La Fontaine’in Masalları

La Fontaine’in Masalları
Jean de La Fontaine
Fransız yazar ve şair Jean de La Fontaine; insanlara, özellikle de küçük insanlar olan çocuklara iyiyi, güzeli, doğruyu anlatmak ister. Dağlarda, kırlarda geçen yaşamı onu, bu anlatımı hayvanlar üzerinden gerçekleştirmeye iter. Hayvanların, tıpkı çocuklar gibi saf, temiz ve kötülükten uzak olan dünyaları; bu iki âlemin, ortak bir paydada buluşmalarını kolaylaştırır. Kurtların, kuzuların, eşeklerin, horozların ve daha birçok hayvanın insanlar gibi konuştuğu; âdeta insanlar gibi yaşadığı bu fabllar, eğlenceli satırlarının arasında dikkat edilmesi gereken birçok öğüdü de saklamaktadır. Orhan Veli Kanık; daima yeniliğe ve değişime açık bir şair olarak, çocukların La Fontaine’in Masalları'nı mutlaka okumaları gerektiğini savunur; bunun üzerine fablların çevirisini sade ve anlaşılır bir üslupla yaparak, kaleme aldığı ön sözünde de bizzat muhataplarına seslenerek çocuklara armağan eder.Orhan Veli Kanık’ın da dile getirdiği üzere, elbette ağaç yaşken eğilecek; çocuklar, iyi şiirlerle büyürlerse geleceğin aydın ve ince zevkli yetişkinleri olacaklardır.

Jean de La Fontaine
La Fontaine’in Masalları

Jean de La Fontaine, Fransız şair ve yazar, 8 Temmuz 1621 tarihinde, Château- Thierry’de, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Doğduğu ev, günümüzde, onu daha yakından tanımak isteyenler için Jean de La Fontaine Müzesi'ne dönüştürüldü.
Okul hayatında başarılı bir öğrenci olamaması üzerine Madam de La Sablière'nin gözetimi altına girdi ve burada çeşitli bilim insanları, yazarlar ve felsefeciler ile tanıştı.
Toplumsal yapının ve yönetimin eleştirisi, iyi ve kötünün ayrımı gibi konulardaki görüşlerini; en çok anıldığı tür olan fabllarda ortaya koydu. Sade ve anlaşılır dili, nükte dolu anlatımı ve eserlerine dâhil ettiği aslan, kurt, tilki, eşek ve horoz gibi çeşitli hayvanlardan oluşan kahramanları ile fabl türünün en önemli temsilcisi olarak anıldı.
İlk eserini 1654’te, Térence’in yeniden uyarlanmış bir komedisi olan L’Eunuque adıyla yayımladı. 1668 yılında, altı kitaptan oluşan ilk fabl serisini okuruna sundu. On ikinci fabl kitabını yayımlamasının ardından, 13 Nisan 1695 tarihinde vefat etti. Ardında, 12 kitapta toplanan 238 ayrı masal bıraktı.
Orhan Veli Kanık, 13 Nisan 1914 yılında, İstanbul Beykoz'da doğdu. İşsizlik, sefalet ve hastalık gibi olumsuzluklar küçük yaşlarından itibaren etrafını sardı; böylece Orhan Veli, edebiyat dünyasına ilk adımlarını ilkokul yıllarında attı ve Çocuk Dünyası adlı dergide bir hikâyesi yayımlandı. Ortaokul yıllarında Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday ile tanıştı; takip eden yıllarda bu isimlerle birlikte Sesimiz adlı bir dergi çıkardı. Lise yıllarında edebiyat öğretmeni, Ahmet Hamdi Tanpınar'dı; onun öğütleri, Orhan Veli'nin ilk şiirlerini yazmasına vesile oldu.
1936 yılında, Varlık dergisinde Oaristys, Ebabil, Eldorado, Düşüncelerimin Başucunda adlı şiirleri yayımlandı; burada Orhan Veli ve arkadaşları, edebiyat dünyasına tanıtıldı.
1941 yılında, ses getiren ön sözü Orhan Veli tarafından yazılmış olan, Garip adlı şiir kitabı yayımlandı. Bu kitap, yeni bir zevk ortaya çıkarabilme amacını taşıyan ve Cumhuriyet dönemi şiirinde yankı uyandıran Garip akımının başlangıcı oldu.
Fransızcadan yaptığı birçok çevirinin yanı sıra La Fontaine'nin masallarını da Türkçeye çevirdi. 1948 yılında, birçok önemli isim ile birlikte Yaprak adlı dergiyi çıkardı. Maddi sıkıntılar yakasını bırakmadı, derginin devamlılığı için paltosunu satmak zorunda kaldı.
Otuz altı yıllık yaşamına şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, çeviri eser ve makale türlerinde de birçok eser sığdıran Orhan Veli; Ankara’da, belediyenin kazdığı bir çukura düşmesi ve yanlış tedavi uygulanması sonucunda, 14 Kasım 1950 tarihinde vefat etti.
Sevgili Çocuklar,
Bu kitapta okuyacağınız şiirleri gerçi sizler için tercüme ettim. Ama hiçbir zaman onları çocukça bulmadım. Zaten sizi de küçük görmüyorum. Güzel şeyleri siz de büyükler kadar anlar, büyükler kadar seversiniz. Elbette, yaşınız ilerledikçe bilginiz de artacaktır. Ama bu; bilginiz artıncaya kadar kötü şeyler, basit şeyler okuyacaksınız demek değildir. Bilginizin, anlayışınızın artması; zevkinizin incelmesi ancak büyük eserler, kıymetli eserler okumakla olur. Bunu, pek sevdiğiniz Doğan Kardeş’iniz de düşünmüş olacak ki bana bu şiirleri tercüme ettirmiş, kitap hâlinde de sizlere sunmuş.
Bu şiirleri yazanın nasıl bir şair olduğunu kitabı okuduktan sonra kendiliğinizden anlayacaksınız. Anlayacaksınız ama belki bazı şeyleri yine bilemeyeceksiniz. Mesela o adam hangi millettenmiş, hangi çağlarda yaşamış, nasıl yaşamış? Size biraz da bunları anlatırsam La Fontaine’in adı aklınızda daha iyi kalır. Küçük adıyla birlikte Jean de La Fontaine. Okunuşu: Jan dö La Fonten. Bir Fransız şairiymiş. Doğduğu yıl 1621. Yani, aşağı yukarı XVII. yüzyılın başlarında doğmuş. Yüksekçe bir memurun oğluymuş. Çocukluğu dağlarda, kırlarda geçmiş. Konularını hep hayvanlar arasındaki vakalardan alması belki de bundan geliyor. Ama belki de bu, Fransız tenkitçilerinin her olayı başka bir olaya bağlama gayretlerinin eseridir.
Doğru dürüst okuyamamış. Bir aralık, rahip olmak üzere bir manastıra girmiş. Sonra, vazgeçip hukuk tahsil etmiş; onu da becerememiş. Evlenmiş, memur olmuş.
Savruk bir hayat geçirmiş. En çok sevdiği şey, hürriyetmiş ama bütün savrukluğuna rağmen de çok çalışmış, çok eser vermiş. Bir hayli para sıkıntısı çekmiş. Ancak ötekinin berikinin yardımıyla yaşayabilmiş. Bu kadar çok sıkıntı çektiği hâlde, devrin büyük sanatkârlarını korumuş olan, XIV. Louis’ye dalkavukluk etmemiş. Nihayet, yine XVII. yüzyılın sonunda, 1695 yılında ölmüş.
Eserlerinde, hayvanlar yardımıyla insanların kusurlarını, zayıf taraflarını göstermiş. Masallarının çoğu Aesopus adlı eski bir Yunan hikâyecisinin masallarından alınmış. Yalnız, bunlara ne masal demek doğru ne de hikâye. Fransızlar “fable” diyorlar.

    Orhan Veli Kanık

CIRCIR BÖCEĞİ İLE KARINCA
Cırcır böceği çaldı saz,
Bütün yaz.
Derken kış da geldi çattı,
Seninkinde şafak attı.
Baktı ki yok hiç yiyecek,
Ne bir sinek, ne bir böcek,
Kalktı karıncaya gitti;
Yandı, yakıldı, ah etti.
Üç beş buğdaydan ne çıkar,
Gelecek mevsime kadar,
Birkaç tane borç istedi.
“İnayet buyurun.” dedi.
“Yemin billah ederim,
Eylüle kalmaz öderim.”
İşin kötüsü, karınca
Borca hiç alışmamıştı;
Bu ricacıya çıkıştı:
“Ne yaptınız yaz boyunca?”
“Ne mi yaptım? Saz çaldım, saz!”
“Ya, öyle mi? Demek ki siz
Yazı sazla geçirdiniz;
Şimdi de oynayın biraz.”

KARGA İLE TİLKİ
Bir dala konmuştu karga cenapları,
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı,
Ona nağme yapmaya başladı:
“Oooo! Karga cenapları, merhaba!
Ne kadar güzelsiniz, ne kadar şirinsiniz!
Gözüm kör olsun yalanım varsa,
Tüyleriniz gibiyse sesiniz,
Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın.”
Keyfinden aklı başından gitti bay karganın.
Göstermek için güzel sesini;
Açınca ağzını, düşürdü nevalesini.
Tilki kapıp onu dedi ki:
“Efendiciğim,
Size küçük bir ders vereceğim.
Her dalkavuk, bir alığın sırtından geçinir;
Bu derse de fazla olmasa gerek bir peynir.”
Karga şaşkın, mahcup, biraz da geç ama
Yemin etti gayrı faka basmayacağına.

ÖKÜZÜ KISKANAN KURBAĞA
Bir gün bir öküz görür kurbağa;
Hayran olur boyuna bosuna.
Döner bir de kendine bakar: Yumurta kadar.
İmrenir, o da onun gibi olmaya kalkar.
Ikınır, şişer, bağırır, öter;
Bir yandan da hep: “Baksanıza.” der.
“Yetmez mi? Ha? Olmadım mı hâlâ onun kadar?”
“Ne gezer!” derler. “Peki, şimdi?”
“Hayır.”
“Ya şimdi?”
“Yaklaşmadın bile!” derler. O vakit bizimki
Bir ıkınır, çatır çatır çatlar.
Dünya böyle budalalarla doludur işte;
Nicelerin gözü asilzadeliktedir.
Kimininki ağalık, beylikte,
Kimininki şehzadeliktedir.

ATLA EŞEK
Dünyada insan yardım etmeli birbirine.
Komşun gözlerini kapattığı an
Bütün yük senin sırtındadır, inan.
Bir eşek, saygısı biraz kıtça bir beygirle
Yürüyordu. Fazla değildi yükü beygirin.
Eşekse, zavallı, soluyordu derin derin.
Attan azıcık yardım etmesini diledi;
Yoksa daha şehre varamadan ölecekti.
“Nihayet rica ediyorum.” diyordu eşek.
“Sizin için bu yükün yarısı yük mü demek?”
Kulak bile asmadı beygir bu ricalara.
Ama dostu nalları dikince biraz sonra
Anladı ki kabahat kendisinde.
Ne çare, iş işten geçmişti çünkü
Beygire yüklediler bütün yükü.
Üstelik eşeğin ölüsünü de.

KURTLA KÖPEK
Zafiyetten çiroza dönmüştü kurdun biri
Köpekler, aksine; semiz mi semiz.
Bu kurt bir gün bir köpeğe rastladı; iri
Güzel, besili bir köpek; tüyleri tertemiz.
“Atılıp şunu bir parçalamalı.”
Boğuşmayı da göze almak lazımdı fakat
Köpek deseniz kendini, hakikat,
Koruyabilecek kadar anaçtı.
Bunu gören kurt pek sessiz yanaştı.
Biraz aşağıdan alıp dil dökeyim diye,
Hayran olduğunu söyledi bu semizliğe.
“Güç bir şey değil, sayın efendimiz.”
Dedi köpek. “Böyle benim gibi semirmeniz.
Vazgeçin, bırakın bu ormanları.
Nedir bu ormanlarda çektiğiniz;
Sersefil, perişan, aç biilaç?
Açlıktan nerdeyse öleceksiniz,
Hepiniz fülûsuahmere muhtaç.
Âdeta arslan ağzında, yiyecekleriniz.
Gelin benimle, hemen değişsin kaderiniz.”
Kurt sordu: “Peki, işim ne olacak?”
“Hiç!” dedi köpek. “Sadece adam kovalamak.
Vazifeniz yabancılara şiddet,
Evdekilere hürmet göstermekten ibaret.
Ama karşılığında neler, neler!
Sizindir artık evin sayısız yemekleri.
O ne piliç, o ne kuş kemikleri!
O ne sonsuz okşanıp sevilmeler!”
Kurt ne diyeceğini şaşırmıştı.
Sevincinden âdeta gözleri yaşarmıştı.
Derken baktı ki köpeğin boynunda bir yara.
“Bu ne?” dedi. “Hiç!”
“Nasıl hiç?”
“Mühim değil yani.
“Ama ne?” “Bağlamak için tasma takarlar ya,
Gözüne ilişen herhâlde onun yeri.”
“Bağlamak mı, serbestçe dolaşamaz mısınız?”
“Pek dolaşamayız ama ne çıkar?”
“Ne mi çıkar? Yerinde dursun saltanatınız.
Hani hazineler bağışlasalar
Zerre bile feda edemem hürriyetimden.”
Diyip bizim kurt oradan uzaklaştı hemen.

DOĞURAN DAĞ
Gelmişti dağın doğum günü;
Bağırıyordu cıyak cıyak.
O kadar ki gürültüsünü
İşitenler: “Bu dağ muhakkak
Bir şehir doğurur.” diyordu.
Oysaki o, fare doğurdu.
Ne zaman getirsem aklıma
Bu, vakası tamamen saçma,
Manası derin hikâyeyi,
Bir yazar düşünürüm, hani
Hep: “Harbi terennüm edeceğim.” der.
“Yüce tanrılarla savaşır o harpte devler.”
Bu büyük büyük laflardan ne çıkar, çok defa?
Hava.

ŞEHİR FARESİ İLE KIR FARESİ
Günlerden bir gün şehir faresi,
Uyarak şehrin nezaketine,
Bir kır faresini davet etti,
Evde bir çulluk ziyafetine.
Bir Türk halısının üzerinde
Mükellef bir sofra kurulmuştu.
Bu cafcaflı ziyafet yerinde
Düşünün şimdi bu iki dostu.
Allah için eşsizdi yemekler;
Hiçbir eksiği yoktu sofranın.
Ama aksilik bu ya, kim bekler;
İşleri bozdu bir şey ansızın.
Birden bir gürültü işittiler,
Salonun kapısının dışından.
Bizim iki ahbap, teker teker,
Savuştular sofranın başından.
Bir aralık gürültü kesildi;
Ama onlar bahçeyi bulmuştu.
Şehir faresi: “Dönelim.” dedi.
“Bitirelim bari şu çulluğu.”
Öteki cevap verdi: “Vazgeçin!
Siz bana buyurun, yarın olsun da;
Bir diyeceğim yok yemek için;
Doğrusu pek şahaneydi sofra.
Ama ben isterim ki bir kimse
Karnını biraz rahat doyursun…
Eyvallah… Böyle korku içinde
Sürülen safa yerinde dursun!”

KURTLA KUZU
Hakların en güzeli kuvvetlinin hakkıdır.
İşte bu hikâye bunu anlatır:
Bir kuzu, eğilmiş, saf bir pınara,
Susuzluğunu gidermekte idi.
Açlıktı kurdu çeken oralara.
Deli gibi bağırdı, kalın kalın:
“Suyumu bulandırma hakkını kimden aldın?
Küstahlığını bırakmayacağım cezasız.”
“Efendimiz.” dedi kuzu. “Devletmeabınız
Hemencecik hiddet buyurmasınlar.
Bir de şu noktayı hatırlasınlar.
Hatırlasınlar ki su içtiğim yer,
Yirmi adım daha
Zatınızın içeceği yerden aşağıda.”
Kısacası, ne şöyle ne böyle, dedi kuzu,
“Bulandıramam sizin suyunuzu.”
Canavar, “Bulandırıyorsun!” diye kükredi.
“Bıldır hakkımda ne dediğini de bilirim.”
“Bıldır daha doğmamıştım, ne diyebilirim?
Meme emiyorum, henüz yeni doğdum, yeni.”
“Sen değilsen kardeşindir şüphesiz.”
“Hiç kardeşim yok.”
“Anlamam! Sizlerden biridir.
Ne mal olduğunuzu âlem bilir.
Siz, köpekleriniz, çobanlarınız… Hepiniz.
Öcümü almam gerek, boynumun borcudur bu.”
Bunun üzerine kaparak onu,
Ormanın ta içlerine götürdü;
Hiçbir şey sormadan yedi, bitirdi.

TİLKİ İLE LEYLEK
Bir gün tilki kardeş, gözden çıkarıp masrafı,
Leylek kardeşi bir ziyafete alıkoyar.
Leylek kardeş önce şöyle bir süzer etrafı,
“Bakalım.” der. “Ne yemekler var?”
Bakar ki sade suya pek külüstür bir çorba.
Üstelik bu çorba sunulur düz bir tabakta.
Leylek nasıl içsin bunu, gagası upuzun?
Ne varsa hepsi tilkinin midesine gider.
Acısını çıkarmak için bunun,

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/zhan-de-lafonten/la-fontaine-in-masallari-69429307/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
La Fontaine’in Masalları Жан де Лафонтен
La Fontaine’in Masalları

Жан де Лафонтен

Тип: электронная книга

Жанр: Сказки

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Fransız yazar ve şair Jean de La Fontaine; insanlara, özellikle de küçük insanlar olan çocuklara iyiyi, güzeli, doğruyu anlatmak ister. Dağlarda, kırlarda geçen yaşamı onu, bu anlatımı hayvanlar üzerinden gerçekleştirmeye iter. Hayvanların, tıpkı çocuklar gibi saf, temiz ve kötülükten uzak olan dünyaları; bu iki âlemin, ortak bir paydada buluşmalarını kolaylaştırır. Kurtların, kuzuların, eşeklerin, horozların ve daha birçok hayvanın insanlar gibi konuştuğu; âdeta insanlar gibi yaşadığı bu fabllar, eğlenceli satırlarının arasında dikkat edilmesi gereken birçok öğüdü de saklamaktadır. Orhan Veli Kanık; daima yeniliğe ve değişime açık bir şair olarak, çocukların La Fontaine’in Masalları′nı mutlaka okumaları gerektiğini savunur; bunun üzerine fablların çevirisini sade ve anlaşılır bir üslupla yaparak, kaleme aldığı ön sözünde de bizzat muhataplarına seslenerek çocuklara armağan eder.Orhan Veli Kanık’ın da dile getirdiği üzere, elbette ağaç yaşken eğilecek; çocuklar, iyi şiirlerle büyürlerse geleceğin aydın ve ince zevkli yetişkinleri olacaklardır.

  • Добавить отзыв