Bir Noel Şarkısı

Bir Noel Şarkısı
Charles Dickens
Noel’i yalnız geçirmek niyetinde olan cimri, merhametsiz ve insanlardan kaçan Scrooge’un evine, Noel arifesinde ötelerden bir misafir gelir. Bu, yedi yıl önce ölmüş olan ortağının ruhudur… Ortağı, Noel akşamı üç hayaletin kendisini ziyaret edeceğini söyledikten sonra ortadan kaybolur. Geçmişi, geleceği ve şimdiki zamanı temsil eden o üç hayaletin ziyareti ile Scrooge şaşırtıcı bir değişime uğrayacak ve bir Noel mucizesi yaşanacaktır…

Charles Dickens
Bir Noel Şarkısı

I. DÖRTLÜK
MARLEY’NİN HAYALETİ
Bir kere Marley’nin öldüğüne hiç şüphe yoktu. Cenazesi papaz, kâtip, cenaze levazımcısı ve baş vaiz tarafından kayıt altına alınmıştı. Scrooge bizzat imzalamıştı ölüm evraklarını. Ve Scrooge’un altına adını yazma zahmetinde bulunduğu her şey bir anda değişirdi. İhtiyar Marley kapıya çakılmış bir çivi kadar ölüydü.
Ah tabii, kapıya çakılan bir çivinin ne kadar ölü olduğunu bildiğimi söyleyemem. Ben, tabuta çakılan çivilerin demircilikte kullanılan en ölü parçalar olduğunu düşünmeye meyilliyim. Ama atalarımızın bilgeliği bu tür deyişlerde saklıdır ve bunu değiştirmek benim haddim değil. Yoksa ülke yerinden oynardı. Bu yüzden üstüne basa basa bir kez daha tekrarlamama izin verin: Marley, kapıya çakılmış bir çivi kadar ölüydü.
Peki, Scrooge onun öldüğünü bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Nasıl bilmesin! Scrooge ve Marley bilmem kaç yıldır ortaklardı. Scrooge onun işlerini yürüten tek kişi, onun tek müdürü, tek çalışanı, tek mirasçısı, tek arkadaşı ve ardından yasını tutan tek insandı. Üstelik Scrooge bile bu üzücü olay karşısında karalar bağlamamış ve cenaze gününde bile olağanüstü bir iş adamı olduğunu göstererek, şüphesiz bir içten pazarlıkla cenazeyi resmî bir tören hâline getirmişti.
Marley’nin cenazesinden bahsetmek başladığım yere dönmeme neden oluyor. Hiç şüphesiz, Marley ölmüştü. Bunun iyice anlaşılması gerekiyor, eğer ölmediyse anlatacağım hikâyeden hiçbir şey çıkmaz. Hamlet’ın babasının oyun başlamadan önce ölmüş olduğuna etkileyici bir biçimde ikna edilmeseydik; gecenin bir vakti, doğudan esen rüzgârla, kendi kalesinin surlarında gezinmesi, orta yaşlı herhangi bir adamın karanlık ve rüzgârlı bir köşeden -söz gelimi Saint Paul Mezarlığı’ndan- çıkagelip oğlunun aklını kelimenin tam anlamıyla başından almasından daha çarpıcı olmazdı.
Scrooge, Marley’nin adını tabeladan hiç sildirmemişti. Yıllardır deponun kapısında öylece asılı duruyordu: “Scrooge ve Marley” Şirketleri “Scrooge ve Marley” adıyla biliniyordu. Şirketlerine yeni gelenler kimi zaman Scrooge’a kendi ismiyle hitap eder, kimi zaman da ona Marley derlerdi. Scrooge her iki isme de karşılık verirdi. Onun için fark etmezdi.
Ama gel gör ki varyemezin tekiydi Scrooge! Suyunu çıkarana dek sıkan, tuttuğunu bırakmayan, gördüğünü kapan, açgözlü, yaşlı günahkâr! Hiçbir çelik darbesinin cömert bir kıvılcım çıkaramayacağı kadar sert, keskin bir çakmak taşıydı o; kimseye ihtiyaç duymayan, gizemli ve bir istiridye kadar yalnız. Kalbindeki buzlar tüm benliğini dondurmuş, incecik burnunu iyice sivriltmiş, yanaklarını buruş buruş etmiş, hareketlerini kaskatı kesmiş, gözlerini kan çanağına çevirmişti, dudaklarını mosmor etmiş ve kurnaz çıkan sesi hırıltılar içinde kalmıştı. Ve başı, kaşları, fırça gibi tüylerle kaplı çenesinin üstü kırağı ile kaplanmıştı. Nereye gitse buz gibi soğukluğunu taşırdı; şirkette işlerin iyi gittiği günlerde bile bir buz kalıbına çevirirdi ortalığı ve Noel’de bile o soğukluğu azıcık kıracak bir sıcaklık yaratmazdı.
Dışarıdaki sıcak veya soğuk havanın Scrooge üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Hiçbir sıcaklık onu ısıtamaz, hiçbir serinlik onu üşütemezdi. Hiçbir rüzgâr onun kadar şiddetli esemez, hiçbir kar tanesi hedefini onun gibi vuramaz, hiçbir sağanak yağış nezakete onun kadar uzak olamazdı. Kötü hava bile onu nerelere sığdırsa, bilmiyordu. En şiddetli yağan yağmur, kar, dolu ve sulu sepken Scrooge’un yanında yalnızca bir tek şey ile övünebilirlerdi. Onlar yeri geldiğinde “dinmeyi” bilirlerdi ama Scrooge asla dinmezdi.
Caddede yürürken hiç kimse onu çevirip, hoşnut bakışlarla, “Sevgili Scrooge, bugün nasılsın? Beni ne zaman ziyarete geleceksin?” diye sormazdı. Hiçbir dilenci üç kuruş para versin diye önünde eğilmezdi, hiçbir çocuk saatin kaç olduğunu ona sormazdı. Hayatı boyunca ne bir erkek ne bir kadın ona “Şuraya nasıl giderim?” diye sormamıştı. Körlere rehberlik eden köpekler bile onu tanıyor gibiydi, onu fark ettiklerinde sahiplerini aralık duran kapılardan binaların içine çekiştirirlerdi ve sonra da “Şeytani gözlerine sahip olmaktansa gözlerinizin kör olması daha iyidir, karanlıklar içindeki efendim!” der gibi kuyruklarını sallarlardı.
Tüm bunlar Scrooge’un umurunda bile değildi! Hatta böylesi hoşuna bile gidiyordu.
Yaşamın kalabalık yollarından uzakta bir yol çizmek, insani tutumlarla arasına bir mesafe koymak, insanların Scrooge’a “kaçık” demesinin tam da nedeniydi.
Günlerden bir gün -hem de diğer günlerin içinde en güzel olanı, yılbaşı arifesi- ihtiyar Scrooge iş yerinin muhasebe bölümünde oturuyordu. Soğuk, kasvetli bir hava vardı, pusluydu üstelik, dışarıdan hırıltıyla soluyan, ellerini göğüslerine vuran ve ayaklarını ısıtmak için tepinen insanların sesleri duyuluyordu. Şehrin saatleri öğleden sonra üçü gösteriyordu ama hava neredeyse kararmıştı bile, gerçi tüm gün aydınlık olmamıştı ve yanan mumlar neredeyse elle dokunulur bir kahverengiliğin içinde cılızca parlayan kırmızı lekeler gibi görünüyordu civardaki iş yerlerinin pencerelerinden.
Sis öyle çökmüştü ki bulduğu her çatlaktan, hatta anahtar deliklerinden bile içeri girecek gibiydi. Ve daracık meydanın öteki tarafındaki evler bile hayalet gibi görünüyordu.
Böylesine soluk renkli bir bulut kendini yeryüzüne salıp her şeyi belirsizliğe boğunca, doğanın kıt kanaat geçindiğini ve barınacak başka yerinin olmadığını düşüneceği geliyordu insanın.
Scrooge, gözünü, bir çeşit depoyu andıran, iç karartıcı hücresinde oturan ve mektupları temize çeken kâtibinin üzerinden ayırmamak için muhasebe odasının kapısını açık bırakmıştı. Scrooge’un yanında oldukça küçük bir ateş yanmaktaydı ama kâtibinin yanındaki ateş öylesine cılızdı ki neredeyse yalnızca bir kömür parçası yanıyor sanırdınız. Kâtip, ateşini körükleyemiyordu çünkü Scrooge kömür çuvallarını kendi odasında tutuyordu ve kâtip ne zaman elinde kürekle görünse, efendisi ayrılık vaktinin geldiğini ima ediyordu. Bu yüzden kâtip beyaz atkısına sarınmış, yanan mumun başında ısınmaya çalışıyordu. Ne var ki hayal gücü ısınmasına yardımcı olacak kadar kuvvetli değildi.
“Mutlu Noeller, amca! Tanrı sizi korusun!” diye çınlattı ortalığı neşeli bir ses. Bu, Scrooge’un yeğeninin sesiydi. Öyle sessizce yaklaşmıştı ki; amca için varlığının ilk işareti sesi oldu.
“Hah!” dedi Scrooge, “Saçmalık!”
Sisli ve buz kesen havada hızlı bir yürüyüşle öyle ısıtmıştı ki kendini Scrooge’un yeğeni etrafa yakıcı bir parlaklık saçıyordu; yakışıklı çehresi al al olmuş, gözleri ışıltılar saçmaktaydı ve ağzından duman çıkıyordu.
“Noel mi, saçmalık mı?” dedi Scrooge’un yeğeni, “Eminim öyle söylemek istememişsinizdir.”
“Öyle söyledim.” dedi Scrooge, “Mutlu Noellermiş! Sizin mutlu olmaya ne hakkınız var ki? Mutlu olmak için ne sebebiniz var? Beş parasızın tekisiniz.”
“Hadi ama…” diyerek karşılık verdi yeğeni kaygısızca, “Sizin bu denli neşesiz olmaya ne hakkınız var? Böylesine asık suratlı olmak için ne sebebiniz var? Oldukça zenginsiniz.”
O an için elinde daha iyi bir cevabı olmayan Scrooge, yine “Hah!” dedi ve ekledi: “Saçmalık!”
“Böyle öfkeli olmayın amca.” dedi yeğeni.
“Aptalların yaşadığı bir dünyada mı?” diye karşılık verdi Scrooge, “Başka nasıl olabilirim ki? Mutlu Noellermiş! Noel sizin gibiler için cebinizde beş kuruş olmadan faturalarınızı ödemeye çalıştığınız, yalnızca bir yıl daha yaşlandığınız ama bir gıdım bile zengin olamadığınız, sizin için ölüm olacak onlarca ayı bilanço defterinizde düzene koymaya çalıştığınız yeni bir yıldan başka ne olabilir ki? Bildiğim tek bir şey varsa…” dedi Scrooge, öfke ile “O da ‘Mutlu Noeller!’ diye gezinen her ahmağın kendi kazanında kaynatılarak kalbine saplanmış bir hançerle gömülmesi gerektiğidir. Evet, öyle!”
“Amca!” diye yalvardı yeğeni.
“Yeğen!” diye sertçe çıkıştı Scrooge, “Kendi Noel’inizi kendinize saklayın, ben de kendi bildiğimi yapayım.”
“Kendi bildiğinizi mi!” diye tekrarladı Scrooge’un yeğeni, “İyi de siz hiçbir şey yapmıyorsunuz ki!”
“Bırakın da öyle kalsın o hâlde.” dedi Scrooge, “Siz yeni yılın hayrını görün! Sanki bugüne dek bir hayrını görmüşsünüz gibi!”
“Bugüne dek hayrını görebileceğim ama kaçırdığım pek çok şey olduğunu söyleyebilirim.” diye karşılık verdi yeğeni, “Yeni yıl da bunlardan biridir. Yılbaşını her zaman insanların lütufkâr, bağışlayıcı, yardımsever ve keyifli olduğu bir zaman olarak düşünmüşümdür. Uzun bir takvim yılı boyunca kadın erkek herkesin kendi rızalarıyla kalplerinin kilitli kapılarını açtığı ve kendilerinden alt sınıfta bulunan insanları mezara kadar dostmuşçasına gördüğü ve o insanlara, farklı bir yolculuğa ait olan başka bir ırkmış gibi davranmadığı tek zaman olarak düşünürüm. Ve amca, bu yüzden cebime bir külçe altın koyduğu veya gümüş doldurduğu olmamışsa da yılbaşının hayrını bugüne dek gördüğümü ve bundan sonra da göreceğimi söyleyebilirim. Bir kez daha Tanrı’nın bu günü kutsamasını diliyorum.”
Kâtip depo gibi odasından, elinde olmadan alkışlayıvermişti. Yaptığının yersiz olduğunu da anında fark edince ateşi eşelemeye koyuldu ve son cılız ateşi de ebediyete kadar söndürdü.
“Hadi bir kere daha ses çıkar bakalım.” dedi Scrooge, “O zaman yeni yılı işini kaybederek karşılarsın!”
“Etkili bir konuşmacısınız bayım.” diye de ekledi yeğenine dönerek. “Neden parlamentoya girmediğinizi merak ediyorum doğrusu.”
“Amca öfkelenmeyin. Hadi! Yarın akşam yemeğinde bizimle olun.”
Scrooge, “Sizin bu büyük üzüntünüzü görmeyi yeğlerim.” demek istedi ve söyledi de. Tüm cümleyi baştan sona söyledi ve o büyük üzüntüyü yeğeninde gerçekten de gördü.
“Ama neden?” diye inledi Scrooge’un yeğeni, “ Neden?”
“Neden evlendiniz?” diye sordu Scrooge.
“Çünkü âşık oldum.”
“Çünkü âşık oldunuz!” diye homurdandı Scrooge, aşk dünya üzerinde mutlu bir yılbaşından daha saçma olan tek şeymişçesine, “İyi günler!”
“Hayır amca, beni daha önce de ziyarete hiç gelmezdiniz. Neden şimdi bunu bir bahane olarak kullanıyorsunuz ki?”
“İyi günler!” diye tekrarladı Scrooge.
“Sizden hiçbir şey istemiyorum; hiçbir şey dilenmiyorum; neden yalnızca dost olamıyoruz ki?”
“İyi günler!” dedi Scrooge.
“Sizi böylesine inatçı gördüğüm için üzgünüm, tüm kalbimle. Sizinle hiçbir tartışmaya girmemiştik. Ama yeni yılın hürmeti için sonuna kadar sabrettim ve yeni yıl ruhunu sonuna kadar koruyacağım. Bu yüzden mutlu yıllar amca!”
“İyi günler!” dedi Scrooge.
“Ve iyi seneler!”
“İyi günler!” dedi Scrooge.
Yeğeni her şeye rağmen öfkeye kapılmadan, tek söz etmeyerek çıktı. Dışarıdaki kapıda, soğuktan donmasına rağmen Scrooge’tan daha sıcakkanlı olan kâtibi senenin en güzel dilekleriyle selamlamak için durdu. Kâtip de onu aynı samimiyetle selamladı.
Adamcağızın iyi dileklerini duyan Scrooge, mırıldandı: “Al işte bir tane daha! Karısı ve çocuklarını haftada kazandığı on beş şilinle geçindirmeye çalışıp mutlu bir yılbaşından bahsediyor. Bunlar adamı tımarhanelik eder!”
Scrooge’un deli fişek yeğeninin çıkmasıyla iki kişinin içeriye girmesi bir oldu. Göze hoş görünen, heybetli iki beyefendi içeri girmiş, şapkalarını çıkarmış, Scrooge’un ofisinde dikiliyorlardı. Ellerindeki kitap ve defterlerle Scrooge’u selamladılar.
“Scrooge ve Marley’nin şirketindeyiz sanırım.” dedi beylerden biri, elindeki listeye bakarak, “Bay Scrooge ile mi yoksa Bay Marley ile mi tanışma şerefine nail oluyorum acaba?”
“Bay Marley tam yedi senedir ölü.” diye cevapladı onu Scrooge, “Yedi sene önce bugün öldü.”
“Cömertliğinin, hayatta kalan ortağı tarafından sürdürüldüğünden hiç şüphemiz yok.” dedi beylerden biri, kartvizitini uzatarak.
Sürdürdüğü bir şeyler vardı elbette, ne de olsa onlar ruh ikiziydiler. “Cömertlik” kelimesinin kendisi için ne uğursuz bir şey olduğunu fark edince kaşları çatıldı Scrooge’un ve kafasını sallayarak kartviziti geri verdi.
“Yılın şöleni andıran bu döneminde, Bay Scrooge…” dedi beylerden biri kalemini alarak, “Yardıma muhtaç, yoksul insanlar için küçük bir yardımda bulunmak gibisi yoktur. Binlerce insan temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, pek çoğu kıt kanaat geçinebiliyor.”
“İyi de hapishaneler yok mu?” diye sordu Scrooge.
“Çok fazla hapishane var tabii.” dedi adam, elindeki kalemi bırakarak.
“Ve huzurevleri?” diye ısrar etti Scrooge, “Hâlâ var değil mi?”
“Evet hâlâ var.” diye cevap verdi adam, “Keşke olmalarına gerek kalmasaydı.”
“Treadmill ve yoksulları koruyan yasalar hâlâ yürürlükte değil mi?” dedi Scrooge.
“Evet efendim, ikisi de yürürlükte.”
“Oh! Konuşmanızın başında tüm bunları yararlı eylemlerinden alıkoyan bir şeyler oldu sandım.” dedi Scrooge, “Bunları duyduğum iyi oldu.”
“Tüm bunların yoksullara güçlükle yetişebildiği izlenimine kapıldığımız için…” dedi adam, “Bizler yoksullara yiyecek, içecek ve yakacak yardımı yapmaya karar verdik. Yılın bu zamanını seçtik çünkü bu zamanlarda insanlar yokluğun ne demek olduğunu ve bereketin nereden geldiğini anlar. Sizin için ne yazayım?”
“Hiçbir şey!” diye cevapladı onu Scrooge.
“Adınızın gizli kalmasını mı istiyorsunuz?”
“Beni rahat bırakmanızı istiyorum.” dedi Scrooge, “Madem ne yapmak istediğimi soruyorsunuz baylar, cevabım budur. Yılbaşı benim için mutluluk zamanı değildir ve boş gezen insanları da mutlu edecek param yok. Size bahsettiğim kurumlara yeterince para ödüyorum ve bu bana yeterince pahalıya patlıyor zaten, durumu o kadar kötü olanlar da o kurumlara sığınsınlar.”
“Pek çoğu oraya bile gidemiyor ve bazıları da oraya gitmektense ölmeyi yeğliyor.”
“Eğer ölmeyi yeğliyorlarsa…” dedi Scrooge, “Ölsünler o zaman, böylelikle gereksiz nüfus artışı konusunda bir faydaları dokunur. Hem -affedersiniz ama- bu paraların nereye gittiğini de bilmiyorum.”
“Nasıl bilmezsiniz?” dedi adam.
“Bunu bilmek benim işim değil.” diye cevapladı onu Scrooge, “Herkes kendi işine baksın ve başkalarının işine burnunu sokmasın.
Benim işim zaten başımdan aşkın. İyi günler baylar!”
Scrooge’u ikna etmeye çabalamanın faydasız olduğunu anlayan adamlar geri çekildi. Scrooge fikirlerini her zamankinden daha alaycı bir biçimde, kendi kendine sürdürmeye devam etti.
Bu arada sis ve karanlık öyle yoğunlaşmıştı ki at arabaları önlerinde onlara yol göstermeye talip birileri sayesinde ilerliyorlardı. Gotik bir pencereden boğuk sesler çıkararak Scrooge’u her zaman sinsice gözetlermiş gibi duran kilise çanının asılı durduğu tarihî kule görünmez olmuştu. Çan sesi, saatleri ve çeyrekleri bulutların içinden, ardında titrek çınlamalar bırakarak öyle bir hatırlatıyordu ki sanki yukarıda soğuktan donmuştu da dişleri birbirine vuruyordu. Soğuk iyiden iyiye artmıştı. Ana caddede, meydanın köşesinde işçiler gaz borularını onarıyorlardı ve bir varilin içinde, etrafına bir grup hırpani adam ve çocuğun doluştuğu bir ateş yakmışlardı. Bu kalabalık, ellerini ısıtmaya çalışıyor ve şiddetlenen alevlere karşı gözlerini kırpıştırıyorlardı. Kendi hâlinde akmakta olan çeşmenin suyu taşarak donmuş ve insanı hayattan soğutacak bir buz kalıbına dönmüştü. Vitrinlerinin sarı ışıkları altında kızarmakta olan kutsal filizler ve böğürtlenlerin bulunduğu dükkânların ışıkları önünden geçen insanların yüzünü aydınlatıyordu. Kümes hayvanları satan tüccar ile bakkalın alacak verecek davası bile eğlenceye dönüşmüştü. Bu şölenin bir pazarlık veya satış kadar can sıkıcı şeylerle ilgili olduğuna inanmak çok zordu. Belediye Başkanı, ihtişamlı köşkünde, elli kadar aşçı ve kâhyasına, belediyenin halka yakışır biçimde hazırlanması için emirler yağdırıyordu. Hatta geçen pazartesi, gecenin bir vakti sarhoş olup sokaklarda canına susamış gibi gezinerek beş şilin ceza yemiş orta hâlli terzi bile evinin çatı katında ertesi günün tatlısını karıştırıyordu, sıska karısı ile çocuğu ise biftek almak için çıkmışlardı.
Sis daha da bastırmış, hava iyice soğumuştu. İnsanın derisini delip geçecek, iliklerine işleyecek, canını acıtacak kadar soğuktu. Aziz Dunstan, kötü ruha karşı bilindik silahlar kullanmak yerine, burnunu böylesine soğuk bir dokunuşla kırsaymış amacına ulaşabilirmiş. Köpeklerin çiğnediği kemikler gibi soğuk hava tarafından kemirilip çiğnenmiş bir burnun sahibi, Scrooge’u bir Noel şarkısı eşliğinde neşelendirmek için kapı deliğine eğilmişti. Ama daha, “Tanrı sizi kutsasın, güleç yüzlü bayım! Hiçbir şey canınızı s ıkmasın!” derken, Scrooge cetveli eline öyle bir hiddetle aldı ki yeni yıl şarkısını söyleyen genç adam, kapı deliğini sis ve sisle hemen hemen aynı yoğunluktaki ayaza bırakarak korkuyla kaçtı.
Sonunda iş yerinin kapanış saati gelip çatmıştı. Scrooge, kinle dolmuş bir hâlde iskemlesinden kalktı ve mumunu üfleyerek şapkasını başına geçirmekte olan kâtibinin beklentilerini kabul edecek olduğunu üstü kapalı bir şekilde idrak etti.
“Yarın tüm gün için izin isteyeceksin sanırım?” dedi Scrooge.
“Sizin için de uygunsa efendim.”
“Uygun değil.” dedi Scrooge, “Ve adil de değil. Eğer ben senden bunun için yarım şilin kesecek olsam kendini sömürülmüş hissederdin, değil mi?”
Kâtip hafifçe gülümsedi.
“Ama yine de…” dedi Scrooge, “Bütün gün çalışmamana ve sana tüm günün parasını ödeyecek olmama rağmen benim sömürüldüğümü düşünmüyorsun.”
Kâtip bunun senede bir kez olduğunu söyledi.
“Her aralık ayının sonunda insanın cebinden para aşırmak için zavallıca bir bahane!” dedi Scrooge, kabanının düğmelerini boğazına kadar ilikleyerek, “Sanırım bütün gün olmayacaksın. Ertesi gün her zamankinden daha erken bir vakitte burada ol.”
Kâtip öyle yapacağına söz verdi, Scrooge homurdanarak çıktı. İş yeri hızla kapanmıştı ve kâtip uçları beline kadar sarkan beyaz atkısına sarınıp -zavallıcığın bir kabanı bile yoktu- yılbaşı arifesini yaşamanın haklı gururuyla, bir grup oğlan çocuğunun peşi sıra Cornhill’e kadar kızakla indi ve körebe oynamak için var gücüyle Camden Town’daki evine koştu.
Scrooge akşam yemeğini her zamanki melankolik lokantada yedi ve tüm gazeteleri okuyup bitirmiş olduğundan gecenin geri kalanını banka defterlerini incelemekle geçirdi. Daha sonra da uyumak üzere evin yolunu tuttu. Vaktiyle ortağına ait olan evde yaşıyordu. Avlunun ucuna yakışıksızca yığılıp kalmış gibi duran iç karartıcı odalarıyla bu eve henüz yeni yapıldığı dönemlerde yolu düşen birileri hayranlık duymadan edemez ama diğer evlerin arasında saklanıp kalmış olduğu için yine unutup giderdi. Scrooge haricinde içinde yaşayan herkes için yeterince eski ve ürkütücü olan evin diğer odaları işyeri olarak kiralanmıştı. Sis öylesine çökmüştü ki avlunun her bir taşını ezbere bilen Scrooge bile el yordamıyla ilerleyebiliyordu. Karanlık girişin üzerinde asılı duran sis ve kırağıya bakılırsa hava tanrısı eşikte oturmuş da yas tutuyor sanılırdı.
Şimdi şu gerçeği unutmayalım ki kapının tokmağının devasa olması dışında hiçbir özelliği yoktu. Şu da bir gerçek ki Scrooge orada yaşadığı zaman boyunca o tokmağı sabah akşam görüyordu ve Scrooge da -cesur bir söylem olacak ama- iş adamları, soylular ve köylüler de dâhil Londra’da yaşayan diğer tüm insanlar gibi hayal gücünden yoksun bir adamdı. Öğleden sonra ortağının yedi sene önce bugün öldüğünü söylemesi dışında geçen yıllar boyunca Marley’yle ilgili tek bir şey bile düşünmemiş olduğunu da aklımızdan çıkarmayalım. Hele ki kapının kilidine anahtarını sokan Scrooge’un, kapının halka tokmağında, Marley’nin en ufak bir değişikliğe bile uğramamış yüzünü nasıl gördüğünü açıklayabilecek biri varsa beri gelsin.
Marley’nin yüzü avluda bulunan diğer nesneler gibi karanlık-bir gölge ile kaplı değildi ama karanlık bir mahzende duran çürük ıstakoz gibi sönük bir ışıkla parlıyordu. Öfkeli ya da ürkütücü değildi ama Scrooge’a her zamanki gibi bakıyordu. Alnına kaldırdığı gözlüğünün ardından saçları sıcak bir nefes veya ılık hava ile karışmış vaziyette duruyordu ve gözleri tamamen açık olmasına rağmen kıpırtısızdı. Gözlerini, böylesine korkunçlaştıran, bu kıpırtısızlığı ve capcanlı renkleriydi. Ama bu korkunçluk yüzünün bir parçası ya da ifadesi olmaktan ziyade, onun kontrolü dışındaki bir şey gibiydi.
Scrooge bu görüntüye kilitlenmiş bir şekilde bakınca yüz imgesi yeniden kapı tokmağına dönüşmüştü.
Şaşkınlığa düşmediğini veya kanının donmadığını söylemek gerçek dışı olurdu. Ama yine de elini üzerinden çektiği anahtarını yeniden kavrayarak kapıyı açtı, içeri girdi ve mumunu yaktı.
Kapıyı kapatmadan önce bir an öylece durdu ve Marley’ye inat, kapının hol tarafında görüp de onu korkutmasını beklermiş gibi dikkatlice kapının arkasına baktı. Ama kapının arkasında tokmağı tutan vida ve somunlardan başka bir şey yoktu. “Aman be!” diyerek sertçe kapattı.
Kapının sesi evin içinde gök gürültüsü gibi bir ses çıkardı. Yukarıdaki tüm odalar ve şarap tüccarının odasındaki her şişe kendine has bir ses çıkarır gibi oldu. Scrooge gaip seslerden ürkecek bir adam değildi. Kapıyı kilitledi ve holden ilerleyerek merdivenleri yavaşça çıktı. Mumunun sönmemesi için sakınarak yürüyordu.
Altı atlı arabayı aynı anda eski bir merdivenden çıkarmak ya da parlamentodan çıkan berbat bir kararın içinden geçmek diye bir deyiş vardır ya işte bu merdivenlere bir cenaze arabası yerleştirseniz, hem de tutulacak kolları duvara, kapısı da tırabzan tarafına gelse, araba yine sığardı. Merdiven bunun için bile yeteri kadar genişti. Belki de bu yüzden Scrooge önündeki karanlıkta ilerleyen bir cenaze konvoyu gördüğünü sandı. Dışarıdaki yarım düzine gaz lambası girişi aydınlatmaya yetmiyordu; Scrooge’un içinde olduğu alacakaranlığı bir düşünün.
Scrooge hiçbir şeye aldırmadan çıktı yukarı. Hem karanlık bedavaydı ve Scrooge bedava olan şeylere bayılırdı. Lakin yine de ağır kapısını kapatmadan önce her şeyin yolunda olduğundan emin olmak için odaları bir bir kontrol etti. Bunu yapmasına neden olacak kadar kazınmıştı aklına gördüğü yüz.
Oturma odası, yatak odası, odunluk. Her şey yerli yerinde. Masanın, kanepenin altında kimsecikler yok, ocakta küçücük bir ateş var yalnızca, tas ve kaşık hazır ve bir kâse yulaf ezmesi… Yatağın altında kimse yok; dolapta kimse yok; duvarda şüpheli bir şekilde asılı duran geceliğinin içinde de kimse yok. Odunluk her zamanki gibi. Eski yangın söndürücü, eski ayakkabılar, iki balık kovası, üç bacak üstünde duran çamaşır teknesi ve bir de ateşi karıştırmak için demir maşa.
Yeterince tatmin olunca kapıyı kapattı ve kilitledi; iki kez kilitledi hem de; ki bu hiç âdeti değildi. Beklenmedik şeylere karşı güvence altına aldı kendini böylece ve kravatını çıkardı; geceliğini, terliklerini giydi; takkesini taktı ve yulaf ezmesini yemek için ateşin başına oturdu.
Böylesine soğuk bir gecede kendini bile ısıtmaya yetmeyen cılız bir ateşti. Bir avuç kömürden ısınma hissini son damlasına kadar sömürebilmek için ateşin dibinde oturmak ve onu körüklemek zorunda kalmıştı. Şömine çok uzun zaman önce Hollandalı bir tüccar tarafından yaptırılmış antika bir şeydi ve etrafında İncil’den hikâyeleri tasvir eden Hollanda çinileri vardı. Habil ile Kabil, firavunun kızları; Saba melikeleri, kuş tüyü bulutların üzerine yükselen haberci melekler, İbrahim Peygamber, Belshazzar, teknelerinin üzerinde denize açılan havariler, Scrooge’un düşüncelerini dağıtacak binlerce figür… Ama yine de yedi yıl önce ölmüş olan Marley’nin yüzü peygamberin asası gibi ortaya çıkıyor ve her şeyi tutuyordu. Şöminenin etrafındaki kiremitlerin üzeri boş olsaydı, paramparça düşünceleri ile her bir kiremitin üzerine işleyeceği şey Marley’nin yüzü olurdu.
“Saçmalık!” dedi Scrooge ve odanın içinde yürümeye koyuldu.
Bir o yana, bir bu yana yürüdükten sonra yeniden oturdu. Kafasını geriye yaslayınca gözleri bir zamanlar evin en üst katındaki oda ile iletişim kurulmasını sağlayan ama artık işlevini yitirmiş zile takıldı. Bakarken zilin sallanmaya başladığını büyük bir şaşkınlıkla, tuhaf, tarif edilemez bir hâlde fark etti. Başlangıçta öyle hafifçe sallanıyordu ki neredeyse ses bile çıkarmıyordu ama sonra zırıl zırıl çalmaya başladı ve onunla birlikte evdeki diğer tüm ziller de.
Belki yarım dakika, belki de bir dakika sürmüştü ama bir saat gibi gelmişti ona. Ziller başladıkları gibi aynı anda sustular. Ardından aşağılarda bir yerde, şarap tüccarının mahzenindeki fıçıların üzerinde birileri zincir sürüklüyormuş gibi madenî sesler geldi. Daha sonra Scrooge, lanetli evlere musallat olan hayaletlerin zincir sürüklerken tasvir edildiğini hatırladı.
Mahzenin kapısı pat diye açıldı, sonra sesin alt katta gittikçe yükseldiğini, yukarı çıktığını ve kapısına kadar geldiğini duydu.
“Saçmalık işte!” dedi Scrooge, “İnanmıyorum.”
Ama ağır kapının içinden geçip de bir an durmaksızın odaya gireni görünce beti benzi soldu. Onun girişiyle son nefesini vermeye hazırlanan ateş de “Onu tanıyorum, Marley’nin hayaleti bu!” dercesine parlayıp sonra yeniden sönmüştü.
Basbayağı aynı yüz. Her zaman giydiği yeleği, pantolonu ve botları ile Marley. Botlarının bağcıkları at kuyruğu gibi, tıpkı paltosunun uçları ve kafasının üstündeki saçlar gibi dimdik. Sürüklediği zincir beline dolanmıştı. Arkasında bir kuyruk gibi uzayıp gidiyordu ve Scrooge dikkatle ona bakıyordu. Zincirin ucunda bozuk para kasaları, anahtarlar, asma kilitler, hesap defterleri, senetler ve çelikten yapılmış ağır cüzdanlar vardı. Vücudu saydamdı ve Scrooge, yeleğinin içine bakınca paltosunun sırtındaki iki düğmeyi görebiliyordu.
Scrooge, Marley’nin midesiz bir herif olduğunu duyardı hep ama buna hiç inanmamıştı ta ki bugüne kadar.
Hayır, şimdi de inanmıyordu işte. Önünde dikilen hayalete tekrar tekrar bakıyor, ölüm soğuğu gözlerinin buz gibi etkisini hissediyordu. Boynuna doladığı mendilin daha önce fark etmediği kumaşını bile görüyordu ama hâlâ inanmıyor, duyuları ile savaşıyordu.
“Şimdi ne var?” dedi Scrooge, alaycı ve soğuk sesiyle, “Benden ne istiyorsun?”
“Pek çok şey!” Hiç kuşkusuz Marley’nin sesiydi bu.
“Kimsin sen?”
“Kimdin diye sor.”
“Kimdin öyleyse?” dedi Scrooge, sesini yükselterek, “Bir hayalet için çok titizsin!”
“Hayattayken senin ortağındım, Jacob Marley.”
“Otur.” dedi Scrooge, şüphe içinde ona bakarak, “Oturabiliyor musun?”
“Oturabiliyorum.”
“Otur o hâlde.”
Scrooge bu soruyu sormuştu çünkü böylesine saydam bir hayaletin kendine bir sandalye çekip de oturacağı bir durumla karşılaşıp karşılaşmadığını bilmiyor ve durumun imkânsızlığına rağmen utandırıcı bir açıklaması olabileceğini düşünüyordu. Ama hayalet sanki her zamanki alışkanlığını yerine getiriyormuş gibi şöminenin öteki tarafına oturmuştu.
“Bana inanmıyorsun, değil mi?” dedi hayalet.
“İnanmıyorum!” dedi Scrooge.
“Beş duyunun dışında bana inanman için ne gibi bir kanıta ihtiyacın var?”
“Bilemiyorum.” dedi Scrooge.
“Peki duyularına neden güvenmiyorsun?”
“Çünkü…” dedi Scrooge, “En ufak bir şey bile etkiliyor onları. Midedeki ufacık rahatsızlık bile aldatabilir onları. Sen sindirilmemiş bir biftek parçası, bir parça hardal, bir dilim peynir ya da biraz çiğ kalmış patatesin kokusu olabilirsin. Her ne isen artık, hortlaktan çok, mantara benziyorsun.”
Scrooge şakacı bir tabiata sahip değildi ve o anda da içinden espri yapmak gelmiyordu. Gerçek şu ki çene çalıp kendi dikkatini dağıtmaya ve korkusunu bastırmaya çalışıyordu. Çünkü hayaletin sesi sanki kemiklerinde çınlıyordu.
O sabit, parlak gözlere, oturup bir saniyeliğine bakmanın aklını kaçırmasına neden olacağını hissediyordu. Hem hayalette cehennemden çıkıp gelmiş gibi lanetli bir hava da vardı. Scrooge bunu bizzat hissedemese de durum buydu çünkü hayalet hiç kıpırdamadan otursa da paltosunun uçları, püskülleri bir fırının üfürdüğü sıcak havanın etkisinde kalmış gibi kıpırdanıyordu.
“Şu kürdanı görüyor musun?” dedi Scrooge, müdahale etmek istermiş gibi. Aslında bir anlığına da olsa hayaletin taşlaşmış bakışlarını üstünden kovmak istiyordu.
“Görüyorum.” diye cevapladı onu hayalet.
“Ama ona bakmıyorsun.” dedi Scrooge.
“Ama yine de görüyorum.”
“Pekâlâ…” dedi Scrooge, “Onu yutacağım ve bundan sonraki günlerimi kendi hayal ürünüm olan bir alay cin tarafından işkence görerek geçireceğim. Saçmalık bu! Tamamen saçmalık!”
Hayalet bu sözler karşısında öyle korkunç bir çığlık kopardı ve zincirlerini öyle feci ve dehşet verecek bir ses ile salladı ki Scrooge kendinden geçip yere yığılmamak için koltuğunun kollarına sımsıkı tutunmak zorunda kaldı. Ama hayalet içerisi çok sıcakmış gibi kafasına sarılı sargı bezini çıkarıp da alt çenesi göğsünün üstüne düşünce, işte o zaman asıl korku neymiş gördü.
Scrooge dizlerinin üzerine çöküp ellerini yüzünde kenetledi.
“Merhamet et!” dedi, “Korkunç şey, neden beni rahatsız ediyorsun?”
“Dünyevi şeylerden başka bir şey düşünmez adam!” diye cevap verdi hayalet, “Bana inanıyor musun?”
“İnanmak zorundayım. Ama hayaletler neden yeryüzüne iner ve neden beni bulurlar ki?”
“İnsanoğlunun ruhu…” diye karşılık verdi hayalet, ”Diğer insanların arasına karışıp uzun bir yolculuğa çıkmakla yükümlüdür ve o ruh, henüz sağken bu yolculuğu gerçekleştirmezse öldükten sonra yapmak zorunda kalır. Yeryüzünde gezinerek -ki benim kaderim de bu- artık sahip olamayacağı ama hayattayken onu mutluluğa eriştirebilecek her şeyle yüzleşmek zorundadır.”
Hayalet bir kez daha çığlık attı ve zincirlerini titreterek ellerini ovuşturdu.
“Zincire vurulmuşsun.” dedi Scrooge, tir tir titreyerek, “Bana nedenini söyle.”
“Hayattayken dövdüğüm demir zincire bağlandım.” diye cevaplaladı hayalet, “Halka halka ördüm onu, ince ince işledim, hür irademle ürettim ve yine hür irademle kuşandım onu. Şekli sana tuhaf mı geldi?”
Scrooge daha da titremeye başlamıştı.
“Yoksa…” diye devam etti hayalet, “Taşıdığın zincirlerin ne denli uzun, ağır olduğunun farkında değil misin? Yedi sene önce Noel arifesinde, en az benimki kadar uzun ve ağırdı. O zamandan beri kendi zincirinin üzerinde çalışmaya devam ediyorsun. Seninki de oldukça ağırlaşmış.”
Scrooge, etrafını sarmış elli altmış metrelik bir demir yığını görecekmiş gibi yere baktı ama hiçbir şey göremedi.
“Jacob!” dedi yalvarır gibi, “Yaşlı Jacob Marley, her şeyi anlat bana. Bir avuntu ver bana Jacob!”
“Sana verecek bir şeyim yok!” diye cevap verdi hayalet, “O işler başka yerlerde oluyor. Sadece kısacık bir diyalog için izin veriliyor. İstirahat edemem, kalamam, hiçbir yerde oyalanamam. Benim ruhum bizim tefeci dükkânının ötesine hiç geçemedi. iyi dinle beni! Hayattayken ruhum tefeci deliğinin daracık alanından dışarı hiç çıkamadı ve şimdi önümde yorucu yolcuklar var.”
Ne zaman düşünceli bir ruh hâline girse ellerini pantolonunun cebine sokmak Scrooge’un huyuydu. Hayaletin sözlerini ölçüp biçerken gözlerini yukarı kaldırmış ve ayağa kalkmamıştı ama yine aynı şeyi yapmıştı.
“Çok ağır yüklerle ilerlemiş olmalısın.” dedi Scrooge, hürmet ve tevazu göstererek.
“Ağır!” diye tekrarladı hayalet.
“Yedi yıldır ölüsün.” dedi Scrooge, “Tüm bu zaman boyunca dolaştın mı?”
“Tüm zaman boyunca.” dedi hayalet, “Ne durup dinlenmek var ne de huzur. Yalnızca pişmanlığın kesintisiz eziyeti.”
“Hızlı mı yol alıyorsun?” dedi Scrooge.
“Rüzgârların kanatlarında.” diye cevap verdi hayalet.
“Yedi sene boyunca uzun yollar katetmiş olmalısın.” dedi Scrooge.
Bunu duyan hayalet, bir çığlık daha koparıp zincirlerini öyle bir hışımla şıngırdattı ki bekçi bela çıkarıyor diye onu içeri tıksa yeriydi.
“Ah!” diye haykırdı hayalet, “Ölümsüz varlıklar tarafından çağlar boyu verilen daimî çabanın, tüm iyiliklerin bu dünyada ebediyete ulaşmak için sunulduğunu bilmeyen tutsak, bağlanmış, zincirlere vurulmuş bir ruh! Her Hristiyan kendi ruhsal âleminde nezaketle uğraşırken, hayatın beş para etmez bir servet için harcanmayacak kadar kısa olduğunu bilmeyen bir ruh! Hiçbir pişmanlığın, hayatta boşa giden fırsatların yerini alamayacağını bilmeyen bir ruh! İşte ben buydum! Böyle biriydim!”
“Ama sen her zaman iyi bir iş adamıydın Jacob.” dedi Scrooge, söylenenlerin ucunun kendine dokunduğunu fark ederek.
“İş mi?” diye haykırdı hayalet, ellerini yeniden ovuşturarak.
“Benim işim insanlık olmalıydı. İnsanoğlunun refahı benim işim olmalıydı; yardımseverlik, merhamet, anlayış, iyilik! Bunların hepsi benim işim olmalıydı. Bu uçsuz bucaksız okyanusun yanında kendi işim bir su damlası gibi kalmalıydı.”
Hüznünün tek nedeniymiş gibi zincirlerini kaldırdı ve sert bir şekilde, yeniden yere çarptı.
“Senenin bu zamanı…” dedi hayalet, “En çok acı çektiğim zamandır. Neden kardeşlerimin arasından başımı yere eğerek yürüdüm? Neden başımı kaldırıp bilge kralları yoksul meskenlere götüren o kutsal yıldıza bir kez bile bakmadım? Işığıyla beni kendine çekecek yoksul bir ev yok muydu?”
Scrooge, hayaletin bu raddeye gelmesinden huzursuz olmuş, titremesi iyiden iyiye artmıştı.
“Bana kulak ver!” diye haykırdı hayalet, “Vaktim doluyor.”
“Vereceğim.” dedi Scrooge. “Bana karşı bu kadar sert olma! Böyle tumturaklı konuşma Jacob! Yalvarırım.”
“Nasıl oldu da beni görebileceğin bir hâl aldım, bilemiyorum. Hep yanı başında görünmez bir şekilde otururdum.”
“Hoş bir düşünce değil.” dedi Scrooge, titredi ve alnında biriken terleri sildi.
“Cezamın ağır taraflarından biri.” dedi hayalet, “Bu gece buraya benim kaderimden kaçman için bir şansının ve umudunun daha olduğunu söylemek için geldim. Benim sana sunduğum bir şans ve umut, Ebenezer!”
“Bana karşı hep iyi bir dost oldun.” dedi Scrooge, “Sağ ol!”
“Üç ruh seni ziyarete gelecek.” diye sürdürdü konuşmasını hayalet.
Scrooge’un yüzü neredeyse hayaletin çenesinin düştüğü gibi düşmüştü.
“Sözünü ettiğin şans ve umut bu mu?” diye sordu Srooge, kekeleyerek.
“Evet.”
“Ben bunu pek istediğimi sanmıyorum.” dedi Scrooge.
“Onlar seni ziyaret etmezse…” dedi hayalet, “Benim geçtiğim yollardan uzak durman mümkün değil. İlki yarın gelecek, zil bir kez çaldığında.”
“Hepsini aynı anda kabul edip işi tek seferde bitirsem olmaz mı Jacob?” diye kıvrandı Scrooge.
“İkinciyi ertesi gün aynı saatte bekle. Sonraki gün, saatler on ikiyi vurduktan sonra üçüncü gelecek. Beni artık bekleme ve kendi iyiliğin için aramızda geçenleri asla aklından çıkarma!”
Bu sözleri söylerken hayalet sargı bezini masadan alıp yeniden kafasına sardı. Scrooge, bunu, çenesi birbirine değince dişlerinin çıkardığı gıcırtıdan anladı. Gözlerini yeniden kaldırmayı denedi ve zincirlerini koluna dolamış, dimdik duran doğaüstü misafiri ile yüzleşti.
Hayalet ondan uzaklaşmaya başladı ve attığı her adımda pencere kendiliğinden biraz daha açılıyordu. Hayalet pencereye ulaştığında pencere sonuna kadar açılmıştı. Scrooge’a yaklaşmasını söyledi ve o da öyle yaptı. Aralarında iki adımlık mesafe kalınca hayalet elini kaldırdı ve Scrooge’u daha da yaklaşmaması için uyardı. Scrooge durdu.
Hayalet, elini kaldırınca itaat etmekten ziyade, şaşkınlık ve korku ile karmakarışık sesler, -hüzün ve pişmanlığın, uyumsuz iniltilerinin, tarif edilemez bir acı ve suçlamanın getirdiği çığlıklar- ulaştı kulağına. Hayalet de bu sesleri bir süre dinledikten sonra matemli havaya karışarak pencereden gecenin kör karanlığına süzülüp gitmişti.
Scrooge pencereye doğru ilerledi, umutsuzluk ve merak içinde dışarı bakı.
Havada, oradan oraya huzursuz bir acelecilikle dolanan, dolandıkça inleyen hayaletler vardı. Her biri, tıpkı Marley gibi zincirler taşıyordu. Birkaçı (Kim bilir belki de yüzü kara devlet büyükleriydi bunlar.) zincirlerle birbirine bağlanmıştı. Hiçbiri hür değildi. Çoğu Scrooge’un hayattayken tanıdığı insanlardı. Beyaz yeleği ve ayak bileğine bağlanmış demir bir kasa ile gezinmekte olan ve kapı girişinde çocuğuyla oturan sakat bir kadına yardım elini uzatmadığı için zavallıca ağlayan yaşlı hayaleti çok iyi tanıyordu. Perişan hâllerinin, iyilik adına insani meselelere katılma arzuları ile bu gücün ellerinden ebediyete dek alınmış olmasından kaynaklandığı apaçıktı.
Bu yaratıklar mı sisin içinde kaybolup gitmişlerdi, yoksa sis mi içine çekip almıştı onları? Bilemiyordu. Ama kendileri de sesleri de aynı anda sönmüştü ve gece, Scrooge eve dönerken nasıl olduysa o olağan hâlini almıştı.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/charlz-dikkens/bir-noel-sarkisi-69428809/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Bir Noel Şarkısı Чарльз Диккенс
Bir Noel Şarkısı

Чарльз Диккенс

Тип: электронная книга

Жанр: Современная зарубежная литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Noel’i yalnız geçirmek niyetinde olan cimri, merhametsiz ve insanlardan kaçan Scrooge’un evine, Noel arifesinde ötelerden bir misafir gelir. Bu, yedi yıl önce ölmüş olan ortağının ruhudur… Ortağı, Noel akşamı üç hayaletin kendisini ziyaret edeceğini söyledikten sonra ortadan kaybolur. Geçmişi, geleceği ve şimdiki zamanı temsil eden o üç hayaletin ziyareti ile Scrooge şaşırtıcı bir değişime uğrayacak ve bir Noel mucizesi yaşanacaktır…

  • Добавить отзыв