Kadınlar Alayı – Üç Perdelik Bir Oyun

Kadınlar Alayı – Üç Perdelik Bir Oyun
Jack London
Jack London’ın “bir oyun” dediği üç perdelik tiyatrosu olan Kadınların Alayı, Dawson’da on üç saat içinde gerçekleşiyor. Varlıklı bir genç olan Floyd Vanderlip’in ve onunla ilgilenen diğer bütün kadınların hikâyesini konu alıyor. London, oyununda güldürürken aynı zamanda da hüzünlendiriyor. "Emin olabilirsin ki soğuk. Her zamanki buz gibi hava. Ama ben bırakacağım, soğuğu bırakacağım. Köpeklerimi kızağa çekip adaletin olduğu diyarlara gitmek üzere yola çıkacağım. Bir adamın bir yıl önceden siparişini verip ödemesini yaptığı şeyi alabileceği yere…"

Jack London
Kadınlar AlayıÜç Perdelik Bir Oyun

Jack London, 12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğmuştur. Müzik öğretmeni Flora Wellman ve Astrolog William Chaney çiftinin oğludur. Ancak Chaney oğlunu kabul etmeyince annesinin intihar girişimi ve bunalımı sebebiyle Jack’in bakımı ile Virginia Prentiss ilgilenmiştir. Çocukluğu yoksulluk içinde geçen Jack, erken yaşlardan itibaren pek çok işte çalışmak zorunda kalmıştır.
1893 yılında gazetecilik ödülü kazanmıştır. Ancak 19 yaşındayken liseye başlayabilmiş ve kendisini sınavlara hazırlayarak üniversiteyi kazanmıştır. Fakat kısa bir süre sonra yoksulluk yüzünden eğitimini yarıda bırakmıştır. Bu süreçte kitaplarla arası hep iyi olmuş, sürekli Marx, Darwin, Spencer, Nietzche okuyarak kendi düşüncesini belirlemeye çalışmıştır. Yazmaya başladıktan sonra, onu üne kavuşturan eseri de Vahşetin Çağrısı olmuştur.
London, eserlerinde hayat mücadelesini duygusal bir bakışla anlatmış ve aynı zamanda çoğunlukla şiddetli bir kapitalizm eleştirisi yapmıştır. Kitapları yabancı dillere en çok çevrilmiş ABD’li yazarlardan olmuştur. Henüz 40 yaşındayken 22 Kasım 1916’da hayata veda etmiş olan Jack London’ın ölümü üzerine üç iddia söz konusu olmuştur: Böbrek yetmezliği, intihar ve kazara aşırı doz morfin. Vasiyeti üzerine cesedi yakılmış ve “Öldüğüm zaman küllerimin bu tepede dinlenmesini istiyorum.” dediği yere götürülmüştür.
Eserleri:
Açlar Ordusu, Âdem’den Önce, Alaska Kid, Alın Teri, Altta Kalanlar, Atalarının Tanrısı, Ateş Yakmak, Ay Vadisi, Beyaz Diş, Beyaz Sessizlik, Buck’ın Maceraları, Büyük Serüven, Can Yoldaşı, Cinayet Şirketi, Dehşet Ülkesi, Demir Ökçe, Demiryolu Serserileri, Deniz Kurdu, Direniş, Doğu Yakası (Uçurum İnsanları), Dönek, Düş Ülkelerine Yolculuk, Güneş Çocuğu, Halk Avcısı, İstiridye Korsanları, Japon Kıyılarında Dehşet, John Barleycorn, Kaptan David Grief, Kıyametten Sonra, Kız Kar ve Kan, Kızıl Veba, Kurt Dölü, Martin Eden, Meksikalı Devrimci, Midas’ın Müritleri, Ormandan Gelen Ses, Seçme Öyküler, Sevgili Jerry, Sevginin Katıksızı, Şampiyon, Tanrılar ve Köpekler, Uçurum İnsanları, Uzak Diyarlarda, Vahşetin Çağrısı, Yanan Gün, Yanan Günışığı, Yıldızlar Korsanı, Yol.
Hatice Vildan Topaloğlu, Kilis’te doğdu. İlköğretimine Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda başlayıp Teğmen Kalmaz İlköğretim Okulunda tamamladı. Özel Sevgi Kolejini birincilikle bitirdi. Hacettepe Üniversitesinde bir yıl işletme okudu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Anadolu Ajansının İngilizce bölümünde 4 yıla yakın çalıştı.
Çevirmenin yayımlanmış tercüme kitapları:
Binbir Gece Masalları, Alâeddin’in Sihirli Lambası, Denizci Sinbad, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Yeşilin Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Avonlea Günlükleri / Lucy Maud Montgomery, Avonleali Anne / Lucy Maud Montgomery, Adanın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Rüzgârın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Beyaz Diş / Jack London, Kadınlar Alayı / Jack London, Üç Silahşorler / Alexander Dumas, On Beş Yaşında Bir Kaptan / Jules Verne, Sokrates’in Savunması / Platon, Mutlu Prens / Oscar Wilde, Nar Evi / Oscar Wilde, Tavşan Peter / Beatrix Potter.
BİRİNCİ PERDE: Alaska Ticari Şirketi’nin Dawson’daki Dükkânı
İKİNCİ PERDE: Pioneer Binası’nın Giriş Salonu
ÜÇÜNCÜ PERDE: Freda Moloof’un Kulübesi

Oyunun geçtiği zaman: 1897, Dawson, Kuzeybatı Bölgesi. Olaylar on üç saat içinde gerçekleşiyor.

Freda Moloof Bir dansçı
Floyd Vanderlip Bir Eldorado kralı
Loraine Lisznayi Bir Macar
Captain Eppingwell Birleşik Devletler yetkilisi
Mrs. Eppingwell Onun eşi
Flossie Floyd Vanderlip ile evlenmek üzere nişanlı
Sitka Charley Kızılderili bir köpek sürücüsü
Dave Harney Bir Eldorado kralı
Prince Bir maden mühendisi
Mrs. McFee İşi ahlakla ilgili
Minnie Freda Moloof’un hizmetçisi

Köpek kızağı sürücüleri, ulaklar, Kızılderililer, atlı polisler, tezgâhtarlar vs.

FREDA MOLOOF: Yunanlı bir kız ve dansçı. Muhteşem İngilizce konuşur ancak yine de tanımlanamaz, hafif bir yabancı aksanın dokunuşu vardır konuşmasında. Güzel, narin bir fiziği olsa da çok da ince değildir. Yaşı belirsiz olsa da yirmi beşten yukarı değildir. Onun kürkleri Chilcoot’tan St. Micheal’a kadar Yukon bölgesinin en görkemli kürkleridir. Adı erkeklerin dudaklarında sık sık yer alır.

FLOYD VANDERLIP: Bir Eldorado kralı. Birkaç milyonluk serveti vardır. Duyguları basit, ilkel, neredeyse çocuksudur. Ancak cesur bir adamdır ve erkeksidir. Bir adamın hayatta yaptığı işleri yapmıştır. Kadınların ellerinden çok kürek saplarını okşamıştır. Kaslı, iri vücutlu, samimi yüzlü, düzgün kadınların dünya evine gireceği türden bir adamdır.

LORAINE LISZNAYI: Bir Macar, varlıklı olmasıyla nam salmıştır ve Klondike’e keyif ve macera için seyahat etmiştir. Gençliğin heyecanını geçmiştir ve gençliği taklit etme konusunda oldukça başarılıdır. Önceki dolgunluğuna yeni eklemeler yapmanın ilk aşamasındadır. Koyu renkli gözleriyle büyüleyici bir esmerdir. Artist kraliçelerin stüdyolarında poz vererek ve kapısında kardinallerin ve prenslerin kartlarını kabul ederek bir günde kazandığı dünya vatandaşlığı unvanına sahiptir.

KAPTAN EPPINGWELL: Birleşik Devletler özel yetkilisidir.

BAYAN EPPINGWELL: Eşi. Yirmi beş ila yirmi sekiz yaşları arasındadır. Soğuk kadınlardan biridir, aklı başında, kendine hâkim ve kontrollüdür. Kahverengi saçları ile yarı sarışın, oval yüzlü, yüz hatları kabartma misalidir. Abartı derecesinde iyi olmasa da ilkelere göre hareket eder ve ne yaptığının her zaman farkındadır.

FLOSSIE: On sekiz on dokuz yaşlarındadır. Yumuşak ve yapışkan bir tip. Güzel, büzülmüş dudakları, dalgalı saçları, hayatın neşeli yüzeyselliği ile dolu gözleri vardır. Floyd Vanderlip ile evlenmek üzere nişanlanmıştır.

PRENS: Genç bir maden mühendisi. İyi bir dost ve maço bir erkektir.

BAYAN McFEE: Neredeyse kırk yaşındadır, İskoç aksanı ile konuşur, keskin hatları ve başkalarının işlerine sokulan meraklı ve güzel olmayan bir burnu vardır.

SITKA CHARLEY: Yerli bir köpek kızağı sürücüsü. Beyaz adamın ateşinin yanına ısınmak için gelmiş ve bir şekilde onlardan biri oluncaya kadar ateşin yanında kalmıştır. Vanderlip ve Kaptan Eppingwell’den çok daha kısa olmamalıdır.

DAVE HARNEY: Bir Eldorado kralı olmanın yanında bir Yanki’dir. Şekere düşkündür ve keskin bir ticari zekâsı vardır. Uzun, ince, gevşek eklemleri vardır. Paytak paytak yürür. Ağır ağır, kelimeleri uzatarak konuşur.

MINNIE: (Freda’nın bir hizmetçisi) Sakin, cansız bir kadın.

POLİS: Küçük sarı bıyığıyla genç bir adam. İngiliz, cesur, soğukkanlı ama kolayca utanır. Her ne kadar sık sık “özür dilerim” ve “üzgünüm” dese de hiçbir zaman korkmaz.

BİRİNCİ PERDE
ALASKA TİCARİ ŞİRKETİ’NİN DAWSON’DAKİ DÜKKÂNI

Sahne. Alaska Ticari Şirketi’nin Dawson’daki dükkânı. Saat on bir ve soğuk bir kış sabahı. Ön tarafta, solda, odunların yandığı geniş bir ocak var. Ocağın arkasında yakacak odunlarla dolu tahtadan bir kutu. Daha da arkada, sol tarafta üzerinde “Özel” yazısı bulunan bir kapı. Sağ tarafta kapı ve sokak girişi. Kapının yanında ise ayakkabılardaki karı temizlemek için küçük bir süpürge. Arka planda oda genişliğinin tamamını sadece giriş çıkışa müsaade edecek uzunlukta kaplayan uzun bir tezgâh. Tezgâhın üzerinde geniş altından ağırlıklar ve arkasında aynı uzunlukta sıra sıra raflar, bölmeli, sıradan ev pencereleri ile ikiye bölünmüş. Pencerelerden loş, gri ışık gelmekte. Kapılar, pencere çerçeveleri ve pencere kanatları kaba, cilasız çam kerestelerinden. Raflar, oraya buraya dizilmiş birkaç araç gereç (çömlek, tava, demlik gibi şeyler) ve dokuma ürünleri (mukavva kutuları ve koca kumaş ruloları) dışında neredeyse boş. Dükkânın duvarlarını oluşturan kütüklerin arasında kahverengi yosunlar var. Tezgâhın üzerinde kürkler, mokasenler, eldivenler ve battaniyeler incelenmek üzere serilmiş; önünde çok sayıda kar ayakkabıları, kazmalar, kürekler, baltalar, altın renkli tavalar, altın ayıklama tepsileri, demirden yapılma dikdörtgen şeklinde Yukon sobası levhaları… En dikkat çeken özellik, herhangi bir miktarda gıda ürününün yokluğu. Raflarda birkaç konserve mantar, birkaç kavanoz zeytin.
Ocağa gelince, arkaları ocağa dönük, elleri arkalarında, oduncu kumaşından takımlar giyen, kösele sırım uçlarıyla boyunlarında eldivenleri sallanan, kürk başlıklarının kulakları kapatan kısımları kalkık vaziyette duran birkaç madenci. Prince ocağın yanında, bir Kızılderili koca odun parçaları ile ateşi harlıyor. Atlı polis içeri girip çıkıyor. Sitka Charley kar ayakkabılarını inceliyor, ayakkabıları büküyor ve deniyor. Tezgâhın arkasında birkaç tezgâhtar. İçlerinden biri tezgâhın sağ ucunun yakınlarındaki bıyıklı bir madenci ile ilgileniyor.
MADENCİ: (Acınacak hâlde) “Un yok mu?”
TEZGÂHTAR: (Kafasını sallar.)
MADENCİ: (Daha acıklı hâlde) “Fasulye yok mu?”
TEZGÂHTAR: (Aynı şekilde kafasını sallar.)
MADENCİ: (En acınası hâlde) “Şeker yok mu?”
TEZGÂHTAR: (Tezgâhın arkasından gelip sobaya yaklaşır, öfkelendiği bellidir, başını vahşice sallar, yolun yarısında Madenci ile karşılaşır, Madenci geriye doğru adım atar.) “Hayır! Hayır! Hayır! Sana ‘hayır’ diyorum! Fasulye yok, şeker yok, hiçbir şey yok!”
Sobada ellerini ısıtır ve Madenci’ye gaddar bir bakışla bakar. Dave Harney sağdan içeri girer, ayakkabılarındaki karları temizler ve ocağa doğru yürür. Uzun boylu ve zayıftır. Gevşek eklemleri ile paytak paytak yürümekte ve Tezgâhtar ile Madenci’yi ilgiyle dinlemektedir. Konuşma isteğini belli etse de soğuktan donan bıyıklı ağzını açamaz. Buzların çözünmesi için sobaya doğru eğilir.
MADENCİ: (Tezgâhtar’a hitaben, artan bir öfkeyle) “Yüce ve azametli rolü kesmene pekâlâ seni sinsi ufak tezgâh zıpzıpı. Ama hepimiz lanet şirketinin neyin peşinde olduğunu çok iyi biliyoruz. Yiyecek saklamanızın sebebi fiyat yükseltmek, yaptığınız tam olarak bu. Kıtlık fiyatları sizin işiniz.”
TEZGÂHTAR: “Raflara baksana be adam! Raflara bak!”
MADENCİ: “Peki ya depolara ne demeli? Tavana kadar yiyecekle dolu.”
TEZGÂHTAR: “Değil.”
MADENCİ: “Sanırım boş olduklarını söylüyorsun.”
TEZGÂHTAR: “Boş değiller. Ama içlerindeki azıcık yiyecek de sen ülkeye gelmeyi daha düşünmeden geçen bahar ve yazda siparişlerini veren Alaska madencilerine ait. Üstelik bu madencilerin sayısı bile azaltıldı, yarıya indirildi. Şimdi sesini kes. Daha fazla bir şey söylemeni istemiyorum. Siz yeni gelenler bu ülkeyi yönetmeyi aklınızdan bile geçirmeyin çünkü bunu başaramayacaksınız.” (Madenci’ye arkasını dönüp) “Lanet olası yeniler!”
MADENCİ: (Yere çöker ve korkar ancak Tezgâhtar’dan değil kıtlıktan korkmaktadır.) “Peki Tanrı aşkına ben ne yapacağım? Tüm kış için 50 pound (22,6 kg) kadar bile unum yok. Eğer satarsan yiyeceğimin parasını ödeyebilirim. Beni açlığa terk edemezsin!”
DAVE HARNEY: (Bıyığındaki son buz parçasını da koparır ve yere atar. Buz parçası ses çıkarır. Ağır ağır konuşur.) “Ah, siz yeniler insanı çok yoruyorsunuz. Sizin gibi mahlukatı daha önce hiç görmedim. Bu ülkede sizden çok daha iyi insanlar açlık çekti ve lafını da etmediler hani. Hepsi de bir deri bir kemikti doğru bildiysem. Bunun ne olduğunu zannediyorsun? Pazar pikniği mi? Öylece geliverdin, değil mi? Üstelik de sağlam korkmuşsun. Bana bak hele, ben eskilerdenim, Alaska madencilerinden, bundan da gurur duyuyorum. Kimseler şirketi suçlamadan önce geldim ben bu ülkeye. Kahvaltım için balık tuttum, akşam yemeğim için ava çıktım. Balıklar yemi yutmadığında ve av olmadığında da sadece kemerimi biraz daha sıkıp yürüyüp gittim. Somon gövdesi ve tavşan izleriyle idare edip mokasenlerimi yedim.” (Neşeyle) “Sana derim ki bu memleket senin suyunu çıkarır!” (Eskilerden biriyle yüz yüze gelen Madenci, bu nutuk karşısında allak bullak olur ve nihayet diğer madencilerin arkasına çekilir. Oradan da sağ taraftaki çıkışa yönelir. Cebinden bir kâğıt çıkarıp gösterir.) “Buraya bak hele Tezgâhtar Efendi, buna ne dersin?”
TEZGÂHTAR: (Gözünün ucuyla kâğıda bakar.) “Gıda sözleşmesi.”
DAVE HARNEY: “Ne anlama geliyor peki?”
TEZGÂHTAR: (Bitkin bir şekilde) “1000 poundluk yiyecek.”
DAVE HARNEY: “Peki ne kadar şeker?”
TEZGÂHTAR: “1000 poundluk yiyecek.”
DAVE HARNEY: “Bir daha de.”
TEZGÂHTAR: (Kâğıttaki maddeye bakar ve okur.) “75 pound.”
DAVE HARNEY: (Muzaffer bir şekilde) “Ben de öyle gördüm. Gözlerimin iyi olduğunu düşünmüştüm.”
TEZGÂHTAR: (Bir müddet duraksadıktan sonra) “Yani?”
DAVE HARNEY: “Yanisi, depodaki o uyuz ufak herif kâğıt üzerinde sadece beş yüzlük alabileceğimi, hiç de şeker alamayacağımı söylemişti. Ne demek oluyor bu?”
TEZGÂHTAR: “Anlamı beş yüz pound ve şeker yok demek. Azaltma bugün yürürlüğe girdi. Emirler böyle.”
DAVE HARNEY: (Hevesle) “Hiç şeker olmayacak mı?”
TEZGÂHTAR: “Hiç şeker olmayacak.”
DAVE HARNEY: “O yiyecekler benim, şeker de. Geçen baharda parasını ödedim. Şuradaki tartılarda altın tozumu[1 - Altın tozu para birimi olarak kullanılıyor. (ç.n.)] tarttım.”
TEZGÂHTAR: “Yapabileceğim bir şey yok, talimatlar bu şekilde.”
DAVE HARNEY: (Hevesle) “Hiç şeker olmayacak mı?”
TEZGÂHTAR: “Hiç şeker olmayacak.”
DAVE HARNEY: (Düşünceli bir şekilde, alçak sesle) “Tuhaf ama değil mi? Çok tuhaf hem de. Elimde iki tane beş yüzlük Eldorado belgesi var, kendim de beş milyon ederim ama lapamı ya da kahvemi tatlandırmıyorum.” (Ani bir öfkeyle Tezgâhtar’a döner, Tezgâhtar bitkin bir şekilde tezgâhın gerisine çekilir.) “Lanet olsun! Bu memleket alev alsa da umurumda olmaz. Ben bırakıyorum. Kesinlikle bırakıyorum. Birleşik Devletler’e dönüyorum. İdareyle görüşeceğim.” (Hızlı adımlarla soldaki kapıya doğru yürür.)
TEZGÂHTAR: “Dur!” (Dave Harvey durur.) “Patron meşgul, yanında Vanderlip var.”
DAVE HARNEY: “Demek o da şeker teklifine itiraz ediyor, değil mi?”
TEZGÂHTAR: “Hayır, etmiyor.”
DAVE HARNEY: “O zaman hadi bakalım. Dave Harney, Vanderlip ya da başka bir adamı beklemez.” (“Özel” yazısı bulunan bir kapıyı sarsarak açar. Vanderlip kapıda görülür, içeri girmektedir.)
VANDERLIP: “Merhaba Dave. Acelen ne?”
DAVE HARNEY: “Merhaba, Vanderlip. Satacak şekerin var mı?”
VANDERLIP: “Hayır ama almak isti…”
DAVE HARNEY: (Sözünü keser.) “Şeker yok, benimle iş yapamazsın.” (Kapıya doğru fırlar, arkasından çarpar.)
Sobanın etrafındaki madencilerden gülme sesleri gelir. Tezgâhtar yaka silker. Vanderlip bir an için açtığı kapıdan arkaya doğru bakar ve Dave Harney’e güler. Loraine Lisznayi sağ taraftan içeri girer ve mokasenlerinden karları temizlemek için kapıda durur.
VANDERLIP: (Loraine Lisznayi’yi, görür. Ona doğru yürümeye başlar. Ancak yarısında Sitka Charley ile konuşmak için aceleyle durur.) “Köpekler ne âlemde Charley?”
SITKA CHARLEY: “Yavaş yavaş hazırlarım.”
VANDERLIP: “Onları hemen, bugün istiyorum.”
SITKA CHARLEY: “Dün, yarın dedi bana.”
VANDERLIP: “Bugün, sana bugün diyorum. Fiyatı hiç düşünme. O güzel köpekleri almam lazım. Bu gece saat on ikide su çukurunun yanında koşumları, yemleriyle beraber tamamen hazır olsunlar. Bir de onları benim için nehrin aşağısına kadar süreceksin. Tamam mı?”
SITKA CHARLEY: “Tamam.”
VANDERLIP: (Sağa geçmeye devam ederken omzunun üzerinden) “Ücreti düşünme. Onları almam lazım.” (Sağ tarafa, Loraine Lisznayi’ye doğru yürür. Yüzünde bir keyif ifadesi vardır. Kürk şapkasını çıkarır ve kadının elini sıkar.)
LORAINE: “Bundan daha iyisini yapmanız lazım. Eğer burada bir kadın olsaydı yüzünüz her şeyi açık etmiş olurdu.”
VANDERLIP: “Memnuniyetimin yüzüme yansımasına engel olamıyorum, Loraine.”
LORAINE: “Bana Loraine deme. Biri duyabilir. Ayrıca ne kadar dikkatli olursak o kadar iyi. Hem bir dakikadan daha uzun süre konuşmamalısın Floyd.”
VANDERLIP: (Yüzünde kocaman bir sırıtma ile) “Hah şimdi oldu, bana Floyd dedin. Biri duyabilir. Ama kimin umurunda? Benim değil. Bırak duysunlar. Bundan memnun olurum! Senin benim olmandan gurur duyarım. Dünyadaki en tatlı küçük kadın benim, sadece benim.”
LORAINE: (Etrafa kaçamak bakışlar atar ve kimsenin dikkat kesilmediğini görür.) “Hişş, tatlım. Güvenli bir mesafeye ulaşıncaya dek bekle. Sonra senin benimle gurur duymandan tüm dünya karşısında gurur duyuyor olacağım. Sen öyle bir adamsın ki! Öyle bir adam!”
VANDERLIP: “Seni o Akdeniz sarayına götürünceye dek bekle sadece. Bizdeki bu Klondike altınıyla ayakta bekleteceğiz onları. İnsanlar benim ne kadar zengin olduğumu bilmiyorlar Loraine. Sen de bilmiyorsun. Dominion Creek’te hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği ödeme senetlerim var ve…”
LORAINE: “Ne kadar çok ya da az paran olduğu umurumda değil. Sen, sen koca adam, benim kahramanım olan sen umurumdasın. Sen saraylara prens misali soyluluk katacaksın, üstelik ben birkaç prens de tanırım.”
VANDERLIP: “Kraliçeler de tanıdığını söylememiş miydin?”
LORAINE: “Evet, kraliçeler de. Üstelik seni tanımaktan gurur ve memnuniyet duyarlar. Oralarda senin gerçek adamlar yok. Sen sansasyon yaratacaksın.”
VANDERLIP: (Endişelenerek) “Ama bu saraylarda yaşama işleri, insanı yumuşatıyor ve şişmanlatıyor, öyle değil mi? Ben şişmanlığı sevmem.” (Kadına eleştirircesine bakar.) “Senin o yöne meylin yoktur, değil mi?”
LORAINE: (Kahkaha atar.) “Seni şapşal tatlı adam. Tabii ki yok. Öyle görünüyor muyum?”
VANDERLIP: (Yavaşça) “Yani, biraz yuvarlak ve şey görünüyorsun, dolgun.”
LORAINE: “Ben hep böyle dolgun olmuşumdur. Anneme benzerim. O da böyleydi. Kendisi hiçbir zaman şişmanlamadı, ben de şişmanlamayacağım.”
VANDERLIP: (Endişe yüzünden kaybolur ve yerini memnuniyete bırakır.) “Ah, sen yerli yerindesin Loraine, buna emin olabilirsin.”
LORAINE: “Ama şimdi beni bırakman lazım Floyd. Her an biri gelebilir. Ayrıca, yolculuğumuz için almam gereken birkaç şey var.”
VANDERLIP: “Orada benim paramı hazırlıyorlar.” (Soldaki kapıya doğru kafasını sallar. Loraine hevesli ve gayriihtiyari bir ilgi gösterir istemeden.) “İtibar mektupları, biliyorsun işte ve diğer şeyler. Fazla toz[2 - Para olarak kullanılan altın tozu kastediliyor. (ç.n.)] taşıyamam. Çok ağır olur. Bu arada fazla ağırlık olmasın. Çok fazla ufak tefek şey alma. Köpek köpektir ve çok fazla yük çekemez.”
LORAINE: “Sadece kendimi rahat ettirecek kadarını alırım.”
VANDERLIP: “Bir kadının rahat edebilmesi için çok fazla şeye ihtiyacı oluyor. Ama sorun değil. Sen kendini ne kadar rahat ettirirsen ettir, bizi taşıyacak iki kızak olacak. Bol miktarda ayak giyimi, mokasen, çorap ve benzer şeyler getir. Ayrıca tüm kıyafetlerinle gece yarısında su çukurunda ol. Senin Kızılderililin yeterince köpek yemi getirdiğinden de emin ol. Ben bugün bir ara kendi köpeklerimi getireceğim.”
LORAINE: “Hangi su çukuru?”
VANDERLIP: “Hastanenin yanındaki. Hata yapıp da diğerine gideyim deme. Diğer, yolun uzağında.”
LORAINE: “Şimdi sadece beni bırakman lazım ve beni bugün içinde gece yarısına kadar, yani hastane yanındaki su çukurunda buluşuncaya kadar görmemelisin. Seni gözümün önünden ayırmaya güç bela dayandığımı biliyorsun. Ama bu kadınlar yok mu? Ah nasıl da şüpheci yaratıklar onlar!”
VANDERLIP: “O zaman bu geceye kadar hoşça kal.” (Sola doğru gitmek için döner.)
LORAINE: (Yumuşak bir şekilde) “Floyd!” (Vanderlip arkasını döner.) “Bu gece baloya gitmen lazım. Ben gidemeyeceğimi özür dileyerek ilettim ama sen gitmelisin. Böylece olası şüpheler bertaraf edilmiş olur.”
VANDERLIP: “Zaten gidiyordum. Kısa bir süreliğine uğramak için. Ben, anlarsın ya, Bayan Eppingwell’e gideceğime dair söz verdim.”
LORAINE: (Kıskanç bir şekilde) “Bayan Eppingwell demek!”
VANDERLIP: “Tabii ki ama sorun yok Loraine. O sayılmaz.”
LORAINE: “Tabii ki sayılmaz. Ama ben seni o kadar çok seviyorum ki Floyd az biraz kıskançlık etmeden duramıyorum. Ama hadi bakalım, gitmek zorundasın. Hoşça kal, canım.”
VANDERLIP: “Hoşça kal canım, canım Loraine.” (Sola doğru gitmek üzere döner.)
LORAINE: (Yumuşak bir sesle) “Floyd!”
VANDERLIP: (Arkasını dönüp bekler, bir müddet durduktan sonra) “Evet?”
LORAINE: (Tatlı bir serzenişle) “Hakkınızda bir şeyler duymuştum beyefendi.”
VANDERLIP: “Şimdi ne oldu?”
LORAINE: “Ah sizin galiba, nasıl desem! Yabancılara temayülünüz var!”
VANDERLIP: (Şaşırır.) “Ne dediğini anladıysam Tanrı belamı versin. Temayül ne? Yenir mi?”
LORAINE: (Kahkaha atar.) “Yani, bir kadın varmış, güya Yunan’mış ama neyse benim gibi yabancı işte. Ama dünya tatlısı bir aksanı varmış. Erkekler öyle di…”
VANDERLIP: (Sözünü keser.) “Freda, demek istiyorsun.”
LORAINE: (Yüzünde sert bir ifade belirir.) “Evet, sanırım kadının ismi buydu.”
VANDERLIP: (Neşeyle güler.) “Bunda bir şey yok. Zerre kadar umurumda değil o. Zerre kadar.”
LORAINE: “Bir de şu Bayan Eppingwell var. Ona biraz sadık olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.”
VANDERLIP: (Hafif bir utanç ifadesiyle) “Ah, benim onunla sadece tanışıklığım var, hepsi bu, sadece tanışıklık.”
LORAINE: “Ve sadece beni mi seviyorsun?” (Vanderlip başını sallar.) “O zaman bunu söyle.”
VANDERLIP: (Dürtüsel bir hevesle kollarını sarılmak istercesine hafifçe kaldırır ve kendini kontrol etmek için çabalar.) “Ah, seviyorum Loraine, seviyorum, seviyorum.”
LORAINE: “Bunu söylediğini duymak güzel. Şimdi ise mutlaka gitmelisin. Hoşça kal canım, hoşça kal.”
Sahnenin soluna geçer ve dışarı çıkar. Kadın sahnenin arkasına doğru geçer ancak kendisine yaklaşan Sitka Charley tarafından durdurulur.
SITKA CHARLEY: (Kaba bir şekilde) “Günaydın.”
LORAINE: (Tatlı bir sesle) “Günaydın, Charley.”
SITKA CHARLEY: (Hemen lafa girer.) “Paramı getirdin?”
LORAINE: “Ah, dur bakayım. Ne kadardı?”
SITKA CHARLEY: “200 dolar.”
LORAINE: “Sana ne diyeceğim: Yarın sabah kulübeme gel. Sana orada vereceğim.”
SITKA CHARLEY: (Kadının yalan söylediğini bildiğini belli etmeden) “Yarın sabah paramı verecek?”
LORAINE: “Kulübemde, sakın unutma.”
SITKA CHARLEY: “Peki o zaman, yarın sabah.” (Ani bir hareketle döner ve sobaya doğru yürür.)
LORAINE: (Seslenir.) “Ah, Charley!” (Arkasını kadına döner.) “Dominion Creek çok zengin mi?”
SITKA CHARLEY: “Çok deli zengin.”
LORAINE: “Peki Bay Vanderlip’in orada mülkü olup olmadığını biliyor musun?”
SITKA CHARLEY: “Ben bilmem.” (Gitmeye başlar.)
LORAINE: (Onu alıkoyarak) “Ama Bay Vanderlip çok zengin, değil mi? Bunu biliyor musun?”
SITKA CHARLEY: “Vanderlip çok deli zengin.”
Sitka Charley aniden döner ve sobaya gider. Loraine sol arka taraftan sahneyi geçer ve kendisini bir tezgâhtarın beklediği tezgâha yönelir. Bayan Eppingwell ve Bayan McFee sağdan giriş yaparlar. İkisi de mokasenlerinden kar temizlemekle meşguldürler.
BAYAN EPPINGWELL: (Ayakkabısını ilk o temizler ve birini ararcasına dükkânın içinde göz gezdirir.) “Kaptan Eppingwell’i göremiyorum. Hâlbuki kendisi dakikliğin adamıdır.”
BAYAN McFEE: (Kar temizlemeye devam eder.) “Belki de biraz erken geldik Bayan Eppingwell. Ama dediğim gibi bu maskeli balo daveti ahlaken pek şaibeli. Maskeli olmasının düşük seviyeli dans salonu yaratıklarının gelmek için can atması ve nezih insanları varlıklarıyla utandırmaları demek olduğunu size hatırlatırım. Ben aklımdan geçeni söylerim ve ahlaklı insanların bu duruma maruz kalması rezil bir şey. Günahkâr yüzleri maskelerle kapanmış kabadayılar ve kumarbazlar olacak ve kim tanıyacak onları? Bir de şu Freda denilen kadın var. Dediklerine göre baloncuklarla oynayan çocuklar misali oynuyormuş erkeklerin kalbiyle. Diğerleri ise, arsız aşüfteler, ince kuş tüylerini suratımıza doğru sallamalarına kim engel olacak? Onları kim durduracak, sorabilir miyim?”
BAYAN EPPINGWELL: (Gülümseyerek) “Kapı görevlisi tabii ki. Çok basit. Maskeler kapıda kaldırılmak zorunda.”
BAYAN McFEE: “Ayy, çok basit, derim ben. Muhtemelen kapı gözetleme işini siz alırsınız ve muhtemelen her serserinin yüzünü tanıyorsunuzdur.”
BAYAN EPPINGWELL:
“Onları tanıyan adamlardan birini alırız, örneğin Bay Prince’i. Bak kendisi orada, sobanın yanında. Ondan kapı görevlisi olmasını rica ederiz.”
Prince arka tarafa geçer ve Loraine’e katılır.
BAYAN McFEE: (Her zamankinden daha kaba bir şekilde) “Peki Bay Prince aynı anda günahın çocuklarını tanıyıp nezih kimselerle nasıl arkadaşlık kurabiliyor?”
BAYAN EPPINGWELL: “Çünkü bir erkek olduğu içindir diye zannediyorum. Bak orada Sitka Charley var. Sanırım gelmek isteyecek olsa ona müsaade etmezdiniz.”
BAYAN McFEE: (Yargılarcasına) “Neden ki? Hayır, o çok iyi adam.”
BAYAN EPPINGWELL: “Yine de eminim ki senin deyiminle tüm günah çocuklarını tanıyordur.”
BAYAN McFEE: “Ama o bir Kızılderili ve dans etmez.”
BAYAN EPPINGWELL: (Gülerek) “O zaman onunla konuşarak seni hayrete düşürmüş olmam galiba.” (Sitka Charley’e yaklaşır, bu arada Bayan McFee tezgâha gider. Tezgâhtar onunla ilgilenir.) “Günaydın Charley, Kaptan Eppingwell’i gördün mü?”
SITKA CHARLEY: (Günaydın anlamında başını sallar.) “Evet.”
BAYAN EPPINGWELL: “Ne zaman görmüştün? Burada mıydı?”
SITKA CHARLEY: “Onu dün gece gördüm ben.”
BAYAN EPPINGWELL: “Ah!” (Gülerek) “Onu sonrasında gördüm zaten. Ama benimle burada buluşacaktı.”
SITKA CHARLEY: “Hımm.”
BAYAN EPPINGWELL: (Sohbet etmeye çalışır.) “Bu sabah çok soğuk.”
SITKA CHARLEY: “Hımm.”
BAYAN EPPINGWELL: “Ne kadar soğuk?”
SITKA CHARLEY: “Eksi altmış beş. Satılık köpek var mı?”
BAYAN EPPINGWELL: “Hâlâ köpek almaya mı çalışıyorsun? Bu kez kim için?”
SITKA CHARLEY: “Vanderlip. Sekiz köpek ister.”
BAYAN EPPINGWELL: (Şaşırır ve ilgilenmeye başlar.) “Bay Vanderlip mi?”
SITKA CHARLEY: “Hımm.”
BAYAN EPPINGWELL: “Köpeği ne yapacakmış?”
SITKA CHARLEY: “Hımm. Köpeğiniz var mı?”
BAYAN EPPINGWELL: (Zihninden ani bir düşünce geçer.) “Evet, satacak köpeğim var, daha doğrusu Kaptan Eppingwell’in var.”
SITKA CHARLEY: “Taze köpekler? Güçlü köpekler?”
BAYAN EPPINGWELL: (Düşünmeye başlar.) “Yani hayır. Şöyle oldu, kendisi daha dün geldi. Uzun bir yolculuk yapmıştı.”
SITKA CHARLEY: “Evet, biliyorum. Bin altı yüz mil. Köpekler bir deri bir kemik, tükenmişler, iyi durumda değiller.”
BAYAN EPPINGWELL: “Köpekleri ne zamana istiyor?”
SITKA CHARLEY: “Hemen şimdi, bugün.”
BAYAN EPPINGWELL: “Köpekleri neden istiyor?”
SITKA CHARLEY: (Umursamaz bir şekilde) “Ha?”
BAYAN EPPINGWELL: “Bay Vanderlip köpekleri ne için istiyor?”
SITKA CHARLEY: “Bu Sitka Charley’i ilgilendirmez. Vanderlip’i ilgilendirir.”
BAYAN EPPINGWELL: “Ama bilmek istiyorum.”
SITKA CHARLEY: “O zaman Vanderlip’e sor.”
BAYAN EPPINGWELL: “Söyle bana.”
SITKA CHARLEY: “Vanderlip’e sorman daha iyi, bence.”
Bir duraksama, bu sırada Sitka Charley sadece beklerken Bayan Eppingwell düşünür gibidir. Konuşmaya başladığı anda ses tonu değişmiş, ciddi bir hâl alır.
BAYAN EPPINGWELL: “Charley, birlikte Long Trail’de yolculuk ettik, sen ve ben.”
SITKA CHARLEY: “Hımm.”
BAYAN EPPINGWELL: “Birlikte Hills of Silence’ı geçtik. Son köpeklerimizin de yolda yere yığıldığını gördük. Tökezleyip düştük karları, ellerimizin ve dizlerimizi üzerinde sürünerek geçtik çünkü yiyeceğimiz yoktu ve çok soğuktu. Elimizdeki son yiyecekler çalındı…”
SITKA CHARLEY: (Gözleri parlar, yüzü gaddarca ve memnuniyetle katılaşır.) “Kaptan Eppingwell yemek çalan bir adamı öldürür. Ben diğerini biliyorum.”
BAYAN EPPINGWELL: (Ürperir.) “Evet, çok korkunçtu. Ama Charley sen ve ben yiyeceğe ve ısınacağımıza inanmaya devam ettik.”
SITKA CHARLEY: “Ve Kaptan Eppingwell’e.”
BAYAN EPPINGWELL: “Ve Kaptan Eppingwell’e. Şimdi o yiyeceğe ve ısınacağımıza olan inancın hatırına bana gerçeği söylemeni istiyorum.”
SITKA CHARLEY: “Hımm.”
BAYAN EPPINGWELL: (İstekli bir şekilde) “Söyler misin?”
SITKA CHARLEY: (Kafasını sallar.) “Hımm.”
BAYAN EPPINGWELL: (Aceleyle) “Bay Vanderlip köpekler istiyor, taze köpekler… Neden?”
SITKA CHARLEY: “Uzun yolculuk yapacak. Çok geceler.”
BAYAN EPPINGWELL: “Nereye? Ne zaman? Söyle her şeyi.”
SITKA CHARLEY: “Nehrin aşağısına. Bu gece gidecek.”
BAYAN EPPINGWELL: “Tek mi gidiyor?”
SITKA CHARLEY: (Başını sallar) “Hayır.”
BAYAN EPPINGWELL: “Onunla kim gidiyor?”
SITKA CHARLEY: “Ben gider.”
BAYAN EPPINGWELL: (Öfkelenerek) “Evet, evet, tabii ki. Ama sen sayılmazsın. Başka kim?”
SITKA CHARLEY: (Başını sallar.) “Hımm.”
BAYAN EPPINGWELL: (Muzaffer bir şekilde) “Tam da düşündüğüm gibi. Söyle bana Charley. O, o… Bu korkunç kadın mı? Biliyorsun işte.”
SITKA CHARLEY: “Hımm… Bu kötü kadın, bu lanet gelesi kötü kadın. Hımm. Onunla gider. Bu gece saat on ikide, su çukurunda. Onunla orada buluşacak.”
BAYAN EPPINGWELL: (Hevesli bir şekilde) “Evet, evet. Peki sonra?”
SITKA CHARLEY: “Sonrası onunla gider, çok geceler, nehrin aşağısından.”
BAYAN EPPINGWELL: “Sen de köpekleri getireceksin demek.”
SITKA CHARLEY: “Evet, ben getiririm.” (Dave Harney sol taraftan girer, öfkeli adımlarla yürür.) “Onları şimdi getiririm ben.”
DAVE HARNEY: “Hoşça kal.” (Dave Harney’in olduğu tarafa doğru yürümeye başlar.)
BAYAN EPPINGWELL: “Bir dakika bekle Charley.”
SITKA CHARLEY: (Omzunun üzerinden) “Ben geri dönerim. Sen bekle.” (Dave Harney’e yaklaşır.) “Selam Dave. Bugün soğuk.”
DAVE HARNEY: (Vahşice ona döner.) “Emin olabilirsin ki soğuk. Her zamanki buz gibi hava. Ama ben bırakacağım, soğuğu bırakacağım. Köpeklerimi kızağa çekip adaletin olduğu diyarlara gitmek üzere yola çıkacağım. Bir adamın bir yıl önceden siparişini verip ödemesini yaptığı şeyi alabileceği yere…”
SITKA CHARLEY: “Satacak köpek var mı?”
DAVE HARNEY: “Satacak şekerin var mı?”
SITKA CHARLEY: “Ben köpek alırım.”
DAVE HARNEY: “Ben şeker alıyorum.”
SITKA CHARLEY: “Bende şeker yok. Sende köpek var. Ben sekiz köpek alırım. Ne kadar?”
DAVE HARNEY: “Köpek başına beş yüz dolar.”
SITKA CHARLEY: “Hımm… Sekiz köpek… Dört bin dolar.”
DAVE HARNEY: “Köpekler senin ödemeye razı geldiklerine değer.”
SITKA CHARLEY: “Hımm.”
DAVE HARNEY: “Buraya bak Charley. Bir zamanlar madenciydim. Ama şimdi iş adamıyım. Şekerin var mı?”
SITKA CHARLEY: “Şeker yok.”
DAVE HARNEY: “Biraz şeker için çok köpek verirdim. Şeker yoksa sana dört bine mal olur.” (Gitmek için arkasını döner.)
SITKA CHARLEY: (Onu alıkoymak için bir hareket yapmaz.) “Hımm.”
DAVE HARNEY: (Omzunun üzerinden) “Dört bin.”
SITKA CHARLEY: “Hımm.”
DAVE HARNEY: “Eğer gerçekten istiyorsan o kadar ederler.”
SITKA CHARLEY: “Peki Dave, alıyorum.”
DAVE HARNEY: “Altın tozunu saat birde benim kulübeme getir.”
SITKA CHARLEY: “Şimdi alırım.”
DAVE HARNEY: “Hayır alamazsın. Geri dönüp onlara haklarında ne düşündüğümü söyleyeceğim. Alçak herifler! Kendi lapalarını ve kahvelerini bol bol tatlandırıyorlar. Emin ol ki yapıyorlar bunu. Ya birazını alacağım ya da sebebini öğreneceğim.” (Hışımla sol taraftan kapıdan çıkar.)
Sitka Charley, Bayan Eppingwell’in yanına döner.
SITKA CHARLEY: “Şu Dave Harney tam bir soyguncu. Ama o köpekleri alacak.”
BAYAN EPPINGWELL: “Hadi bana bu kadından bahset Charley. Şu Freda’dan. Adı Freda Moloof, öyle değil mi?”
SITKA CHARLEY: (Dikkatinin Loraine Lisznayi’den başka bir şeye çekildiğini açıkça belli eder.) “Ah, Freda!”
BAYAN EPPINGWELL: (Gülümseyerek) “Ona Freda diyorsun.”
SITKA CHARLEY: “Herkes ona Freda der. Güzel isim. Ben severim.”
BAYAN EPPINGWELL: “Peki nasıl bir kadın?”
SITKA CHARLEY: “Hımm. İyi kadın.”
BAYAN EPPINGWELL: (Kolunun öfkeli bir hareketiyle onun elini tutar.) “Ah!”
SITKA CHARLEY: (Şaşkın görünür ve inatlaşmaya başlar.) “Freda’yı uzun zamandır bilirim. Hımm, iyi kadın. Hımm, dili doğru söyler. Hımm, senin gibidir, korkusu yok. Hımm, senin gibi benle Long Trail’e yolculuk etti. Korkmaz, kalbi yumuşak, köpeklere üzülür. Köpekler yorgunken kızağa binmez. Yorgundur ama yürür. Ve hımm dili doğrudur. Her zaman doğru der. Ben Sitka Charley, bilirim.”
BAYAN EPPINGWELL: “Evet, evet. Devam et.”
SITKA CHARLEY: (Düşünür.) “Freda erkekleri sevmez.”
BAYAN EPPINGWELL: “Bu kadarı çok ama Charley. Peki ya Bay Vanderlip?”
SITKA CHARLEY: (Omuz silker.) “Ben Freda’yı uzun zaman tanırım. Freda, Vanderlip’i kısa zamanda tanır. Belki Freda, Vanderlip’i sever. Bilmem ben. Ama öncesinde erkekleri sevmezdi, bunu bilirim. Belki de Bay Vanderlip’i seversin sanırım.” (Bayan Eppingwell gülümser, Sitka Charley daha olumlu bir havaya bürünür.) “Vanderlip senin kulübene hep gelir. Sen Vanderlip’in kızağına binersin. Biliyorum. Belki Vanderlip’i seversin.”
BAYAN EPPINGWELL: “Anlamıyorsun Charley. Bay Vanderlip’e iyi davranmak için sebeplerim var.”
SITKA CHARLEY: (Şüpheci bir tavırla) “Hımm.”
BAYAN EPPINGWELL: “Ayrıca Charley, Bay Vanderlip’in o… O kadınla bu gece gittiğini bana söylediğini kimse bilmemeli.”
SITKA CHARLEY: (Sözlerini tartar.) “Belki Freda’ya söylerim.”
BAYAN EPPINGWELL: (Öfkeyle ayağını yere vurur.) “Aptal olma Charley. Dünya üzerinde bunu bilmesi gereken son kişi o. Tabii ki ona söylemeyeceksin. Kimseye söyleme.” (Sitka Charley tereddüt eder.) “Kimseye söylemeyeceğine bana söz ver. Yiyecek ve battaniyenin hatırına bana söz ver.”
SITKA CHARLEY: (Gönülsüzce) “Tamam, söylemem.”
BAYAN EPPINGWELL: “Freda’nın dansçı olduğunu söylüyorlar. Onu dans ederken gördün mü hiç?”
SITKA CHARLEY: (Yüzünde memnun bir ifade ile kafasını sallar.) “Gördüm onu. Güzel dans. Juneau’da dans, iki sene önce ilk kez gördüm. Treadwell Madeni o gün çalışmaz. Çalışacak adam yok. Tüm erkekler Freda dansını görmek için gelir. Freda çok para kazanır. Hımm benle konuşur. Hımm der ki, ‘Charley ben Yukon ülkesine giderim. Benim köpekleri sürersin, Ne kadar?’ O zaman Freda benle Long Trail’den geçer.”
BAYAN EPPINGWELL: “Çok sayıda adamın onu sevdiğini söylüyorlar.”
SITKA CHARLEY: (Kafasını kuvvetle sallar.) “Hımm, öyle. Ben de onu severim, çok severim.”
BAYAN EPPINGWELL: (Hoşgörüyle gülümser.) “Onları aptal ettiğini de söylüyorlar.”
SITKA CHARLEY: “Öyle. Aptallar. Erkekler baloncuk gibi. Freda onlarla oynuyor ve paramparça ediyor. Öylece. Herkes diyor bunu.”
BAYAN EPPINGWELL: “Peki dış görünüşü nasıl bu kadının?”
SITKA CHARLEY: “Sen onu görmedin?”
BAYAN EPPINGWELL: “Hayır. Nasıl biri?” (Freda sağdan girer.)
SITKA CHARLEY: (Freda’ya bakar.) “Orada şimdi.”
BAYAN EPPINGWELL: (Anlayamaz.) “Ne?”
SITKA CHARLEY: (Kafasını Freda’ya doğru sallar.) “Hımm. Freda orada.”
Bayan Eppingwell bakmak için istemsizce döner. Freda girişte durur. Kalabalığı görünce geri çekilir gibi yapsa da sonra yüzünü ve vücudunu sertleştirir. Sonra da mokasenlerindeki karı temizlemeye başlar. Dükkânda sessizlik hâkimdir. Sonra sobanın etrafındaki madenciler arasında bir huzursuzluk baş gösterdi. Adamlar birbirlerinin omuzları üzerinde Freda’ya bakabilmek için kafalarını doğrulttular. Tezgâhtarlar ona bakar. Herkes ona bakar.
Bayan McFee burnunu birkaç derece kaldırır ve oldukça şiddetli bir ahlaki öfkeyi açıkça ilan eder, Bayan Eppingwell’e doğru yürür.
BAYAN McFEE: (Bayan Eppingwell’e hitap eder ancak bakışları Freda’nın üzerindedir.) “Benim düşünceme göre nezih insanların gitmesinin tam sırası.” (Sitka Charley öfkeyle Bayan McFee’ye bakar.)
BAYAN EPPINGWELL: (Alçak sesle) “Hişş. Burası kamuya ait bir yer. Senin ve benim kadar onun da burada olmaya hakkı var. Zavallı kadına hakaret etme.”
BAYAN McFEE: (Homurdanarak) “Benim düşünceme göre hakaret diğer taraftan gerçekleşiyor. Gelin Bayan Eppingwell, gitmemiz lazım. Hava bile kirlendi.”
BAYAN EPPINGWELL: (Rica edercesine) “Lütfen kendinize hâkim olun Bayan McFee. Olay çıkarmayın.”
BAYAN McFEE: (Sesini yükselterek) “Kendime hâkim olmayacağım. Şimdi gelmenin münasip olduğunu düşünmüyorsanız da sizi beklemeyeceğim. Aşüfte kadın!”
Burnu havada Bayan McFee, sağ taraftan çıkışa yönelir. Freda karları temizlemeyi henüz bitirip ayağa kalkmıştır. Bayan McFee, yanından geçip kapıdan çıkarken yüksek sesle burun kıvırır ve eteğini çekiştirir. Dudaklarını sıksa da Freda hareket etmez. Bayan McFee çıkar. Freda küçük süpürgeyi asmaya çalışsa da elleri titrer, kancayı kaçırır ve süpürge yere düşer. Süpürgeyi yerden alır ve düzgünce asar. Sonra döner ve doğruca arka tarafa, tezgâha doğru yürür. Burada kendisini tezgâhtar beklemektedir.
SITKA CHARLEY (Bayan McFee’ye öfkeyle bakar.) “Bu kadın Freda’yı sevmez. Peki neden?”
BAYAN EPPINGWELL: (Kibarca konuşur. “Hiçbir kadın Freda’yı sevmez.”
SITKA CHARLEY: (Afallar, yavaşça) “Sen Freda’yı sevmezsin?”
BAYAN EPPINGWELL: (Öncekinden daha kibarca) “Hayır Charley, ben Freda’dan hoşlanmıyorum.”
SITKA CHARLEY: (Öfkelenir.) “Freda’dan neden hoşlanmazsın?”
BAYAN EPPINGWELL: “Açıklayamam. Anlayamazsın.”
SITKA CHARLEY: (Daha da öfkelenir.) “Ben Sitka Charley. Ben anlarım. Freda’dan neden hoşlanmazsın?” (Kaptan Eppingwell sağ taraftan giriş yapar.)
BAYAN EPPINGWELL: (Kaptan Eppingwell’i görür.) “Kaptan Eppingwell de geldi şimdi.”
Kaptan Eppingwell mokasenlerini çabucak temizleyip derhâl Bayan Eppingwell’in yanına gider. Hâlâ öfkeli olan Sitka Charley sobanın etrafındakilere katılır.
KAPTAN EPPINGWELL: “Her zamanki gibi erkencisin Maud.”
BAYAN EPPINGWELL: “Hayır, tam zamanında geldim. Geciken sensin.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Mümkün değil!” (Saatine bakar ve zafer kazanmışçasına gülümser.) “Biliyordum. Saniyesi saniyesine geldim.”
BAYAN EPPINGWELL: (Gülümser.) “Dawson saatine göre değil.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Ah! Tabii ya. Saatimi değiştirmedim. Hâlâ güneş saatine göre hareket ediyorum. Özür dilerim.”
BAYAN EPPINGWELL: (Gülümser.) “Seni affediyorum. Bu ilk kez oldu ama bunu gerçekten aleyhine sayamam.”
KAPTAN EPPINGWELL: (Yüzüne yakından bakarak) “Ne oldu?”
BAYAN EPPINGWELL: “Archie, sen bildiğim en tatlı adamsın. Tabii ki bir sorun vardı ve sen bana bakar bakmaz anladım. Yenildim.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Her zaman muzaffer olan yenildi mi! İmkânı yok. Buna inanmam.”
BAYAN EPPINGWELL “Ben her zamanki gibiyim. Burada Floyd Vanderlip’i şu şirret kadının etkisinden kurtarmaya çalışıyorum. Onu çaya ve yemeğe davet ettim ve zamanımı cömertçe harcadım ve Flossie de henüz burada değil. Bu gece Freda Moloof ile kaçacak. Her şey hazırlanmış.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Ama, ama… Dur bir dakika. Aydınlat beni, çok iyi takip edemedim. Flossie de kim? Peki bu Vanderlip denilen adam, her kimse, istiyorsa neden kaçamıyor?”
BAYAN EPPINGWELL: “Ne kadar da saçmaladım öyle! Burada olmadığını unutmuşum. Freda Moloof’un kim olduğunu biliyor musun?”
KAPTAN EPPINGWELL: “Tabii, tabii. Alaska’daki en görkemli kürklere ve köpeklere sahip. Muhteşem bir yaratık. Ben… Anlıyorum. Erkeklerle bir çocuğun baloncukla oynadığı gibi oynuyor.”
BAYAN EPPINGWELL: “Bunu daha önce duydum sanki.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Âdeta bir deyim oldu buralarda.”
BAYAN EPPINGWELL: “Köpeklere ıslık çalar gibi kadınlara ıslık çalan adamları duymuştum. Bu kadın erkeklere ıslık çalan kadınlardan olsa gerek.”
KAPTAN EPPINGWELL: (İçtenlikle) “Tek yapması gereken bir adama bakmak.”
BAYAN EPPINGWELL: (Gülümseyerek) “Sanki sana bakmış gibi konuşuyorsun.”
KAPTAN EPPINGWELL: (Gülümseyerek) “Çok ilginç bir kadın.”
BAYAN EPPINGWELL: “Peki neyse, gözlerini ve hilelerini Floyd Vanderlip’in üzerine dikmiş.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Peki bunda ne var? Burası özgür bir ülke.”
BAYAN EPPINGWELL: “Bekle bir dakika. Açıklamaya çalışıyorum sana. Floyd Vanderlip başka biriyle evlenmek üzere nişanlı.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Ooo!”
BAYAN EPPINGWELL: “Floyd Vanderlip büyük, güçlü bir adam. Beş yıl boyunca buzul arazilerinde Eldoradoları kovaladı, geyik ve somon etiyle yaşayıp hayvan gibi çalıştı. Kötülüğe ayıracak hiç boş anı olmadı. Sonra Klondike’e çarptı ve milyonlar değerinde. Ayrıca beş yıl içinde ilk kez oturup dinlendi. Birleşik Devletler’de kendisini bekleyen bir kızı hatırladı. Genç bir kız, ona gelmesi için haber yolladı. Gelir gelmez evleneceklerdi. Kulübeyi çoktan hazırladı. Her neyse, o kişi Flossie. Şu anda buzulların üzerinden geliyor, bana her şeyi anlattı ve her an burada olabilir. Neredeyse hastalanıncaya dek onu aradım durdum. Sonra bu Freda Moloof onu büyüledi. Dedikoduyu duydum.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Sonra el atmaya davrandın. Anlamaya başlıyorum.”
BAYAN EPPINGWELL: “Onun etkisini kırmak için elimden geleni yaptım. Bu adam için ne kadar zaman ve enerji harcadım! Onu kendime bu kadar adamış olmam âdeta skandal gibi bir şey! Sitka Charley ona âşık olduğumu zannediyor. Bunu benim yüzüme söyledi. Ve şimdi hepsi ziyan oldu. Kart oyunu davetleri ve her şey! Klondike’te bir piyano ve hizmetçiye sahip tek kadın karşısında ben neyim ki? Ve bu gece nehrin aşağısına birlikte kaçacaklar.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Freda Moloof’la birlikte mi?”
BAYAN EPPINGWELL: “Freda Moloof’la birlikte. Bak burada şimdi. Muhtemelen yolculuk için bir şeyler satın alıyordur.”
KAPTAN EPPINGWELL: (Freda’ya bakmak için döner, sonra arkasını döner.) “Eğer adam dediğin kadar varlıklıysa kadının daha iyisini bulamayacağını söylemem lazım. Onu şimdi hatırladım. Güçlü kuvvetli bir adamdı, aslan gibi cesurdu.”
BAYAN EPPINGWELL: “Evet, ancak kadın ellerinden çok kürek saplarını okşamış ve onun sorunu da bu. Ben de ne yapacağımı bilemiyorum.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Onu sadece uyarabilirsin.”
BAYAN EPPINGWELL: “Ne yapacağımı bilemiyorum. Floyd Vanderlip rica edilecek türde bir adam değil. Onu etkileyebilmek için yapılacak şey bir barut değirmenini ateşe vermektir. Keşke Flossie’nin ne kadar yaklaştığını bilebilseydim. Haftalardır ne bir ulak ne bir postacı gelmedi. Dyea’dan yirmi gündür posta gelmedi.”
Postacı içeri girer, deriden bir posta kesesi taşır. Dizlerine kadar uzanan sincap derisinden bir parka giymektedir. Başlığı kafasını ve kulaklarını kaplamaktadır ve sadece yüzü görünür. Yüzü ve ağzı buz tuttuğundan konuşması mümkün değildir. Mokasenlerindeki karları temizlemek için durmadan doğruca sobaya ilerler hızlı adımlarla.
KAPTAN EPPINGWELL: “Flossie’den haber getirecek adam bu. Ona sorayım mı?”
BAYAN EPPINGWELL: “Ah, postacı mı? Nihayet! Tam zamanında, evet sor.”
KAPTAN EPPINGWELL: (Postacının yoluna doğru adım atar.) “Haberler ne?” (Postacı konuşamayacağını sessiz bir hareketle belli eder. Kollarını sallar, önce buz kesen ağzına sonra da sobaya işaret eder. Kaptan Eppingwell güler ve geçmesine izin verir.
Bayan Eppingwell’e hitaben) “O kadar çok buz kesmiş ki konuşamıyor. Buzları çözülünceye dek bekleyelim. Sonra ona sorarım. Bu arada…”
BAYAN EPPINGWELL: (Sözünü keser.) “Bu arada Lisznayi ile tanışmalısın.”
KAPTAN EPPINGWELL: “Lisznayi mi?”
BAYAN EPPINGWELL: “Evet, kendisi muhteşem bir kadın. Son keşfimiz. Yeni dünyanın cesur kanıyla birlikte eski dünyadan bir Macar kendisi. Romanya kraliçesinin bir arkadaşı. Kraliçeye model olarak poz vermiş. Kardinaller ve prensler emrine amade. Çok fazla parası var. Tabii ki konumu ve diğer şeyler de. Klondike’e macera tutkusu ve muhtemelen de sıkıldığı için gelmiş. Ondan hoşlanacaksın, biliyorum. Bak işte orada. Buna ne dersin?”
Bayan Eppingwell ve Kaptan Eppingwell, Loraine Lisznayi ve Prince’in bulunduğu sol arka tarafa doğru yürürler. Postacı, sobaya yaklaşmaya çalışır ancak madenciler ona engel olurlar. Madenciler soru sorar: “Haberler neler?”, “Yol nasıldı?” “Bana mektup var mı?”, “Peki bana?”, “Peki bana?”, “O’Brien ile nerede karşılaştın? On gün önce ayrılmıştı.” “Thirty Mile Gölü’ndeki buz nasıldı?” vs. Postacı tüm bu sorulara kollarını sallayarak cevap verir ve sobaya ulaşıncaya dek kalabalığı delmeye devam eder. Sobaya yüzünü yaklaştırır. Dave Harney sol taraftan girer, hâlâ öfke doludur. Ancak postacıyı görür görmez yüzü, zihninde ani bir düşünce şimşek misali çakmışçasına aydınlanır. Hızla yürümeye başlar, Postacı’yı kolundan yakalayıp kenara çeker.
DAVE HARNEY: (Fısıldayarak) “Gazete var mı?”
POSTACI: (Kafasını onay anlamında sallar.)
DAVE HARNEY: “Kaç tane?”
POSTACI: (Bir parmağını gösterir.)
DAVE HARNEY: “Sana onun için yirmi dolar veririm.”
POSTACI: (Kafasını sallar.)
DAVE HARNEY: (Hızla fiyat yükseltmeye devam eder ve her bir fiyat teklifi Postacı’nın kafasını sallamasıyla karşılık bulur.) “

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/dzhek-london/kadinlar-alayi-uc-perdelik-bir-oyun-69429193/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Altın tozu para birimi olarak kullanılıyor. (ç.n.)

2
Para olarak kullanılan altın tozu kastediliyor. (ç.n.)
Kadınlar Alayı – Üç Perdelik Bir Oyun Джек Лондон
Kadınlar Alayı – Üç Perdelik Bir Oyun

Джек Лондон

Тип: электронная книга

Жанр: Кинематограф, театр

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Jack London’ın “bir oyun” dediği üç perdelik tiyatrosu olan Kadınların Alayı, Dawson’da on üç saat içinde gerçekleşiyor. Varlıklı bir genç olan Floyd Vanderlip’in ve onunla ilgilenen diğer bütün kadınların hikâyesini konu alıyor. London, oyununda güldürürken aynı zamanda da hüzünlendiriyor. "Emin olabilirsin ki soğuk. Her zamanki buz gibi hava. Ama ben bırakacağım, soğuğu bırakacağım. Köpeklerimi kızağa çekip adaletin olduğu diyarlara gitmek üzere yola çıkacağım. Bir adamın bir yıl önceden siparişini verip ödemesini yaptığı şeyi alabileceği yere…"

  • Добавить отзыв