Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8

Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8
Arthur Conan Doyle
"Sherlock Holmes ile kurduğum uzun ve samimi arkadaşlık süresince onun ilginç deneyimlerini ve hatıralarını kaydederken şöhrete olan karşıtlığı yüzünden sık sık zorluklarla karşılaşmışımdır. Ciddi ve uyumsuz mizacından dolayı her türlü tebriği ve alkışı itici buluyordu. Başarılı geçen bir davanın sonunda hak ettiği takdiri, geleneksel resmî görevlilerin üstlenmesi ve onlara hep bir ağızdan yapılan yersiz tebrikleri alaycı bir gülümsemeyle dinlemek, Holmes için âdeta bir eğlenceydi." Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Holmes’un ünü o derece yaygınlaşmıştı ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir; örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak dilimize girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve uzun yıllardır bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221 B numaralı eve, Sherlock Holmes’un kendi problemlerine çözüm bulacağını ümit ederek dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Onun gerçek bir insan olduğunu ve yardım edeceğini düşünmektedirler hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Bunun aksine ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.).

Arhur Conan Doyle
Sherlock Holmes Son Selam

Giriş
Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Hemen hemen dünyanın her ülkesinde Holmes’un hikâyelerinin tercümesi bulunabilmektedir ve İncil’den dahi daha çok dile çevrildiği söylenmektedir. 1890’lı yıllarda ilk olarak Avrupa ve Japonya’da tercümeleri bulunabilirken daha sonraki yıllarda tercümelerin sayısı arttı. İlk Holmes filmi 1900’de çekilmiş ve piyasaya sürülmüştür. Sherlock Holmes’un karikatürleri yapılmış; çizgi romanları yayımlanmış; sahne oyunları, müzikalleri, radyo piyesleri, TV dizileri, komedileri ve hatta bir balesi sahnelenmiştir. Bunun yanı sıra, Conan Doyle dışındaki yazarlar, daha fazlasını isteyen okuyucuları tatmin etmek amacıyla Holmes ve Watson’ı taklit ederek yüzlerce eser ürettiler.
Holmes’un ünü o derece yayılmıştır ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir. Örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak İngilizceye girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221B numaralı eve, onun kendi problemlerine çözüm bulacağı ümidiyle dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Birçok kişi onun gerçek bir insan olduğunu ve kendilerine yardım edeceğini düşünmektedirler. Hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Aynı ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.).
Sherlock Holmes hikâyelerinin popüler ve uzun ömürlü olmasının nedeni belki de yazar tarafından çabuk ve gelişigüzel bir şekilde yazılmalarıdır. Yazar, edebî ününü daha ciddi çalışmalarına dayandırıyordu. Arthur Ignatius Conan Doyle (1859-1930) hikâye anlatımı konusunda doğuştan yetenekliydi çünkü herkesin anlayacağı gibi ve Sherlock Holmes’un ifade edeceği gibi “sanat” ailenin kanında akıyordu.
Sanatsal yönü kuvvetli olan Doyle, ailesinden gelen doğal bir yeteneğe sahipti. Büyükbabası John Doyle (Lakabı “H. B.” idi.) politik karikatürler çiziyor ve hiciv sanatıyla uğraşıyordu; amcası Richard Doyle iyi bir ressamdı ve hatıra defteri tutuyordu (“Punch” dergisi için tasarladığı kapaklar ile ünlenmişti.); babası Charles Altamont Doyle ise Edinburgh’nın Holyrood Sarayı’ndaki çeşmelerin yapımında rol almış bir sanatkârdı (her ne kadar çok iyi olmasa da). Genç Conan Doyle, annesinin dizinde saatlerce ataları hakkındaki hikâyeleri dinlerdi. Çok hızlı ve istekli bir okuyucuydu. O kadar hızlıydı ki “Anılar ve Maceralar” (1924) adlı otobiyografisinde ailesinin gittiği küçük bir kütüphanenin, onlara bir günde ikiden fazla kitap değiştiremeyeceklerini bildiren bir yazı gönderdiğini yazmıştı. Zevkleri çok değişkendi. Yeni konuları, yeni yazarları ve yeni kuramları keşfetmekte çok istekli olması yazarlık hayatı boyunca hikâyelerine yansıyordu.
Lancashire’da, Jesuit Stonyhurst Kolejinde eğitim gören Conan Doyle, 1875 Haziranında Londra Üniversitesine kaydolmuş ve 1876’da Edinburgh Üniversitesi Tıp Fakültesine girerek 1881’de mezun olmuştur. Maddi sıkıntı çekmeleri nedeniyle ailesine destek olma amacıyla 1880’de, Kuzey Buz Denizi’nde balina avı yapan bir Peterhead gemisi olan Hope’ta doktor olarak görev yapmaya başlamıştır. 1881-1882 yılları arasında da Batı Afrika’ya sefer yapan Mayumba adlı buharlı gemiyle benzer bir görevle yola çıktı. Kurnaz ve komplocu Dr. George Turnavine Budd ile Plymouth’da kötü bir ortaklık kurduktan sonra, Southsea’de kendi özel muayenehanesini açtı. Bush Villaları, No:1’de tabelasını astıktan sonra hastalarını beklerken boş zamanının çoğunu yazarak geçirdi. Bu süre içinde ürettiği kısa hikâyelerinin hepsi başarılı olamadı ama Kraliçe Viktor-ya zamanına ait muhteşem hikâyesi “Kutup Yıldızı’nın Kaptanı” gibi bazılarından magazin dergilerinde övgü ile bahsedilmiştir.
1885 Ağustosunda evlendikten sonra Conan Doyle kendi zihni için şunları söylemiştir: “Hızlandı… Hem hayal gücüm hem de anlatımım oldukça gelişti.” Kısa hikâyelerinin yanı sıra roman (“Girdlestone’daki Ortaklık” gibi) yazmayı denedi ama eseri yayınevlerince geri çevrildi. Conan Doyle daha taze, daha sağlam ve daha ustaca bir şeyler yaratabileceğine inanıyordu. Yıllarca okuduğu Fransız yazarlardan Emile Gaboriau’nun yarattığı Polis Dedektifi Monsieur Lecoq ile Poe’nun başarılı dedektif tiplemesi olan C. Auguste Dupin, onun çocukluk kahramanlarından biri olmuştur. Bu şekilde kendi dedektif hikâyelerini nasıl yaratacağını düşünmeye başlamıştı. Conan Doyle hikâyesini şöyle anlatır:
“Eski bir öğretmenim olan Joe Bell’in kartala benzeyen yüzünü, tuhaf davranışlarını ve ayrıntıları yakalamaktaki ürkütücü ustalığını düşündüm. O bir dedektif olsaydı kontrol edemediği plansız olayları kesinlikle bilimle bağdaştırırdı. Bu etkiyi yaratabilir miyim diye düşündüm. Gerçek hayatta mümkünse bilim kurguda neden mümkün olmasın? Bir insanın zeki olduğunu söylemek kolay ama okuyucu örnekleri görmek istiyor; ki bu örnekleri Bell bize her gün koğuşta gösteriyordu. Bu fikir hoşuma gitti. Bu karaktere ne ad vermeliydim? Hâlâ alternatif isimler yazan defter sayfasını saklıyorum. Biri temel sanata karşı isyan ettiğinde karakterlerin isimlerinde kuşkuya düşer ve Bay Sharps ya da Bay Ferrets gibi adları yaratır. Önce Sherringford Holmes’u sonra Sherlock Holmes’u buldum. Kendi yaptığı kahramanlıkları anlatamayacağına göre bu görevi yapacak sıradan bir arkadaşı olmalıydı, gösterdiği yiğitliklerde rolü olan ve onları aktaran kültürlü bir insan yaratmalıydım. Bu görkemli adamın sıkıcı ve sakin bir adı olmalıydı. Watson adı iyiydi. Artık kuklalarım hazırdı ve ‘Kızıl Soruşturma’yı yazmaya başladım.”
Conan Doyle notlarına başvurduğunda Watson’ı “Afganistanlı Ormond Sacker” olarak tasavvur ettiğini açıkladı. Ayrıca “J. Sherringford Holmes”u muhafazakâr, hep uyuyormuş gibi gözüken, filozof, ender bulunan kemanların koleksiyonunu yapan uzman bir dedektif olarak düşündüğünü söyledi. 221B Yukarı Baker Caddesi de Holmes’un görevini yapacağı yer olarak belirlendi.
Conan Doyle, ilk Holmes hikâyesi olan “Kızıl Soruşturma”yı, “Yapabileceğimin en iyisiydi ve büyük umutlarım vardı.” diyerek nitelendirdi. Ret cevapları üst üste geldiğinde çok üzülmüştü. James Payn kitabı övdü ama hem çok uzun hem de çok kısa bulduğunu söyledi; Arrowsmith Yayınevi, eseri okumadan iki ay sonra iade etti; diğerleri ise “koklayıp” sırtlarını döndüler. En sonunda kitabın müsveddesi Ward, Lock & Co’ya gönderildi. Ucuz ama sansasyon yaratan edebî eserlere meraklıydılar ama cevapları şöyle oldu:

Sayın Bayım,
Hikâyenizi okuduk ve beğendik; şu anda (1886) piyasada bol miktarda ucuz bilim kurgu kitapları bulunduğundan bu yıl eserinizi yayımlayamayız; ama bir yıl beklemeyi kabul ederseniz size telif hakkı olarak 25 dolar ödeme yapmaya hazırız.
Sonunda “Kızıl Soruşturma” için bir yuva bulunmuştu. Artık tüm dikkatini Monmouth İsyanı’nı anlatan “Micah Clarke” adlı romanına verebilirdi. Birkaç ret cevabı aldıktan sonra Andrew Lang’in tavsiyesiyle Longmans, romanı yayımlamayı kabul etti. Conan Doyle başka Holmes hikâyeleri yazmayı düşünmemişti ama “Kızıl Soruşturma”nın Amerika’da elde ettiği başarı nedeniyle, “Lippincott’s Magazin”in temsilciliğini yapan J. M. Stoddart, onu, Londra’da bulunan Langham Otelinde yemeğe davet etti. Bu özel gecede masa arkadaşlarından biri de Oscar Wilde idi ve her ikisinden de “Lippincott’s Magazin” için yazı yazmaları istendi. Wilde’ın katkısı “Dorian Gray’in Portresi” olurken Conan Doyle yine Holmes ile yeni bir maceraya atılma karar verdi. Bir ay geçmeden günlüğüne şunları yazdı: “Dörtlerin Yemini” bitti ve gönderildi.
Conan Doyle, Sherlock Holmes’u başka bir kitapta kullanmaya niyetlenmemişti ama “Dörtlerin Yemini” ile bu karaktere daha fazla derinlik ve saygınlık katmaya karar verdi. Yarattığı bu karakteri daha fazla okuyucu kitlesine tanıtmak için karşısına bir fırsat çıkmıştı ve bu nedenle daha sofistike bir sunumla ortaya atılması çok önemliydi. Watson “Kızıl Soruşturma” kitabında Sherlock Holmes’un nitelikleri konusunda şu şekilde yorum yapmıştı:
1. Edebiyat bilgisi: sıfır
2. Felsefe bilgisi: sıfır
3. Astronomi bilgisi: sıfır
4. Politika: zayıf
Tüm bunlar “Dörtlerin Yemini”nde değişmektedir çünkü Holmes, Öklit’i kullanarak “Kızıl Soruşturma” ile alay etmekte; Dedektif Athelney Jones’a Goethe’den söz etmekte ve Filozof Winwood Reade’i, Watson’ı eğitmek için öğütlemektedir.
Sherlock Holmes, “Dörtlerin Yemini”nde daha akıllı ve toparlanmış bir karakter olarak karşımıza çıkmakta ve en önemlisi bir gelişme potansiyeli olduğunu göstermektedir. Bu hikâyede sadece Holmes’u önemli ve yankı yapan biri olarak görmemeliyiz çünkü Dr. Watson karakteri de Conan Doyle’un artan yaratıcılığından nasibini almaktadır. İki ana karakter arasındaki bağ, hikâyede önemli bir unsur olmakta ve ilerleyen arkadaşlıkları, başarının anahtarını oluşturmaktadır. Sisli ve gaz lambalarıyla aydınlatılmış Londra da “Dörtlerin Yemini”nde önemli bir rol oynamaktadır; ancak Sherlock Holmes, her ne kadar bu şehri çok iyi tanısa da o zamanlarda Conan Doyle’un başkente dair bilgisi pek iç açıcı seviyede değildi. 6 Mart 1890’da J. M. Stoddart’a yazdığı bir mektupta bunu itiraf etmişti: “(…) Bu arada benim Londra hakkındaki engin ve eksiksiz bilgim sanırım seni eğlendiriyordur. Hepsini, postaneden aldığım haritadan öğrendim.”
Göz doktoru olmaya karar veren Conan Doyle, 1890 yılının sonunda Southsea’deki muayenehanesini kapatarak eğitim amacıyla Venedik’e gitti. 24 Mart 1891’de Londra’ya döndü. Mesleğini yapabilmek için 2. Yukarı Wimpole Caddesi’ne taşındı (Conan Doyle “Anılar ve Maceralar” kitabında bu adresi Devonshire Place olarak belirtmiştir ancak bu doğru değildir.). Conan Doyle gerçeği söylüyorsa kendisinin hiç hastası olmamıştır. “Düşünmek ve çalışmak için bundan daha iyi bir ortam sağlanabilir mi? Çok ideal bir yerdi çünkü meslek hayatımda çok başarısızdım. Ancak burada edebî alanda kendimi geliştirmek için her türlü koşul mevcuttu.” İşte bu düşünme ve esinlenme döneminde, iyice şekillenmiş olan Sherlock Holmes karakteri ortaya çıkmıştır. Conan Doyle bundan şöyle bahseder:
“O zamanlarda değişik aylık dergiler çıkıyordu ve editörlüğünü Greenhough Smith’in yaptığı ‘The Strand’ bunların arasında en önemlilerinden biri sayılırdı. Tutarsız hikâyelerle dolu olan bu değişik dergileri ele alacak olursak; tek bir karakteri kullanarak bir dizi yaratıp okuyucunun, bu dergilere bağlanmasını sağlayarak dikkatini çekebilirdik; fakat diğer yandan dizi şeklindeki hikâyeler faydadan çok zarar da getirebilirdi çünkü nihayetinde, okuyucunun bir ay dergiyi almaması hâlinde kaçırdığı bölümden dolayı ilgisi azalabilirdi. Bu nedenle orta yol sürekli aynı karakteri kullanmak ama her ay kendi içinde biten hikâyeler yazmaktı. Sanıyorum bunu fark eden ilk ben oldum ve ‘The Strand’ dergisi de bu fikri ilk olarak hayata geçiren dergi oldu. Ana karakterimi düşünürken daha önce iki kitapta kullandığım Sherlock Holmes’un kendini, bana, başarı elde edeceğim kısa hikâyeler için ödünç vereceğine inanıyordum. Daha sonra bekleme odasındaki uzun bekleyişlerle baş başa kaldım.”
O zamanlarda Conan Doyle’un yaratıcılığı, hikâyelerini yazma hızında gizliydi. 3 Nisan 1891’de temsilcisi A. P. Watt’a “Bohemya’da Skandal”ı gönderdi; 10 Nisanda “Bir Kimlik Vakası” tamamlandı; 20 Nisanda “Kızıl Saçlılar Kulübü” gönderildi; bir hafta sonra 27 Nisanda “Boscombe Vadisi Gizemi” ortaya çıktı. Gribe yakalanmasaydı ilk beş hikâyesi bir ay içinde piyasaya sürülürdü ancak “Beş Portakal Çekirdeği” 18 Mayıs’ta yayımlanabildi. Yeri yerinden oynatan bu hikâyelerin çok kısa bir sürede yazılmaları oldukça etkileyicidir. “Bohemya’da Skandal” adlı eseri 1891 yılının Temmuz ayında “The Strand” dergisinde yayımlandı ve o zamanlar hiç kimse fark etmese de Holmes’un, Conan Doyle’un ve derginin ünlenmesi garantilenmişti.
Artık her evde Conan Doyle’dan söz ediliyordu ancak o, tarihî kitaplar yazarak daha fazla beğeni toplamak istiyordu. Ekim 1891’de “Beyaz Şirket” yayımlanmış ve hemen ardından 1892’de Nisandan Hazirana kadar yazdığı Napolyon’la ilgili ilk kitap “Büyük Gölge” çıkmıştı. “The Strand” ise daha fazla Sherlock Holmes hikâyesi istiyordu; çünkü ilk seriyi halk çok beğenmişti ve dergi iyi para kazanıyordu. Buna rağmen Conan Doyle, Holmes ile uğraşmak istemiyordu ve 1891 Kasımında “Mavi Yakut” biter bitmez annesine şu mektubu yazdı:

Sherlock Holmes hikâyelerinin yeni serisi için beş tane daha hikâye yazdım. İlk serinin standartlarında olduklarını düşünüyorum ve toplam on iki hikâyenin iyi bir kitap olacağına inanıyorum ancak altıncı hikâyede Holmes’u katledip sonsuza kadar işini bitirmeyi düşünüyorum. Daha iyi şeyleri düşünmeme engel oluyor.
Annesi onun bu fikrine karşı geldi ve hakkında yazması için bir konu buldu. Bunun sonucunda “Bakır Sahiller” ortaya çıktı. Aslında sadece idam cezasını erteleme ve bir rahatlama vardı ortada ancak cezayı ertelemek geçiciydi…
Şubat 1892’de “The Strand” dergisi Conan Doyle’dan yine Holmes hikâyeleri istedi ama o “Mülteciler” adlı tarihî kitabı üzerinde çalışıyordu. Başka hikâyeler üretmeye pek niyetli değildi çünkü kısa dedektif hikâyeleri için ilginç konular bulmak, bir roman yazmak kadar zaman alıcı bir şeydi. “Anılar ve Maceralar” kitabında şu açıklama yer alıyordu:

Holmes hikâyelerini yazmaktaki zorluk, uzun bir roman için gerekli olan açık seçik ve orijinal bir konu bulmakla aynıdır. İncelmeye ya da tamamen kopmaya eğilimlidir.
“The Strand”in son isteğinden nasıl kaçınacağını düşündü ve onları vazgeçirmek için yeni yazılacak olan seri için 1.000 pound istemeye karar verdi (İlk serideki her hikâye için otuz sent ve ikinci serideki her hikâye için elli sent almıştı.) “The Strand” hiç tereddüt etmeden şartlarını kabul etti. Böylece Conan’ın planı suya düştü. Artık mecburen yeni hikâyeler için farklı konular düşünmek zorundaydı. Bunun sonucunda “Sherlock Holmes’un Anıları” ortaya çıkacaktı.
Anıların son hikâyesi tamamlandığında Holmes’u öldürme planını gerçekleştirmek gerekiyordu. “The Strand” okuyucuları için 1893 Noel’i çok üzücü geçecekti. Derginin Aralık sayısında “Son Sorun” yayımlandı ve “Sherlock Holmes’un Ölümü” alt yazısıyla Reichenbach Şelalesi’nde Sidney Paget’ın resmettiği Holmes ve Profesör Moriarity’nin dövüşü tasvir edildi. Bu, okuyucular üzerinde o kadar derin bir acı yaratmıştı ki erkeklerin yas tuttuklarını göstermek için ipek şapkalarının üzerini kâğıtla kapladıkları söylenir. Çok sinirli bir okuyucu, Conan Doyle’a “Hayvan!” diye hakaret etmiştir. 1891’de kurulan “The Strand”in sahibi George Newnes, Holmes’un ölümünü “Çok korkunç bir olay!” diye belirtmiştir. Böyle söylemesi çok doğaldı çünkü Sherlock Holmes’un başarısı “The Strand”i çok etkilemişti. Geleceğin neler getireceğini kim bilebilirdi? Bu ölümün, Kraliçe Viktorya’nın bile çok hoşuna gitmediği söylenir.
Görünürde Conan Doyle hiç pişman olmamıştı. 15 Aralık 1900’de “Tit-Bits” adlı dergi, Doyle’un şu sözlerini yayımladı: “Sherlock’u öldürmek için izlediğim yoldan hiç pişmanlık duymadım. Onun ölmüş olması bir daha onun hakkında yazmayacağım anlamına gelmemelidir çünkü eğer ben istersem onun geride bıraktığı notları değerlendirebilirim!” Birkaç ay sonra Conan Doyle, genç bir gazeteci arkadaşı Bertram Fletcher Robinson ile Norfolk’ta golf oynuyordu. Oyun esnasında sohbet ederlerken Robinson, çok vahşi siyah bir köpeğin kırlık alanda hortladığını anlatan bir efsaneden söz etti. Bu hikâye Conan Doyle’un hayal gücünü harekete geçirdi ve her ikisi de ileride adı “Baskerville’lerin Tazısı” olacak kitabın üzerinde birlikte çalışmaya başladılar. İlk başlarda Conan Doyle hikâyeyi “çok ürkütücü” olarak tanımlasa da ileride bir Sherlock Holmes hikâyesine dönüşeceğinden hiç söz etmedi; ancak Doyle, Holmes karakterinin ne kadar beğenildiğini biliyordu ve bu fırsatı kullanarak “The Strand” dergisinin editörünün önüne farklı şartlarla çıktı: “Sadece sizden değil diğer dergilerden de aynı ücreti almaktaydım. Artık belli ki bu çok daha özel bir durum ve anladığım kadarıyla Holmes’un tekrar dirilişi çok ilgi çekecektir. Diyelim ki yöneticilere Holmes olmadan eski ücretimi ya da Holmes ile yüz pound daha fazlasını istiyorum desem hangisini seçerler? Holmes’a şu anda Amerika’da çok ilgi gösteriliyor.”
25 Mayıs’tan önce “Tit-Bits” şunları yazıyordu:

Conan Doyle, “The Strand” için çok önemli bir hikâye yazacak ve bu hikâyenin ana karakteri Sherlock Holmes olacak… 30.000 ile 50.000 kelime arasında bir dizi şeklinde yayımlanacak ve konusu öncekilere göre çok daha ilginç ve çarpıcı olacak.
Olayların devamının bir tarih niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. “Baskerville’lerin Tazısı” önüne geçilemez bir başarı elde etti ve “The Strand” kendi tarihinde bir ilke imza atarak bu kitabın 7. baskısını yayımladı. Hikâyeyi -Amerikan baskısı da ilave edilecek olursa-200.000 adet bastı. Amerika’da kitap hâlinde yayımlandığında on gün içinde 50.000 adet satıldı.
“Baskerville’lerin Tazısı”nın başarısı Holmes’un yeniden dirilişi için önünü açtı ve Atlantik’in öbür tarafında bulunan Amerika çok yüksek miktarda para teklifinde bulundu: Altı hikâye için 25.000 dolar, sekiz hikâye için 30.000 dolar ve on üç hikâye için 45.000 dolar. Kararını veren Conan Doyle, Holmes karakterinin bütünlüğünü asla bozmayacaktı. “İyi bir konusu olmazsa bir Holmes hikâyesi yazmam.” dedi ve devam etti: “Aklımı zorlayacak bir mesele olmalı çünkü başkasının işe karıştırılmaması gerekir.” Yeni seri için hikâyeler tamamlanmıştı ancak Conan Doyle başka konular bulmakta zorlanıyordu. “The Strand”te Greenhough Smith’e “hikâyelere devam etmekte yoğun bir isteksizlik yaşadığını” söyledi. “Hepsinde benzerlik var.” dedi ancak büyük bir azimle devam ederek konuları buldu ve on üç hikâye daha yazabildi. Hepsi de “Sherlock Holmes’un Dönüşü” adlı kitapta toplandı.
Bu tarihten sonra Doyle, daha az kitap yazdı ve dedektifin bir sonraki kitabı olan “Korku Vadisi” 1915’te piyasaya sürüldü. 1917’de “Son Selam” için yeterince hikâye birikmişti ve “Sherlock Holmes’un Dava Kitabı” 1927’de tamamlanmıştı. Holmes’un tüm maceraları dört roman ve elli altı kısa hikâyede toplanmıştı. Bunlar, Conan Doyle’un en iyi eserleri olarak görülmektedir.
Sherlock Holmes’un hikâyelerinin ilk kez yayımlandığında nasıl bir etki yaratacağını kestirmek neredeyse olanaksızdı. Aslında bu dedektiflik hikâyelerini Conan Doyle yaratmadı; bu onur, Edgar Allan Poe’ya aittir. Fakat olağanüstü buluşları, hikâyelerindeki yaratıcılık ve halkın bu polisiyelere gösterdiği ilgi açısından ele alındığında bu, tek başına elde ettiği bir başarıdır. “The Strand”teki Holmes hikâyelerinin başarısı ve halkın da aynı tür eserleri okuma isteği, diğer dergilerin, Holmes’a rakip bir bilim kurgu karakterini ortaya çıkarmaları gerektiği anlamına gelmekteydi. Birçok kadın dedektif, bilimsel dedektif, kaba ve basit dedektif, kör dedektif, komik dedektif ve ruhani dedektif karakterinin ortaya çıkmasına rağmen yalnızca tek bir Holmes vardı ve birçoğu kendi alanlarında iyi olmalarına karşın bu imitasyonlar asla “aslına” bir rakip olamazlardı. 1891 yılına kadar sakin akan sular bu tarihten sonra coşkuyla akmaya başladı ve bu akıntıya kapılan polisiye romanlar birçok ismin su yüzüne çıkmasına neden oldu ki şimdi sayacağım adların hepsinin ve aynı zamanda sayamadığım diğerlerinin Arthur Conan Doyle’a minnet borcu bulunmaktadır: G. K. Chesterton, Agatha Christie, Dorothy L. Sayers, Raymond Chandler, John Dickson Carr, Dashiell Hammett, Erle Stanley Gardner, Ellery Quenn, John D. MacDonald, Mickey Spillane, Robert B. Parker, Rex Stout, Ross Macdonald, P. D. James, Colin Dexter, Elizabeth George.
Dedektifin arkadaşı söz konusu olduğunda bu borç daha da derinleşmektedir; bu nedenle Watson adı âdeta İngilizcede “ana karakterin arkadaşı” ya da “en iyi arkadaşı” kelimeleriyle eş anlamlı olarak düşünülebilir. Conan Doyle, Edgar Allan Poe’ya olan borcunu itiraf etmekte gecikmedi. Doyle’un, Holmes hikâyelerinde, Poe’nun üç hikâyesindeki Dedektif C. Auguste Dupin’dan çok fazla alıntı yaptığı aşikârdı; sevecen arkadaş ve tarihçi, acemi memur, tuhaf ve abartılı suçlar, dedektifin kolayca bulabilmesi için önüne serilen kanıtlar ve açıklama gerektiren sonuçlar gibi. Ancak Poe’nun Watson’ı isim konmayacak kadar önemsizken Conan Doyle, Watson’ının canlı ve gerçekçi olması gerektiğinin önemini anlamakta gecikmedi ve inceleyen, not alan, her şeyi aksettiren, ihtiyaç durumunda asistanlık yapan, en önemlisi okuyucunun aklına gelebilecek soruları sormasını bilen bir kişilik yarattı. Böyle bir karakteri canlı hâle getirmek kolay değildir. Bu onuru Conan Doyle’a vermek gerekir çünkü Holmes’u olduğu kadar Watson’ı da hatırlanmaya değer bir karakter hâline getirmiştir. Watson, herkes tarafından halktan biri gibi görüldü. Ana karakter Sherlock Holmes olabilir ancak Watson daha çok sevilmektedir. Holmes’un öğrencisi Vincent Starrett oldukça iyi bir tespitte bulunmuştu: Issız bir adaya düşseler Watson daha az yorucu olurdu. Dedektif-arkadaş ilişkilerinin aslını araştıracak olursak Holmes-Watson ilişkisine dek inebiliriz; Agatha Christie kendi yarattığı Hercule Poirot’yu bile bunu düşünerek yazdığını itiraf etti. “ACD”de Conan Doyle’dan -ve tabii ki Watson’dan- övgü ile bahsetmiştir. 1963 yılında, “Ölüm Saatleri” adlı romanında değişik bilim kurgu dedektiflerinden söz ederken raftan bir Holmes hikâyesi indirir:

“Sherlock Holmes’un Maceraları” dedi sevgiyle hatta saygıyla diğer kelimeyi bile söyledi: “Maître!”
“Sherlock Holmes mu?” diye sordum.
“Ah, non, non, Sherlock Holmes değil! Ben yazar Sör Conan Doyle’u selamlıyorum. Sherlock Holmes’un hikâyeleri gerçekte zorla yazılmış, aldatmalarla dolu ve çok yapmacıktır ama yazma sanatı… Ah işte o zaman her şey değişir! Dilin verdiği mutluluk ve o muhteşem karakter Dr. Watson’ın yaratılması bambaşka bir şeydir. Ah, işte o gerçek başarıdır!”
Bu pasajda Christie, Holmes’un hikâyelerinde başka bir şeye daha parmak basmaktadır: “Dilin verdiği mutluluk.” 1930’da Arthur Conan Doyle’un ölümünden sonra “The Strand”in editörü Greenhough Smith, Holmes’un hikâyeleriyle ilk karşılaştığı zamanki izlenimlerini anlattı:
“İyi yazarlar çok ender bulunurdu ve bu editör, kötü yazılarla yorulup güçlükle ilerlemeye çalışırken âdeta Tanrı tarafından cennetten bir hediyenin gönderildiğine inanmıştı. Bu bezgin editörün ümitsiz hayatına nihayet mutluluk girmişti. Artık karşısında yeni ve hünerli bir yazar vardı; konular tüm açıklığıyla yazılıyor, stildeki duruluk ile mükemmel bir hikâye ortaya çıkıyordu.”
Holmes ve Watson karakterlerinin yanı sıra, Holmes hikâyelerinin sürekli bir okuyucu kitlesinin olmasının nedeni şudur: Kaç kez okunursa okunsunlar hep taze ve heyecanlı kalıyorlar, renkli karakterlere sahipler, açık yüreklilikle birdenbire değişen konulara rastlanıyor; ayrıca ani ve ürkütücü karanlıklar ve öbür dünyayı hissettirmeleri de hikâyeleri ilginç kılıyor. Ayrıca 221B Baker Caddesi’nin bilindik oturma odasında her zaman yanan şömine ve gaz lambası, pencereden bakıldığında görülen sis ve Holmes ile Watson’ın koltuklarında oturup müşteri beklemeleri okuyucunun güvenini sağlamaktadır. Biliyoruz ki davaları ne kadar saçma ve kötü ya da olaylar ne kadar ürkütücü olursa olsun, her şey sonunda düzelecektir. Yüz yirmi yıldır bu rahatlatıcı sona dayandık ve bir yüz yirmi yıl daha dayanacağımıza inanıyorum. Sherlock Holmes ve Dr. John Watson değişen yıllarda sabit birer noktadır. Kitaplarında 1895 yılında yaşıyor olmalarına rağmen daha çok yaşayacaklar ve insanlar kitaplarını zevkle okumaya devam edecekler.
Christopher ve Barbara Roden
Christopher ve Barbara Roden birer Sherlock hayranıdırlar ve New York’taki Baker Caddesi Aykırıları ve aynı zamanda dünyanın değişik yerlerinde Sherlock Kulüplerine üyedirler. Christopher, Oxford Sherlock Holmes serisi için iki kitap düzenlemiştir ve her ikisi de Sherlock Holmes ve Sör Arthur Conan Doyle için birçok yazı yazmışlardır. Koleksiyonlarında bulunan Conan Doyle’un bilim kurgusu “Kutup Yıldızı’nın Kaptanı” Ash-Tree yayınevi tarafından basılmıştır..

Wisteria Konağı

1
Bay John Scott Eccles’ın Başından Geçen Tuhaf Olay
Defterimdeki kayıtlara baktığımda her şeyin, 1895 yılının Mart ayı sonlarında çok kasvetli ve rüzgârlı bir günde başlamış olduğunu görüyorum. Öğle yemeğimizi yerken Holmes, aldığı bir telgrafa vereceği cevabı karalıyordu. Bu konuda hiç yorum yapmamıştı ama meseleyi aklından çıkaramadığı kesindi; çünkü daha sonra ateşin başına geçip piposunu tüttürürken düşünceli bir ifadeye bürünmüştü. Gelen telgrafa zaman zaman göz atıyordu. Birdenbire gözlerinde muzip bir pırıltıyla bana döndü.
“Sanıyorum Watson, seni edebiyatçı sayabiliriz değil mi?” dedi, “ ‘Tuhaf’ kelimesinin karşılığı nedir sence?”
“Acayip, olağan dışı.” gibi önerilerde bulundum.
Holmes tatmin olmamıştı.
“Bundan daha fazlası olmalı.” dedi, “Bana trajik ve korkunç bir şeyleri çağrıştırıyor. Dertli okurlara uzun süre acı çektirdiğin o hikâyelerin bazılarını hatırlayacak olursan ‘tuhaf’ kelimesinin suçluyla nasıl bütünleştiğini sen de kabul edeceksin. ‘Kızıl Saçlılar Kulübü’ vakasını hatırlasana. Başından beri tuhaftı ama altından sadece umutsuz bir soygun girişimi çıktı. Bunun dışında ‘Beş Portakal Çekirdeği’ vakasındaki o tuhaf olayı hatırla. O da bir komploydu. İşte bu nedenle bu kelime her zaman beni tedirgin ediyor.”
“Elindeki telgrafta da bu kelime mi geçiyor?” diye sordum.
Telgrafı yüksek sesle okumaya başladı:

“İnanılmaz ve tuhaf bir deneyim yaşadım. Size danışabilir miyim?
    Scott Eccles,
    Charing Cross Postanesi.”
“Kadın mı yoksa erkek mi yazmış?” diye sordum.
“Ah! Erkek tabii. Hiçbir kadın ödemeli telgraf göndermez. Kendisi bizzat gelir.”
“Onunla görüşecek misin?”
“Sevgili Watson, Albay Carruthers’ı hapse attırdığımızdan beri canımın ne kadar sıkıldığını biliyorsun. Zihnim yarış motoru gibi, imal edildiği amaç için kullanılmadığı zaman paslanır ve ondan hayır gelmez. Hayat çok sıradan, gazeteler ise verimsiz… Suç dünyasındaki cesaret ve macera, sonsuza kadar yok olmuş gibi âdeta. İşte bütün bunlara rağmen -her ne kadar önemsiz de olsa- yeni bir problemle uğraşıp uğraşamayacağımı mı soruyorsun?.. Ah, bu arada yanılmıyorsam müşterimiz de geldi.”
Merdivende ölçülü adımlar duyuldu ve bir dakika sonra iri yarı, uzun boylu, sakalları kırlaşmış, oldukça saygıdeğer görünen bir adam odamıza buyur edildi. Hayat hikâyesi, ciddi yüz hatlarından ve gösterişli tavırlarından okunuyordu sanki. Tozluklarından altın çerçeveli gözlüklerine kadar her şeyi, onun bir muhafazakâr, kilise ziyaretlerini aksatmayan iyi bir vatandaş olduğunu söylüyordu. Bir Ortodoks olduğu belli oluyordu. Ancak her zamanki dinginliğini bozacak çok olağanüstü bir olay başına gelmiş olmalıydı. Bu, dağınık saçlarından, öfkeden kızarmış yanaklarından ve telaşlı tavırlarından belli oluyordu. İçeri girer girmez konuyu açıklamaya koyuldu:
“Çok tuhaf ve nahoş bir deneyim yaşadım, Bay Holmes.” dedi, “Hayatım boyunca böyle bir duruma düşmemiştim. Çok ahlaksız, çok rezil bir olay. Buna bir açıklama getirmeniz konusunda size ısrar edeceğim.” Öfkeden kudurmuş ve soluksuz kalmıştı.
“Lütfen oturun Bay Scott Eccles.” dedi Holmes sakinleştirici bir ses tonuyla, “İlk olarak, neden bana gelme gereğini duyduğunuzu sorabilir miyim?”
“Aslında efendim, polisi ilgilendiren bir mesele gibi gelmemişti bana; ama yine de olayları duyduktan sonra her şeyi öylece bırakıp kenara çekilemeyeceğimi siz de kabul edeceksiniz. Özel dedektifler kesinlikle hazzetmediğim sınıftan insanlardır ama her şeye rağmen ve sizin adınızı duyduktan sonra…”
“Anlıyorum. Size ikinci sorum şu olacak: Neden bir an önce gelmediniz?”
Holmes saatine göz attı.
“Saat ikiyi çeyrek geçiyor.” dedi, “Sizin telgrafınız saat bir gibi yollandı; ama giyim kuşamınıza bakacak olursak bu sabah uyanır uyanmaz telaşa kapıldığınızı gözlemleyebiliyorum.”
Müşterimiz darmadağın olmuş saçlarını düzelterek tıraşsız çenesini sıvazladı.
“Haklısınız, Bay Holmes. Dış görünüşümü düşünecek hâl mi kaldı? Sadece öyle bir evden kendimi zor da olsa dışarı attığım için memnundum; fakat size gelmeden önce bazı soruşturmalarda bulunmak amacıyla koşturup durdum. Emlak komisyoncusuna gittim ve Bay Garcia’nın kirasının düzenli ödendiğini, ayrıca Wisteria Konağı’nda her şeyin yolunda olduğunu söylediler.”
“Ah efendim, ah!” dedi Holmes gülerek, “Siz bu yönden, arkadaşım Dr. Watson’a benziyorsunuz. O da hep olayları sonundan anlatmaya başlar da… Şimdi lütfen aklınızdakileri bir sıraya koyun ve sizi, darmadağın saçlar ve perişan bir üst başla buraya gelip tavsiyelerimizi almaya iten şeyin ne olduğunu anlatın. Yelek düğmelerinizi bile yanlış iliklemişsiniz.”
Müşterimiz hüzünlü bir ifadeyle, alışılmadık dış görünüşüne baktı.
“Çok kötü göründüğüme eminim, Bay Holmes. Hayatım boyunca böyle bir şey başıma gelmemişti. Ama size bu tuhaf olayı anlatacağım ve bitirdiğimde iyi bir mazeretim olduğuna siz de ikna olacaksınız, buna eminim.”
Fakat daha hikâyesini anlatamadan sözü yarıda kesildi. Kapımızın önünde bir telaş vardı. Bayan Hudson kapıyı açarak gürbüz ve resmî görünüşlü iki adamı içeri aldı. Bir tanesi Scottland Yard’dan çok iyi tanıdığımız enerji dolu, cesur ve kendi çapında yetenekli bir memur olan Dedektif Gregson idi. Holmes ile tokalaştıktan sonra yanındaki arkadaşını Surrey Polis Teşkilatından Dedektif Baynes olarak bize tanıttı.
“Birlikte ava çıktık Bay Holmes ve bu yöne doğru iz sürdük.” Bir buldoğunkine benzer gözlerini ziyaretçimize çevirdi. “Popham Konağı, Lee’den Bay John Scott Eccles siz misiniz?”
“Evet.”
“Bütün sabah sizin peşinizdeydik.”
“Herhâlde telgraf sayesinde onun izini buldunuz.” dedi Holmes.
“Aynen öyle, Bay Holmes. Charing Cross Postanesinden izini sürerek buraya kadar geldik.”
“Ama beni niye takip ediyorsunuz? Ne istiyorsunuz benden?”
“Esher yakınlarındaki Wisteria Konağı’nda yaşayan Bay Aloysius Garcia’nın dün geceki ölümüyle ilgili bildiklerinizi anlatmanızı istiyoruz, Bay Scott Eccles.”
Şaşkınlıktan yüzü kireç gibi olan müşterimiz, donuk gözlerle aniden doğruldu.
“Öldü mü? Öldü mü diyorsunuz?”
“Evet, efendim. Öldü.”
“Ama nasıl? Kaza mı oldu?”
“Cinayet.”
“Aman Tanrı’m! Bu korkunç bir şey! Yoksa, yoksa bu durumda ben bir şüpheli miyim?”
“Ölü adamın cebinden sizin bir mektubunuz çıktı; dün geceyi onun evinde geçirmeyi planladığınız yazıyordu.”
“Öyle de oldu.”
“Ah öyle mi? Geceyi orada mı geçirdiniz?”
Komiser not defterini çıkardı.
“Bekle biraz Gregson.” dedi Sherlock Holmes, “Sizin tek istediğiniz bir açıklama değil mi?”
“Ve görevim gereği, anlattığı her şeyin onun aleyhinde delil olarak kullanılabileceğini Bay Scott Eccles’a söylemek zorundayım.”
“Siz buraya gelmeden önce Bay Eccles bize her şeyi anlatmak üzereydi zaten. Sanıyorum Watson, ona brendi ve soda ikram edersek iyi gelir. Şimdi efendim, yeni katılan dinleyicilerimizi dikkate almadan sözünüz kesilmemiş gibi hikâyenize devam etmenizi önereceğim.”
Ziyaretçimiz brendiyi bir dikişte içtikten sonra yüzüne yavaş yavaş renk gelmeye başlamıştı. Dedektifin not defterine şüpheyle göz attıktan sonra ilginç hikâyesini anlatmaya koyuldu.
“Ben bekârım.” dedi, “Ve sosyal biri olduğum için birçok arkadaşım var. Bunların arasında Melville adında emekli bir bira imalatçısı ve onun ailesi bulunuyor. Kensington’da Abermarle Konağı’nda oturuyorlar. Birkaç hafta önce onun evinde Garcia adında bir adamla tanıştım. Anladığım kadarıyla İspanyol kökenliydi ve bir şekilde elçilikle bağlantıları vardı. Mükemmel İngilizce konuşuyordu, aynı zamanda çok da sevimli tavırları vardı. Hayatımda hiç onun kadar yakışıklı birine rastlamamıştım.
Derken bir de baktım arkadaşlığımız epey ilerlemiş. En başından beri benden hoşlanmıştı. Tanıştıktan iki gün sonra beni Lee’de ziyarete geldi. Laf lafı açtı ve nihayet beni birkaç günlüğüne Esher ve Oxshott arasında bulunan Wisteria Konağı’na davet etti. Verdiğim sözü yerine getirmek üzere dün akşam Esher’a gittim.
Oraya gitmeden önce bana ev halkından söz etmişti. Her türlü ihtiyacına koşturan ve kendisiyle aynı kasabadan gelen çok sadık bir uşağı vardı. Bu adam İngilizce konuşuyordu ve bütün ev işleriyle ilgileniyordu. Sonra dediğine göre, harika bir aşçısı vardı. Bir melezmiş ve gezileri sırasında onu tesadüfen bulmuş. Müthiş yemekler yapıyormuş. Hatırlıyorum da Surrey gibi bir yerde daha tuhaf bir ev halkı olamayacağını söylemişti bana ve ben de ona hak vermiştim. Gerçekten de düşündüğümden daha tuhafmış.
Oraya arabayla gittim, burası, Esher’ın güneyine yaklaşık iki mil uzaklıkta. Yolun biraz gerisinde duran orta büyüklükte bir evdi bu ev. Virajlı bir araba yolu vardı ve etrafına uzun çam ağaçları kümelenmişti. Tadilata ihtiyacı olan köhne bir binaydı. Hava şartlarının etkisiyle aşınmış kapının önündeki uzamış çimlerle kaplı girişe geldiğimde, doğru dürüst tanımadığım bir adamı ziyarete gelerek aklımı kaçırmış olduğumu düşündüm; ancak kapıyı kendisi açmıştı ve beni büyük bir samimiyetle karşılamıştı. Melankolik görünümlü, esmer tenli uşak, çantamı alarak beni odama götürdü. Her yer çok kasvetli görünüyordu. Akşam yemeğimizi baş başa yedik, ev sahibim beni eğlendirmek için elinden geleni yaptığı hâlde ara sıra dalıp gidiyordu. Bazen o kadar anlaşılmaz ve tuhaf konuşuyordu ki onu anlamakta güçlük çekiyordum. Sürekli parmaklarını masaya vuruyor, tırnaklarını kemiriyordu. Asabi ve sabırsız oluşunu gösteren başka belirtiler de vardı. Yemek iyi servis edilmemişti, hatta iyi pişmemişti bile. Sessiz sakin uşağın hüzün verici varlığı ise bizi canlandıracak gibi görünmüyordu. Sizi temin ederim ki gece boyunca bir bahane bulup Lee’ye dönmek için sabırsızlandım.
Siz iki beyefendinin araştırmalarına ışık tutabilecek bir olay geliyor aklıma aslında. O sırada üzerinde pek durmamıştım. Yemeğimiz bitmek üzereyken uşak bir not getirmişti. Ev sahibim notu okuduktan sonra eskisinden daha da dalgın ve tuhaf davranmaya başlamıştı. Artık benimle sohbet etmeyi bırakmıştı. Peş peşe sigara içiyor, düşüncelere dalıyordu. Notun içeriğinden hiç bahsetmedi bana. Saat on bir gibi yatmaya gittiğim için çok memnun olmuştum. Aradan biraz zaman geçince Garcia gelip içeri bakmıştı, o sırada oda karanlıktı ve zile basıp basmadığımı sormuştu. Basmadığımı söyledim. Saatin bire yaklaştığını söylemiş ve böylesine geç bir saatte beni rahatsız ettiği için özür dilemişti. Bundan sonra hemen uykuya dalıp rahat bir gece geçirmiştim.
Şimdi olayların en ilginç kısmına geliyorum. Uyandığımda gündüz vaktiydi. Saate baktığımda dokuza yaklaştığını gördüm. Özellikle saat sekizde uyandırılmak istediğimi belirtmiştim, böyle bir unutkanlık karşısında çok şaşırmıştım. Hemen yataktan fırlayarak uşağı çağırmak için zile bastım; ancak cevap gelmemişti. Tekrar tekrar basmama rağmen netice aynıydı. Zilin bozuk olduğunu düşündüm. Aceleyle giyinerek biraz sıcak su almak için öfkeyle aşağı koştum. Kimseyi bulamayınca ne kadar şaşırdığımı tahmin edebilirsiniz. Koridorda bağırdım. Cevap gelmedi. Sonra odadan odaya koşturmaya başladım. Ortalıkta hiç kimse yoktu. Bir önceki gece ev sahibi, kendi yatak odasını göstermişti bana. Ben de onun kapısını çaldım. Ses yoktu. Bunun üzerine tokmağı çevirerek dosdoğru içeri girdim. Oda boştu, hatta yatakta yatılmamıştı bile. Diğerleri gibi o da yok olmuştu. Yabancı ev sahibi, yabancı uşak, yabancı aşçı… Hepsi o gece âdeta uçup gitmişti. Böylelikle, Wisteria Konağı’na olan ziyaretim son bulmuştu.”
Sherlock Holmes ellerini ovuşturuyor, bir taraftan da kıkırdıyordu. İlginç hikâyeler koleksiyonuna bir tanesi daha eklenecekti.
“Gördüğüm kadarıyla oldukça ilginç bir deneyim yaşamışsınız.” dedi, “Bundan sonra ne yaptığınızı sorabilir miyim?”
“Çok öfkelenmiştim. İlk aklıma gelen şey, bir eşek şakasının kurbanı olduğumdu. Eşyalarımı topladım, arkamdan kapıyı hızla çarptım ve elimde çantamla Esher’a doğru yola koyuldum. O kasabanın en önde gelen emlakçısı olan Allan Kardeşler’e uğradım ve o köşkün kiralanmış olduğunu öğrendim. O zaman asıl amaçlarının beni enayi yerine koymak değil kira ödemekten kurtulmak olduğunu anladım. Mart ayında olduğumuza göre üç aylık ödeme günleri gelip çatmıştı. Ancak bu varsayımım da suya düştü. Uyarım karşısında emlakçı çok minnettar olduğunu söyledi; ancak kiralarını peşin ödediklerini de ilave etti. Bunun üzerine şehre inerek İspanyol Elçiliğine gittim. Adamı orada tanımıyorlardı. Ben de Garcia ile tanıştığım eve, yani Melville’i ziyarete gittim. Görünüşe göre o, bu adam hakkında benden daha az bilgi sahibiydi. Son çarem, siz benim telgrafıma cevap verince hemen atlayıp buraya gelmek oldu. Öğrendiğim kadarıyla, böyle karmaşık vakalarda insanlara yardımcı oluyormuşsunuz. Ama şimdi Sayın Dedektif, odaya girip anlattıklarınızdan çıkardığım kadarıyla, bu olayın başka bir boyutu olmalı; yani korkunç bir trajedi vuku bulmuş. Sizi temin ederim ki söylediğim her kelime doğrudur ve size anlattıklarım dışında bu adamın başına gelenler hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Tek dileğim, elimden geldiğince kanunlara yardımcı olmaktır.”
“Bundan eminim Bay Scott Eccles, bundan eminim.” dedi Müfettiş Gregson çok samimi bir ses tonuyla, “Sizin anlattıklarınız bizim elde ettiğimiz bilgilerle örtüşüyor. Yemek sırasında masaya bir not gelmişti öyle değil mi? O nota ne oldu biliyor musunuz?”
“Evet. Garcia buruşturup ateşe attı.”
“Buna ne diyorsun Baynes?”
Taşra dedektifi iri yarı, görkemli, kırmızı tenli bir adamdı ve kırış kırış olmuş yanakları ile kaşlarının arasında pırıl pırıl parlayan muhteşem gözleri olmasaydı, yüzüne iğrenç ötesi bile denebilirdi. Hafifçe gülümseyerek katlanmış ve rengi solmuş bir kâğıt parçası çıkardı cebinden.
“Şömine ızgaralıydı Bay Holmes. Iskalamış. Ben de arka tarafında bunu buldum. Yanmamıştı.”
Holmes takdirini göstermek için gülümsedi.
“Ufak bir kâğıt parçasını bulmak için evi didik didik aramışa benziyorsunuz.”
“Öyle yaptım Bay Holmes. Tam benim tarzım. Okuyayım mı Bay Gregson?”
Londralı kafasını salladı.
“Not alelade, saman rengi bir kâğıdın üzerine yazılmış. Filigranı yoktu. Bir kâğıdın dörtte biri kullanılmış. Ağzı kısa olan bir makas ile kâğıt iki kere kırpılmış. Üç kere katlandıktan sonra mor renkli bir bal mumu ile mühürlenmiş. Bu da aceleye getirilmiş ve düz, oval bir objeyle üstü bastırılmış. Bay Garcia adına, Wisteria Konağı’na gönderilmiş. Şöyle yazıyor: Kendi renklerimiz yeşil ve beyaz. Yeşil açık, beyaz kapalı. Ana merdivenler, ilk koridor, sağdan yedinci, yeşil çuha. İyi şanslar. D.”
“Bu, bir kadının el yazısı, sivri uçlu bir kalem ile yazılmış. Ama adrese gelince; ya başka biri tarafından yazılmış ya da kalem değiştirilmiş. Sizin de gördüğünüz gibi daha kalın ve koyu renkte.”
“Çok iyi tespitler.” dedi Holmes nota göz atarken, “Araştırmalarınızda ayrıntılara dikkat ettiğiniz için sizi tebrik ediyorum Bay Baynes. Belki ufak tefek birkaç noktayı daha ilave edebiliriz. Oval mühür şüphesiz bir kol düğmesiyle yapılmış; yoksa o şekle sahip başka ne olabilir ki? Makas kıvrımlı bir tırnak makasıydı. İki kırpmanın da çok kısa oluşuna rağmen her iki tarafındaki kavisi fark edebilirsiniz.”
Taşra dedektifi kıkırdadı.
“Bütün meyveyi sıktığımı sanıyordum ama görüyorum ki posasında biraz kalmış.” dedi, “Bazı dolapların döndüğü dışında nottan pek bir şey anlamadığımı da itiraf etmek zorundayım. Bir de her zamanki gibi bir kadın parmağı var işin içinde.”
Bu konuşma sırasında Bay Scott Eccles yerinde duramıyordu.
“Notu bulmanıza sevindim, ne de olsa anlattıklarımı teyit ediyor.” dedi, “Ama Bay Garcia’ya veya ev halkına neler olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyorum.”
“Garcia’ya neler olduğunu size anlatabilirim.” dedi Gregson, “Bu sabah, evinden yaklaşık bir mil uzakta, Oxshott Common’da ölü bulundu. Bir kum torbasıyla veya ona benzer bir şeyle kafasına ağır darbeler almış. Başı aldığı darbelerden çok ezilmişti. Bulunduğu yer çok ıssız bir bölge ve o noktaya en yakın ev, yaklaşık çeyrek mil uzaklıkta. Muhtemelen önce arkadan saldırılmış ve saldırgan, adam öldükten sonra bile darbe indirmeye devam etmiş. Korkunçtu. Suçlulara dair ne bir ayak izi ne de bir ipucuna rastlayabildik.”
“Bir şeyi çalınmış mı?”
“Hayır, öyle bir girişimde bulunulmamış.”
“Bu çok acı verici, çok korkunç!” dedi Bay Scott Eccles sesi titreyerek, “Beni çok zor duruma düşürüyor. Arkadaşımın böyle bir gece gezintisine çıkıp da eceliyle karşılaşmasının benimle kesinlikle bir ilgisi yok. Bu davaya nasıl bulaştım anlayamıyorum.”
“Çok basit, efendim.” diye cevap verdi Dedektif Baynes, “Merhumun cebinde bulduğumuz tek şey, sizin o gece evinde kalmayı kabul ettiğinizi yazan bir mektuptu. Maalesef o gece de öldü. Bu mektubun zarfının üzerinde yazan isim ve adres sayesinde onun adını ve adresini öğrendik. Bu sabah o eve gidip de sizi ya da ev halkını bulamadığımızda saat dokuzu geçiyordu. Ben Wisteria Konağı’nı incelerken Bay Gregson’a telgraf çekip sizin izinizi Londra’da sürmesini rica ettim. Sonra şehre gelerek Bay Gregson’a katıldım. İşte şimdi de buradayız.”
“Sanıyorum bu meseleye artık resmî bir şekil kazandırmalıyız.” dedi Gregson ayağa kalkarak, “Bizimle merkeze gelip olanları beyan etmenizi isteyeceğiz, Bay Scott Eccles.”
“Hemen geleceğime emin olabilirsiniz. Ama sizin hizmetlerinizden faydalanmaya devam etmek istiyorum Bay Holmes. Gerçekleri ortaya çıkarmak için hiçbir masraftan ve zahmetten kaçınmayın lütfen.”
Arkadaşım taşra dedektifine dönüp baktı.
“Herhâlde sizinle iş birliği hâlinde olmama itirazınız yoktur Bay Baynes.”
“Aksine, onur duyarım efendim. İnanın bana.”
“Gördüğüm kadarıyla hemen harekete geçip sistemli bir şekilde çalışmalarınıza başlamışsınız. Adamın hangi saatte öldüğüne dair bir ipucu bulabildiniz mi sorabilir miyim?”
“Saat birden beri oradaymış. O sırada yağmur yağıyormuş ve bu olay kesinlikle yağmurdan önce olmuş.”
“Ama bu mümkün değil Bay Baynes!” diye haykırdı müşterimiz, “Kolay tanınan bir ses tonu vardı. O saatte odama gelip de benimle konuşanın o olduğuna yemin edebilirim!”
“İlginç ama hiç de imkânsız değil.” dedi Holmes gülümseyerek.
“Bunlardan bir sonuç çıkarabildiniz mi?” diye sordu Gregson.
“Genel olarak çok karmaşık bir davaya benzemiyor ama yine de çok orijinal ve ilginç özelliklere sahip. Size kesin ve kati fikrimi söylemeden önce birtakım araştırmalarda bulunmalıyım. Bu arada Bay Baynes, evi incelerken o nottan başka bir ipucu elde edebildiniz mi?”
Dedektif tuhaf bir şekilde arkadaşıma bakmıştı.
“Aslında…” dedi, “Bir iki ilginç şeye rastladım. Belki polis merkezinde işimiz bitince benimle eve kadar gelirsiniz, ben de size öğrendiklerimi gösteririm.”
“Hizmetinizdeyim.” dedi Sherlock Holmes zile basarak, “Bu beyefendileri geçirin, Bayan Hudson ve lütfen oğlana bu telgrafı göndermesini söyleyin. Beş şilin ödeyecek.”
Ziyaretçilerimiz gittikten sonra bir süre sessizlik içinde oturmuştuk. Holmes her zamanki karakteristik özelliğini sergileyerek bol bol puro içmiş; keskin gözlerinin üzerindeki kaşlarını çatmış, kafasını öne doğru eğmişti.
“Eh, Watson…” dedi aniden bana dönerek. “Olanlara ne diyorsun?”
“Scott Eccles’ın gizemli havası hakkında bir şey diyemeyeceğim.”
“Ya işlenen suç?”
“Aslında adamın arkadaşlarının da ortadan kaybolmasını ele alırsak cinayetle bağlantıları olduğunu ve adaletten kaçtıklarını düşünüyorum.”
“Bu bakış açısı da mümkündür tabii; ancak şöyle bir düşününce bile iki hizmetkârın ona karşı bir komplo kurmalarının ve özellikle ziyaretçisinin olduğu bir gecede onu öldürmeye kalkışmalarının uzak bir ihtimal olduğunu görebilirsin. Haftanın diğer geceleri bu iş için daha uygun olurdu.”
“O zaman niye kaçtılar ki?”
“Evet, sorun da burada zaten. Niye kaçtılar? Bu çok önemli bir nokta. Diğer önemli nokta da müşterimiz Scott Eccles’ın yaşadığı tuhaf macera. Şimdi, sevgili Watson, her iki noktaya da netlik getirecek bir açıklama herhâlde insanın pratik zekâsının sınırlarının ötesinde olacaktır. Bu esrarengiz notu açıklayabilecek bir bakış açısı olsa bile bunu geçici bir varsayım olarak kabul etmek gerekir. Eğer elde edeceğimiz yeni ipuçlarını yerine oturtabilirsek, o zaman varsayımımızın yavaş yavaş bir çözüme doğru gittiğini görebiliriz.”
“Peki varsayımımız nedir?”
Holmes yarı kapalı gözlerle sandalyesine yaslanmıştı.
“Kabul etmelisin ki sevgili Watson, bu kesinlikle bir eşek şakası değil. Sonuçtan da anlaşıldığı gibi çok ciddi olaylar olup bitiyordu ve ölen adamın, Scott Eccles’ı, Wisteria Konağı’na gelmeye ikna etmesi de onun bu olaylarla bir bağlantısı olduğunu gösteriyordu.”
“Ama ne gibi bir bağlantısı olabilir ki?”
“Her şeyi birer birer ele alalım. İlk olarak, bu İspanyol ile Scott Eccles arasındaki ani ve tuhaf arkadaşlık pek normal sayılmaz. Bu arkadaşlığı hızlandırmak isteyen de İspanyol’du. Onunla tanıştığının ertesi günü, Londra’nın ta öbür ucunda oturan Scott Eccles’ı arıyor ve onu Esher’a getirecek kadar yakın ilişkiler kurmaya çalışıyor. Şimdi asıl soru, Eccles’tan ne istediği. Ecless onun için ne sağlayabilirdi? Bu adamın hiçbir cazibesi yok. Olağanüstü bir zekâya sahip de değil; kıvrak zekâlı Latin ile kafa dengi olması mümkün değil. O hâlde, onca insan arasından Garcia neden özellikle onu seçti? Amacı ne olabilirdi? Olağanüstü bir özelliği mi vardı bu adamın? Bence vardı. Geleneksel İngiliz saygınlığına sahip bir tipti ve bu özelliği ile başka bir İngiliz’i kolaylıkla kendisine hayran bırakabilirdi. Ne kadar ilginç olsa bile onun beyanını iki müfettişin de sorgulamayı düşünmediğini sen de gördün.”
“Neye şahitlik edecekti ki?”
“Artık hiçbir şeye… Çünkü olaylar istenildiği gibi gitmedi. Ben durumun böyle olduğuna inanıyorum.”
“Anlıyorum. Belki suç anında başka bir yerde olduğunu kanıtlayacaktı.”
“Aynen öyle, sevgili Watson. Şimdi sırf tartışmak amacıyla diyelim ki; Wisteria Konağı sakinlerinin her biri birer suç ortağı. Hedefledikleri her ne ise diyelim ki saat birden önce gerçekleşmek zorunda. Saatlerle biraz oynayarak Scott Eccles’ı düşündüğünden daha erken bir saatte yatağa göndermiş olabilirler. Garcia ise saatin biri geçtiğini belirtmek için elinden gelen her şeyi yaptı; ama aslında saat on ikiyi bile geçmiyordu. Eğer Garcia yapmak istediğini yapıp, söylenen saatte geri dönebilirse o zaman herhangi bir itham karşısında çok güçlü bir savunması olacaktı. Çatısı altındaki bu kusursuz İngiliz, o saatte evde olduğuna dair herhangi bir mahkemede yemin etmeye hazır bulunacaktı. En kötü ihtimale karşı güvendiği şey buydu.”
“Evet, evet, anlıyorum ama diğerlerinin ortadan kayboluşuna ne diyorsun?”
“Henüz bütün delilleri toparlayamadım ama çözemeyeceğimiz bir durum olduğunu sanmıyorum. Yine de deliller olmadan tartışmak bir hatadır. Yoksa onları teorilerine uydurmaya başlayabilirsin.”
“Nota ne diyorsun?”
“Nasıldı? ‘Kendi renklerimiz, yeşil ve beyaz.’ Sanki yarışlardan söz ediyor gibi. ‘Yeşil açık, beyaz kapalı.’ Bu belli ki bir işaret. ‘Ana merdivenler, ilk koridor, sağdan yedinci, yeşil çuha.’ Bu bir randevu yeri olabilir. Bunun altından kıskanç bir koca çıkabilir. Ama ne olursa olsun kesinlikle tehlikeli bir macera. Yoksa kadın iyi şanslar dilemezdi. ‘D’ -bu bize kılavuzluk edebilir.”
“Adam İspanyol’du. ‘D’ Dolores olabilir, ne de olsa İspanya’da çok yaygın bir kadın adı.”
“İyi, Watson, çok iyi ama bunu kabul edemeyeceğim. Bir İspanyol, başka bir İspanyol’a herhâlde İspanyolca yazardı. Bu mesajı yazan kişinin bir İngiliz olduğu şüphe götürmez. Her neyse, işin ehli olan dedektif bizi almaya gelene kadar sabırla beklemekten başka çaremiz yok. Yine de boş durmanın vereceği tahammül edilemez yorgunluktan bizi kurtardığı için şanslı kaderimize şükredebiliriz.”
Surrey dedektifi dönmeden Holmes’un telgrafına cevap gelmişti. Okuyup defterinin arasına sıkıştırmak üzereydi ki beklenti içindeki yüz ifademi gördü. Kahkahalar atarak bana doğru fırlattı.
“Gurur verici daireler çiziyoruz!” dedi.
Telgrafta isim ve adreslerin listesi vardı:

Lord Harringby, Küçük Vadi; Sör George Folliott, Oxshott Kuleleri; Bay Hynes J. P., Purdley Binası; Bay James Baker Williams, Forton Konağı; Bay Henderson, Büyük Kubbe; Rahip Joshua Stone, Aşağı Walsling.
“Bu liste sayesinde araştırmalarımızı sınırlandırmış olacağız.” dedi Holmes, “Şüphesiz sistemli zekâsı ile Baynes, buna benzer bir plan hazırlamıştır bile.
“Tam olarak anlayamadım.”
“Bak, sevgili arkadaşım, Garcia’nın akşam yemeğinde aldığı mesaja göre bir randevusu olduğu ya da gizli âşığıyla buluşacağı sonucuna birlikte vardık. Şimdi, eğer yazılanlar doğruysa buluşma sözünü tutabilmek için birinin ana merdivenlerden girip bir koridorun yedinci kapısını bulması gerekiyor. Bu da bize çok büyük bir evin söz konusu olduğunu gösteriyor. Ayrıca Garcia o yöne doğru yürüdüğüne göre, evin Oxshott’tan bir iki milden daha uzak olmadığını biliyoruz. Bunun dışında gece saat bire kadar geçerli olacak bir mazereti vardı. O yüzden Wisteria Konağı’na o saate kadar dönmeyi düşünmüyordu. Oxshott yakınlarındaki büyük konakların sınırlı sayıda olduklarını düşündüğümden Scott Eccles’ın bahsettiği emlakçıya telgraf çekerek onların listesini istedim. Hepsi bu telgrafta yazıyor. Karmaşık yumağımızın çözümü herhâlde bu evlerin birinde yatıyor olmalı.”
Dedektif Baynes eşliğinde Esher’ın şirin kasabası Surrey’ye vardığımızda saat altıya yaklaşıyordu.
Holmes ile birlikte gece için yanımıza bir şeyler almıştık, Bull’da çok konforlu odalar bulduk. En nihayet, dedektif arkadaşımız ile birlikte Wisteria Konağı’na gittik. Çok soğuk ve kasvetli bir mart akşamıydı. Çok keskin bir rüzgâr ve ince ince yüzümüze doğru çiseleyen yağmur, yolumuzun üzerinde işlenen vahşi cinayet ile birlikte bizi bekleyen trajik sona uygun bir ortam oluşturuyordu.

2
San Pedro Kaplanı
Soğuk havada iki mil kadar süren hüzünlü bir yürüyüşten sonra yüksek, ahşap bir kapının önüne gelmiştik. Burası kestane ağaçlarıyla dolu kasvetli bir yola açılıyordu. Bu kıvrımlı ve karanlık yol, bizi, gri gökyüzünün altında kapkaranlık kalan alçak bir eve götürüyordu. Kapının hemen sağ tarafındaki pencerelerin birinden cılız bir ışık geliyordu.
“Buraya bir tane polis diktik.” dedi Baynes, “Pencereye vurayım.” Çimle kaplı bahçeye geçerek pencereyi tıklattı. Puslu camın arkasından, ışığın hemen yanında oturan bir adamın belirsiz silüetini gördüm. Odanın içinden keskin bir çığlık duyuldu ve hemen ardından kireç gibi olmuş yüzüyle nefes nefese kalmış bir polis memuru, titreyen elinde bir mumla bize kapıyı açtı.
“Neyin var Walters?” diye sordu Baynes.
Mendiliyle terlemiş alnını silip derin bir iç çekti. Rahatlamıştı.
“Geldiğinize çok sevindim, efendim. Çok uzun bir geceydi. Sanıyorum eskisi gibi sinirlerime hâkim olamıyorum.”
“Sinirlerin mi Walters? Senin sinirlere sahip olmadığını düşünürdüm.”
“Ah efendim! Bu ev çok ıssız ve sessiz. Ve mutfaktaki o tuhaf şey… Sonra siz pencereyi tıklatınca onun tekrar döndüğünü sandım.”
“Neyin döndüğünü sandın?”
“Bana göre şeytandı efendim. Penceredeydi.”
“Ne vardı pencerede ve ne zaman geldi?”
“Yaklaşık iki saat önceydi. Hava kararmak üzereydi. Ben sandalyeye oturmuş bir şeyler okuyordum. Bir şey sanki beni yukarı bakmam için dürttü ve kafamı kaldırdığımda alt pencerede biri bana bakıyordu. Tanrı’m… Efendim, nasıl bir yüzdü öyle! Kesin rüyalarıma girecek.”
“Sus, Walters, sus! Bir polis memuru böyle konuşmamalı.”
“Biliyorum efendim, biliyorum ama o görüntü beni öyle sarstı ki bunu inkâr edecek değilim. Ne siyahtı ne beyaz ne de bildiğim herhangi bir renkti. Çok tuhaf bir tondu. Sanki üzerine süt dökülmüş balçık gibiydi. Bir de çok iriydi, neredeyse sizin iki misliniz kadardı efendim ve dış görünüşünü görecektiniz. Kocaman şaşı gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Aç bir kurdunkine benzer bir sıra beyaz dişi vardı. Size şu kadarını söyleyebilirim efendim, gözden kaybolup gidene kadar ne bir parmağımı oynatabildim ne de nefes alabildim. Sonra dışarı koşup çalılıkların arasına baktım; Tanrı’ya şükür kimse yoktu.”
“En iyi adamlarım arasında olmasaydın Walters, bunun için seni kara defterime not ederdim. Şeytanın ta kendisi olsaydı bile, görev başındaki bir polis memuru, onu yakalayamadığı hâlde Tanrı’ya şükretmemeli. Bu olanlar hayal ürünü ve sinir bozukluğu olmasın?”
“En azından her şey yerine oturuyor.” dedi Holmes ufak cep fenerini yakarak. “Evet.” diye devam etti, çimleri kısaca inceledikten sonra, “On iki numara ayakkabı giydiğini söyleyebilirim. Eğer cüssesi ayaklarıyla doğru orantılıysa kesinlikle dev gibi bir adam söz konusu.”
“Sonra ne yaptı?”
“Çalılıkları yararak yola doğru koştuğunu sanıyorum.”
“Anlıyorum.” dedi dedektif ciddi ve düşünceli bir ifadeyle, “Her kimse ve her ne istiyorsa en azından şimdilik yok oldu. Bizim şu an daha önemli işlerimiz var. Bay Holmes, eğer izniniz olursa size evi gezdireyim.”
Yatak odalarında ve oturma odalarında yapılan dikkatli incelemeler sonuç vermedi. Belli ki kiracıların az, belki de hiç eşyası yoktu ve en ince ayrıntısına kadar düşünülen ev eşyaları, ev ile birlikte kiralanmıştı. Marx, High Holborn etiketli bir sürü kıyafet geride bırakılmıştı. Çoktan bir telgrafla soruşturulmuştu; ama Marx, müşterisinin bonkör oluşu dışında onun hakkında bir şey bilmiyordu. Gördüğümüz kişisel eşyalar arasında birkaç öteberi, birkaç pipo, ikisi İspanyolca birkaç roman, eski tip bir tabanca ile bir gitar vardı.
“Burada pek bir şey yok.” dedi Baynes, elinde mumuyla ağır adımlarla odadan odaya yürürken, “Ama şimdi Bay Holmes, sizin dikkatinizi mutfağa çekmek istiyorum.”
Evin arka tarafında kasvetli, yüksek tavanlı bir odaydı. Bir köşesinde hasırdan bir somya vardı, belli ki aşçı burayı yatak olarak kullanıyordu. Masanın üstü, yarısı bırakılmış yemekler ve kirli tabaklarla doluydu. Bir önceki gecenin artıklarıydı bunlar.
“Buraya bakın!” dedi Baynes, “Buna ne diyorsunuz?”
Mumu tabak dolabının arkasına doğru tuttuğunda çok ilginç bir objeyle karşılaştık. O kadar buruşuk, küçülmüş ve pörsümüştü ki ne olduğunu anlayamadık. Siyah ve sertti. Bodur bir insanı andırıyordu. İncelerken, ilk bakışta, mumyalanmış zenci bir bebek olduğunu düşündüm ama sonra -o kadar eğri büğrü duruyordu ki- ölümünün üzerinden uzun zaman geçmiş bir maymun kalıntısı olabileceği fikri üzerinde durdum. En sonunda, iyice şüpheye düşerek, hayvan mı yoksa insan mı olduğuna karar veremedim. Tam ortasında, çift şerit hâlinde beyaz kabuklar diziliydi.
“Çok ilginç, gerçekten çok ilginç!” dedi Holmes bakışlarını bu uğursuz kalıntıya dikerek, “Başka bir şey var mı?”
Baynes bizi sessizce lavaboya doğru götürerek mumu uzattı. Üzerinde hâlâ tüyleri duran büyük, beyaz bir kuşun vücudu ve uzuvları vahşice parçalanmıştı.Kalıntıları dağınık bir hâldeydi. Holmes kesik kafanın üstündeki ibiği işaret etti.
“Beyaz bir horoz.” dedi, “Çok ilginç! Bu gerçekten çok tuhaf bir vaka.”
Ama Bay Baynes en kötüsünü sona saklamıştı. Lavabonun altından, içinde bir miktar kan bulunan çinko bir kova çıkarmıştı. Sonra masanın üzerinden, kömürleşmiş ufak kemik parçalarıyla dolu bir servis tabağı aldı.
“Bir şey öldürülmüş ve bir şey yakılmış. Bu sabah bir doktor getirttik, o da bunların bir insana ait olmadığını söyledi bize.”
Holmes gülümseyerek ellerini ovuşturmaya başlamıştı bile.
“Böylesine kendine özgü ve eğitici bir davayı ele alma şekliniz konusunda sizi tebrik etmeliyim dedektif. Eğer hakaret olarak kabul etmezseniz hünerlerinizin, karşınıza çıkan fırsatlardan çok daha üstün olduğunu söylemeliyim.”
Dedektif Baynes’ın ufak gözleri memnuniyetten parlamıştı.
“Haklısınız, Bay Holmes. Taşrada hiç ilerleme kaydedemiyoruz. Böyle bir dava insana yükselme şansı tanıyabilir ve ümit ederim ki bu şansı kullanmayı becerebilirim. Bu kemikler hakkında ne düşünüyorsunuz?”
“Bir kuzuya ait olduğunu söyleyebilirim, belki de bir keçiye.”
“Ya beyaz horoz?”
“İlginç, Bay Baynes, hem de çok ilginç. Dediğim gibi, emsalsiz bir olay bu.”
“Evet, efendim, bu evde çok tuhaf hayat tarzları olan çok tuhaf insanlar yaşamış olmalı. Onlardan bir tanesi öldü. Onu diğerleri öldürmüş olabilir mi bilemiyorum ama eğer öyleyse onları en kısa sürede yakalayacağız; çünkü şu an her liman gözetim altında. Aslında ben farklı bir görüşteyim. Evet, efendim, benim görüşlerim çok farklı.”
“Bir teoriniz mi var?”
“Bunu kendim çözmeliyim Bay Holmes. İtibarımı korumak için böyle davranmalıyım. Siz adınızı duyurdunuz, artık sıra bende. Bu olay bittiğinde meseleyi sizin yardımlarınız olmadan tek başıma çözdüğümü söyleyebilmeliyim.”
Holmes neşelenerek kahkaha atmıştı.
“Evet, anlıyorum sizi dedektif.” dedi, “Siz kendi yolunuzda devam edin, ben de kendiminkinde… Eğer gerek duyarsanız elde ettiğim sonuçlarla hizmetinizdeyim. Sanıyorum bu evde görmek isteyebileceğim her şeyi gördüm, artık zamanımı başka yerde daha verimli bir şekilde harcayabileceğimi düşünüyorum. Hoşça kalın ve iyi şanslar!”
Benden başka kimsenin anlayamayacağı ufak tefek birkaç belirtiden Holmes’un iz peşinde olduğunu fark ettim. Herhangi bir gözlemci için kayıtsız olan tavırları, aslında bastırılmış heyecanını belli ediyordu. Pırıl pırıl parlayan gözlerinde okuduğum zihin yorgunluğu ile eş zamanlı sergilediği uyanık davranışları, oyunun henüz bitmediğini gösteriyordu. Alışkanlığı olduğu üzere hiçbir şey söylemiyordu, ben de hiçbir şey sormuyordum. Oyunlarına iştirak etmek ve mütevazı yardımlarımı esirgemeyip o gayretli ve meşgul zihnin ihtiyaç anında yanında olmak, benim için yeterliydi. Gerektiği anda nasıl olsa bana başvuracaktı.
Bu nedenle beklemeye başladım. Ama bu bekleyiş, hayal kırıklığımı arttıran boş bir bekleyişti. Günler birbirlerini kovaladı, arkadaşım hiç ilerleme kaydetmiyordu. Bir sabahını şehirde geçirmişti ve uzaktan tanıdığım bir arkadaşımdan İngiliz Müzesine uğradığını öğrendim. Bu ufak gezisi dışında günlerini, uzun süren ve genelde tek başına çıktığı yürüyüşlerle veya zamanla dostluğunu kazandığı dedikoducu birkaç köylüyle sohbet ederek geçiriyordu.
“Eminim Watson, bir haftanı taşrada geçirirsen senin için paha biçilmez olacaktır.” dedi, “İlk yeşil filizlerle söğüt ağaçlarının yeni açmış çiçeklerini bir kez daha görmek mutluluk veriyor. Bir bahçe beli, bir teneke kutu ve botanik üzerine yazılmış basit bir kitabın yardımıyla çok eğitici günler bizi bekliyor olabilir.” Sonra aldığı bu malzemelerle gezintiye çıkıyor; ama akşamları birkaç önemsiz bitkiyle geri dönüyordu.
Avare gezintilerimiz sırasında zaman zaman Dedektif Baynes ile karşılaşıyorduk. Arkadaşımı selamladığında şişman, kırmızı yüzünü gülücükler kaplıyor, küçük gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Dava hakkında çok az konuşuyordu. Ama anladığımız kadarıyla o da olayların akışından pek memnun değildi. Ancak itiraf etmeliyim ki suçun işlenişinden beş gün sonra sabah gazetesini açıp büyük harflerle basılmış başlığı görünce çok şaşırmıştım.

OXSHOTT GİZEMİ ÇÖZÜME ULAŞTI KATİL TUTUKLANDI
Başlığı okuyunca arı sokmuş gibi yerinden fırladı Holmes. “Aman Tanrı’m!” diye bağırdı, “Yoksa Baynes onu yakaladı mı?”
“Öyle gözüküyor.” dedim ve makalenin geri kalanını okudum:

“Dün gece geç saatlerde Oxshott cinayetiyle bağlantılı olarak bir tutuklamanın gerçekleştiğini öğrenen Esher ve komşu bölgelerde büyük heyecan yaşanmıştır. Wisteria Konağı’ndan Bay Garcia’nın, Oxshott Common’da ölü bulunduğunu hatırlayacaksınız. Cesedinde şiddetli darp izlerine rastlanmış ve aynı gece uşağı ile aşçısının kaçmış olması nedeniyle, onların cinayetle bir bağlantıları olabileceği üzerinde durulmuştur. Merhumun evinde değerli eşyaların bulunduğu ve cinayetin amacının onları çalmak olduğu söylentiler arasındadır. Yine de bu henüz kanıtlanamamıştır. Şu an davayla ilgilenen Dedektif Baynes, kaçakların gizlendikleri yeri bulmak için gereken her türlü çabayı göstermektedir. Ona göre çok uzakta değiller ve önceden planladıkları bir yerde pusuya yatmış vaziyette olmalılar. Aşçının yerinin eninde sonunda en başından saptanacağı belliydi; çünkü onu pencereden gören bir iki tüccarın söylediklerine göre oldukça ilginç bir görünüme sahipmiş; son derece iri yarı, çirkin bir melezmiş ve zenciye benzer ten rengi göze ilk çarpan özelliğiymiş. Suçun işlendiği gece bu adam tekrar Wisteria Konağı’na geri dönme cesaretini göstermiş ve polis memuru Walters tarafından fark edilince takibe alınmış. Böyle bir davranışın mühim bir amacı olabileceğini düşünen Dedektif Baynes, bunun tekrarlanabileceğine kanaat getirmiş ve bu nedenle polis memurlarından birinin çalılıkların arasında pusuya yatmasını istemiş. Aranan adam tuzağa düşerek dün gece yakalanmış; ancak Memur Dowing ile aralarında çıkan mücadele sırasında vahşi adam, memurumuzu fena hâlde ısırmış. Anladığımız kadarıyla, sulh yargıcının karşısına çıktığında, sorgusu tamamlanmadan başka bir soruşturma yapılmak üzere kendisinin hapishaneye iadesi istenecektir. Onun yakalanmasıyla daha önemli gelişmelerin yaşanacağı konusunda ümitliyiz.”
“Gerçekten Baynes’ı hemen görmeliyiz!” diye bağırdı Holmes şapkasına davranarak, “Başlamadan önce onu yakalamalıyız.” Aceleyle taşra yollarında koşturduk ve tam tahmin ettiğimiz gibi dedektifi evinden çıkarken yakaladık.
“Gazeteyi gördünüz mü Bay Holmes?” dedi bize uzatarak.
“Evet, Baynes, gördüm. Lütfen saygısızlık olarak algılamayın ama size dostça bir uyarıda bulunmak istiyorum.”
“Uyarı mı Bay Holmes?”
“Bu davayı büyük bir titizlikle inceliyorum ve sizin doğru yolda olduğunuza inanmıyorum. Eğer emin değilseniz, daha da ileri gitmeyin; buna gönlüm razı olmuyor.”
“Çok naziksiniz Bay Holmes.”
“İnanın sizin iyiliğiniz için konuşuyorum.”
Bay Baynes’ın ufak gözlerinden birinin titrediğini hissetmiştim.
“İstediğimiz gibi çalışacağımız konusunda anlaşmıştık Bay Holmes. Ben de öyle yapıyorum.”
“Pekâlâ.” dedi Holmes, “Günah benden gitti!”
“Bakın efendim, benim iyiliğimi istediğinize eminim. Ama hepimizin kendine göre metotları var Bay Holmes. Sizinki farklı, benimki farklı.”
“Bu konuda daha fazla konuşmayalım o hâlde.”
“Elde ettiğim bilgileri memnuniyetle size anlatabilirim. Bu adam tam anlamıyla bir yamyam, bir at kadar güçlü ve şeytan kadar gaddar. Zapt edilmesiydi neredeyse Dowing’in başparmağını ısırıp koparacaktı. Tek bir kelime İngilizce konuşamıyor ve homurdanmaktan başka bir şey yapmıyor.”
“Ve patronunu öldürdüğüne dair elinizde bir delil olduğunu söylüyorsunuz?”
“Öyle bir şey demedim Bay Holmes. Öyle bir şey demedim. Hepimizin kendi yöntemleri vardır. Siz kendinizinkinde ilerleyin, ben de kendiminkinde ilerleyeyim. Anlaşmamız böyleydi zaten.”
Birlikte uzaklaşırken Holmes omuzlarını silkmişti. “Bu adamı anlayamıyorum. Âdeta felakete sürükleniyor. Her neyse, onun da dediği gibi, kendi yolumuzda ilerlemeliyiz. Bakalım ortaya ne çıkacak? Bu Dedektif Baynes’ta benim anlayamadığım bir şeyler var.”
“Şu sandalyeye oturur musun Watson?” dedi Sherlock Holmes, Bull’daki odamıza döndüğümüzde, “Sana anlatmak istiyorum, belki bu gece yardımlarına ihtiyacım olabilir. Takip edebildiğim kadarıyla bu davanın gelişmelerini sana aktaracağım. Önde gelen özellikleriyle çok basit gözükse de çok şaşırtıcı noktaları var. Şu son tutuklamayı anlamış değilim ama yine de bir şekilde boşlukları doldurmalıyız.
Öldüğü gece Garcia’ya uzatılan nota dönelim. Baynes’ın, Garcia’nın hizmetkârlarının bu meselede bir parmağı olduğu fikrini bir kenara bırakalım. Bunun delili de Scott Eccles’ın gelişini, aslında onun ayarlamış olduğu gerçeğinin altında yatıyor ve böylece suçun işlendiği anda Garcia başka bir yerde bulunduğunu ispat edecekti. Bu sayede Garcia bir girişimde bulunacaktı ve belli ki bir suç işleyecekti. Ancak işler istediği gibi gitmedi ve kendi ölümüyle son buldu. Bir suç işleyecekti diyorum çünkü ancak suç işlemeye niyeti olan biri başka bir yerde olduğunu ispat etmeye çalışır. O hâlde onu öldürmeye çalışan kim olabilir? Şüphesiz öldürmeye kararlı olduğu kişiden başkası olamazdı. Şimdilik doğru yolda olduğumuzu düşünüyorum.
Artık Garcia’nın hizmetkârlarının neden kaybolduğunu daha iyi anlayabiliriz. Hepsi de aynı meçhul suçun ortakları idi. Garcia umduğu sonucu elde edip dönmüş olsaydı, İngiliz adamın şahitliğiyle her türlü şüpheyi önlemiş olacaktı ve her şey yolunda gidecekti. Bu girişim oldukça tehlikeliydi ve Garcia beklenilen saatte dönmezse kendi kötü kaderiyle karşılaştığı aşikâr olacaktı. Bu nedenle, böyle bir durumda iki destekçisi de daha önceden ayarlanmış bir yere kaçacaktı. Orada sorgulanmadan paçayı sıyıracak ve planlarını kaldıkları yerden sürdürebileceklerdi. Şimdiye kadar anlattıklarım gerçekleri açıklayıcı bir nitelikte, öyle değil mi?”
Böylelikle açıklanması zor olan bu karmaşık olay bir anda anlaşılır bir hâl almıştı. Her zamanki gibi, bunları nasıl oldu da daha önce fark edemediğimi merak ettim.
“Hizmetkârlardan biri neden geri döndü peki?”
“Kaçış sırasında yaşadıkları karmaşadan dolayı değerli bir şeyini, ayrılmaya asla katlanamayacağı bir şeyi geride bıraktığını düşünebiliriz. Bu da onun ısrarcı davranışını açıklar, öyle değil mi?”
“Anlıyorum. Bir sonraki adım neydi?”
“Bir sonraki adım, Garcia’nın akşam yemeğinde aldığı nottu. Olayın diğer ucunda başka bir suç ortağı olduğunu gösteriyor bu. Şimdi, diğer ucun yeri neresi olabilirdi? Sana daha önce de söylediğim gibi büyük bir ev olmalıydı ve bu civarlarda çok fazla büyük ev yok. Bu taşrada geçirdiğim ilk günlerde yürüyüşe çıktım. Botanik araştırmalarım sırasında büyük evleri not ettim ve orada yaşayan sakinler hakkında araştırmalarda bulundum. Sadece bir ev dikkatimi çekti. Oxshott’a bir mil, trajedinin vuku bulduğu bölgeye yarım mil uzaklıkta olan Büyük Kubbe. Bu, İngiltere Kralı Birinci James dönemine ait ünlü ve eski bir konaktır. Diğer konaklarda ise olaylarla ilgisi olmayan, sıradan ve saygıdeğer insanlar yaşamaktadır. Ama Büyük Kubbe’den Bay Henderson, herkesin dediğine göre, çok ilginç bir adammış ve başından çok ilginç maceralar geçmiş biriymiş. Bu nedenle tüm dikkatimi ona ve ev halkına verdim.
Çok nevi şahsına münhasır bir grup insan Watson… Adamın kendisi zaten aralarından en ilginç olanı. Makul bir bahaneyle onunla görüşmeyi başardım; ama onun o koyu, derin ve düşünceli gözlerinden, benim hangi amaçla orada bulunduğumu anladığını sezinledim. Ellili yaşlarda, güçlü, aktif, kır saçlı, çok kalın siyah kaşlı bir adam. Adımları bir geyiğinki kadar sessiz… İmparator gibi bir havası var ve zeki bir adama benziyor. O parşömen renkli yüzünün ardında içi öfkeyle dolu bir adam var. Ya bir yabancı ya da uzun süre tropik bölgelerde yaşamış; çünkü solgun ve cansız görünüyor; ama bir kabadayı kadar da dayanıklı olduğu belli. Arkadaşı ve aynı zamanda sekreteri olan Bay Lucas da şüphesiz bir yabancı. Koyu tenli, kurnaz, tatlı dilli ve tavırları bir kedininkini andırıyor. Zehir saçan konuşmasını nezaketle örtüyor. Görüyor musun Watson, iki ayrı yabancı aile var karşımızda. Biri Wisteria Konağı’nda, diğeri de Büyük Kubbe’de. Bu yüzden boşlukları yavaş yavaş doldurmaya başlıyoruz.
Bu sözünü ettiğim iki adam sırdaşa, çok yakın iki arkadaşa benziyorlar ve ev halkının odak noktası gibiler. Ama orada yaşayan bir kişi daha var ve öncelikli amacımız için çok önemli biri olabilir. Henderson’ın iki çocuğu var, on bir ve on üç yaşlarında iki kız çocuğu. Bayan Burnet onların mürebbiyeleri. Kırklı yaşlarında bir İngiliz kadını. Ayrıca güvenilir bir erkek hizmetkârı var. Bu ufak grup, aileyi oluşturuyor. Birlikte geziyorlar, Henderson gezmeyi çok seviyor ve sürekli hareket hâlinde. Bir yıldır yoktu ve Büyük Kubbe’ye geçen hafta geri döndü. Çok zengin olduğunu da belirtmeliyim. Her türlü zevkini karşılayabilecek bir servete sahip. Bunun dışında, evde bir sürü uşak, seyis, bayan hizmetçi ve büyük, İngiliz çiftliklerinde bulunan ve fazla beslenip az çalışan her zamanki elemanlar bulunuyor.
Bunların bir kısmını köydeki dedikodular vasıtasıyla, bir kısmını da kendi gözlemlerimden öğrendim. İşten atılan, kindar bir hizmetkâr gibisi yok. Bir tanesiyle tanışma şansına sahip oldum. Şans diyorum ama böyle birini aramasaydım karşıma çıkma ihtimali pek olmazdı. Baynes’ın da dediği gibi, hepimizin kendi metotları vardır. Bu metotlarım sayesinde Büyük Kubbe’nin eski bahçıvanı olan John Warner’ı buldum. Otoriter patronun öfkeli olduğu bir anında işten atılmış. Patronuna karşı duyduğu aynı korkuyu ve nefreti onunla paylaşan başka hizmetkârlar da var içeride. Artık bu konağın gizli sırlarının anahtarı var elimde.
Çok ilginç insanlar Watson! Her şeyi anlıyormuş gibi yapmayacağım ama yine de çok ilginçler. Çift kanatlı bir ev ve hizmetkârlar öteki tarafta kalıyor. İki kanat arasında bağlantı yok, ailenin yemeklerini servis eden Henderson’ın özel uşağı dışında. Servisler belli bir kapıya getiriliyor, ikisinin arasındaki ortak tek nokta orası. Mürebbiye ile çocuklar pek fazla dışarı çıkmıyorlar, bir tek bahçede geziniyorlar. Henderson ise -kazara da olsa- tek başına dışarı çıkmıyor. Koyu tenli sekreteri gölgesi gibi peşinde. Hizmetkârlar patronlarının bir şeyden çok korktuğu görüşündeler. ‘Ruhu para karşılığında şeytana satılmıştır.’ diyor Warner, ‘Ve bir gün alacaklısı gelip kendine ait olanı talep edecektir.’ Nereden geldikleri veya kim oldukları konusunda kimsenin fikri yok. Bunlar, aynı zamanda şiddet yanlısı kimseler çünkü Henderson iki kere uşakları kamçılamış ve ancak yüklü bir tazminat ile mahkeme kapılarından uzak kalabilmiş.
Evet Watson, şimdi bu yeni bilgiler ışığında durumu tekrar değerlendirelim. Mesajın bu ilginç aileden yollandığını ve önceden planlanmış bir şeyi yerine getirmesi için Garcia’ya gönderilmiş olduğunu varsayalım. Ama notu kim yazmış olabilir? Evin içinden biriydi ve kesinlikle bir kadındı. O zaman mürebbiyeleri Bayan Burnet’ten başka kim olabilirdi ki? Bütün akıl yürütmelerimiz bu yöne işaret ediyor. En azından bunu bir varsayım olarak kabul edebiliriz ve sonuçlarının nereye varacağını görebiliriz. Ayrıca Bayan Burnet’in yaşını ve karakterini düşünecek olursak benim ilk varsayımım olan bir aşk hikâyesinin varlığı ihtimali ortadan kalkıyor.
Eğer mesajı bu bayan yazdıysa kendisi, Garcia’nın hem arkadaşı hem de suç ortağı olmalı kanaatimce. Bu durumda, onun öldüğünü duyunca acaba ne yaptı? Çok hain bir saldırıda hayatını kaybettiyse o zaman kadın asla konuşmaz; ama yine de onu öldürenlere karşı acı bir nefret besleyip elinden geldiğince öcünü almaya çalışacaktır. Onunla görüşüp ne yapmayı planladığını öğrenebilir miydik? İlk aklıma gelen buydu ama şimdi çok uğursuz bir gerçekle karşı karşıyayız. Cinayet işlendikten sonra hiç kimse Bayan Burnet’i görmemiş. Âdeta uçup gitmiş. Hâlâ hayatta mı? Yoksa davet ettiği arkadaşıyla beraber o gece öldürüldü mü? Veya onu bir yere mi kapattılar? İşte buna karar vermeliyiz.
Meselenin zorluğunu takdir edeceksin Watson. Arama izni çıkartmak için hiçbir gerekçemiz yok. Mahkeme zaten söylediklerimize inanmayacaktır. Kadının ortadan kaybolmasının hiçbir değeri yok; çünkü o ilginç evde yaşayan herkes bir haftalığına yok olabilir veya izne çıkabilir. Ama bununla birlikte kadının hayatı tehlikede olabilir. Benim tek yapabileceğim, evi sürekli izlemek ve ajanım Warner’ı bahçe kapısında nöbetçi bırakmak. Bunun daha fazla devam etmesine izin veremeyiz. Eğer kanunlar bir şey yapamıyorsa bu riske kendimiz atılmalıyız.”
“Ne öneriyorsun?”
“Hangisinin onun odası olduğunu biliyorum. Hemen yanındaki ek binadan oraya girilebiliyor. Benim önerim, bu gece ikimiz birlikte oraya gidelim ve bu gizemi çözmeye çalışalım.”
İtiraf etmeliyim ki bu pek cazip bir teklif değildi. Kasvetli eski ev, tuhaf ve dişli sakinleri, gittiğimizde ne tür tehlikelerle karşılaşacağımızı bilmememiz ve yasaları ihlal edişimiz… Bütün bunlar hevesimi kırmaya yetmişti. Ama Holmes’un bu korkunç mantığında öyle bir ikna edicilik vardı ki onun önerdiği bu maceradan kendimi alıkoymam imkânsızdı. Ve sadece bunu yaparak bir çözüme ulaşabilirdik. Sessizce onun elini tuttum. Artık ok yaydan çıkmıştı.
Ancak kaderde macera dolu bir son görememek varmış. Saat beşe geliyordu ve güneş, o mart akşamında batmak üzereydi. Aniden çok heyecanlı bir köylü odamıza daldı.
“Gittiler Bay Holmes! Son treni yakaladılar. Kadın kaçıp kurtuldu. Şu an aşağıdaki arabada.”
“Mükemmel Warner!” diye bağırdı Holmes ayağa fırlayarak, “Watson, bütün boşluklar hızla doluyor.”
Arabada sinirleri harap, yarı çökmüş bir kadın vardı. Kartala benzeyen, bir deri bir kemik kalmış yüzünde, yeni yaşanmış dehşetin izleri görülebiliyordu. Başı kayıtsızca göğsüne doğru düşmüştü. Ama kafasını kaldırıp da bize doğru baktığında büyük göz bebeklerinin ortasında koyu noktaların olduğunu görebiliyordum. Afyon ile uyuşturulmuştu.
“Sizin dediğiniz kapıda nöbet tuttum Bay Holmes.” dedi gizli ajanımız, işten atılan bahçıvan, “Araba evden çıkar çıkmaz onu istasyona kadar takip ettim. Bu bayan ayakta uyuyor gibiydi ama trene bindirmeye çalıştıklarında birdenbire canlanıp onlarla mücadele etmeye başladı. Onu vagonun içine ittiler. O da tekrar dışarı çıkmayı başardı. Ben de onu kaptığım gibi arabaya bindirdim. Her neyse, buradayız işte. Kadını götürürken arabanın penceresinde gördüğüm yüzü asla unutmayacağım. O adam düşündüğünü yapabilseydi eğer eminim çok kısa bir hayatım olacaktı; kara gözlü, somurtkan, sarı tenli bir şeytandı.”
Onu yukarı taşıyarak kanepeye yatırdık ve iki fincan sert kahve içirerek kısa sürede uyuşturucunun etkisini yok etmeyi başardık. Holmes, Baynes’ı çağırarak hızlıca olanları anlatmıştı.
“Ah efendim, siz de benim peşinde olduğum delilleri elde etmişsiniz!” dedi dedektif tüm samimiyetiyle Holmes’un elini sıkarken, “En başından beri sizinle aynı izin peşindeydik.”
“Ne? Siz de mi Henderson’ın peşindeydiniz?”
“Ah, Bay Holmes, siz Büyük Kubbe’de çalılıkların arasında sürünürken ben de ağaçlardan birinin tepesindeydim. Sizi aşağıda gördüm. Mesele, hangimizin daha önce bir delil bulacağıydı.”
“O hâlde niye o melezi tutukladınız?”
Baynes kıkırdamıştı.
“Henderson -yani kendisine öyle diyor- ondan şüphelenildiğini anlamıştı. Yani, tehlikede olduğunu hissettiği sürece geri çekilip harekete geçmeyecekti. Ben de yanlış adamı tutuklayarak gözümüzün onun üzerinde olmadığı izlenimini yaratmaya çalıştım. Böylece, muhtemelen tabanları yağlayacaktı. Ben de Bayan Burnet’i kurtarma şansını yakalayacaktım.”
Holmes elini müfettişin omzuna koydu.
“Meslek hayatınızda çok iyi yerlere geleceğinize eminim. Sizde yetenek ve aynı zamanda önsezi var.” dedi.
Baynes sevinçle dolmuştu.
“Bir hafta boyunca sivil giyimli bir adamımı istasyonda beklettim. Büyük Kubbe’de yaşayanlar nereye gitse onları takip edecekti. Bayan Burnet kaçtığında endişelenmiş olmalılar. Neyse ki sizin adamınız onu kurtardı ve her şey iyi bir sonla bitti. Kadının ifadesini almadan kimseyi tutuklayamayız, o yüzden ne kadar çabuk konuşabilirse hepimiz için o kadar iyi olacak.”
“Her geçen dakika daha da güçleniyor.” dedi Holmes mürebbiyeye bakarak, “Ama söyler misiniz Baynes, bu Henderson denen adam kim?”
“Henderson…” diye başladı müfettiş, “Onun asıl adı Don Murillo’dur. Bir zamanlar ona ‘San Pedro’nun Kaplanı’ derlerdi.”
San Pedro’nun Kaplanı! Bu adamın geçmişinin tamamı yıldırım hızıyla zihnimden geçti. Bir ülkeyi yöneten en iffetsiz, en kana susamış zorba olarak nam salmıştı. Üstelik medeniyet iddiasıyla yapmıştı bunları. Güçlüydü, korkusuzdu, yorulmak bilmezdi. Korkudan sinmiş halkına on on iki yıl boyunca tiksindirici ahlaksızlıklarını dayatmıştı. Orta Amerika’da onun adını duymak yeterince dehşet vericiydi. Bu sürenin sonunda ona karşı evrensel bir ayaklanma söz konusu olmuştu. Ama zalim olduğu kadar kurnaz da bir adamdı ve yaklaşmakta olan tehlikelerin ilk fısıltılarında, tayfası, onun sadık taraftarlarıyla dolu bir gemiye bütün hazinelerini gizlice nakletmişti. Ertesi gün isyancıların taarruz ettiği yer, aslında boş bir saraydı. Diktatör, iki çocuğu, sekreteri ve servetiyle birlikte firar etmişti. O andan itibaren bütün dünyadan silinmişti âdeta ve Avrupa basınında sık sık adı geçiyordu.
“Evet efendim, Don Murillo, San Pedro Kaplanı.” dedi Baynes, “Eğer araştırırsanız San Pedro’nun resmî renklerinin yeşil ve beyaz olduğunu göreceksiniz, tıpkı notta söz edildiği gibi Bay Holmes. Kendisine Henderson diyordu ama ben onun izini sürdüm: Paris, Roma, Madrid ve hatta 1886 yılında gemisinin geldiği Barcelona… İntikam almak için hep onun peşindeydiler; ama izini daha yeni yeni bulabildiler.”
“Onu bir yıl önce buldular.” dedi Bayan Burnet. Artık oturmuş, sohbeti dikkatle dinliyordu. “Bir kere öldürme girişiminde bulundular ama şeytan onu korudu. Bu sefer asil kahraman Garcia şehit düştü. O canavar da hâlâ dolaşıyor sokaklarda! Ama bir başkası gelecek ve ardından biri daha… Ta ki adalet yerini bulana kadar. Bundan yarın güneşin doğacağına emin olduğum kadar eminim.” Nefretinden doğan hırs yüzünden elini yumruk yapmıştı. Beti benzi atmıştı.
“Ama bu meseleye nasıl oldu da karıştınız Bayan Burnet?” diye sordu Holmes, “Bir İngiliz hanımefendisinin böyle vahşice bir maceraya karışması şaşılacak şey doğrusu.”
“Karıştım çünkü şu dünyada adaleti başka türlü sağlayamazdık. Yıllar önce San Pedro’da akan onca kan, İngiliz kanunlarının umurunda mı? Veya bu adamın çaldığı bir gemi dolusu hazine için bir şey yapacaklar mı? Bunlar, size göre, başka bir gezegende işlenmiş suçlar gibi; ama biz gerçekleri biliyoruz. Cehennemde bile Don Murillo’dan daha beter bir şeytan yoktur. İntikam almak için çığlık atan kurbanları olduğu sürece bizim için huzur yok.”
“Şüphesiz dediğiniz gibi biri olmalı.” dedi Holmes. “Çok gaddar olduğunu daha önce duymuştum. Ama siz nasıl etkilendiniz bu adamdan?”
“Size her şeyi anlatacağım. Tehlikeli bir rakip olarak gördüğü herkesi sözde bahanelerle öldürüyordu. Onun politikası öldürmekti. Benim kocam -benim gerçek adım Sinyore Victor Durando’dur- Sen Pedro’nun Londra elçisiydi. Orada tanışıp evlendik. Şu dünyada ondan daha asil bir adam tanımadım. Maalesef Murillo, onun nasıl biri olduğunu duymuş, bir bahane bularak da yanına çağırmıştı. Onu öldürttü. Sanki kaderi içine doğmuştu ve beni yanında götürmeyi reddetmişti. Mallarına el konuldu ve ben düşük bir gelir ve kırılmış bir kalple ortada kalakaldım.
Sonra o zorbanın çöküşü yaşandı. Sizin de anlattığınız gibi paçayı kurtarmıştı. Birçok hayatı mahvetti; birçok insan, onun, en yakınlarını ve en sevdiklerini işkencelere maruz bırakarak kurban etmesini izledi. Tabii bu insanlar onun peşini bırakmaya niyetli değillerdi. Bir araya gelip bir topluluk kurdular ve işi bitirene kadar asla dağılmamaya yemin ettiler. Devrilmiş diktatörün adını Henderson olarak değiştirdiğini öğrendikten sonra benim görevim, onun yanında bir iş bulmaktı. Böylece onun her hareketini diğerlerine bildirebiliyordum. Bunu da mürebbiye göreviyle yerine getirebiliyordum. Her yemekte karşısında oturan kadının, bir saat içinde aldığı kararla ölüme gönderdiği adamın karısı olduğunu bilmiyordu. Ona gülümsedim, çocuklarına karşı görevimi yerine getirdim ve zamanın gelmesini bekledim. Paris’te bir girişimde bulunulmuştu ama başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Sürekli Avrupa’da zikzaklar çizerek takipçileri atlatmak amacıyla oradan oraya dolaşıp durduk ve en sonunda İngiltere’ye ilk geldiğinde kiraladığı bu eve yerleştik.
Ama burada da adaletin temsilcileri onu bekliyordu. San Pedro’nun ileri gelenlerinden birinin oğlu olan Garcia, onun bu eve geri döneceğini biliyordu, mütevazı görevleri olan iki güvenilir arkadaşıyla birlikte buraya yerleşti. Üçü de intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Gündüzleri harekete geçemiyorlardı. Çünkü Murillo, her türlü önlemi alarak etrafında pervane olan Lucas olmadan dışarı çıkmıyordu -eski parlak günlerinde bu adam Lopez adıyla tanınıyordu. Ancak geceleri yalnız uyuyordu. Her şeyin acısını çıkartmak kolay olabilirdi. Önceden kararlaştırdığımız bir gecede arkadaşlarıma son talimatlarımı gönderdim. Ne de olsa adam sürekli tetikteydi ve oda değiştiriyordu. Kapıların açık olup olmadığını kontrol edecektim ve yola bakan bir pencerede yeşil veya beyaz bir ışıkla her şeyin yolunda olup olmadığını veya girişimlerimizin ertelenmesi gerektiğini işaret edecektim.
Ama hiçbir şey yolunda gitmedi. Bir şekilde Sekreter Lopez’in şüphesini çekmiştim. Notumu bitirmeden arkamdan sessizce yaklaşmış ve üzerime saldırmıştı. O ve patronu beni sürükleyerek odama götürmüşlerdi ve suçu kanıtlanmış, vatan haini bir kadınmışım gibi beni yargıladılar. Yapılacak olan saldırıdan nasıl kurtulacaklarını bilselerdi beni hemen oracıkta bıçaklayarak öldürürlerdi. Aralarında epey tartıştıktan sonra beni öldürmenin çok tehlikeli olacağına karar verdiler. Ama Garcia’dan sonsuza kadar kurtulmak niyetindelerdi. Beni bağladılar. Murillo ben adresi verinceye kadar kolumu büktü. Garcia için bunun ne anlama geleceğini bilseydim, yemin ederim, kolumu koparsalar bile ağzımı sıkı tutardım. Lopez benim yazdığım notun üzerine adresi ekledi, mühürledi ve hizmetkârlardan Jose ile yolladı. Onu nasıl öldürdüler bilemiyorum ama darbeyi indiren Murillo olmalı; çünkü Lopez’i yanıma dikmişti. Sanıyorum yolun kıvrıldığı yerdeki karaçalıların arasına gizlenip o geçtiği sırada üzerine saldırdı. Asıl niyetleri, onu eve çağırıp olaya bir soygun süsü vermek ve sonra da onu öldürmekti. Ama sonra bunun, soruşturma sırasında kendi kimliklerinin ifşa edilmesine sebep olacağını düşündüler ve daha başka saldırılara meydan vermemek adına bundan vazgeçtiler. Garcia’nın ölümüyle diğer takipçilerin korkacağını ve bu eylemlerini sona erdireceklerini düşündüler.
Eğer yaptıklarından haberdar olmasaydım her şey onlar için yolunda gidebilirdi. Şüphesiz benim hayatım da birçok defa tehlikeye girdi. Odama kapatıldım, onların en iğrenç tehditleriyle korkutuldum, hatta hevesimi kırmak için beni hırpaladılar. Omzumdaki bıçak izine bakın, bunlar da kollarımdaki yaralar. Bir keresinde pencereden sesimi duyurmaya çalışmıştım. Hemen ağzımı tıkamışlardı. Tutsaklığım beş gün boyunca sürdü. Bana yeterince yiyecek de vermiyorlardı. Bugün öğleden sonra çok güzel bir öğlen yemeği getirilmişti; ama bitirdikten sonra uyuşturulduğumu anladım. Yarı iteklenip, yarı taşınarak arabaya götürüldüğümü, sonra da trene bindirildiğimi hayal meyal hatırlıyorum. İşte o zaman, tam trenin tekerlekleri harekete geçeceği sırada özgürlüğümün kendi ellerimde olduğunu anladım. Ok gibi fırladım. Sürükleyerek geri getirmeye çalıştılar. Beni arabasına götüren bu iyi niyetli adam olmasaydı onların elinden asla kurtulamazdım. Tanrı’ya şükür, şimdi onların ellerinden çok uzaktayım.”
Bu olağanüstü açıklamayı hepimiz pürdikkat dinlemiştik. Sessizliği ilk bozan Holmes olmuştu.
“Henüz tüm engellerin üstesinden gelemedik.” dedi kafasını sallayarak, “Polisi ilgilendiren kısmı bitti belki ama şimdi yasal işlemler başlıyor.”
“Evet.” dedim, “İyi bir avukat olayı nefsi müdafaa olarak mahkemeye sunabilir. Geri planda yüzlerce işlenmiş suçları var belki ama sadece bununla yargılanabilirler.”
“Haydi, haydi!” dedi Baynes neşelenerek, “Ben kanunlara sizden fazla güveniyorum galiba. Nefsi müdafaa ayrı ama bir adamı soğukkanlılıkla tuzağa düşürüp öldürmek başka bir şey… Hayır, hayır bir sonraki Guildford Mahkemesi’nde Büyük Kubbe’nin sakinlerini görünce haklı olduğumu göreceksiniz.”
Ancak San Pedro Kaplanı’nın hak ettiği cezayı bulması için biraz daha zaman geçmeliydi. O ve arkadaşı, Edmonton Caddesi’nde bir pansiyona girip Curzon Meydanı’na açılan arka kapıdan çıkarak takipçilerine izlerini kaybettirdiler. O günden sonra bir daha İngiltere’de görülmediler. Altı ay sonra Madrid’de, Escurial Otelinde, Montalva markisi ile sekreteri Sinyor Rulli odalarında ölü bulundular. Suç nihilistlerin üzerine atıldı ve katiller asla tutuklanamadı. Dedektif Baynes bizi Baker Caddesi’nde ziyarete gelmişti. Yanında getirdiği resimlerden sekreterin koyu tenli yüzünü ve patronunun otoriter görünüşü ile gür kaşlarını tanımamak imkânsızdı. Şüphesiz adalet gecikmeli de olsa yerini bulmuştu.
“Çok karmaşık bir davaymış Sevgili Watson.” dedi Holmes akşam piposunu içerken, “Bunu her zamanki gibi kısaca anlatıp geçemeyeceksin. İki kıtayı kapsıyor, esrarengiz kimselerden oluşan iki grubu ilgilendiriyor ve onurlu arkadaşımız Scott Eccles’ın varlığı ile daha da karmaşık bir hâl alıyor. Merhum Garcia parlak zekâlı ve kendini koruma açısından iyi gelişmiş içgüdülere sahip biriydi. Bunca karmaşa arasında değerli ortağımız dedektif ile birlikte en önemli ipuçlarını yakalayıp o eğri büğrü sarmal yolda ilerleyebilmemizdeki başarı şaşılacak şey doğrusu. Senin anlayamadığın bir nokta kaldı mı?”
“Melez aşçının geri dönme sebebi.”
“Sanırım mutfaktaki o tuhaf şey bunu açıklayabilir. San Pedro’nun geri kalmış bölgelerinden gelen canavar ruhlu, ilkel bir adammış. O şey de onun putuymuş. Birlikte önceden ayarlanmış bir sığınağa kaçarken -ki şüphesiz orada onları bekleyen bir suç ortağı vardı-arkadaşı, böylesine riskli bir eşyayı arkalarında bırakmaları için onu ikna etmiş olsa gerek. Ama melezin aklı onda kalmıştı ve tekrar almak için ertesi gün döndüğünde pencereden içeriyi incelerken Memur Walters’ın orada nöbet tuttuğunu gördü. Üç gün daha bekledi. Ama ona olan sevgisi ve batıl inancı, onu tekrar oralara sürükledi. Her zamanki zekâsı ile Dedektif Baynes bana olayı kısaca anlattı. Durumun önemini fark edince ona bir tuzak hazırladı ve o yaratık da kolayca tuzağa düştü. Başka bir şey var mı Watson?”
“Parçalanmış kuş, kanla dolu kova, kömürleşmiş kemikler, o tuhaf mutfağın gizemi… İşte bunları merak ediyorum.”
Holmes gülümseyerek defterinden bir sayfa açtı.
“Bir sabahımı İngiliz Müzesinde geçirdim. Bunu ve başka notları araştırdım. Eckermann’ın ‘Vuduculuk ve Zencilerin Dinleri’ kitabından sana bir alıntı okuyacağım: Gerçek bir vudu müridi masum olmayan tanrılarını yatıştırmak için belli başlı kurbanlar vermek zorundadır. Aşırı durumlarda bu ayinlerde insan kurban edilir ve ayin onun etini yemekle son bulur. Genelde canlı canlı yolunmuş ve parçalanmış beyaz bir horoz veya boğazı kesilerek vücudu yakılmış bir keçi kurban verilir.”
“Gördüğün gibi vahşi arkadaşımız pek inançlıymış. Çok tuhaf Watson!” diye devam etti Holmes defterini yavaşça kapatırken, “Ama şunu da söylemeliyim, bazen ‘tuhaflığın’ bir adım ötesi dehşet olabiliyor.”

Karton Kutu
Arkadaşım Sherlock Holmes’un olağanüstü zihinsel özelliklerini gösteren birkaç tipik vakayı seçerken az ses getiren olayları sunmaya çabaladım elimden geldiğince; ama aynı zamanda yeteneklerini en çok açığa çıkaranları seçtim. Oysaki suçlu ile ses getiren olayları birbirinden tamamen ayırmak maalesef imkânsızdır ve bu durumda da tarihçi ikilem içinde kalır. Ya hikâyesi için önemli ayrıntıları kurban ederek problem konusunda yanlış bir izlenim uyandıracak ya da seçim yerine tesadüfleri ön plana çıkaracak. Bu ufak önsözden sonra, tuhaf ve oldukça korkunç olaylarla dolu notlarıma geri dönebilirim.
Bunaltıcı bir ağustos günüydü. Baker Caddesi fırın gibiydi ve karşı taraftaki evin sarı tuğlalarına vuran kızgın güneş, insanın gözünü alıyordu. Kış aylarının kasvetli sisi arasında beliren duvarların, aynı duvarlar olduğuna inanmak oldukça zordu. Perdelerimiz yarı kapalıydı ve Holmes sabah postasıyla aldığı bir mektubu kanepenin üzerinde kıvrılarak tekrar tekrar okudu. Bana gelince… Hindistan’da yapmış olduğum hizmetlerden dolayı soğuktan çok sıcağa dayanıklıydım ve termometrenin 32 dereceyi göstermesi benim için bir sıkıntı değildi. Ancak sabah gazetesinde okumaya değer bir şey olmaması can sıkıcıydı. Sadece Parlamento tatile girmişti. Herkes şehir dışındaydı ve ben New Forest’ın ormanlık alanlarına veya Büyük Okyanus’un parıltısına özlem duyuyordum. Tükenmiş bir banka hesabı tatilimi ertelememe sebep olmuştu. Arkadaşıma gelince… Ne kır havası ne de deniz onun için en ufak bir cazibe arz etmiyordu. Her tarafa uzanarak, insanların arasında dolaşarak, çözüme ulaşmamış suçlar hakkında duyduğu en ufak dedikodu ve şüpheye karşı duyarlı davranarak, beş milyon insanın ortasında yaşamayı tercih ederdi. Sahip olduğu onca yeteneğin arasında doğaya değer verme duygusu yoktu ve onun tek sevinç kaynağı, şehirde kötülük edenlerin izini sürüp ülkesinin iyiliği için onları yakalamaktı.
Holmes’un dikkatini başka yöne verdiğini ve sohbet etmek için uygun bir zaman olmadığını anlayınca, gazeteyi bir kenara fırlatarak sandalyemde iyice geriye yaslandım ve derin, ciddi düşüncelere daldım. Birdenbire arkadaşımın sesi düşüncelerimi bölmüştü.
“Haklısın Watson.” dedi, “Gerçekten de bir meseleyi çözüme ulaştırmak için çok mantıksız bir yöntem.”
“Sahiden de mantık dışı!” diye haykırdım. Ama ruhumun derinliklerindeki en gizli düşüncelerimi yüksek sesle tekrarladığını anlayınca sandalyemde dik oturdum ve anlamsız bir ifadeyle baktıktan sonra şaşkınlığımı saklayamadım.
“Neler oluyor, Holmes?” diye haykırdım, “Tahmin edebileceğimden de ileri gittin.”
Şaşkınlığım karşısında kahkahalarla gülmüştü.
“Hatırlar mısın?” dedi, “Kısa bir süre önce sana, Poe’nun kısa hikâyelerinden bir pasaj okumuştum; hani arkadaşının dile getirilmemiş düşüncelerini söyleyen bir mantıkçıdan söz ediyordu. Sen bunun yazarın bir yetenek gösterisi olduğuna inanmıştın. Ben böyle bir alışkanlığımın olduğunu ve sürekli bunu yaptığımı söyleyince de şüphelerini dile getirmiştin.”
“Ah, hayır, öyle yapmadım!”
“Belki sözle söylemedin, Sevgili Watson ama böyle düşündüğünü kaşlarından anlamıştım. Onun için, gazeteyi bir kenara fırlatarak düşüncelere daldığını görünce bunu yorumlama fırsatını yakaladığıma sevindim. Sonunda bunu başardım ve uyum içinde olduğumuzu ispatladım.”
Yine de tatmin olmaktan çok uzaktım. “Ama bana okuduğun pasajda…” diye başladım, “Mantıkçı, gözlemlediği adamın davranışlarından yola çıkarak bir sonuca varabilmişti. Yanlış hatırlamıyorsam arkadaşı yolda yürürken taşa takılıp tökezliyor, yıldızlara bakıyor vesaire vesaire… Oysa ben sessizce sandalyemde oturuyordum. Sana ne gibi bir ipucu vermiş olabilirim ki?”
“Kendine haksızlık ediyorsun. İnsanlar duygularını yüz hatlarıyla belli ederler ve senin yüz hatlarının her biri oldukça sadık bir hizmetkâr.”
“Yüz ifademden düşüncelerimi okuyabildiğini mi söylemek istiyorsun?”
“İfadenden ve özellikle gözlerinden… Nasıl hayallere dalmaya başladığını hatırlamıyorsundur belki.”
“Hayır, hatırlamıyorum.”
“O zaman sana anlatayım. Gazeteyi fırlattıktan sonra -ki ilk o zaman dikkatimi çekmeyi başarmıştın- yarım dakika kadar boş bir ifadeyle öylece oturup kaldın. Sonra General Gordon’ın yeni çerçevelenmiş tablosuna gözlerini dikip bakakaldın. İşte o zaman yüz ifadendeki değişiklikten yeni düşünceler zincirinin başladığını anladım. O an pek fazla bir şey elde edemedim. Kitaplığının üzerinde duran Henry Ward Beecher’ın çerçevelenmemiş portresine gözlerin takıldı bu sefer. Sonra da duvara göz attın, artık her şey aşikârdı. Eğer bu portre çerçevelenmiş olsaydı oradaki boşluğu tamı tamına dolduracağını ve yanındaki Gordon’ın tablosuyla uyumlu hâle geleceğini düşünüyordun.”
“Muhteşem! Beni çok iyi anlamışsın!” diye haykırdım.
“Şu ana kadar yanlış yola sapmam imkânsızdı. Artık düşüncelerin tekrar Beecher’a dönmüştü; yüz hatlarını inceleyerek karakter analizi yapıyormuşçasına dikkatle bakmaya başladın. Bunun üzerine gözlerini kıstın; ama bakmaya devam ettin. Düşünceli bir tavır takındın. Beecher’ın meslek hayatındaki olayları hatırladın. İç Savaş sırasında Kuzeylilerin tarafında yer aldığını düşünmeden edemeyeceğinin farkındaydım; çünkü bir keresinde buna nasıl da öfkelendiğini söylemiştin bana. Bu konuda o kadar güçlü hisler besliyorsun ki onu hatırlamadan Beecher’ı düşünemeyeceğini tahmin ettim. Bir dakika sonra gözlerini tablodan çevirdiğini görünce, kafandan İç Savaş’ı geçirdiğini anladım. Dudaklarını büzdüğünü, gözlerindeki parlaklığı ve ellerini yumruk yaptığını gözlemlediğimde iki tarafın da büyük bir mücadele ederek gösterdiği kahramanlığı düşündüğüne artık iyice emin olmuştum. Ama sonra, yine özgün bir tavır takındın, başını salladın. Artık acıları, korkuları ve insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu düşünüyor olmalıydın. Elini yavaş yavaş eski yaranın üzerine götürdün ve hafif bir gülümseme belirdi dudaklarında. Uluslararası meselelerin çözümünde kullanılan bu saçma sapan metoda anlam veremediğini hissettim. İşte bu noktada mantığa aykırı olduğu konusunda sana katıldım. Görüyorum ki bütün tümdengelimlerim doğru çıktı.”
“Kesinlikle!” dedim, “Düşündüklerimi açıkladın. Her zamanki gibi şaşkın olduğumu itiraf ediyorum.”
“Çok yüzeysel tespitlerdi Sevgili Watson, inan bana. Geçen gün biraz şüpheci davranmasaydın, bunlara dikkatini bile çekmezdim. Ama şu an elimde ufak bir mesele var ve biraz önce senin zihninden geçenleri okumanın yanında, bunu çözmek çok daha zor olacak. Gazetedeki ufak bir paragraf dikkatini çekti mi bilemiyorum ama Cross Caddesi, Croydon’dan Bayan Cushing posta yoluyla içinde çok ilginç şeyler olan bir paket aldı.”
“Hayır, dikkatimi çekmedi.”
“Ah! O zaman gözünden kaçmış olmalı. Gazeteyi bana fırlatıver. Bak burada, finans sütununun altında. Sesli okursan sevinirim.”
Bana geri attığı gazeteyi alarak işaret ettiği paragrafı okumaya başladım. Başlığı Dehşet Verici Paket idi.

“Cross Caddesi, Croydon’da yaşayan Bayan Susan Cushing, eğer olayın altında uğursuz bir şey yatmıyorsa oldukça iğrenç bir şakanın kurbanı olmuş gibi gözüküyor. Dün öğleden sonra, saat iki gibi, postacı ona ufak, taba rengi bir kutu getirdi. İçi adi tuzla dolu karton bir kutu. Kutuyu boşalttığında Bayan Cushing, yeni kesildiği belli, iki tane insan kulağını görünce dehşete kapıldı. Kutunun bir önceki sabah Belfast’tan gönderildiği belirlendi. Gönderen hakkında hiç bilgi yok, dolayısıyla olay daha da gizemli bir hâl alıyor. Çünkü elli yaşlarında, hiç evlenmemiş, sakin bir hayat süren Bayan Cushing’in pek fazla arkadaşı veya tanıdığı yok. Bu nedenle, posta yoluyla herhangi bir şey alması çok ender bir olay. Ancak birkaç yıl önce Penge’te yaşarken, üç genç tıp öğrencisine bir dairesini kiralamış; ama çok gürültü yaptıklarından ve düzensiz alışkanlıkları olduğundan onları çıkartmak mecburiyetinde kalmış. Bayana karşı kin beslediklerini ve kadavra odasından aldıkları bu uzuvları göndererek onu korkutmayı amaçladıklarını düşünen polise göre bu rezaletin nedeni, söz konusu gençler olabilir. Öğrencilerden birinin İrlanda’nın kuzeyinden geldiği ve Bayan Cushing’in hatırladığı kadarıyla Belfast’lı oluşu bu fikri güçlendirmektedir. Mesele hâlihazırda hızla araştırılıyor ve en zeki dedektiflerimizden olan Bay Lestrade bu davanın sorumluluğunu üstlenmiş durumda.”

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/arthur-konan-doyle/sherlock-holmes-son-selam-butun-maceralari-8-69428791/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8 Артур Конан Дойл
Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8

Артур Конан Дойл

Тип: электронная книга

Жанр: Зарубежные детективы

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: "Sherlock Holmes ile kurduğum uzun ve samimi arkadaşlık süresince onun ilginç deneyimlerini ve hatıralarını kaydederken şöhrete olan karşıtlığı yüzünden sık sık zorluklarla karşılaşmışımdır. Ciddi ve uyumsuz mizacından dolayı her türlü tebriği ve alkışı itici buluyordu. Başarılı geçen bir davanın sonunda hak ettiği takdiri, geleneksel resmî görevlilerin üstlenmesi ve onlara hep bir ağızdan yapılan yersiz tebrikleri alaycı bir gülümsemeyle dinlemek, Holmes için âdeta bir eğlenceydi." Ne Sherlock Holmes’u “tanıtmaya” ne de 1886 ile 1927 yılları arasında Arthur Conan Doyle’un onun hakkında yazdığı altmış hikâyeyi anlatmaya gerek var. Daha sonraki yıllarda Holmes karakteri ile arkadaşı ve tarihçi Dr. John H. Watson, âdeta gerçek kişiliklere bürünmüş ve bilim kurgu dünyasının en ünlü karakterleri olmuşlardır. Kaldı ki hikâyelerini hiç okumayanlar bile onları tanımaktadırlar. Holmes’un ünü o derece yaygınlaşmıştı ki yanında taşıdığı malzemeler dahi polislik, dedektiflik ve suçluları bulma konusuyla bütünleşmiştir; örneğin, kıvrımlı piposu, uzun şapkası ve büyüteci Sherlock Holmes’un görüntüsünü canlandırmaya yetmektedir. İlk baskılarda kullanılmamasına karşın “Çok basit sevgili Watson.” cümlesi bir özdeyiş olarak dilimize girmiştir. Bu cümle, okuyucuyu şaşırtmakla beraber aslında her şeyin çok açık seçik olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Londra’ya giden ziyaretçiler hâlâ akın akın Sherlock Holmes’un yaşadığı Baker Caddesi’ne gitmekte ve uzun yıllardır bu muhteşem dedektifin yaşadığı 221 B numaralı eve, Sherlock Holmes’un kendi problemlerine çözüm bulacağını ümit ederek dünyanın her bir tarafından mektuplar yağdırmayı sürdürmektedirler. Onun gerçek bir insan olduğunu ve yardım edeceğini düşünmektedirler hatta 2008 yılında UKTV GOLD tarafından yapılan bir ankette, İngilizlerin yüzde elli sekizinin Sherlock Holmes’un gerçek bir insan olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır (Bunun aksine ankette Winston Churchill’in bir bilim kurgu karakteri olduğuna inananlar ise yüzde yirmi üçtü.).

  • Добавить отзыв