Gurur ve Ön Yargı

Gurur ve Ön Yargı
Jane Austen
İki zıt karakter… Biri gururun ve kibrin zirvelerinde: Bay Fitzwilliam Darcy. Diğeri bu gurur yüzünden ön yargılı bir bakış içinde: Bayan Elizabeth Bennet. Ve ön yargının duvarlarını yıkan, gururun kör bakışlarının önüne geçen önlenemez bir aşk… Jane Austen’ın ikinci romanı olan bu eser, 18. yüzyıl İngilteresi’nin bir portresini sunarken edebiyat dünyasına da ölmez kadın karakterlerden biri olan Elizabeth Bennet’ı armağan ediyor. Taşrada yetişmesine rağmen kendini geliştirmiş, vaktinin çoğunu kitap okumakla geçiren bu karakter, serbest davranışları ve iğneleyici diliyle bir anlamda Jane Austen’ın da kişisel özelliklerini yansıtmaktadır. Gitgide kendinden iyice utandı. Darcy ve Wickham’ı her düşündüğünde kör, taraflı, ön yargılı ve gülünç davrandığını hissediyordu. “Ne kadar alçakça davrandım!” diye haykırdı, “Ben ki iyiyle kötüyü ayırt edişimle övünürdüm’ Ben ki becerilerim nedeniyle kendime değer verirdim! Sık sık ablamın cömert iyiliğini küçümser, işe yaramaz ve utanç verici bir kuşkuyla gururumu tatmin ederdim. Bu öğrendiklerim ne kadar aşağılayıcı! Öte yandan, ne kadar da hak edilmiş bir aşağılama! Âşık olsam bundan daha acınası bir körlük içinde olmazdım. Ama benim aptallığım kibir oldu, aşk değil. Birinin yakınlığından hoşlanıp diğerinin ihmaline alınarak her ikisine karşı, tanışmamızın daha en başında işin içine ön yargı ve cehaleti sokup mantığı defettim. Bu ana dek ben bile kendimi tanımıyormuşum.”

Jane Austen
Gurur ve Ön Yargı

BİRİNCİ KISIM

1
Tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçek varsa o da servet sahibi bir erkeğin mutlaka evlenmek isteyeceğidir.
Ama böyle bir erkek yeni bir çevreye girdiğinde nasıl hisler içindedir veya ne gibi düşüncelere sahiptir pek bilinmez. Bu gerçek, etraftaki ailelerin aklında öyle iyi yer etmiştir ki bu kişi, onların kızlarından herhangi birinin tapulu malı olarak görülür.
“Sevgili Bay Bennet…” dedi eşi bir gün, “Netherfield Köşkü’nün nihayet kiralandığını duymuş muydunuz?”
Bay Bennet duymadığını söyledi.
“Ama kiralandı.” diye cevap verdi eşi, “Bayan Long az önce buradaydı ve bana ne var ne yok her şeyi anlattı.”
Bay Bennet cevap vermedi.
Eşi, “Kim aldı bilmek istemiyor musunuz?” diye bağırdı sabırsızlanarak.
“Siz bana anlatmak istiyorsanız benim de dinlemeye itirazım yok.”
Bu cümle yeterince teşvik ediciydi.
“Ah canım, dinleyiniz! Bayan Long, Netherfield’ı İngiltere’nin kuzeyinden genç ve varlıklı bir adamın kiraladığını söylüyor; mekânı görmek için pazartesi günü, dört atı bulunan arabasına atlayıp gelmiş ve o kadar beğenmiş ki Bay Morris’le hemen anlaşmaya varmışlar. Satış St. Michael Yortusu’ndan önce gerçekleşecekmiş, hizmetkârlarının bir kısmı da hafta sonuna dek evde olacakmış.”
“İsmi neymiş?”
“Bingley.”
“Evli miymiş, bekâr mı?”
“Ah, bekâr hayatım, bekâr elbette! Servet sahibi bekâr bir adam, geliri senede dört veya beş bin. Kızlarımız için ne büyük bir şans!”
“Nasıl? Onlarla ne ilgisi olabilir ki?”
“Bay Bennet, canım!” dedi eşi, “Nasıl bu kadar can sıkıcı olabiliyorsunuz! Kızlarımızdan biriyle evlenmesini kastettiğimi anlamış olmalısınız.”
“Buraya yerleşmekteki niyeti bu mu?”
“Niyet mi! Saçma, ne diyorsunuz siz! Niyetini bilmiyorum ama kızlarımızdan birine âşık olabilir pek tabii, bu çok muhtemel; bu yüzdendir ki buraya gelir gelmez onu ziyaret etmeniz gerek.”
“Buna gerek görmüyorum. Siz ve kızlar gidebilirsiniz veya onları tek başlarına yollayabilirsiniz ki bu muhtemelen daha iyi olur; zira siz, kızlarınız kadar güzelsiniz; Bay Bingley içinizden sizi seçebilir.”
“İltifat ediyorsunuz hayatım. Elbette ben de güzellikten nasibime düşeni aldım ama benden geçti artık, bunun farkındayım. Bir kadının beş yetişkin kızı varsa o kadın, güzelliğini düşünmeyi bir kenara bırakmalı.”
“Zaten böyle bir durumda, çoğu zaman bir kadının, bir yana bırakılacak güzelliği de pek kalmaz ya…”
“Yalnız hayatım, geldiği zaman gerçekten gidip Bay Bingley’yi görmelisiniz.”
“O kadarına söz veremem, bunu bilin!”
“Ama kızlarınızı düşünün. Onlardan biri için ne büyük bir şans olur düşünsenize! Sör William ve Leydi Lucas gitmeye kararlı, hem de sırf bu amaçla; bilirsiniz genelde yeni gelenleri hiç ziyaret etmezler. Gitmelisiniz gerçekten, çünkü siz ziyaret etmezseniz bizim etmemiz de imkânsız.”
“Boş yere evham yapıyorsunuz. Bay Bingley sizi görmekten memnuniyet duyacaktır, hatta yanınızda götürmeniz için size bir not da yazarım, eğer kızlardan birini seçecek olursa evlenmelerine tüm kalbimle razı geleceğimi söylerim, gerçi küçük Lizzy’m için fazlasıyla iyi şeyler yazmam gerekebilir…”
“Umarım böyle bir şey yapmazsınız. Lizzy diğerlerinden şu kadar olsun güzel değil. Jane’in yarısı kadar bile çekici değil veya Lydia kadar neşeli… Ama sizin gözdeniz nedense hep o oluyor.”
“Hiçbiri ahım şahım değil. Hepsi tıpkı diğer kızlar gibi aptal ve cahil ama Lizzy kardeşlerine göre daha zeki.”
“Bay Bennet, kendi evlatlarınızı nasıl böyle kötüleyebilirsiniz? Beni sinirlendirmekten zevk alıyor olmalısınız. Zavallı sinirlerime hiç acımıyorsunuz!”
“Beni yanlış anladınız hayatım!.. Sinirlerinize büyük saygım var! Onlar benim eski dostlarım olur! En az yirmi sene boyunca özenle onlardan bahsedişinizi dinledim!”
“Ah! Ne çekiyorum siz bilmiyorsunuz!..”
“Ümit ederim ki bunun üstesinden gelir ve senede dört bin sterlin geliri olan pek çok genç erkeğin yakınımıza taşınmasını görecek kadar yaşarsınız.”
“Siz onları ziyaret etmedikçe bunun gibi yirmi tanesi de gelse bize bir yararı olmaz!”
“Emin olun ki hayatım, yirmi tanesi gelecek olursa ben hepsini ziyaret ederim.”
Bay Bennet; hazırcevaplık, alaycılık, umursamazlık ve kapris karışımı öyle tuhaf bir adamdı ki eşinin yirmi üç senelik deneyimi, onun karakterini çözmesine yetmemişti. Bay Bennet’ın aklı daha basit çalışıyordu. Ortalama zekâda, bilgisi az ve değişken ruh hâline sahip bir kadındı. Bir şeyler onu memnun etmediği zaman sinirlerinin bozulduğunu sanırdı. Yaşamdaki tek amacı kızlarını evlendirmekti, avuntusu ise gezmek, dostluk ve dedikodulardı.

2
Bay Bennet, Bay Bingley’yi görmeye gidenler arasında başı çekenlerden biriydi. Son ana dek gitmeyeceğine dair eşini inandırmış olsa da en başından beri bu ziyareti yapmaya niyetliydi ve ziyareti izleyen akşama dek de eşinin bundan haberi olmamıştı. O akşam niyetini; ikinci kızının şapka süslediğini görünce birden ona seslenerek şu sözlerle belli etmişti:
“Umarım Bay Bingley bundan hoşlanır Lizzy.”
“Bay Bingley’nin nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını bilemeyeceğiz.” dedi annesi küskün bir ifadeyle, “Kendisini ziyaret etmeyeceğimiz için…”
“Ama unutuyorsunuz anne…” dedi Elizabeth, “Balolarda onunla karşılaşacağız ve Bayan Long bizi tanıştırmaya söz verdi.”
“Bayan Long’un böyle bir şey yapacağına inanmıyorum. Kendisinin iki yeğeni varken hem de… Bencil, ikiyüzlü kadının tekidir, ondan hiçbir beklentim yok!”
“Benim de sizinkinden fazla beklentim yok.” dedi Bay Bennet, “Ve onun yardımına muhtaç olmamanıza da sevindim.”
Bayan Bennet cevap vermeye tenezzül etmedi ama kendini tutamayıp kızlarından birini fırçalamaya başladı:
“Tanrı aşkına Kitty, öksürüp durma şöyle! Sinirlerime acı biraz. Onları mahvediyorsun!”
“Kitty de öksürmek için müsait bir zamanı kollamaz ki…” dedi babası, “Hep olur olmadık zamanlarda öksürür.”
“Keyfimden öksürmüyorum herhâlde!..” diye cevap verdi Kitty huysuzlanarak.
“Bir dahaki balo ne zaman Lizzy?”
“İki hafta sonra, yarın.”
“Hah, buyur!” diye feryat etti annesi, “Bayan Long da bir gün öncesine dek dönmeyecek, bu yüzden de bizi tanıştırması mümkün olmayacak, daha kendi bile tanışmış olmayacak ki!”
“O zaman hayatım, bu fırsatı değerlendirip sen Bay Bingley’yi onunla tanıştırabilirsin.”
“İmkânsız, Bay Bennet, ben adamı tanımadığım müddetçe imkânsız! Nasıl bu kadar sinir bozucu olabiliyorsunuz?”
“Tedbirli oluşunuzu takdir ediyorum. On beş günlük tanışıklık kuşkusuz yeterli değil. Bir adamın tam olarak nasıl biri olduğu iki haftanın sonunda anlaşılmaz ancak bu tanıştırma işini biz yapmazsak bir başkası yapacak. Hem zaten Bayan Long ile yeğenlerine de şanslarını denemeleri için bir fırsat tanımak gerekiyor. Bayan Long böyle bir tanıştırmayı kibarlık sayacağına göre, siz reddederseniz bu işi ben üzerime alırım.”
Kızlar dönüp babalarına baktı. Bayan Bennet’ın ağzından yalnızca “Saçmalık, saçmalık!..” sözleri döküldü.
“Bu kadar abartmanın ne manası var?” diye bağırdı adam, “Tanıştırma usullerine ve bunlara yüklenen anlamlara saçmalık mı diyorsunuz? Size katıldığımı pek söylememem. Ne dersin Mary? Derin düşünceli, önemli kitaplar okuyan, bunlardan alıntılar yapan genç bir hanımsın sonuçta.”
Mary aklı başında bir cevap vermek isterdi ama bunu nasıl yapacağını bilemedi.
“Hazır Mary düşüncelerini gözden geçirirken…” diye sürdürdü Bay Bennet konuşmasını, “Biz de Bay Bingley’ye dönebiliriz.”
“Bıktım Bay Bingley’den!” diye inledi karısı.
“Bunu duyduğuma üzüldüm. Ama bana neden daha önce söylemediniz? Bunu bu sabah biliyor olsaydım ona hayatta uğramazdım. Şanssızlığa bak! Ama ziyareti gerçekleştirdiğime göre artık tanışmamız imkânsız.”
Hanımların şaşkınlıktan donakalması, tam da onun istediği şey idi, hele de Bayan Bennet’ın şaşkınlığı hepsini geçecek kadardı. Her ne kadar sevinç kargaşasının ilk coşkusu dağılınca başından beri bunu beklediğini söylemeye başladıysa da…
“Ne iyi ettiniz, benim canım Bay Bennet’ım! Ama sizi en sonunda ikna edeceğimi biliyordum. Böyle bir tanışmayı gözardı edemeyecek kadar kızlarınızı sevdiğinizi biliyordum. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam! Ayrıca ne de güzel kandırdınız beni, sabah gitmişsiniz ama bununla ilgili tek bir söz bile etmediniz.”
Bay Bennet, “Şimdi Kitty, istediğin kadar öksürebilirsin.” diyerek odadan çıktı, eşinin büyük sevincinden usanmıştı.
“Ne muhteşem bir babanız var kızlar!..” dedi Bayan Bennet kapı kapanınca, “Onun ve hatta benim bu iyiliğimizin karşılığını nasıl ödersiniz bilmiyorum. Bizim yaşlarımızda artık her gün yeni biri ile tanışmak pek de hoş karşılanmıyor; ama sizin iyiliğiniz için yapmayacağımız şey yok. Lydia, bir tanem, en küçük sensin ama bana kalırsa Bay Bingley önümüzdeki baloda seninle dans edecek.”
“Ah!” dedi Lydia kendine güvenerek, “Ben korkmuyorum, belki en küçük benim ama en uzun boylu olan da benim.”
Gecenin geri kalanı ise Bay Bingley’nin ne zaman iadeiziyarette bulunacağını ve onu ne zaman yemeğe davet etmeleri gerektiğini tartışmakla geçti.

3
Yine de ne Bayan Bennet ne de beş kızı, Bay Bennet’tan Bay Bingley’nin neye benzediğiyle ilgili tatmin edici bir bilgi alamadı. Türlü yollar denediler, apaçık sordular, zekice tahminlerde, alakasız çıkarımlarda bulundular ama o hepsinden sıyrılmayı başardı. Onlara da komşuları Bayan Lucas’tan edindikleri ikinci el bilgiyle yetinmeye mecbur olduklarını kabul etmekten başka çare kalmadı. Duydukları şeyler bir hayli tatminkârdı. Sör William ondan çok hoşlanmıştı. Pek genç, müthiş yakışıklı ve fazlasıyla uyumluydu; en güzeli de bir sonraki baloya geniş bir toplulukla katılmayı düşünüyor olmasıydı. Bundan iyisi olamazdı doğrusu! Dansa düşkün olmak, âşık olmaya giden kesin bir yoldu ve kızların Bay Bingley’nin kalbini kazanma konusunda umutları da bir hayli yeşermişti.
“Kızlarımdan birinin mutlu bir evlilik yapıp Netherfield’a yerleştiğini bir görebilsem…” diyordu Bayan Bennet eşine, “Bir de diğerlerinin de aynı ölçüde iyi bir evlilik yaptığını… Başka ne isterim!..”
Birkaç gün içinde Bay Bingley, Bay Bennet’ın ziyaretine karşılık verdi ve onunla kütüphanesinde yaklaşık on dakika boyunca oturdu. Aslında güzelliklerinin pek methini duyduğu genç hanımların olduğu bir karşılama umut etmişti ama sadece babalarını görebildi. Hanımlar ise daha şanslıydı, yukarıdaki bir pencereden onun mavi bir ceket giydiğini ve siyah bir ata bindiğini görebiliyorlardı.
Ardından akşam yemeği davetinin kendisine iletilmesi uzun sürmedi; öncesinde de Bayan Bennet ev işlerindeki ününü perçinleyecek tüm hünerlerini sergilemeye koyulmuştu ki davete verilen cevap tüm hazırlıkların durdurulmasına yetti. Bay Bingley ertesi gün şehirde olmak zorundaydı ve daveti kabul etme şerefine nail olamayacaktı vs… vs… Bayan Bennet’ın çok canı sıkılmıştı. Hertfordshire’a geleli bu kadar kısa zaman olmuşken Bay Bingley’nin şehirde ne işi olabileceğine aklı ermiyordu ve beklenenin aksine, Netherfield’a yerleşmek yerine oradan oraya gidip durmasından korkmaya başlamıştı. Leydi Lucas, Bingley’nin Londra’ya gidişini, balo için cemiyetten büyük bir topluluk getirmek isteyişine bağlayarak onun bu korkusunu biraz olsun giderdi. Gerçekten de çok geçmeden Bay Bingley’nin yanında on iki hanım ve yedi bey ile geleceği haberi yayıldı. Kızlar, bu kadar çok kızın gelişinden endişe duydularsa da balodan kısa süre önce Londra’dan on iki değil, beşi kız kardeşi ve biri de kuzini olmak üzere yalnızca altı kişinin geldiğini duyunca rahatlamışlardı. Topluca balo salonuna geldikleri zaman da topu topu beş kişiydiler: Bay Bingley, iki kız kardeşi, en büyüğünün eşi ve başka bir genç adam daha.
Bay Bingley hoş ve kibardı, cana yakın bir yüz ifadesi ile rahat, içten tavırları vardı. Kız kardeşleri de belli bir modaya uygun giyinen, hoş kadınlardı. Eniştesi Bay Hurst tam bir centilmendi. Ama odadaki tüm dikkati kısa sürede üzerine çeken kişi; uzun boyu, yakışıklılığı, asil edası ve içeri girdikten beş dakika sonra herkesin diline dolanmış olan senede on bin sterlin geliri olduğu söylentisi ile Bay Darcy idi. Erkekler iyi bir adama benzediğini söylüyor, hanımlar ise Bay Bingley’den çok daha yakışıklı olduğunu düşünüyordu. Gecenin neredeyse yarısını etrafındakilerin hayranlık dolu bakışları altında geçirmişti; ta ki kibirli, kendini çevresindekilerden üstün gören, kendini beğenmiş biri olduğu ortaya çıkıp, Derbyshire’daki büyük arazisinin bile onu en sakıncalı, en çekilmez ve arkadaşıyla karşılaştırılamayacak kadar değersiz olmaktan kurtaramayacağı intibası uyanmaya, tavırları rahatsızlık vermeye başlayıp ününe gölge düşürene dek…
Bay Bingley çok geçmeden odadaki önemli insanların hepsine kendini tanıtmıştı. Canlı ve samimiydi; tüm danslara katılmış, balonun bu kadar çabuk bitmesine itiraz etmiş ve Netherfield’da kendisinin de bir balo vermek istediğinden bahsetmişti. Hoş özellikleriyle kendini belli ediyordu. Arkadaşından ne kadar da farklıydı! Bay Darcy, bir kez Bayan Hurst ile bir kez de Bayan Bingley ile dans etmiş, bir başka hanımla tanışmaktan kaçınmış ve gecenin geri kalanını odada dolanıp arada kendi grubundan birileriyle muhabbet ederek geçirmişti. Nasıl biri olduğu ortaya çıkmıştı. Dünyanın en kibirli, en çekilmez adamıydı ve kimse onu bir daha orada görmek istemiyordu. Ona en çok öfkelenenler arasında Bayan Bennet vardı, davranışlarından duyduğu genel rahatsızlığı kişisel bir meseleye döndürmüştü; çünkü Darcy, kızlarından birini küçümsemişti.
Elizabeth Bennet, ortamdaki beylerin azlığı nedeniyle iki dans boyunca oturmak zorunda kalmıştı. O esnada Bay Darcy ona öyle yakın duruyordu ki arkadaşını dansa katılmaya zorlamak için yanına gelen Bay Bingley ile aralarındaki konuşmaya kulak misafiri olmuştu:
“Gel, Darcy!” dedi Bingley, “Dansa katılmanı istiyorum. Yüzündeki bu şapşal ifadeyle burada böyle dikilmenden hiç hoşlanmıyorum. Dans etmek dururken…”
“Hayatta olmaz! Partnerimle bilhassa tanıştırılmadığım sürece dans etmekten ne kadar nefret ederim bilirsin. Hele böyle bir davette bu iyice çekilmez bir hâl alıyor. Kız kardeşlerini kapmışlar ve odada yan yana durmanın işkence olmayacağı başka tek bir kadın bile yok!”
“Bu kadar da müşkülpesent olunmaz ki canım!” diye bağırdı Bingley, “Ne büyük onurdur ki bu akşam yaşamım boyunca tanışmadığım kadar güzel kızla tanıştım ben ve birkaçı eminim senin de hoşuna gidecektir.”
“Bu odadaki tek güzel kızla sen dans ediyorsun.” dedi Bay Darcy, Bennet kızlarının en büyüğüne bakarak.
“Ah, o benim gördüğüm en güzel şey! Ama tam arkanda da kız kardeşlerinden biri oturuyor, çok güzel ve bence çok da münasip. Dur ablasına söyleyeyim de seni tanıştırsın.”
“Hangisini diyorsun?” diyerek döndü Darcy, bir an Elizabeth’e baktı, göz göze gelince de başını çevirip soğuk bir ifadeyle “Fena değil ama beni baştan çıkaracak kadar güzel de değil, hem şu anda başka erkeklerin ilgilenmediği genç hanımlara ilgi göstermekle uğraşamayacağım. Bence sen partnerine dön ve onun gülümsemesinin keyfini çıkar. Bak, benimle zaman harcıyorsun.” dedi.
Bay Bingley denileni yaptı. Bay Darcy yürüyüp giderken Elizabeth ona karşı pek de hoş duygular hissetmeyerek olduğu yerde kalmayı sürdürüyordu. Ama olanları arkadaşlarına anlatırken hiç de canı sıkkın değildi; canlı, şen bir mizacı vardı, en gülünç durumu bile tatlı hâle sokabiliyordu.
Gece tüm aile için güzel geçmişti. Bayan Bennet en büyük kızının Netherfield’lılar tarafından fazlasıyla beğenildiğini görmüştü. Bay Bingley onunla iki kez dans etmişti ve kız kardeşleri de kendisine ilgili davranmıştı. Bu durum Jane’i, her ne kadar daha serinkanlı olsa bile annesi kadar memnun etmişti. Elizabeth, Jane’in hoşnutluğunu hissetmişti. Mary kendisinden Bayan Bingley’ye, yörenin en becerikli kızı olarak bahsedildiğini duymuştu; Catherine ve Lydia da partnersiz kalmayacak kadar şanslıydılar, balolarda önem vermeleri gereken tek şeyin şimdilik bu olduğunu biliyorlardı. Bu yüzden yaşadıkları ve en önde gelen sakinleri olarak görüldükleri Longbourn köyüne dönerlerken keyifleri yerindeydi. Evde Bay Bennet’ı hâlâ uyanık hâlde buldular. Elinde bir kitap vardı, saatin kaç olduğunu umursamıyordu bile, üstelik herkeste büyük beklentiler uyandıran bu özel gece onu da hayli meraklandırıyordu. Eşinin yabancı adamla ilgili fikirlerinde yanıldığını duymayı umuyordu ama çok daha farklı şeyler duyacağını anlaması uzun sürmedi.
“Ah! Bay Bennet, canım!” dedi eşi içeri girer girmez, “Nefis bir gece geçirdik, muhteşem bir balo! Keşke siz de olsaydınız. Jane’e herkes bayıldı, hem de nasıl! İnsanlar güzelliğini anlata anlata bitiremedi, Bay Bingley de onu çok güzel buldu ve onunla iki kez dans etti. Bir düşünsenize hayatım, onunla iki kez dans etti diyorum ve salonda ikinci kez dansa kaldırdığı tek kişi de o oldu. Önce genç Leydi Lucas’ı kaldırdı, onunla dans etmesine sinir oldum. Ama sonra anladım ki ondan hoşlanmamıştı, kim hoşlanabilir ki zaten, değil mi? Ve Jane dansa kalktığında ona âdeta tutuldu. Hemen etrafındakilere kim olduğunu sordu, kendini tanıştırdı ve sonraki dansa yine onu kaldırdı. Sonra üçüncüyü Bayan King’le, dördüncüyü Maria Lucas’la, sonra beşinciyi yine Jane’le, altıncıyı Lizzy ve Boulanger…”
“Bana biraz olsun acısaydı…” diye sözünü kesti eşi sabırsızlıkla, “Bütün bu anlattıklarınızın yarısıyla bile dans etmezdi! Tanrı aşkına, bana partnerlerini anlatmayı keser misiniz? Ah, ilk dansta bileğini burksaydı ya!..”
“Ah! Canım…” diye sürdürdü Bayan Bennet konuşmasını, “Ben onu pek sevdim. Öyle yakışıklı ki! Kız kardeşleri de pek hoş kadınlar. O giysiler… Ben hayatımda bunlardan daha şık bir şey görmedim. Hele ki Bayan Hurst’ün kıyafetinin danteli…”
Eşi sözünü yine kesti. Kim ne takmış takıştırmış dinlemeye hiç de niyeti yoktu. Bayan Bennet da konuyu değiştirip Bay Darcy’nin beklenmedik kabalığını, acı içinde, biraz da abartarak anlatma gereği hissetti.
“Ama sizi temin ederim ki…” diye ekledi, “Lizzy kendini ona beğendiremedi diye pek de bir şey kaybetmiyor hani, çünkü o hoş olmayı geçtim, olabilecek en çekilmez, en rezil adam. Öyle burnu büyük ve havalı ki kimse ona tahammül edemez! Bir oraya yürüdü, bir buraya, caka sata sata! Kızlardan hiçbiri dans edilecek kadar güzel değilmiş! Keşke orada olsaydınız da ona haddini bildirseydiniz. İyice tiksindim bu adamdan, ne yalan söyleyeyim!”

4
Jane ve Elizabeth baş başa kaldıklarında, önce Bay Bingley’yi övmekte ölçülü davranan Jane, bu kez kız kardeşine, ona nasıl hayran olduğunu anlatıyordu.
“Tam da genç bir adamın olması gerektiği gibi…” diyordu, “Aklı başında, esprili, canlı; ben ilk kez bu kadar kibar bir adam görüyorum! O samimiyet, o iyi yetişmişlik!”
“Yakışıklı da…” diye karşılık verdi Elizabeth, “Genç bir adamın olması gerektiği gibi; demek ki kusursuz bir adam.”
“Beni ikinci kez dansa kaldırınca öyle gururum okşandı ki! Böyle bir iltifatı beklemiyordum doğrusu.”
“Öyle mi? Ben senin adına bekliyordum. İşte aramızdaki büyük fark bu. İltifatlar seni gafil avlarken beni hiç bulmuyor. Seni bir daha dansa kaldırmasından daha doğal ne olabilir? Odadaki her kadından beş kat daha güzeldin ve bunu görmemesi imkânsızdı. Kısacası, bundan onun kibarlığına pay çıkarmaya gerek yok. Evet, şüphesiz çok hoş bir adam ve onu beğenmene izin veriyorum. Ondan daha aptallarını da beğendiğin olmuştur.”
“Lizzy’ciğim!”
“Ah! Biliyorsun ki sende herkesi sevme eğilimi var. Kimsenin kusurlarını görmüyorsun. Sana göre tüm dünya iyi ve hoş. Hayatım boyunca senin bir insan hakkında kötü bir laf ettiğini duymadım.”
“İnsanlara kusur bulmakta aceleci davranmamak gerek; ama yine de ne düşünüyorsam onu söylerim.”
“Bunu biliyorum, benim endişelendiğim de bu zaten. İyi niyetinle öyle körlemesine bir dürüstlükle yaklaşıyorsun ki insanların ahmaklıklarını ve saçmalıklarını görmüyorsun bile. İçten görünmek kolay, bunu herkes yapıyor ama gösterişsiz, planlanmamış bir saflık, herkesin karakterinden iyiyi alıp daha da iyi hâle sokmak ve kötü taraflarından hiç bahsetmemek yalnız sana özgü. Ve şimdi sen, adamın kız kardeşlerini de sevdin, değil mi? Oysa tavırları hiç de Bingley’ninkiler gibi değil.”
“İlk bakışta kesinlikle öyle görünüyor ama oturup konuştuğun zaman çok iyi kadınlar olduklarını anlıyorsun. Bekâr olanı kardeşiyle yaşamak, evi çekip çevirmek için gelmiş ve çok tatlı bir komşu çıkmazsa ben oldukça yanılmışım demektir.”
Elizabeth sessizlik içinde ablasını dinledi ama ikna olmamıştı, kardeşlerin balodaki hâli tavrı pek sevimli değildi ve ablasından daha güçlü bir gözlem yeteneği ile daha dar bir tahammül aralığı olduğu ve bir yargıya vardı mı kendisine gösterilecek hiçbir ilgi bunu değiştiremeyeceği için onları tasvip etmeye pek de niyeti yoktu. Aslında çok hoş hanımlardı, hoşlarına giden bir şey olduğu zaman gülmekten çekinmedikleri gibi istediler mi gayet uyumlu olabiliyorlardı; ama mağrur ve kurumluydular da. Çok alımlıydılar, şehrin ilk özel papaz okulunda eğitim görmüşlerdi, yirmi bin sterlinlik bir drahomaları vardı, gereğinden fazla para harcıyorlardı ve elit tabaka ile haşır neşirdiler; bu yüzden de kendilerini her konuda üstün, başkalarını da aşağı görüyorlardı. İngiltere’nin kuzeyinden, saygıdeğer bir aileden geliyorlardı, bu durum da kendi zihinlerinde, erkek kardeşlerinin servetinin de kendi servetlerinin de ticaretten geldiği gerçeğinden daha derin bir yer kaplıyordu.
Bay Bingley’ye babasından yaklaşık yüz bin sterlinlik bir miras kalmıştı. Babası bu parayla bir konak almak istemiş ancak buna ömrü yetmemişti. Bay Bingley’nin de zaten böyle bir niyeti vardı ve bazen hangi bölgeye yerleşeceğini bile seçtiği olurdu. Ama onun ne kadar avare olduğunu, şu sırada geniş, güzel bir eve yerleştiğini bilenler artık ömrünü Netherfield’da geçirip mülk edinme işini kendinden sonrakilere bırakmasını daha akla yakın buluyorlardı.
Kız kardeşleri, onun kendi konağına sahip olmasını çok istiyordu ve her ne kadar şimdilik yalnızca kiracı olsa da bekâr olan ablası onun evini idare etmeye hiç de isteksiz değildi. Bayan Hurst ise zenginliğinden çok, yüksek tabakadan olmasıyla dikkat çeken bir adamla evliydi ve kardeşinin evini kendi evi olarak görmekten hoşlanmıyor da değildi. Bay Bingley, kendisine rastlantı eseri tavsiye edilen Netherfield Köşkü’ne bir göz atma önerisini kabul ettiğinde reşit olalı iki sene olmuştu. Hem içine hem dışına yarım saatte baktığı evi ve büyük odalarını beğenmiş, ev sahibinin övgüsünü yeterli bulmuş ve köşkü hemen kiralamıştı.
Darcy ile aralarında, çok farklı karakterlerde olmalarına karşın çok sağlam bir arkadaşlık vardı. Kendi huyundan hiç şikâyetçi olmadığı ve kendisiyle taban tabana zıt olduğu hâlde Darcy, Bingley’yi; doğallığı, içtenliği ve uysallığı yüzünden seviyordu. Bingley’nin, Darcy’nin görüşlerinin sağlamlığına güveni tamdı ve yargılarına saygısı büyüktü. Anlayış gücü bakımından Darcy daha üstündü. Bingley de bu konuda eksikleri olan bir insan değildi ama Darcy daha zekiydi. Aynı zamanda kibirli, mesafeli, müşkülpesentti ve iyi yetişmiş biri olmasına karşın davranışları pek de cazip sayılmazdı. Bu bakımdan arkadaşı daha özeldi. Bingley gittiği her yerde kendini sevdirirken Darcy sürekli birilerinin canını sıkıyordu.
Meryton balosu hakkındaki konuşma tarzları fazlasıyla kişiliklerini yansıtıyordu. Bingley yaşamı boyunca bundan daha iyi insanlarla ya da daha güzel kızlarla tanışmamıştı, herkes ona son derece iyi ve ilgili davranmıştı, resmiyet olmamıştı, tatsızlık çıkmamıştı, kısa süre içinde odadaki herkesle tanışmıştı. Genç Bayan Bennet’a gelince, bir meleğin bile ondan daha güzel olamayacağına inanıyordu. Darcy ise arkadaşının aksine, güzellikten, kibarlıktan uzak bir insan kalabalığı görmüş, hiçbirine karşı en ufak bir ilgi duymamış, hiçbirinden de en ufak bir yakınlık görmemişti. Genç Bayan Bennet’a güzel denebilirdi ama o da fazla sırıtıyordu.
Bayan Hurst ve kız kardeşi de böyle düşünüyordu ama yine de kızı sevmişlerdi ve ondan tatlı bir kız diye bahsetmiş, hakkında daha fazla şey öğrenmekten memnuniyet duyacaklarını belirtmişlerdi. Genç Bayan Bennet’ın tatlı bir kız olduğu kabul edildi ve Bay Bingley de bunca övgüden sonra seçtiği kızın o olup olmayacağını düşünme cesareti buldu kendinde.

5
Longbourn’a yakın bir mesafede Bennet’ların özellikle samimi olduğu bir aile yaşıyordu. Sör William Lucas, önceleri Meryton’da ticaret yapıyordu, orada hatırı sayılır bir servet edinmiş ve belediye başkanlığı sırasında krala yaptığı konuşma sayesinde şövalyelikle onurlandırılmıştı. Galiba bu durumu biraz fazla ciddiye almıştı. İşinden ve küçük bir ticaret kentindeki evinden nefret etmiş ve her ikisini de terk ederek ailesini Meryton’dan yaklaşık bir mil uzaklıkta, Lucas Köşkü adını verdiği bir eve taşımıştı. Zamanını ne kadar önemli biri olduğunu düşünüp işinden kurtulmanın verdiği rahatlıkla herkese karşı kibar davranmayı iş edindiği evinde geçirebilecekti. Rütbesi her ne kadar göğsünü kabartsa da onu, başkalarına tepeden bakan biri hâline dönüştürmemişti, aksine herkesin ilgi odağıydı. Doğuştan uysal, dost canlısı ve kibar bir insan olan Sör Lucas, St. James’te kralın huzuruna kabul edildikten sonra tam anlamıyla “soylu” olup çıkmıştı.
Leydi Lucas çok iyi bir kadındı ancak Bayan Bennet’ın gözünde değerli bir komşu olmak için fazla akıllı değildi. Birkaç çocuğu vardı. En büyüğü, yirmi yedi yaşındaki Charlotte duyarlı, zeki, Elizabeth’in yakın arkadaşı olan genç bir kadındı.
Lucas’lar ile Bennet’ların genç bayanlarının buluşup her balo hakkında konuşmaları kaçınılmaz bir şeydi. Nitekim balonun ertesi sabahı Lucas’lar haber alıp vermek amacıyla Longbourn’a geldiler.
Kibar bir ifadeyle genç Bayan Lucas’a, “Geceye iyi başladınız Charlotte.” dedi Bayan Bennet, “Bay Bingley ilk sizi seçmişti.”
“Evet ama ikinciyi daha çok sevmiş gibiydi.”
“Ah! Sanırım Jane’den bahsediyorsunuz, onunla iki kez dans etti diye. Tabii, ondan çok hoşlanmış gibiydi, aslını isterseniz buna inanmayı yeğlerim, ne olduğunu tam hatırlamasam da kulağıma Bay Robinson ile ilgili bir şeyler geldi.”
“Herhâlde Bay Bingley ile Bay Robinson arasında benim kulağıma çalınan konuşmadan bahsediyorsunuz. Size bundan söz etmedim mi? Bay Robinson, Bay Bingley’ye Meryton balolarını nasıl bulduğunu, salondaki kızları beğenip beğenmediğini, en çok kimden hoşlandığını sordu. Bay Bingley bu son soruya hemen, ‘Kuşkusuz, Bennet’ların en büyük kızı. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz.’ diye cevap verdi.” dedi Elizabeth.
“Aman Tanrı’m! Gerçekten de kesin konuşmuş, sanki… Ama belli olmaz, belki de sonunda hiçbir şey çıkmaz.”
“Benim kulak misafiri olduğum konuşma sizinkinden çok daha farklıydı Eliza.” dedi Charlotte, “Bay Darcy, arkadaşına nazaran pek de dinlemeye değer biri sayılmaz, öyle değil mi?”
“Zavallı Eliza! Fena değil, ha?”
“Yalvarırım Lizzy’nin aklına o kötü muameleyi getirip kızın canını sıkmayın; aksi adamın teki o, beğenisini kazanmak büyük şanssızlık olur. Bayan Long dün gece bana anlattı; bir saat dibinde oturmuş, ağzını bir kere açıp tek laf etmemiş.”
“Emin misiniz anne? Sakın bir yanlışlık olmasın?” diye sordu Jane, “Ben Bay Darcy’nin onunla konuştuğunu gözlerimle gördüm.”
“Evet, çünkü sonunda Bayan Long dayanamayıp ona Netherfield’ı nasıl bulduğunu sordu, o da cevap vermek zorunda kaldı. Ama dediğine göre kendisiyle konuşuldu diye çok sinirlenmiş.”
“Bayan Bingley’nin bana söylediğine göre…” dedi Jane, “Bay Darcy çok yakınlarının arasında olmadığı sürece doğru dürüst konuşmazmış. Onların arasındayken gayet cana yakın ve hoşsohbet oluyormuş.”
“Bunun tek bir kelimesine bile inanmam canım! O kadar hoşsohbet biri olsaydı Bayan Long’la konuşurdu. Ama ne olduğunu tahmin edebiliyorum, herkes onun kibirle dolup taştığını söylüyor. Bayan Long’un arabasının olmadığını, baloya kiralık arabayla geldiğini öğrenmiş olsa gerek.”
“Bayan Long’la konuşmaması umurumda değil.” dedi Charlotte, “Ama keşke Eliza’yla dans etseydi.”
“Senin yerinde olsam…” dedi Bayan Bennet, “Bir dahaki sefere onunla dans etmezdim Lizzy.”
“Onunla asla dans etmeyeceğime dair size söz verebilirim anne.”
“Onun gururu beni çoğu kimselerin gururunun rahatsız ettiği kadar etmiyor çünkü bir özrü var: Bu kadar yakışıklı, asil, zengin ve her bakımdan eksiksiz bir gencin kendini yüksek görmesine insan şaşmamalı. Bana kalırsa gururlanmaya hakkı var bile diyebilirim.” dedi Charlotte.
“Çok doğru.” diye cevapladı Elizabeth, “Onun gururunu hoş görebilirdim, eğer o benimkini yerle bir etmeseydi.”
“Gurur…” dedi derin düşüncelere dalmış olan Mary, “Bence çok sık rastlanan bir zayıflıktır. Tüm okuduklarıma dayanarak söyleyebilirim ki hakikaten yaygın, insan doğasının ona özel bir eğilimi var ve içimizde çok az kişi vardır ki kendinden hoşnut olmanın tadını çıkarmasın; haklı ya da haksız, nedeni ne olursa olsun… Gurur ve kibir farklı şeyler, her ne kadar sık sık aynı anlamda kullanılsalar da… Bir insan kibirli olmadan da gururlu olabilir. Gurur daha çok kendimize karşı duyduğumuz saygıyla ilgilidir, kibirse başkalarının bize duymasını istediğimiz saygıyla.”
“Bay Darcy kadar zengin olsaydım…” dedi kız kardeşleriyle gelmiş olan genç Lucas’lardan biri, “Ne kadar gururlu olduğumla ilgilenmezdim. Bir sürü tazı besler, her gün bir şişe şarap içerdim.”
“İçmeniz gerekenden bayağı fazlasını içerdiniz o zaman.” dedi Bayan Bennet, “Ben de bunu görünce o şişeyi derhâl elinizden alırdım.”
Çocuk itiraz edip bunu yapamayacağını söyledi, kadın ise yapacağını söyleyip durdu ve bu atışma ziyaretin sonuna dek sürdü.

6
Ziyaretten kısa süre sonra Netherfield’lı hanımlar Longbourn’lu hanımları ağırladı. Ziyaretin karşılığı aynı biçimde olmuştu. Jane’in hoş tavırları, Bayan Hurst ve genç Bayan Bingley’nin büyük beğenisini kazanıyordu ve anneleri; çekilmez, küçük kız kardeşlerle de -konuşmaya değmeyecek insanlar olarak lanse edilseler bile- tanışmalarını istediklerini en büyük iki kardeşe doğrudan söylemişlerdi. Jane bu ilgiyi büyük bir zevkle karşılamıştı ancak Elizabeth bu kadınların insanlara davranışlarını -ablasını bile zar zor kabul etmişlerdi-ve kendini beğenmişliklerini bir kez daha görmüş, onlara bir türlü ısınamamıştı; gerçi erkek kardeşlerinin ona hayranlığının da etkisiyle Jane’e gösterdikleri gitgide artan inceliğin bir değeri vardı. Bu, genellikle her karşılaşmalarında belli oluyordu, adam kıza hayrandı ve Elizabeth’e göre aynı oranda belli olan bir şey daha vardı: Jane daha ilk dakikadan Bay Bingley için verdiği karara boyun eğiyordu ve ona ileri derecede âşık olmak üzereydi. Ama ablası bu gerçeği herkesin fark etmeyeceği kanaatindeydi ve bu onu mutlu ediyordu. Çünkü Jane güçlü duygularının etkisinde kalan, iyi huylu, her davranışından neşe fışkıran bir yapıya sahipti ve bütün bunlar da küstah insanların kuşku duymasına engel olacaktı. Elizabeth bu düşüncelerinden arkadaşı Charlotte’a bahsetmişti.
“Böyle durumlarda herkesi aldatabilmek hoş bir şey olabilir.” dedi Charlotte, “Ama duygularını bu kadar saklamak bazen insanın zararınadır. Bir kadın duygularını hoşlandığı adamdan da aynı beceriyle gizlerse onu kendine bağlama fırsatını kaçırabilir, o zaman hiç kimsenin bir şey sezmediğini düşünmek pek acıklı bir avuntu olur. Her sevgide minnetin veya kibrin o kadar büyük rolü vardır ki yeni doğmuş bir sevgiyi başıboş bırakmaya gelmez. Başta hepimiz özgürüzdür. Ufak bir gönül kayması kadar doğal ne olabilir ki? Ancak karşısındakinden cesaret almadan gerçekten âşık olabilecek kadar pişkinlik gösterebilen azdır. Bingley, kardeşinden kuşkusuz hoşlanıyor ama Jane ona cesaret vermezse duyguları hoşlanmadan ileri gidemez.”
“Ama doğasının izin verdiği kadar cesaret veriyor ona. Ben bile ona bambaşka baktığını görebiliyorsam, adamın görememesi için ahmak olması gerek.”
“Unutma Eliza, o Jane’in huyunu senin kadar iyi bilmiyor.”
“Ama bir kadın, bir erkekten hoşlanıyorsa ve bunu saklamak için çaba sarf etmiyorsa erkek bunu fark eder.”
“Kadını yeterince görüyorsa evet, ama Jane ve Bingley yeterince sık görüşüyor olsalar da asla birlikte uzun saatler geçirmiyorlar ve birbirlerini hep büyük, karmaşık topluluklar içinde gördükleri için birlikte oldukları her zamanı iyice tanışıp anlaştıklarına yormak yanlış olur. Jane bu yüzden onun dikkatini çekebileceği en ufak zaman dilimini bile en iyi biçimde değerlendirmeli. Onu avcuna aldığı zaman âşık olmak için istediği kadar zamanı olacak.”
“Planın güzel…” diye karşılık verdi Elizabeth, “İyi bir evlilik yapma arzusu dışında bir şey söz konusu değilse tabii… Benim zengin koca veya herhangi bir koca bulma niyetim olsaydı kesinlikle bunu uygulardım. Ama Jane’in hissettikleri böyle şeyler değil, plana göre davranmıyor ki! Olayın mantığını geçtim, o şimdi kendi duygularından bile emin olamaz. Adamı yalnızca iki haftadır tanıyor. Meryton’da dört kez dans ettiler, onu bir sabah kendi evinde gördü, o zamandan bu yana da dört kez yanlarında birileri varken yemek yediler. Karakterini anlamak için hiç de yeterli değil.”
“Öyle değil. Yalnızca yemek yemiş olsalardı, iyi bir damak zevki var mı yok mu ancak bunu anlardı. Ama unutma ki birlikte geçirilmiş bir dört akşam var ortada ve dört akşam da çok şey demek olabilir.”
“Evet, bu dört akşam, ikisinin de yirmibir oyununu, commerce oyununa yeğlediğini ortaya çıkardı ama diğer önemli konularda çok şeyin ortaya çıktığını sanmıyorum.”
“Eh…” dedi Charlotte, “Her neyse, Jane’e bütün kalbimle başarılar dilerim. Bence ha yarın, ha Jane adamın karakterini bir yıl incelemiş de ondan sonra evlenmişler, hepsi bir. Mutlu olma şansı her iki durumda da yüksek. Evlilikte mutluluk tamamıyla şans işidir. Taraflar birbirlerinin huyunu suyunu ne kadar iyi bilirlerse bilsinler veya birbirlerine ne kadar benzerlerse benzesinler, bunun mutluluklarına zerre kadar katkısı yoktur. Sonraları huyları birbirinden nasıl olsa ayrılır ve birbirlerinin sinirine dokunurlar, o yüzden yaşamını birleştireceğin insanın kusurlarını ne kadar az bilirsen o kadar iyi.”
“Beni güldürüyorsun Charlotte, mantıklı konuşmuyorsun. Bunun doğru olmadığını biliyorsun ve sen olsan asla böyle bir yol izlemezdin.”
Bay Bingley’nin, ablasına olan ilgisine kafa yormakla fazlasıyla meşgul olan Elizabeth; kendisinin, Bingley’nin arkadaşının ilgi odağı hâline geldiğinin zerre kadar farkında değildi. İlk başta Bay Darcy onu hiç güzel bulmamış, baloda hiç beğenmemiş ve bir daha karşılaştıklarında ona yalnızca eleştiren gözlerle bakmıştı. Ancak kendisini ve arkadaşlarını kızın yüzünde neredeyse tek bir güzel noktanın bulunmadığına ikna edişinin üzerinden çok geçmemişti ki o koyu renk gözlerdeki güzel ifadeyi olağanüstü zeki bulmaya başladı. Bu keşfi de en az onun kadar sarsıcı olan diğerleri izledi. Eleştirel yanı, kızda kusursuz simetriyi bozan birden çok ayrıntı bulmuş olsa da endamının ince ve hoş olduğunu kabul etmek zorunda kalmış ve her ne kadar hâli tavrı pek yüksek tabakaya uymuyor olsa da rahatlığı ve neşesine tutulmuştu. Ancak Elizabeth bunların hiç farkında değildi, ona göre adam hiçbir yere ayak uyduramayacak ve kendisini de dans edecek kadar çekici bulmamış birinden ibaretti.
Darcy onu daha yakından tanımak istiyordu. Onunla sohbet etmenin ilk adımı, kızın diğer insanlarla olan konuşmalarına katılmak oldu. Böylelikle ilgisini çekmeyi başardı. Büyük bir topluluğun bir araya geldiği Sör William Lucas’ın evindeydiler.
Elizabeth, Charlotte’a, “Bay Darcy, Albay Forster’la konuşmamı dinleyerek ne yapmaya çalışıyor?” diye sordu.
“Bu, yalnızca Bay Darcy’nin cevaplayabileceği bir soru.”
“Yalnız bunu biraz daha sürdürürse gidip ona niyetinin ne olduğunu anladığımı söyleyeceğim. Çok alaycı bir bakışı var ve küstahlaşmazsam çok yakında ondan korkmaya başlayacağım.”
Çok geçmeden Darcy’nin yanlarına yaklaştığını görmeleri üzerine Charlotte -Darcy konuşmaya neredeyse hiç niyetli görünmüyor olsa da- arkadaşına böyle bir konu açamayacağını söyleyince Elizabeth derhâl galeyana gelip döndü ve dedi ki:
“Bay Darcy, sizce de az önce Albay Forster’ın Meryton’da balo vermesi için başının etini yerken kendimi olağanüstü iyi ifade etmedim mi?”
“Hem de ne enerjiyle… Ama bu konu hanımları her zaman coşturur zaten.”
“Bizlere karşı çok acımasızsınız.”
“Başının eti yenme sırası şimdi bizim kıza gelecek.” dedi Charlotte, “Ben piyanoyu açıyorum, sen gerisini biliyorsun.”
“Ne tuhaf bir arkadaşsın! Herkesten önce benim çalıp söylememi istersin! Müzik yeteneğimle övünecek biri olsam, benim için senden değerlisi olmazdı. Ama şu durumda, en iyi sanatçıları duymaya alışık insanların önünde oturmamayı kesinlikle yeğlerim.”
Charlotte’ın ısrar etmesi üzerine, “Peki, olacaksa olsun madem.” diye ekledi ve Bay Darcy’ye ölümcül bir bakış atarak, “Buradaki herkesin bildiği, eski, güzel bir söz vardır: ‘Nefesini yemeğini soğutmaya sakla.’ Ben de şarkımın görkemine saklayacağım.”
Performansı iyiydi ama mükemmel değildi. Bir veya iki şarkı sonra, bir daha söylemesi için gelen yoğun talebe karşılık vermeden önce, ailenin tek gösterişsiz üyesi olduğundan başarı için çok çalışan ve kendini göstermek için her zaman sabırsızlanan hevesli kız kardeşi Mary’nin performansı onunkinin yerini almıştı.
Mary’nin müzik alanında ne büyük bir yeteneği ne de zevki vardı. Gösteriş kaygısı kendisinde sadece gayret değil, aynı zamanda ukalalık ve kibirli bir hava da yarattığından bu kibri, daha üstün olabilecek herhangi bir yeteneğe hep zarar verirdi.
İçten ve rahat tavırlarıyla Elizabeth, onun yarısı kadar iyi çalmıyor olmasına karşın çok daha büyük bir zevkle dinlenmişti. Mary ise uzun bir konçertonun sonunda, Lucas’ların bir kısmı ve iki veya üç subay ile neşe içinde odanın bir ucundaki dansa katılmış olan küçük kız kardeşlerinin ricası üzerine çaldığı İskoç ve İrlanda havalarıyla alkış ve övgü toplamış olmaktan memnundu.
Bay Darcy akşamın böyle geçiyor olmasına sessizce içerleyerek yanlarında duruyordu, tüm konuşmaların dışındaydı ve Sör William Lucas’ı fark edemeyecek kadar kendi düşüncelerine dalıp gitmişti, nitekim Sör William da yanına gelip konuşmaya başladı:
“Gençler için ne zevkli bir eğlence bu böyle, Bay Darcy! Ne de olsa dans hiçbir şeye benzemez. Ben dansı parlak toplumların ilk gelişimlerinden biri olarak görüyorum.”
“Kesinlikle, bayım. Aynı zamanda dünyanın daha az parlak toplumları arasında moda olma gibi bir ayrıcalığı da var. Tüm yabaniler dans edebilir.”
Sör William yalnızca gülümsedi. Kısa bir sessizlikten sonra, “Arkadaşlarınız enfes dans ediyor.” diye devam etti, Bingley’nin de gruba katıldığını görünce. “Sizin de usta bir dansçı olduğunuzdan kuşkum yok, Bay Darcy.”
“Sanırım beni Meryton’da dans ederken gördünüz bayım.”
“Evet, doğru. Ve gördüklerimden fevkalade hoşnut kaldım. St. James’te sık sık dans eder misiniz?”
“Asla efendim! Ben zorda kalmadıkça dans etmem.”
“Sizce de orayı şereflendirmiş olmaz mısınız?”
“Eğer uzak durabilirsem hiçbir mekânı şereflendirmem.”
“Şehirde bir eviniz olduğu sonucunu çıkarıyorum?”
Bay Darcy başıyla onayladı.
“Bir zamanlar benim de şehre yerleşme düşüncelerim vardı. Yüksek sosyeteye bayılırım ama Bayan Lucas’a Londra havası iyi gelir mi pek emin olamadım.”
Cevap alma umuduyla durakladı ancak muhatabının hiç de öyle bir niyeti yoktu. Elizabeth de tam o anda onlara doğru yaklaşmaktaydı, Lucas oldukça centilmen bir harekette bulunma düşüncesine kapılarak ona seslendi:
“Sayın Bayan Eliza, niçin dans etmiyorsunuz? Bay Darcy, bu genç hanımı size çok hoş bir partner olarak takdim etmeme izin verin. Eminim ki önünüzde böyle bir güzellik dururken dansa hayır diyemeyeceksiniz.”
Ve Elizabeth’in elini tutarak şaşkınlıktan donakalmış ama pek de isteksiz görünmeyen Bay Darcy’ye uzatacaktı ki Elizabeth elini hemen geri çekti ve Sör William’a huzursuz bir biçimde bakarak:
“Bayım, gerçekten dans etmek için en ufak bir arzum bile yok! Çok rica ederim, buraya gelişimi eş aramaya yormayınız.”
Bay Darcy son derece ince bir tavırla ondan, kendisi ile dans etme şerefini bahşetmesini istese de boşunaydı.
Elizabeth kararlıydı, ne kadar ısrar etse de Sör William dahi onu kararından döndüremedi.
“O kadar olağanüstü dans ediyorsunuz ki Bayan Eliza, sizi seyretme zevkini bana çok görmeniz bir zulümdür. Bu bay da genelde dans etmekten hoşlanmazmış ama eminim, yarım saatini bize harcamakta bir sakınca görmez.”
“Bay Darcy pek kibardır.” dedi Elizabeth gülümseyerek.
“Gerçekten öyle, ama nedenini düşünürsek sevgili Bayan Eliza, nezaketi bizi şaşırtmamalı, sizin gibi bir eşe kim hayır diyebilir ki?”
Elizabeth cilveli bir bakış attı ve arkasını dönüp gitti. Dans etmeyişi onu, Darcy’nin gözünde küçük düşürmemişti. Aksine Darcy keyifle onu düşünmeyi sürdürüyordu ki Bay Bingley’nin kız kardeşi yanına gelerek: “Bu dalgınlığınızın kiminle ilgili olduğunu tahmin edebiliyorum.” dedi.
“Hiç sanmıyorum.”
“Her geceyi böyle bir topluluk içinde ve bu şekilde geçiriyor olmanın ne kadar katlanılmaz olduğunu düşünüyorsunuz ve sizinle kesinlikle aynı fikirdeyim. Bundan daha sinir bozucu bir şey hatırlamıyorum! Yavanlık ama bir yandan da gürültü… Hiçbir şey olduğu yok, öte yandan insanlar küçük dağları kendileri yaratmış gibi! Onlar hakkındaki eleştirilerinizi duymak için neler vermezdim!”
“Tamamen yanlış düşünüyorsunuz, sizi temin ederim ki aklım daha güzel şeylerle meşguldü. Güzel bir kadının yüzündeki bir çift güzel gözün bahşedebileceği keyifle düşüncelere dalmıştım.”
Bay Bingley’nin kız kardeşi hemen bakışlarını Bay Darcy’nin yüzüne çevirdi ve hangi hanımın böyle düşünceler uyandıracak özelliğe sahip olduğunu kendisine söylemesini istedi. Bay Darcy mertliğini bozmadan: “Bayan Elizabeth Bennet.” diye cevap verdi.
“Bayan Elizabeth Bennet mı?” diye yineledi Bayan Bingley, “Âdeta afalladım. Ne zamandır böyle bir hayranlık besliyorsunuz ona karşı? Ve kısmetse ne zaman iyi dileklerimiz sizinle olacak?”
“Ben de tam bu soruyu sormanızı bekliyordum. Bir hanımın hayal gücü ne de hızlı işliyor, bir anda hayranlıktan aşka, aşktan izdivaca geçiveriyor. İyi dileklerinizin benimle olacağını biliyordum.”
“Yok, eğer bu konuda bu kadar ciddiyseniz, bu işe kesin oldu gözüyle bakarım. Gerçekten harika bir kayınvalideniz olacak ve onun iki günde bir Pemberley’ye, yanınıza geleceğinden hiç kuşkum yok.”
Bayan Bingley kendini bu konuda eğleyedursun, Darcy onu, istifini hiç bozmadan dinledi. Dinginliği, Bay Bingley’nin kız kardeşine düşüncelerinde tamamen haklı olduğu izlenimini veriyordu, esprileri de ardı ardına sıraladı durdu.

7
Bay Bennet’ın servetinin neredeyse tamamı, senede iki bin sterlin kâr getiren bir araziden oluşuyordu, kızların şanssızlığına bakın ki bu mülk, erkek vâris olmaması nedeniyle uzak bir akrabaya kalacaktı. Annelerinin serveti ise hayattaki konumları için yeterli olsa da babalarının mülkünden yoksun kalmanın eksikliğini kapatmaya yetmezdi. Bayan Bennet’ın babası Meryton’da bir avukattı ve ona dört bin sterlin bırakmıştı.
Bayan Bennet’ın, babalarının yanında çalışan bir memurken, sonradan onun işinin başına geçmiş olan Bay Philips ile evli bir de kız kardeşi vardı. Ayrıca Londra’da saygıdeğer ticari işler yapan bir erkek kardeşi bulunuyordu.
Longbourn köyü, Meryton’ın yalnızca bir mil ötesindeydi; bu mesafe, genç hanımlar için olabilecek en uygun uzaklıktı çünkü haftada üç dört kez teyzelerine ve yol üzerindeki bir şapkacıya karşı görevlerini yerine getirmekten kendilerini alamıyorlardı. Özellikle ailenin en küçük iki üyesi, Catherine ve Lydia bu ziyaretlerde bulunuyorlardı, zihinleri ablalarına oranla daha az şeyle meşguldü ve yapacak daha iyi bir işleri olmadığı zaman Meryton’a doğru yürüyüşe çıkıyorlardı. Sabahlarını boş geçirmemek ve akşamleyin konuşulacak konuları belirlemek için gerekli oluyordu bu. Yöre genelinde sözünü etmeye değer pek bir şey olmasa da onlar bir yolunu bulup, illa ki teyzelerinden bir şeyler öğreniyorlardı. O ara bölgeye yeni varmış olan milis alayının haberlerini almanın mutluluğuyla gerçekten dolup taşıyorlardı; alay tüm kış boyunca orada kalacaktı; karargâhları Meryton olacaktı.
Bayan Philips’i ziyaretleri bu kez son derece ilginç bir istihbarata gebeydi. Her geçen gün subayların isimleri ve bağlantıları hakkındaki bilgileri artıyordu. Konaklayacakları han artık sır değildi ve subayları enine boyuna tanıma fırsatı edinmişlerdi. Bay Philips hepsini ziyaret etmişti, bu da yeğenleri için daha önce hissetmedikleri bir mutluluk kaynağı yaratıyordu. Onlardan başka şey konuşmuyorlardı. Bay Bingley’nin, annelerinin yüzüne canlılık getirmeye yeten servetinin bahsi bile üniformayla karşılaştırıldığında onların gözünde değersizdi.
Bir sabah kızların bu konudaki coşkulu sohbetlerini dinledikten sonra Bay Bennet soğuk bir ifadeyle, “Şu konuşmanızdan çıkardığım tek sonuç, ülkedeki en aptal iki kız olduğunuz! Bir ara kuşkuluydum ama şimdi ikna oldum.” dedi.
Catherine bozulmuştu ve cevap vermedi ama Lydia hiç umursamadan Yüzbaşı Carter’a olan hayranlığını ve adam ertesi gün Londra’ya gideceği için, gün içinde onu görme umudunu ifade etmeyi sürdürdü.
“Şaşkınlık içindeyim hayatım…” dedi Bayan Bennet, “Kendi evlatlarınıza nasıl da hiç çekinmeden aptal diyebiliyorsunuz! Birilerinin çocuklarını hor görecek olsam bile bu kendi çocuklarım olmazdı.”
“Eğer çocuklarım aptalsa bunun her zaman farkında olmayı yeğlerim.”
“Evet ama aslında hepsi de çok akıllı.”
“Anlaşamadığımız için kendimi kutladığım tek nokta budur. Dilerdim ki sizinle her konuda aynı duyguları paylaşayım ama öyle görünüyor ki en küçük iki kızımızın inanılmaz derecede aptal olduğu konusunda farklı görüşlere sahibiz.”
“Bay Bennet, canım, küçücük kızlardan annelerinin babalarının sahip olduğu izanı bekleyemeyiz ya! Büyüdüklerinde bizim umursadığımızdan daha fazla umursamayacaklar şu subayları. Çok iyi hatırlıyorum bir zamanlar kırmızı üniformalı birini beğenirdim ben de… Ve aslını istersen içimde bu sevgiyi hâlâ hissettiğimi söyleyebilirim. Geliri senede beş altı bin olan zeki, genç bir albay gelecek ve kızlarımdan birini isteyecek olursa da ona hayır demezdim. Bana öyle geliyor ki Albay Forster geçen gece Sör William’ın evinde üniformasıyla oldukça göz alıcı görünüyordu.
“Anne!” diye bağırdı Lydia, “Teyzem; Albay Forster ve Yüzbaşı Carter’ın Bayan Watson’a, ilk geldikleri zamandaki kadar sık gitmediklerini söyledi; bu aralar onları sürekli Clarke’ın kitapçı dükkânında görüyormuş.”
Genç Bayan Bennet’a bir pusula getiren uşak odaya girince, Bayan Bennet kızına cevap veremedi; mektup Netherfield’dandı ve uşak cevap bekliyordu. Bayan Bennet’ın gözleri sevinçle parladı, kızı mektubu okurken o da merakla seslendi:
“Ee, Jane, kimdenmiş? Konu ne? Ne diyor Bay Bingley? Hadi ama Jane, acele et, bize de söyle; acele et bir tanem.”
“Bayan Bingley’den.” dedi Jane ve yüksek sesle okumaya başladı:

“Sevgili Arkadaşım,
Bugün Louisa ve bana akşam yemeğinde eşlik etme merhametini göstermezseniz, bundan sonra ömrümüz boyunca birbirimizden nefret etme tehdidi altında oluruz; çünkü iki kadın arasında baş başa geçen koca bir gün asla kavgasız sona ermez. Bu notu alır almaz, gelebildiğiniz kadar çabuk gelin. Kardeşim ve diğer baylar, yemeklerini subaylarla birlikte yiyecekler.
    Sevgilerimle,
    Caroline Bingley”
“Subaylarla mı!” diye çığlık attı Lydia, “Teyzem bize bunu niye söylemedi merak ediyorum.”
“Yemeği dışarıda yiyecek…” diye mırıldandı Bayan Bennet, “Bu hiç de hayra alamet değil.”
“Faytonu alabilir miyim?” diye sordu Jane.
“Hayır canım, atla gidersen daha iyi olur, yağmur yağacak gibi görünüyor; öyle olursa bütün gece orada kalabilirsin.”
“Bu iyi bir plan olur bak!” dedi Elizabeth, “Onu kendi arabalarıyla eve yollamayacaklarından emin olduğun sürece tabii.”
“Ah! Ama Bay Bingley’nin arabası Meryton’a giderken baylarda olacak, Hurst’lerin de kendi atları yok.”
“Arabayla gitmeyi yeğlerdim.”
“Ama canım, baban atları arabaya koşamaz ki! Çiftlikte onlara ihtiyaç var, değil mi Bay Bennet?”
“Onlara çiftlikte her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç var, öyle ki onları hemen kullanabilirim.”
“Ama onları bugün kullanırsanız annemin istediği olur.” dedi Elizabeth.
Sonunda bizzat babasından atlara ihtiyaç olduğu cevabını almıştı. Jane de bu sayede at sırtında gitmek zorunda kalmış, annesi de kötü havadan bahsedip durarak, neşe içinde ona kapıya dek eşlik etmişti. Umutları da karşılığını bulmuş, Jane çıkalı çok olmadan bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlamıştı. Kız kardeşleri onun için endişelendiyse de annesi durumdan hoşnuttu. Yağmur bütün gece aralıksız yağmayı sürdürmüştü, Jane kesinlikle geri dönemezdi.
“Gerçekten akıllıca bir fikirdi!” diye durup durup böbürlendi Bayan Bennet, sanki yağmuru yağdıran kendisiymiş gibi. Yine de kurduğu kumpasın keyfine ertesi sabaha dek tam anlamıyla varamamıştı. Kahvaltı daha yeni bitmişti ki Netherfield’dan bir uşak gelip Elizabeth’e aşağıdaki notu getirdi:

Sevgili Lizzy’m,
Kendimi bu sabah hiç iyi hissetmiyorum, sanırım dün ıslandığım için. Sevgili arkadaşlarım, iyileşene dek beni bir yere bırakmayacak. Ayrıca Bay Jones’u görmem konusunda da ısrarcılar. Bu yüzden, olur da beni muayene ettiğini duyacak olursan endişelenme, boğaz ve baş ağrısı dışında pek bir şeyim yok.
    Sevgilerimle
Elizabeth notu yüksek sesle okuyunca Bay Bennet “Ee, canım…” dedi, “Eğer kızın tehlikeli bir hastalığa yakalanmışsa ve ölürse hepsinin Bay Bingley’nin yolunda ve sizin emrinizle gerçekleştiğini bilmek teselli olacak.”
“Hah! Ölmesi gibi bir tehlike yok ortada. Ufak, zararsız bir nezleden kimsenin öldüğü duyulmuş değildir. Ona gayet iyi bakacaklar. Orada kaldığı sürece her şey yolunda. Eğer fayton olsaydı ben gider görürdüm kızımı.”
Cidden endişelenen Elizabeth, kardeşini görmeye gitme konusunda kararlıydı ancak fayton gelmediği ve ata binmeyi bilmediği için yürümekten başka çaresi yoktu. Kararını açıklayınca “Nasıl bu kadar aptal olabilirsin!” diye bağırdı annesi, “Bu havada böyle bir şeyi nasıl düşünebiliyorsun? Oraya vardığında tanınmayacak derecede perişan görüneceksin!”
“Jane’i göreyim yeter. Tek istediğim bu.”
“Bana bir imada mı bulunuyorsun Lizzy?” dedi babası, “Atları çıkarmam için?”
“Hayır, gerçekten ben yürümekten korkmuyorum. Aklına koyduğun bir şey varsa mesafe önemsizdir, zaten üç millik yol. Yemeğe kadar dönmüş olurum.”
“Bu fedakârlığını takdir ediyorum.” diye fikrini belirtti Mary, “Ama akıl, duyguya rehberlik etmelidir ve bence katlanılan güçlükle amaç her zaman orantılı olmalıdır.”
“Meryton’a kadar seninle gelelim.” dedi Catherine ve Lydia. Elizabeth bu teklifi kabul etti ve üç genç hanım birlikte yola çıktı.
Yürürlerken Lydia, “Acele edersek gitmeden önce biraz da olsa Yüzbaşı Carter’ı görebiliriz.” dedi.
Meryton’da yolları ayrıldı, daha küçük olan ikisi, subayların eşlerinden birinin yanına gitmek için yola koyuldular. Elizabeth de yalnız devam etti. Hızlı adımlarla tarlaların yanından geçti, sabırsızlıkla kazıkların üzerinden zıplayıp su birikintilerinin üzerinden atladı ve sonunda eve ulaştığında yorgunluktan bitap düşmüş, çorapları leş gibi olmuş, suratı koşuşturmaktan kıpkırmızı kesilmişti.
Kahvaltı salonuna götürüldüğünde Jane’den başka herkes oradaydı ve ziyareti büyük şaşkınlık uyandırmıştı. Bayan Hurst ve Bayan Bingley, onun bu kadar erken bir saatte, böylesine kötü bir havada ve tek başına üç mil yürümüş olmasına inanmakta güçlük çekiyorlardı. Elizabeth, onların bu durumdan dolayı kendisini küçümsediğinden emindi. Ancak kendisine son derece kibar davranmışlardı, kardeşleri ise kibarlıktan öte bir güler yüzlülük ve incelik göstermişti. Bay Darcy çok az konuşuyordu, Bay Hurst ise hiç konuşmuyordu. Darcy, Elizabeth’in tenindeki -yorgunluktan gelen- ışıltıya duyduğu hayranlık ve durumun bunca yolu yalnız gelmesine değip değmediği kuşkusuyla karışık duygular içindeydi. Diğerinin ise kahvaltısından başka düşündüğü bir şey yoktu.
Ablasının iyi olup olmadığına dair sorularına aldığı cevaplar pek de iç açıcı olmamıştı. Genç Bayan Bennet hasta yatıyordu, uyanık olmasına karşın çok ateşi vardı ve odadan çıkacak hâli yoktu. Elizabeth derhâl onun yanına götürülmüş olmaktan memnundu, Jane ise yolladığı notta böyle bir ziyareti ne kadar istediğini belirtmekten, boşa telaş yaratma korkusuyla çekinmişti. Bu yüzden kardeşini görmek onu çok mutlu etmişti. Ancak fazla konuşacak hâli yoktu ve Bayan Bingley onları yalnız bıraktığında büyük misafirperverliği için ona minnettarlığını yüz ifadesiyle belirtebilmişti. Elizabeth de sessizce ona katılmıştı.
Kahvaltı sona erdiğinde kız kardeşler de onlara katıldı ve Jane’e gösterdikleri şefkat ve ilgiyi görünce Elizabeth onlara ısınmaya başladı. Bu arada eczacı geldi ve hastasını muayene edince tam da beklendiği üzere ağır bir soğuk algınlığı geçirdiğini, bir an önce iyileşmesi için bol bol dinlenmesi gerektiğini belirtip bir şurup getireceğini söyledi. Söyledikleri derhâl yerine getirildi; çünkü Jane’in ateşi iyice yükselmişti ve başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Elizabeth, ablasının odasını bir an olsun terk etmiyordu, diğer hanımlar da yanlarından neredeyse hiç ayrılmamışlardı; beyler ise dışarıdaydı, başka yerde yapabilecekleri bir şey de açıkçası yoktu.
Saat üçü vurduğunda Elizabeth istemeye istemeye gitmesi gerektiğini fark etti. Bayan Bingley ona faytonu önerdiğinde kabul etmesi için birazcık ısrar yeterli olmuştu, Jane kardeşinden ayrılmak istemediğini belli edince de Bayan Bingley, Elizabeth’e yaptığı teklifi Netherfield’da kalması biçiminde değiştirme gereği duydu. O da bunu minnettarlıkla kabul etti, böylelikle aileyi durumdan haberdar etmesi ve giyecek bir şeyler getirmesi için Longbourn’a bir uşak yollandı.

8
Saat beş olduğunda iki ev sahibesi giyinmeye koyuldular, altı buçukta ise Elizabeth yemeğe çağrıldı. Her ne kadar arada Bay Bingley’nin ilgisinin farkına varmış olsa da kibarca soru yağmuruna tutulacağını bilen Elizabeth bu çağrıya olumlu cevap vermedi. Jane’de de en ufak bir iyileşme görülmüyordu. Bunun üzerine Bingley hanımları üç dört kez Jane’in hastalığının onları ne kadar üzdüğünü, bu ağır soğuk algınlığının onları ne kadar sarstığını, kendilerinin de hasta olmasından ne kadar nefret ettiklerini yineleyip konuya bir daha da değinmediler. Gözlerinin önünde olmadığı zaman Jane’i umursamıyor olmaları, Elizabeth’in başta onlara karşı hissettiği hoşnutsuzluğa büyük bir zevkle yeniden sarılmasına neden oldu.
Aslında, aralarında Elizabeth’in hoşlandığı tek kişi erkek kardeşleriydi. Jane için kaygılandığı apaçık ortadaydı, ayrıca kendisine gösterdiği ilgi de diğerlerinin gözünde davetsiz bir misafir olduğu düşüncesine engel oluyordu. Bingley dışında onunla ilgilenen hemen hiç kimse yoktu. Bayan Bingley, Bay Darcy’ye oldukça düşkündü, kız kardeşi de öyle sayılırdı. Elizabeth’in yanında oturan Bay Hurst’e gelince, yalnızca yemek, içmek, kâğıt oynamak için yaşayan ve Elizabeth’in sıradan bir yemeği yahniye yeğlediğini öğrenince söyleyecek bir şey bulamayan, miskin adamın tekiydi.
Elizabeth yemek bitince hemen Jane’in yanına döndü. Bayan Bingley, odadan çıkar çıkmaz onu çekiştirmeye başladı: Kibir ve şımarıklık arasında gidip gelen, gerçekten de hiç hoş olmayan hareketleri vardı. Ne konuşmayı bilirdi ne giyinmeyi. Zevksiz ve çirkindi. Bayan Hurst de onu onaylayarak ekledi:
“Kusursuz bir yürüyüşçü olmak dışında hiçbir özelliği yok. Bu sabahki görüntüsünü hiç unutmayacağım. Neredeyse hırpani idi.”
“Gerçekten de öyleydi, Louisa. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Koşup gelmek de neymiş! Ne demeye dağ tepe aşıyor ki sırf kardeşi hasta diye? Saç baş darmadağın!”
“Evet. Hele de o iç eteği! Ay umarım o iç eteği görmüşsündür. Bir karış çamura bulanmış, gizlemek için üzerine geçirdiği elbise de bir işe yaramamış.”
“Söylediklerin doğru olabilir Louisa.” dedi Bingley, “Ama bütün bunlar benim gözüme hiç çarpmadı. Kanaatimce Bayan Elizabeth Bennet bu sabah odaya girdiğinde şaşılacak denli güzel görünüyordu. Kirli iç eteği gözümden kaçmış olsa gerek.”
“Siz görmüşsünüzdür Bay Darcy, eminim bundan.” dedi Bayan Bingley, “Ve sizin kız kardeşinizin böyle bir görüntü çizmesini istemeyeceğinizi düşünmek istiyorum.”
“Kesinlikle hayır.”
“Üç mil yürümüş olmak ya da dört veya beş, her neyse… Diz boyu çamur içinde ve yalnız, yapayalnız! Neyi kanıtlamaya çalışıyor ki? Bana kalırsa en rezilinden, burnu havada bir bağımsızlık gösterisi, tam bir köylü edepsizliği!”
“Onca yolu yürümesi kardeşi için endişelendiğini gösterir ki bu da çok ince bir davranış.” dedi Bingley.
“Bay Darcy, korkarım ki…” diye neredeyse fısıldayarak Bay Darcy’ye döndü Bayan Bingley, “Bu macera onun güzel gözlerine olan hayranlığınızı sarsmıştır.”
“Hiç de değil.” diye cevapladı Darcy, “Koşuşturmaktan dolayı pırıl pırıl olmuşlardı.”
Kısa bir sessizliğin ardından Bayan Hurst devam etti:
“Jane Bennet’a olan beğenim büyük, o gerçekten tatlı bir kız ve tüm kalbimle dilerim ki kısmetini bulsun, ama sanırım böyle bir anne babayla, böyle rezil akrabalarla hiç şansı yok!”
“Sanırım eniştelerinin Meryton’da yaşayan bir avukat olduğunu söylemiştiniz.”
“Evet, hatta bir de dayıları var, Cheapside civarında yaşıyor.”
“Şahane!” diye ekledi kız kardeşi ve her ikisi de kahkahayla güldüler.
“Tüm Cheapside’ı dolduracak sayıda dayıları da olsa…” dedi Bay Bingley yüksek sesle, “Bu onların saygınlığına bir leke getirmez.”
“Ama uygun bir erkekle evlenme şanslarını bariz biçimde düşürür.” diye karşılık verdi Darcy.
Bay Bingley cevap vermedi ama kız kardeşleri bu söze tüm içtenlikleriyle onayladılar ve sevgili arkadaşlarının pespaye akrabalarıyla bir süre daha dalga geçip eğlendiler.
Yine de şefkatli bir hâle bürünüp yemek salonundan çıktıktan sonra Jane’in odasına geçtiler ve kahve saatine dek onunla oturdular. Jane hâlâ çok hastaydı, Elizabeth de bir an olsun yanından ayrılmıyordu, ta ki akşamın geç saatlerinde kardeşinin uyuduğunu görüp rahatlayana dek. O zaman aşağı inmenin nezaketen gerekli olduğunu düşündü. Misafir salonuna girdiğinde herkes loo[1 - Loo: Anterloo olarak da bilinen, 17. yy Fransa’sı kökenli bir çeşit kart oyunu (ç.n.).] oynuyordu ve hemen onu da çağırdılar. Ancak oyunun büyük paralarla oynandığını düşünen Elizabeth teklifi geri çevirdi, bahane olarak da ablasını gösterip, aşağıda kısa süreliğine kitap okuyarak oyalanacağını belirtti. Bay Hurst büyülenerek ona baktı.
“Okumayı kâğıt oynamaya yeğliyor musunuz yani?” dedi, “Çok ilginç!..”
“Bayan Eliza Bennet, kâğıt oyunlarını bayağı bulur. Harika bir okuyucudur, başka bir şeyden zevk almaz.” dedi Bayan Bingley.
Elizabeth, “Ne böyle bir övgüyü ne de böyle bir yergiyi hak etmiyorum!” diye feryat etti, “Harika bir okuyucu değilim ben ve pek çok şeyden zevk alıyorum!”
“Ablanıza bakmaktan büyük bir zevk aldığınıza eminim.” dedi Bay Bingley, “Ve umuyorum ki yakında iyileştiği zaman bu keyif daha da artacak.”
Elizabeth ona yürekten bir teşekkür etti, sonra da üzerinde birkaç kitabın durduğu masaya doğru yürüdü. Bingley hemen ona kütüphanesindeki diğer kitapları göstermeyi önerdi.
“Keşke kütüphanem işinize yarayacak, benim de itibarımı zedelemeyecek kadar geniş olsaydı ama ben işsiz güçsüz adamın biriyim ve çok sayıda olmasa da okuduğumdan fazla kitabım var.”
Elizabeth ona odadakilerin fazlasıyla yeterli olduğunu söyledi.
“Babamın bu kadar ufak bir kütüphane bırakmış olması beni çok şaşırtıyor. Sizin Pemberley’deki kütüphaneniz ne muhteşem, Bay Darcy!” dedi Bayan Bingley.
“Öyle olmak zorunda.” diye cevap verdi Darcy, “Kaç neslin eseri var orada.”
“Sonrasında siz de pek çok ekleme yaptınız, sürekli kitap alıyorsunuz.”
“Böyle bir çağda bir aile kütüphanesini ihmal etmeyi benim aklım almıyor.”
“İhmal etmek mi? Eminim ki siz o asil yere katkısı olabilecek hiçbir şeyi ihmal etmiyorsunuzdur. Charles, sen kendi evini inşa ettiğinde bunun Pemberley’dekinin yarısı kadar güzel olmasını dilerim.”
“Dilerim ki öyle olur.”
“Yalnız ben gerçekten de ev satın alırken o bölgeyi seçmeni, Pemberley’yi de model almanı tavsiye ederim. İngiltere’de Derbyshire’dan güzel bir bölge yok.”
“Büyük bir zevkle… Eğer Darcy satacak olursa Pemberley’nin tamamını satın alırım.”
“Ben senin yapabileceğin şeylerden bahsediyorum Charles.”
“Tanrı aşkına Caroline, bence Pemberley’yi satın alarak elde etmek, taklit etmekten daha akla yatkın.”
Elizabeth olana bitene kendini öyle kaptırmıştı ki önce kitabına olan ilgisi dağıldı, sonra da onu tamamen elinden bırakıp oyun masasına yaklaştı ve Bay Bingley ile en büyük ablasının arasına geçip oyunu izlemeye koyuldu.
Bayan Caroline Bingley, Darcy’ye, “Küçük kız kardeşiniz ilkbaharda görüştüğümüzden bu yana boy attı mı? Acaba boyu benimki gibi uzun olacak mı?” diye sordu.
“Sanırım evet. Şu anda Bayan Elizabeth’in boylarında veya biraz daha uzun.”
“Onu yine görmeyi öyle isterim ki! Beni bu kadar neşelendiren biri daha olmadı hiç. O nasıl bir yüz ifadesidir, onlar nasıl tavırlardır! Yaşına göre de ne becerikli! Piyanodaki başarısı olağanüstü!”
“Hayran olmamak elde değil…” dedi Bay Bingley, “Genç hanımlar bu kadar becerikli olmak için gereken sabrı gösteriyor ve bunu başarıyor.”
“Tüm genç hanımlar becerikli mi? Charles, ne demek istiyorsun?”
“Evet, bence hepsi. Tüm hanımlar masa boyuyor, gergef işliyor ve çanta örüyorlar. Neredeyse bunları yapamayan hiç kimse tanımıyorum ve kendisinden ilk bahsedildiğinde ne kadar becerikli olduğu söylenmeyen tek bir genç hanım bile görmedim ben.”
“Beceriyle ilgili genel görüşün çok doğru noktalar içeriyor. Bu sıfat, gergef işlemek ya da çanta örmekten başka bunu hak edecek bir şeyi olmayan pek çok kadına layık görülüyor. Ama hanımlarla ilgili bu görüşüne pek de katıldığımı söyleyemem. Tanıdıklarım arasında gerçekten becerikli olanların sayısı yazıktır ki yarım düzineyi geçmez.” dedi Darcy.
“Bence de.” diyerek onu onayladı Bayan Bingley.
“O zaman…” dedi Elizabeth, “Becerikli kadın anlayışınız hayli kapsamlı olsa gerek.”
“Doğru, kapsamlı.”
“Ah, kesinlikle!” diye bağırdı Darcy’nin avukatı Caroline, “Her gün karşılaştığımız alelade değerlerden bir fazlasına sahip olmadıkça kimse becerikli sayılmaz. Bir kadının bu iltifatı hak etmek için müzik, şarkı, resim, dans ve modern dillere hâkim olması gerekir, ayrıca bunların yanı sıra havasında, yürüyüşünde, ses tonunda, konuşmasında ve ifadesinde insanı çeken bir şey olmalı, yoksa becerikli sözü havada kalır.”
“Bunların hepsine sahip olmalı tabii…” diye ekledi Darcy, “Ancak bütün bunlara daha değerli bir şey daha eklemeli: Bol bol okuyarak ufkunu geliştirmeli.”
“Yalnızca yarım düzine becerikli kadın tanımış olmanıza artık şaşırmıyorum. Aksine bütün bu özelliklere sahip bir kadın tanımanıza hayret ediyorum.” dedi Elizabeth.
“Hemcinslerinize karşı bu kadar insafsız mısınız?”
“Ben böyle bir kadınla hiç karşılaşmadım. Bahsettiğiniz kabiliyet, zevk ve zarafetin tek bir kişide bir araya geldiğini hiç görmedim.”
Bayan Hurst ve Bayan Bingley, Elizabeth’in bu kuşkusunun haksızlığına kesin bir dille karşı çıktılar. Bay Hurst onlara seslenip oyunu boş vermelerinden yaka silkerken bu tanıma uyan pek çok kadın tanıdıklarını öne sürmekteydiler. Tüm bu konuşma sona ererken Elizabeth de çok geçmeden odadan ayrıldı.
“Eliza Bennet, hemcinslerini kötüleyerek karşı cinse yamanmaya çalışan genç hanımlardan biri ve şunu da söylemekten çekinmem: Pek çok erkekte de işe yarar bence bu, ama bana kalırsa çok ucuz bir taktik, çok bayağı bir yetenek.” dedi genç Bayan Bingley kapı kapandıktan sonra.
“Kuşkusuz…” dedi bu sözlerin başlıca muhatabı olan Darcy, “Bayanların erkekleri avlamak için tenezzül ettikleri bütün çareler bayağıdır. Kurnazlık içeren her şey bayağıdır.”
Bu cevap Bayan Caroline Bingley’de bu konuya devam etme hevesi bırakmadı.
Elizabeth ablasının durumunun ağırlaştığını ve onu yalnız bırakamayacağını söylemek için yanlarına geldi. Bingley derhâl Bay Jones’un çağrılmasını istedi, kız kardeşleri ise taşradan gelecek hiçbir yardımın işe yaramayacağını öne sürerek Jane’i seçkin bir doktora muayene ettirmek için şehre gidilmesini önerdi. Elizabeth buna gerek görmedi ama Bingley’nin önerisine de sıcak bakıyordu, sonuç olarak genç Bayan Bennet iyileşmeyecek olursa Bay Jones’un sabah erkenden getirilmesine karar verildi. Bingley çok huzursuz olmuştu, kız kardeşleri de perişan olduklarını dile getirdiler. Onlar çaresizliklerini, yemekten sonra bir ağızdan şarkılar söyleyerek giderirken Bingley rahatlamanın yolunu, uşaklarına hasta hanım ve kardeşine hiçbir hizmette kusur edilmemesini buyurmakta bulmuştu.

9
Elizabeth gecenin çoğunu ablasının odasında geçirdi. Ertesi sabah erkenden hizmetçi kızla Jane’in sağlığını sorduran Bay Bingley’ye ve az sonra da Bingley’nin kardeşlerinin misafiri olan iki zarif bayana iyi sayılabilecek haberler gönderebildiği için memnundu. Ancak Longbourn’a haber yollayıp Jane’i ziyaret etmesi ve durumunu kendi gözleriyle görmesi için annesini davet etmek istemişti. Söz konusu haber hemen yollanmış, daveti de hemen kabul edilmişti. Kahvaltıdan hemen sonra Bayan Bennet, yanında en küçük iki kızıyla birlikte Netherfield’a gelmişti.
Eğer Jane gözle görülür başka bir tehlike altında olsaydı Bayan Bennet perişan olurdu ancak hastalığının o kadar da ileri derecede olmadığını görünce kızının hemen iyileşmesine dair en ufak bir isteği olmadı. Çünkü sağlığına kavuşması onun Netherfield’dan ayrılmasına neden olacaktı. Bu yüzden de kızının eve geri dönme isteğini dinlemedi, zaten aşağı yukarı aynı saatlerde gelen eczacı da bunun iyi bir fikir olmadığını söylemişti. Jane’le biraz oturduktan sonra genç Bayan Bingley’nin yanlarına gelip davette bulunması üzerine anne ve üç kızı hep birlikte kahvaltı salonuna indiler. Bingley, onları karşılarken Bayan Bennet’ın büyük kızını tahmin ettiğinden de kötü bir durumda bulmamış olmasını umduğunu söyledi.
Aldığı cevap, “Aslında onu kötü buldum.” olmuştu, “Yerinden kalkamayacak kadar hasta. Bay Jones, onu yerinden kımıldatmayı aklımızdan bile geçirmememiz gerektiğini söylüyor. Yüksek müsaadenizle size biraz daha zahmet vereceğiz.”
“Kımıldatmak mı!” diye bağırdı Bingley, “Lafını bile ettirmem. Ablam da eminim ki kımıldamanın k’sini bile duymak istemeyecektir.”
“Bundan emin olabilirsiniz hanımefendi.” dedi Bayan Bingley soğuk bir nezaketle, “Bayan Bennet bizimle kaldığı sürece olabilecek en iyi bakımı görecektir.”
Bayan Bennet teşekkür etti ve ekledi:
“Kuşkusuz çevresinde bu kadar iyi dostları olmasaydı ne yapardı bilmiyorum, gerçekten çok hasta ve çok acı çekiyor; ama yine de büyük sabır gösteriyor, zaten her zaman öyledir, tartışmasız gördüğüm en tatlı mizaca sahiptir. Diğer kızlarıma sürekli onun yanında bir hiç olduklarını söylüyorum. Çok güzel bir odanız var Bay Bingley, ayrıca o çakıl taşı döşeli yürüyüş yolunun harika manzarasını görüyor. Ülkede Netherfield gibi bir yer daha yok. Umuyorum ki çabuk ayrılmayı düşünmüyorsunuzdur, gerçi kira kontratınız kısa ama…”
Bingley, “Her şeyi çok çabuk yaparım ben.” diye cevap verdi, “Bu yüzden de eğer Netherfield’dan ayrılma niyetim olsaydı beş dakika bile durmazdım. Ama şu anda kendimi buraya ait hissediyorum.”
“Ben de öyle tahmin ediyordum.” dedi Elizabeth.
“Sonunda beni anlamaya başladınız, değil mi?” dedi Bingley yüksek sesle, ona doğru dönerek.
“Ah! Evet, sizi çok iyi anlıyorum.”
“Bunu bir iltifat olarak almayı çok isterdim ama korkarım içi dışı bu kadar bir olmak oldukça acınası.”
“Öyle olabilir ama bundan, sizden daha derin ve anlaşılması güç bir kişinin, daha az veya daha çok saygın olduğu anlamı çıkarılamaz.”
“Lizzy!” diye bağırdı annesi, “Nerede olduğunu unutma ve evde çekmek zorunda kaldığımız o sert tavrını burada da takınmaya kalkışma!”
“Karakter tahlili yaptığınızı bilmiyordum.” diye devam etti Bingley hemen, “Eğlenceli bir uğraş olsa gerek.”
“Evet ama karmaşık karakterler kadar eğlencelisi yok. En azından bu işe yarıyorlar.”
“Taşra böyle bir uğraş için az malzeme çıkartır. Kırsal kesimde karşılaşacağınız insanlar çok sınırlı ve aynı tipte olacaktır.” dedi Darcy.
“Ama insanların kendileri sık sık değişir, öyle ki daima gözlemleyecek yeni bir şeyleri olur.”
“Evet…” diye hayıflandı Bayan Bennet, Darcy’nin taşradan bahsederkenki tavrından alınmış bir biçimde, “Aslında sizi temin ederim ki kırsal alanda da şehirdeki kadar çok şey olup biter.”
Herkes şaşırmıştı, Darcy de bir an kadına baktıktan sonra sessizce kafasını çevirdi. Ona karşı mutlak bir zafer elde ettiğini düşünen Bayan Bennet, galibiyetini perçinledi:
“Kanaatimce Londra’nın dükkânlar ve halka açık yerler dışında taşraya oranla pek de bir üstünlüğü yok. Taşra çok daha hoştur, öyle değil mi Bay Bingley?”
Bingley, “Ben taşraya geldiğimde hiç ayrılmak istemiyorum, şehirde olduğum zaman da aynen öyle. İkisinin de kendilerine göre avantajları var, ben her ikisinde de mutlu olabiliyorum.” diye cevap verdi.
Bayan Bennet, “Tabii… Bunun nedeni de iyi bir karaktere sahip olmanız.” dedikten sonra Darcy’ye bakarak, “Ama bana öyle geliyor ki bu beyefendinin gözünde taşranın bir değeri yok…”
“Aslında yanılıyorsunuz anne…” dedi Elizabeth utanarak, “Bay Darcy’yi çok yanlış anladınız. O yalnızca şehirde karşılaşılabilecek kadar farklı insanın taşrada bulunamayacağını söyledi ki bunun doğru olduğunu kabul etmelisin.”
“Hiç kuşkusuz canım, zaten kimse de aksini iddia etmedi, ancak bu çevrede fazla insanla karşılaşmamak konusuna değinecek olursak, inanıyorum ki buradan büyük olan çok az yer vardır. Yirmi dört aileyle yemek yediğimizi bilirim ben.”
Elizabeth için endişeleniyor olmasa Bingley kendini tutamayıp gülecekti. Ablası ise o kadar kibar değildi ve anlamlı bir gülümsemeyle bakışlarını Darcy’ye yöneltti. Elizabeth, annesine konuyu unutturmak için kendisi yokken Charlotte Lucas’ın Longbourn’da bulunup bulunmadığını sordu.
“Evet, dün babasıyla uğradılar. Ne ince adam şu Sör William, değil mi Bay Bingley? Ne soylu, ne efendi, ne rahat! Her zaman herkesle oturup iki laf eder. Ben görgü diye buna derim. Kendilerini bir şey zannedip ağızlarını açmaya kira isteyenler görgü konusunda tamamen yanılıyorlar.”
“Charlotte sizinle yemeğe kaldı mı?”
“Yok, o eve gitti. Sanırım börek yapmak için yardımı gerekliydi. Şahsen Bay Bingley, ben her zaman üzerlerine düşen işleri yapmasını bilen hizmetçiler çalıştırırım, kızlarım daha farklı yetiştirilmiştir. Neyse, herkesin kendi bileceği iş, Lucas’lar da çok iyi kızlar, sizi temin ederim. Güzel olmamaları ne kötü! Charlotte’ı o kadar da iddiasız bulmuyorum, gerçi o da bizim yakın arkadaşımız ne de olsa.”
“Çok hoş bir genç hanıma benziyor.” dedi Bingley.
“Ah tabii, orası öyle ancak pek de çekici biri olmadığını kabul etmek gerekiyor. Leydi Lucas bunu kendisi sık sık söylemiş ve Jane’in güzelliğinden dolayı bana imrenmiştir. Kendi evladımla övünmüş gibi olmayayım ama şu da kesin ki Jane’den daha güzelini bulmak zordur. Bunu herkes söylüyor. Kızım diye söylemiyorum. Henüz on beş yaşındayken şehirdeki kardeşim Gardiner’ın orada bir bey vardı, ona öyle âşıktı ki yengem biz gitmeden kızıma evlenme teklif edeceğinden emindi. Ama etmedi. Herhâlde çok genç olduğunu düşündü. Yalnız ona öyle şiirler yazardı ki görmeliydiniz, çok güzeldi!..”
“Sonra da sevgisi sönüverdi.” diye atıldı Elizabeth, “Böylelerini çok gördük, aşkı bu biçimde tükenenleri… Acaba şiirin aşkı tüketmekteki başarısını ilk kim keşfetti!”
“Ben ise şiiri hep aşkın gıdası[2 - Burada Shakespeare’in “On İkinci Gece” adlı oyununun “Müzik aşkın gıdası olsa…” biçimindeki açılış dizelerine gönderme yapılmış olması muhtemeldir.] olarak düşünmüşümdür.” dedi Darcy.
“Güzel, güçlü, sağlıklı bir aşkta bu olabilir. Zaten güçlü olan bir aşkı her şey besler ama ufacık, incecik bir meyil ise söz konusu olan, tek bir güzel sone bile eminim ki onu yok etmeye yetecektir.”
Darcy yalnızca gülümsemekle yetindi, ortamdaki genel sessizlik Elizabeth’in, annesinin yine kendini küçük düşürebileceği korkusuyla ürpermesine neden oldu. Ağzını açacak gibi olduysa da söyleyecek bir şey bulamadı ve kısa bir sessizliğin ardından Bayan Bennet, Jane’e gösterdiği nezaketten ötürü Bay Bingley’ye yeniden teşekkür etmeye başladı, Lizzy’nin verdiği zahmetten dolayı özür dilemeyi de ihmal etmedi. Bingley samimi bir kibarlıkla cevap verirken kız kardeşini de kibar olmaya ve o durumda söylenmesi gerekeni söylemeye zorladı. Kız kardeşi üzerine düşeni pek samimi olmayan bir tavırla yapmış olsa da Bayan Bennet tatmin olmuştu ve çok geçmeden arabasını çağırdı. Bunun üzerine kızlarından en küçük olanı kendini öne çıkardı. Tüm ziyaret boyunca iki kız birbirleriyle fısıldaşıp durmuşlardı ve vardıkları karar doğrultusunda en küçük olanı, Bay Bingley’ye taşraya ilk gelişinde verdiği, Netherfield’da balo düzenleme sözüyle ilgili baskı yapacaktı.
Lydia on beş yaşında, sağlam yapılı, iyi yetişmiş bir kızdı; güler yüzlüydü; annesinin biriciğiydi; öyle ki kızına olan sevgisi erken yaşta onu sosyete içine çıkarmasına yetmişti. Gençlik ateşi yüksekti, dayısının düzenlediği büyük yemek davetleri ve kendi rahat tavırları sayesinde dikkatini çektiği subayların iyice perçinlediği bir öz güveni vardı. Bu yüzden de Bay Bingley’ye durup dururken balo konusunu açarken ve verdiği sözü hatırlatıp eğer sözünü tutmayacak olursa bunun dünyadaki en utanç verici şey olacağını söylerken gayet rahattı. Bingley’nin bu ani atağa verdiği cevap, annelerinin çok hoşuna gitmişti:
“Sözümü tutmaya fazlasıyla hazırım, emin olabilirsiniz. Ablanız iyileşir iyileşmez, uygun görürseniz balonun tarihini siz belirleyin ama o hasta yatağındayken dans etmek istemezsiniz sanıyorum.”
Lydia aldığı cevaptan memnun olduğunu ifade etti: “Ah! Evet, Jane’in iyileşmesini beklemek çok daha iyi olur, hem o zamana dek Yüzbaşı Carter da Meryton’a dönmüş olacaktır ve sizin balonuzdan sonra, bir balo da onların vermesi için ısrar edeceğim. Yoksa bunun büyük bir ayıp olacağını söylerim Albay Forster’a.”
Bu konuşmanın sonrasında Bayan Bennet ve kızları evden ayrıldılar. Elizabeth de hemen Jane’in yanına çıkarak kendisinin ve ailesinin davranışlarının değerlendirilmesini iki hanımın ve Bay Darcy’nin yorumlarına bıraktı. Ne var ki Darcy’nin, genç Bayan Bingley’nin güzel gözler hakkındaki tüm alaycı sözlerine ve onunla ilgili sert eleştirilere katılmaya pek de niyeti yoktu.

10
Günler çoğunlukla bir öncekinden farksız geçiyordu. O gün Bayan Hurst ve genç Bayan Bingley sabahın birkaç saatini yavaş yavaş da olsa iyileşen hastalarının yanında geçirdiler, akşam da Elizabeth salondaki gruba katıldı ancak oyun masası kurulmamıştı. Bay Darcy mektup yazıyor, genç Bayan Bingley de yanında oturmuş onu seyrediyordu, bir yandan da sürekli kız kardeşine mesaj yollayarak adamın dikkatini dağıtıyordu. Bay Hurst ve Bay Bingley piket oynuyor, Bayan Hurst de onları izliyordu.
Elizabeth eline bir nakış almıştı, bir yandan da Darcy ve refakatçisinin arasında geçenleri dinleyerek eğleniyordu. Kızın, Darcy’nin el yazısına, dizelerinin düzgünlüğüne veya mektubunun uzunluğuna övgüler yağdırıp dururken karşılığında gördüğü kayıtsızlık, Elizabeth’in Bayan Caroline Bingley ve Darcy hakkındaki görüşleriyle uygun düşen, tuhaf bir manzara oluşturuyordu.
“Bayan Darcy bu mektubu alınca kim bilir nasıl sevinecek!”
Adam cevap vermedi.
“Görülmemiş hızda yazıyorsunuz.”
“Yanılıyorsunuz. Gayet yavaş yazıyorum.”
“Bir sene içinde ne çok mektup yazmanız gerekiyordur! İş mektupları da cabası! Kim bilir ne iğrençtirler!”
“O zaman iş mektubu yazmak sizin değil de benim görevim olduğu için şanslısınız.”
“Lütfen kız kardeşinize onu görmeyi çok istediğimi söyleyin.”
“İsteğiniz üzere bir kez söylemiştim zaten.”
“Korkarım kaleminizden memnun değilsiniz. Durun sizin için ucunu düzelteyim. Kalem uçlarını pek iyi düzeltirim.”
“Teşekkürler ama ben kalemlerimi hep kendim düzeltirim.”
“Bu kadar düzgün yazmayı nasıl beceriyorsunuz?”
Adam cevap vermedi.
“Kız kardeşinize söyleyin, arp çalmayı ilerletmesine çok mutlu oldum, küçük masa çizimine de hayran kaldığımı ve onu Bayan Grantley’ninkinden çok daha güzel bulduğumu da iletin lütfen.”
“Hayranlığınızı iletmeyi bir dahaki mektuba bıraksam olur mu acaba? Şu anda hepsini layığıyla anlatacak yerim kalmadı.”
“A, hiç önemi yok! Onu ocak ayında göreceğim zaten. Peki siz her zaman ona böyle etkileyici mektuplar mı yazarsınız Bay Darcy?”
“Genellikle uzun oldukları doğru ama her zaman etkileyici mi onu bilemem.”
“Ben şunu bilir, şunu söylerim, kolaylıkla uzun mektup yazabilen biri kötü yazamaz.”
“Bu, Darcy için övgü sayılmaz, Caroline…” diye seslendi kardeşi, “Çünkü pek o kadar da kolay yazamaz. Tumturaklı kelimeler bulmak için uğraşır durur. Öyle değil mi Darcy?”
“Benim yazı tarzım seninkinden çok farklı.”
“Ah!” diye inledi genç Bayan Bingley, “Charles olabilecek en dikkatsiz biçimde yazar. Sözcüklerinin yarısını yazmaz, kalanı da mürekkep lekeleriyle doludur.”
“Düşüncelerim o kadar hızlı akıyor ki onları ifade etmeye zamanım olmuyor; öyle ki yazdıklarım, mektubumu okuyan için kimi zaman hiçbir anlam taşımıyor.”
“Bu alçak gönüllülüğünüz karşısında Bay Bingley sizi eleştirenler söyleyecek söz bulamayacaklar.” dedi Elizabeth.
Darcy “Hiçbir şey alçak gönüllü gibi görünmekten daha aldatıcı olamaz. Bu, çoğu zaman başkalarının görüşlerine aldırış etmemek ya da gizli bir böbürlenmedir.” dedi.
“Peki benim son küçük alçak gönüllük hareketimi bu ikisinden hangisiyle açıklıyorsun?”
“Gizli böbürlenme ile açıklıyorum. Çünkü sen yazı yazmadaki kusurlarına gerçekten sahip çıkıyorsun, hızlı düşünmenden ve fikirlerini yazıya aktarırken dikkat etmemenden meydana geldiklerini düşünüyorsun ve bunu saygıdeğer olmasa bile en azından hayli ilginç buluyorsun. Bir şeyi çabucak yapabilme gücü, insanlar tarafından daima el üstünde tutulur ve genelde yapılan şeyin kusurlarına pek aldırış edilmez. Bu sabah Bayan Bennet’a, eğer Netherfield’dan ayrılmayı aklına koymuş olsan beş dakika durmayacağını söylediğinde de övünerek konuştun, böbürlendin. Peki, belki de çok önemli bir işin yarım kalmasına neden olacak ve ne sana ne de başkasına hiçbir yarar sağlamayacak olan bu aceleciliğin ne matah bir yanı var?”
“Yok artık!” diye haykırdı Bingley, “Bu kadarı fazla, sabah söylenen tüm saçma sapan şeyleri şimdi başıma kakman… Ayrıca ne mutlu bana ki kendimle ilgili söylediklerimin doğruluğuna inanarak konuştum ve bunlara şu an da inanıyorum. Bu yüzden hanımlara gösteriş yapmak için gereksiz yere aceleci davranmadan.”
“İnanarak konuştuğundan şüphem yok. Ama bu kadar alelacele gideceğine beni inandıramazsın. Tanıdığım herkes gibi senin durumun da şansa bağlı olurdu ve tam atına binerken bir arkadaşın ‘Bingley, gel şu gitme işini haftaya ertele.’ diyecek olsa muhtemelen dediğini yapardın, gitmezdin. Sonra da bir başka sözle bir ay daha kalırdın.”
“Bu konuşmayla tek kanıtladığınız, Bay Bingley’nin mizacının hakkını vermemiş olduğu. Onu kendisinden çok daha iyi anlattınız.” diye haykırdı Elizabeth.
“Arkadaşımın söylediklerini karakterime yapılan bir övgüye dönüştürdüğünüz için size minnettarım ama korkarım bu beyefendinin hiç de kastetmediği bir şey söylüyorsunuz, çünkü böyle bir teklifi reddetsem ve atıma atlayıp gitsem beni çok daha fazla takdir ederdi.” dedi Bingley.
“Yani Bay Darcy asıl niyetiniz olan aceleciliğinizi, o niyette ısrarcı olmanızla telafi ettiğinizi mi düşünürdü?”
“Doğrusu ben o kadarını bilemem, Darcy kendi açıklasın.”
“Bana layık gördüğünüz ama hiç de benimsememiş olduğum fikirlere açıklama getirmemi bekliyorsunuz. Ancak durumu kabul edip, çizdiğiniz tasvire uyacak olursam Bayan Bennet, unutmayınız ki Bingley’nin eve dönmesini ve gidişini ertelemesini isteyen arkadaşı, bunu yalnızca istemiş olacaktı, şu ya da bu nedene dayanmaksızın rica etmiş olacaktı.”
“Bir arkadaşın ısrarına kolayca teslim olmak sizin gözünüzde bir değer taşımıyor, öyle mi?”
“İkna olmadan teslim olmak hiçbir bakımdan değer taşımıyor.”
“Bende öyle bir izlenim yaratıyorsunuz ki Bay Darcy, sanki arkadaşlık ve sevginin sizi hiçbir biçimde etkilemesine izin vermeyecekmişsiniz gibi. Rica eden kişiye verilen değer, insanın ricaya hemen teslim olmasını sağlar, akla mantığa uydurmaya çalışmadan… Özellikle Bay Bingley’yle ilgili verdiğiniz örneği kastediyor değilim. Sanırım böyle bir durum olana dek bekleyip onun karakterinin inceliğini o zaman tartışabiliriz. Ama genel konulardan ve arkadaşlar arasında her zaman olabilecek, bir arkadaşın diğerinin çok da önemli olmayan kararını değiştirmesini rica ettiği durumlardan konuşacak olursak, bu isteği çok da üzerinde durmadan yerine getirdiği için o kişi hakkında kötü mü düşünmüş oluruz yani?”
“Bu konuyu sürdürmeden önce bu ricanın önemini ve kişiler arasındaki mevcut yakınlığın derecesini dikkatle açıklığa kavuştursak daha iyi olmaz mı sizce de?”
“Hayhay!” dedi Bingley yüksek sesle, “Tüm noktaları inceleyelim, tartışmaya sizin farkında olduğunuzdan daha çok ciddiyet katacağı için Bayan Bennet, boyu ve kiloyu karşılaştırmayı da unutmayalım. Sizi temin ederim ki Darcy bendenize oranla bu kadar uzun boylu bir adam olmasaydı ona duyduğum saygının yarısını duyuyor olmazdım. Ben derim ki belirli durumlarda, belirli yerlerde, özellikle de kendi evinde, yapacak bir şey bulamadığı bir pazar akşamı Darcy’den daha dehşet verici bir şey olamaz.”
Bay Darcy gülümsedi ancak Elizabeth onun alınmış olacağını düşünerek kendine hâkim oldu ve gülmedi. Bayan Bingley, Darcy’ye yönelik kırıcı davranışlardan rahatsız oldu ve kardeşini böyle saçma şeyler söylediği için nazikçe eleştirdi.
“Niyetini anlıyorum Bingley…” dedi Darcy, “Tartışmadan hoşlanmıyorsun ve bu konuyu kapatmak istiyorsun.”
“Sanırım öyle. Tartışmalar tıpkı kavga gibidir. Sen ve Bayan Bennet, ben odadan çıkana dek bekler ve hakkımda ne söyleyecekseniz ondan sonra söylerseniz çok memnun olurum.”
“Ricanızı yerine getirmek şahsım adına zor iş değil. Hem Bay Darcy de mektubunu bitirse iyi olur.” dedi Elizabeth.
Bay Darcy bu öneriye uydu ve mektubunu bitirdi.
O iş bittikten sonra da biraz müzik keyfi için Bayan Bingley ve Elizabeth’ten ricada bulundu. Bayan Bingley hiç ikiletmeden piyanoya yöneldi. Elizabeth’ten nazikçe başlangıcı yapmasını istedikten ve isteği aynı nezaket ve büyük bir ağırbaşlılıkla reddedildikten sonra piyano başına oturdu.
Bayan Hurst de kız kardeşiyle şarkılar söyledi, onlar kendilerini iyice müziğe vermişken Elizabeth piyano üzerinde duran notaları karıştırıyordu, bu esnada da Bay Darcy’nin sık sık kendisini süzdüğü dikkatinden kaçmadı. Böyle kibirli bir adamın hayranlığını algılamakta güçlük çekiyordu, kendisinden hoşlanmadığı için bakıyor olması da pek muhtemel değildi. Sonunda onun ilgisinin nedenini, orada bulunanlar arasında, Bay Darcy’nin gözünde en kusurlu ve küçümsenmeyi en çok hak eden kişi olduğu için dikkatini çekmiş olmasına bağladı. Bu düşünce onu üzmedi. Darcy’den, takdirini umursayacak kadar hoşlanmıyordu…
Birkaç İtalyanca şarkıdan sonra Bayan Bingley ortamı, neşeli bir İskoç havasıyla renklendirdi. Çok geçmeden Bay Darcy, Elizabeth’e yaklaşarak dedi ki:
“İçinizde bu reel[3 - Reel: Bir İskoç halk dansı.] yapma fırsatını değerlendirmek için büyük bir istek yok mu Bayan Bennet?”
Elizabeth gülümsedi ama cevap vermedi. Darcy sorusunu yineledi, sessiz kalmasına şaşırmıştı.
“Ah!” dedi Elizabeth, “Sizi duydum ama ne cevap vereceğimi hemen bilemedim. Biliyorum ki evet deyip size zevkimi küçümseme keyfini vermemi istiyordunuz ama ben bu tarz planları alaşağı etmeyi ve insanların böyle girişimlerini sonuçsuz bırakmayı her zaman çok sevmişimdir. Bu yüzden de size cevabım, reel yapmayı hiç istemediğimdir; haydi şimdi cüret edebiliyorsanız beni küçümseyin.”
“Niyetim bu değildi doğrusu.”
Onu gücendirmek amacında olan Elizabeth, gördüğü nezaket karşısında hayrete düşmüştü; ama davranışlarında insanları gücendirmesini zorlaştıran bir tatlılık ve cilve vardı. Darcy de hiçbir kadından Elizabeth’ten etkilendiği kadar etkilenmemişti. Eğer akrabaları aşağı sınıftan olmasaydı Darcy gönlünü kaptırma tehlikesiyle karşılaşabileceğine inanıyordu.
Bayan Bingley’nin gördükleri veya kuşkulandıkları, kıskanması için yeterli olmuştu ve sevgili arkadaşı Jane’in iyileşmesinden duyduğu büyük mutlulukta Elizabeth’ten kurtulma isteğinin de payı vardı.
Darcy’yi ondan soğutmak için sık sık Elizabeth’le yapacağı muhtemel evlilikten ve mutluluk planlarını böyle bir birliktelik üzerine kurmasından söz ediyordu.
Ertesi gün fidanlıkta yürürlerken, “Umarım ki…” dedi, “Bu istenen olay gerçekleştiğinde kayınvalidenize çenesini tutması yönünde bir öneride bulunursunuz ve başarabilirseniz genç kızların, subayların peşinden koşmasına bir çare bulunuz. Hassas bir konuya da değinmeme izin verirseniz, dikkat etmeniz gereken küçük bir nokta var; kibir ve şımarıklık gibi hanımınızın sahip olduğu…”
“Evdeki huzurum için önerebileceğiniz başka bir şey var mı?”
“Ah! Evet. Enişteniz Philips ve teyzenizin portrelerinin Pemberley’deki galeride durmasına izin verin. Onları büyük hâkim amcanızın yanına asın. Aynı meslekteler, yalnızca uğraşları farklı. Elizabeth’inizin resmine gelince, onun resmini yaptırmaya kalkışmamalısınız; o güzel gözlerin hakkını hangi ressam verebilir ki?”
“Onların ifadesini yakalamak kolay olmayabilir, doğru ama renkleri, biçimleri ve güzelim kirpikleri taklit edilebilir.”
O sırada, yürüyüşe çıkmış olan bir başka ikiliye, Bayan Hurst ve Elizabeth’e rastladılar.
Konuştuklarının duyulmasından korkan Bayan Bingley, “Yürüyüşe çıkmayı düşündüğünüzü bilmiyordum.” dedi şaşkınlıkla.
“Bizi çok üzdünüz…” diye cevapladı Bayan Hurst, “Dışarı çıkacağınızı haber vermeden kaçar gibi gittiniz.”
Ardından Bay Darcy’nin boşta kalan koluna girerek Elizabeth’i kendi hâline bıraktı. Yola yalnızca üç kişi sığabiliyordu. Bay Darcy kabalık ettiklerini anladı ve hemen, “Bu yol hepimiz için fazla dar. En iyisi ana yola çıkalım.” dedi.
Ama onlarla kalmak için en ufak bir isteği bulunmayan Elizabeth gülerek, “Hayır, hayır, siz böyle devam edin.” diye karşılık verdi, “Çok uyumlu bir grup oldunuz, harika bir manzara! Dördüncü katılırsa bütün güzellik bozulur. Hoşça kalın!”
Sonra neşeyle koşarak uzaklaştı. Bir iki gün içerisinde eve dönecek olmanın umuduyla dolaştıkça keyfi daha çok yerine geliyordu. Jane’in durumu çok daha iyiydi, öyle ki o akşam iki saatliğine odasından aşağı inebilecek gücü kendinde bulmuştu.

11
Hanımlar akşam yemeğinden kalktıktan sonra Elizabeth ablasına koştu ve onu üşümesin diye sarıp sarmalayarak aşağı indirdi. Arkadaşları kendisini sevinçle karşıladı; Elizabeth onları baylar gelmeden önce geçirdikleri o bir saat içinde oldukları kadar sevimli görmemişti hiç. İstedikleri zaman pek de güzel ve yerinde konuşuyorlardı. Katıldıkları bir eğlenceyi eksiksiz olarak veya komik bir fıkrayı nükteyle anlatabiliyorlar, tanıdıkları ile çekinmeden alay edebiliyorlardı.
Ne var ki erkekler geldiği zaman Jane artık onların ilgi odağı değildi. Bayan Bingley’nin gözleri hemen Darcy’ye yönelmişti ve tam bir şey söylemek için ağzını açacakken Darcy yürüyüp onu geçti. Doğrudan genç Bayan Bennet’ın yanına giderek kibarca ona geçmiş olsun dedi. Bay Hurst de hafifçe eğilerek ne kadar sevindiğini söyledi ama onunla uzun uzun ve hararetle ilgilenen Bay Bingley olmuştu. Neşeli ve ilgiliydi. İlk yarım saat, Jane oda değişikliğinden rahatsız olmasın diye ateşi güçlendirmekle geçti ve Jane, Bingley’nin isteği üzerine, kapıdan uzak olması için şöminenin diğer tarafına geçti. Ardından Bingley onun yanına oturdu ve başkasıyla pek konuşmadı. Karşı köşede el işine koyulan Elizabeth, olan biteni büyük bir keyifle izliyordu.
Çay bittiğinde Bay Hurst, baldızına oyun masasını hatırlattı ama boşuna… Baldızı, aldığı gizli istihbaratla Bay Darcy’nin kart oynamak istemediğini öğrenmişti. Bay Hurst kısa süre sonra açık açık kâğıt oynamak istediğini dile getirdiğinde bile karşılık alamadı. Bayan Caroline Bingley, eniştesini, kimsenin kâğıt oynamak niyetinde olmadığı konusunda ikna etti. Odadakilerin bu konuda ses çıkarmayışı da onun sözlerini onaylamış gibi oldu.
Bu durumda Bay Hurst’ün kanepeye uzanıp uyuklamak dışında yapacak bir şeyi kalmamıştı. Darcy eline bir kitap aldı, Bayan Bingley de aynısını yapmıştı, Bayan Hurst ise zamanının çoğunu bilezikleri ve yüzükleri ile oynamakla geçirirken ara sıra da kardeşinin Bayan Bennet ile olan sohbetine katılıyordu.
Bayan Bingley’nin dikkati, kitabını okumakta olan Bay Darcy’ye yoğunlaşmıştı, bir yandan da kendi kitabını okuyor ve sürekli ya bir şeyler soruyor ya da Darcy’nin sayfasına bakıyordu. Ama bir türlü onunla bir sohbet başlatamıyordu. Darcy sorularına kısaca cevap verip kitabını okumaya devam ediyordu. Sonunda sırf Darcy’nin kitabının ikinci bölümü diye seçtiği kitabından keyif almak için kendini zorlamaktan sıkılıp esneyerek, “Akşamı bu biçimde geçirmek ne güzel! Okumak gibisi yokmuş, buna karar verdim! Kitap şu dünyada insanı yorabilecek en son şey! Kendi evim olduğu zaman muhteşem bir kütüphane kurmazsam yazıklar olsun bana!” dedi.
Kimse karşılık vermedi. Ardından bir kez daha esnedi, kitabını bir kenara attı ve biraz eğlence bulmak umuduyla odayı şöyle bir süzdü; kardeşinin Bayan Bennet’a bir balodan bahsettiğini duyunca birden ona dönüp: “Hazır sözü geçmişken Charles, Netherfield’da balo düzenlemek konusunda gerçekten ciddi misin? Benden sana bir tavsiye; karar vermeden önce aramızda bulunan bazı kişilere mutlaka danış; bana kalırsa bazılarına balo, eğlenceden çok ceza gibi geliyor da…” dedi.
“Darcy’yi kastediyorsan eğer istiyorsa balo başlamadan gidip yatabilir. Baloya gelince, onun tarihi belirlendi bile ve Nicholls yeterli miktarda bademli çorba yapar yapmaz davetiyelerimi göndereceğim.” dedi Bay Bingley.
“Balolar daha farklı bir içeriğe sahip olsaydı kesinlikle daha çok zevk alırdım ama böyle toplantıların olağan gidişatında dayanılmaz derecede sıkıcı olan bir şey var. Eğer dans yerine sohbet odaklı olsaydı çok daha uygun olurdu.” diye karşılık verdi kardeşi.
“Çok daha uygun olurdu sanırım, sevgili Caroline, ama o zaman pek de baloya benzemezdi.”
Bayan Bingley cevap vermedi, az sonra da ayağa kalkıp odanın içinde yürümeye başladı. Zarif bir yapısı ve hoş bir yürüyüşü vardı ama etkilemeye çalıştığı Darcy inatla aralarındaki mesafeyi koruyordu. Duygularının verdiği çaresizlikle son bir girişimde bulundu ve Elizabeth’e dönerek dedi ki:
“Bayan Bennet, size de tıpkı benim gibi odada bir tur atmanızı öneririm. Aynı durumda o kadar oturduktan sonra çok rahatlatıcı oluyor, inanın bana.”
Elizabeth şaşırmıştı ama bu öneriye hemen uydu. Bayan Bingley inceliğiyle varmak istediği asıl hedefe ulaşmıştı. Bay Darcy başını kitaptan kaldırdı. Caroline’ın böyle dostane bir davranış sergilemesi onu en az Elizabeth kadar şaşırtmıştı. Farkında olmadan kitabını kapattı. Kendisine doğrudan ikiliye katılması teklif edilmişti ancak o, odadaki bu yürümenin arkasında iki muhtemel niyet sezdiğini ve onlara katılacak olursa bu niyetlerden birine müdahale etmiş olacağını öne sürerek teklifi reddetti. Ne demek istemişti? Caroline Bingley bu sözlerin ne anlama geldiğini öğrenmeye can atıyordu. Elizabeth’e sözlerinden bir anlam çıkarıp çıkarmadığını sordu.
“Hiçbir anlam çıkaramadım.” diye cevapladı Elizabeth, “Ama emin olun ki bize karşı sert davranmaya çalışıyor ve bu yaptığının ters tepmesinin tek yolu da bu konuda hiçbir şey sormamak olur.”
Ancak Bayan Bingley herhangi bir konuda Bay Darcy’yi bozmayı düşünmüyordu, bu yüzden de söz konusu iki niyet konusunda ısrarla ondan bir açıklama istedi.
“Açıklama yapmaya en ufak bir itirazım yok.” dedi Darcy, ağzını açma fırsatı bulur bulmaz, “Geceyi böyle geçirmeyi seçme nedeniniz ya birbirinize güveniyor olmanız ve konuşacak gizli şeylerinizin olması ya da en güzel görünüşünüzün yürürken ortaya çıktığının farkında olmanız. Eğer ilkiyse kesinlikle aranıza girmiş olurum, ikincisiyse de ateşin yanında oturarak sizi izlemek çok daha büyüleyici.”
“Ah! Şoktayım!” diye inledi Bayan Bingley, “Hiç bu kadar hınzırca bir şey duymamıştım. Nasıl cezalandırsak ki onu bu konuşması için?”
“Aklınıza koyduktan sonra daha basit ne var?” dedi Elizabeth, “Hepimiz birbirimizle uğraşabilir ve birbirimizi cezalandırabiliriz. Onunla dalga geçin, gülün. Samimi olan sizsiniz, nasıl yapılacağını sizin bilmeniz gerek.”
“Şerefim üzerine yemin ederim ki bilmiyorum! Emin olunuz, samimiyetim henüz bunu öğretmedi bana. Böyle sakin, laf altında kalmayan biriyle dalga geçmek! Hayır, hayır, işte o noktada bizi alt edebilir bence. Gülmeye gelince; dilerseniz ortada bir neden yokken gülmeye çalışarak kendimizi rezil etmeyelim. Bay Darcy’nin ekmeğine yağ sürmüş oluruz.”
“Bay Darcy’ye gülünmez, öyle mi?” diye haykırdı Elizabeth, “Bu ender görülür bir üstünlük doğrusu ve umarım öyle olmaya da devam eder, zira çevremdeki insanların çoğunun böyle olması benim için büyük kayıp olur. Gülmeye bayılırım da…”
“Bayan Bingley…” dedi Darcy, “Bana olabilecek en büyük övgüde bulundu. En aklı başında, en olgun kimseler, becerikli ve çok iyi adamlar bile, daha doğrusu onların çok yerinde olan en olgun hareketleri bile hayatta başlıca amacı alay etmek ve şaka yapmak olan biri tarafından gülünç bulunabilir.”
“Tabii ki…” diye cevapladı Elizabeth, “Var böyle insanlar ama umarım ben onlardan biri değilimdir. Umarım bilge veya iyi olanları alay konusu yapmıyorumdur. Ahmaklık, saçmalık, kapris ve tutarsızlık beni eğlendirir ve ben bunlara ne zaman olsa gülerim. Ama bana kalırsa bunların tamamı sizde olmayan şeyler.”
“Bu, sanırım kimse için mümkün olan bir şey değil. Ama ben yaşamım boyunca sık sık alay konusu olabilecek bu gibi zayıflıklardan kaçmaya çalıştım.”
“Kibir ve gurur gibi.”
“Doğru, kibir gerçekten de bir zayıflık ama gurur… Kişi gerçekten zekiyse gururunu her zaman iyi yönde kullanabilir.”
Elizabeth gülümsemesini saklamak için başını çevirdi.
“Bay Darcy’yi sorgulamanız bitti zannediyorum.” dedi Bayan Bingley, “Peki sonuç nedir?”
“Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Bay Darcy’nin hiçbir kusuru yok. O da bunu açıkça kabul ediyor.”
“Hayır.” dedi Darcy, “Böyle bir iddiam olmadı. Yeterince kusurum var ama hiçbiri, umuyorum ki zekâyla ilgili değil. Karakterimle övünecek değilim. Pek albenisi olduğu söylenemez, kesinlikle herkesin hoşuna gidecek türde değil. İnsanların ahmaklıklarını ve ahlaksızlıklarını veya bana karşı yaptıkları yanlışları gerektiği kadar çabuk unutamam. Duygularım kolay kolay kabarmaz. Kindar olduğum bile söylenebilir belki. Birinden bir kere soğudum mu onun hakkındaki fikirlerim bir daha değişmez.”
“Bu gerçekten bir kusur!” diye bağırdı Elizabeth, “Yatışmayan kin kişiliğe düşen bir gölgedir. Ama siz kusurunuzu gayet güzel seçmişsiniz. Ben bununla cidden dalga geçemem. Benden yana rahat olun.”
“Kanaatime göre herkesin yapısında kötülüğe meyil var; doğal bir kusur bu, en iyi eğitimin bile üstesinden gelemediği…”
“Ve sizin kusurunuz da herkesten nefret etme eğilimi.”
“Ve sizinki de…” diye cevapladı Darcy gülümseyerek, “İnsanları inadına yanlış anlamak.”
“Biraz müzik dinleyelim bakalım…” diyerek iç geçirdi Bayan Bingley, içinde yer almadığı bir konuşma onu sıkmıştı, “Louisa, Bay Hurst’ü uyandırırsam kusura bakmazsın değil mi?”
Kız kardeşinin buna en ufak bir itirazı yoktu. Ve piyano açıldı. Birkaç dakika boyunca olanları düşünen Darcy söylediklerinden pişman değildi. Elizabeth’e fazla ilgi göstermenin tehlikesini hissetmeye başlamıştı.

12
Kardeşiyle vardıkları kararın sonucu olarak Elizabeth ertesi sabah annesine mektup yazıp gün içinde arabanın kendilerine yollanmasını rica etti. Ama kızların ertesi salıya kadar Netherfield’da kalacaklarını, böylece Jane’in misafirliğinin bütün bir hafta süreceğini düşünmüş olan Bayan Bennet bu haberi sevinçle karşılayamadı. Bu nedenle verdiği cevap, özellikle eve dönmek için sabırsızlanan Elizabeth’in hoşuna gitmedi.
Bayan Bennet yolladığı mesajda arabanın salıdan önce yollanamayacağını belirtiyor, mektubunun sonuna iliştirdiği notla da Bay Bingley ve kız kardeşi, daha uzun kalmaları için ısrar edecek olurlarsa kendisi için hiçbir mahsuru olmayacağını ekliyordu. Ancak Elizabeth misafirliklerini uzatmama konusunda kesin kararlıydı ve kalmalarının teklif edilmesini beklemediği gibi aksine gereğinden fazla kaldıklarının düşünülmesinden korkuyordu; bu yüzden de hemen Jane’i, Bay Bingley’nin arabasını ödünç istemeye zorladı, enine boyuna konuştuktan sonra o sabah yola çıkmayı planladıklarını söylemeye karar verdiler, böylece araba rica edildi.
Bu karara herkes karşı çıktı. Jane’i hazırlamak için, hiç olmazsa ertesi güne dek kalmaları konusunda yeterince ısrar edildi. Sonunda da gidişlerinin ertesi güne ertelenmesine karar verilmişti. Ancak Bayan Bingley sonradan bu ısrarı için pişman olmuştu çünkü kardeşlerden birine duyduğu kıskançlık ve nefret, diğerine duyduğu sevgiyi fazlasıyla aşıyordu.
Evin sahibi bu kadar erken gidecekleri için gerçekten üzülmüştü ve sürekli Bayan Bennet’ı bunun kendisi için tehlikeli olacağına, henüz tam olarak iyileşmediğine ikna etmeye çalıştı; ama Jane haklı olduğunu düşündüğü zaman kararından dönmezdi.
Bay Darcy haberi hoşnutlukla karşıladı. Elizabeth Netherfield’da yeterince uzun kalmıştı. Kendisini rahatsızlık verecek kadar fazla etkilemişti. Ayrıca Bayan Bingley ona kaba davranıyor, kendisini de her zamankinden daha çok bunaltıyordu. Elizabeth’i beğendiğini gösteren bir harekette bulunmamaya özellikle dikkat etmek gibi akıllıca bir karara vardı. Genç kızda mutluluğunu etkileyecek bir konumda olduğu umudunu uyandırabilecek her şeyden sakınacaktı. Eğer böyle bir fikir uyandırdıysa son günkü davranışının bunun kuvvetlenmesinde veya yok edilmesinde büyük etkisi olacağını biliyordu.
Kararına sadık kalarak tüm cumartesi boyunca onunla taş çatlasa on kelime konuştu ve bir keresinde yarım saat boyunca yalnız kalmalarına karşın kendini yalnızca kitabına verdi; Elizabeth’e bakmadı bile.
Pazar günü, sabah ayininden sonra neredeyse hepsinin dört gözle beklediği ayrılık gerçekleşti. Bayan Bingley’nin Elizabeth’e gösterdiği nezaket de Jane’e olan sevgisi de bir anda artmıştı ve ayrılırlarken Jane’e, Longbourn’da veya Netherfield’da kendisini görmenin her zaman büyük bir zevk olacağını söyleyip kıza sevgiyle sarılırken Elizabeth’le bile el sıkışmıştı. Elizabeth büyük bir neşeyle herkese veda etti.
Evde anneleri onları pek de sıcak karşılamadı. Gelmeleri Bayan Bennet’ı telaşlandırmıştı. Bu kadar sıkıntı yarattıkları için onları ayıplamıştı, Jane’in yeniden üşüteceğinden de emindi. Ama babaları hoşnutluğunu pek az sözcükle belirtmiş olmasına karşın kızlarını görmüş olmaktan çok memnundu, onların aile içindeki önemini hissetmişti. Bir araya geldiklerinde ettikleri akşam sohbetleri, Jane ve Elizabeth’in yokluğunda canlılığını büyük ölçüde yitirmiş, anlamını neredeyse tamamen kaybetmişti.
İki kız, Mary’yi her zamanki gibi müzik ve insan doğası üzerine harıl harıl çalışırken buldular. Hayranlık uyandıracak yeni alıntıları, ders alınacak yeni adabımuaşeret gözlemleri vardı. Catherine ve Lydia’nın ise onlara verecek yeni haberleri vardı. Geçen çarşambadan beri alayda pek çok şey yapılmış, pek çok şey söylenmişti. Subayların birkaçı geçenlerde enişteleriyle yemek yemişti, bir ere dayak atılmıştı ve Albay Forster’ın evleneceğinden de ciddi bir şekilde bahsedilmişti.

13
Bay Bennet eşine, ertesi gün kahvaltı masasında, “Canım umarım bu akşam iyi bir yemek hazırlatıyorsunuzdur çünkü yemekte misafirimiz olacağını sanıyorum.” dedi.
“Kimi kastediyorsunuz hayatım? Benim beklediğim kimse yok, olur da Charlotte Lucas gelmezse… Sanırım benim yemeklerim onun için yeterince iyidir. Böylesini kendi evinde yediğini hiç sanmam.”
“Bahsettiğim kişi bir beyefendi ve yabancı biri.”
Bayan Bennet’ın gözleri parladı: “Bir beyefendi ve yabancı biri! Bay Bingley tabii ki! Jane, neden hiç haber vermedin, seni sinsi! Eh, Bay Bingley’yi görmek beni çok mutlu eder. Aman Tanrı’m! Şanssızlığa bak! Bugün balığımız yok! Lydia, bir tanem, zili çal. Hill’le konuşmam gerek, şimdi, hemen!”
“Bay Bingley değil.” dedi eşi, “Hayatım boyunca hiç görmediğim biri.”
Bu herkesin merakını uyandırmıştı ve Bay Bennet, eşi ile beş kızı tarafından aynı anda merakla sorguya çekilmenin keyfini çıkardı.
Onların merakıyla bir süre eğlendikten sonra açıklamasını yaptı: “Bir ay kadar önce bu mektubu aldım, ortada hemen ilgilenilmesi gereken hassas bir durum olduğu için de iki hafta kadar önce cevap yazdım. Mektup, yeğenim Bay Collins’tendi, yani ben ölünce canı istediği an sizi bu evden atabilecek olan adam.”
“Aman Tanrı’m!” diye haykırdı eşi, “Lafını duymaya bile dayanamıyorum! Lütfen o rezil adamın ismini anmayın. Bence dünyadaki en zor şey, mülkünün miras ipoteğiyle kendi çocuklarının elinden alınmasıdır ve eminim ki sizin yerinizde olsaydım uzun zaman önce bu konuyla ilgili bir şey yapardım.”
Jane ve Elizabeth, annelerine miras yasalarını anlatmaya çalıştılar. Bunu daha önce de sık sık yapmaya çalışmışlardı ancak Bayan Bennet bu konuda mantıklı davranamıyordu. Bir mülkün beş kızı olan bir aileden alınıp kimsenin umursamadığı bir adama verilmesinden dolayı yana yakıla şikâyet etmeyi sürdürdü.
“Pek tabii ki çok adaletsiz bir durum bu.” dedi Bay Bennet, “Ve hiçbir şey Bay Collins’i Longbourn’un vârisi olma suçundan kurtaramaz. Ama mektubunu dinleyecek olursanız belki kendini ifade ediş tarzı sizi biraz yumuşatabilir.”
“Hayır, eminim ki yumuşamam; ayrıca size mektup yazması da çok küstahça ve ikiyüzlüce. Böyle sahte dostluk gösterilerinden nefret ederim. Ne demeye o da babası gibi sizinle kavga etmiyor?”
“Haklısınız. Bu noktada bir oğula yakışır şekilde kararsız kaldığı anlaşılıyor, dinleyin:

Hunsford, Westerham yakınları, Kent, 15 Ekim
Sayın Beyefendi,
Siz ve rahmetli sevgili babam arasındaki münakaşa beni oldum olası çok rahatsız etmiştir ve onu kaybettiğim kara günden beri pek çok kez bu anlaşmazlığı düzeltmek istedim. Ama kendi kuşkularım beni bir süre bundan alıkoydu. Babamın çatışmaktan her zaman büyük zevk aldığı biriyle iyi ilişkiler kurarak onun anısına saygısızlık etmekten korktum.”
Bay Bennet burada eşine dönerek, “İşitiyor musunuz Bayan Bennet?” dedikten sonra mektuba devam etti:

“Ancak bu konudaki kararımı verdim; Paskalya’da papazlığa atandım ve Sör Lewis de Bourgh’ün dul eşi saygıdeğer Catherine de Bourgh’ün himayesine girme ayrıcalığına mazhar oldum; kendileri cömertliği ve yardımseverliğiyle beni bu bölgenin papazlığını yapma görevine layık gördüler. Büyük bir istekle devralacağım bu görevde hanımefendiye duyacağım saygı ve minnettarlık ile İngiltere Kilisesi tarafından tayin edilen ayin ve törenleri düzenleyeceğim. Ayrıca bir din adamı olarak etki alanım içindeki tüm ailelerde huzuru sağlamanın ve korumanın görevim olduğunu düşünüyorum. Tüm bu durumlar sebebiyle iyi niyetli girişimimin samimiyetinden kuşku duymayacağınızı ve Longbourn’daki mülkünüzün yeni mirasçısı olmamı görmezden geleceğinizi umarak uzattığım bu zeytin dalını geri çevirmemenizi diliyorum. Sevgili kızlarınızın incinmesine yol açmak bana yalnızca üzüntü verir. Bunun için özür dilememe izin veriniz. Ayrıca sizi temin ederim ki bu konuda kızlarınızın her türlü zararını telafi etmeye hazırım. Ama bunu sonra konuşalım. Evinize konuk olmamda bir sakınca yoksa 18 Kasım Pazartesi günü saat dört civarında sizin ve ailenizin huzurunda bulunma ve gelecek cumartesi akşamına kadar konukseverliğinize layık olma mutluluğunu yaşamak istiyorum. Sağ olsun Leydi Catherine, başka bir papaz görevimi sürdürdüğü sürece pazar günleri işimin başında bulunmamama itiraz etmiyor. Eşiniz ve kızlarınıza en içten saygılarımla, duacınız ve dostunuz William Collins.”
“Bu yüzden, saat dörtte barışmak isteyen bu beyefendiyi konuk edebiliriz.” dedi Bay Bennet mektubu katlarken, “Vicdan sahibi ve çok kibar bir genç adama benziyor, çok değerli bir ahbaplığımız olacağından kuşkum yok, özellikle de bizi yeniden ziyaret etmesi konusunda Leydi Catherine bu kadar anlayışlı ise…”
“Kızlarla ilgili söyledikleri çok anlamlı. Eğer onlarla ilgili bir yardım niyeti varsa ona engel olmam.”
“Her ne kadar gönlümüzü nasıl almayı düşündüğünü tahmin etmek zor olsa da bu dileği iyi niyetini gösterir.” dedi Jane.
Elizabeth adamın en çok Leydi Catherine’e olan olağanüstü saygısından ve kilisesine gelecek insanları gerektiği zaman vaftiz edecek, evlendirecek ve defin işlemlerini yapacak olmasından etkilenmişti.
“Tuhaf birine benziyor bence.” dedi, “Çözemedim. Üslubunda fazla havalı olan bir şey var. Ayrıca yeni mirasçı olduğu için özür dilemekten kastı ne olabilir? Öyle bile olsa yardım edeceğini düşünemeyiz. Sizce gerçekten duyarlı bir adam olabilir mi efendim?”
“Hayır hayatım, sanmam. İçimden bir ses tam tersi bir adamla karşılaşacağımızı söylüyor. Mektubunda itaatkârlık ve kibir karışımı bir hava var ki bu da oldukça mantıklı. Onu görmek için sabırsızlanıyorum.”
“Kompozisyon bakımından mektubu pek kusurlu görünmüyor. Zeytin dalı fikri pek de yeni değil ama bence çok iyi ifade edilmiş.” dedi Mary.
Catherine ve Lydia’ya göre mektup ve yazarı zerre kadar ilginç değildi. Kuzenlerinin kırmızı ceketli bir üniformayla gelmesi neredeyse imkânsızdı; oysa haftalardan beri başka renkte giyinmiş bir erkeğin arkadaşlığından keyif almıyorlardı. Annelerine gelince, Bay Collins’in mektubu onun kötü düşüncelerini büyük ölçüde gidermişti; konuğunu, eşi ve kızlarını şaşırtacak bir soğukkanlılıkla bekliyordu.
Bay Collins tam da belirttiği saatte gelmiş ve tüm aile tarafından büyük bir nezaketle karşılanmıştı. Bay Bennet az konuşmuştu ama hanımlar muhabbete dünden razıydı. Bay Collins’in de bu yolda ne teşvik beklediği ne de susmaya niyetli olduğu görülüyordu. Uzun boylu, iri yapılı, yirmi beş yaşında, genç bir adamdı. Ağırbaşlı ve haşmetli bir havası vardı, davranışları da çok resmî idi. Oturduktan kısa süre sonra Bayan Bennet’a böyle hoş kızlardan oluşan bir ailesi olduğu için uzun uzun övgüde bulunmuş; kızlarının güzelliğini çok duyduğunu ama o anda duyduklarının gördüklerinin yanında hiçbir şey olduğunu söylemiş; annelerinin, zamanı gelince hepsinin kaderinde iyi birer evlilik yapmak olduğunu göreceğinden kuşkusu olmadığını da eklemişti. Bu iltifatlar, bütün dinleyicilerin zevkine uymuyordu ama her türlü övgüye açık olan Bayan Bennet karşılık vermeye dünden razıydı:
“Çok naziksiniz beyefendi, böyle olacağından eminim ve bütün kalbimle bir an önce bunun gerçekleşmesini diliyorum, yoksa yoksulluk çekecekler. Durum pek tuhaf!”
“Sanırım bu evin ipoteğini kastediyorsunuz.”
“Ah! Bayım, doğrusunu isterseniz evet. Bu, kızlarım için çok ağır bir durum, kabul etmelisiniz ki… Suçu size atıyor değilim, biliyorum ki dünyada bu işler kısmet işi. Miras nasıl ipoteğe girer ve elden çıkar, hiç anlamıyorum.”
“Nazik kuzinlerimin yaşadığı zorluğun farkındayım ve bu konuda söylenebilecek çok şey var. Ama aceleci ve küstah olmamaya da özen gösteriyorum. Ancak sizi temin ederim ki ben buraya genç hanımlara beğenmeye hazır olarak geldim. Şu anda daha fazlasını söylemeyeyim ama belki birbirimizi biraz daha iyi tanıdığımızda…”
Yemek zili çaldığından sözü kesildi, kızlar da birbirlerine bakıp gülümsediler. Bay Collins’in hayranlığını kazanan yalnızca onlar değildi. Salon, yemek odası ve tüm mobilya incelenmiş ve övülmüştü; onun her şeyi beğenmesi, bütün bunları gelecekteki mal varlığı olarak gördüğü düşüncesi keyfini kaçırmasaydı Bayan Bennet’ın kalbini fethedebilirdi. Sırası gelince yemek de övgüden nasibini aldı, Collins bu muhteşem aşçılığı hangi zarif kuzinine borçlu olduğunu öğrenmek için hayli üsteledi. Ancak bu noktada Bayan Bennet kendisine gelerek biraz sert bir dille aşçı tutabilecek güçlerinin olduğunu ve kızlarının hiçbirinin mutfakla işi olmadığını dile getirdi. Collins onu incittiği için af diledi. Bayan Bennet ses tonunu biraz yumuşatarak hiç kırılmadığını söylese de özürler çeyrek saat boyunca sürdü.

14
Yemek süresince Bay Bennet neredeyse hiç konuşmamıştı. Ama hizmetkârlar çekilince misafiriyle biraz sohbet etmenin zamanının geldiğini düşündü, bu yüzden de seve seve konuşacağına inandığı için, Collins’in, onu himayesine alan hanım bakımından ne kadar şanslı olduğundan söz açtı. Leydi Catherine de Bourgh’ün onun isteklerine olan dikkati ve onu rahat ettirme çabası olağanüstüydü. Bay Bennet daha iyi bir konu seçemezdi. Bay Collins kadına övgüler yağdırdı. Konu ilerledikçe kendinden geçiyor, önemli bir adam edasıyla yaşamı boyunca mevki sahibi hiç kimsenin kendisine böyle davranmadığından, Leydi Catherine’den gördüğü nezaket ve lütfu kimseden görmediğinden söz ediyordu. Onun huzurunda verme şerefine nail olduğu her iki vaazı da tüm merhametiyle onaylamasından büyük bir memnuniyet duymuştu. Ayrıca onu iki kez Rosings’te yemeğe ve daha geçen cumartesi akşamı kadril karesini tamamlamak üzere davet etmişti. Leydi Catherine’e onu tanıyan pek çok kişi tarafından kendini beğenmiş gözüyle bakılıyordu ama Collins’in onda tek gördüğü tatlılık olmuştu. Onunla, tüm beylerle nasıl konuşuyorsa öyle konuşuyor, ne o yörenin topluluğuyla kaynaşmasına ne de akrabalarını ziyaret edebilmesi için duruma göre bir veya iki haftalığına bölgesinden uzaklaşmasına en ufak bir itirazda bulunuyordu. Hatta seçimini sağduyuyla yapması koşuluyla en kısa zamanda evlenmesini öğütlemeye bile tenezzül etmişti. Bir keresinde de mütevazı evine ziyarette bulunmuş ve yaptığı tüm değişiklikleri istisnasız onaylamış, üstelik lütfedip kendisi de birkaç öneride bulunmuş, üst kattaki dolaplardan birkaç rafı kaldırmasını söylemişti.
“Bütün bunlar çok yerli yerinde ve kibar davranışlar eminim ki…” dedi Bayan Bennet, “Ve söylemeden de edemeyeceğim, çok ince bir hanımmış. Ne acıdır ki önemli hanımlar genellikle onun gibi değiller. Peki size yakın bir yerde mi oturuyor beyefendi?”
“Fakirhanemin bulunduğu bahçe, hanımefendinin konutu olan Rosings Köşkü’nden yalnızca dar bir geçitle ayrılıyor.”
“Sanırım onun dul olduğunu söylemiştiniz beyefendi. Ailesi var mı peki?”
“Tek bir kızı var yalnızca, Rosings’in ve muhteşem bir mülkün vârisi.”
“Ah!” diye inledi Bayan Bennet başını sallayarak, “Pek çok kızdan daha iyi bir durumda o zaman. Nasıl bir kız peki? Güzel mi?”
“Gerçekten de çok çekici bir kız. Leydi Catherine’in kendisi de diyor ki gerçek güzellik bakımından Bayan de Bourgh en güzel kadından daha güzelmiş; çünkü yüz ifadelerinde doğuştan ayrıcalıklı bir genç kadın havası varmış. Ancak ne yazık ki hasta bir bünyesi var, bu da onu normalde kesin başarılar elde edeceği pek çok becerisini geliştirmekten alıkoyuyor; ben de eğitimini sağlayan ve hâlâ onlarla kalan hanımdan duydum. Fakat son derece cana yakındır, sık sık küçük faytonu ve midillileriyle fakirhanemin yanından geçme lütfunda bulunur.”
“Kraliçeye takdim edilmiş miydi? Saraydaki hanımlar arasında onun ismini hatırlamıyorum.”
“Kötü sağlığı yüzünden istemese de şehir dışında kalmak zorunda ve bu yüzden de Leydi Catherine’e bir gün şahsen söylediğim üzere İngiliz Sarayı en parlak ziynet taşından mahrum durumda. Leydi bu benzetmeden hoşnut kaldı; hanımların her zaman hoşuna gidecek bu küçük iltifatları her fırsatta onlara sunmaktan memnuniyet duyduğumu tahmin ediyorsunuzdur. Leydi Catherine’e güzel kızının sanki düşes olmak için doğduğunu ve en yüksek zümrenin bile onu ihya etmek yerine onun tarafından ihya edileceğini birden çok kez söylemişimdir. Bunlar hanımefendileri mutlu edecek türden küçük şeyler ve böyle bir ilgiyi göstermeyi kendime görev bilirim.”
“Çok doğru bir davranış.” dedi Bay Bennet, “Ve ne mutlu size ki nazik iltifatlar etme yeteneğine sahipsiniz. Sorabilir miyim acaba, bu hoş ilgi o anın etkisiyle mi ortaya çıkıyor, yoksa önceden provasını yaptığınız bir şey mi?”
“Çoğunlukla o an yaşananlardan ortaya çıkıyor, her ne kadar arada sırada günlük durumlara uyarlanabilecek böyle küçük, şık iltifatlar düşünüp düzenleyerek kendi kendime eğlensem de onlara her zaman mümkün olduğunca üzerinde çalışılmamış gibi bir hava katmak isterim.”
Bay Bennet’ın beklentileri tamamen karşılanmıştı. Yeğeni umduğu kadar aptaldı ve onu son derece eğlenerek dinlemiş, aynı zamanda yüz ifadesindeki ciddiyeti de bozmamıştı. Elizabeth’e tesadüfen attığı bir bakış dışında keyfine ortak da aramamıştı.
Yine de çay saatine dek bu kadarı yeterliydi. Bay Bennet konuğunu tekrar oturma odasında ağırlamaktan ve çay bittikten sonra da hanımlara bir şeyler okuması için davet etmekten memnuniyet duymuştu. Bay Collins buna dünden razıydı, hemen bir kitap bulundu. Ama halk kütüphanesinden alındığı her hâlinden belli olan kitabı görür görmez irkildi ve özür dileyerek hiç roman okumadığını söyledi. Kitty ona dik dik baktı, Lydia ise hafif bir çığlık atarak tepki gösterdi. Böylelikle raftan başka kitaplar indirildi, biraz düşünüldükten sonra Fordyce’ın “Vaazlar”ında[4 - Dr. James Fordyce’ın “Genç Kadınlara Vaazlar” isimli, 1766 basımı, iki ciltlik kitabından bahsediliyor (ç.n.).] karar kılındı. Adam daha ilk cildi açtığında Lydia esniyordu, tekdüze bir ciddiyetiyle daha üç sayfa okumamıştı ki onun sözünü kesti:
“Biliyor musunuz anne, Philips enişte, Richard’ı geri döndürmekten bahsediyor, eğer bunu başarırsa Albay Forster onu işe alacak. Teyzem cumartesi günü kendi söyledi. Yarın Meryton’a gidip işin aslını astarını öğreneceğim, bir de Bay Danny şehirden ne zaman dönecekmiş onu soracağım.”
Lydia’ya iki ablası çenesini tutmasını söylese de oldukça alınan ama Bay Collins, kitabını bir kenara bırakıp dedi ki:
“Küçük hanımların ciddi kitaplara olan ilgisinin -sırf onların iyiliği için yazılmış olmalarına karşın- ne kadar az olduğunu sık sık gözlemliyorum. İtiraf etmeliyim ki bu beni çok şaşırtıyor, öğrenim kadar onların yararına olan bir şey daha olamaz, kesinlikle! Ama genç kuzinimi daha fazla sıkmayacağım.”
Daha sonra Bay Bennet’a dönerek ona tavlada meydan okudu. Bay Bennet bu teklifi kabul etti. Collins’in, kızları basit eğlenceleriyle baş başa bırakışını zekice bulmuştu. Bayan Bennet ve kızları, Lydia’nın kabalığı için utana sıkıla özür dilediler ve bunun bir daha olmayacağına dair söz vererek kitabına kaldığı yerden devam etmesini istediler. Ama Bay Collins genç kuzinine hiç darılmadığı ve hareketini kabalık olarak algılamadığı konusunda ikna ederek Bay Bennet’la birlikte başka bir masaya oturdu ve tavla oynamaya hazırlandı.

15
Bay Collins akıllı bir adam değildi. Tabiatındaki yoksunluk, eğitimle ya da yetiştirilme biçimiyle pek de giderilmemişti. Yaşamının büyük bir kısmını okuma yazma bilmeyen ve cimri bir babanın himayesinde geçirmişti. Öte yandan bir üniversiteye kabul edilmiş olmasına karşın yalnızca devam zorunluluğunu yerine getirdiği için ne işe yarar bir bilgi edinmiş ne de faydalı olabilecek arkadaşlıklar kurmuştu. Babasının onu yetiştirirken üzerinde kurduğu otorite aslında ona ezik bir kişilik kazandırmış ancak şimdi bunun yerini, inzivaya çekilmiş, erken ve beklenmedik bir başarının tadını çıkartan zayıf bir kafanın kendini beğenmişliği almıştı. Hunsford’da işsizken iyi bir rastlantı onu Lady Catherine de Bourgh’ün karşısına çıkarmış, onun yüksek konumuna duyduğu saygı ve kollayıcısı olarak duyduğu minnet, kendisini, din adamlığını ve papazlık haklarını pek bir önemsemesiyle harmanlanarak ortaya gurur, dalkavukluk, caka ve eziklik alaşımı bir karakter çıkarmıştı.
Artık iyi bir evi ve fazlasıyla yeterli bir maaşı olduğu için evlenmeye niyetleniyordu. Longbourn’daki aileyle barışma çabasının arkasındaki neden de eş bulmaktı. Eğer çevresinden duyduğu kadar güzel ve cana yakın olduklarına kanaat getirirse niyeti kızlardan birini seçmekti. Babalarının evinin mirasçısı olmasına karşılık böyle bir yardımda bulunmayı, durumu “düzeltmeyi” planlıyordu ve bu planı kusursuz buluyordu. Hem duruma çok uygun hem de pek yerindeydi, kendi açısından da oldukça cömert ve çıkarsızdı.
Planı onları görünce değişmedi. Genç Bayan Bennet’ın güzel yüzü düşüncelerini pekiştirdi ve yaşça en büyük olmasına da dayanarak fikrini belirledi; ilk akşam Jane’de karar kılmıştı. Ancak ertesi sabah Bayan Bennet’la kahvaltıdan önce yaptığı, papaz eviyle başlayıp doğal olarak kendine aradığı eşin Longbourn’dan çıkabileceği umudunu belirtmesiyle süren, Bayan Bennet’ın hoşgörülü gülümsemeleri ve genel anlamda yüreklendirmeleri eşliğinde adama Jane’den kesinlikle uzak durmasını söylediği on beş dakikalık baş başa konuşmadan sonra fikri değişmişti. Küçük kızları için bir şey söylemenin kendisine düşmeyeceğini, kesin bir cevap veremeyeceğini ama herhangi bir ön yargı da taşımadığını, en büyük kızının ise çok yakında nişanlanacağını söylemeden de edemiyordu.
Bay Collins’in yapması gereken tek değişiklik, Bayan Bennet ateşi karıştırırken çok kısa bir sürede gerçekleşmiş ve Jane’den Elizabeth’e yönelmişti. Yaş ve güzellik olarak Jane’in hemen arkasından gelen Elizabeth elbette onun yerini almıştı.
Bayan Bennet bunu sevinçle karşıladı, kısa sürede iki kızının birden mürüvvetini göreceğinden emindi, daha bir gün önce ismini anmaya bile tahammül edemediği adam artık başının tacıydı.
Lydia’nın Meryton’a yürüme isteği unutulmamıştı. Mary dışındaki tüm kardeşleri ona eşlik etmeyi kabul etti. Bay Collins de ondan kurtulmak ve kütüphanesiyle baş başa kalmak için can atan Bay Bennet’ın ricası üzerine onlarla gidecekti; kendisini kahvaltıdan kalktıktan sonra kütüphaneye dek takip etmiş, koleksiyondaki en büyük kitaplardan biriyle ilgileniyor gibi görünse de aslında hiç durmadan Hunsford’daki evden ve bahçesinden bahsetmişti. Bu tarz davranışlar Bay Bennet’ı çok sinirlendirirdi. Kütüphanesindeyken kendine ayıracağı zaman ve dinginlikten her zaman emin olurdu ve Elizabeth’e söylediği gibi evdeki diğer odaların hepsinde aptallık ve kibirle karşılaşmaya hazır olmasına karşın burada bunlardan uzak durmaya alışmıştı. Bu yüzden de Bay Collins’i kızlarının yürüyüşüne davet etme nezaketini göstermekte aceleci davranmıştı; yürüyüş yapmayı okumaktan daha çok seven Bay Collins de dev kitabını kapatıp onlarla gitmekten büyük zevk duymuştu.
Boş boş övünüp duran Collins ve nezaketen onu onaylayan kuzinleri, Meryton’a gidene dek birlikte zaman geçirdiler. Oraya vardıkları zaman gençlerin ilgisi artık Collins’in üzerinde değildi. Gözleri fıldır fıldır subayları arıyordu ve mağaza vitrininde görecekleri çok şık bir şapka veya en yenisinden bir muslin dışında hiçbir şey bu ilgiyi dağıtamazdı.
Ama kısa süre sonra bütün hanımların ilgisi, daha önce hiç görmedikleri, çok efendi görünümlü, yolun diğer tarafında bir subayla yürüyen genç bir adama yöneldi. Subay, Lydia’nın Londra’dan dönüşünü merak ettiği Bay Denny’den başkası değildi, geçerken onlara başıyla selam verdi. Bu yabancı erkeğin endamıyla çarpılmışlardı, hepsi onun kim olduğunu merak ediyordu. Bu sorunun cevabını bulmaya kararlı olan Kitty ile Lydia karşı dükkândan bir şey almak istiyormuş gibi yapıp sokağın karşısına geçtiler ve şans eseri tam da kaldırıma çıktıkları sırada iki beyefendi aynı noktaya geldiler. Bay Denny doğrudan onlara seslenerek arkadaşı Bay Wickham’ı tanıtmak için izin istedi; kendisi önceki gün onunla birlikte şehirden dönmüştü ve Denny onun alaylarında subay olmayı kabul ettiğini söylemekten mutluluk duyuyordu. Olması gereken tam da buydu; çünkü genç adamın kusursuz görkemini tamamlamak için üzerinde bir üniforması eksikti. Pek alımlıydı ve her bakımdan çok çekiciydi; hoş bir yüz, yerinde bir boy bos ve gayet tatlı bir konuşma tarzı… Tanışma faslının ardından genç adam muhabbet etmeye ne kadar istekli olduğunu gösterdi. Ama bu tavrında aynı anda hem ölçülü hem de alçak gönüllüydü. Grubun tamamı ayakta dikilmiş güzel güzel muhabbet ederken at sesleriyle irkildiler, Darcy ve Bingley sokaktan aşağı iniyordu. Topluluktaki hanımları fark edince iki beyefendi onlara doğru yönelip olağan kibarlıklarını gösterdiler. Baş konuşmacı Bay Bingley, sohbetin ana konusu da genç Bayan Bennet idi. O sırada Bingley, kendisinin de hanımefendinin sağlığını sormak için Longbourn yollarında olduğunu söyledi. Bay Darcy de bunu hafifçe eğilerek onayladı ve tam da gözlerini Elizabeth’e dikmemeye karar vermişti ki yabancı adamın varlığıyla birdenbire donakalmaları ve Elizabeth’in, her ikisinin de karşılaşmanın şaşkınlığıyla birbirine baktığını görmesi bir oldu. Her ikisinin de rengi değişivermişti, biri bembeyaz, diğeri kıpkırmızı kesilmişti. Bir süre sonra Bay Wickham şapkasına dokundu, Bay Darcy’nin karşılık verme lütfunu gösterdiği bir selamdı bu. Bunun anlamı ne olabilirdi? Hayal etmesi imkânsızdı, öğrenmek için sabırsızlanmamak da imkânsızdı.
Biraz sonra arkadaşıyla birlikte yola koyulurken Bay Bingley olanın bitenin farkına varmış gibi görünmüyordu.
Bay Denny ve Bay Wickham, genç hanımlarla birlikte Bay Philips’in evinin kapısına doğru yürüdüler ve Bayan Lydia’nın içeri girme ısrarlarına, hatta Bayan Philips’in salon penceresini açıp bu daveti yinelemesine karşın selamlarını verip oradan ayrıldılar.
Bayan Philips, yeğenlerini görmekten her zaman mutluluk duyardı, son zamanlarda ona pek uğramayan en büyük iki yeğenini büyük bir sevinçle karşıladı. Arabayla gelmemelerinden dolayı sürpriz bir ziyaret olmuştu. Sokakta Bay Jones’un çırağına rastlayıp da ondan Bennet hanımlar geleceği için Netherfield’a ilaç yollamayacaklarını duymuş olmasaydı hiç haberinin olmayacağı bu ani ziyarete ne kadar şaşırdığını sevinçle yineleyip duruyordu ki tam o esnada Jane tarafından takdim edilen Bay Collins de zarifliğinden nasibini aldı. Onu olabilecek en kibar hâliyle karşıladı, çok daha fazlasını da karşılık olarak gördü. Bay Collins, kendisini tanımadıkları hâlde davetsiz bir misafir olarak geldiği için özür diledi; gerçi bu durumun, kendisini onunla tanıştıran genç hanımlarla olan onur verici akrabalığı ile telafi edileceğini düşünüyordu. Bayan Philips böyle bir beyefendilik karşısında mest olmuştu ama bir yabancı hakkındaki gözlemleri;
hakkında, yeğenlerinin zaten bildiği şeylerden fazlasını anlatamayacağı başka bir yabancıya dair sorular ve nidalarla kesildi. Bay Denny ile beraber Londra’dan gelmişti, yakında …shire’da teğmen olacaktı, tüm bildiği bunlardan ibaretti. Söylediğine göre son bir saattir onun yolu boydan boya katedişini izliyordu ve Bay Wickham ortaya çıkmış olsaydı, Kitty ve Lydia da izleme işini kesinlikle sürdürürdü. Ama ne yazık ki yabancı adamla karşılaştırıldığında “aptal, itici herifler”den öteye gidemeyecek birkaç subay dışında kimsenin geçtiği yoktu. Bunların kimileri Philips’lerle ertesi gün yemek yiyecekti ve teyzeleri, Longbourn’lu aile akşam gelecek olursa eşini Bay Wickham’a yollayıp onu da davet ettireceğine söz verdi. Anlaşma sağlanmıştı ve Bayan Philips şamatalı, güzel bir ödüllü kart oyunu oynayacakları, ardından da sıcak bir yemek yiyecekleri haberini verdi. Bunlar kulağa çok güzel gelen şeylerdi, ayrılırken karşılıklı güzel hisler içindeydiler. Bay Collins odadan ayrılırken özürlerini yineledi ve dur durak bilmeyen bir kibarlıkla özre hiç gerek olmadığı konusunda ikna edildi.
Eve yürürlerken Elizabeth, Jane’e iki beyin birbirlerine karşı tavırlarını anlattı, bir hata yapmış gibi görünselerdi Jane birini ya da ikisini birden savunmaya geçerdi ama o da bu davranışa kardeşinden daha fazla anlam veremedi.
Döndüklerinde Bay Collins, Bayan Philips’in davranışlarına ve kibarlığına övgüler yağdırarak Bayan Bennet’ı hayli mutlu etti. Lady Catherine ve kızını saymazsa ömründe daha zarif bir hanım görmediğini söyledi. Onu sadece müthiş bir kibarlıkla karşılamakla kalmamış, üstüne basa basa ertesi akşamki davete de çağırmıştı, hem de kendisini o ana dek hiç tanımadığı hâlde. Bennet’larla olan akrabalığı bir parça etkili olmuştu belki ama yine de hayatında öyle ilgi alaka görmemişti.

16
Gençlerin teyzeleriyle olan sözleşmelerine itiraz edilmediği, Bay Collins’in de Bay ve Bayan Bennet’tan bir akşamlığına bile ayrılmak konusundaki tedirginliğine kuvvetle karşı koyulduğu için araba hazırlandı, o ve beş kuzini uygun bir saatte Meryton’a vardılar. Kızlar oturma odasına girerken, Bay Wickham’ın eniştelerinin davetini kabul ettiğini ve o sırada evde olduğunu sevinçle öğrendiler.
Bu bilgi verildiği ve hepsi koltuklarına yerleştiği sırada Bay Collins etrafı incelemekle meşguldü; dairenin genişliğine ve döşenmesine öyle hayran olmuştu ki kendini az kalsın Rosings’teki küçük kahvaltı salonunda sanacağını söyledi. Bu karşılaştırma önce pek takdir toplamadıysa da Bayan Philips ondan Lady Catherine’in oturma odalarından sadece birinin tarifini dinleyip, yalnızca şöminenin sekiz yüz paunda mal olduğunu, Rosings’in neresi ve sahibinin kim olduğunu öğrenince iltifatın büyüklüğünü hissetti; hizmetçi odasıyla karşılaştırılsa bile gücenmezdi artık.
Bay Collins, beyler yanlarına gelinceye dek Lady Catherine’in ve malikânesinin ihtişamını tarif edip, fırsatını buldukça da kendi mütevazı fakirhanesinden ve geçirmekte olduğu tadilattan bahsederken hâlinden gayet memnundu. Duyduklarından sonra adama verdiği değer daha da artan ve öğrendiklerini ilk fırsatta tüm komşularına yaymak için can atan Bayan Philips, ona göre çok dikkatli bir dinleyiciydi.
Kuzenlerini dinlemeye tahammül edemeyen ve piyano olsaydı diye hayıflanıp şöminenin üzerinde duran uyduruk, taklit porselen heykelleri incelemekten başka yapacak bir iş bulamayan genç kızlar için bu bekleme süresi fazla uzun gelmişti. Ama sonunda bekleyiş sona erdi. Beyler göründüler ve Bay Wickham odaya girdiğinde Elizabeth ilk gördüğünden beri ona duyduğu hayranlığın en ufak bir mantıksızlık taşımadığını hissetti.
…shire subayları genelde oldukça kibar ve beyefendi idiler, en seçmeleri de o an oradaydı. Ama nasıl ki onlar arkalarından nefesi Porto şarabı koka koka odaya giren yayvan suratlı, şişman Philips eniştelerinden üstünseler, Bay Wickham da kişiliği, yüzü, havası ve yürüyüşüyle bu subayların hepsinden açık ara öndeydi. Salonun mutlu adamı, bütün kadınların bakışlarını üzerine çeken Bay Wickham’dı; salonun mutlu kadını da sonunda onun yanına oturmayı başaran Elizabeth. Konuşurken hemen büründüğü yumuşak tavır, her ne kadar yalnızca gecenin rutubetli olduğundan ve yağmurlu bir mevsim ihtimalinden bahsetse de en bayağı, en saçma ve en bayat konunun bile konuşmacının becerisi ile ilginç olabildiği kanaatini uyandırdı.
Bay Wickham ve subaylar gibi, hanımların dikkatini çeken rakipler karşısında Bay Collins unutulmuştu âdeta, genç kızlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Yine de ara sıra onun sözlerini nezaketle dinleyen Bayan Philips’in ikramları sayesinde, en çok kahve içen ve kek yiyen de o oldu. Oyun masaları kurulduğunda Collins de whist oyununa oturarak onun ikramlarına karşılık verme fırsatı buldu.
“Bu oyunu şimdilik çok az biliyorum.” dedi, “Ama ilerletirsem çok sevinirim çünkü benim durumumda…” Bayan Philips bu iltifattan çok memnundu; ama ileri süreceği nedenleri dinleyecek zamanı yoktu.
Bay Wickham whist oynamıyordu, zaten diğer masada Lydia ve Elizabeth onu aralarına almaya dünden razıydılar. Israrla konuşma huyu olduğundan, başta Lydia’nın onu tamamen kendi tekeline alma tehlikesi baş göstermişti ama kart oyununa da aynı derecede düşkün olduğu için çok geçmeden kendini oyuna kaptırdı. Heyecanla bahis tutup ödüller çıktıkça bağırmaktan, kimseye özel ilgi gösterecek hâli kalmamıştı. Bu nedenle oyunun olağan taleplerine uyan Wickham, Elizabeth ile konuşmaya zaman buluyordu, o da her ne kadar asıl konuşmak istediği konu olan, Wickham’ın Darcy ile tanışıklığından söz edeceğini hiç ummasa da adamı dinlemeye can atıyordu. Kendisi Darcy’nin ismini bile anmaya cesaret edemedi ama hiç beklemediği bir anda merakı gideriliverdi. Bay Wickham konuyu kendisi açtı. Netherfield’ın Meryton’dan ne kadar uzakta olduğunu sordu ve aldığı cevabın ardından çekingen bir tavırla Bay Darcy’nin ne kadar zamandır orada bulunduğunu sordu.
Elizabeth, “Bir ay kadar.” diye cevap verdi ve sonra konunun kapanmasını istemediği için, “Anladığım kadarıyla Bay Darcy, Derbyshire’da büyük bir mülk sahibi.” diye de ekledi.
“Evet.” diye karşılık verdi Wickham, “Oradaki malikânesi gerçekten muhteşem. Senelik geliri net on bin… Bu adam hakkında size belli konularda benden daha iyi bilgi verebilecek birini bulamazsınız; çünkü çok küçük yaşlarımdan beri onun ailesiyle yakın bir ilişkim vardır.”
Elizabeth şaştı kaldı.
“Dün karşılaştığımızda birbirimize ne kadar soğuk davrandığımızı gördükten sonra bu bilgiye bayağı şaşırmış olmalısınız Bayan Bennet. Bay Darcy ile çok mu yakınsınız?”
“Olmasını isteyeceğim kadar.” diye içtenlikle cevap verdi Elizabeth, “Onunla aynı evde dört gün geçirdim ve kendisini son derece sevimsiz buldum!”
“Sevimli midir, değil midir bu konuda fikir beyan etme hakkım yok. Bu bana düşmez. Hakkında tarafsız bir hüküm veremeyecek kadar uzun zamandır tanıyorum onu. Tarafsız olmam imkânsız ama onun hakkındaki fikrinizin duyanları şaşırtacağını sanıyorum. Belki de başka yerlerde, bu konuda bu kadar açık konuşmazsınız. Sonuçta burada kendi ailenizin içindesiniz.” dedi Wickham.
“İnanın, Netherfield dışında, bu çevredeki her evde, burada söylediklerimden daha azını söylemem. Bay Darcy, Hertfordshire’da hiç sevilmiyor. Gururu herkesi iğrendiriyor. Hakkında kimsenin benden daha olumlu söz ettiğini duyamazsınız.”
Wickham, bir süre araya giren başka konuşmaların ardından, “Ne ona ne de başkasına hak ettiğinden fazla itibar edilmediğini gördüğüm zaman üzülürüm dersem yalan olur. Ama sanırım Darcy söz konusu olduğunda bu pek sık olmuyor. Zenginliği ve konumu insanların gözlerini boyamış ya da ağır ve baskıcı tavırları herkesi korkutmuş.” dedi.
“Darcy’yi, onun görünmek istediği gibi görüyorlar. Kendisini çok az tanımama karşın ona huysuz bir adam diyebilirim.”
Wickham başını salladı ve yeniden konuşma fırsatı bulunca ekledi: “Acaba burada daha kalacak mı?”
“Hiçbir fikrim yok ama Netherfield’da kaldığım sürece gideceğine dair hiçbir şey duymadım. Umarım onun burada bulunması …shire’da kalmakla ilgili olumlu planlarınızı etkilemez.”
“Ah, hayır! Bay Darcy’den kaçacak olan ben değilim. Eğer beni görmekten kaçınıyorsa gidecek olan kendisidir. Aramız pek iyi değildir ve kendisi ile karşılaşmak bana hep azap verir ama ondan kaçınmam için bir neden yok, aramızda geçeni de tüm dünyaya duyurabilirim, yani korkunç bir istismarı ve Darcy’nin böyle olmasından duyduğum derin üzüntüyü. Bayan Bennet, merhum babası Doktor Darcy, gelmiş geçmiş en iyi insanlardan biri ve sahip olduğum en iyi dosttu. Darcy’yi her görüşümde babasına ait binbir ince anı da ruhumda canlanarak bana keder verir. Bana davranışı tam bir kepazeliktir; ancak eminim ki yaptığı her hatayı bağışlardım ama babasının umutlarını boşa çıkarmış ve onun anısına leke sürmüş olmasını kabul edemiyorum!”
Elizabeth konunun gittikçe daha ilgi çekici bir hâl aldığını görüyor ve can kulağıyla söylenenleri dinliyordu. Ama konunun hassasiyeti soru sormasına engel oluyordu.
Bay Wickham daha genel konulardan, Meryton’dan, civardan, insanlardan bahsediyor ve şimdiye dek gördüklerinden ne kadar hoşnut kaldığını anlatıyordu. Özellikle de insanlardan bahsederken nazik ama oldukça açık bir tavır takınmıştı.
“…shire’a girmeye beni heveslendiren başlıca neden ve iyi bir çevre edinme imkânı oldu. Alayın çok sayıldığını ve sevildiğini biliyordum, dostum Denny de şimdiki karargâhlarını ve Meryton’lıların onlara gösterdiği mükemmel konukseverliği anlatarak iyice aklımı çeldi. Çevre benim için gereklidir. Ben yaşamdan boyunun ölçüsünü almış bir adamım ve yalnızlığa tahammülüm yok. İşim ve çevrem olmalı. Gerçi askerliğe hiç niyetlenmemiştim ama koşullar öyle gerektirdi. Ben asıl kiliseye girecektim, kilise için eğitim gördüm ve bahsettiğimiz beyefendinin keyfi olsaydı şu anda çok kutsal bir görev üstlenecektim.”
“Gerçekten mi?”
“Evet, merhum Bay Darcy bana kendi yönetimindeki köy kiliselerinden en iyisini miras bırakmıştı. Kendisi vaftiz babamdı ve beni çok severdi. İyiliklerini ne kadar övsem azdır. Bana büyük bir gelir sağlamak istemiş ve bunu yaptığını sanmıştı ama beklediğim kilise boşalınca başkasına verildi.”
“Aman Tanrı’m!” diye bağırdı Elizabeth, “Ama bu nasıl olur? Vasiyeti nasıl hiçe sayılabilir? Neden yasal hakkınızı aramadınız?”
“Vasiyetnamenin hükümlerinde yasal haklarımı engelleyen, yasal olmayan bir madde vardı. Şerefli bir insan böyle bir isteği kuşkuyla karşılamazdı ama Bay Darcy böyle yapmayı seçti ya da bunu tamamen koşullu bir öneri olarak alıp benim müsrifliğim ve tedbirsizliğim yüzünden tüm haklarımı yitirdiğimi ileri sürdü. O kilise de iki yıl önce, tam bu konumu dolduracak yaşa geldiğim zaman bir başkasına verildi ve ben bu görevi kaybetmeyi hak edecek herhangi bir şey yaptığımı da düşünmüyorum. Biraz ateşli, pervasız bir yapım var ve belki de Darcy hakkındaki düşüncelerimi ona fazla açık bir biçimde söyledim. Başka suçum olduğunu sanmıyorum, ama gerçek şu ki çok farklı adamlarız ve o benden nefret ediyor.”
“Korkunç bir şey bu! Bu adam, herkesin gözü önünde ayıbının yüzüne vurulmasını hak ediyor!”
“Er ya da geç olacak zaten bu. Olacak ama bunu yapan ben olmayacağım. Babasını unutmadığım sürece ona ne meydan okuyabilirim ne de ipliğini pazara çıkarabilirim.”
Elizabeth bu duygularından ötürü onu övdü. Bu sözleri söylerken genç adam gözüne daha da alımlı görünüyordu.
“Peki…” dedi kısa bir sessizlikten sonra, “Onu böyle davranmaya iten neydi? Bu kadar zalim olmasının nedeni ne olabilir?”
“Bana karşı duyduğu derin ve kökleşmiş bir nefret… Kıskançlıktan başka bir şeye bağlayamadığım bir nefret… Rahmetli Bay Darcy beni biraz daha az sevseydi, oğlu da belki bana biraz olsun tahammül edebilirdi. Ancak babasının bana beslediği büyük sevgi, ona sanıyorum çocukluğunda çok dokunmuştu. Aramızdaki rekabeti sindirebilecek yapıda değildi; ki genellikle ben üstün tutulurdum.”
“Bay Darcy’nin bu kadar kötü olabileceğini aklımdan geçirmezdim. Kendisinden hiç hoşlanmasam da bu kadar alçak olduğunu düşünmezdim. Başkalarını genellikle küçük gördüğünü tahmin etmiştim ama bu kadar fena bir intikam alabileceğini, bu kadar haksızlık yapabileceğini, bu kadar acımasız olabileceğini aklımdan geçirmemiştim!”
Birkaç dakika düşündükten sonra devam etti: “Hatırlıyorum da bir gün Netherfield’da övüne övüne bir kez kırıldı mı bunun değişmeyeceğinden, hiç affetmeyen bir yapısı olduğundan bahsediyordu. Çok huysuz bir adam olmalı.”
“Bu konuda kendime güvenemiyorum.” diye cevap verdi Bay Wickham, “Ona karşı pek adil olamam.”
Elizabeth yine derin düşüncelere daldı, bir süre sonra da bağırarak, “Babasının vaftiz oğluna, arkadaşına, gözdesine böyle davranmak!..” dedi ve “Hem de içinin güzelliği yüzüne yansımış sizin gibi genç bir adama!” diye eklemek istedi ama yalnız şunları söylemekle yetindi: “Hem de belki çocukluğundan beri kendisine arkadaşlık etmiş, yanlış duymadıysam, kendisine en sıkı bağlarla bağlı olan birine!”
“Biz aynı mahallede, aynı korunun içinde doğduk, gençliğimizin büyük kısmı birlikte geçti. Aynı evde, aynı oyunları oynayarak, aynı anne baba şefkatini paylaşarak büyüdük. Babam, enişteniz Philips’in büyük katkılar sağladığı meslekle iş yaşamına başladı ve rahmetli Bay Darcy’ye yararlı olabilmek için bütün zamanını Pemberley mülküne bakmaya harcadı. Bay Darcy babama karşı büyük bir saygı besliyordu, birbirlerinden hiçbir gizli saklısı olmayan, çok yakın iki dosttular. Bay Darcy babama, bütün işlere fiilen baktığı için çok şey borçlu olduğunu tekrar tekrar belirtmişti ve babamın ölümünden hemen önce, Bay Darcy’nin benim geleceğimi sağlama bağlayacağına dair kendi isteği ile söz vermesi, eminim ki bana karşı beslediği sevgiden çok babama karşı duyduğu gönül borcunun etkisiyle olmuştur.”
“Ne tuhaf şey!” dedi Elizabeth yüksek sesle, “Ne ayıp! Bu Bay Darcy denen adamın gururu size karşı adil davranmasına engel olmuş! Daha iyi bir gerekçeyi geçtim, gururu namussuzluk boyutuna gelmemeliydi, bu davranışına namussuzluktan başka bir şey diyemiyorum.”
“Harika!” diye cevap verdi Wickham, “Neredeyse tüm yaptıklarının altından gurur çıkar ve gurur onun çoğunlukla en iyi dostu olmuştur. Onu erdeme her şeyden fazla yaklaştıran duygu budur. Ama hiçbirimiz tutarlı değiliz sonuçta; Darcy’nin de bana olan davranışında gururdan daha güçlü olan duygular söz konusuydu.”
“Böylesi berbat bir gururun ona yararı olmuş mudur acaba?”
“Evet. Çok defa gururu, onu eli açık ve cömert davranmaya, parasını özgürce harcamaya, konukseverlik göstermeye, kiracılarına yardım etmeye ve yoksullara sadaka vermeye yöneltmiştir. Bunları yapmasının nedeni aile ve evlatlık borcudur; çünkü babasıyla çok gurur duymaktadır. Ailesinin şerefine ters düşmemek, genel ölçülerden sapmamak ya da Pemberley Köşkü’nün nüfuzunun kaybolmaması düşüncesi hareketlerinde oldukça etkili. Darcy’de ağabeylik gururu da vardır ki buna biraz ağabeylik sevgisi de karışınca kız kardeşi için çok nazik, çok özenli bir koruyucu olmuştur. Kız kardeşinin üzerine ağabeylerin en iyisinden bile daha fazla titreyen bir ağabeyi olarak bilinir.”
“Bayan Darcy nasıl bir kız?”
Bay Wickham başını salladı: “Keşke ona sevimli diyebilseydim. Darcy Ailesi’nden biri için kötü konuşmak beni üzüyor ama tıpkı ağabeyi gibi çok, çok gururludur. Çocukken sevgi dolu ve sevimliydi, beni de çok severdi. Onunla saatlerce oynardım. Ama şimdi benim için hiçbir şey ifade etmiyor. On beş on altı yaşlarında, güzel ve anladığım kadarıyla çok da yetenekli bir kız. Babasının ölümünden beri Londra’da oturuyor, bir hanım da onunla birlikte yaşıyor ve eğitimiyle ilgileniyor.”
Arada susmayı ve başka konulardan söz açmayı denediler ama Elizabeth kendini tutamayarak sözü yine o konuya getirdi ve dedi ki:
“Bay Bingley ile yakınlığına şaşıyorum! Gerçekten cana yakın bir adama benzeyen ve öyle olduğuna da inandığım, iyi niyet timsali Bay Bingley böyle bir adamla nasıl arkadaşlık edebilir? Birbirleriyle nasıl uyuşurlar? Bay Bingley’yi tanır mısınız?”
“Hiç tanımıyorum.”
“Bingley tatlı huylu, samimi, hoş bir adam. Bay Darcy’nin gerçek yüzünü göremez.”
“Muhtemelen öyledir ama Bay Darcy istediği zaman kendini sevdirmeyi bilir. Yeteneğe gerek duymaz. Zaman harcamaya değeceğini düşündüğünde konuşkan bir arkadaş olabilir. Kendi mevkisin-deki insanlar arasında, daha az zenginler arasında olduğundan çok farklı bir adamdır. Gururu onu hiç bırakmaz ama zenginlerin arasında hoşgörülü, adil, samimi, mantıklı, saygıdeğer ve hatta sevimlidir. Zenginliğin ve mevkinin gerektirdiğini yapar.”
Whist partisi çok geçmeden dağıldığı için oyuncular diğer masanın çevresine toplandılar ve Bay Collins kuzeni Elizabeth ile Bayan Philips’in arasına yerleşti. Ev sahibi, oyunda şansının yaver gidip gitmediğiyle ilgili olağan sorular sordu. Pek de şanslı değildi, her eli kaybetmişti ama Bayan Philips üzüldüğünü söyleyince Collins tüm ciddiyetiyle bunun hiç de önemi olmadığını, kendisinin paraya hiç değer vermediğini söyleyerek Bayan Philips’ten üzülmemesini rica etti. “Çok iyi biliyorum ki hanımefendi insan oyun masasına oturduğunda yenilmeyi de göze almak zorundadır, neyse ki beş şilini dert edecek biri değilim. Kuşkusuz aynı şeyi söyleyemeyecek birçok kimse var. Ama Lady Catherine de Bourgh sayesinde küçük şeyleri dert etmiyorum.” dedi.
Bu sözler Bay Wickham’ın dikkatini çekti ve Bay Collins’i bir süre süzdükten sonra alçak bir sesle Elizabeth’e Bourgh Ailesi’yle samimiyetlerinin olup olmadığını sordu.
“Lady Catherine de Bourgh geçenlerde Bay Collins’i şimdiki görevine atadı. Bay Collins’i ona kim önerdi pek bir bilgim yok ama tanışıklıklarının çok eski olmadığı belli.” dedi Elizabeth.
“Lady Catherine de Bourgh ile Lady Anne Darcy’nin kardeş olduklarını biliyorsunuzdur sanırım. Doğal olarak Leydi Catherine de Bourgh şu sözünü ettiğimiz Bay Darcy’nin teyzesi olur.”
“Yo, gerçekten bilmiyordum. Lady Catherine’in akrabaları hakkında hiçbir bilgim yok. Önceki güne dek varlığından bile habersizdim.”
“Kızı Bayan de Bourgh büyük bir servet sahibi olacak ve kuzeniyle birlikte mülklerini birleştireceklerine inanılıyor.”
Bu bilgi Elizabeth’in aklına zavallı Bayan Bingley’yi getirmişti, hafifçe gülümsedi. Eğer Bay Darcy bir başkasıyla sözlü ise kızcağızın tüm ilgisi, kız kardeşine gösterdiği sevgi, genç adamı övüp durması hep boşunaydı.
“Bay Collins, Lady Catherine’den ve kızından övgüyle söz ediyor ama bu anlattıklarından edindiğim kanaate göre kuzenimin minnet duyguları onu yanlış yönlendiriyor. Bence Bay Collins’in koruyucusu olmasına karşın kendini beğenmiş, kibirli kadının biri!”
“Her iki noktada da size aynen katılıyorum.” diye cevap verdi Wickham, “Kendisini senelerdir görmüyorum ama ondan hiç hoşlanmadığımı, tavırlarının despotça ve küstahça olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Pek becerikli ve zeki olmakla ünlüdür ama bence yeteneklerinin çoğunu biraz konumu ve zenginliğine, biraz amirane tavırlarına, geri kalanını ise yeğeninin, kendisi ile ilgisi olan herkesin birinci sınıf anlayış yeteneğine sahip olması gerektiğini düşünen gururuna borçlu.”
Elizabeth, Bay Wickham’ın sözlerini akla yakın buldu, kâğıt oyunlarına akşam yemeği için son verilinceye dek zevkle konuşmayı sürdürdüler ve diğer hanımlar da Bay Wickham’ın ilgisinden paylarına düşeni aldılar. Gerçi Bayan Philips’in yemekli partisinde gürültüden hiç konuşulamıyordu ama genç subay, tavırlarıyla kendini herkese sevdirmişti. Ne söylese beğeniliyor, ne yapsa göklere çıkarılıyordu.
Elizabeth oradan ayrılırken kafası onunla doluydu. Yol boyunca Bay Wickham’dan ve onun anlattıklarından başka hiçbir şey düşünemedi ama yolda Lydia ve Bay Collins bir dakika bile susmadıkları için adamın ismini anacak fırsatı olmadı. Lydia hiç durmadan oyundan, ne fişler kaybettiğinden, ne fişler kazandığından, Bay Collins ise Bay ve Bayan Philips’in nezaketinden bahsediyor; whist’te kaybettiklerine zerre kadar aldırmadığını iddia ediyor, masadaki yemekleri sayıyor ve sürekli kuzinlerini rahatsız etmekten korktuğunu yineleyip duruyordu. Araba Longbourn’daki evin önünde durduğu zaman Bay Collins’in söyleyecekleri hâlâ bitmemişti.

17
Ertesi gün Elizabeth, Bay Wickham ile arasında geçen konuşmayı Jane’e anlattı. Jane şaşkınlık ve üzüntüyle dinledi. Bay Darcy’nin, Bay Bingley’nin saygısına layık olmadığına inanamıyordu, öte yandan Wickham gibi sevimli bir gencin dürüstlüğünden kuşkulanmak da onun harcı değildi. Onun gerçekten bu kadar büyük haksızlığa uğramış olma ihtimali, genç kızın tüm şefkat duygularını uyandırmaya yetmişti. Bu nedenle her iki genç hakkında da iyi düşünmekten, davranışlarını ayrı ayrı savunmaktan, başka türlü açıklanması mümkün olmayan şeyleri de kazaya veya bir yanlışlığa yormaktan başka yapacak bir şey yoktu.
“Her ikisi de bence bizim aklımıza gelmeyecek bir biçimde aldanmışlar. Herhâlde bu işle ilgisi olan insanlar birinin söylediklerini diğerine yanlış anlatmış. Kısacası, suçun gerçekten kimde olduğunu bilmeksizin onları birbirinden soğutan nedenleri ve durumları tahmin etmemiz imkânsız.” dedi.
“Hakikaten öyle. Peki Jane’ciğim, bu işle ilgisi olabilecek kimselerle ilgili neler söyleyeceksin bakalım? Onları da temize çıkar bari, yoksa birisi için kötü şeyler düşünmek zorunda kalacağız.”
“Sen istediğin kadar dalga geç, ama fikrimi değiştiremezsin. Canım Lizzy’ciğim, babasının gözdesi olan ve geçimi için para bırakmak istediği bir gence böyle davranmanın Bay Darcy’yi ne kadar küçük düşüreceğini düşünsene. İmkânsız. Biraz insanlığı olan, karakterinde biraz değer taşıyan hiç kimse böyle bir şey yapamaz. Hem en yakın arkadaşları onun hakkında bu kadar yanılmış olabilir mi? Ah! Hayır!”
“Bay Bingley’nin kandırılmış olmasına, Bay Wickham’ın böyle bir hikâye uydurmuş olmasından daha kolay inanırım, zira bana dün gece isimler, gerçekler, her şey samimiyetle anlatıldı. Eğer öyle değilse Bay Darcy bunun aksini kanıtlasın. Ayrıca gerçekler, Bay Wickham’ın bakışlarından okunuyordu.”
“Gerçekten çok zor, çok üzücü. İnsan ne düşüneceğini bilemiyor.”
“Affedersin ama insan ne düşüneceğini bal gibi biliyor.”
Jane yalnızca bir nokta üzerinde odaklanmıştı; eğer Bay Bingley kandırılmış ise bu mesele ortalığa dökülünce çok üzülecekti.
İki genç hanım, bahsettikleri kişilerin bizzat gelişi üzerine bu konuşmayı yaptıkları fundalıktan içeri çağrıldılar. Bay Bingley ve kız kardeşleri onları uzun süredir beklenen ve gelecek salı yapılmasına karar verilmiş olan Netherfield balosuna bizzat davet etmek için gelmişlerdi. İki hanım, sevgili arkadaşlarını yeniden gördüklerine çok sevinmişlerdi, son görüşmelerinden bu yana geçen zamanın onlara bir asır gibi geldiğini söylediler ve o zamandan beri nelerle uğraştığını sordular. Ailenin geri kalanına pek az ilgi gösteriyorlardı. Bayan Bennet’tan olabildiğince uzak durup Elizabeth ile çok az konuştular, diğerlerine ise hiçbir şey söylemediler. Kısa süre sonra da ağabeylerini şaşırtan ve bir şey söylemesine fırsat bırakmayan bir çeviklikle yerlerinden kalkarak sanki Bayan Bennet’ın nezaketinden kaçmaya çalışıyorlarmış gibi hemen çıkıp gidiverdiler. Netherfield’da balo verilecek olması ailenin bütün kadınlarını son derece sevindirmişti. Bayan Bennet bu balonun en büyük kızının onuruna verildiğine inanıyordu. Hele baloya resmî bir davetiye ile değil de bizzat Bingley tarafından çağrılmak gururunu okşamıştı. Jane iki arkadaşının eşliğinde, Bingley’nin de ilgisiyle hoş bir gece geçireceğini; Elizabeth de büyük bir zevkle Bay Wickham ile bol bol dans edeceğini ve Bay Darcy’nin bakışları ve hareketleri hakkında öğrendiği her şeyi doğrulayacağını düşünüyordu. Catherine ile Lydia’nın balodan bekledikleri mutluluk ise tek bir olaya veya belli bir kişiye bağlı değildi, her ikisi de Elizabeth gibi gecenin yarısını onları tatmin edebilecek tek kavalye olan Wickham ile dans ederek geçirmeye niyetleniyor olsa da sonuçta balo, sadece bir balo idi. Mary bile ailesine baloya gitme konusunda isteksiz olmadığını söylüyordu.
“Sabahları kendime ayırabilmek bana yeter. Ara sıra gece eğlencelerine katılmak özveri sayılmaz. Toplumun hepimizin üzerinde hakkı var. Ben dinlence ve eğlence için verilen molaların herkesin hoşuna gideceğine inananlardanım.” diyordu.
Elizabeth balo için öyle heyecanlıydı ki Bay Collins ile gerekmedikçe konuşmadığı hâlde ona Bay Bingley’nin davetini kabul etmeye niyeti olup olmadığını, niyeti varsa da eğlenceye katılmayı doğru bulup bulmadığını sormaktan kendini alamadı ve adamın kafasına koyduğunu yapmakta hiç tereddüt etmediğini, başpiskopostan ya da Lady Catherine de Bourgh’den azar işitmekten korkmaksızın dans etmeye heveslendiğini görünce şaşkına döndü.
“Sizi temin ederim ki ben böyle karakterli bir genç adam tarafından saygın insanlara verilen bir balonun herhangi bir kötü niyete hizmet edeceğini hiç düşünmem; üstelik dans etmeye karşı olmaktan da o kadar uzağım ki gece süresince güzel kuzinlerimin hepsinin benimle dans etme şerefini bana bağışlayacaklarını umuyorum, hatta yeri gelmişken Bayan Elizabeth, sizden özellikle ilk iki dansı istirham edeceğim, kuzinim Jane’in bu seçimimi kötüye yormayacağını ve kendisine saygısızlık olarak almayacağını düşünüyorum.” dedi Collins.
Elizabeth belaya bulaştığını hissetti. İlk danslara Wickham ile kalkacağından fazlasıyla emindi. Onun yerine Collins’le dans etmek!..
Muziplik için bu kadar yanlış bir zaman seçemezdi ancak yapacak bir şey yoktu. Wickham’ın ve kendisinin mutluluğu, ister istemez biraz ertelenecekti. Bay Collins’in teklifini olabilecek en kibar biçimde kabul etti. Altında başka şeyler de sezdiği için adamın cüretkârlığından hiç de hoşnut olmamıştı. Şimdi fark ediyordu ki kız kardeşleri arasından Hunsford Papaz Evi’nin hanımı olmaya ve daha uygun konuklar olmadığı zaman Rosings’te kadril masasını tamamlamaya layık görülen kendisi idi. Collins’in kendisine karşı gösterdiği nezaketin gitgide arttığını fark edip zekâ ve neşesine sık sık övgüler yağdırmaya çalıştığını görünce bu fikir kısa sürede kesinleşti ve her ne kadar cazibesinin etkisi kendisini sevindirmekten çok şaşırtsa da çok geçmeden annesi böyle bir evlilik ihtimaline gayet sıcak baktığını hissettirdi. Ne var ki Elizabeth vereceği cevabın büyük bir tartışmaya yol açacağını sezerek bu imayı görmezlikten gelmeyi yeğledi. Bay Collins hiçbir teklifte bulunmayabilirdi ve teklif edene dek, onun yüzünden kavga etmeye gerek yoktu.
Neyse ki hazırlanılacak ve hakkında konuşulacak bir Netherfield balosu vardı, yoksa genç Bennet’ların o sıradaki durumları çok acıklı olurdu; çünkü davetin yapıldığı günden balo akşamına dek aralıksız yağan yağmur, Meryton’a bir kez bile gitmelerine imkân tanımamıştı. Ne teyzelerini ne subayları görmüşler ve ne de onlardan bir haber alabilmişlerdi. Netherfield balosunda ayakkabılara takılacak güller bile siparişle hazırlanmıştı. Elizabeth bile Bay Wickham ile muhabbetini ilerletmesine tamamen engel olan bu havaya sabretmekte zorlanıyordu ve salı günü edilecek danstan başka hiçbir şey Kitty ve Lydia’ya, böyle geçecek bir cuma, cumartesi, pazar ve pazartesiyi dayanılır kılamazdı.

18
Elizabeth, Netherfield’daki salona girip orada bulunan kırmızı ceketliler grubu arasında Bay Wickham’ı arayıp da bulamayıncaya dek onun geleceğinden hiç kuşku duymamıştı. Onu haklı olarak dehşete düşüren şeyler öğrenmişti ama bunların hiçbirisi adamla karşılaşacağına olan güvenini sarsmamıştı.
Her zamankinden daha büyük bir özenle giyinip kuşanmış, genç subayın kalbinin fethedilmemiş bir yeri kalmışsa, onu da o gece fethedeceğini düşünerek büyük bir hevesle hazırlanmıştı. Ama birdenbire dehşetle, Bay Darcy’nin keyfi için Bingley’lerin subaylara yolladığı davetiyelerden Wickham’a kasten yollanmadığı gibi bir kuşkuya kapıldı. Durum tam böyle olmamakla birlikte, kesinlikle gelmeyeceği, Wickham’ın arkadaşı Bay Denny tarafından resmen doğrulandı. Lydia adama durumu merakla sormuş ve ondan, Bay Wickham’ın iş için şehre inmek zorunda kaldığını ve henüz dönmediğini öğrenmişti. Bay Denny anlamlı bir gülümsemeyle ekledi:
“Burada -ismi lazım değil- bir beyle karşılaşmaktan kaçınmak istemeseydi, bence iş falan umurunda olmazdı.”
Açıklamanın bu kısmını Lydia duymasa da Elizabeth duymuştu ve ilk aklına gelen nedenle değilse bile, Wickham’ın yokluğundan Darcy’nin sorumlu olduğu kesinleşince ansızın uğradığı hayal kırıklığıyla ona hissettiği soğukluk öyle artmıştı ki az sonra yanına yaklaşınca kibar sorularına makul bir nezaketle cevap vermekte güçlük çekti. Ona ilgi göstermek, tahammül etmek, sabretmek Wickham’ı incitmek demekti. Onunla hiç konuşmamaya karar vererek biraz hırçın bir tavırla başını çevirdi, öyle ki bu tavrı Bay Bingley’le konuşurken bile takınıyordu. Körü körüne taraf tuttuğu için ona da kızıyordu.
Ama Elizabeth’in hırçın bir yaradılışı yoktu. O gece için kurduğu tüm hayalleri yerle bir olmuşsa da moralini uzun süre bozmadı, bir haftadır görmediği Charlotte Lucas’a derdini anlattıktan sonra sözü hemen ve isteyerek kuzeninin tuhaflıklarına getirdi ve kızın dikkatini Collins’e çekti. Ne var ki ilk iki dans sıkıntısını geri getirdi; işkenceydi bunlar. Hantal ve vakur Bay Collins, dansa eşlik edeceği yerde özür dileyip duruyor ve farkında olmadan sürekli yanlış adım atarak Elizabeth’e iki dans boyunca kötü bir kavalyenin neden olabileceği tüm utanç ve sıkıntıyı veriyordu. Elizabeth ondan kurtulunca kendini âdeta kuş gibi hafif hissetti.
Sonra bir subayla dansa kalktı ve Wickham’dan söz etmenin ve onun herkes tarafından sevildiğini öğrenmenin keyfini yaşadı. Bu danslar da bitince Charlotte Lucas’ın yanına gitti ve onunla konuşurken neye uğradığını anlamadan kendini Darcy’yle konuşurken buldu. Darcy onu dansa kaldırdığında o kadar şaşırmıştı ki ne yaptığını bilmeden teklifi kabul edivermişti.
Bay Darcy, kızdan olumlu karşılık alınca oradan uzaklaşıp gitmişti; Elizabeth boş bulunduğu için kendi kendine kızdı. Charlotte onu avutmaya çalışıyordu:
“Bence ondan çok hoşlanacaksın Elizabeth.”
“Tanrı korusun! İşte bu en büyük talihsizlik olur! İnsanın nefret etmeye kararlı olduğu birisinden hoşlanması!.. Benim için böyle bir kötülük dileme!”
Dans başlayıp da Darcy, Elizabeth’i almak için onlara doğru gelirken Charlotte arkadaşının kulağına, aptallık yapmamasını ve Wickham’a olan beğenisinin, ondan on kat daha önemli bir adamın gözüne itici görünmesine sebebiyet vermemesi gerektiğini fısıldadı bir çırpıda.
Elizabeth karşılık vermedi ve dansa kalkanlar arasına katıldı. Bay Darcy’ye eşlik etmenin kendisine verdiği saygınlığa hayret etti; çevresindekilerin gözlerinden de bunu görmenin şaşkınlığı okunuyordu. Bir süre tek bir kelime bile konuşmadan durdular. Elizabeth iki dans bitene dek aralarındaki sessizliğin sürüp gideceğini düşünmeye başlamış, önce bunu bozmamaya karar vermişti; ta ki kavalyesini konuşmaya zorlamanın onun için daha büyük bir ceza olacağını düşünerek dans hakkındaki bir iki fikrini söyleyene dek. Darcy cevap verdi ve sonra gene sustu. Birkaç dakika süren bir sessizlikten sonra Elizabeth kavalyesine ikinci kez, “Şimdi bir şey söyleme sırası sizde Bay Darcy.” dedi, “Ben danstan söz ettim, belki siz de odanın genişliği veya dansa kalkan çiftlerin sayısı hakkında bir şey söylemelisiniz.”
Genç adam gülümsedi ve onun söylemesini istediği her şeyi söylemeye hazır olduğunu bildirdi.
Elizabeth, “Pekâlâ…” dedi, “Şimdilik bu cevap yeterli. Belki daha sonra ben de özel baloların, genellerden çok daha hoş olduğuna dair bir şeyler söylerim ama şimdilik sussak da olur.”
“Demek sizce dans ederken konuşmak kuraldır, öyle mi?”
“Bazen… İnsan biraz konuşmalı, bilirsiniz. Birlikte yarım saat hiç konuşmadan öylece durmamız tuhaf görünecektir ama yine de bazılarının hatırı için konuşulacaksa bu öyle bir ayarlanmalıdır ki olabildiğince az söz söyleme zahmetine katlanılsın.”
“Bu taş kendinize mi yoksa bana mı?”
“Her ikisi de…” diye alaycı bir tavırla cevap verdi Elizabeth, “Çünkü çoğu zaman kafalarımızın işleyişinde büyük bir benzerlik görüyorum. İkimizin yapısı da sokulgan değil, insanlardan uzak duruyoruz, odadaki herkesi şaşırtacağını ve bir atasözü gibi kuşaktan kuşağa aktarılacağını düşünmüyorsak ağzımızı açıp bir şey söylemek istemiyoruz.”
“Bu çizdiğiniz tablo sizin karakterinize hiç uymuyor, bundan eminim.” dedi Darcy, “Benimkine ne derece uygun olduğunu ise söylemeyeyim ama belli ki siz bana yakıştırmışsınız.”
“Kendi becerimi ölçmek bana düşmez.”
Darcy cevap vermedi ve dans sona erene dek de sessiz kaldılar. Neden sonra Darcy, Elizabeth’le kız kardeşlerinin Meryton’a çok sık gidip gitmediklerini sordu. Elizabeth çok sık gittiklerini söyledi, sonra kendini tutamayarak, “Geçen gün bize rastladığınızda tam da yeni bir dost ediniyorduk.” diye ekledi.
Bu sözler etkisini hemen göstermişti. Darcy’nin yüzünü daha derin bir kibir ifadesi kapladı. Ama tek bir söz söylemedi, Elizabeth de zayıf davrandığı için kendini suçladı ve konuşmaya devam edemedi. Sonunda Darcy gergin bir tavırla konuştu:
“Bay Wickham sevimli tavırları sayesinde kolayca dost kazanabilir, gerçi bu dostlukları sürdürmekte aynı beceriyi gösterebileceğinden kuşkuluyum.”
“Sizin dostluğunuzu kaybetme şanssızlığını yaşamış.” diye cevap verdi Elizabeth üzerine basa basa, “Hem de belki ömür boyu acısını çekeceği bir biçimde.”
Darcy cevap vermedi, konuyu değiştirmek ister gibi bir hâli vardı. O sırada Sör William Lucas yanlarında belirdi, dans edenlerin arasından karşıya geçmeye çalışıyordu. Ama Darcy’yi görünce durup büyük bir saygı ile eğilerek dans edişine ve partnerine övgüler yağdırmaya başladı:
“O kadar mutlu oldum ki saygıdeğer bayım. Böyle harika dans edenlere her zaman rastlanmaz. Birinci sınıf çevrelerden olduğunuz belli, ancak güzel partnerinizin de sizi utandırmadığını ve birlikte dans edişinizi izleme zevkini bana sık sık tattıracağınızı umduğumu da izninizle ekleyeyim. Bilhassa sevgili Bayan Eliza…” dedi ve ablası ile Bingley’ye baktı, “O mutlu gün gelip çattığı zaman, kutlama neymiş o zaman göreceğiz! Bay Darcy’den ricam… Ama size engel olmayayım beyefendi. Sizi bu genç hanımın büyüleyici konuşmasından alıkoyduğum için bana teşekkür etmezsiniz, zaten onun parlayan gözleri de beni azarlıyor.”
Darcy, Sör William’ın son sözlerini doğru dürüst duymamıştı bile, ama arkadaşıyla ilgili yaptığı dokundurmayla sarsılmış gibi görünüyordu, bakışlarını ciddi bir ifadeyle, birlikte dans etmekte olan Bingley ile Jane’e çevirdi. Fakat kısa bir süre içinde kendini toparlayarak Elizabeth’e döndü ve “Sör William araya girince ne konuştuğumuzu unuttum.” dedi.
“Bana kalırsa hiç konuşmuyorduk. Sör William şu koca salonda birbirlerine söyleyecek daha az şeyi olan başka bir çift bulamazdı. İki üç konuyu konuşmayı denedik zaten, olmadı. Bundan sonra neden söz açacağımızı da bilemiyorum.”
Darcy gülümseyerek, “Kitaplar hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu.
“Kitaplar mı? Ah hayır! Eminim ki hiçbir zaman aynı kitapları okumuyoruz veya okusak bile aynı şeyleri hissetmiyoruz.”
“Böyle düşünmenize üzüldüm, ama öyle bile olsa en azından konu aramaya çalışmaktan kurtuluruz. Kitaplar konusundaki zıt fikirlerimizi kıyaslarız.”
“Hayır, bir baloda kitaplardan bahsedemem, kafam hep başka şeylerle meşgul olur.”
Darcy kuşkuyla sordu: “Böyle yerlerde kafanız hep şu anda olup bitenle doludur, değil mi?”
Genç kız, “Evet, her zaman.” diye ne söylediğini bilmeden cevap verdi çünkü düşünceleri konudan uzaklaşmıştı, ansızın yüksek sesle söylediği şu sözler de bunu gösteriyordu: “Bay Darcy, bir keresinde çok nadiren bağışladığınızı, bir kere darıldığınızda artık asla barışmadığınızı söylediğinizi hatırlıyorum. Bu yüzden de -sanırım- böyle bir durum olmaması için çok tedbirli davranıyorsunuz.”
“Evet, öyle.” dedi Darcy tok bir ses tonuyla.
“Ve ön yargının sizi körleştirmesine asla izin vermiyorsunuz?”
“Umarım vermiyorumdur.”
“Fikirlerini hiç değiştirmeyen kişiler için en başta doğru düşündüğünden emin olmak şarttır.”
“Bu soruların amacının ne olduğunu öğrenebilir miyim?”
“Yalnızca kişiliğinizi anlamaya çalışıyorum.” dedi Elizabeth üzerindeki ciddi tavrı silkip atmaya çalışarak.
“Ne kadar başarılı oldunuz peki?”
Elizabeth başını salladı: “Hiçbir şey elde edemiyorum. Sizinle ilgili birbirinden farklı o kadar çok şey hissediyorum ki kafam allak bullak oluyor.”
“Buna inanırım.” diye cevap verdi Darcy ciddi bir tavırla, “Benim için söylenenler birbirinden çok farklı olabilir. Bayan Bennet, şu aralar benim karakterimi çizmeye kalkışmamanızı istiyorum çünkü bu portrenin ikimize de yakışmayacak bir şey olmasından korkmak için geçerli nedenlerim var.”
“Ama bunu şimdi yapmazsam, böyle bir fırsat bir daha elime hiç geçmeyebilir.”
“Sizi bu zevkten alıkoymayayım o zaman.” dedi Darcy soğuk bir ses tonuyla. Elizabeth de sesini çıkarmadı, bir dans daha ettiler ve sessizce ayrıldılar. İki taraf da hoşnutsuzdu ama aynı derecede değil, çünkü Darcy’nin kalbinde Elizabeth’e karşı oldukça güçlü bir his vardı ve bu da onu hemen affedip öfkesini bir başkasına çevirmesine yetmişti.
Aradan çok geçmemişti ki Bayan Bingley, Elizabeth’in yanına geldi ve yüzünde hafif bir alayla, “Bayan Eliza!” dedi, “George Wickham’dan pek hoşlandığınızı duydum! Kardeşiniz bana durmadan ondan söz edip hakkında bir yığın soru sordu ve anladığım kadarıyla bu genç, size verdiği bir sürü bilgi arasında kendisinin rahmetli Bay Darcy’nin kâhyası, yaşlı Wickham’ın oğlu olduğunu söylemeyi unutmuş. Yine de bir dost olarak size, bütün söylediklerine gözünüz kapalı inanmamanızı öneririm; çünkü Bay Darcy’nin kendisine haksızlık ettiği tamamıyla yalandır, tam aksine George Wickham, ona yapmadığını bırakmadığı hâlde Bay Darcy ona her zaman çok iyi davranmıştır. Konunun ayrıntılarını bilmiyorum ama Bay Darcy’nin en ufak bir suçunun bile olmadığını, George Wickham’ın isminin anılmasına bile dayanamadığını çok iyi biliyorum ve kardeşim, subaylara yolladığı davet listesinden onun ismini çıkaramayacağını düşünüyordu ama Wickham’ın kendiliğinden çıktığını görünce rahat bir nefes aldı doğrusu. Onun buralara gelmesi bile büyük bir küstahlık, gerçekten bunu yapmaya nasıl cüret etti, aklım almıyor. Pek beğendiğiniz birinin suçunun ortaya çıkmasından ötürü size acıyorum Bayan Eliza, ama cidden nasıl bir soydan geldiği düşünülürse daha fazlası beklenemezdi.”
“Sizin gözünüzde onun soyuyla suçunun aynı şey olduğu anlaşılıyor.” dedi Elizabeth öfkeyle, “Öyle ya, Bay Darcy’nin kâhyasının oğlu olmanın dışında herhangi bir suçundan söz ettiğinizi duymadım ve onu da bana kendisinin söylediğinden emin olabilirsiniz.”

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/dzheyn-ostin/gurur-ve-on-yargi-69428827/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Loo: Anterloo olarak da bilinen, 17. yy Fransa’sı kökenli bir çeşit kart oyunu (ç.n.).

2
Burada Shakespeare’in “On İkinci Gece” adlı oyununun “Müzik aşkın gıdası olsa…” biçimindeki açılış dizelerine gönderme yapılmış olması muhtemeldir.

3
Reel: Bir İskoç halk dansı.

4
Dr. James Fordyce’ın “Genç Kadınlara Vaazlar” isimli, 1766 basımı, iki ciltlik kitabından bahsediliyor (ç.n.).
Gurur ve Ön Yargı Джейн Остин
Gurur ve Ön Yargı

Джейн Остин

Тип: электронная книга

Жанр: Современная зарубежная литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: İki zıt karakter… Biri gururun ve kibrin zirvelerinde: Bay Fitzwilliam Darcy. Diğeri bu gurur yüzünden ön yargılı bir bakış içinde: Bayan Elizabeth Bennet. Ve ön yargının duvarlarını yıkan, gururun kör bakışlarının önüne geçen önlenemez bir aşk… Jane Austen’ın ikinci romanı olan bu eser, 18. yüzyıl İngilteresi’nin bir portresini sunarken edebiyat dünyasına da ölmez kadın karakterlerden biri olan Elizabeth Bennet’ı armağan ediyor. Taşrada yetişmesine rağmen kendini geliştirmiş, vaktinin çoğunu kitap okumakla geçiren bu karakter, serbest davranışları ve iğneleyici diliyle bir anlamda Jane Austen’ın da kişisel özelliklerini yansıtmaktadır. Gitgide kendinden iyice utandı. Darcy ve Wickham’ı her düşündüğünde kör, taraflı, ön yargılı ve gülünç davrandığını hissediyordu. “Ne kadar alçakça davrandım!” diye haykırdı, “Ben ki iyiyle kötüyü ayırt edişimle övünürdüm’ Ben ki becerilerim nedeniyle kendime değer verirdim! Sık sık ablamın cömert iyiliğini küçümser, işe yaramaz ve utanç verici bir kuşkuyla gururumu tatmin ederdim. Bu öğrendiklerim ne kadar aşağılayıcı! Öte yandan, ne kadar da hak edilmiş bir aşağılama! Âşık olsam bundan daha acınası bir körlük içinde olmazdım. Ama benim aptallığım kibir oldu, aşk değil. Birinin yakınlığından hoşlanıp diğerinin ihmaline alınarak her ikisine karşı, tanışmamızın daha en başında işin içine ön yargı ve cehaleti sokup mantığı defettim. Bu ana dek ben bile kendimi tanımıyormuşum.”

  • Добавить отзыв