Divan Şiirinden Seçmeler

Divan Şiirinden Seçmeler
Bilge Ekinci
Zengin düşünce, sanat ve estetik dünyasının meydana getirdiği kadim Osmanlı medeniyetinin vazgeçilmez unsurlarındandır divan şiiri. Osmanlı saray kültürü, doğu mistisizmi ve felsefesi ile tanışmak, onu anlamak için de bu şiirlere yönelmek gerekir. Bu güzide eserleri kaleme alan dâhiyane mısralara imza atan şairleri ve eserlerini bilmek, tanımak ve kudretli bir edebiyatın oluşum sürecini gözlemleyebilmesi için her okuyucunun kütüphanesinde bulunması gereken nadide bir eser… Şeyh Galib’den Nedim’e, Sabit’ten Nâilî’ye ve Osmanlı şiir âlemine hayat vermiş pek çok şairin beyitlerinden örneklerle sizlere sunuluyor.


Divan Şiirinden Seçmeler

Ahmet Paşa

1
Gül istedim diken oldu yerim ne çâre kılam
Meğer libâs-i hayâtımı pâre pâre kılam
N’olaydı sihr bileydim ki hicre doymak için
Yüreğimi yüreğin gibi seng-i hâre kılam
Eğer sitâreye hükm olsa vaslın ey mehrû
Yaşımla rûz u şeb âfâkı pür-sitâre kılam
Dedim ki yâre kulum dedi bu sözü diyenin
Kesem kalem gibi bâşın dilin de pâre kılam
Dedim teveccüh edip öldür Ahmed’i dedi kim
Bu kâr-ı hayra ne lâzım ki istihâre kılam
2
Sernâme-i mahabbeti cânâne yazmışım
Hasret risâlesin varak-ı câne yazmışım
Nâlişlerini derd ile bîçâre bülbülün
Bâd-ı sabâ eliyle gülistâne yazmışım
Zülfün hikâyesini gönülde misâl edip
Gam kıssasını levh-ı perîşâne yazmışım
Resmetmişim gözümde hayâlini gûyiyâ
Nakş ü nigârı sâgar-ı mercâne yazmışım
Tâb-ı ruhunla sûzunu yazarken Ahmed’in
Şevkinden odlara tutuşup yane yazmışım

Ahmet Paşa

1
Gül istedim, yerim diken oldu. Ne yapayım, hayatımı, dikenlere takılıp yırtılan bir elbise gibi parça parça etmekten başka çare yok.
Ah, ne olurdu, büyü bilseydim de, ayrılığa dayanabilmek için yüreğimi senin yüreğin gibi mermer taş yapsaydım!
Ey ay yüzlü! Eğer sana kavuşmak yıldızların tesiriyle olursa, gece gündüz ağlayarak ufukları gözyaşımın yıldızlarıyla doldurayım.
Sevgilime: “Ben senin kulunum.” dedim; bana: “Bu sözü söyleyenin kalem gibi başını keser, dilini de parçalarım.” dedi.
O hâlde: “Lütfederek Ahmed’i öldür.” dedim; “Bu hayırlı iş için tereddüt etmeme ne lüzum var!” cevabını verdi.
2
Sevgilime büyük bir aşk mektubu yazdım; hasret duygularını ruhumun sahifelerine geçirerek ona gönderilecek bir kitap meydana getirdim.
Zavallı bülbülün dert ile inleyişlerini meltem vasıtasıyla gül bahçesine yazmış oldum.
Ey sevgili, saçlarının gönlümdeki macerasını örnek tutarak gam hikâyesini perişan kâğıt üzerine yazdım.
Hayalini gözüme öyle işlemişim ki sanki mercandan bir kadeh üzerine nakışlar yapmışım.
Yanağının kalbime verdiği ateşle Ahmed’in yanıklığını yazarken heyecandan alevlenerek neredeyse yanıverecektim.

Şehzade Cem

1
Ol dem kanı ki Kâ’be-i kûyun mekân idi
Ârâmgâhı gönlümün ol âsitân idi
Ol dem kanı ki sebzelerin tâze tutmağa
Ol gülistânda yaşlarım âb-ı revân idi
Ol dem kanı ki sâye-i perr-i hümâ gibi
Zıll-i zalîl-i gerd-i rehin sâyebân idi
Ol dem kanı ki mürg-i dile âsitânının
Her kûşe-i müşerrefi bir âsumân idi
Ol dem kani kı mesken idi eşiğin Cem’e
Hayfâ ki geçti bilmedik ol hoş zamân idi
2
Taşlarla döğünüp yürür âb-ı revânı gör
Rahm eyledi bu hâlime kevn ü mekânı gör
Dağlar başında ebr-i felek ağlayıp gider
Yanınca ra’din ettiği ah ü figânı gör
Çâk eyledi yakasını derd ile subhgâh
Çarhın şafak yerine ya döktüğü kanı gör
Deryalar acıyıp göğe boyadı câmesin
Toprak döşendi ruy-ı zemîn ü zamanı gör
Ey kimsesiz soran beri gel hisse-i gam al
Sen dahi bir nedir feleğin armağanı gör
İslâm içinde naz ü naîmi götürmiyen
Küffâr içinde cebr ile şimdi duranı gör

Şehzade Cem

1
Hani o zamanlar ki senin bana Kâbe gibi görünen köyünde bulunuyordum; gönlümün dinlenme yeri o yüksek makamdı.
Nerede o zamanlar ki gül bahçesine benzeyen yüzünün yeşilliklerini taze tutmak için gözyaşlarım akarsu oluyordu.
Hani o zamanlar ki geçtiğim yollardaki toprağın koyu gölgeliği, devlet kuşunun kanadının altı gibi, bana sığınak oluyordu.
Nerede o zamanlar ki senin ocağının her köşesi benim gönül kuşuma şerefli bir göktü.
Eşiğinin Cem’e mesken olduğu o zamanlar nerede? Ne yazık ki geçti, bilemedik; o zamanlar hoş zamanlarmış.
2
Taşlarla dövünüp ilerleyen akarsuya bak, benim şu hâlime acıyan tabiatı gör!
Dağlar başında göğün bulutu ağlayıp gidiyor, yanı başında gök gürültüsünün ettiği ahı ve feryadı seyret!
Sabahleyin dert ile yakasını yırttı. Feleğin şafak yerine şu döktüğü kana bak!
Denizler acıyarak elbisesini maviye boyadı, yeryüzü toprak döşendi, zamanı gör.
Ey kimsesiz soran, beri gel, gam hissesi al da feleğin armağanı nedir, sen de bir gör!
İslam içindeki nazlı ve nimetlerle dolu hayatı beğenmezken şimdi kâfirler içinde zorla duranı gör!

Necâtî

1
Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler
Servi yürütmediler gonceyi söyletmediler
Taşradan geldi çemen sahnına bigâne deyu
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler
Âdeti hûbların cevr ü cefâdır amma
Bana ettiklerini kimselere etmediler
Hamdülillâh mey-i cânbahş ile sâkîlerimiz
Âb-ı hayvân ile kevser suyun istetmediler
Ey Necâtî yürü sabr eyle elinden ne gelir
Hûblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler
2
Çıkalı göklere âhım şereri döne döne
Yandı kandîl-i sipihrin ciğeri döne döne
Ayağı yer mi basar zülfüne berdâr olanın
Zevk ü şevk ile verir cân ü seri döne döne
Sen olasın deyu bir bir asılıp âyîneler
Gelene gidene eyler nazarı döne döne
Şâm-ı zülfünde gönül Mısrı harâb oldu deyu
Sana iletti kebûter haberi döne döne
Ey Necâtî yaraşır mutribi şeh meclisinin
Raks urup okuya bu şi’r-i teri döne döne

Necâtî

1
Lale yanaklılar yine gül bahçesinde neler etmediler, selviyi yürütmediler, goncayı söyletmediler.
Dışarıdan geldi, çimenlik sahasına yabancıdır, diyerek gül devri sohbetine laleyi götürmediler.
Güzellerin âdeti cevr ve cefadır amma bana ettiklerini kimselere etmediler.
Tanrı’ya şükür ki sakilerimiz ruh veren şarabı sunarak abıhayatla kevseri arattırmadılar.
Ey Necâtî, yürü! Sabret çünkü elden ne gelir? Güzeller cevr ve cefayı kime öğretmediler?
2
Ahımın kıvılcımları döne döne göklere çıkalı, gök kandilinin bağrı yandı. Istırapla kıvranıp dönüyor.
Ey sevgili, senin zülfüne asılanın ayağı yere mi basar? Zevk ve heyecandan döne döne canını, başını verir.
Aynalar sarkarak belki sen olursun diye döne döne bir bir gelene gidene bakıyorlar.
Zülfünün gecesinde gönlümün şehri harap olduğu için güvercin döne döne uçarak sana haber getirdi.
Ey Necâtî, sultan meclisinin çalgıcısı bu taze şiiri döne döne oynayarak okusa yaraşır.
3
Dil sevdi yine cân ile cânân olacağı
Bîçâre bilir derdine dermân olacağı
Gün yüzü tulû eyleyicek subh-ı safâdan
Besbelli idi âfet-i devrân olacağı
Dil leblerinin şevki ile düştü şaraba
Sâkî içelim sun beri şol kan olacağı
Dil zülfüne dolaştı dedim güldü dedi yâr
Benzer ki olageldi perişân olacağı
Genc-i rûhu katında gönül hâlini anma
Billâh Necâtî ko şu viran olacağı
4
Gamzen çalışır, lâhzada kan eylemek ister
Bûsen dürüşür anı yalan eylemek ister
Her âdemi bir bûsede bin yıl yaşatırlar
Sâkîlerimiz tayy-ı zamân eylemek ister
Cânâne gelir meclise gelmez değil amma
Kendisini can gibi nihan eylemek ister
Ben kasdederim saklamağa aşkını lâkin
Gönlüm dolarak âh ü figân eylemek ister
Elvermiş iken ayağına baş ko Necâtî
Ol şûh-ı cihân serv-i revân eylemek ister
3
Gönlüm yine o canan olacağı canla sevdi; zavallı, derdine derman olacağı bilir.
Onun gün yüzü safa sabahından doğduğu zaman, dünyanın afeti olacağı besbelli idi.
Gönlüm o sevgilinin dudaklarının arzusuyla şaraba düştü; saki, şu kan olasıyı getir, sun da içelim.
“Gönlüm zülfüne dolaştı.” dedim; sevgili güldü ve dedi ki: “Perişan olması yaklaşmışa benziyor…”
Ey Necâtî, onun bir hazine gibi zengin ve güzel yanağı karşısında gönlünün hâlini anma. Allah aşkına, bırak şu viran olasıyı!
4
Gamzen, çalışır, her an kan etmek ister; öpücüğün atılarak onu yalancı çıkarmak ister.
Her insanı bir öpücükte bin yıl yaşatıyorlar. Sakilerimiz zamanı aşmak ister.
Sevgili, toplantıya gelmez değil; gelir, ama kendisini ruh gibi gizlemek ister.
Ben onun aşkını saklamaya niyet ederim. Fakat gönlüm dolarak ah ve figan etmek ister.
Ey Necâtî, fırsat düşmüşken onun ayağına baş koy. O cihan şuhu, selvi boyuyla yürüme arzusundadır.

Zeynep Hatun
Keşfet nikâbını yeri göğü münevver et
Bu âlem-i anâsırı firdevs-i enver et
Depret lebini cûşe getir havz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cihânı muattar et
Hattın berat verdi sabâ yeline dedi
Tez er Hıtay’a Çin’i tamamet müsahhar et
Yâra yolunda aşk ile derdinden ölenin
Kim der sana ki hicr ile cânın mükedder et
Zeynep çü dost zülfü gibi tarumarsın
Divane olma şiirini divan ü defter et

Mihrî Hatun
Hâbdan açtım gözüm nagâh kaldırdım seri
Karşıma gördüm durur bir mah-çehre dilberi
Taliim sa’d oldu yahut kadre erdim galiba
Kim mahallem içre gördüm gice doğmuş müşteri
Nur akar gördüm cemâlinden egerçi zâhirâ
Kendisi benzer müselmana libası kâferi
Gözümü açıp yumunca oldu çeşmimden nihân
Şöyle teşhis eyledim kim ya melektir ya peri
Erdi çün âb-ı hayata Mihrî ölmez haşredek
Gördü çün şeb zulmetinde ol ayan İskender’i

Zeynep Hatun
Yüzünün örtüsünü aç, yeri, göğü aydınlat; bu maddeler âlemini nurlu cennete çevir!
Dudaklarını kımıldatarak kevser havuzunu coştur, amber gibi saçını çöz, bu cihanı kokularla doldur!
Şakağındaki zülüfler melteme ferman yazdı ve dedi ki: “Çabuk git, Hıtay ile Çin illerini zapt et!”
Ey sevgili, “Yolunda dert ile aşkından ölenin, ayrılıkla ruhunu üz.” diye sana kim söyler?
Zeynep, sevgilinin saçları gibi darmadağınsın, divane olma, şiirlerini defter ve divan hâline getir!

Mihrî Hatun
Uykudan gözümü açtım, ansızın başımı kaldırdım, ay yüzlü bir güzelin karşımda durduğunu gördüm.
Talihim mesut oldu yahut da galiba Kadir Gecesi’nin saadetine kavuştum; çünkü mahallem içinde geceleyin Müşteri’nin doğduğunu görmüştüm.
Gerçi görünüşte yüzünden nur akıyordu ve kendisi Müslüman’a benziyordu; fakat elbisesi kâfir biçimi idi.
Gözümü yumup açıncaya kadar gözden kayboldu; o andaki görüşüme göre ya melekti ya peri…
Mihrî artık kıyamete kadar ölmez, çünkü abıhayata ulaştı. Gece karanlıkları içinde o İskender’i açıkça gördü.

Zâtî

1
Bu bezm-i âlemârânın içinde camlar güldür
Sûrâhî gonce vü âvâzesi feryad-ı bülbüldür
Benefşe al ele bağ-ı bahara ta’n eder meclis
Şehâ zerrin kadeh nergis dühân-ı şem’ sümbüldür
Bu bir serv ü yalın yüzlü güzeldir şem’-i bezmârâ
Yanar par par sana karşu serinde dûdu kâküldür
Şehâ kavs-i kuzah çeng ü bu bezme Zühre çengidir
Şua’-ı mihr ü men nay ü felek def ay ü gün püldür
Bu meclis bir güzel rânâ teferrücgâhdır Zâtî
Sürahi çeşmesar olmuş ona ab-ı revân müldür
2
Noldun inlersin felek hercâyî cânânın mı var
Her makâmı seyreder bir mâh-ı tâbânın mı var
Benzini ey bûsitân fasl-ı hazân mı etti zerd
Yoksa başı taşra bir serv-i hırâmânın mı var
Ağlayıp feryâd edersin her nefes ey andelîp
Hâr ile hemsâye olmuş verd-i handânın mı var
Yoluna cânâ revân etsen gerek cânım dedim
Yüzüme bin hışm ile baktı dedi cânın mı var
Zülf-i dilber gibi ey Zâtî perîşânsın yine
Cevri bîhad yoksa bir yâr-ı perîşânın mı var

Zâtî

1
Âlemin süsü olan bu meclisin içinde kadehler güldür; sürahi gonca, çıkardığı sesler bülbül feryadıdır.
Eline menekşe al, meclis bahar bahçesini hiçe sayıyor; sultanım, altın kadeh nergis, mumun dumanı sümbüldür.
Meclisi şenlendiren bu mum bir selvidir, açık yüzlü bir güzeldir; dumanı başında kâkül olmuş, sana karşı par par yanıyor.
Sultanım, bu meclise ebemkuşağı saz, Zühre oyuncudur; ayın günün ışığı ney, gökler tef, güneş ve ay puldur.
Ey Zâtî, bu meclis güzel bir gezme yeridir; sürahi çeşme olmuş, ona akan su da şaraptır.
2
Ey felek ne oldun, inliyorsun, hercai bir sevgilin mi var? Her yeri dolaşan bir ayın mı var?
Ey çiçekli bahçe, senin benzini sonbahar mı sararttı, yoksa başı dışarı bakar salınan bir selvin mi var?
Ey bülbül, her an ağlayıp feryat ediyorsun, dikenle baş başa vermiş gülen bir gülün mü var?
Dedim ki: “Ey sevgilim, yoluna canımı vereyim!”; yüzüme öfkeyle baktı: “Senin de canın mı var ki!” dedi.
Ey Zâtî, gene güzellerin zülfü gibi perişansın. Yoksa, cevri sonsuz, peri gibi bir sevgilin mi var?

Fuzûlî

1
Küfr-i zülfün salalı rahneler îmânımıza
Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perîşânımıza
Seni görmek müteazzir görünür böyle ki eşk
Sana baktıkça dolar dîde-i giryânımıza
Cevri çoğ eyleme kim olmaya nâgeh tükene
Az edüp cevr ü cefâlar kıluben cânımıza
Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alup
Her gelen gamlı gider şâd gelüp yanımıza
Gam-ı eyyâm Fuzûlî bize bîdâd etti
Gelmişiz acz ile dâd etmeğe sultânımıza
2
Dil-i zârımda ne kim var bilüpdür bilürem
Yâr hâl-i dilimi zâr bilüpdür bilürem
Yâri ağyâr bilüpdür ki bana yâr olmaz
Ben dahi anı ol ağyar bilüpdür bilürem
Zülfünü ehl-i vefâ saydına dâm eyleyeli
Beni ol dâma giriftâr bilüpdür bilürem
Ben ne hâcet ki kılam şerh ana hâl-i dilim
Dil-i zârımda ne kim var bilüpdür bilürem
Yâr hem-sohbetim olmazsa Fuzûlî ne acep
Özüne sohbetimi âr bilüpdür bilürem

Fuzûlî

1
Kara zülüflerine tapınışımız imanımızda gedikler açalı, karanlıkta kalan kâfirler bile bizim perişan hâlimize ağlıyor.
Ey sevgili, seni görmek imkânsız görünüyor; çünkü sana baktıkça ağlayan gözlerimize yaşlar doluyor.
Cevri çok etme; zira belki ansızın bitiverir; cevri az yaparak canımıza cefalar et!
Her gelen bizden bunca gam alarak yanımıza şen gelip gamlı gittiği hâlde yine gamımız eksik olmuyor.
Ey Fuzûlî, zamanın gamı bize zulmetti; âciz kalarak sultanımızdan imdat dilemeye geldik.
2
Dertli gönlümde ne varsa sevgilinin onları bildiğini bilirim; sevgili gönlümün hâlini perişan bilir, biliyorum.
Sevgilinin bana yâr olmadığını yabancılar biliyor; ben de bunu yabancıların bildiğini biliyorum.
Vefalıları avlamak için zülfünü tuzak yapalı, beni bu tuzağa tutulmuş biliyor, biliyorum.
Ona gönlümün hâlini açmama ne lüzum var; dertli gönlümde olanları biliyor, biliyorum.
Ey Fuzûlî, sevgili bana konuşma arkadaşı olmazsa şaşılacak şey mi? Benimle konuşmayı kendisi için bir leke sayıyor, biliyorum.
3
Dost bîpervâ felek bîrahm devrân bîsükûn
Derd çok hemderd yok düşmen kavî tali’ zebûn
Sâye-i ümmîd zâil âfitâb-ı şevk germ
Rütbe-i idbâr râh-ı âlî pâye-i tedbîr dûn
Akl dûn-himmet sadâ-yı ta’ne yer yerden bülend
Baht kem-şefkat belâ-yı aşk gün günden füzûn
Ben garîb ü mülk-i râh-ı vasl pür teşvîş ü mekr
Ben harîf-i sâde levh ü dehr pür nakş-ı füsûn
Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfan-ı belâ
Her hilâl-ebru kaşı bir serhad-i meşk-i cünûn
Yelde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bîsebât
Suda aks-i serv tek tesir-i devlet vâjgûn
Serhad-i matlûp pür mihnet tarîk-i imtihân
Menzil-i maksûd pür âsîb râh-ı âzmûn
Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek perdenişîn
Sâgar-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn
Tefrîka hâsıl tarîk-i mülk-i cem’iyyet mahûf
Âh bilmem neyleyim yok bir muvâfık rehnümûn
Çehre-i zerdin Fuzûlî’nin tutupdur eşg-i al
Gör ana ne rengler çekmiş sipihr-i nilgûn
3
Dost pervasız, felek merhametsiz, devran sükûnsuz; dert çok, dert arkadaşı yok, düşman kuvvetli, talih âciz.
Ümit gölgesi kaybolmuş, arzu güneşi hararetli; düşkünlük rütbesi yüksek, tedbirin mevkii aşağı.
Aklın himmeti kısa, ayıplama sesleri yer yerden üstün; talihin şefkati az, aşk belası günden güne daha fazla.
Ben garip, kavuşma yolunun bulunduğu ülke hile ve karışıklık dolu; ben saf bir insan, dünya kitabı nakışlar ve büyülerle dolu.
Her selvi boylunun cilvesi, bir bela tufanı dalgası; her hilal kaşlının kaşı, bir çılgınlık kitabının baş satırı.
Bilgi temkini rüzgârda lale yaprağı gibi sebatsız, suda selvi aksi gibi devlet tesiri tersine.
Emelin son hududu mihnet dolu bir imtihan yolu; varılmak istenen hedef zarar dolu bir tecrübe yolu.
Maksadın güzeli saz nağmesi gibi perde içinde; içki kadehi saf şarabın kabarcığı gibi baş aşağı.
Cemiyet ülkesinin yolu korkunç, karışıklık hasıl oluyor. Ah! Ne yapayım bilmem, muvafık bir yol gösteren yok…
Fuzûlî’nin sararmış yüzünü kızıl gözyaşları kaplamıştır; gör, bak, mavi gök ona ne renkler çekmiş, ne oyunlar etmiştir.
4
Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân
Niçün kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı
Gamım pinhân tutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bîvefâ bilmen inanur mı inanmaz mı
Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyanır halk-ı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su
Habibim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta’neyliyen gafil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
4
Sevgili beni candan usandırdı, kendisi cefadan usanmıyor mu? Ahımdan gökler yandı, emelimin mumu yanmayacak mı?
Sevgili bütün hastalarının derdine çare lütfediyor. Bana neden ilaç vermiyor, beni hasta sanmıyor mu?
Ben gamımı gizli tutuyordum. “Sevgiliye aç!” dediler. Söylesem o vefasız acaba inanır mı, inanmaz mı?
Ayrılık gecesinde canım yanıyor, ağlayan gözüm kan döküyor. Feryadım halkı uyandırıyor, kara bahtım uyanmayacak mı?
Senin yüzünün gülüne karşı, gözümden su kanlı akıyor. Ey sevgili, bu gül mevsimidir, akan sular bulanmaz mı?
Ben sana meyletmiş değildim, sen aklımı başımdan aldın. Beni ayıplayan gafil seni görünce utanmayacak mı?
Fuzûlî çılgın bir rinddir, boyuna halka rüsva olur. Sorun ki bu ne sevgidir, bu sevgiden usanmıyor mu?
5
Benim tek hiç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab
Esîr-i derd-i aşk u dâğ-ı hicrân olmasın yâ Rab
Demâdem cevrlerdir çektiğim bîrahm bütlerden
Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasın yâ Rab
Görüp endîşe-i katlimde ol mâhı budur derdim
Ki ol endîşeden ol meh peşîmân olmasın yâ Rab
Çıkarmak etseler tenden çeküp peykânın ol servin
Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasın yâ Rab
Demen kim adli yok yâ zulmü çok her hâl ile olsa
Gönül tahtına andan özge sultân olmasın yâ Rab
Cefâ vü cevr ile mutâdım anlarsız nolur hâlim
Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasın yâ Rab
Fuzûlî buldu genc-i âfiyet meyhâne küncünde
Mübârek mülkdür ol mülk vîrân olmasın yâ Rab
5
Ey Tanrı! Hiç kimse benim gibi acılı ve perişan olmasın. Aşk derdine ve ayrılık yarasına esir olmasın.
Merhametsiz güzellerden boyuna eziyetler görmekteyim. Bir Müslüman bu kâfirlere esir olmasın.
O ay gibi güzeli, beni öldürmek düşüncesinde gördüm. Derdim şudur: Aman Tanrı’m, sakın o sevgili, o düşünceden pişman olmasın!
O selvi boylunun attığı oku çekip vücudumdan çıkarmak isteseler, ey Tanrı’m, çıkan yaralı gönlüm olsun, o ok olmasın.
Adaleti yok yahut zulmü çok demem, her hâl ile olsun. Gönül tahtına ondan başka sultan olmasın Tanrı’m!
Cevr ve cefaya alıştım, onlarsız hâlim ne olur? Cefasına sınır, cevrine son olmasın Tanrı’m!
Fuzûlî meyhane köşesinde afiyet hazinesi buldu. O ülke mübarek bir ülkedir, viran olmasın Tanrı’m!
6
Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni
Az eyleme inâyetini ehl-i dertten
Yâni ki çok belâlara kıl mübtelâ beni
Oldukça ben götürme belâdan irâdetim
Ben isterim belâyı çü ister belâ beni
Temkînimi belâ-yı mahabbette kılma süst
Tâ dost ta’n edip demeye bîvefâ beni
Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın
Geldikçe derdine beter et mübtelâ beni
Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
Nahvet kılıp nasîb Fuzûlî gibi bana
Yâ Râb mukayyed eyleme mutlak bana beni
6
Can verme gam-ı aşka ki aşk âfet-i cândır
Aşk âfet-i cân olduğu meşhûr-ı cihândır
Sûd isteme sevdâ-yı gam-ı aşkda hergîz
Kim hâsıl-ı sevdâ-yı gam-ı aşk ziyândır
Yahşi görünür sûreti mehveşlerin ammâ
Yahşi nazar ettikte serencâmı yamandır
Aşk içre azâb olduğun andan bilürem kim
Her kimse ki âşıkdır işi âh ü figandır
Ger derse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var
Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır
6
Allah’ım, beni aşkın belasına aşina et, bir an aşk belasından ayırma beni!
Dert çekenlerden lütfunu esirgeme: Yani beni çok belalara düşür!
Ben var oldukça, belaya karşı olan arzumu kaybettirme, bela beni istediği gibi, ben de belayı isterim.
Aşk belasında irademi gevşetme, ki sevgilim ayıplayarak bana vefasız demesin.
Gittikçe sevgilimin güzelliğini fazlalaştır, geldikçe beni daha beter derdine düşür!
Onun ayrılığıyla vücudumu öyle zayıf bir hâle getir ki meltem estiği zaman beni ona ulaştırması mümkün olsun.
Fuzûlî gibi kibir nasip ederek körü körüne beni bana bağlama Allah’ım!
6
Aşkın gamına canını kaptırma, çünkü aşk can belasıdır: Aşkın can belası olduğu bütün dünyada meşhurdur.
Aşk derdinin sevdasında hiçbir zaman menfaat isteme; çünkü aşk derdi sevdasının mahsulü sadece ziyandır.
Ay yüzlülerin şekilleri güzel görünür ama iyi bakılırsa bu görünüşün neticesi yamandır.
Aşkta azap olduğunu şundan bilirim ki âşık olan kimselerin işi hep ah ve feryattır.
Fuzûlî, “güzellerde vefa var” derse aldanma, zira şair sözü elbette yalandır.

Leylâ vü Mecnûn’dan

Mecnûn’la Ceylan
Gördü ki bir avcı dâm kurmuş
Dâmına gazâller yüz urmuş
Bir âhâ esîr-i dâmı olmuş
Kan yaşı kara gözüne dolmuş
Boynu burulu ayağı bağlu
Şehlâ gözü nemlü cânı dağlu
Ahvâline rahm kıldı Mecnûn
Baktı ana döktü eşg-i gülgûn
Gönlüne katı gelip bu bîdâd
Yumşak yumşak dedi ki sayyâd
Rahmeyle bu müşk-bû gazâle
Rahmetmez mi kişi bu hâle
Sayyâd bu nâtüvâne kıyma
Kıl cânına rahm câne kıyma
Sayyâd sakın cefâ yamandır
Bilmezsin mi ki kana kandır
Sayyâd bana bağışla kanın
Yandırma cefâ oduna canın
Sayyâd dedi budur maaşım
Açman ayağın giderse başım
Mecnûn ana verdi cümle rahtın
Pâk eyledi bergden dırahtın
Ol turfa gazâlin açtı bendin
Şâd eyledi cân-ı derdimendin
Yüz urdu yüzüne kıldı efgân
Göz sürdü gözüne oldu giryân
Ey çeşm-i nigâr yâdigârı
Seyl eyle bana gam-ı nigârı
Kıldıkta hayâl-i çeşm-i Leylî
Sen ver ben hastaya tesellî
Mecnun’la Ceylan
Giderken baktı ki bir avcı tuzak kurmuş ve tuzağına ceylanlar düşmüş. Bu tuzağa esir olan bir ceylanın kanlı gözyaşları kara gözlerine dolmuş. Boynu bükülmüş, ayağı bağlı, şehla gözü nemli ve canı yaralı. Mecnun bu ceylanın hâline acıdı, ona bakarak gül rengi gözyaşları döktü. Bu zulüm, gönlüne çok sert geldi; yumuşak yumuşak dedi ki:
“Avcı, bu mis kokulu ceylana merhamet et! İnsan bu hâle acımaz mı? Bu zavallı zayıfın canına acı, cana kıyma! Avcı, cefa yamandır, ondan sakın. Bilmiyor musun ki kan edene kan olur! Avcı, bunun kanını bana bağışla, canını cefa ateşinde yakma.”
Avcı cevap verdi:
“Benim yiyeceğim budur, başımı kesseler ayağını açmam. Bu avı öldürmeyi ihmal edersem sonra çoluğumun çocuğumun hâli ne olur?”
Mecnun, bir ağacı yapraklarından temizler gibi üstündeki bütün kıymetli şeyleri çıkararak ona verdi. O güzel ceylanın bağlarını açtırıp dertli canını şad etti. Yüzünü yüzüne dayayarak figana başladı ve gözünü onun gözüne sürerek ağladı:
“Ey bana sevgilimin gözünü hatırlatan, onun gamını çekmemi kolaylaştır! Leyla’nın gözü hayalime geldikçe ben hastaya sen teselli ver!”

Hayâlî

1
Ey aşk-i yâre bende-i fermân olan başım
Bî-taht ü tâc âleme sultân olan başım
Kan ile ta’ne taşlarını lâ’l-renk edip
Derd ü belâ güherlerine kân olan başım
Ey bir gediğine bu cihânın konulmayıp
Gam illerinde seng-i beyâbân olan başım
Evvel benim firâk ile ummân edip yaşım
Âhir habâb-ı lücce-i ummân olan başım
Her gün Hayâlî gibi idüp bir makâmı seyr
Her gice bir vilâyete sultan olan başım
2
Al tuti gülşen-i minâyı seyrân eylesin
Goncalar bülbül gibi feryad ü efgân eylesin
Her yanadan lâleler açsın kadeh bezm ehline
Her habab ol şevkten çak-i giribân eylesin
Çeşme-i billûrdan yakut-ı nâb olsun revân
Bahr-i hüsnün dilberin pür dürr ü mercân eylesin
Çünki bu mamure-i âlem oluptur bî-sabat
Bade seyli hane-i endûhu virân eylesin
Benzemez şam-ı firâk içre Hayâlî yaşına
Her bir encüm kendüyi bir mâh-ı tâbân eylesin

Hayâlî

1
Ey sevgilinin aşkına fermanlı köle olan başım. Taçsız, tahtsız âleme sultan olan başım!
Atılan ayıplama taşlarını kanla lal rengine boyayarak dert ve bela cevherlerine maden ocağı olan başım!
Ey, bu cihanın hiçbir gediğine konulmayıp gam ülkelerinde kırların taşı olan başım!
Önce ayrılık derdiyle benim gözyaşımı umman ederek nihayet sonsuz denizler üzerindeki bir kabarcığa dönen başım!
Hayâlî gibi her gün bir makamı dolaşıp her gece bir ülkeye sultan olan başım!
2
Al papağan gök bahçelerini gezip dolaşsın, goncalar bülbül gibi feryat ve figan etsin.
Kadeh, toplantıda bulunanlara, her yandan laleler açtırsın; o şevkten her kabarcık yakasını yırtsın.
Billur pınarından saf yakut akıp dökülsün, sevgilinin güzellik denizini inci ve mercanla doldursun.
Mademki bu mamur âlem ülkesi devamsızdır, bari şarap seli keder evini viran etsin.
Hayâlî’nin ayrılık akşamındaki gözyaşına benzemez; her yıldız kendini parlak bir ay etsin!

Yahya Bey
Dâr-ı dünyâ deli gönlüm gibi vîrân olsa
Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa
Kâşki sevdiğimi sevse kamû halk-ı cihân
Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa
Bir demir dâğı delip boynuna almak gibidir
Her kişi âşık olurdu eğer âsân olsa
Şâdmânım gam-ı yâr ile sevinmez bu kadar
Bir gedâ cümle cihan mülküne sultân olsa
Cân atar karşı çıkar izzet eder ey Yahyâ
Hançer-i dilber ile bir sakınan cân olsa

Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman)
Allah Allah diyelim, sancak-ı şâhî çekelim
Yürüyüp her yanedan şarka sipâhî çekelim
İki yerden kuşanalım yine gayret kuşağın
Bulaşıp toz ile toprağa bu râhı çekelim
Pâymâl eyleyelim kişverini sürh-serin
Gözüne sürme deyu dûd-ı siyâhı çekelim
Bize farz olmuş iken olmamız İslâma zahir
Nice bir oturalım bunca günâhı çekelim
Umarım rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer
Ey Muhibbî yürüyüp şarka sipâhi çekelim

Yahya Bey
Dünya ülkesi deli gönlüm gibi viran olsa, ne cihan ne can ne de ayrılık olsa.
Keşke cihanın halkı hep benim sevdiğimi sevse, hemen hepimizin sözü sevgilinin hikâyesi olsa.
Aşk bir demir dağı delip boynuna almak gibidir, eğer kolay olsa herkes âşık olurdu.
Sevgilinin derdiyle o kadar mesudum ki, bir dilenci, bütün cihan mülküne sultan olsa bu kadar sevinmez.
Ey Yahya, o güzelin hançeriyle sakınan bir can olsa, can atar, karşı çıkar, saygı ve ikram gösterir.

Muhibbî
Allah Allah diyelim! Padişahlık sancağını açalım, her yandan yürüyüp doğuya askeri çekelim!
Gayret kuşağını gene iki yerden kuşanalım, tozla toprağa bulanarak bu yolu çekelim.
İran ülkesini ayak altına alalım, kara dumanı onun gözüne sürme diye çekelim!
Müslümanlığa destek olmak bize farz olmuşken nice bir oturup bunca günahı çekelim!
Umarım Ebubekir ve Ömer bize kılavuz olur; ey Muhibbî, yürüyüp doğuya askeri çekelim!

Bâkî

1
Kaside
Sadrıâzam Ali Paşa’ya (Bahâriye)
Rûhbahş oldu Mesîhâ sıfat enfâs-ı bahâr
Açtılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr
Tâze cân buldu cihân erdi nebâtata hayât
Ellerinde harekât eyleseler serv ü çenar
Döşedi yine çemen nat-ı zümürrüd-fâmın
Sîm-i hâm olmuş iken ferş-i harîm-i gülzâr
Yine ferrâş-ı sabâ sahn-i ribât-ı çemene
Geldi bir kâfile kondurdu yükü cümle bahâr
Leşker-i ebr çemen mülküne akın saldı
Durma yağmada yine niteki bâgı tâtâr
Farkına bir nice per takınır altın telli
Hayl-i ezhâre meğer zanbak olupdur serdâr
Dikti leşkergeh-i ezhâra sanavber tûğun
Haymeler kurdu yine sahn-i çemende eşcâr
Döşedi mihr-i felek yolları dîbâlar ile
Etti teşrîf çemen mülkünü sultân-ı bahâr
Subhdem velvele-i nevbet-i şâhî mi değil
Savt-ı mürgân-ı hoş-elhân ü sadâ-yı kûhsâr

Bâkî

1
Sadradam Ali Paşa İçin Yazılmış
Kasidenin Başlangıcı
Baharın nefesleri İsa gibi ruh verici oldu: Çiçekler ölüm uykusundan gözlerini açtılar. Cihan taze can buldu, bitkilere hayat erdi; selvi ve çınar hareket etmek isteseler ellerinde. Gül bahçesinin içine ham gümüş yaygı olmuşken yine çimenlik zümrüt renkli kilimini döşedi. Yine sabah rüzgârı çimenlik kervansarayına geldi, bir kafile kondurdu ki yükü bütün bahar.
Bulut ordusu çimenlik ülkesine akın saldı, düşman haydutları gibi durmadan yağma etmekte. Zambak, başına altın telli tuğlar takınıyor; meğer çiçekler zümresine başkomutan olmuş. Çam, çiçekler ordugâhına tuğunu dikti; ağaçlar gene çimenlik ülkesine çadırlar kurdu. Göğün güneşi, yolları ipek kumaşlarla döşedi: Bahar sultanı çimenlik ülkesini teşrif etti.
Sabahleyin güzel nağmeli kuşların sesleri ve dağların yankıları hükümdar orkestrasının çıkardığı sesler değil mi?
Çemen etfâlinin uykuların uçurdu yine
Subhdem gulgule-i fâhte gülbang-i hezâr
Dâye-i ebr yine goncelerin şebnemden
Başına akçe dizer nite ki etfâl-i sıgâr
Mevsim-i rezm değildir dem-i bezm erdi deyû
Sûsenin hançerini tuttu serâpâ jengâr
Semenin sîne-i sîmînin açıp bâd-ı seher
Çözdü gülşende gülün düğmelerin nâhun-ı hâr
Pîrehen berg-i semen gûy-ı girîbân şebnem
Gülsitân oldu bugün bir sanem-i lâle-i zâr
Zîb ü fer vermek için rûy-ı arus-ı çemene
Yâsemen şâne sabâ mâşıta âb âyinedâr
Dürr ü yâkut ile bir nahl-i murassa sandım
Erguvân üzre dökülmüş katarât-ı emtâr
Şîşe-i çarhta gör bunca musanna nahli
Nice ârâste kılmış anı sun’-ı Cebbâr
Berg-i ezhârı havâ şöyle çıkardı feleğe
Pür kevâkib görünür künbed-i çarh-ı devvâr
Dem-i Îsa dirilir bûy-ı buhûr-ı Meryem
Açtı zanbak yed-i beyzâ-yı kef-i Mûsâ vâr
Câm-ı zerrîni dolu bâde-i gülrenk etmiş
Gül-i rânâ seherî etmek için def’-i humâr
Zanbakın goncesidir bâğa gümüş bâzûbend
Zağferân ile yazılmış ana hatt-ı tûmâr
Gene sabahleyin kumrunun tekbiri ve bülbülün ezanı çimen çocuklarının uykusunu uçurdu.
Yine bulut dadısı goncaların başına, küçük çocuklar gibi, çiy tanelerinden akçeler diziyor. Savaş mevsimi değildir toplantı zamanı geldi diye susenin hançerini baştan ayağa pas tuttu.
Seher yeli, yaseminin gümüş göğsünü açıp; dikenin tırnağı, gül bahçesinde gülün düğmelerini çözdü. Gömleği yasemin yaprağı, yakasının tokası çiy tanesi: Gül bahçesi bugün lale yanaklı bir sevgili oldu. Bu çimenlik gelininin yüzüne güzellik ve parlaklık vermek için yasemin tarak, meltem süsleyici, su ayna tutucu.
İnci ve yakutla işlenmiş bir düğün ağacı sandım: Erguvan üzerine yağmur damlaları dökülmüş. Bak, göğün vazosunda incilerle işlenmiş bunca düğün ağaçlarını gör, gene kudretli Tanrı’nın sanatı onları nasıl bezemiş! Çiçek yapraklarını hava öyle göğe çıkardı ki bu dönen çarkın kubbesi yıldızlarla dolu görünüyor.
Buhur-ı Meryem çiçeğinin kokusu İsa’nın nefesi geçiniyor, zambak Musa gibi beyaz elini açtı. Güzel gül, sabahleyin, mahmurluğunu gidermek için zerrinin kadehini gül rengi şarap dolusu etmiş.
Dehen-i gonce-i ter türlü letâif söyler
Gülüp açılsa acep mi gül-i rengîn-ruhsâr
Güher-i fırsatı aldırma sakın devr-i felek
Sim ü zerle gözünü boyamasın nergis-vâr
Câm-ı mey katraları sübha-i mercân olsun
Geliniz zerk ü riyâdan edelim istiğfar
Lâle sahrayı bugün kân-ı Bedahşan etti
Jâle gülzâra nisâr eyledi dürr-i şehvâr
Dâmenin dürr ü cevâhirle pür etti gül-i ter
Ki ede hâk-i der-i Hazret-i Paşa’ya nisâr
Taze goncanın ağzı türlü türlü latifeler söylüyor: Yanağı renkli gül gülüp açılsa şaşılır mı?
Fırsat incisini sakın elden kaçırma; feleğin devri nergis gibi altın ve gümüşle gözünü boyamasın. Şarap kadehi damlaları tespih taneleri olsun, gelin, gösterişçilikten ve ikiyüzlülükten tövbe edelim. Lale bugün kırları Bedahşan maden ocağına çevirdi; çiy, gül bahçesine büyük inciler saçtı. Taze gül, Paşa Hazretleri’nin kapısının toprağına saçmak üzere, eteğini inci ve elmaslarla doldurdu.
2
Mersiye (Kanunî Sultan Süleyman’a)
Ey pâybend-i dâmgeh-i kayd-i nâm ü nenk
Tâ key havâ-yı meşgâle-i dehr-i bî-direnk
An ol günü ki âhîr olup nevbahâr-ı ömr
Berg-i hazâna dönse gerek rûy-i lâlerenk
Âhir mekânın olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinden erse gerek câm-ı ayşa senk
İnsân odur ki âyine-veş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem isen kîne-i pelenk
İbret gözünde niceye dek gaflet uykusu
Yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-i cenk
Ol şehsüvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelirdi tenk
Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engürûs
Şemşîr-i âb-ı gevherini pesend eyledi Firenk
Yüz yere koydu lûtf ile gülberg-i ter gibi
Sandûka saldı hâzin-i devrân güher gibi
***
Hakkâ ki zîb ü zînet-i ikbâl ü câh idi
Şâh-ı Sikender – efser ü Dârâ – sipâh idi
Gerdûn ayağı tozuna eylerdi serfürû
Dünyâya hâk-i bâr-gehi secdegâh idi
Kemter gedâyı az atâsı kılardı bay
Bir lûtfu çok mürüvveti çok pâdişâh idi
Hâk-i cenâb-ı hazret-i dergâh-ı devleti
Fazl u belâgat ehline ümmîdgâh idi
Hükm-i kazâya verdi rızâyı eğerçi kim
Şâh-ı kazâ – tüvan u kader destgâh idi
Gerdûn-ı dûna zâr u zebûn oldu sanmanız
Maksûdu terk-i câh ile kurb-ı İlâh idi
2
Mersiye
Ey şan alma arzusu ve kötülenme korkusu ile ayağı bu âlemin tuzağına tutulmuş olan insan! Bu kararsız dünya ile uğraşma hevesi daha ne zamana kadar sürecek? Unutma ki bir gün gelecek, ömür baharı sona ererek lale renkli yüzün güz yaprağına dönecektir. En nihayet, devran elinden içki kadehine bir taş dokunacak ve o kadehin içindeki son yudum gibi senin de son yerin toprak olacaktır. İnsan odur ki kalbi ayna gibi saf olur, eğer insan isen kalbinde kaplan kininin ne işi var? İbretle bakması gereken gözünde daha ne zamana kadar gaflet uykusu olacak? O savaş aslanı padişahın başına gelen sana yetmez mi? O büyük saadet ülkesi süvarisi ki sürdüğü zaman atına dünya meydanı dar gelirdi. Onun kılıcının suyuna Macar kâfirleri baş eğmiş, palasının cevherini Frenkler takdir etmişti…
Taze bir gül yaprağı gibi tatlı tatlı yüzünü yere koydu; dünya hazinedarı onu bir elmas gibi sandığa saldı.
Allah için, gerçekten yüksek makamın süsü ve güzelliği idi; İskender taçlı ve Dara askerli bir padişahtı. Gök, ayağının tozuna baş eğerdi; makamının toprağı âleme secde yeri idi. Azıcık bahşişi en aşağılık dilenciyi bey ederdi; lütfu çok, mertliği ve cömertliği çok bir padişahtı. O yüksek şahsiyetin devlet makamının kapısındaki toprak değer ve sanat sahipleri için bir ümit yeri idi. Gerçi kazanın hükmüne razı oldu ama kaza kuvvetli ve kader kudretli bir hükümdardı. Alçak feleğe âciz kalarak baş eğdi sanmayınız; maksadı, mevkiini terkederek Allah’ın yakınına gitmekti…
Mülk-i cihanı gözlerimiz görmese n’ola
Rûşen cemâli âleme hurşîd ü mâh idi
Hurşîde baksa gözleri halkın dolagelir
Zirâ görünce hâtıra ol mehlikâ gelir
***
Döksün sehâb kaddin anıp katre katre kan
Etsin nihâl-i nârveni nahl-i ervugân
Bu acılarla çeşm-i nücûm olsun eşk-bâr
Âfâkı tutsun âteş-i dilden çıkan duhân
Kılsın kebûd câmelerin âsmân siyâh
Giysin libâs-ı mâtem-i şahı bütün cihân
Yaksın derûn-ı sîne-i üns ü perîde dâğ
Nâr-ı firâk-ı Şah Süleymân-ı kâmrân
Kıldı firâz-ı küngüre-i arşı cilvegâh
Lâyık değildi şânına hakkâ bu hâkdân
Mürg-i revânı göklere erdi Hümâ gibi
Kaldı hazîz-i hâkte bir iki üstühân
Çâpüksüvâr-ı arsa-i kevn ü mekân idi
İkbâl ü izzet olmuş idi yâr ü hem-inân
Serkeşlik etti tevsen-i baht-ı sitîze-kâr
Düştü zemîne sâye-i eltâf-ı Kirdigâr
***
Olsun gamında bencileyin zâr ü bi-karar
Âfâkı gezsin ağlayarak ebr-i nevbahâr
Tutsun cihânı nâle-i mürgân-ı subh-dem
Güller yolunsun âh u figân eylesin hezâr
Sümbüllerini mâtem edip çözsün ağlasın
Dâmâne döksün eşg-i firâvânı kûhsâr
Andıkça bûy-ı hulkunu derdinle lâle-veş
Olsun derûn-ı nâfe-i müşg-i Tatar târ
Dünya ülkesini gözlerimiz görmese ne var. Onun parlak yüzü âleme güneş ve aydı.
Güneşe baksa halkın gözleri doluyor; zira güneşi görünce hatıra o ay yüzlü geliyor.
Bulut, onun boyunu anarak damla damla kan döksün, narven fidanını erguvan nakılı hâline getirsin. Bu acılarla yıldızların gözü yaş döksün, gönül ateşinden çıkan duman ufukları tutsun. Gök mavi elbiselerini siyah etsin, bütün cihan, padişah matemi elbiseleri giysin. Saadet süren Süleyman Hükümdarın ayrılık ateşi insan ve perilerin bağırlarında tutuşsun. Gök kubbesinin üstünü kendine yer edindi bu toprak âlemi, Allah için, onun şanına layık değildi. Ruhunun kuşu uçarak hüma gibi göklere ulaştı, alçak yerde bir iki kemik kaldı. Varlık ve oluş meydanının hızlı giden bir süvarisi idi. Yüksek mevki ve kutluluk ona yoldaş ve atbaşı beraber olmuştu.
Bahtın hırçın kıratı serkeşlik etti: Tanrı lütufların gölgesi olan o padişah atından yere düştü.
Bahar bulutu senin acınla benim gibi dertli ve kararsız olsun, ağlayarak ufukları dolaşsın. Sabah kuşlarının feryadı bütün cihanı tutsun, güller yolunsun, bülbül ah ve figan etsin. Dağlar matem ederek sümbüllerini çözüp ağlasın, bol gözyaşlarını eteklerine döksün. Ahlakının kokusunu andıkça Tatar ahusunun misk kokulu kalbi, derdinle lale gibi dar ve karanlık olsun.
Gül hasretinle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyâmete dek çeksin intizâr
Deryâlar etse âlemi çeşm-i güher-feşân
Gelmez vücûda sencileyin dürr-i şâh-vâr
Ey dil bu demde sensin olan bana hem-nefes
Gel nây gibi inliyelim bâri zâr zâr
Âheng-i âh ü nâleleri edelim bülend
Eshâb-ı derdi cûşa getirsin bu heft bend
***
Gün doğdu şah-ı âlem uyanmaz mı hâbdan
Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan
Yollarda kaldı gözlerimiz gelmedi haber
Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-meâbdan
Reng-ızârı gitti yatar kendi huşk-leb
Şol gül gibi ki ayrı düşüptür gülâbdan
Gâhî hicâb-ı ebre girer Husrevâ felek
Yâdeyledikçe lûtfunu terler hicâbdan
Tıfl-ı sirişki yerlere girsin duâm odur
Her kim gamından ağlamaya şeyh u şâbdan
Yansın yakılsın âteş-i hecrinle âfitâb
Derdinle kara çullara girsin sehâbdan
Yâdeylesin hünerlerini kanlar ağlasın
Tîğın boyunca karaya batsın karâbdan
Derd ü gamınla çâk-i gîribân edip kalem
Pîrâhenini pârelesin gussadan âlem
***
Tîğın içirdi düşmana zahm-ı zebânları
Bahsetmez oldu kimse kesildi lisânları
Gördü nihal-i serv-i serefrâz-ı nîzeni
Serkeşlik adın anmadı bir dahi banları
Her kande bassa pây-ı semendin nisâr için
Hanlar yolunda cümle revân etti cânları
Gül, hasretinle kulağını yollara tutsun, nergis gibi kıyamete kadar bekleme derdi çeksin. İnciler saçan göz, âlemi deryalar hâline getirse, senin gibi bir büyük inci vücuda gelmez. Ey gönül, bu anda bana soluktaş olan sensin, gel bari ney gibi inim inim inleyelim! Ah ve feryat ahenklerini yükseltelim, bu yedi bend dertlileri coştursun.
Gün doğdu, âlemin padişahı uykudan uyanmayacak mı? Gök gibi çadırından çıkıp görünmeyecek mi? Gözlerimiz yollarda kaldı, o devletlinin kapısının toprağından bir haber gelmedi. Yanağının rengi gitti, kendisi, dudağı kurumuş olarak yatıyor; tıpkı gül suyundan ayrı düşen gül gibi. Ey büyük padişah; bazen felek utanarak bulutun örtüsüne bürünüyor, senin lütfunu hatırladıkça mahcubiyetten terliyor. Senin gamınla gençten ihtiyardan her kim ağlamazsa, duam odur ki gözyaşı evladı yerlere geçsin! Senin ayrılık ateşinle güneş yansın yakılsın, derdinle buluttan kara çullara girsin. Kılıcın senin hünerlerini yâd etsin, kanlar ağlasın, kını içinde boyunca karaya batsın. Derdin ve gamınla kalem yakasını yırtıp bayrak sıkıntıdan gömleğini parçalasın!
Kılıcın dil yaralarını düşmana içirdi. Kimse bahsetmez oldu, dilleri kesildi. Düşmanın sorgun endamlı beyleri senin yüksek selvi fidanı gibi olan mızrağını gördüler ve artık bir daha başkaldırmanın adını bile anmadılar. Atının ayağı her nereye bassa, yolunda bütün hanlar, saçı olarak, askerlerini yürüttü ve canlarını feda ettiler.
Deşt-i fenâda mürg-i hevâ durmayıp döner
Tîğın Hudâ yolunda sebîl etti kanları
Şemşîr gibi rûy-ı zemine taraf taraf
Saldın demir kuşaklı cihan pehlivânları
Aldın hezâr bütkedeyi mescît eyledin
Nâkûs yerlerinde okuttun ezânları
Âhır çalındı kûs-ı rahîl ettin irtihâl
Evvel konağın oldu cinân bûstânları
Minnet Hudâ’ya iki cihanda kılıp saît
Nâm-ı şerîfin eyledi hem gâzi hem şehît
3
Müje haylin dizer ol gamze-i fettan saf saf
Gûyiyâ cenge girer nîze-güzârân saf saf
Seni seyr itmek içün reh-güzer-i gül-şende
İki cânibde durur servi hırâman saf saf
Leşker-i eşk-i firâvan ile ceng eylemeğe
Gönderir mevclerin lücce-i ummân saf saf
Gökde efgân iderek sanma geçer hayl-i kuleng
Çekilür kûyine mürgân-ı dil ü cân saf saf
Cami içre göre tâ kimlere hem-zânûsun
Şekl-i sakkada gezer dîde-i giryân saf saf
Ehl-i dil derd ü gamın ni’metine müstağrak
Dizilürler keremin hânına mihmân saf saf
Vasfı kaddinle hıram itse alem gibi kalem
Leşker-i satrı çeker defter ü dîvân saf saf
Kûyin etrafına uşşak dizilmiş gûyâ
Harem-i Kâ’be’de her canibe erkân saf saf
Kadrini seng-i musallada bilüb ey Bâkî
Durub el bağlayalar karşuna yârân saf saf
Fânilik çölünde havanın kuşu durmayıp dönüyor; kılıcın Allah yolunda kanları sebil etti. Yeryüzüne taraf taraf kılıç gibi demir kuşaklı cihan pehlivanları saldın. Yüzlerce put evini alıp cami yaptın, çan yerlerinde ezanları okuttun. Nihayet göç çanı çalındı, göçtün; ilk konağın cennet bahçeleri oldu. Tanrı’ya minnet, seni iki cihanda mesut kılarak, kutlu adını hem gazi hem şehit yaptı.
3
O fettan o fitneci gamze (süzgün yan bakış) kirpik askerlerini saf saf dizer, sanki mızraklı askerler (saf saf) sıralanır da cenge (savaşa) girer.
Seni seyr etmek için, gül bahçesi yolunun iki yanında, nazlı nazlı salınan serviler saf saf sıralanıp durur.
Sayısız gözyaşı askeri ile savaş eylemek için, denizin ortası, derinlikli dalgalarını saf saf gönderir.
Turna sürüsünün gökte feryat ederek geçip gittiğini sanma, gönül ve can kuşları saf saf dizilip kûyuna (senin bulunduğun yere) çekilir.
Cami içinde kimlerle yan yana, diz dize olduğunu görsün diye (görmek için), ağlayan göz, saka şeklinde (saka gibi su dağıta dağıta, gözyaşı döke döke) saf saf (dizilmiş cemaat arasında) gezer.
Gönül sahipleri (âşıklar) dert ve gamının nimetine gark olmuş (boğulmuş olarak), (dert ve gam nimetini yemek üzere) senin cömertliğinin sofrasına, konuk olarak, saf saf dizilirler.
Kalem boyunun vasfıyla (boyunun niteliğiyle, boyunun güzelliğini anlatmak için) bayrak gibi salınmaya başlayınca, satır askerlerini deftere ve divana saf saf (dizi dizi) çeker (yazar).
Senin bulunduğun yerin (mahallenin) çevresine âşıklar sıralanmış; sanki, Kabe Haremi’nde her tarafa erkân saf saf dizilmiş.
Ey Bâkî! Dostların senin değerini (kadrini) (ancak) musalla taşında anlayıp karşına saf saf dizilip el bağlayacaklar.

Nev’î

1
Tâli’ bu veçhile dûn serkeş nigâr böyle
Bîçâre âşıkı gör baht öyle yâr böyle
Vaslında bîm-i hicrân hicrinde mihnet-i cân
Derd-i firâk böyle vasl u kenâr böyle
Ol serv-i hoş-hirâmı tenhâ bulup ne çâre
Ol bîkarâr böyle ben şerm-sâr böyle
Dildâr tünd ü serkeş ağyâr ise cefâ-cûy
Netsin ya bülbül-i dil gül böyle hâr böyle
Ten zevrakın düşürme girdâb-ı ıstırâba
Sabret gönül ki kalmaz bu rûzigâr böyle
Nev’î nice getirsin hicrân yüküne tâkat

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/bilge-ekinci/divan-siirinden-secmeler-69428545/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Divan Şiirinden Seçmeler Bilge Ekinci
Divan Şiirinden Seçmeler

Bilge Ekinci

Тип: электронная книга

Жанр: Стихи и поэзия

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Zengin düşünce, sanat ve estetik dünyasının meydana getirdiği kadim Osmanlı medeniyetinin vazgeçilmez unsurlarındandır divan şiiri. Osmanlı saray kültürü, doğu mistisizmi ve felsefesi ile tanışmak, onu anlamak için de bu şiirlere yönelmek gerekir. Bu güzide eserleri kaleme alan dâhiyane mısralara imza atan şairleri ve eserlerini bilmek, tanımak ve kudretli bir edebiyatın oluşum sürecini gözlemleyebilmesi için her okuyucunun kütüphanesinde bulunması gereken nadide bir eser… Şeyh Galib’den Nedim’e, Sabit’ten Nâilî’ye ve Osmanlı şiir âlemine hayat vermiş pek çok şairin beyitlerinden örneklerle sizlere sunuluyor.

  • Добавить отзыв