Dede Korkut`tan Çocuklara Seçme Hikâyeler

Dede Korkut`tan Çocuklara Seçme Hikâyeler
Anonim
Millî Eğitim Bakanlığınca Türk ve dünya edebiyatında 100 Temel Eser ´in önce ortaöğretimde ardından ilköğretimde belirlenmiş olmasını, ülkemizdeki okuma oranını artırmaya yönelik bir çaba olarak görüyoruz. Bir başlangıç olarak ilköğretimde 100 Temel Eser ümit vericidir; ilköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek, "okuyan toplum" olma yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. İlköğretimde 100 Temel Eser ´in bir başka olumlu yönü de; aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki dil varlığı ile duygu ve düşünce zenginliğini fark etmiş bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü, daha paylaşımcı olmasını sağlamasıdır.


Dede Korkut’tan Çocuklara Seçme Hikâyeler

Bismillahirrahmanirrahim,
Resul aleyhisselam zamanlarına yakın, Bayat Boyu’ndan Korkut Ata derler, bir er kişi varmış. Oğuz’un erenlerindenmiş. Gaipten türlü haberler verir, o ne derse o olurmuş. Allahuteala, onun gönlüne ilham edermiş.
Korkut Ata: “Ahir zamanda hanlık tekrar Kayı’ya geçecek. Ahir zaman olup da kıyamet kopuncaya kadar kimse ellerinden alamayacak.” demiş.
Bu dediği Osman neslidir, işte sürüp gidiyor. Ve daha nice buna benzer sözler söyledi.
Korkut Ata, Oğuz Kavmi’nin müşkülünü hallederdi. Her ne iş olursa olsun Korkut Ata’ya danışmadan yapmazlardı. Her ne buyursa kabul edilir, sözünü yerine getirirlerdi.
Dede Korkut: “Allah Allah demeyince işler düzelmez. Kadir Tanrı vermeyince er zenginleşmez. Ezelden yazılmazsa kul başına kaza gelmez, ecel vakti ermeyince kimse ölmez. Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez. Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar, toplar, nasibinden fazlasını yiyemez… Gürüldeyip sular taşsa deniz dolmaz. Kibir eyleyeni Tanrı sevmez, gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz. Eloğlunu beslemekle oğul olmaz, büyüyünce bırakır gider, gördüm demez. Kül tepecik olmaz, güveyi oğul olmaz. Başına gem vursan kara eşek katır olmaz, hizmetçiye elbise giydirsen hanım olmaz. Lapa lapa kar yağsa yaza, yapağılı yeşil çimen güze kalmaz. Eski pamuk, bez olmaz; eski düşman, dost olmaz. Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz, kara çelik öz kılıcı çalmayınca hasım dönmez, er malına kıymayınca adı çıkmaz. Kız, anadan görmeyince öğüt almaz oğul, babadan görmeyince sofra çekmez. Oğul babanın yerine yetişendir, iki gözünün biridir. Devletli oğul olsa, ocağının korudur. Oğul da neylesin baba ölüp mal kalmasa… Baba malından ne fayda başta devlet olmasa… Devletsiz şerrinden Allah saklasın, Hanım sizi!
Dede Korkut bir daha söylemiş: “Sert yürürken cins bir ata namert yiğit binemez; binince binmese daha iyi. Çalıp keser öz kılıcı namertler; çalınca çalmasa daha iyi. Çalabilen yiğide ok ile kılıçtan bir çomak daha iyi. Misafiri gelmeyen kara evler yıkılsa daha iyi. Atın yemediği acı otlar bitince bitmese daha iyi. İnsanın içmediği acı sular sızınca sızmasa daha iyi. Baba adını yürütmeyen hoyrat oğul, baba belinden inince inmese daha iyi ana rahmine düşünce doğmasa daha iyi. Baba adını yürütünce devletli oğul daha iyi. Yalan söz bu dünyada olunca olmasa daha iyi. Gerçeklerin üç otuz on yaşını doldursa daha iyi. Üç otuz on yaşınız dolsun, Hak size kötülük getirmesin, devletiniz devamlı olsun, Hanım hey!”
Dede Korkut bir daha söylemiş, gelin bakalım ne demiş: “Gittikte yerin otlaklarını geyik bilir. Yeşermiş yerlerin çimenlerini yaban eşeği bilir. Ayrı ayrı yolların izini deve bilir. Yedi dere kokularını tilki bilir. Geceleyin kervan göçtüğünü çayır kuşu bilir. Oğulun kimden olduğunu ana bilir. Erin ağırını, hafifini at bilir. Ağır yüklerin zahmetini katır bilir. Nerede acı varsa çeken bilir. Gafil başın ağrısını beyni bilir. Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye ozan gezer. Erin cömerdini, erin cimrisini ozan bilir. Karşınızda çalıp söyleyen ozan olsun. Yolunu şaşırıp gelen kazayı Tanrı savsın, Hanım hey!”
Görelim bakalım Dede Korkut, bu sefer ne söylemiş: “Ağzım açıp över olsam üstümüzde Tanrı güzel. Tanrı dostu din ulusu, Muhammed güzel. Muhammed’in sağ yanında namaz kılan, Ebubekir Sıddık güzel. Ahir otuzuncu cüz başıdır, Amme güzel. Hecesince düz okunsa Yasin güzel. Kılıç çaldı, din açtı erlerin şahı, Ali güzel. Ali’nin oğulları, Peygamber torunları, Kerbela ovasında Yezidiler elinde şehit oldu, Hasan ile Hüseyin iki kardeş, beraber güzel. Yazılıp düzülüp gökten indi, Tanrı ilmi Kur ’an güzel. O Kur ’an’ı yazdı düzdü, ulemalar öğreninceye kadar bekledi biçti, âlimler sultanı, Osman Affanoğlu güzel. Çukur yerde duran Tanrı evi, Mekke güzel. O Mekke’ye sağ varsa, esen gelse, imanı bütün hacı güzel. Hesap gününde cuma güzel. Cuma günü okuyunca hutbe güzel. Kulak verip dinleyince ümmet güzel. Minarede ezan okuyunca müezzin güzel. Dizini bastırıp oturunca helalli güzel. Şakağından ağarsa baba güzel. Ak sütünü doya doya emzirse ana güzel. Yanaşıp yola girince kara erkek deve güzel. Sevgili kardeş güzel. Yan tarafta, ev yanında dikilse gelin odası güzel, uzunca çadır ipi güzel. Oğul güzel. Hiçbirine benzemedi cümle âlemleri yaratan, Allah güzel. O övdüğüm yüce Tanrı dost olarak medet eriştirsin, Hanım hey!”
Dede Korkut dilinden ozan der: Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soptur. Birisi dolduran toptur. Birisi evin dayağıdır.[1 - Desteğidir, direğidir.] Birisi ne kadar dersen bayağıdır.
Ozan, evin dayağı odur ki kırdan yabandan eve bir misafir gelse, kocası evde olmasa, o onu yedirir içirir, ağırlar, azizler gönderir. O Ayşe, Fatma soyundandır, Hanım. Onun bebekleri yetişsin. Ocağına bunun gibi kadın gelsin.
Geldik o ki solduran soptur… Sabahleyin yerinden kalkar, elini yüzünü yıkamadan dokuz bazlama ile bir külek yoğurt bekler, doyuncaya kadar tıka basa yer, elini böğrüne koyar, der: “Bu evi harap olası kocaya varalıdan beri daha karnım doymadı, yüzüm gülmedi, ayağım pabuç, yüzüm yaşmak görmedi! Ah n’olaydı, bu öleydi, birine daha varaydım, umduğumdan daha uygun olaydı.” Onun gibisinin, Hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.
Geldik o ki dolduran toptur… Dürtükleyince yerinden kalktı; elini yüzünü yıkamadan obanın o ucundan bu ucuna, bu ucundan o ucuna çırpıştırdı; dedikodu yaptı; kapı dinledi; öğleye kadar gezdi. Öğleden sonra evine geldi, gördü ki hırsız köpek, ahırı birbirine katmış, tavuk kümesine, sığır damına dönmüş; komşularına seslenir ki: “Kız Zeliha, Zübeyde, Rüveyde, Çan Kız, Çan Paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek ölmeye, yitmeye gitmemiştim, yatacak yerim gene bu harap olası idi, n’olaydı benim evime birazcık bakaydınız, komşu hakkı, Tanrı hakkı…” Bunun gibisinin Hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.
Geldik o ki ne kadar dersen bayağıdır: Uzak kırdan yabandan bir edepli misafir gelse, kocası evde olsa, ona dese ki: “Kalk ekmek getir yiyelim, bu da yesin. Pişmiş ekmeğin bekası olmaz, yemek gerektir. ”
Kadın der: “Neyleyeyim, bu yıkılacak evde un yok, elek yok, deve değirmeninden gelmedi.” der. “Ne gelirse benim kalçama gelsin.” diye elini arkasına vurur. Yönünü öteye, kıçını kocasına döner; bir söylersen birisini koymaz, kocanın sözünü kulağına koymaz. O, Nuh Peygamber’in eşeği asıllıdır. Ondan da sizi Hanım, Allah saklasın. Ocağınıza bunun gibi kadın gelmesin.

DİRSE HANOĞLU BOĞAÇ HAN
Bir gün Kam Ganoğlu Han Bayındır, yerinden kalkmış; otağını yeryüzüne diktirmişti. Alaca gölgeliği gökyüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşeliydi. Hanlar hanı Han Bayındır, yılda bir kere ziyafet verip Oğuz beylerini misafir ederdi.
Gene ziyafet düzenleyip attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirmişti. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu.
“Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun; kara keçeyi altına döşeyin; kara koyun yahnisinden önüne getirin; yerse yesin, yemezse kalksın gitsin. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun; oğlu kızı olmayanı Allahuteala hor görmüştür, biz de hoş görmeyiz, bunu böyle bilsin.” demişti.
Oğuz beyleri bir bir gelip toplanmaya başladı.
Meğer, Dirse Han derler bir beyin oğlu da kızı da yokmuş. Söylemiş; görelim, bakalım, Han’ım ne söylemiş:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Büyük cins atlar sahibini görüp kişnediğinde
Aklı karalı seçilen çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin, kahramanların birbirine
Koyulduğu çağda
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Dirse Han kalkarak yerinden doğruldu ve kırk yiğidini de beraberine alıp Bayındır Han’ın verdiği şölene geldi.
Bayındır Han’ın yiğitleri Dirse Han’ı karşıladılar. Onu getirip kara otağa kondurdular. Kara keçeyi altına döşediler. Kara koyun yahnisinden önüne getirdiler.
“Bayındır Han’ın buyruğu böyledir, Hanım.” dediler.
Dirse Han dedi ki:
“Bayındır Han, benim ne eksikliğimi gördü; gördüyse kılıcımdan mı gördü, soframdan mı gördü? Benden aşağı kimseleri ak otağa, kızıl otağa kondurdu, benim suçum ne oldu ki beni kara otağa kondurdu?”
Dediler ki:
“Han’ım, bugün Bayındır Han’dan buyruk şöyledir ki oğlu kızı olmayanı Allahuteala hor görmüştür, biz de hoş görmeyiz.” demiştir.
Dirse Han yerinden kalktı ve:
“Kalkın yiğitlerim yerinizden doğrulun, bu bana yapılan kara ayıp ya bendendir ya hatundandır.” dedi.
Dirse Han evine geldi. Seslenip hatununa söyler, görelim, bakalım Han’ım ne söyler:
Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı
Evden çıkıp yürüdüğünde selvi boylum
Topuğunda döklüm döklüm kara saçlım
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Kavunum, yemişim, düveleğim[2 - Düvelek: Güzel kokan küçük kavun.]
Görüyor musun neler oldu?
Bayındır Han, kalkarak yerinden doğrulmuş ve buyruk vermiş: “Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ diktirmiş; oğulluyu ak otağa, kızlıyı kızıl otağa, oğlu kızı olmayanı kara otağa kondurun, kara keçeyi altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin. Her kim ki; oğlu kızı olmayan, Allahuteala ona beddua etmiştir, biz de onu hoş görmeyiz.” demiş. Ben varınca gelip beni karşıladılar ve kara otağa kondurdular, kara keçeyi altıma döşediler, kara koyun yahnisinden önüme getirdiler. “Oğlu kızı olmayanı Allahuteala hoş görmemiştir, biz de hoş görmeyiz, bunu böyle bil.” dediler. Senden midir, benden midir, Allahuteala bize bir topaç gibi oğul vermez nedendir, dedi ve devam etti:
Han kızı yerimden kalkayım mı?
Yakan ile boğazından tutayım mı?
Kaba ökçemin altına atayım mı?
Kara çelik öz kılıcımı elime alayım mı?
Öz gövdenden başını keseyim mi?
Can tatlılığını sana bildireyim mi?
Alca kanını yeryüzüne dökeyim mi?
Han kızı sebebi nedir söyle bana
Müthiş gazap ederim şimdi sana
Bu sözlerden sonra Dirse Han’ın hatunu söylemiş, görelim ne söylemiş:
“Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme. Yerinden kalk, alaca çadırını yeryüzüne diktir. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kes. İç Oğuz’un, Dış Oğuz’un beylerini başına topla. Aç görsen doyur, çıplak görsen donat, borçluyu borcundan kurtar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver, dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile Allah, bize topaç gibi bir çocuk verir.” dedi.
Dirse Han, hatununun sözü ile büyük bir ziyafet verdi, dilek diledi. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. İç Oğuz, Dış Oğuz beylerini başına topladı. Aç görse doyurdu, çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı. Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı. El kaldırdılar, dilek dilediler. Bir ağzı dualının hayır duası ile Allahuteala onların dileklerini kabul etti ve hatun, hamile kaldı. Bir zaman sonra bir oğlan doğurdu. Oğlancığını dadılara verdi, baktırdı.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Her omurgası olan gelişir, kaburgası olan büyür. Oğlan, on beş yaşına girdi. Oğlanın babası, Bayındır Han’ın ordusuna karıştı.
Meğer Hanım, Bayındır Han’ın bir boğası, bir de erkek devesi vardı. O boğa sert taşa boynuz vursa un gibi öğütürdü. Bir yazın, bir de güzün boğa ile erkek deveyi güreştirirlerdi. Bayındır Han, Kudretli Oğuz beyleriyle de bu dövüşü seyreder, eğlenirdi.
Meğer Sultan’ım, gene bir yaz, boğayı saraydan çıkardılar. Üç kişi sağ yanından, üç kişi sol yanından demir zincir ile boğayı tutmuşlardı. Gelip meydanın ortasına boğayı koyverdiler. Meğer Sultan’ım, Dirse Han’ın oğlancığı, üç arkadaşıyla meydanda aşık oynuyordu. Boğayı koyverdiler, oğlancıklara kaç, dediler.
O üç oğlan kaçtı. Dirse Han’ın oğlancığı kaçmadı, ak meydanın ortasında bakınıp duruyordu. Boğa da oğlana doğru sürdü geldi. Diledi ki oğlanı helak etsin. Oğlan yumruğu ile boğanın alnına kıyasıya tutup vurdu, boğa geri geri gitti sonra tekrar oğlana doğru sürdü geldi. Oğlan, yine boğanın alnına yumruğu ile sertçe vurdu. Oğlan, bu sefer boğanın alnına yumruğunu dayadı ve onu sürerek meydanın başına kadar çıkardı. Boğa ile oğlan, bir süre daha çekiştiler. Boğanın iki kürek kemiğinin üstüne köpük bağlandı. Ne oğlan yener, ne boğa yener… Oğlan içinden: “Bir dama direk vururlar, o dama destek olur, ben bunun alnına niye destek olup duruyorum ki!” diye düşündü. Boğanın alnından yumruğunu çekip yolundan savuldu. Boğa ayakları üstünde duramadı, tepesinin üstüne düştü yıkıldı. Oğlan bıçağına davrandı, boğanın başını kesti. Oğuz beyleri gelip oğlanın başına toplandılar. Ona:
“Aferin.” dediler, “Dede Korkut gelsin, bu oğlana ad koysun, beraberine alıp babasına varsın, babasından oğlana beylik istesin, taht alıversin.”
Çağırdılar, Dede Korkut geldi. Oğlanı alıp babasına vardı. Dede Korkut oğlanın babasına söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Hey Dirse Han, beylik ver bu oğlana
Taht ver erdemlidir
Boynu uzun büyük cins at ver bu oğlana
Biner olsun hünerlidir
Ağıllardan on bin koyun ver bu oğlana
Etlik olsun hünerlidir
Develerden kızıl deve ver bu oğlana
Yük taşıyıcı olsun hünerlidir
Altın başlı otağ ver bu oğlana
Gölge olsun erdemlidir
Omuzu kuşlu cübbe elbise ver bu oğlana
Giyer olsun hünerlidir
MademkibuoğlanBayındırHan’ınak meydanındacenkedipbirboğaöldürmüştür; senin oğlunun adı Boğaç olsun, adını ben verdim, yaşını Allah versin.
Dirse Han da oğlana, hem beylik verdi hem de taht verdi.
Oğlan tahta çıktı, babasının kırk yiğidini anmaz oldu. O kırk yiğit haset eylediler, birbirlerine şöyle söylediler:
“Gelin, oğlanı babasına çekiştirelim, olur ki onu öldürür, gene bizim izzetimiz, hürmetimiz, onun babasının yanında hoş olur, ziyade olur.”
Vardı, bu kırk yiğidin yirmisi bir yana, yirmisi de bir yana ayrıldı. Önce yirmisi, Dirse Han’a şu haberi getirdi:
“Görüyor musun Dirse Han neler oldu? Murada maksuda ermesin, senin oğlun kötü çıktı, hayırsız çıktı. Kırk yiğidini yanına aldı, Kudretli Oğuz’un üstüne yürüdü, nerede güzel ortaya çıktı ise çekip aldı, ak sakallı ihtiyarın ağzına sövdü, ak bürçekli kadının sütünü çekti. Akan duru sulardan haber geçer, çapraz yatan Ala Dağ’dan haber aşar, hanlar hanı Bayındır’a haber varır. Dirse Han’ın oğlu böyle görülmemiş şey yapmış derler, gezmesindense ölmesi daha iyi olur. Bayındır Han seni çağırır, sana müthiş gazap eyler, böyle oğul senin nene gerek, böyle oğul olmasındansa olmaması daha iyidir, onu öldürsene.” dediler.
Dirse Han:
“Varın getirin, onu öldüreyim.” dedi.
Böyle deyince Hanım, o namertlerin yirmisi daha çıkageldi ve bir dedikodu da onlar getirdiler:
“Dirse Han, senin oğlun kalkarak yerinden doğruldu, göğsü güzel koca dağa ava çıktı. Sen var iken av avladı, kuş kuşladı; anasının yanına alıp geldi. Al şarabın keskininden aldı içti, anası ile sohbet eyledi, babasına kast eyledi, senin oğlun kötü çıktı, hayırsız çıktı. Çapraz yatan Ala Dağ’dan haber geçer, hanlar hanı Bayındır ’a haber varır, Dirse Han’ın oğlu böyle görülmemiş şey yapmış derler, seni çağırtırlar. Bayındır Han’ın katında sana gazap olur, böyle oğul nene gerek, onu öldürsene.” dediler.
Dirse Han:
“ Varın getirin, öldüreyim, böyle oğul bana gerekmez!” dedi.
Dirse Han’ın hizmetkârları da:
“Biz senin oğlunu nasıl getirelim, senin oğlun bizim sözümüzü dinlemez, bizim sözümüzle gelmez. Kalkıp yerinden doğrul, yiğitlerini okşa beraberine al, oğluna uğra, onu da yanına alıp ava çık. Kuş uçurup av avlarken oğlunu oklayıp öldürmeye bak, eğer böyle öldürmezsen onu bir daha öldüremezsin, bunu böyle bil.” dediler.
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Büyük cins atlar sahibini görüp kişnediğinde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Aklı karalı seçilen çağda
Kudretli Oğuz’un gelininin, kızının bezendiği çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
Sabahın ilk ışıklarıyla Dirse Han yerinden kalktı. Oğlancığını yanına alıp kırk yiğidiyle beraber ava çıktı.
Av avladılar, kuş kuşladılar. O kırk namerdin birkaçı, oğlanın yanına geldi:
“Baban dedi, geyikleri kovalasın getirsin, benim önümde tepelesin, oğlumun at koşturuşunu, kılıç çalışını, ok atışını göreyim, sevineyim, kıvanayım, güveneyim dedi.” dediler.
Boğaç ne bilsin, geyiği kovalayıp getiriyor, babasının gözü önünde vuruyordu:
“Babam at koşturuşuma baksın kıvansın, ok atışıma baksın güvensin, kılıç çalışıma baksın sevinsin.” diyordu.
O kırk namert dediler ki:
“Dirse Han, görüyor musun oğlanı, kırda bayırda geyiği kovalıyor, senin önüne getiriyor, geyiğe atarken ok ile seni vurup öldürecek. Oğlun seni öldürmeden, sen oğlunu öldürmeye bak.”
Boğaç, geyiği kovalarken babasının önünden gelip geçiyordu. Dirse Han, kurt sinirinden yapılmış sert yayını eline aldı. Üzengiye kalkıp kuvvetle çekti, doğrultup attı. Oğlanı iki küreğinin arasından vurup çaktı. Oğlanın alca kanı fışkırdı, koynu doldu; büyük cins atının boynunu kucakladı ve yere düştü. Dirse Han istedi ki oğlancığının üstüne gürleyip düşsün. O kırk namert bırakmadı. Atının dizginini döndürdü, yurduna gelir oldu.
Dirse Han’ın hatunu “Oğlancığımın ilk avıdır.” diye attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi; soylu Oğuz beylerine ziyafet vermek istedi.
Toparlanıp yerinden kalktı, kırk ince kızı beraberine aldı; Dirse Han’a karşı vardı. Başını kaldırdı, Dirse Han’ın yüzüne baktı. Sağına, soluna göz gezdirdi, oğlancığını göremedi. Kara bağrı sarsıldı; bütün yüreği oynadı; kara süzme gözleri kan yaş doldu. Çağırıp Dirse Han’a söyler, görelim, bakalım, ne söyler:
Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın, anamın verdiği
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
A Dirse Han
Kalkarak yerinden doğruldun
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel koca dağa ava çıktın
İki vardın, bir geliyorsun, yavrum hani
Karanlık gecede bulduğum oğul hani
Çıksın benim görür gözüm a Dirse Han
Yaman seğriyor
Kesilsin oğlumun emdiği süt damarım
Yaman sızlıyor
Sarı yılan sokmadan akça tenim kalkıp şişiyor
Yalnızca oğul görünmüyor, bağrım yanıyor
Kuru kuru çaylara su saldım
Kara elbiseli dervişlere adaklar verdim
Aç görsem doyurdum, çıplak görsem donattım
Tepe gibi et yığdım, göl gibi kımız sağdırdım
Dilek ile bir oğul zorla buldum
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Karşı yatan Ala Dağ’dan bir oğul uçurdunsa
Söyle bana
Taşkın akan koşan sudan bir oğul akıttınsa
Söyle bana
Aslan ile kaplana bir oğul yedirdinse söyle bana
Kara giyimli azgın dinli kâfirlere bir oğul aldırdınsa söyle bana
Han babamın katına ben varayım
Ağır hazine bol asker alayım
Azgın dinli kâfire ben varayım
Paralanıp cins atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer üstüne düşmeyince
Yalnız oğul yollarından dönmeyeyim
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
dedi ve feryat figan eyledi, ağladı. Böyle deyince Dirse Han hatununa cevap vermedi, o kırk namert karşı geldi ve:
“Oğlun sağdır, esendir; hâlâ avdadır. Bugün yarın nerede ise gelir, korkma kaygılanma. Bey sarhoştur, cevap veremez.” dediler.
Dirse Han’ın hatunu çekildi, geri döndü. Dayanamadı, kırk ince kızı beraberine aldı, büyük cins ata binip oğlancığını aramaya gitti. Kışları da yazları da karı buzu erimeyen Kazılık Dağı’na geldi. Alçaktan yüce yerlere koşturup çıktı. Baktı gördü ki bir derenin içine karga, kuzgun iner çıkar, konar kalkar. Büyük cins atını o tarafa çevirdi ve yürüdü.
Meğer Sultan’ım, oğlan orada yıkılmıştı. Karga, kuzgun kan görüp oğlanın üstüne konmak isterdi. Oğlanın iki köpekceğizi vardı. Kargayı, kuzgunu kovalardı, oğlanın üstüne kondurmazdı. Oğlan orada yıkılıp kalınca boz atlı Hızır, oğlana hazır oldu, üç defa yarasını eli ile sıvazladı:
“Korkma oğlan, sana bu yaradan ölüm yoktur, dağ çiçeği ile ananın sütü senin yarana merhemdir.” dedi ve ortadan kayboldu.
Oğlanın anası, oğlanın üstüne koşturup çıkageldi. Baktı, gördü ki oğlancığı alca kana bulanmış yatıyor. Çağırarak oğlancığına söyler, görelim Han’ım, ne söyler:
Kara çekik gözlerini uyku bürümüş aç artık
On iki kemikçiğin harap olmuş topla artık
Tanrı’nın verdiği tatlı canın seyranda imiş yakala artık
Öz gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Akar senin suların Kazılık Dağı
Akar iken akmaz olsun
Biter senin otların Kazılık Dağı
Biter iken bitmez olsun
Koşar senin geyiklerin Kazılık Dağı
Koşar iken koşmaz olsun taş kesilsin
Ne bileyim oğul aslandan mı oldu
Yoksa kaplandan mı oldu ne bileyim oğul
Bu kazalar sana nereden geldi?
O gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Ağız dilden birkaç kelime haber bana
Hatun böyle deyince oğlanın kulağına ses geldi. Başını kaldırdı, ansızın gözünü açtı ve anasının yüzüne baktı. Söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Beri gel ak sütünü emdiğim kadınım ana
Ak bürçekli izzetli canım ana
Akarlı sularına beddua etme
Kazılık Dağı’nın günahı yoktur
Biterli otlarına beddua etme
Kazılık Dağı’nın suçu yoktur
Koşan geyiklerine beddua etme
Kazılık Dağı’nın günahı yoktur
Aslan ile kaplanına beddua etme
Kazılık Dağı’nın suçu yoktur
Beddua edersen babama et
Bu suç, bu günah babamdandır
Oğlan yine:
“Ana ağlama, bana bu yaradan ölüm yoktur, korkma. Boz atlı Hızır bana geldi, üç kere yaramı sıvazladı, bu yaradan sana ölüm yoktur, dağ çiçeği ile ananın sütü sana merhemdir, dedi.”
Böyle deyince kırk ince kız yayıldılar, dağ çiçeği topladılar. Oğlanın anası memesini bir sıktı, sütü gelmedi; iki sıktı, sütü gelmedi; üçüncüde kendisini zorladı, iyice doldu, memesini sıktı, süt ile kan karışık geldi. Dağ çiçeği ile sütü oğlanın yarasına sürdüler. Onu ata bindirdiler, alarak yurduna gittiler. Oğlanı hekimlere emanet edip Dirse Han’dan sakladılar.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Hanım, oğlanın kırk günde yarası iyileşti, sapasağlam oldu. Oğlan ata biner, kılıç kuşanır oldu, av avlar, kuş kuşlar oldu. Dirse Han’ın bunlardan hiç haberi olmadı; o, oğlancığını öldü sanıyordu.
O kırk namert, bunu duydu:
“Neyleyelim?” diye konuştular. “Dirse Han eğer oğlancığını görürse, bırakmaz, hepimizi öldürür. Gelin, Dirse Hanı tutalım, ak ellerini ardına bağlayalım, kıl sicimi ak boynuna takalım, alıp kâfir ellerine yönelelim.” diyerek Dirse Han’ı tuttular.
Ak ellerini ardına bağladılar, kıl sicimi boynuna taktılar; ak etinden kan çıkıncaya kadar dövdüler. Dirse Han yayan, bunlar atlı yürüdüler; alıp kanlı kâfir ellerine yöneldiler. Dirse Han’ın esir olduğundan Oğuz beylerinin hiç haberi bile olmadı.
Meğer Sultan’ım, Dirse Han’ın hatunu, bunu duymuş. Oğlancığına karşı varıp söylemiş, görelim Han’ım ne söylemiş:
Görüyor musun ay oğul neler oldu?
Sarp kayalar oynamadı yer oyuldu
Yurtta düşman yok iken
Senin babanın üstüne düşman geldi
O kırk namert, babanın arkadaşları babanı tuttular
Ak ellerini ardına bağladılar
Kıl sicimi ak boynuna taktılar
Kendileri atlıydı
Babanı ise yayan yürüttüler
Alıp kanlı kâfir ellerine yöneldiler
Hanım oğul kalkarak yerinden doğrul
Kırk yiğidini beraberine al
Babanı o kırk namertten kurtar
Yürü oğul
Baban sana kıydı ise
Sen babana kıyma
Boğaç Bey, anasını kırmadı ve onun sözünü tuttu. Yerinden kalktı, kara çelik öz kılıcını beline kuşandı, ak kirişli sert yayını eline aldı, altın mızrağını koluna taktı, büyük cins atını tutturdu, sıçrayıp bindi. Kırk yiğidini de beraberine aldığı gibi babasının ardınca koşturup gitti.
O namertler de bir yerde konmuş, al şarabın keskininden içiyorlardı. Boğaç Han, atını sürüp onlara yetişti. O kırk namert de bunu gördü ve:
“Gelin varalım şu yiğidi tutup getirelim, ikisini bir arada kâfire yetiştirelim.” dediler.
Dirse Han:
Kırk yoldaşım aman
Tanrı’nın birliğine yoktur güman[3 - Güman: Şüphe.]
Benim elimi çözün
Kolca kopuzumu elime verin
O yiğidi döndüreyim
İster beni öldürün, ister diriltin
Bırakıverin
Elini çözdüler, kolca kopuzunu eline verdiler. Dirse Han, o yiğidin kendi oğlancığı olduğunu bilemedi, karşı geldi. Söyler, görelim Han’ım, ne söyler:
Boynu uzun büyük cins atlar gider ise benim gider
Senin de içinde bineğin var ise söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Ağıllardan on bin koyun gider ise benim gider
Senin de içinde etliğin var ise söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Develerden kızıl deve gider ise benim gider
Senin de içinde yük taşıyıcın var ise söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Altın başlı otağlar gider ise benim gider
Senin de içinde odan var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Ak yüzlü ela gözlü gelinler gider ise benim gider
Senin de içinde nişanlın var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Ak sakallı ihtiyarlar gider ise benim gider
Senin de içinde ak sakallı baban var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan kurtarayım dön geri
Benim için geldin ise oğlancığımı öldürmüşüm
Yiğit sana günahı yok dön geri
Buna karşılık oğlan burada babasına söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Boynu uzun büyük cins atlar senin gider
Benim de içinde bineğim var
Bırakmam kırk namerde
Develerde kızıl deve senin gider
Benim de içinde yük taşıyıcım var
Bırakmam kırk namerde
Ağıllarda on bin koyun senin gider
Benim de içinde etliğim var
Bırakmam kırk namerde
Ak yüzlü ela gözlü gelin senin gider
Benim de içinde nişanlım var
Bırakmam kırk namerde
Altın başlı otağlar senin gider
Benim de içinde odam var
Bırakmam kırk namerde
Ak sakallı ihtiyarlar senin gider
Benim de içinde bir aklı şaşmış şuuru yitmiş
İhtiyar babam var
Bırakmam yok kırk namerde dedi ve kırk yiğidine tülbent salladı, el eyledi. Kırk yiğit büyük cins atını oynattı, oğlanın etrafına toplandı. Oğlan kırk yiğidiyle beraber at tepti, savaştı. Kiminin boynunu vurdu, kimini esir eyledi. Babasını kurtardı, çekildi, geri döndü. Dirse Han, burada oğlancığının sağ olduğunu anladı. Hanlar Hanı Bayındır, oğlana beylik verdi, taht verdi. Dede Korkut destan söyledi, deyiş dedi. Bu Oğuzname’yi düzdü koştu, böyle dedi:
Onlar da bu dünyaya geldi geçti
Kervan gibi kondu göçtü
Onları da ecel aldı, yer gizledi
Fâni dünya yine kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Kara ölüm geldiğinde geçit versin
Sağlıkla, akılla devletini Hak artırsın
O övdüğüm Yüce Allah dost olup yardım etsin
Dua edeyim, Han’ım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli büyük ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın, kanatlarının uçları kırılmasın. Koşar iken ak, boz atın sendelemesin. Vuruşunca kara çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca mızrağın ufanmasın. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Hakk’ın yandırdığı çırağın yana dursun. Yüce Allah, seni namerde muhtaç eylemesin Han’ım hey!…

SALUR KAZAN’IN EVİNİN YAĞMALANMASI
Bir gün Ulaşoğlu, yırtıcı kuşun yavrusu, zavallının, biçarenin ümidi, Amıt suyunun aslanı, Karacuğun kaplanı, yağız al atın sahibi, Han Uruz’un babası, Bayındır Han’ın güveyisi, Kudretli Oğuz’un devleti, yiğit Kazan yerinden kalkmıştı. Doksan başlı otağını kara yerin üzerine diktirmişti. Doksan yerde alaca ipek halı döşenmişti. Seksen yerde büyük kaplar kurulmuştu. Altın kadehler, sürahiler dizilmişti. Dokuz kara gözlü, güzel yüzlü, saçı arkasında örülü, göğsü kızıl düğmeli, elleri bileğinden kınalı, parmakları süslü dilber, kâfir kızları kudretli Oğuz beylerine kadeh sunup içiyorlardı. Ulaşoğlu Salur Kazan içti içti ve sonunda sarhoş olup kendinden geçti. Dizleri üzerinde doğruldu ve dedi ki:
“Ünümü anlayın beyler, sözümü dinleyin beyler! Yata yata yanımız ağrıdı, dura dura belimiz kurudu. Yürüyelim beyler, av avlayalım, kuş kuşlayalım, yabani geyik yıkalım, dönelim otağımıza inelim, yiyelim, içelim, keyif çatalım.”
Kıyan Selçukoğlu Deli Dündar:
“Evet, Han Kazan uygundur.”
Kara Göneoğlu Kara Budak:
“Ağam Kazan uygundur.”
Onlar öyle deyince at ağızlı Aruz Koca iki dizinin üstüne çöktü:
“Ağam Kazan, pis dinli Gürcistan ağzında oturuyorsun, yurdunun güvenliğini kime bırakıyorsun?” diye sordu.
Kazan, onu şöyle cevapladı:
“Üç yüz yiğit ile oğlum Uruz, benim evimde kalsın ve evimin güvenliğini sağlasın.”
Yağız al atını çektirdi, sıçrayıp atına bindi. Alnı beyaz aygırına Dündar bindi. Gök rengindeki büyük cins atını tutturdu, ona Kazan Bey’in kardeşi Kara Göne bindi. Beyaz büyük cins atını çektirdi, ona da Bayındır Han’ın düşmanını yenen Şer Şemseddin bindi. Parasarın Bayburd Kalesi’nden fırlayıp uçan Beyrek, boz aygırına bindi. Yağız al atlı Kazan’a keşiş diyen Bey Yigenek, doru aygırına bindi. Saymaya kalksam tükenmek bilmez, kısacası kudretli Oğuz beyleri atlarına bindiler ve Ala Dağ’a ava çıktılar.
Kâfirin casusları gidip kâfirler azgını Şökli Melik’e haber verdi. Kaftanının ardı yırtmaçlı, yarısından çoğu kara saçlı, pis dinli, din düşmanı alaca atlı yedi bin kadar kâfir atlarına bindi, dörtnala hücum etti. Gece yarısı Kazan Bey’in yurduna geldiler ve altın otağlarını yerle bir ettiler. Kaza benzer kızları ve gelinleri feryat ettirdiler. Tavla tavla koç atlarına bindiler. Katar katar kızıl develerini yedekte çektiler. Ağır hazinesini, bol akçesini yağmaladılar. Kırk ince belli kız ile boyu uzun Burla Hatun’u esir aldılar. Kazan Bey ’in iyice ihtiyarlamış olan anası, kara devenin boynunda asılı gitti. Han Kazan’ın oğlu Uruz Bey, üç yüz yiğit ile beraber eli bağlı, boynu bağlı olarak gitti. Eylik Kocaoğlu Sarı Kulmaş, Kazan Bey ’in evini savunurken şehit düştü. Kazan’ın bu olan bitenden hiç haberi yoktu.
Kâfir:
“Beyler, Kazan’ın tavla tavla koç atlarına binmişiz. Altın akçesini yağmalamışız. Kırk yiğit ile oğlu Uruz’u esir etmişiz. Katar katar develerini yedekte çekmişiz. Kırk ince belli kız ile Kazan’ın helallisini tutmuşuz. Bu darbeleri Kazan’a biz vurmuşuz.” dedi.
Kâfirin biri:
“Kazan Bey’den alacak bir öcümüz daha kaldı.” dedi.
Şökli Melik sordu:
“Bre asilzade, ne öcümüz kaldı?”
Kâfir:
“Kazan’ın Kapulu Derbendi’nde on bin koyunu vardır, şu koyunları da getirsek, Kazan’a büyük darbe vurmuş olurduk.” dedi.
Şökli Melik:
“Altı yüz kâfir gitsin, koyunları getirsin.” diye emir verdi.
Altı yüz kâfir atlarına atladı, koyunların üzerine dörtnala gitti.
Gece yatarken Karacık Çoban, kara kaygılı rüya gördü. Gördüğü kötü rüyanın da etkisiyle uykusundan sıçradı, ayağa kalktı. Kıyan Gücü ve Demir Gücü adlı iki kardeşini de yanına aldı. Ağılın kapısını sağlamlaştırdı. Üç yere tepe gibi taş yığdı. Alaca kollu sapanını eline aldı.
Ansızın Karacık Çoban’ın üzerine altı yüz kâfir yüklendi.
Kâfir:
Karanlık akşam olunca kaygılı çoban
Kar ile yağmur yağınca çakmaklı çoban
Sütü peyniri bol kaymaklı çoban
Kazan Bey’in penceresi altın otağlarını
Biz yıkmışız
Tavla tavla koç atlarına biz binmişiz
Katar katar kızıl devesini biz yedekte çekmişiz
İhtiyarcık anasını biz getirmişiz
Ağır hazine bol akçesini biz yağmalamışız
Kaza benzer kızlarını ve gelinlerini
Biz esir etmişiz
Kırk yiğidi ile Kazan’ın oğlunu
Kırk ince belli kız ile
Kazan’ın helallisini biz getirmişiz
Bre çoban uzağından yakınından beri gel
Baş indirip bağır bas
Biz kâfire selam ver de seni öldürmeyelim
Şökli Melik’e seni iletelim
Sana beylik alıverelim
Çoban, kâfire şöyle cevap verdi:
Lakırdı söyleme bre itim kâfir
İtim ile bir yalakta bulaşığımı için azgın kâfir
Altındaki alaca atını ne översin
Alaca başlı keçim kadar gelmez bana
Başındaki tolganı ne översin bre kâfir
Başımdaki börküm kadar gelmez bana
Altmış tutam mızrağını ne översin murdar kâfir
Kızılcık değneğim kadar gelmez bana
Kılıcını ne översin bre kâfir
Eğri başlı çomağım kadar gelmez bana
Okluğunda doksan okunu ne översin bre kâfir
Alaca kollu sapanım kadar gelmez bana
Uzağından yakınından beri gel
Yiğitlerin darbesini gör öyle geç
Bunu duyan kâfirler derhâl at teptiler, ok serptiler. Yiğitler yiğidi Karacık Çoban sapanının ayasına taş koyup fırlattı. Birini atınca ikisini üçünü yıktı; ikisini atınca üçünü dördünü yıktı. Kâfirlerin gözü korktu. Karacık Çoban, kâfirin üç yüzünü sapan taşı ile yere serdi. İki kardeşi okla vuruldu, şehit oldu. Çoban’ın taşı tükendi, koyun demedi keçi demedi, sapanının ayasına koyup attı, kâfiri yıktı. Kâfir şaşkına döndü. Dünya âlem kâfirin başına karanlık oldu:
“Murada, maksuda ermesin, bu Çoban hepimizi öldürür mü öldürür!” dediler ve durmayıp oradan kaçtılar.
Çoban, şehit olan kardeşlerini Hakk’a teslim etti. Kâfirlerin leşinden büyük bir tepe yığdı. Çakmak çakıp ateş yaktı ve keçesinden isli kül yapıp yarasına bastı. Yolun kenarına geçip oturdu, ağladı, sızladı:
“Salur Kazan, Bey Kazan, ölü müsün diri misin, bu işlerden haberin yok mudur?” dedi.
Meğer Hanım, o gece Kudretli Oğuz’un devleti, Bayındır Han’ın güveyisi, Ulaşoğlu Salur Kazan, kara kaygılı bir rüya gördü. Sıçradı ayağa kalktı:
“Biliyor musun kardeşim Kara Göne, rüyamda ne gördüm? Kara kaygılı rüya gördüm. Yumruğumda çırpınan benim şahin kuşumu ölüyor, gördüm. Gökten yıldırım ak otağımın üzerine çakıyor, gördüm. Kapkara duman yurdumun üzerine dökülüyor, gördüm. Kuduz kurtlar evimi dişleyip yırtıyor, gördüm. Kargı gibi kara saçımı uzanıyor, gördüm; uzanarak gözümü örtüyor, gördüm. Bileğimden on parmağımı kanda gördüm. Ne vakit ki bu rüyayı gördüm, ondan beri aklımı fikrimi toplayamıyorum. Kardeşim, benim bu rüyamı yor bana.” dedi.
Kara Göne:
“Kara bulut dediğin senin devletindir, kar ile yağmur dediğin senin askerindir, saç kaygıdır, kan karadır, geri kalanını yoramam, Allah yorsun.” dedi.
Kara Göne böyle söyleyince Kazan:
“Benim avımı bozma, askerimi dağıtma. Ben bugün yağız al atı ökçelerim, üç günlük yolu bir günde varırım. Öğle olmadan yurdumun üstüne varırım. Eğer yurdum, sağ ve esense akşam olmadan gelirim; yok yurdum sağ ve esen değilse başınızın çaresine bakın, ben artık gidiyorum.” dedi.
Kazan Bey, yağız al atını mahmuzladı, yola çıktı. Gele gele yurdunun üzerine geldi. Gördü ki yurdunun üzerinde kuzgunlar uçuyor, tazılar etrafta dolaşıyor. Kazan Bey burada yurt ile haberleşmiş, görelim Han’ım, ne haberleşmiş:
Kavim kabile benim ortak yurdum
Yaban eşeği ile yabani geyiğe komşu yurdum
Seni düşman nereden dalamış güzel yurdum
Ak otağlar dikilince yurdu kalmış
İhtiyarcık anam oturunca yeri kalmış
Oğlum Uruz ok atınca hedef kalmış
Oğuz Beyleri at sürünce meydan kalmış,
Kara mutfak dikilince ocak kalmış
Bu hâlleri görünce Kazan’ın kara süzme gözleri kan yaş doldu; kan damarları kaynadı; kara bağrı sarsıldı. Yağız al atını ökçeledi, kâfirin ardından yola düştü, gitti.
Kazan’ın önüne bir su geldi:
“Su, Hak yüzünü görmüştür, ben bu su ile haberleşeyim.” dedi.
Görelim Han’ım, nice haberleşti:
Çağıl çağıl kayalardan çıkan su
Ağaç gemileri oynatan su
Hasan ile Hüseyin’in hasreti su
Bağ ve bostanın ziyneti su
Ayşe ile Fatma’nın bakışı su
Koç atların gelip içtiği su
Kızıl develerin gelip geçtiği su
Ak koyunların gelip çevresinde yattığı su
Yurdumun haberini biliyor musun söyle bana
Kara başım kurban olsun suyum sana
Su nasıl haber versin? Sudan geçti, bu sefer bir kurda rastladı:
“Kurt yüzü mübarektir, kurt ile bir haberleşeyim.” dedi.
Görelim Han’ım, ne haberleşti:
Karanlık akşam olunca günü doğan
Kar ile yağmur yağınca er gibi duran
Kara koç atlar gördüğünde kişnettiren
Kızıl deve gördüğünde bağrıştıran
Akça koyun gördüğünde kuyruk çarpıp kamçılayan
Arkasını vurup berk ağılın ardını söken
Karma ögeçin[4 - Ögeç: İki yaşına girmiş koyun.] semizini alıp tutan
Kanlı kuyruk yüzüp çap çap yutan
Avazı kalın köpeklere kavga salan
Çakmaklıca çobanları geceleyin koşturan
Yurdumun haberini biliyor musun söyle bana
Kara başım kurban olsun kurdum sana
Kurt nasıl haber versin? Kurttan da geçti. Karaca Çoban’ın kara köpeği, Kazan’ın karşısına geldi. Kazan, kara köpek ile haberleşti.
Görelim Han’ım, ne haberleşti:
Karanlık akşam olunca vaf vaf üren
Acı ayran dökülünce çap çap içen
Gece gelen hırsızları korkutan
Korkutarak şamatasıyla ürküten
Yurdumun haberini biliyor musun söyle bana
Kara başımın sağlığında iyilikler edeyim köpek sana
Köpek nasıl haber versin? Köpek, Kazan’ın atının ayağına çap çap düşer, sin sin sinler. Kazan, bir sopa ile köpeğe vurdu, köpek çekildi, geldiği yola gitti. Kazan, köpeği takip ederek Karaca Çoban’ın yanına geldi. Çoban’ı gördüğünde haberleşti.
Görelim Han’ım, ne haberleşti:
Karanlık olunca kaygılı çoban
Kar ile yağmur yağınca çakmaklı çoban
Ünümü anla sözümü dinle
Ak otağım şuradan geçmiş gördün mü söyle bana
Kara başım kurban olsun çoban sana
Çoban:
Ölmüş müydün, yitmiş miydin a Kazan?
Nerede geziyordun, neredeydin a Kazan?
Dün değil evvelki gün evin buradan geçti
İhtiyarcık anan, kara devenin boynunda asılı geçti.
Kırk ince belli kızı ile
Helallin boyu uzun Burla Hatun
Ağlayarak şuradan geçti.
Kırk yiğit ile oğlun Uruz, başı açık yalın ayak
Kâfirlerin yanınca esir gitti.
Tavla tavla koç atlarına kâfir binmiş.
Katar katar develerini kâfir yedekte çekmiş.
Altın akçe, bol hazineni kâfir almış.
Çoban böyle deyince Kazan ah etti, aklı başından gitti. Dünya âlem gözüne karanlık oldu:
“Ağzın kurusun Çoban, dilin çürüsün Çoban, Yüce Allah, senin alnına bela yazsın Çoban!” dedi.
Kazan Bey böyle söyleyince Çoban:
Ne kızıyorsun bana ağam Kazan
Yoksa göğsünde yok mudur iman
Altı yüz kâfir de benim üzerime geldi.
İki kardeşim şehit oldu.
Üç yüz kâfir öldürdüm, gaza ettim;
Semiz koyun, zayıf toklu[5 - Toklu: Bir yaşında koyun.]
Senin kapından kâfirlere vermedim.
Üç yerimden yaralandım.
Kara başım bunaldı, yalnız kaldım.
Suçum bu mudur?
dedi ve sözüne şöyle devam etti:
Yağız al atını ver bana
Altmış tutam mızrağını ver bana
Alp alaca kalkanını ver bana
Kara çelik öz kılıcını ver bana
Okluğundan seksen okunu ver bana
Ak kirişli sert yayını ver bana
Kâfire ben varayım
Yeniden doğanını öldüreyim
Yenim ile alnımın kanını ben sileyim
Ölürsem senin uğruna ben öleyim
Allahuteala kor ise evini ben kurtarayım
Çoban böyle deyince Kazan kahırlandı, kara cins atını sürdü ve yürüdü. Çoban da Kazan’ın ardından yetişti. Kazan döndü baktı:
“Oğul Çoban nereye gidiyorsun?” dedi.
Çoban:
“Ağam Kazan, sen evini almaya gidiyorsan, ben de kardeşimin kanını almaya gidiyorum.” dedi.
Çoban böyle söyleyince Kazan:
“Oğul Çoban, karnım açtır, bir şeyin var mıdır yemeğe?” diye sordu.
Çoban:
“Evet, Ağam Kazan, geceden bir kuzu pişirmişimdir, gel şu ağaç dibinde oturup yiyelim.” dedi.
Atlarından indiler. Ağacın altına gelince, Çoban dağarcığı çıkardı ve yemeye başladılar.
Kazan içinden: “Eğer Çoban ile oraya varacak olursam, kudretli Oğuz beyleri benimle alay ederler. ‘Çoban beraberinde olmasaydı Kazan, kâfiri yenemezdi.’ derler.” diye düşündü.
Kazan’a gayret geldi. Hemen yerinden kalkıp Çoban’ı bir ağaca sıkı sıkıya bağladı, kalktı yürüdü. Çoban’a:
“Bre Çoban, karnın acıkmamışken, gözün kararmamışken bu ağacı koparmaya bak, yoksa seni burada kurtlar kuşlar yer.” dedi.
Karaca Çoban zorladı, koca ağacı yeri, yurdu ile kopardı, arkasına aldı. Kazan’ın ardına düştü. Kazan arkasına baktı, bir de ne görsün, Çoban ağacı arkasına almış geliyor.
Kazan:
“Bre Çoban, bu ağaç ne ağaçtır?”
Çoban:
“Ağam Kazan, bu ağaç o ağaçtır ki sen kâfiri tepelersin, karnın acıkır; ben sana bu ağaç ile yemek pişiririm.” dedi.
Bu söz Kazan’ın çok hoşuna gitti. Atından indi, Çoban’ın ellerini çözdü, onu alnından öptü ve dedi ki:
“Eğer Allah benim evimi kurtaracak olursa seni tavlacıbaşı yapacağım.” dedi.
İkisi birlikte yola koyuldular.
Beri yanda Şökli Melik, kâfirlerle şen şakrak yeyip içip eğleniyordu.
Şökli Melik, bir ara etrafındakilere şöyle dedi:
“Beyler biliyor musunuz, Kazan’a nasıl acı vermek gerek? Boyu uzun Burla Hatun’unu getirip kadeh sundurmak gerek.” dedi.
Boyu uzun Burla Hatun bunu işitti, yüreği ile canına ateşler düştü. Kırk ince belli kızın arasına girdi, onlara öğüt verdi:
“Hanginize sorarlarsa: ‘Kazan’ın hatunu hanginizdir?’ diye, kırk yerden ses veresiniz.” dedi.
Şökli Melik’in adamları geldi ve:
“Kazan Bey’in hatunu hanginizdir?” dedi.
Kırk yerden ses geldi. Adamlar, Hatun’un hangisi olduğunu bilemediler. Gidip kâfire haber verdiler:
“Birine sorduk, kırk yerden ses geldi. Hatun’un hangisi olduğunu bilemedik.” dediler.
Kâfir:
“Bre varın Kazan’ın oğlu Uruz’u çekin, çengele asın, ak etinden kıyma kıyma çekin, kara kavurma pişirip kırk bey kızına iletin. Kim ki yedi o değil, kim ki yemedi odur. Onu alın gelin, bize kadeh sunsun.” dedi.
Boyu uzun Burla Hatun, oğlunun yamacına geldi. Çağırıp oğluna söyler, görelim Han’ım, ne söyler:
Oğul oğul ay oğul
Biliyor musun neler oldu?
Söyleştiler fısıl fısıl
Kâfirin fiilini duydum
Penceresi altın otağımın kabzası oğul
Kaza benzer kızımın, gelinimin çiçeği oğul
Oğul oğul ay oğul
Dokuz ay karnımda taşıdığım oğul
On ay deyince dünyaya getirdiğim oğul
Dolaması altın beşikte belediğim oğul
Sonra oğluna kâfirlerden duyduklarını bir bir anlattı:
Kafirler ters konuşmuşlar. “Kazanoğlu Uruz’u hapisten çıkarın. Boğazından urgan ile asın. İki küreğinden çengele takın. Kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma edip kırk bey kızına iletin. Kim ki yedi o değil, kim ki yemedi, o Kazan’ın hatunudur. Çekin döşeğimize getirelim, kadeh sunduralım ona.” demişler. Senin etinden mi yiyeyim oğul, yoksa pis dinli kâfirin döşeğine mi gireyim, baban Kazan’ın namusunu mu lekeleteyim? Ne yapayım hey oğul, de bana! dedi.
Uruz:
“Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana! Ana hakkı kutsal olmasaydı; kalkarak yerimden doğrulaydım, yakan ile boğazından tutaydım, kaba ökçem altına alaydım, ak yüzünü kara yere tepeydim, ağzın ile burnundan kan fışkırtaydım, can tatlılığını sana göstereydim. Bu nasıl sözdür? Sakın kadın ana, benim üzerime gelmeyesin, benim için ağlamayasın. Bırak beni kadın ana, çengele vursunlar, bırak etimden çeksinler kara kavurma etsinler, kırk bey kızının önüne iletsinler. Onlar bir yediğinde sen iki ye, seni kâfirler bilmesinler, duymasınlar, ta ki pis dinli kâfirin döşeğine varmayasın, kadehini sunmayasın, babam Kazan’ın namusunu lekelemeyesin, sakın!” dedi.
Oğlan böyle deyince Burla Hatun’un gözünden boncuk boncuk yaşlar yere döküldü. Boyu uzun, beli ince Burla Hatun, güz elması gibi al yanağını çekti yırttı, kargı gibi kara saçını yoldu, oğul oğul diyerek feryat figan edip ağladı.
Uruz annesine dedi ki:
Kadın ana karşıma geçip ne böğürüyorsun?
Ne bağırıyorsun ne ağlıyorsun?
Bağrım ile yüreğimi ne dağlıyorsun?
Geçmiş günlerimi ne diye hatırlatıyorsun?
Hey ana Arap atlar olan yerde
Bir tayı olmaz mı olur?
Kızıl develer olan yerde
Bir deve yavrusu olmaz mı olur?
Akça koyunlar olan yerde
Bir kuzucağız olmaz mı olur?
Sen sağ ol kadın ana, babam sağ olsun
Bir benim gibi oğul bulunmaz mı olur?
Uruz’un bu konuşmasının ardından anası diyecek tek bir söz bulamadı ve oğlunun yanından ayrılıp yeniden kırk ince belli kızın arasına girdi.
Kâfirler, Uruz’u alıp kesim çengelinin dibine getirdiler.
Uruz dedi ki:
Bre kâfir aman
Tanrı’nın birliğine yoktur güman
Bırakın beni, bu ağaç ile söyleşeyim
Çağırıp ağaca söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Ağaç ağaç der isem sana üzülme ağaç
Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç
Musa Kelim’in asası ağaç
Büyük büyük suların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerin gemisi ağaç
Erlerin şahı Ali’nin Düldül’ünün eyeri ağaç
Zülfikar’ın kını ile kabzası ağaç
Şah Hasan ile Hüseyin’in beşiği ağaç
Erkeğin de kadının da korkusu ağaç
Başına doğru bakar olsam başsız ağaç
Dibine doğru bakar olsam dipsiz ağaç
Beni sana asarlarsa çekme ağaç
Çekecek olursan yiğitliğim seni tutsun ağaç
Bizim elde olmalıydın ağaç
Kara Hindû kullarıma buyuraydım
Seni parça parça doğrayalardı ağaç
Sonra devam etti:
Tavla tavla bağlanırken atıma yazık
Kardeş diye beslerken arkadaşıma yazık
Yumruğumda çırpınırken şahin kuşuma yazık
Yetişmesi ile tutarken tazıma yazık
Beyliğe doymadan kendime yazık
Yiğitlikten usanmadan canıma yazık
Ve tane tane gözyaşı döküp ağladı, yanık ciğerciğini dağladı.
Bu sırada Sultan’ım, Salur Kazan ile Karaca Çoban dörtnala yetiştiler. Çoban’ın sapanının ayası üç yaşında dana derisindendi, sapanının kolları üç keçi tüyünden, çatlayıcısı ise bir keçi tüyündendi. Her atışında on iki batman[6 - Batman: 8 kilo.] taş atardı. Attığı taş yere düşmezdi, yere düşse dahi toz gibi savrulurdu, düştüğü yer ocak gibi oyulurdu. Taşın düştüğü yerde üç yıla kadar ot bitmezdi. Semiz koyun, zayıf toklu bayırda kalsa, kurt gelip yemezdi, sapanının korkusundan. Öyle olunca Sultan’ım, Karaca Çoban sapan çatlattı, dünya âlem kâfirin gözüne karanlık oldu.
Kazan:
“Karacık Çoban, anamı kâfirden isteyeyim de at ayağı altında kalmasın.” dedi.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kazan kâfire çağırıp söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Bre Şökli Melik
Penceresi altın otağlarımı getirmişsin
Sana gölge olsun
Ağır hazinemi bol akçemi getirmişsin
Sana harçlık olsun
Kırk ince belli kız ile Burla Hatun’u getirmişsin
Sana esir olsun
Kırk yiğit ile oğlum Uruz’u getirmişsin
Kulun olsun
Tavla tavla koç atlarımı getirmişsin
Sana binek olsun
Katar katar develerimi getirmişsin
Sana yük taşıyıcı olsun
İhtiyarcık anamı getirmişsin
Bre kâfir anamı ver bana
Savaşmadan, vuruşmadan çekileyim
Geri döneyim, gideyim böyle bil
Kâfirler:
Bre Kazan
Penceresi altın otağını getirmişiz
Bizimdir
Kırk ince belli kız ile
Boyu uzun Burla Hatun’u getirmişiz
Bizimdir
Kırk yiğit ile oğlun Uruz’u getirmişiz
Bizimdir
Tavla tavla koç atlarını
Katar katar develerini getirmişiz
Bizimdir
İhtiyarcık ananı getirmişiz
Bizimdir
Sana vermeyiz
Yayhan Keşiş oğluna veririz
Yayhan Keşiş oğlundan oğlu doğar
Biz, onu sana düşman ederiz
dediler.
Bu sözleri duyan Çoban çok hiddetlendi, dudakları kabardı ve dedi ki:
Bre dini yok akılsız kâfir
Aklı yok derneksiz kâfir
Karşı yatan karlı kara dağlar ihtiyarlamıştırOtu bitmez
Kanlı kanlı ırmakları ihtiyarlamıştır
Suyu gelmez
Yiğit yiğit atlar ihtiyarlamıştır tay vermez
Kızıl kızıl develer ihtiyarlamıştır yavru vermez
Bre kâfir Kazan’ın anası ihtiyarlamıştır
Oğul vermez
Dölünü almaktan sefan var ise Şökli Melik,
kara gözlü kızın var ise
Getir Kazan’a ver
Bre kâfir senin kızından oğlu doğsun
Siz onu Kazan Bey’e düşman yapasınız.
Bu sırada kudretli Oğuz beyleri yetiştiler. Han’ım görelim kimler yetişti: Kara Dere ağzında Kadir veren, kara boğa derisinden beşiğinin örtüsü olan, hiddeti tutunca kara taşı kül eyleyen, bıyığını ensesinde yedi yerde düğümleyen, yiğitler ejderhası, Kazan Bey’in kardeşi Kara Göne dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Kardeş Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim kimler yetişti: Demir Kapı Derbendi’ndeki demir kapıyı tepip alan, altmış tutam alaca mızrağının ucunda er böğürten Kıyan Selçukoğlu Deli Dündar dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca Han’ım, görelim kimler yetişti: Hemid ile Merdin Kalesi’ni tepip yıkan, demir yaylı Kapçak Melik’e kan kusturan, gelerek Kazan’ın kızını erlik ile alan, Oğuz’un ak sakallı ihtiyarlarının görünce o yiğidi takdir ettiği, al ipekli şalvarlı, atı deniz ördeği püsküllü Kara Göneoğlu Kara Budak dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim Han’ım, kimler yetişti: İzin almadan Bayındır Han’ın düşmanını bastıran, altmış bin kâfire kan kusturan, ak boz atının yelesi üstünde kar durduran Gaflet Kocaoğlu Şer Şemseddin dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim Han’ım, kimler yetişti: Parasarın Bayburd Kalesi’nden fırlayıp uçan, ap alaca gerdeğine karşı gelen, yedi kızın ümidi, Kudretli Oğuz’un imrenileni, Kazan Bey ’in en güvendiği boz aygırlı Beyrek dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca Han’ım, görelim kimler yetişti: Dönüp baksa çalımlı, kartal hünerli, süslü eklem kuşaklı, kulağı altın küpeli, kudretli Oğuz beylerini bir bir atından düşüren Kazılık Kocaoğlu Bey Yigenek dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim, Han’ım, kimler yetişti: Altmış keçi derisinden kürk eylese topuklarını örtmeyen, altı keçi derisinden külah etse kulaklarını örtmeyen, kolu budu irice, uzun baldırları ince, Kazan Bey’in dayısı, at ağızlı Aruz Koca dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Beyim Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim, kimler yetişti: Giderek Peygamber ’in yüzünü gören, gelerek Oğuz’da sahabesi olan, hiddeti tutunca bıyıklarından kan çıkan, bıyığı kanlı Bügdüz Emen dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Bunun ardınca görelim kimler yetişti: Kâfirleri it ardına bırakıp horlayan, yurttan çıkıp Aygır Gözler suyunda at yüzdüren, elli yedi kalenin kilidini alan, Ak Melik Çeşme’nin kızını nikâhlayan, Sofi Sandal Melik’e kan kusturan, kırk cübbe bürünüp otuz yedi kale beyinin dilber kızlarını çalıp bir bir boynunu kucaklayan, yüzünden dudağından öpen Eylik Kocaoğlu Alp Eren dörtnala yetişti.
“Çal kılıcını Ağam Kazan, yetiştim.” dedi.
Saymakla Oğuz beyleri tükenmek bilmez, hepsi yetiştiler. Arı sudan abdest aldılar, ak alınlarını yere koydular, iki rekât namaz kıldılar. Adı güzel Muhammed’e salavat getirdiler, derhâl kâfire atlarıyla saldırdılar, kılıç çaldılar. Gümbür gümbür davullar dövüldü, burması altın tunç borular çalındı. O gün ciğerinde olan er yiğitler belirdi. O gün namertler sapa yer gözetti. O gün bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Başlar kesildi top gibi. Yiğit yiğit atlar koştu, nalı düştü. Alaca alaca mızraklar saplandı. Kara çelik öz kılıçlar çalındı, ağzı düştü. Üç kanatlı kayın oklar atıldı, temreni düştü. Kıyametin bir günü, o gün oldu. Bey, hizmetkârından; hizmetkâr, beyinden ayrıldı.
Dış Oğuz beyleri ile Deli Dündar sağdan hücum etti. İç Oğuz beyleri ile Kazan merkezden saldırıp Şökli Melik’e hücum etti. Şökli Melik’i böğürterek attan yere düşürdü. Derhâl kara başını tutup kesti.
Parçalayarak alaca kanını yeryüzüne döktü. Sağ tarafta Kara Tüken Melik’le Kıyan Selçukoğlu Deli Dündar karşı karşıya geldi. Deli Dündar, Kara Tüken Melik’in sağ yanını kılıçladı, onu yere düşürdü. Sol tarafta Buğacık Melik’le Kara Göneoğlu Deli Budak karşı karşıya geldi. Deli Budak, altı dilimli gürz ile Buğacık’ın tepesine şiddetle tutup vurdu, dünya âlem gözüne karanlık oldu, atın boynunu kucakladı, yere düştü. Kazan Bey ’in kardeşi kâfirin tuğu ile sancağına kılıçla vurup yere düşürdü. Derelerde tepelerde kâfire kırgın girdi, leşine kuzgun üşüştü. On iki bin kâfir kılıçtan geçti. Beş yüz Oğuz yiğidi şehit oldu. Kaçanını Kazan Bey kovalamadı, “Aman!” diyenini öldürmedi. Kudretli Oğuz beyleri ganimetler aldı.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/neizvestnyy-avtor-24202785/dede-korkut-tan-cocuklara-secme-hikayeler-69428548/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Desteğidir, direğidir.

2
Düvelek: Güzel kokan küçük kavun.

3
Güman: Şüphe.

4
Ögeç: İki yaşına girmiş koyun.

5
Toklu: Bir yaşında koyun.

6
Batman: 8 kilo.
Dede Korkut`tan Çocuklara Seçme Hikâyeler Неизвестный автор
Dede Korkut`tan Çocuklara Seçme Hikâyeler

Неизвестный автор

Тип: электронная книга

Жанр: Историческая литература

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 16.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Millî Eğitim Bakanlığınca Türk ve dünya edebiyatında 100 Temel Eser ´in önce ortaöğretimde ardından ilköğretimde belirlenmiş olmasını, ülkemizdeki okuma oranını artırmaya yönelik bir çaba olarak görüyoruz. Bir başlangıç olarak ilköğretimde 100 Temel Eser ümit vericidir; ilköğretim seviyesindeki çocuklarımıza bu eserleri okutmayı başarabilirsek, "okuyan toplum" olma yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. İlköğretimde 100 Temel Eser ´in bir başka olumlu yönü de; aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki dil varlığı ile duygu ve düşünce zenginliğini fark etmiş bireylerin oluşturacağı bir toplumun daha hoşgörülü, daha paylaşımcı olmasını sağlamasıdır.

  • Добавить отзыв