
Kara hatuna
“Kara hatun” düşünülen kara hatun,
Kapışarak alır ya tatmin duygusun…
“Ala yazmış zengini” lafı bitmez ki,
Ne edersin Kazak’ın örfünü âdetini…
1890
Zengin azaldı
Zengin azaldı,
Yok maksadı,
Ülkede iyi kalmadı.
Eldeki erkek,
Aylaklık ederek,
Atıp ülkesini tutmadı.
Yerli, yersiz,
Söz teşbihsiz,
Baş ile ayağı, aynı sıktı.
Rus azarlayınca,
Yönetici halka,
Evden ürüyen iti andırdı.
Kendi ululara
İtibarı olmayana
Bakmadan, kendi halkına…
Sözü bağlamadan,
Mantıklıyı ayırmadan,
Yurda vurur heyecanla…
Bilemedik,
Delirmedik,
Aynı iyiye temelli…
Eline alıp,
Bela salıp,
Gözetlediği öz eli…
Saçtı malını,
Verdi varlığını,
Olduğunda yurduna.
Şefkatleşmez
Artık pişmez
Hiç benzemez dışına…
El de yaman,
Er de yaman,
Gözetlediği öz eli…
Kongre var ülkede,
Sancak düşüncede,
Şifa bulmaz ki körü-keli…
Gitti birlik,
Söndü erlik,
Artık kime yüz dönülecek?
Ülkende gerginlik,
Ateşin geçik,
Kaysa ayağın, kim gömecek?
Geçti ömrüm
Caydı gönlüm
Bu dünyanın işine…
Yaşı akran
Canı emsal olan
Dost da demiş kişiye;
“Söze ümitlense,
El gerekliyse,
Ne olacak gururun?
Niyeti şüpheli,
Aklı dalavereli,
Yurt bu mu, bulduğun?”
Çare bulamadan
Çare bulamadan,
Ateş alevi gibi
Kaygı doldu gövdeye,
Sırlaşamadan,
Söz açamadan
Kul köleye.
Boşuna utanıp,
Nafile sıkılıp,
Kimi gördüysem, ben ondan,
Yüzümü kapattım,
Çok şaştım,
Doğruca kaçtım, hemen ordan.
Uyku, yemekse
Kaldı öylece
Gereksiz iş oldu…
Öylesine yatışım,
Huzurlu kalışım
Güç oldu…
Genç yüreğim
Yandı benim
Yer bulamadan, vay halim!
Kendin o zaman
İyi yoldan
Sakin…
Genç ağacı
Yaprağı
Karışır, vursa yel.
Düştü boyun,
Doldu koyun,
Aktı sel…
Ben mağrur idim,
Gamsız idim,
Her bir şeyden gayri idim…
Tez dertlendim,
Bazen alevlendim,
Bazen buz kestim…
Geldik nice yere şimdi
Geldik nice yere şimdi,
Girmek kaldı mezara şimdi.
Kızıl dilim eklemsiz,
Sözümde yaz var sineksiz,
Dinleyicimi düşüncesiz,
Kılıp Tanrı’m vermiş idi.
Bu yaşa gelinceye kadar,
Kızgınlıktan ölünceye kadar,
Bulamadık adam olan birini
Sözümüzün peşinden gideni…
Ömrün yamacını bitirip,
Eğitimsizle didişip,
Çıktık, işbu bele şimdi.
Şimdi aheste gel, yıkılma,
Sığılmaz yere tıkılma,
Bırak eski süratini.
Kaygı çıkıp omza,
Barikat olmasın suskunluğa,
Kımıldan gönlüm, kımıldan şimdi…
Palaz kuş gibi bakılıp,
Kanadını yağ bağlatıp,
Yatma yuvada, saklanıp,
Uç gönlüm, göğe, kurum sat şimdi…
Gönülde kaygı, büyük feryatlar,
Söyleyecek sözlerim var,
Kulak salsın, anlayanlar,
İlerle sözüm, ilerle şimdi!
İçte kaygı, dert pıstırdı,
Göğsü yangın sıkıştırdı,
Gönlüm söylemeye salındı.
“Kendin yalnız, nadan çok
Anlatırsın sen de” dedi,
Küstah, arsız ele şimdi…
Sükûnet sevmez, kaşınır,
Yalan olsa aklına alır,
Beladan geri durmaz, dehşete kapılır
Sahipsiz bedenin, hevesine üstün geldi.
Doğduğu yere kıyamadan,
Haşarıyı yenip, durduramadan,
Hala oturuyoruz utanmadan,
Bulamadık, bundan başka eli…
Şakada Tanrı’m biçare etti,
Arsız halk ile avare etti,
Yalnız evde feryat ettirdi,
Bildik, yazgıya sabretmeyi…
“Adam” denen şanım var,
Adam etmez halkım var,
Yalan ile gıybete
Yarış atı gibi uğuldar,
Bütün vücudum ürperdi…
Bütün gruplara çağrılmadan,
Yabancı evinde takılmadan,
Dayanır mıyım, aman aman,
Yatmaya çıkmadan, evde şimdi?
Hatunun, oynaşını
Görsen, bilsen ambarını,
Ne düşünür idin, kendin dahi,
İşte onun gibiyiz, biz de şimdi…
Başkasına, gönlüm, doyarsın
Başkasına, gönlüm, doyarsın,
Şiiri nereye, nasıl bırakırsın?
Şiir söyleyince duygulanır,
İçteki derdi, ortadan kaldırırsın.
Terennüm et, feryat et, kızıl dil.
Merhametsiz gönlüm uyansın.
Ağlasın, gözümden yaş aksın,
Göğsümün mecali kalmasın…
Karabasan, başıboş dolaşan,
Düşman nadan, neyi anlasın?
Göğsünde odu olan
Düşünceli er kulak assın…
Dinlemese hiçbir adam,
Kendi gönlüm duygulansın.
Her sözüne iyi baksın,
İçimdeki dert kımıldansın.
Havalansın, kalkışsın,
Od alevlenip şavkısın.
Ağlaya sızlana ölünce,
Arkadakine söz kalsın.
Benim gibi zavallı rastlasa
Düşünsün, dikkatini versin,
Kabul gören sözümü,
Tanıyan kimse, o alsın…
Ne fayda var; bin nadan
Dışını işitip, hayrette kalsın.
Onlardan bile bir akıllı,
İç sırrının farkına varsın.
Sizler de düşünseniz,
Nice türlü canlarsınız.
Bilim de yok, beyin de,
Bozkırdaki avlarsınız…
Gönülden dinlemez,
Kulağından tutarsın…
Bunu görüp, onlara,
Nasıl hala yakınırsın?
Bazen delice gönül, kör olası
Bazen delice gönül, kör olası
Aşk ararken heyecan duyar
“İçeyim” der ızdırap içkisini,
İsyankâr yürek coşup taşar…
Çekilen ızdırap, dökülen yaş
Yürek ateşini söndürmez ya…
Aşk, ömrün görkemi hakikat,
Ölmüş o da, ses vermez ha…
Aşksız, anlamsız dünya,
Onları, katınız hayvanlara…
Önemsiz, ilgiden ayrı kalsan da,
Kadının, evladın, dostun var ya.
Yüreği yumuşak bilinen kullar da,
Gerçek dost bulmadan durmaz ha!
Fayda, övünç hepsi boşuna,
Dostsuz ağız, lezzet almaz ya…
İlkbaharda
İlkbaharda kalmaz ki kışın rutubeti,
Yumuşacık ipek gibi, canlanır yeryüzü.
Canlı varlıklar, insanlar kuşatsa çevreyi,
Ana baba gibi, parlar güneşin gözü…
Yazın ihtişamı gelir göçmen kuşlarla
Neşelenen genç güler akranıyla…
Ölüme yüz tutmuş nineler dedeler,
Şaklabanlık eder kendi yaşıtına…
Kırdaki halk şehirdekiyle kaynaşır,
Gülüşür, görüşür, kucaklaşır…
İş peşindeki gençlerin eli boşalır,
Ergenlik bastırır, fiskos eder, sırlaşır.
Deve bozlar, koyun kuzular, avluda şamata,
Kelebek ile kuşlar da bahçede bağrışmakta.
Gül ile ağaçlar sıcaktan mayışıp baktığında,
Fışır fışır fışırdayıp, kıvrılarak akar sular da…
Bir sürü kuğu ile kaz, paytak paytak yürür sırayla,
Yumurta arayan çocuklar mutlulukla koşuşmakta.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/abay-nanbay-ly/siirler-karasozler-69499252/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
notes
1
Lebi ahmer: Dudağı kızıl.
2
Bihter: En iyi.
3
Nasıbay: Dilin altına konulmak için hazırlanmış, kokulu, keyif verici madde.
4
Alaş: 1. Kazak Türklerine verilen eski ad. 2. Eski Kazak kabilelerinin kullandığı slogan. 3. Memleket, millet, halk.
5
Ağzıyla orak vurmak: Hatiplik etmek, güzel ve süslü konuşma yapmak.
6
Bu şiirde geçen Argın, Nayman ve Tobıktı Kazak boylarından bazılarının adlarıdır. Tobıktı boyu Abay’ın mensup olduğu boydur.
7
Kamışkulak: Kulakları ince, düzgün ve dik olan at.
8
Saba: Kımız hazırlamak için kullanılan ve at derisinden yapılan kap.
9
Şortanbay Kanayulı (1808-1881). Kazak şair, din hizmetleri görevlisi.
10
Dulat Babatayulı (1802-1874). Kazak şair.
11
Bukar Jırau Kalkamanulı (1668-1781). Kazak ozan. 18’inci asır Cungar saldırılarına karşı Kazak kavimlerini bir araya getiren ve savaşı yöneten tanınmış Abılay Han’ın danışmanı.
12
Dullama: At kuyruğunun kesilmesi. Abay’ın başka şiirlerinde yansımasını bulduğu gibi, yiğidin atı; onun en büyük ganimeti, adeta en yakın arkadaşı gibiydi. Türk töresinde, yiğidi ölen at dul sayılır idi. Çeşitli kaynakların bildirdiğine göre, Alp Arslan ve yiğitleri de Malazgirt Savaşı’na çıkarken atlarının kuyruklarını kesmiş ve mızraklarının ucuna bağlamış idi.
13
Kazakça “kerege” denilen (germe) ve ince kayın çıtalardan çatılan tahta perdeler, küyiz evin (keçe evin) taşınabilmesi ve yeniden kurulurken kolay kurulması için belirli büyüklüklerde yapılır. Bunların dördünün yan yana bağlanması ile kurulan küyiz eve “dört kanatlı”, altısı ile kurulanına “altı kanatlı” denir.
14
Tuğır: Soylu olmayan, ancak dayanıklı ve ağır yük taşıyabilen at.
15
Tulpar: Uzak yolculuğa dayanıklı, büyük savaşlarda kahramanların bindiği, soylu ve çok hızlı koşan at.