Yunus Emre`den Seçmeler

Yunus Emre`den Seçmeler
Yunus Emre
Türk kültürünün yetiştirdiği ve edebiyatımızın en önemli şahsiyetlerindendir Yunus Emre. Onun Türkçemizi sanat dili yapma yolundaki çabası şüphesiz ki yadsınamaz. 13. yüzyılda Anadolu coğrafyasında Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza gibi şairlerle Türkçe şiirler yazmış ve beslendiği bu topraklardan Balkanlara dek pek çok yerde Türk milleti ile bütünleşmiştir. Sizlere sunulan Yunus Emre’den Seçmeler adlı bu kitapta onun şiir dünyasını daha yakından tanıyacak ve asırların mirası olan dizelerinde şiir zevkini tadacaksınız. Canını aşk yoluna vermeyen âşık mıdır? / Cehd eyleyip ol dosta ermeyen âşık mıdır?… / Çıktım erik dalına anda yedim üzümü / Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu

Yunus Emre
Yunus Emre’den Seçmeler

Ön Söz

Prof. Dr. Mehmet Kaplan bir yazısında, “Bir Türk için halıdan, kilimden, yoğurttan, şişkebaptan, Süleymaniye Camii’nden, Yunus Emre’den, Kerem ile Aslı’dan, misafirperverlikten, iyilikten tabii ne olabilir? Bir balık için deniz ne ise bir Türk için de asırlar boyunca yaşadığı kültür odur.” der. Gerçekten de Yunus Emre ve onun şiirleri bizim kültürümüze dâhildir; içinde yaşadığımız dünyanın en önemli unsurlarından biridir.
Yunus Emresiz bir Türk edebiyatı, Yunus Emresiz bir Türk kültürü düşünülemez bile… Üzerinde yaşadığımız şu Anadolu coğrafyasında Yunus ilahilerinin terennüm edilmediği, söylenmediği tek karış toprak gösterilemez. Sadece Anadolu’da mı?.. Balkanlarda da Yunus’un nefesi eser dalga dalga… Yunus Emre’den bir ilahi bilmeyen, ondan ezbere en az bir dörtlük okuyamayan insanımız yoktur. Bu, o kadar olağan bir hâldir ki farkında bile olmayız. Çünkü biz onun içine doğmuşuzdur, kendiliğinden bu sesler kulaklarımıza dolmuştur. Gurbette ve sılada bize hep bu ses eşlik etmiştir. Gecelerimizde bu ses Kutup Yıldızı’mız olup bize yol göstermiştir. Varlıkta da darlıkta da bu ses, yani Yunus, yani Bizim Yunus hep bizimle olmuştur.
Kimliğimizin ve kültürümüzün en önemli anahtarlarından biri, belki de en başta geleni olan Yunus Emre’ye Türk toplumunun bugün büyük bir ihtiyacı vardır. Bunun için Yunus’u yeniden keşfet mek, yeniden öğrenmek, yeniden yorumlamak durumundayız. Türk dilinin üzerinde kara bulutların dolaştığı böyle bir dönemde, ısrarla Yunus’a sarılmak aynı zamanda millî bir görevdir.
Onun şiirlerindeki insanlık anlayışı ve insan sevgisine sadece bizim değil, bütün insanlığın, özellikle de Batı insanının ihtiyacı vardır. Bu sebeple, önce biz Yunus’u hayatımızın içine katıp özümsemeli, sonra da onun mesajını bütün dünyaya yaymalıyız.
Bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığıtarafından belirlenen “100 Temel Eser” kapsamında hazırlanmıştır. Bu kitabı öncelikle lise çağındaki gençlerimizin okuyacağı düşünüldüğünden seçilen şiirlerin imlası mümkün olduğunca günümüz imlasına ve söyleyişine yaklaştırılmıştır. Şiirlerin bir başlığı olmadığı hâlde, aranan bir şiirin daha kolay bulunmasını sağlayacağından ilk mısralar şiirlerin başlığı olarak konulmuştur. Ayrıca şiirlerin sonuna bir de sözlük eklenmiştir. Burada şiirde geçen ve anlamı bilinmeyen kelimelerin açıklamalarına yer verilmiştir.
Okuyucuya Yunus Emre’yi tanıtmak, onun şiirlerini sevdirmek en büyük dileğimizdir.

Yunus Emre’nin Hayatı

A. Tarihî Kaynaklarda Yunus
Büyük Türk şairi Yunus Emre ile ilgili bildiklerimiz son derece yetersizdir. Tarihî kaynaklardaki kayıtlar yok denecek kadar azdır. Onun hayatına dair bilgilerimiz daha çok efsanelere dayanmaktadır. Doğum tarihi, yaşadığı yer/yerler, ölüm tarihi, mezarının bulunduğu yer hep tartışmalıdır. Bulunan bazı vesikalar da durumu tam olarak aydınlığa çıkaramamıştır.
Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi’nde bulunan bir yazma eserde şu kayıt vardır:

Vefat-ı Yunus Emre
Müddet-i ömr 82
Sene 720
Bu belgeden anlaşıldığı kadarıyla Yunus Emre H.648 (M.1240-1) tarihinde doğmuş, 82 yıl yaşadıktan sonra H.720 (M.1320-1) tarihinde vefat etmiştir.
Yunus’un Risalet’ün-Nushiye mesnevisinin sonunda bulunan “Söze tarih yedi yüz yediyidi / Yunus canı bu yolda fidiyidi” beytinden anlaşıldığı üzere H.707 (M.1307-8) tarihinde Yunus hayattadır. Dolayısıyla 720 tarihinin gerçek olma ihtimali çok yüksektir.
Yunus Emre, şiirlerinde Mevlana, Ahmet Fakih, Seydi Balım ve Geyikli Baba’dan bahsederek yaşadığı zamanla ilgili bilgiler verir. Şiirlerinden, Mevlana’nın meclisinde bulunduğunu ve sohbetlerini dinlediğini anlıyoruz:
“Mevlana Hüdavendgâr bize nazar kılalı
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır”
“Mevlana sohbetinde saz ile işret oldu
Arif manaya daldı çün biledir ferişte”
Yunus’un eğitim görüp görmediği konusu da tartışmalıdır. Nereleri gezdiği, hayatını neyle kazandığı, evlenip evlenmediği gibi meseleler de henüz açığa çıkartılamamıştır. Ayrıca bağlı olduğu tarikatın adı ve şeyhinin kimliği de karanlıkta kalmıştır. Kaynaklarda doğum yeriyle ilgili verilen bilgiler birbiriyle çelişkilidir. Hacı Bektaş-ı Veli Vilayetnamesi’nde Yunus Emre, Sivrihisar’ın Sarıköy’ünde doğmuş olarak gösterilir. Başka bir kaynakta Yunus’un Sakarya nehrine yakın bir yerde yerleşmiş olduğu belirtilir. Âşık Çelebi onun Bolulu olduğunu söyler. Bazı tarihçiler Karaman adını anar. Fuat Köprülü, onun Sivrihisar civarında yahut Bolu bölgesinde yetişmiş bir Türkmen köylüsü olduğunu söyler.
Kaynaklardaki bu tutarsızlıklar sebebiyle kesin bir sonuca varılamasa da Yunus Emre’nin Orta Anadolu’da bir merkezde (Sakarya havzasında veya Karaman-Konya çevresinde) yaşadığı söylenebilir.
Yunus’un eğitimiyle ilgili de çelişkili bilgiler vardır. En eski kaynaklarda onun ümmi olduğu belirtilir; okuma yazma bilmediği, medrese eğitiminden geçmediği söylenir. Abdülbaki Gölpınarlı, Fuat Köprülü, Faruk Kadri Timurtaş gibi araştırmacılar ise onun belli bir eğitimden geçtiğini söylerler.
Yunus’la ilgili bir başka tartışma konusu ise mezarının yeri meselesidir. 82 yaşında ölen şairimizin mezarının nerede olduğu tam olarak belli değildir. Anadolu’nun on ayrı yerinde Yunus Emre’ye ait olduğu söylenen mezar vardır: 1. Bursa’da, 2. Emre köyünde (Kula ve Salihli arasında), 3. Sandıklı’da, 4. Keçiborlu civarında bir köyde (Isparta), 5. Karaman’da, 6. Konya Aksaray’da, 7. Ünye’de, 8. Sivas yakınında yol üzerinde, 9. Erzurum Dutçu köyünde, 10. Sarıköy’de (Eskişehir).
Çok yerde mezarının olması, Türk milletinin ona olan aşırı sevgisine bağlanabilir. Ayrıca mezarlardan biri ona, diğerleri ise Yunus adlı başka şairlere ait olabilir. Bu mezarlar içinde Sarıköy’deki mezarın ona ait olma ihtimali daha kuvvetli görünmektedir. Zaten Sarıköy’ün adı da sonradan değiştirilerek Yunus Emre yapılmıştır.
Kesin olan, yeni belge ve bilgiler ortaya çıkıncaya kadar Yunus’un nerede yattığını tam olarak bilemeyeceğimizdir. Zaten onun mezarını toprakta değil sevenlerinin gönlünde aramak da belki de en doğru yoldur.
B. Menkıbelerde Yunus
Yunus Emre’nin gerçek hayatı efsaneler, masallar arasında kaybolmuştur. Daha doğrusu Yunus, Türk milletinin hayal dünyasında efsaneleştirilmiştir. Bunun böyle olmasını Yunus kendisi de istemiş olabilir; şiirlerinin gerisinde kalmayı bilerek seçmiştir… Benliğini yenip yok eden bir Yunus’tan da bu beklenirdi doğrusu. Kimbilir?..
Ondan bahseden kaynakların hemen hepsi bu efsanevi rivayetleri kullanmaktadırlar. Yunus’un bu efsanevi hayatı Hacı Bektaş-ı Veli Vilayetnamesi’nde kayıtlıdır. Burada Yunus’un Hacı Bektaş-ı Veli’ye gidişi şöyle anlatılır:
“Hacı Bektaş-ı Veli, Horasan diyarından Anadolu’ya gelip yerleştikten sonra ermişliği ve kerametleri etrafa yayıldı. Her taraftan fakir insanlar gelip ondan nasip alırlardı. O zaman Sivrihisar’ın kuzeyinde, Sarıköy denilen yerde ‘Yunus’ derler bir kimse vardı. Gayet fakir durumda olup ekincilik ederdi. Bir sene Allah hiç vermedi, yaman kıtlık oldu. Yunus, Hacı Bektaş’ın bu güzel vasıflarını işitti. Gidip ondan buğday istemeye karar verdi. Eli boş gitmemek için dağdan biraz alıç toplayıp Sulucakarahöyük’e doğru yola koyuldu.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıktı, armağanını sunup ‘Ben fakir bir kimseyim, bu yıl ekinimden de hiçbir şey alamadım; ümittir ki bu alıçları kabul edip karşılığında buğday veresiniz.’ dedi. Hacı Bektaş: ‘Öyle olsun’ diyerek dervişlerine işaret etti, alıçları paylaşıp yediler. Yunus birkaç gün orada misafir oldu. Gideceği zaman Hacı Bektaş’a haber verdiler, o da: ‘Sorun bakalım ne ister? Buğday mı nefes mi verelim?’ dedi. Yunus’a sorulunca: ‘Ben nefesi neyleyim, bana buğday gerek.’ diye cevap verdi. Bu cevabı Hacı Bektaş’a bildirdiler. Hünkâr: ‘Varın Yunus’a söyleyin alıcının her tanesi için bir nefes verelim.’ buyurdu. Yunus: ‘Ailem var, nefes karın doyurmaz, lütfederse buğday versinler.’ dedi.
Bu sözü Hacı Bektaş’a arz eylediler. Bu defa: ‘Varın söyleyin, alıcının her çekirdeği başına on nefes verelim.’ dedi. Yunus buna karşılık yine: ‘Ben nefesi neyleyim, çoluğum çocuğum var, bana buğday gerek.’ diye ısrar etti. Bunun üzerine Hacı Bektaş, dilediği kadar buğday verilmesini emretti. Buğdayı öküzüne yüklediler.
Yunus veda edip yola koyuldu. Köyün çıkışında aklı başına geldi. Şöyle düşündü: ‘Vilayet erine vardım, bana nasip sundular, alıcımın her çekirdeğine on nefes verdiler, almadım. Ne olmayacak iş ettim. Aldığım bu buğday bir süre sonra tükenir, nefes ise ölünceye dek tükenmez.’ diyerek dönüp tekkeye geldi. Yunus’a niçin geri geldiğini sordular. Yunus: ‘Buğdaydan vazgeçtim, o himmet olunan nasibi versinler.’ dedi. Yunus’un hâli Hacı Bektaş’a arz edilince, ‘O şimdiden sonra olmaz. Biz o kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik, varsın nasibini ondan alsın.’ dedi.
Bunun üzerine Yunus yola çıkıp Tapduk Emre’ye geldi. Tapduk Emre: ‘Safa geldin, hâlin bize malum olmuştu; hizmet et, emek yetir, nasibini al.’ dedi.
Yunus tekkeye dağdan odun getirme işine koştu. Yunus tam kırk yıl sırtında odun taşıdı; fakat bir kez olsun eğri odun getirmedi. Şeyhi bir gün: ‘Dağda eğri odun kalmadı mı ey Yunus?’ diye sordu. Yunus: ‘Eğri odun çok ama senin dergâhına odunun bile eğrisi giremez.’ diye cevap verdi.
Günlerden birgün Anadolu erenleri Tapduk Emre’nin tekkesine geldiler. Büyük cemaat oldu, meclis kuruldu. O mecliste Yunus’tan ayrı ‘Yunus-ı Gûyende’ derler bir başka kişi daha vardı. Tapduk Emre vecde gelince Yunus-ı Gûyende’ye: ‘Yunus, söyle’ dedi. Gûyende işitmedi. Bu buyruğu üç kez tekrarladı. Gûyende’den ses çıkmayınca bu sefer öbür Yunus’a (Bizim Yunus’a) dönüp: ‘Yunus vakit oldu; o hazinenin kilidini açtık, nasibini alıverdin, sen söyle! Bu mecliste sohbet et. Hünkâr varlığının nefesi yerine geldi.’ dedi. Yunus’un gönlü açıldı, gözlerinden perde kalktı, şevk denizine düştü. Ağzını açıp inci ve cevahir saçtı. İlahi hakikatlerin sırlarından, inceliklerinden öyle sohbet eyledi ki, işitenler hayran kaldılar. Sonra o ne söylediyse hepsini kaleme aldılar. Ulu bir divan oldu. Mezarı Sivrihisar civarında, doğduğu yere yakındır.”
Yunus Emre’yle ilgili bir kısım rivayetleri de Aziz Mahmut Hüdayi Vakıat adlı eserinde derlemiştir. Bu rivayetleri Hüdayi’nin şeyhi Mehmet Üftade nakletmiştir. Vakıat’taki rivayetler Vilayetname’dekileri tamamlar mahiyettedir. Aziz Mahmut Hüdayi’nin anlattığına göre; Yunus Emre, otuz sene hizmetten sonra, tasavvuf eğitimini tamamlayamadığını, kendisinde olağanüstü hiçbir hâlin meydana gelmediğini düşünerek tekkeyi terk eder. Yolda yaşadıkları şöyle anlatılır:
“Bir gün bir mağarada yedi ere rastladı, onlarla arkadaş oldu. Her akşam onlardan biri dua eder, duadan sonra gökten bir sofra yemek inerdi. Sıra Yunus’a geldi, o da dua etti: ‘YaRabbi benim yüzümü kara çıkarma.
Onlar kimin hürmetine dua ediyorlarsa onun hürmetine beni utandırma.’ dedi. O akşam iki sofra yemek indi. Arkadaşları: ‘Kimin yüzü suyu hürmetine dua ettin?’ diye sordular. Yunus: ‘Önce siz söyleyin.’ dedi. Onlar da: ‘Biz Tapduk Emre dergâhında otuz senedir hizmet eden Yunus hürmetine dua ederiz.’ dediler. Yunus bunu duyunca hemen dergâha geri döndü, gelip Ana Bacı’ya sığındı, ‘Aman beni bağışlat!’ dedi.
Ana Bacı: ‘Tapduk sabah namazına abdest almak için çıkar. Sen kapı eşiğine yat. Üstüne basınca bu kim diye sorar. Ben: ‘Yunus’ derim. ‘Hangi Yunus?’ derse bil ki, gönlünden çıkmışsın! ‘Bizim Yunus mu?’ derse ayaklarına kapan, kendini bağışlat.’ Yunus, Ana Bacı’nın dediği gibi eşiğe yattı. Tapduk Emre’nin gözleri görmezmiş. Ana Bacı koluna girer, abdest almaya götürürmüş. O sabah gene götürürken ayağı Yunus’a değdi. ‘Bu kim?’ diye sordu. Ana Bacı: ‘Yunus’tur’ dedi. Tapduk: ‘Bizim Yunus mu?’ deyince, Yunus şeyhinin ayağına kapanıp suçunu bağışlattı.”
Bir halk rivayetinde ise, Yunus Emre’nin üç bin şiir söylediği, bu şiirlerin ölümünden sonra Molla Kasım adında bir zahidin eline geçtiği anlatılır. Molla Kasım şiirleri eline alıp bir su kenarına oturur. Kendi sofuluğuna uygun bulmadığı için şiirlerden bin tanesini yakar, bin tanesini de suya atar. Üçüncü bin şiirleri okumaya başlayınca şu beyitle karşılaşır:
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir
Beyti okuyan Molla Kasım şaşırır, tövbe eder, Yunus’un ermişliğine inanır. Fakat iş işten geçmiştir; elde bin tane şiir kalmıştır. Halk, yakılan şiirlerin gökte melekler tarafından, suya atılan şiirlerin balıklar tarafından ve elde kalan şiirlerin de insanlar tarafından okunduğuna inanır.

Yunus Emre’nin Türkçesi
Yunus Emre, üzerinde yaşadığımız topraklarda kurulan Türk-İslam medeniyetinin önde gelen manevi mimarlarındandır. Bugün konuştuğumuz Türkçenin temellerini o atmıştır. 13. yüzyılda Anadolu’da Türkçenin bir edebiyat dili olması yolunda ilk ve en önemli çaba Yunus’a aittir. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında din ve bilim dili olarak Arapça; edebiyat dili olarak da Farsça kullanılıyordu. Bu dönemde Farsça saray dili hâline getirilmişti. Yunus ve onun yolundan giden şairler, Türkçeden yana tavır koyarak Türkçe yazmışlar, Türkçe söylemişlerdir.
İşte, Yunus’u Yunus yapan en önemli özelliklerinden birisi bu Türkçeciliğidir; Türkçeyi sanatkârane bir dehayla kullanmasıdır. Türkçeyi büyüleyici bir üslupla şiirleştirmek ona nasip olmuştur. Yunus, dil ve ifade bakımından Türk milleti ile bütünleşmiş bir şairdir; o, milletinin iman ve duygu dünyasını Türk diliyle ölümsüz bir mesaj hâline getirmiştir. Yunus’un zamanları aşarak günümüze kadar gelmesi ve her kesimden insanımıza hitap edebilmesindeki sır burada aranmalıdır.
Yunus’tan önce veya onunla aynı dönemde Anadolu Türkçesiyle şiir yazan şairler vardır. Ahmet Fakih, Şeyyad Hamza ve Dehhani Türkçe yazan şairlerdir. Mevlana ve oğlu Sultan Veled de bazı Türkçe şiirler kaleme almışlardır. Fakat bunların hiçbiri Yunus’un yaptığını başaramamıştır. Yunus, denilebilir ki, Türkçenin kurucu sudur. O, bu topraklar üzerinde dilden bir mimari yapı kurmuştur. Süleymaniye taştan bir anıtsa Yunus’un ilahileri de sesten bir anıttır. Bilelim veya bilmeyelim, biz milletçe bu sesten anıtın içinde yaşıyoruz, onun altında soluk alıp veriyoruz. Yunus, Türk diline ruhunun derinliklerinden öylesine üflemiştir ve onu canlandırmıştır ki, Türkçe kıyamete kadar diri kalacak bir enerjiyle yüklenmiştir.
Yunus Emre’nin kullandığı dil sadedir fakat o dönemin Türkçesinde var olan ve halk tarafından da kullanılan Arapça ve Farsça kelimeleri de kullanmıştır. İslamiyet yoluyla Türkçeye giren Arapça kelimelerle aynı medeniyet dairesi içinde bulunmak hasebiyle Farsçadan Türkçeye geçen kelimeleri halk Türkçeleştiriyor ve öyle kullanıyordu. Yunus’un şiirlerine bakıldığında Arapça ve Farsça asıllı kelimelerin Türkçenin ses sistemine nasıl uyarlandığı görülür. Yani, Yunus kullandığı dil itibarıyla halktan bir milim bile ayrılmamıştır. Onun şiirlerindeki kelimeler, insanların da günlük hayatlarında kullandıkları kelimelerdir.
Bugün artık kullanılmayan, unutulmuş bazı arkaik kelimelerin Yunus’un şiirlerinde yer aldığını görüyoruz. Mesela, “arkuru, ög, ayruk, bezek, kezek, uçmak, sınuk, kiçi, iye, yazuk…” gibi kelimeleri şiirlerinde sıkça kullanmıştır.
Nihat Sami Banarlı, Yunus’un dilini şöyle değerlendirmektedir:
“Yunus Emre’ye kadar, üç milletin üzerinde asırlarca işlediği Acem lisanı (Farsça) bile vahdet-i vücut inanışını Yunus kadar kolay söyleyememiştir. Hiçbir yapmacığı olmayan, âdeta sanat kaygısı ile söylenmiyormuş gibi sade ve külfetsiz bir lisanla söylenen Yunus’un şiirlerine hemen bütün tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir.
Yunus’ta, tasavvufun söylenmesi güç heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi zevkle görülür. Bu su, denilebilir ki, Yunus’un güzel, musiki dolu, saf ve temiz Türkçesidir. Bu öyle bir sudur ki, bulunduğu kap sarsılıp onu çağıldatan şairin ruhundaki fırtınalar arttıkça daha çok berraklaşır.
Allah sevgisini, insandaki Allah’ı; her varlıkta Allah diyen bir ifade bulunduğunu söyler ve Tanrı’sına varamamak endişesiyle yandığı zamanlardaki acısını haykırırken Yunus, âdeta eskiden söylenmiş şiirleri hatırlatıyor ve onları tekrarlıyormuşçasına şiiri kolay söylemiştir.
Böylelikle, Anadolu’da XIII. asırda başlayan ve bir daha yerini hiçbir yabancı dile bırakmayan Türkçenin bu kati zaferinde Yunus Emre’nin aziz hizmeti vardır. Ancak, Yunus Emre Türkçesi, bazılarının yanlış söyledikleri gibi bir özTürkçe değildir. Bu dil, ortak İslam medeniyeti içinde öteden beri gelişmeye başlamış ve bu ortak medeniyet dillerinden Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İslami Türk Dili’dir. Türk milleti, bilhassa Anadolu ve Balkanlar Türkiye’sinde her türlü yabancı menşeli kelimeleri Yunus Emre asrından bu yana, büyük bir temsil kudretiyle Türkçeleştirmiş; bunların pek çoğunu kendi dilinin söyleyiş inceliklerine uydurarak Türkçe sözler hâline getirmiştir.”
Yunus, Türkçenin zaferidir vesselam.

Yunus Emre’nin Şiir Anlayışı ve Edebiyatımızdaki Yeri
12. yüzyılda Türkistan’da Ahmet Yesevi ile başlayan tasavvufi şiir geleneğimiz, Anadolu’da Yunus’la sanki yeniden ve daha üstün bir şekilde yeşermiştir. Türkistan’da Ahmet Yesevi’nin “Hikmet” adı verilen şiirleri doğu Türklerinin üzerine ebedî bir güneş gibi doğarken, batı Türklerinin üzerine de “İlahi” adıyla Yunus’un sonsuz güneşi ışıyordu.
Kendisinden sonra bir “Yunus Okulu”nun doğmasına yol açan Yunus, büyük bir mutasavvıf halk şairidir; fakat o, tarzı, bilgisi, üslubu, kültürü, dili ile açıkça “ozan”, “saz şairi”, “âşık” adı verilen ve şiirlerini saz eşliğinde söyleyen diğer halk şairlerinden ayrılır.
İlahilerinde aşk anlayışını derin bir samimiyetle aksettirmiştir. Şiirleri yapmacıktan uzaktır. Sadeliği içinde insana basitmiş gibi gelen söyleyişi, aslında hiç de kolay olmayan “sehl-i mümteni” denilen bir söyleyiş zirvesidir. Kolaylık sadece görünüştedir. Hiçbir sanat kaygısı taşımıyormuş gibi kendiliğinden söylenivermiş izlenimi uyandıran bu şiirlerde, tasavvufun söylenmesi zor heyecanlarını son derece kolay ve güzel ifade etmiştir.
Yunus Emre, bu dünyaya şiir söylemek üzere gelmiş görevli bir şair olduğunun idrakindedir:
Uş yine geldim ki bunda sır sözün ayan eyleyem
Bir söz ile yeri göğü cümlesin hayran eyleyem
Yunus açık söylemekten yanadır; kapalı söylemeyi sevmez. Açık ve yalın söyleyerek sırları açığa çıkardığını ifade eder:
Bu bizden önce gelenler manayı pinhan dediler
Ben anadan doğmuş gibi geldim ki uryan eyleyem
Yunus yalnız tasavvuf edebiyatımızın değil, bütün Türk edebiyatının birkaç büyük şairinden biridir. Allah aşkını, insan sevgisini, merhamet ve müsamahayı, ölüm ve gariplik duygularını onun kadar içli, duygulu ve derin anlatan şair çok azdır. Lirik şiir tarzında dünya çapında bir dehadır. Didaktik şiirlerinde bile üstün bir lirizme ulaşan Yunus’un ustalığı, en soyut düşünceleri çok rahat bir edayla söylemesidir. Evrensel temaları, bütün insanlığı ilgilendiren büyük bir mesajı, millî dil ve şekiller içerisinde millî ve şahsi bir üslupla en güzel şekilde ifade etme başarısını göstermiştir.
Yunus Emre şiirlerinde esas olarak hece ölçüsünü kullanmıştır. Aruz ölçüsüyle yazdığı şiirleri de vardır; fakat bunlar sayıca azdır. Aruzla ve heceyle yazdığı şiirlerinden çoğu musammat tarzındadır. Yani beyit esasına göre yazılmıştır ve ortadan kafiyelidirler; beyitler ortadan bölündüğü zaman dörtlük olurlar. Kafiye konusunda Yunus’un çok titiz olduğu, özen gösterdiği söylenemez. Bazı şiirlerin kafiyelerinin bozulduğu görülmektedir. Bazı şiirler de sadece rediflerle yazılmıştır.
Risalet’ün-Nushiye ve Divan olmak üzere Yunus’un iki eseri vardır. Şiir sanatını, estetik ilgilerini ve düşünce dünyasını asıl Divan’ında bulabiliyoruz. Kendisi daha hayattayken şiirlerinin bir araya getirilip Divan’ının oluşturulduğunu öğreniyoruz:
Yunus olduysa adım pes ne aceb
Okuyalar defter ü divanımı
Fakat bugün elimizde Yunus zamanından kalma bir divan yazması yoktur. Eğer Yunus tarafından tanzim edilen bir nüsha bugüne dek gelmiş olsaydı, daha sonraki yüzyıllarda başka Yunuslara ait olan şiirler Yunus Emre’ninkilerle karışmayacaktı. Çünkü daha sonraki yüzyıllarda yaşayan Yunus ya da Yunuslara ait şiirler Yunus Emre’nin şiirleri ile karışmıştır.
Türkiye’de Yunus Emre üzerine en kapsamlı araştırmaları yapmış olan Mustafa Tatcı’nın hazırladığı Yunus Emre Divanı’nda 417 şiir bulunmaktadır. Tatcı başka Yunuslara ait olan şiirleri bu divana almamıştır.
Risalet’ün-Nushiye mesnevi şeklinde yazılmış tasavvufi bir nasihatnamedir. 600 beyitten meydana gelen eser didaktik olduğu için şiiriyet düşüktür. Mesnevinin konusu insan-ı kâmil olma yolunda yaşanılan manevi yolculuk ve bu yolculukta yaşananlardır.
Onun şiirlerinde en çok ilahî aşk, din, ahlak, gurbet, ölüm, fânilik ve tabiat temaları işlenmiştir. Şiirde bitmeyen bir arayış içindedir; bu sebeple daima yeni kalmanın sırrını bulmuştur:
Her dem yeni doğarız
Bizden kim usanası
Her okunduğunda yeni okunuyormuş gibi bir izlenim vermek öyle her şairin harcı değildir; bu Yunus ve Yunus gibi gerçek şairlere has bir özelliktir. Yunus ufkumuzda her dem doğmaya devam ediyor…

Seçme Şiirler

Sensiz Yola Girer İsem
Sensiz yola girer isem çarem yok adım atmaya
Gövdemde kuvvetim sensin başım götürüp gitmeye
Gönlüm canım aklım dilim senin ile karar eder
Can kanadı açık gerek uçuban dosta gitmeye
Kendiliğinden geçeni doğan eder maşuk anı
Ördeğe kekliğe salar sürü irüben tutmaya
Bin Hamzaca kuvvet vermiş kadir Çalap aşk erine
Dağları yolundan ırar kasteder dosta gitmeye
Yüz bin Ferhad külüng alıp kazar dağlar bünyadını
Kayalar kesip yol eder ab-ı hayat akıtmaya
Ab-ı hayatın çeşmesi âşıkların visalidir
Sohbeti aşk ile eder susamışları yakmaya
Âşık mı derim ben ona Tanrı’nın uçmağın seve
Uçmak dahi tuzak imiş mümin canların tutmaya
Âşık olan miskin olur Hak yoluna teslim olur
Her ne dersen boyun tutar çare yok gönül yıkmaya
Bildik gelenler geçtiler gördük konanlar göçtüler
Aşk şarabın içen canlar uymaz göçmeye konmaya
Tutulmadı Yunus canı geçti tamudan uçmaktan
Yola düşüp dosta gider ol aslına ulaşmaya

Aşktan Dava Kılan Kişi
Aşktan dava kılan kişi hiç anmaya hırs u hevâ
Aşk evine girenlere ayruk ne meyl ü ne vefa
Gerçek âşık olan kişi anmaya dünya ahiret
Âşık değildir ol kişi yürüye izzeti kova
İzzet ü erkân kamusu bunlardır dünya sevgisi
Aşktan haber eyitmesin kim dünya izzetin seve
Diliyile aşk diyenler bilmezler aşk neydüğini
Benim cevabım sen eyit aşka izzet midir bahâ
Her kim izzetten geçmedi âşıklık bühtandır ona
Hergiz girdiği yok-durur aşk ile izzet bir eve
Bu cümle âşık olanlar aşk ile geldiler yola
Müşahedeye gark olan düşmeyiserdir ol ağa
Yunus’a âşık deyiben zinhar özenip gelmenüz
Çok bezirgân ziyan eder varıcağız uzun yola

Bir Kez Yüzün Gören Kişi
Bir kez yüzün gören kişi ömrünce hiç unutmaya
Tesbihi sensin dilinde artık nesne eyitmeye
Taata duran zahidin gözleri seni görürse
Tesbihini unutup ol ayruk secde de etmeye
Ağzına şeker aluban gözleri sana tuş olan
Unuta ol şekerini ayruk çiğneyip yutmaya
Ben seni sevdiğim için eğer bahâ derler ise
İki cihan mülkün verem dahı bahâsı yetmeye
İki cihan dopdolu bağ u bostan olursa
Senin kokundan iyi gül bostan içinde bitmeye
Gül ü reyhanın kokusu âşıklara maşuk yeter
Âşık olanın maşuku hergiz önünden gitmeye
İsrafil surun urıcak mahlukat duru gelicek
Senin ününden artık hiç kulağım işitmeye
Zühre yere inübeni sazın nüvaht eyler ise
Âşıkın işreti sensiz gözü ol yana gitmeye
Ne iderler hanümanı ya sensiz iki cihanı
İki cihan feda sana kimseler güman tutmaya
Sekiz uçmağın hurisi eğer bezenip geleler
Senin sevginden özgeyi gönlüm hiç kabul etmeye
Bu dünyada ne ola kim ahirette ol olmaya
Hur ile gılman gelicek âşık elin uzatmaya
Yunus seni seveliden beşaret oldu canına
Her dem yeni dirliktedir hergiz ömrün eskitmeye

İki Cihan Zindan İse
İki cihan zindan ise gerek bana bostan ola
Ayruk bana ne gam gussa çün inayet dosttan ola
Varam ol dosta kul olam hem açıluban gül olam
Hem ötüben bülbül olam durağım gülistan ola
Dost yüzünü gördü gözüm erenlere toprak yüzüm
Söz anlayana bu sözüm gerek şekeristan ola
Her davadan geçen kişi dosttan yana uçan kişi
Aşk şarabın içen kişi geh esrik geh mestan ola
Sensiz iki cihan benim zindan görünür gözüme
Senin aşkınla bilişen gerek hasu’l-has’tan ola
Aşka doyamadı özüm gensizin açıldı razım
Yunus senin işbu sözün âlemlere destan ola

Aşk Eteğin Tutmak Gerek
Aşk eteğin tutmak gerek akıbet zeval olmaya
Aşktan okusan bir elif kimseden sual olmaya
Aşk dediğin bilir isen aşka candan uyar isen
Aşk yoluna candır feda ona feda mal olmaya
Asılzadeler nişanın eğer bilmek diler isen
Özü oğlan da olursa sözünde vebal olmaya
Ariflerden nişan budur her gönülde hazır ola
Kendiyi teslim eyleye sözde kıyl ü kal olmaya
Görmez misin sen arıyı her bir çiçekten bal eder
Sinek ile pervanenin yuvasında bal olmaya
Dürr ü cevher ister isen ariflere hizmet eyle
Cahil bin söz söyler ise manada miskal olmaya
Miskin Yunus zehr-i katil aşk elinde tiryak olur
İlm ü amel zühd ü taat bes aşksız helal olmaya

Ey Âşıklar
Ey âşıklar ey âşıklar aşk mezhebi dindir bana
Gördü gözüm dost yüzünü yas kamu düğündür bana
Senden sana varır yolum herdem seni söyler dilim
Allah sana ermez elim bu hikmete kaldım tana
Ayruk bana ben demeyem kimseneye sen demeyem
Bu kul o sultan diyemem işitenler kala dona
Dost aşka ulaşalıdan dünya ahiret bir oldu
Ezel ebed sorar isen dün ile bugündür bana
Ayruk bize yas olmaya hiç gönlümüz pas olmaya
Hak’tan gelen görklü avaz ondan gelen ündür bana
Ben aşkından ayrılmayam dergâhından sürülmeyem
Eğer benden giderisem senin ile varam sana
Ol dost beni veribidi var bu dünyayı gör dedi
Geldim gördüm hoş ârayiş seni seven kanmaz ana
Kullarına va’deyledi yarın uçmak verem dedi
Ol dostların sevindiği yarınım bugündür bana
Yunus seni din edindi din nedir iman edindi
Aşka bugün yarın n’olur işi nedir önden sona

Ey Padişah Ey Padişah
Ey padişah ey padişah uş ben beni verdim sana
Genc ü hazinem kamusu sensin benim önden sona
Evvel dahi bu akl u can senin ile asıl mekân
Ahirete sensin mekân anda varam senden yana
Bu ah ile bu zar ile bu hikmeti kim ne bile
Bilse dahi gelmez dile tuttum yüzüm senden yana
Sensin bana can u cihan sensin bana genc-i nihan
Senden durur assı ziyan ne iş gele benden bana
Yunus sana tuttu yüzün unuttu cümle kendözün
Cümle sana söyler sözün sensin söz söyleten bana

Anmaz mısın Sen Şol Günü
Anmaz mısın sen şol günü cümle âlem hayran ola
Nidesini bilemeyip bî-hod u ser-gerdân ola
İsrafil surunu ura hep mahlukat yerden dura
Dirilüben haşre vara kadı anda Sübhan ola
Zebaniler çeke tuta ilete tamuya ata
Deri yana sünük tüte katı ulu efgan ola
Mâlik çağıra tamuya çekip meydana getire
Hak korkusundan tamuda titreyüben figan ola
Dağlar yerinden ırıla gökler heybetten yarıla
Yıdızlar bağı kırıla düşe yere galtan ola
Yazuklarımız tartıla anca perdeler yırtıla
Bilmediğin günahların anda sana ayan ola
Yunus eydür işbu sözü erenlere toprak yüzü
Diler Hakk’ı göre gözü hem inayet ondan ola

Aceb Ne Nesnedir
Aceb aceb ne nesnedir bu dert ile firak bana
Canımı sarhoş eyledi aşk ağusu tiryak bana
Kimin ki renci var ise derdine derman istesin
Kesti benim bu rencimi derman oldu bu dert bana
Aşk oduna yan der isen gönüllere gir der isen
Karanular aydın ola ne kandil ü çerak bana
Gökten inen dört kitabı günde bin kez okur isen
Erenlere münkir isen Didar ırak senden yana
Miskin Yunus erenlere tekebbür olma toprak ol
Topraktan biter küllisi gülistandır toprak bana

Ol Kişinin Yoktur Yâri
Ol kişinin yoktur yâri işbu cihan zindan ona
Demesin kim ben şâdiyem ya şâdilik nerden ona
Şeddâd yaptı uçmağını girmeden aldı canını
Bir dem aman verdirmedi yedi iklim tutan ona
Demesin kim Müslümanım Çalap emrine fermanım
Tutmaz ise Hak sözünü fayda yoktur dinden ona
Eyitmesin çün gün doğar etim tenim üşütmeye
Çün vücudun delik değil şule ermez günden ona
Ol kişi kim sağır-durur söyleme Hak sözün ona
Ger derisen zayi olur nasib yoktur sözden ona
Ol kişi kim yol eridir garib gönüller yâridir
Bir söz diyem tutar ise yeğdir şeker baldan ona
Yunus senin kulun durur belli bilirsin sen onu
Ko söyleyenler söylesin ne yapışır dilden ona

Benim Ol Aşk Bahrisi
Benim ol aşk bahrisi denizler hayran bana
Derya benim katremdir zerreler umman bana
Kafdağı zerrem değil ay u güneş bana kul
Hak’tır aslım şek değil mürşittir Kur’an bana
Çün dosta gider yolum mülk-i ezeldir ilim
Hak’tan söyler bu dilim ne kul ne sultan bana
Yok iken ol bârigâh var idi ol padişah
Ah bu aşk elinden ah derd oldu derman bana
Âdem yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi sayvan bana
Yaratıldı Mustafa yüzü gül gönlü safa
Ol kıldı bize vefa ondandır ihsan bana
Aşk dilin bilmeyen ya delidir ya dehri
Ben kuş dilin bilirim söyler Süleyman bana
Yunus Emre’m bu yolda eksikliğin bildirir
Divane olmuş çağırır dervişlik bühtan bana

Acep Bu Benim Canım
Acep bu benim canım azad ola mı ya Rab
Yoksa yedi tamuda bana kala mı ya Rab
Acep bu benim hâlim yer altında ahvâlim
Varıp yatacak yerim akrep dola mı ya Rab
Can hulkuma geldikte Azrail’i gördükte
Ya canımı aldıkta âsan ola mı ya Rab
Dar oldu bana düzler, gece ile gündüzler
Dünyaya bakan gözler didar göre mi ya Rab
Yunus kabre vardıkta Münker Nekir geldikte
Bize sual ettikte dilim döne mi ya Rab

Sen Bu Cihan Mülkünü
Sen bu cihan mülkünü Kaf’tan Kaf’a tuttun tut
Ya bu âlem malını oynayıban uttun tut
Süleyman’ın tahtına şad olup oturdun bil
Dive periye düpdüz hükümleri ettin tut
Firavun hazinesin Nuşirevan genciyle
Karun malını dahi sen malına kattın tut
Bu dünya bir lokmadır ağzında çiğnenmiş bil
Çiğnenmişse ne tutmak ha sen onu yuttun tut
Ömrün senin ok gibi yay içinde dopdolu
Dolmuş oka ne durmak ha sen onu attın tut
Her bir nefes kim gelir keseden ömr eksilir
Çün kese ortalandı sen onu tükettin tut
Çün denize gark oldun boğazına geldi su
Deli gibi talbınma ey biçare battın tut
Ahir bir gün ölürsün ölüm vardır bilirsin
Kamulardan ayrılıp varıp sinde yattın tut
Yüzyıllar hoşluk ile ömrün olursa Yunus
Son ucu bir nefestir sen onu da öttün tut

Niteliğim Soran
Niteliğim soran işit hikâyet
Su vü toprak od u yel oldu suret
Dört muhalif nesneden dört duvarın
Sazıkâr eyledi verdi keramet
Yel ile toprağı kıldı muallak
Su içinde odu tuttu selamet
Rızk-ı ömrü tamam eyledi henüz
Şeş cihet olmadan tuttuğu kisvet
Baki tertiplerimi şerh edeyim
İnayet mevcudu sem u basâret
Aklımın haberi bugünkü değil
Onu er derisen evvelki ayet
Sual cevap kelecisi buna değindir
Bundan böyle cihanım bî-nihayet
Yunus ile bu ne denli nasibim
Gönül dost durağı dilim şehadet

Aşk İmamdır Bize
Aşk imamdır bize gönül cemaat
Kıblemiz dost yüzü daimdir salat
Dost yüzün göricek şirk yağmalandı
Anınçün kapıda kaldı şeriat
Gönül secde kılar dost mihrabında
Yüzün yere vurup kılar münacat
Münacat gibi vakt olmaz arada
Kim ola dost ile bu demde halvet
Şeriat eydür sakın şartı bırakma
Şart ol kişiye kim ede hiyanet
Erenler nefesidir devletimiz
Onunla fitneden olduk selamet
“Beli” kavlin dedik evvelki demde
Henüz bir demdir ol vakt ü bu saat
Derildi beşimiz bir vakte geldi
Beşi bir eyleyip kim kıla taat
Biz kimse dinine hilaf demeziz
Din tamam olıcak doğar muhabbet
Doğruluk bekleyen dost kapısında
Gümansız ol bulur ilahî devlet
Yunus ol kapıda kemine kuldur
Ezelden ebede dektir bu izzet

Gideridim Ben Yol Sıra
Gideridim ben yol sıra yavlak uzamış bir ağaç
Böyle latif böyle şirin gönlüm eydür birkaç sır aç
Böyl’uzamak ne manadır çünkü bu dünya fânidir
Bu fuzulluk nişanıdır gel beri miskinliğe geç
Böyle latif bezenüben böyle şirin düzeniben
Gönül Hakk’a uzayıben dilek nedir neye muhtaç
Ağaç karır devran döner kuş budağa bir kez konar
Dahi sana kuş konmamış ne güvercin ne hod turaç
Bir gün sana zeval ere yüce kaddin ine yere
Budakların oda gire kaynaya kazan kıza saç
Yunus Emre sen bir nice eksikliğin yüz bin anca
Kur’ağaca yol sorunca teferrüçle yoluna geç

Dün Gider Gündüz Gelir
Dün gider gündüz gelir gör nicesi uz gelir
Padişah hükmü ile âleme dümdüz gelir
Karanuluk sürülür âlem münevver olur
Karanuluk yerine nur ile gündüz gelir
Bir bakgil sağa sola dağılma değme yola
Kudret bağından sana gör nice avaz gelir
Söz ıssı sözün alır suret toprakta kalır
Her kim bu hâli bilir kendözünden vazgelir
Kuş hod yumurta idi yuva hod perde idi
Ün hod kudret ünidür bilmeyene kaz gelir
Dinle sözüm manasın anlayayım der isen
Arifin kulağına kudret ünü tiz gelir
Aşk benliğim iletti akıl dört yana gitti
Yunus’a yükü yetti bilmeyene az gelir

Ey Beni Ayıplayan
Ey beni ayıplayan gel beni aşktan kurtar
Elinden gelmez ise söyleme fâsid haber
Hiç kimsene kendinden hâlden hâle gelmedi
Cümlemizin hâlini maşuk eder mukarrer
Âşıkların her hâli maşuk katında biter
Sözün var ona söyle benim elimde ne var
Her kim aşk kadehinden bir zerre içti ise
Ona ne yad ne biliş ona ne’srik ne humar
Dost yüzünden nikâbı her kim giderdi ise
Hicap kalmadı ona ayruk ne hayr u ne şer
Şeriat edebinden korkaram söylemeye
Yoksa eydeyim sana dahi ayrıksı haber
Yunus ölürse ne gam aşk içinde gardaşlar
Aşk yoluna uyanan maşuk burcundan doğar

Bir Kişiye Söyle Sözü
Bir kişiden sorgıl haber kim manadan haberi var
Bir kişiye ver gönlünü canında aşk eseri var
Şunun kim dışı hoş-durur bilin kim içi boş-durur
Dün gün öter baykuş-durur sanma bütün duvarı var
Bir devlengeç yuva yapar yürür elden yavru kapar
Doğan ileyinden sapar zir’elinde murdarı var
Yoktur doğanla birliği ve Hakk’a layık dirliği
Şol kişiden um erliği onun safa nazarı var
Suret ile çoktur âdem değmesinde yoktur kadem

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/yunus-emre/yunus-emre-den-secmeler-69428347/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
Yunus Emre`den Seçmeler Yunus Emre
Yunus Emre`den Seçmeler

Yunus Emre

Тип: электронная книга

Жанр: Стихи и поэзия

Язык: на турецком языке

Издательство: Elips Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Türk kültürünün yetiştirdiği ve edebiyatımızın en önemli şahsiyetlerindendir Yunus Emre. Onun Türkçemizi sanat dili yapma yolundaki çabası şüphesiz ki yadsınamaz. 13. yüzyılda Anadolu coğrafyasında Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza gibi şairlerle Türkçe şiirler yazmış ve beslendiği bu topraklardan Balkanlara dek pek çok yerde Türk milleti ile bütünleşmiştir. Sizlere sunulan Yunus Emre’den Seçmeler adlı bu kitapta onun şiir dünyasını daha yakından tanıyacak ve asırların mirası olan dizelerinde şiir zevkini tadacaksınız. Canını aşk yoluna vermeyen âşık mıdır? / Cehd eyleyip ol dosta ermeyen âşık mıdır?… / Çıktım erik dalına anda yedim üzümü / Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu

  • Добавить отзыв