Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi
F. Scott Fitzgerald
Hayatta hiç olmaz denilen durumlar vardır ya… İşte Benjamin Button’ın başına da böyle olmaz denilen bir durum geldi. Herkes bu hayata bebek olarak doğarken o, ihtiyar bir adam görünümüyle doğdu. Herkes zaman geçtikçe yaşlanırken o, gençleşmeye hatta çocuklaşmaya başladı. Elbette böylesine sıra dışı bir konuyu ele alan Fitzgerald’ın bu eseri de başta Amerikan edebiyatı olmak üzere tüm dünyaya büyük ses getirdi ve beyaz perdeye aktarıldı. Fitzgerald, bu “tuhaf hikâyede” zaman kavramı üzerinde okuyucu düşünmeye yönlendirirken birçok kez de metaforik olarak sosyal yaşantılarımıza ışık tutmaktadır. "Bedeninin ve aklının doğar doğmaz bu kadar gelişmiş olmasına Benjamin de herkes kadar şaşırmıştı. Tıp dergilerini okudu ama daha önce buna benzer bir vakanın kaydedilmediğini gördü. Babasının ısrarları sonucunda diğer çocuklarla oynamak için ciddi bir çaba sarf etti ama son zamanlarda daha sakin oyunlara geçiş yapmıştı. Futbol onu çok sarsmıştı ve eğer bir yerini kırarsa yaşlı kemiklerinin bir daha kaynamayacağından korktu."

F. Scott Fitzgerald
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi

F. Scott Fitzgerald, 24 Eylül 1896 yılında St. Paul, Minnesota, Amerika’da dünyaya gelmiştir. Yirminci yüzyılın en büyük Amerikalı yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir. 1890’larda doğmuş olan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında yetişen neslini “Kayıp Kuşak” olarak tanımlamaktadır. Princeton Üniversitesinde öğrenimini tamamlayan F. Scott Fitzgerald, Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ve savaş sonunda gazetecilik yapmaya başlamıştır. Onu diğer yazarlardan ayıran özelliği ise kendi içindeki iki karşıt görüşü aynı anda barındırabilmesi olmuştur.
F. Scott Fitzgerald, 1920 yılında Cennetin Bu Yanı adlı romanı ile adını duyurmayı başarmıştır. Romanları ile kazancı artmaya başlayan yazar, eğlence hayatına kendisini kaptırması ile sağlığını bozmuştur. Zaman içerisinde şöhretini kaybeden F. Scott Fitzgerald, ruhsal bunalım içinde 21 Aralık 1940 yılında Hollywood’da hayatını kaybetmiştir.
Asude Akman, 1996 yılında Şanlıurfa’da doğdu. Lise eğitimini Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesinde tamamladı. 2019 yılında Mamak Belediyesinin Yazarlık Kursunda Öykü Yazarlığı eğitimi aldı. 2020 yılında Atılım Üniversitesinin İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu.

1
1860 yılı gibi eski bir tarihte, evde doğmak olağan bir şeydi. Bana anlatıldığına göre, günümüzde tıbbın yüce tanrıları bebeğin ilk çığlıklarının hastanenin, tercihen son moda bir hastanenin narkozlu havasında olması gerektiğine karar vermişler. Yani genç Bay ve Bayan Roger Button 1860 yazının bir gününde, ilk çocuklarının hastanede doğması gerektiğine karar verdiklerinde o dönemin modasının elli yıl ilerisindelerdi. Bu tarih yanılgısının az sonra anlatacağım şaşırtıcı hikâyeyle alakası olup olmadığı ise hiçbir zaman bilinmeyecek.
Ben sadece neler olduğunu anlatacağım, karar vermek size kalmış.
Bay ve Bayan Roger Button, İç Savaş öncesi Baltimore’unda imrenilecek bir sosyal ve ekonomik konuma sahiplerdi. Her Güneylinin bildiği önemli ailelerden şunlarla ya da bunlarla akraba olmaları onların Konfederasyon’un büyük bir kısmını oluşturan asil ailelerin arasında bir üye sayılmalarını sağlıyordu. Bebek sahibi olmak denilen o sevimli, eski geleneğe dair ilk deneyimleriydi, dolayısıyla Bay Button gergindi. Bebeğin erkek olmasını umuyordu, böylece onu dört yıl boyunca “Manşet” lakabıyla tanındığı Connecticut’taki Yale Üniversitesine gönderebilecekti.
Bu büyük, kutsal olayın olduğu eylül sabahında Bay Button, saat altıda gergin bir şekilde uyanıp giyindi ve atkısını kusursuz görünecek bir biçime getirdi. Hızla Baltimore sokaklarında ilerleyip gecenin karanlığının göğsünde yeni bir hayat taşıyıp taşımadığını görmek için hastaneye doğru ilerledi.
Maryland Bayanlar ve Baylar Özel Hastanesinden yaklaşık yüz metre uzaklıktayken aile doktorları olan Doktor Keene’i gördü. O sırada hastanenin merdivenlerinden inerken yazılmamış bir etik kuralına göre her doktorun yapması gerektiği gibi ellerini yıkarmış gibi birbirine sürtüyordu.
Roger Button ve Ortakları Toptan Hırdavatçının sahibi Roger Button, o görkemli dönemde yaşayan Güneyli bir beyefendinin asaletine yakışmayacak bir şekilde doktorun peşinden koşmaya başladı ve “Doktor Keene! Hey, Doktor Keene!” diye seslendi.
Doktor onu duydu ve etrafına bakıp beklemeye başladı. Bay Button yaklaştıkça sert, tedavi edici yüzüne değişik bir ifade oturuyordu. “Ne oldu?” diye sordu nefes nefese yaklaşan Bay Button. “Nasıldı? Eşim nasıl? Erkek mi? Hangisi? Ne…”
“Kendinize gelin!” dedi Doktor Keene sertçe, rahatsız olmuşa benziyordu.
“Çocuk doğdu mu?” diye yalvarır şekilde sordu Bay Button.
Doktor Keene kaşlarını çattı. “Evet, tabii, yani öyle sanıyorum… Yarım yamalak denebilir.” Bay Button’a tekrardan değişik bir bakış attı.
“Karım iyi mi?”
“Evet.”
“Peki, kız mı erkek mi?”
“Şimdi bana bakın!” diye tutkulu bir öfkeyle bağırdı Doktor Keene, “Gidip sizin görmenizi isteyeceğim. Rezalet!” Son kelimeyi sanki bir heceymiş gibi söylemişti, sonra yüzünü çevirip mırıldanmaya devam etti: “Böyle bir olay mesleki itibarıma yardımcı olabilir mi? Anca itibarımı yerle bir eder! Kim olsa itibarı yerle bir olur.”
Bay Button dehşete düşmüş bir şekilde “Sorun nedir?” diye sordu. “Yoksa üçüz mü?”
“Hayır, üçüz değil!” diye keskin bir şekilde cevapladı Doktor. “Daha ne, gidip kendiniz görebilirsiniz. Ve başka bir doktor bulun. Sizi bu dünyaya ben getirdim genç adam ve kırk yıldır ailenizin doktoruyum ama artık sizinle işim bitti. Sizi de akrabalarınızdan herhangi birini de bir daha görmek istemiyorum! Hoşça kalın!”
Sonra tek kelime daha etmeden hızla dönüp kaldırımın kenarında bekleyen faytonuna tırmandı ve ciddiyetle uzaklaştı.
Bay Button sersemlemiş bir şekilde bütün vücudu titreyerek kaldırımda durdu. Hangi dehşet verici felaket başına gelmişti? Birden Maryland Bayanlar ve Baylar Özel Hastanesine girme isteğini bütünüyle yitirdi. Bir an sonra kendini merdivenleri tırmanmaya zorlaması ve ön kapıdan içeri girmesi çok güç olmuştu.
Koridorun donuk ve kasvetli havasında bir hemşire masanın arkasında oturuyordu. Bay Button utancını yutarak ona doğru yaklaştı.
“Günaydın.” dedi hemşire ona bakıp hoş bir şekilde.
“Günaydın. Ben… Ben Bay Button’ım.”
Bununla birlikte kızın yüzünde ani bir dehşet ifadesi oluştu. Ayağa kalktı ve sanki koridordan uçarak kaybolacakmış gibi göründü. Gitmemek için kendisine zorla hâkim olduğu çok açıktı.
“Çocuğumu görmek istiyorum.” dedi Bay Button.
Hemşire ufak bir çığlık attı. “Ah… Tabii ki!” diye histerik bir şekilde bağırdı. “Yukarıda. Hemen yukarıda. Yukarıya gidin!”
Hemşire gideceği yönü gösterdi ve Bay Button soğuk soğuk terleyip titreyerek oraya doğru döndü. İkinci kata çıkmak için merdivenleri tırmanmaya başladı. Yukarı koridorda, elinde metal bir tasla ona doğru yaklaşan başka bir hemşireye seslendi. Kelimeleri zorla bir araya getirerek “Ben Bay Button’ım.” dedi. “Çocuğumu görmek…”
Klink! Metal tas hemşirenin elinden yere düşüp merdivenlere doğru yuvarlandı. Klink! Klink! Bu beyefendinin uyandırdığı dehşet havasına uygun bir şekilde düzenli bir iniş yaptı.
“Çocuğumu görmek istiyorum!” diye neredeyse feryat etti Bay Button. Yere yığılmak üzereydi.
Klink! Metal tas ilk kata ulaşmıştı. Hemşire kontrolünü tekrar eline aldı ve Bay Button’a içten bir tiksintiyle baktı.
“Tamam öyleyse, Bay Button.” dedi kısık bir sesle. “Pekâlâ! Ama bu sabah bizi içine soktuğu durumu bilseydiniz! Kesinlikle rezalet! Hastane bir daha bir itibarının olmasını hayal bile edemeyecek…”
“Acele edin!” diye boğuk bir sesle haykırdı Bay Button. “Daha fazla dayanamıyorum!”
“Bu yönden gelin öyleyse, Bay Button.”
Bay Button hemşirenin arkasından kendini zorla sürükledi. Koridorun sonunda çeşitli feryatların olduğu ve sonradan “ağlama odası” ismi ile anılacak bir odaya vardılar. İçeri girdiler. Duvarların kenarlarına düzülmüş yarım düzine beyaz, sallanan beşiklerin her birinin başında bir etiket takılıydı.
Zorlukla soluyan Bay Button, “Pekâlâ, hangisi benim?” dedi.
“Orada!” dedi hemşire.
Bay Button’ın gözleri hemşirenin işaret ettiği yere döndü ve gördükleri şunlardı. Büyük, beyaz bir battaniyeye sarılı ve bir beşiğin içine tıka basa sıkıştırılmış, yetmiş yaşlarında gibi görünen yaşlı bir adam oturuyordu. Seyrek saçları neredeyse beyazdı ve çenesinden kül rengi bir sakal sarkıyordu. Pencereden gelen rüzgâr saçma bir şekilde sakalını öne arkaya sallıyordu. Karışık bir soruyu çözmeye çalışan sönük ve solgun gözleriyle Bay Button’a baktı.
“Ben delirdim mi?” diye gürledi Bay Button, dehşeti öfkeye dönüşmüştü. “Bu korkunç, bir çeşit hastane şakası mı?”
Hemşire ciddi bir şekilde, “Bize hiç de şaka gibi gelmedi.” dedi. “Ayrıca delirip delirmediğinizi bilmiyorum ama bu kesinlikle sizin çocuğunuz.”
Bay Button’ın alnındaki soğuk terler iki katına çıktı. Gözlerini kapattı, sonra açıp tekrar baktı. Bir hata yoktu, -yetmiş yaşlarında bir adama bakıyordu- yetmiş yaşlarında bir bebeğe, beşiğinin iki yanından ayakları sarkmış bir bebeğe.
Yaşlı adam uysallıkla bir ona bir diğerine bakıyordu ve birden çatlak ve derin bir sesle “Sen benim babam mısın?” diye sordu.
Bay Button ve hemşire dehşetle bakakaldılar.
“Eğer öyleysen…” diye huysuzca devam etti yaşlı adam. “Umarım beni buradan çıkarırsın ya da en azından bana rahat bir sallanan sandalye getirmelerini söyleyebilirsin.”
“Tanrı aşkına! Sen nereden geldin? Kimsin?” diye çılgınca haykırdı Bay Button.
“Sana tam olarak kim olduğumu söyleyemem.” diye cevapladı tuhaf bir sızlanmayla, “Çünkü henüz doğalı birkaç saat oldu ama soyadım kesinlikle Button.”
“Yalancı! Sen bir sahtekârsın!”
Yaşlı adam yorgun bir şekilde hemşireye döndü. “Yeni doğan bir çocuğu karşılamak için güzel bir başlangıç.” diye zayıf bir sesle şikâyet etti. “Ona yanıldığını söyle, olur mu?”
“Yanılıyorsunuz Bay Button.” dedi hemşire ciddi bir şekilde. “Bu sizin çocuğunuz ve bu konuyla alakalı elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız. Sizden ricamız onu olabildiğince hızlı bir şekilde eve götürmeniz, mümkünse bugün içinde.”
Bay Button şaşkınlık içinde, “Ev mi?” dedi.
“Evet, onu burada tutamayız. Gördüğünüz gibi bu mümkün değil.”
“Çok mutlu olurum.” diye sızlandı yaşlı adam. “Burası düşük beklentileri olan bir ufaklığı tutmak için iyi bir yer. Bütün bu bağırışlardan ve ağlamalardan dolayı gözümü bile kırpamadım. Yiyecek bir şeyler istedim -burada sesi isyan eden tiz bir tona çıkmıştı- ve bana getire getire bir şişe süt getirdiler!”
Bay Button oğluna yakın bir sandalyeye çöktü ve yüzünü ellerinin arasına aldı. “Aman Tanrı’m!” diye dehşet içinde mırıldandı. “İnsanlar ne der? Ne yapmalıyım?”
“Onu eve götürmeniz gerekiyor.” diye ısrar etti hemşire. “Hem de hemen!”
Keder içindeki adamın gözünün önüne korkunç netlikte bir resim geldi. Bu dehşet verici yaratık yanında yürürken şehirdeki kalabalık sokakları arşınladığı bir resim. “Yapamam, yapamam.” diye inledi.
İnsanlar onu durdurup konuşmak isteyeceklerdi, o zaman ne söyleyecekti? Bu yetmişlik adamı tanıtmak zorunda kalacaktı: “İşte benim oğlum, bu sabah erken saatlerde doğdu.” Sonra yaşlı adam battaniyesine sarınacak, beraber ağır ağır yürüyerek hareketli mağazaları, köle pazarını, -karanlık bir an boyunca Bay Button, içten bir şekilde oğlunun siyahi olmasını ummuştu- lüks evleri ve huzurevini geçeceklerdi.
“Haydi bakalım! Kendinizi toparlayın.” diye komuta verdi hemşire.
“Bana bakın.” dedi yaşlı adam aniden, “Eğer eve bu battaniyeye sarılı şekilde gideceğimi düşünüyorsanız, kesinlikle yanılıyorsunuz.”
“Bebekler battaniyeyle götürülür.”
Yaşlı adam kötü bir hışırtıyla beşiğinden beyaz bir kundak örtüsü çıkardı. “Baksana!” dedi titrek bir sesle. “Benim için hazırladıkları şey bu.”
Hemşire ciddi bir şekilde, “Bebekler her zaman onu giyerler.”
“Pekâlâ.” dedi yaşlı adam, “Bu bebek iki dakika sonra hiçbir şey giymiyor olacak. Bu battaniye kaşındırıyor. Bana en azından bir çarşaf verebilirdiniz.”
“Çıkarma! Çıkarma!” dedi aceleyle Bay Button. Hemşireye döndü, “Ne yapayım şimdi?”
“Şehir merkezine gidin ve oğlunuza kıyafet alın.”
Oğlunun sesi Bay Button’ı koridor boyunca takip etmişti: “Ve bir de baston, baba. Baston istiyorum.”
Bay Button çıkarken dış kapıyı şiddetli bir şekilde çarptı…

2
Bay Button, Chesapeake Kuru Eşyalar Şirketindeki tezgâhtara gergin bir şekilde “Günaydın.” dedi. “Çocuğum için kıyafet almak istiyorum.”
“Çocuğunuz kaç yaşında, efendim?”
Bay Button farkında olmadan, “Yaklaşık altı saatlik.” diye cevap verdi.
“Bebek ürünleri bölümü arkada.”
“Ah, ama istediğimin bu olduğundan pek emin değilim. Şey, o alışılmadık şekilde iri boyutlu bir çocuk. Son derece iri hem de.”
“O bölümde en iri bebeklere göre de ürünler var.”
Bay Button fikrini değiştirerek, “Peki çocuk bölümü nerede?” diye sordu. Tezgâhtarın utanç verici sırrını fark ettiğine emindi.
“Burası.”
“Pekâlâ.“ dedi tereddütle. Oğlunu yetişkin erkek bölümünden giydirme fikri itici gelmişti. Eğer, diyelim ki, büyük boy bir çocuk takımı bulursa o uzun iğrenç sakalı kesebilir, beyaz saçını kahverengiye boyayabilir ve böylece en kötü yanları gizlemeyi başarabilirdi. Böylece en azından kendisine olan saygısını koruyabilir hatta belki Baltimore topluluğundaki namını bile kurtarabilirdi.
Ama hummalı bir araştırma çocuk bölümünde yeni doğan Button’a göre bir takım olmadığını açığa çıkardı. Tabii ki de mağazayı suçladı çünkü böyle durumlarda mağaza suçlanır.
“Oğlum kaç yaşında demiştiniz?” diye merakla sordu tezgâhtar.
“On altı yaşında.”
“Ah, kusura bakmayın. Ben altı saatlik dediniz diye anlamıştım.
Gençler için olan bölümü yandaki koridorda bulabilirsiniz.”
Bay Button acınası bir şekilde döndü. Sonra bir anda durdu ve yüzü aydınlandı. Parmağıyla vitrindeki mankeni işaret etti. “İşte!” diye haykırdı. “Şu takımı alacağım, mankenin üzerinde olanı.”
Tezgâhtar dik dik baktı. “Ama!” diye itiraz etti, “O çocuk takımı değil ki. Daha çok şık partiler için. Kendiniz bile giyebilirsiniz!”
“Paketleyin.” diye ısrar etti gergince. “Onu istiyorum.”
Tezgâhtar şaşkın bir şekilde söyleneni yaptı.
Hastaneye geri dönen Bay Button çocuk odasına gidip paketi oğluna neredeyse fırlattı. “İşte kıyafetlerin.” dedi sinirli bir şekilde.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/frensis-skott-ficdzherald/benjamin-button-in-tuhaf-hikayesi-69428944/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi Фрэнсис Скотт Кэй Фицджеральд
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi

Фрэнсис Скотт Кэй Фицджеральд

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Hayatta hiç olmaz denilen durumlar vardır ya… İşte Benjamin Button’ın başına da böyle olmaz denilen bir durum geldi. Herkes bu hayata bebek olarak doğarken o, ihtiyar bir adam görünümüyle doğdu. Herkes zaman geçtikçe yaşlanırken o, gençleşmeye hatta çocuklaşmaya başladı. Elbette böylesine sıra dışı bir konuyu ele alan Fitzgerald’ın bu eseri de başta Amerikan edebiyatı olmak üzere tüm dünyaya büyük ses getirdi ve beyaz perdeye aktarıldı. Fitzgerald, bu “tuhaf hikâyede” zaman kavramı üzerinde okuyucu düşünmeye yönlendirirken birçok kez de metaforik olarak sosyal yaşantılarımıza ışık tutmaktadır. "Bedeninin ve aklının doğar doğmaz bu kadar gelişmiş olmasına Benjamin de herkes kadar şaşırmıştı. Tıp dergilerini okudu ama daha önce buna benzer bir vakanın kaydedilmediğini gördü. Babasının ısrarları sonucunda diğer çocuklarla oynamak için ciddi bir çaba sarf etti ama son zamanlarda daha sakin oyunlara geçiş yapmıştı. Futbol onu çok sarsmıştı ve eğer bir yerini kırarsa yaşlı kemiklerinin bir daha kaynamayacağından korktu."

  • Добавить отзыв