Melankolinin kısa anatomisi

Melankolinin kısa anatomisi
Robert Burton
Bu kitap, sıradan bir melankoli incelemesi ya da melankolinin sebepleri, belirtileri ve tedavilerini derleyen tıbbi bir çalışma değildir. Antik dönemlerden Rönesans’a kadar insan davranışlarının nasıl yorumlandığına kapsamlı bir bakıştır, döneminin felsefi ve fizyolojik fikirlerinin bir araya getirildiği önemli bir derlemedir.

Burton’ın incelikli üslubu ve akıcı diliyle kaleme aldığı bu inceleme hem kendinize hem de dünyaya bakışınızı değiştirecek.

Haftanın, yılın ya da yüzyılın değil, tüm zamanların en iyisi demek istiyorum. Neden mi? Çünkü bu kitap tüm zamanların en iyisi.
– Nicolas Lezard, The Guardian

Modern yazarların çoğu beni yoruyor ama Burton öyle değil. Konuşur gibi yazıyor, çok bilgili ama tepeden bakmıyor ve bir kez başladı mı durması çok zor. O, aynı zamanda bir mizah yazarı; “mizahçı” diye anılmamasına bakmayın. İngiliz ironisinin iyi bir örneği olan Melankolinin Anatomisi, dünyanın en iyi mizah kitaplarından biri.
– Anthony Burgess
İngiliz düzyazısının en parlak günlerinin en iyi metni.
– Lewellyn Pawys (Yazar)

Robert Burton
Melankolinin Kısa Anatomisi

Yazar Hakkında
Robert Burton 8 Şubat 1576’da, Lindley, Leicestershire’da Ralph ve Dorothy Burton’ın çocuğu olarak dünyaya geldi. Öğrenimine Warwickshire’da başladı. On yedi yaşına geldiğinde Brazen Nose Koleji’ne gönderildi, burada mantık ve felsefe öğrenimi gördü. 1599’da kiliseye öğrenci olarak kabul edildi ve böylece din adamlığı yolundaki ilk adımını atmış oldu.


Öğrencilik yıllarında pek çok farklı konuda çalıştı ve bu çalışmalar ilerleyen zamanlarda başlayacağı melankoli araştırmasına temel oluşturdu. 1616’da papaz yardımcısı, 1630’da ise papaz olan Burton aslında bir matematikçiydi ve astroloji çalışmalarıyla da yakından ilgiliydi.
Sessiz sakin yaşamının boş zamanlarını büyük düşünürlerin sözlerini araştırmaya ayırırken insanlardan da uzaklaşmamış; neşeli, çocuksu ve esprili karakteriyle çevresinde de sevilen biri olmuştur.
1606 yılında ilk eseri Philosophaster’ı yazmaya başladı. Tiyatro türündeki bu eser 1615’te tamamlandı ve 1618’de Oxford öğrencileri tarafından sahnelendi. Bunun öncesinde Alba adlı bir oyun daha yazdığı düşünülse de bu kesin değildir ve bu metin bulunamamıştır.
Başyapıtı Melankolinin Anatomisi’ni ise 1621’de tamamladı. Yaklaşık yarım milyon sözcükten oluşan ve 8.000 dipnotu bulunan bu kitap, o günden bu yana pek çok dile çevrildi, farklı şekillerde basılmaya ve dünyanın dört bir yanındaki okurlara ulaşmaya devam etti.
Melankolinin Anatomisi, yazıldığı 17. yüzyılda da adını duyurmuş ve dikkat çekmişti. 18. Yüzyılda ise sözlükbilimci ve yazar Samuel Johnson[1 - Yazarın tek romanı Habeşistan Prensi Rasselas’ın Öyküsü, yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır.]’ın bu kitabın en sevdiği kitap olduğunu söylemesi ve Laurence Sterne’in Tristram Shandy Beyefendi’nin Hayatı adlı eserinde göndermeler yapması kitabın ününün artmasını sağlamıştır.
Jorge Luis Borges’in ünlü Babil Kitaplığı öyküsüne bu kitaptan bir alıntıyla başlaması da eserin edebiyat çevrelerinde yarattığı etkinin görülebilmesi açısından önemli bir detaydır.
Burton, hayatının büyük bir kısmını bu kitabı tamamlamaya adamıştı. Yazmayı bitirdikten sonra sürekli düzeltmeye ve eklemeler yapmaya devam etmiş; ölümünden sonra ise kitapta yapılacak değişiklikler konusunda aldığı notlar bulunmuştu. İntihar ettiği söylense de gerçek ölüm sebebinin ne olduğu bilinmemektedir.

Yayıncının Notu
Melankolinin Anatomisi (The Anatomy of Melancholy) ilk kez 1621’de yayımlanmıştır. Robert Burton, melankoli konusundaki araştırmaları sonucunda derlediği tüm bilgi ve fikirleri bu kitapta toplamıştır. Yaşamı boyunca kitabına yeni şeyler eklemeye devam etmiş ve böylece 1621’deki ilk baskıdan sonra kitabın gözden geçirilmiş ve genişletilmiş beş ayrı baskısı daha ortaya çıkmıştır.
Kitap, (bugün depresyon dediğimiz) melankolinin nedenlerinin bilimsel bir incelemesi gibi görünür. Ancak periler, goblinler, güzel kadınlar, faydalı ve zararlı et çeşitleri, tanrılar, şeytanlar, kötü ruhlar, yaşlılık, cadılar, kalıtım, şairler, içkiler, beslenme düzeni ve aşk gibi daha pek çok konuya değinir.
Vücutta “kara safra”nın fazlalığından ileri gelen melankoli, hem Burton hem de o tarihe kadar konuyu inceleyen diğer düşünürlere göre yakıcı tutkuların, büyük aşk acılarının, aşırı dindarlığın, çılgınlığın ve bunlara benzer durumların gerçek kaynağıdır. Yazarın kendisi de melankoliden mustariptir ve dahası, melankolisinden kurtulmak için bu çalışmaya başlar. Çünkü ona göre melankolinin en büyük sebebi aylaklık, en iyi çaresi ise çalışmaktır.
Melankolinin Anatomisi hem bilimsel hem de felsefi bir çalışmadır. Burton, melankolinin yanı sıra daha pek çok konuya bu kitapta yer vermiş; psikolojiden fizyolojiye, astronomiden meteorolojiye çeşitli bilim dallarından yararlanmıştır. “Nevi şahsına münhasır” bu eserin sınıflandırılması yahut benzerinin bulunması pek mümkün değildir.
Başlangıçta dokuz yüz olan sayfa sayısı, Burton’ın kitabı her gözden geçirişinde biraz daha artmıştır. Üç ana bölümden oluşan kitabın ilk bölümü melankolinin doğası, belirtileri ve nedenlerini ele alır. İkinci bölüm melankolinin nasıl tedavi edilebileceğinden söz ederken üçüncü bölüm aşk melankolisine odaklanır. Yazar aşk melankolisini ustalıkla ele alırken dünyanın en büyük aşk hikâyelerinden örnekler verir ve psikolojik sorunlara modern yaklaşımlar ortaya koyar.
Burton, 17. yüzyılda kütüphanede bulabildiği 1500 kadar klasik eseri inceleyerek derlediği bu kitaba kendi adını Demokritos Junior olarak yazar. “Gülen filozof” Demokritos’a yaptığı bu gönderme bazı eleştirmenlere göre kitabın mizahi yönünü gösteren detaylardan yalnızca biridir.


Burton bu kapsamlı derlemesini akıcı ve anlaşılır bir dille okuruna sunar. Yazarın incelikli üslubu eleştirmenler ve aradan geçen 400’den fazla yıl boyunca da okurlar tarafından çok sevilmiştir. Kitap, başlangıçta biraz karışık gibi görünse de yazarın üslubuna alıştıktan sonra sayfalar arasında kaybolup gideceksiniz. Bu baskıda siz okurlarımıza kitabın sadeleştirilmiş ve kısaltılmış halini sunuyoruz. Burton’ı çok sever ve daha fazlasını okumak isterseniz, Aylak Adam Yayınları tarafından fasiküller halinde yayımlanmakta olan Melankolinin Anatomisi’ni (Çev: Merve Tokmakçıoğlu) tavsiye ederiz.

1
Melankoli Meselesi Üzerine
Melankoli[2 - Melankoli, sözcük anlamı ile “Kara Sevda”. 19. yüzyıla dek duyguların, vücudun salgıladığı sıvıların etkisi olduğuna inanılırdı. Melankoli hem bir duygusal durumdu hem de bu sıvılardan biriydi. (ç.n.)] hususunda konuya geniş yer vermiş Montanus’un, Prosper Calenus’un, Capivaccius’un, Bright ve Ficinus’un eserlerinde ve tezlerinde, Cardan’ın Contradictions[3 - Çelişkiler.]’ında ve Valesius’un Controversies[4 - Münakaşalar.]’inde okuyabileceğiniz üzere, İbn-i Sina ve Galen arasında uzlaşmazlık vardır. Jacchinus’un “Bu akışkan maddenin ne olduğu veya nereden geldiği, bedende nasıl üretildiği ne Galen ne de diğer eski yazarlar tarafından yeterince ele alınmıştır,” şeklindeki kanaatine yeni nesil düşünürler itiraz ederler. Montanus, Consultation[5 - İstişareler.] adlı kitabında melankolinin ya maddesel olduğunu ya da bir madde olmadığını söyler; Arculanus da eserlerinde aynı şeyi yapmıştır. Önceden beri bahsedilegelmiş dört vücut sıvısından biri olan bu doğal madde; maddesel olmayan, tesadüfi, doğuştan gelmeyip sonradan edinilen, ihtiyaç duyulmayan, tabiata aykırı ve yapaydır; Saksonyalı Hercules onun yalnızca ruhları[6 - Orijinal metinde Spirit. 17. yüzyılda iki tür ruha inanılıyordu. İlki Tanrı’nın Adem’e üflediği, insana bilinç veren ruhtu. İkincisi, beyinle kasların iletişimini sağladığı sanılan esrarengiz, akışkan bir maddeydi ve hayvansal ruh diye de anılırdı. Burada sözcük ikinci anlamıyla kullanılıyor. (ç.n.)] mesken tuttuğunu; nemlilik, kuruluk, soğukluk ve sıcaklık gibi düzensiz durumlardan kaynaklandığını, maddi olmadığını, beyni ve onun işlevlerini değiştirdiğini iddia eder. Paracelcus bedeni dört sıvıya ve dört tabiata ayıran teorileri reddeder, hatta alaya alır fakat Galenist düşünürlerin çoğu bu teorileri onaylarlar ve Montanus’un yukarıda bahsedilen fikirlerine destek verirler.
Melankoli denen madde ya sadedir ya da başka maddelerle karışmıştır; miktarı ve içeriğine göre tesiri azalıp çoğalır, miktarı ve içeriği de hangi organa (beyne, dalağa, bağırsak toplardamarlarına, kalbe, rahme veya mideye) yerleştiğine göre, bu organlardaki vücut sıvılarının, yani tabii olmayan dört karanlık özsuyun kendi aralarında nasıl karıştığına göre değişir. Eğer soğuk ve kuru tabiatlı olan doğal melankoli maddesi vücutta fazlaysa “Vücut buna dayanamayarak melankoliyi seyreltmek zorunda kalır,” der Faventius “ve melankoli hastalıklı bir hâl alır.’’ Böylece diğer tür, yani doğal olmayan melankoli (ister sarı safradan üretilmiş olsun ister kandan) doğal melankoliye benzer etkiler yaratır ve Montaltus’a göre, vücut sıvılarının yanmasından kaynaklanıyorsa, sıcak ve kuru tabiatlıdır. Melankoli maddesinin dört vücut sıvısının hepsi birden kullanılarak mı üretildiği, rengi ve yapısının nasıl olduğu konusunda düşünürlerin farklı görüşleri olduğunu söyleyebilirim. Galen’e göre melankolinin üretilmesi için üç vücut sıvısı yeterlidir, balgam yani salya bu senteze katılmaz. Valesius ve Menardus, ayrıca Fuchsius, Montaltus ve Montanus da bu hususta Galen’i kayıtsız şartsız desteklerler. “Beyaz renkteki salya nasıl siyaha dönebilir ki?” diye sorarlar. Ancak Cardan ile de Melancholia adlı eserinde Saksonyalı Hercules zıt kutupta yer alırlar (yani melankolinin, nadiren de olsa, salyadan da sentezlenebileceğini söylerler). Guianerius, Laurentius ve Wecker aynı taraftadırlar, Melancthon de Anima adlı kitabının Vücut Sıvıları Üzerine bölümünde balgamdan üretilen donuk renkli melankoliye asininam ismini verir ve bu maddeyi bizzat gördüğünü söyler. Kara safradan bir tür melankoli çıkar, sarı safradan etkisi daha sert olan bir diğer tür melankoli; balgamdan donuk bir melankoli çıkar, nihayet kandan da bir melankoli çıkar ki en kalitelisi budur. Melankolilerin bazısı soğuk ve kurudur, bazısı sıcak ve kuru; maddenin tabiatı, içine hangi sıvının katılıp hangisinin katılmadığına bağlıdır. Rodericus a Fons, irin gibi önemli maddelerin yoğunlaşarak balgama dönüştüğünü, nasıl en saf şarabın bozulması ile sirke oluşur veya damıtılması ile daha saf içkiler elde edilirse balgamın da öylece safraya ve safranın da aeruginosa melancholia’ya (paslı melankoli) dönüştüğünü, ekşi ve keskin bir hâl aldığını; bu sıvının keskinliği yüzünden insan aklının kaygılı düşünceler ve hülyalar ile dolduğunu söyler. “Eğer sıvı soğuksa,” der Faventinus, “yaşlılığa dayalı unutkanlığın sebebidir ve hafif semptomlar yaratır; sıcaksa, insanları sabırsız, dizginsiz bir deliliğe meylettirir.” Capivaccius’a göre eğer beyin sıcaksa, beyindeki hayvani ruh da sıcaktır; neticesi şiddetli davranışlar ve deliliktir. Eğer beyin soğuk ise, melankoli sarhoşluk gibi bir hâle ve aptallaşmaya neden olur. Altomarus’a göre, bu karışımın rengi karışımın içeriğine, sıcak olup olmamasına bağlıdır, “bazen karadır bazen değildir.” Aynı teoriyi Malenelius, Galen’in tezlerine dayanarak ispatlar. Hipokrat, Melancholy adlı kitabında (eğer bu kitap sahiden ona aitse) durumu yanan kömüre benzetir: “Sıcakken parlar, soğukken kara görünür, işte bu sıvı da böyledir.” Melankoli maddesinin çeşitliliği, etkilerinin de çeşitliliğine neden olur. Vücut içindeyken ve henüz bozulmamışken koyu bir temkinsizliğe sebep olur, madde bozulunca birkaç günde bir tekrarlanan nöbetlere yol açar, deriye nüfuz ettiğinde cüzam yapar, uzuvlara işlediğinde iskorpit gibi bazı hastalıklar çıkartır. Zihni rahatsız ettiğinde ise çok sayıda sıvının karışmasından oluştuğu için yol açtığı delilikler ve sevdalar da türlü türlü olur.


Melankolinin Anatomisi’nin 1883 tarihli baskısından bir çizim


2
Melankolinin Tipleri veya Türleri Üzerine
İncelenen konu bu kadar karmaşık ve çeşitliyken, tartışmaların da çeşitli ve karmaşık olmasına şaşmalı mıyız? Eski ve yeni nice yazarlar melankoliden bahsederken tam bir kafa karışıklığı içindedir, delilikle melankoliyi aynı kefeye koyarlar; Heurnius, Guianerius, Gordonius, Sallustus Salvianus[7 - 16. asır sonlarında eser vermiş İtalyan asıllı doktor, gerçek adı Salustio Salviani. İsimleri Latinleştirerek yazmak o çağın Avrupa’sında yaygın bir adetti.], Jason Pratensis ve Savonarola deliliği ve melankoliyi aynı şey sayar, ikisi arasında sadece derece farkı olduğunu söylerler. Eski çağın yazarlarından Ruffus Efesius, Constantinus Africanus, Aretaeus, Aurelianus ve Paulus Aegineta melankoliyi iki farklı türe ayırırlar. Diğerleri melankolinin çok sayıda türünün olduğunu söyler ama bu türlerin ne olduğu hakkında net bilgi vermezler. Tetrabiblos yazarı Aetius böyle yapmıştır, tıpkı üçüncü kitabında İbni Sina, Rhasis adlı kitabında Arculanus ve Medicine (Tıp) adlı eserinin ilk cildinde Montanus gibi: “Eğer doğal melankoli sarı safradan geliyorsa, bu bir türdür; kandan geliyorsa bir diğer tür; kara safradan kaynaklanan melankoli, sarı safradan gelene benzemeyen bir başka türdür. Melankolinin farklı cinslerinin neye benzediği hususundaki görüşler, konuya eğilmiş insanların sayısı kadar çoktur.” Saksonyalı Hercules iki tür melankoliden bahseder, “bunlar maddesel ve maddi olmayan melankolidir; biri ruhlardan diğeri hem ruhlardan hem de vücut sıvılarından gelir.” Savonarola’ya bakılırsa melankolinin türleri sonsuz sayıdadır, Arapların mirach[8 - Arap tıbbında karın boşluğuna verilen ad. (ç.n.)] dediği yerden gelen myrachialis, mideden (stomach) gelen stomachalis. Karaciğerden, kalpten, rahimden gelen türleri de vardır; kadınların aylık kanamalarından ötürü ortaya çıkanlar da: “Bunlardan biri kanama başladığında, diğeri bitmek üzereyken oluşur.” Melancthon bu yazarı destekler: “Bu vücut sıvısının karalık derecesi ve içindeki bileşenler çeşitlidir, türleri de aynı oranda çeşitlidir.” Fakat, şahsi kanaatime göre bu düşünürler, “tür” sözcüğünü “semptom” anlamında kullanıyorlar. Arculanus bunu bizzat belirtir: Sonsuz sayıda tür, yani semptom vardır. Jo. Gorrhaeus da Medicinal Definitions (Tıbbi Tanımlar) kitabında türlerin sayısız olduğunu ama çıkış noktalarına göre; kafada, bedende ve karında oluşanlar diye üç gruba ayrılabileceğini söyler. Hipokrat, Melancholy adlı kitabında (bazıları bu kitabın bir başkasınca yazıldığından şüphelenmektedir) bu üçlü ayrımı destekler; tıpkı Galen, Alexander, Rhasis, İbni Sina ve çağdaş yazarlarımızın pek çoğu gibi. Thomas Erastus melankoliyi iki türe ayırır: Kalıcı olan, yani kafa melankolisi ve nöbetler hâlinde gelip geçen kesintili melankoli; ki bu ikincisini de iki türe ayırdığı için neticede o da aynı üçlü ayrıma ulaşmıştır. De Morbis Mulier adlı eserinde Rodericus a Castro ve De Mulierum Affectis adlı eseriyle Lod. Mercatus melankoliyi dört beş ayrı çeşide böler; rahibelerin, dulların ve yaşlı bakirelerin melankolisini diğerlerinden farklı, kendine has bir melankoli türü sayarlar. Bazılarına göre, taşkın hevesleri olanlar, dini vecd hâlindeki insanlar, cinnet getirmişler ve kurt adamlar[9 - Yazar, bu deyimle saldırgan akıl hastalarını kastetmektedir. (ç.n.)] melankolinin ayrı bir hâlini temsil ederler, aşk melankolisi çekenler taşkın hevesleri olanlara örnek gösterilir. En çok kabul gören ayrıma göre melankoli üç türdür: İlki tamamen beynin hatasıdır ki buna kafa melankolisi denir, ikincisi tüm bedendeki sempatik sinir sisteminden kaynaklanır ki o zaman bedenin tüm işleyişi melankolikleşir; üçüncüsü bağırsaklardan ve karaciğerden, dalaktan veya mesenterium denen zardan öte gelir ki buna da hipokondriyak veya gazlı melankoli denir. Laurentius bu son kategoriyi, sözü geçen üç organa ithafen, hepatik (karaciğersel), dalaksal ve meseraik melankoli diye üçe ayırır. İbni Sina’nın ilishi dediği aşk melankolisi, cucubuth dediği kurt adam hastalığı, çoğunlukla kafa melankolisine dahildir. Aynı şeye Gerardus de Solo tutkusal melankoli der; bundan ve şövalyece melankoliden, dini melankoliden, Rodericus a Castro’nun virginum et viduarum (bakirelere ve dullara özgü) dediği melankoliden ve diğer aşk melankolisi çeşitlerinden kitabın ilerleyen bölümlerinde ayrıca bahsedeceğim. Sözü geçen üç tür, bu bölümün konusu olacak; bu hastalıktan az veya çok mustarip her adamın kendini muayene ve tedavi edebilmesi için melankolinin anatomisini çıkaracak, tüm sebeplerini, semptomlarını ve şifalarını inceleyeceğim.
İtiraf etmeliyim ki melankolinin üç türünü birbirinden ayırmak güçtür, birbirine çok benzeyen ve birbiriyle sık sık karışan, bu yüzden en dikkatli hekimlerin bile birbirinden ayırmakta zorlandığı melankolilerin çok sayıdaki nedenlerini, semptomlarını ve tedavilerini tarif etmek kolay olmayacaktır; üstelik melankolinin başka hastalıklarla birlikte açığa çıkıp en deneyimli gözlemcileri bile şaşırtmak gibi bir huyu vardır. Montanus, melankoli ve caninus apetitus[10 - Bugünkü adıyla Blumia. (ç.n.)] hastalıklarına aynı anda sahip olan bir hastadan söz eder; kitabının bir diğer yerinde melankoliye ve vertigoya yakalanmış bir hastanın bahsi geçer. Julius Caesar Claudinus melankoli hastalığına böbrek taşı, gut ve sarılıkla bağlantılı olarak rastlamıştır; Trincavellius ona ateş nöbetleri, sarılık, caninus apetitus ile beraber rastlar. Çağının önemli doktorlarından Paulus Regoline, bir melankoli vakasında kendisine danışıldığında, gördüğü semptomların karışıklığı karşısında afallamış ve ne tür bir melankoliyle karşılaştığını bilememiştir. İtalya’nın ünlü doktorları Trincavellius, Fallopius ve Francazanus, aynı hastayı muayene etmiş ve üç farklı fikir sunmuşlardır. Başka bir yerde, Trincavellus görmesi istenen genç bir adamın melankolisi hakkında ne düşündüğü sorulunca hastalığın sahiden melankoli olduğunu, ancak hangi tür melankoli olduğunu bilemediğini itiraf etmiştir. Kitabında verdiği on yedinci vaka, melankolisi üzerine fikir birliğine varılamamış bir keşişe dairdir. Diğer uzmanların hastalıklı organlara ve salgılara bağladığı bu semptomları, önceden bahsettiğim gibi, Saksonyalı Hercules tümüyle, dengesiz ruhsal durumlara bağlamaktadır. Bazen hekimler bu hastalığı diğerlerinden ayıramazlar. Reinerus Solenander’in Counsels adlı eserinin üçüncü kısmında, yazar ve Dr. Brande hastanın derdinin karınsal melankoli olduğunda hemfikirdirler. Dr. Matholdus ise aynı vakanın sadece astım olduğunu söylemiştir. Son zamanlarda, diğer hekimlerle beraber Cleve Dükü’nün melankolisini incelemeye gitmiş Solenander ve Guarionius ne melankolinin türünü saptayabilmiş ne de ortak bir tanı koyabilmişlerdir. Melankolinin türleri o kadar karışık bir konudur ki Caesar Claudinus kırk dördüncü vakada, Polonyalı bir kontun “hem kafa melankolisinden hem de tüm bedenden kaynaklanan ikinci bir melankoliden mustarip olduğu” yargısına varmıştır. Ben, bazı insanların her üç tür melankoliden aynı anda veya peş peşe mustarip olduğu durumlara da rastladım. Bence melankolinin türleri politik rejimler gibidir; politikacılar en katıksız monarşileri, aristokrasileri, cumhuriyetleri ve demokrasileri tasarlarlar ama pratikte bu rejimlerin saf değil ılımlı, başka sistemlerle karışmış hâllerini görürüz, Polybius’un dediği gibi, eski çağlarda Lacedaemonyalılarda[11 - Daha yaygın bilinen adları ile söylersek Spartalılar. (ç.n.)] ve Romalılarda, bugün de Almanya’da ve daha nice ülkede durum böyledir. Hekimlerin, melankolinin türleri hakkında kitaplarında ne yazdığı çok da önemli değildir çünkü bu türler, hastalarının bedenlerinde genellikle karışmış olarak bulunur. Semptomlar bu kadar belirsiz, çeşitli ve birbiriyle karıştırılmaya müsait olunca, iki adam aynı hastalıktan her bakımdan farklı etkilenince, vakaları birbirinden ayrı ayrı değerlendirip farklı türlerinin tedavisini bulmak ne zordur! İtiraf etmeliyim ki bu zor bir iş ama bu hileli yola cesaretle çıkmaya ve en iyi yazarlarımızın bıraktığı ipuçlarının kılavuzluğunda kendimi kuşkular ve yanlışlarla dolu bu labirentten çıkarmaya karar verdim. Böylece melankolinin sebeplerini tartışmaya başlayabiliriz.


Melancholy – Giovanni Benedetto Castiglione (1630 – 1670)


3
Melankolinin Sebepleri – Tanrısal Bir Sebep
Galen, Glauco’ya “Bir hastalığın sebebini düşünmeden onun şifasından veya tedavisinden bahsetmek boşunadır,” der ve hastalık sebepleri araştırılmadan verilen tedavilerin eksik, sakat veya faydasız olduğu pek çoklarının deneyimi ile sabittir. Prosper Calenius, Cardinal Caesius için yazdığı de Atra Bile risalesinde bunu güzelce ortaya koyar. Aynı şekilde Fernelius, “sebepleri bilmeye bir tür zorunluluk” getirir “ve sebepler bilinmeden hastalığı iyileştirmek veya önlemek imkânsızdır,” der. Deneme yanılma ile bulunmuş tedaviler bazen hastalara yardım edip onların sıkıntısını azaltabilir, ancak hastalığı bünyeden söküp atamazlar. Eski bir sözün dediği gibi: Sublata causa tollitur effectus, yani sebebi ortadan kaldırmak sonucu ortadan kaldırmaktır. İtiraf etmeliyim ki bu sebeplerin ne olduğunu belirlemek çok zordur. Bu işin üstesinden gelen adam kendini bahtiyar saysın. Ben, riski alıp elimden gelen en yakın tahminlerde bulunacağım ve her bir melankoli türü için baştan sona, genelden özele sebepleri tahmin etmeye çalışacağım.
Genel olarak, bir şeyin nedeni ya doğaüstü ya da doğaldır. Doğaüstü sebepler Tanrı’dan ve meleklerinden veya Tanrı’nın izin vermesi ile şeytan ve onun uşaklarından kaynaklanır. Tanrı, günahların cezalandırılmasının bizzat kaynağıdır; onun adaletinin yerine getirilmesine, kutsal kitaplarda yazılı pek çok örnekte ve tanıklıkta rastlarız. Zebur 107:17’de “Cezalarını buldu aptallar / Suçları, isyanları yüzünden”[12 - Sonraki ayetler şöyledir: “İğrenir olmuşlardı bütün yemeklerden, Ölümün kapısına yaklaşmışlardı. O zaman sıkıntı içinde RABbe yakardılar, RAB kurtardı onları dertlerinden. Sözünü gönderip iyileştirdi onları, Kurtardı ölüm çukurundan.” Mealler, 2001 yılında yayımlanmış yeni çeviriden alıntıdır. (ç.n.)] denir. Krallar 2, 5:27’de Gehazi cüzam ile çarpılmıştı; Kronoloji 2, 21:15’te Jehoram en kötü bağırsak hastalıklarından dizanteri ve kanlı ishale tutulmuştu. Kronoloji 1, 21’de Davud, vebaya yakalanmıştı. Sodom ve Gomore’yi yer yutmuştu. Konumuz olan hastalık da Kutsal Kitap’ta belirtilmiştir: “Ağır işlerle hayatı onlara zehir etti / Çöktüler, yardım eden olmadı,” (Zebur, 107:12). “Tanrı sizi delilikle, körlükle, şaşkınlıkla cezalandıracak / Kötü bir ruh Tanrı tarafından Saul’a sıkıntı vermek için gönderildi,” (Tesniye, 28:28). Nebukadnezar, bir öküz gibi otla beslenir olmuştu ve “yüreği hayvanlarınki gibiydi.” Putperestlerin öyküleri de böyle cezalarla doludur. Lycurgus, memleketindeki üzüm asmalarını kestiği için Bacchus tarafından delirtilmişti; tıpkı kurban etme vazifelerini ihmal eden Pentheus ve annesi Agave gibi. Talih tanrıçası Fortuna adına yaptırdığı tapınağın çatısını kaplamak için Juno tapınağından kiremit söktüren Censor[13 - Censorlar, eski Roma’da geniş yetkilere sahip devlet memurlarıydı. (ç.n.)] Fulvius bu saygısızlığı yüzünden çıldırmış, “kederden ve kalbine çöken üzüntüden ölmüştü.” Kserkes, içindeki sonsuz hazineleri için Delphi’deki Apollo Tapınağı’nı yağmalamaya niyetlendiğinde, semadan korkunç bir gök gürültüsü gelmiş ve dört bin adamını öldürmüş, kalanları da delirtmişti. Bir süre sonra bunun bir benzeri, zındıkça bir davranışı yüzünden Brennus’un başına geldi; yıldırımlar, gök gürültüleri ve depremler yaşandı. Kilise yazarlarına inanırsak, azizlerin gazabıyla gelmiş pek çok tuhaf ve olağanüstü cezaları bize anlatacaklardır. Bir dönemin Fransız Kralı Dagobert oğlu Clodoveus’un, Aziz Denis’in naaşını mezardan çıkardığı için aklını yitirdiğini ve günahkâr bir Fransızın, Birgburge kentinde Aziz John’un gümüşten bir ikonasını çaldığı için ansızın cinnet geçirip kendi etini parçaladığını; Radnor Lordu’nun, avdan geç saatte dönünce köpeklerini, Aziz Avan Kilisesi’ne koyduğunu, avcıların âdeti olduğu üzere sabah erkenden uyandığında tüm köpeklerini çıldırmış, kendini de kör olmuş vaziyette bulduğunu anlatırlar. Ermenistan krallarından Tiridates, bazı kutsal rahibelerin ırzına geçtiği için aynı şekilde, aklını yitirerek cezalandırılmıştı. Fakat iş efsanelere gelince şairler ve Katolikler el ele giderler, bırakalım istedikleri yere gitsinler. Onlar, ilahi intikamın ve azizlerin öyküleri yahut şeytanın yardımıyla kimi kandırırlarsa kandırsınlar, biz ultor a tergo Deus “O, öç alan tanrıdır,” sözünde Tanrı’yı, Davud peygamberin gösterdiği şekilde görüyoruz. Dionysius’un dediği gibi, başımıza gelen bütün illetlerin nedeni, bizim ayyuka çıkmış kendi günahlarımızdır; Tanrı, yardımcısı olan melekler yoluyla hem cezalandırır hem de iyileştirir, günahımız nedeniyle Tanrı, yarattığı canlılarla, güneş, ay ve yıldızlarla bize azap edebilir, Zanchius’a göre, bir çobanın kullandığı balta gibi kar, dolu ve rüzgârlar da Tanrı’nın kullandığı birer alettir. Et conjuranti veniunt in classica venti (Rüzgarlar hep birden onun çağrısına kulak verirler).[14 - Romalı şair Claudian’ın (ölümü MS 404) bir şiirinden alıntıdır. (ç.n.)] Yüşa’nın zamanında ve Mısır’da Firavun devrinde görüldüğü gibi, onun adaletinin birçok uygulayıcısı vardır. Onun gücü en gururlu ruhlara boyun eğdirebilir, Kâfir Julian’ı Vicisti, Galilaee[15 - “Sen kazandın Celileli!” Son putperest imparator Julian’ın son sözleri. Celile, Hz. İsa’nın memleketidir. (ç.n.)] diye haykırtabilir. Chrysostom’un anlattığı o Apollo rahibine O Caelum! O terra! Unde hostis hic? (Ey gökler! Ey yerler! Nasıl bir düşman bu?) dedirtebilir. Davud, Tanrı’nın gücünü takdir ederek dua eder: “Tükendim, ezildim alabildiğine / İnliyorum yüreğimin acısından,” (Zebur 38:8). “Tanrım, öfkelenip azarlama beni / Gazapla yola getirme!” (Zebur 38:1). “Neşe, sevinç sesini duyur bana / Bayram etsin ezdiğin kemikler,” (Zebur 51:8). “Geri ver bana sağladığın kurtuluş sevincini / Bana destek ol, istekli bir ruh ver,” (Zebur 51:12). Bu nedenlerle Hipokrat, hastalığın doğaüstü ilahi bir sebepten mi kaynaklandığına yoksa tabiatın doğal seyrinin bir neticesi mi olduğuna dikkat etmelerini tavsiye eder hekimlere. Fran. Valesius de Sacr. Philos.’un sekizinci bölümünde bu konuyu işler, Fernelius ve J. Caesar Claudinus da Hipokrat’ın bu tavsiyesinin nasıl yorumlanacağını tartışırlar. Paracelsus, bu tür ruhani hastalıkların (böylesi hastalıkları öyle adlandırır) yalnızca ruhani yollarla iyileştirileceği kanısındadır. Bu vakalarda normal yöntemler fayda etmeyecektir: Non ist reluctandum cum Deo (Tanrı ile mücadele etmemeliyiz). Canavar terbiyecisi Hercules, olimpiyatlarda herkesi alt ettiğinde, Jupiter kılık değiştirerek onunla güreşmişti; kimin galip geleceği belirsizdi, ta ki Jüpiter kendini tanıtana ve Hercules pes edene kadar. Kimse, kendinden üstün güçlerle rekabete tutuşmamalı. Nil uvat immensos Cratero primattere montes (Craterus’a altın madenleri vaat etsen de deva bulamazsın), yani hekimlerin ve cerrahların bir yararı dokunmaz, “günahlarımızı kabul edip kendimizi Tanrı’nın güçlü ellerine teslim etmeli ve merhamet dilemeliyiz.” Eğer o bize bela göndermişse, una eademquye manus vulnus opemque feret (yarayı açan el şifasını da temin edecektir), tıpkı Aşil’in mızrağı ile yaralananlara olduğu gibi. Yalnızca o bize yardım etmelidir, aksi takdirde hastalıklarımız şifasızdır ve deva bulamayız.


Mélancolie – Domenicco Fetti (1620)


4
Ruhların Tabiatı, Kötü Melekler veya Şeytanlar ve Bunların Melankoliye Nasıl Yol Açtığı Üzerine Yan Bahis
Başıboş ruhların ve şeytanların gücünün nereye kadar uzandığı, bu hastalığa veya başka herhangi bir hastalığa neden olup olamayacakları konusu, üzerinde durulmasında yarar olan önemli bir meseledir. Konu daha iyi anlaşılsın diye asıl konumuzdan ayrılıp ruhların tabiatına kısaca değineceğim. Bu mesele bir sır perdesiyle örtülü, Postellus’un deyişiyle “tartışmalar ve belirsizliklerle dolu” ve insanın anlama kapasitesinin ötesinde olsa da, Austin’e fateor excedere vires intentionis meae, finitum de infinito non petest statuere (İtiraf edeyim ki anlayamıyorum; sınırlı olan, sonsuz hakkında yargıda bulunamaz) dedirtse de, tıpkı Tully gibi quid non sint, quam quid sint (ne olduklarını değil, ne olmadıklarını) tespit etmeye çalışabiliriz. En akıllı âlimlerimiz Cardans, Scaliger ve bilge Thomistler[16 - Thomistler: Thomas Aquinas’ın öğretilerini takip eden düşünce ekolü. (ç.n.)], konu bu esrarlara gelince zayıf, yavan, belirsiz ve kusurlu kalırlar ve en kıvrak zekâlar bile, güneş ışığına maruz kalmış baykuş gözü gibi körelir ve baktıkları şeyi kavrayamazlar. Fakat, adı geçen insanlar gibi ben de yanılma riskini göze alıp bu konuda bir şeyler söyleyeceğim. Eski çağlarda, İncil’de[17 - Elçilerin İşleri, bölüm 23.] okuduğumuz üzere Sedduceeler hayaletlere, şeytanlara ve meleklere inanmazlardı. Hekim Galen, Peripatetik düşünürler, hatta Aritoteles’in ta kendisi bile aynı fikirdeydi. Pomponatius ruhlara katı bir inanışla inanıyordu, Scalinger onların var olabileceğini yarım ağızla kabul etmekteydi, lakin Cizvit Dandinus de Anima’sında kesin bir dille reddediyordu. Hıristiyanların melekler dediği substantiae seperatae (soyut varlıklar) ve zekâ sahibi varlıklara Platoncular, Julius Pollux’un Onomasticon’da görüldüğü üzere, şeytan derler; zira ister iyi melek olsun ister kötü, Platoncular her tür ruhu daemones sözcüğüyle anarlar. Bu tür varlıklar konusunda Epikürcüler ve ateistler genel olarak aynı fikre sahiptir, çünkü onları hiç görmemişlerdir. Platon, Platinus, Porfirios, Iamblichus, Proclus ise Trismegistus’un, Pisagor’un ve Sokrates’in çizdiği yolda yürümekte ısrar ederler, onlara göre ruhlar kesinlikle vardır, Stoacılar da bu fikirdedir. Böylesi ruhlar vardır ama doğru yoldan sapmışlardır. Ruhların ortaya ilk çıkışlarına gelince, Talmudistlere göre Adem’in Havva ile evlenmeden evvel Lilis diye bir karısı vardı ve ondan doğan tüm çocukları iblisti. Türklerin Kuran’ı da bu noktada Talmud kadar saçma ve absürt şeyler anlatır; ancak İncil biz Hıristiyanlara şeytanların başı olan Lucifer’in, kibri ve hırsı yüzünden yardakçılarıyla beraber cennetten düştüğünü öğretmektedir. Tanrı tarafından yaratılıp cennete konulmuş, bir zamanlar ışığın meleği olmuş, şimdi ise gökyüzünün Ay’dan daha aşağı bir yerine, belki de cehenneme kovulmuşlardır; İncil’in 2. Petrus bölümünde, “…onları cehenneme atıp karanlıkta zincire vurdu, yargılanıncaya dek orada tutulacaklar,” diye yazar. Bazılarının inandığı ahmakça görüş, bu tür varlıkların ölmüş adamların ruhları olduğu yolundadır, güya iyi ve asil ruhlar tanrılaşırken bayağı ruhlar yerde veya toprağın altında kalmış ve şeytan olmuşlardır; Tertullian, filozof Porfirios ve M. Tyrius bu kanaattedir. “Bizim melek ve şeytan dediklerimiz,” der Tyrius, “ölmüş insanların ruhlarından başka bir şey değildir, halen hayatta olan arkadaşlarına olan sevgileri ve merhametleri nedeniyle onlara yardım ederler veya nefret ettikleri düşmanlarından intikam alırlar.” Akla, Dido’nun Aeneas’a savurduğu tehdit geliyor:
Omnibus umbra locis adero: dabis, improbe, poenas.
Öfkeli hayaletim, derinlerden yükselerek
Sana uyanıkken musallat olacak, uykularını bölecek.
Başkalarına göre, ruhlar insanları kaderden esirgemek için, onları gereğine göre korumak veya cezalandırmak için yüksek güçlerce tayin edilen varlıklardır; Romalılar bunlara boni genii ve mali genii derlerdi; Stoacılar, iyi ruhlara lares, kötülerine lemures veya larvae adını takmışlardı. Apuleius şöyle demişti: Deos appellant qui ex hominum numero juste ac prudenter vitae curriculo gubernato, pro numine, postea ab hominibus praediti fanis et ceremoniis vulgo admittuntur, ut in Aegypto Osiris (Onlar, sağlığında adil ve bilgece yaşamış insanlara tanrı derler, ölümlerinden sonra onları tanrılaştırır, adlarına tapınaklar kurup ayinler düzenlerler, tıpkı Mısır’da Osiris’e yaptıkları gibi). Capella, onları Praestites (koruyucular) diye anar: “Onlar özel insanları ve liderleri korurlar.” Sokrates’e daemonium saturninum et igneum (ateşli ve sert mizaçlı bir ruh) eşlik ederdi ve Sokratesçilere göre tüm ruhlar arasında böyle bir ruh ad sublimes cogitationes animum erigentem (zihni yüce düşüncelere sevk etmek için) en uygun olanıydı. Plotinus’un da böyle bir ruhu vardı. Biz Hıristiyanların da yardımcı melekleri vardır, bu konuda nice eserler vermiş bir yazar olan Andreas Victorellus’a, de Angelo Custode’yi kaleme almış olan Cizvit rahibi Lodovicus de LaCerda’ya, Zanchius’a ve başka bazı din âlimlerine inanırsak tabii. Fakat Tyrius’un bu ruhlar üzerine kurduğu saçma varsayımlar, Proclus tarafından de anima et daemone adlı kitabında çürütülmüştür.
Hıristiyan bir âlim ve Cuspinian’a göre bir dönem Bizans İmparatoru Michael Parapinatius’un hocası olan Psellus, şeytanların doğası üzerine büyük bir gözlemciydi. Ona göre şeytanlar maddesel, cismani varlıklardır; “havadan oluşmuş bedenleri vardır ve fânidirler, yaşar ve ölürler.” Martianus Capella da aynı görüştedir ama bizim Hıristiyan filozoflarımız bu iddiaya şiddetle karşı çıkarlar. Psellus şöyle ekler: “…onlar da gıda alır ve dışkı çıkarırlar, kendilerine zarar verilirse acı çekerler.” Cardan bunu onaylar ama Scalinger’ın cevabı alaycıdır: Si pascantur aere, cur non pugnant ob puriorem aera? (Şayet hava ile besleniyorlarsa neden daha temiz hava için birbirleriyle dövüşmüyorlar?) Psellus, eğer bedenleri kesilirse hayranlık uyandırıcı bir hızla iyileştiklerini söylemektedir. Austin[18 - Aziz Augustine’in adı, İngiltere’de bazen Austin veya St. Austin şeklinde yazılır. (ç.n)] de bunu destekler: Mutato casu corpora in deteriorem qualitatem aeris spissioris (tersine, bedenlerini daha düşük nitelikli ve yoğun bir havaya da dönüştürebilirler). Hierome de Comment in epist. Ad Ephes (Efeslilere Mektubun Tefsiri) adlı kitabında Psellus’a destek verir. Origen, Tertullian, Lactantius ve pek çok eski kilise babası aynı kanaattedir: Cennetten düştüklerinde, şeytanların bedeni maddi bir hâle, havaya dönüşmüştür. Theatri Naturae’de Bodine ve Hermeticae Philosophiae’de David Crusius meleklerin ve ruhların maddi olduğunu ispatlamak için bazı argümanlar öne sürerler: Quicquid continetur in loco corporeum est: At spiritus continetur in loco, ergo (boşlukta yer kaplayan her şey maddeseldir; ruhlar yer kaplarlar, o hâlde…) Si spiritus sunt quanti, erunt corporei: At sunt quanti, ergo. Sunt finiti, ergo quanti (eğer ruhlar sayı ile sayılabiliyorlarsa, o zaman maddi olmalılar; ruhlar sonsuz değildirler, sınırlı sayıdadırlar, o hâlde…) vesaire. Bodine daha da ileriye giderek bu animae seperatae’nın (soyut ruhlar), cinler, ruhlar, melekler, şeytanlar ve ölmüş insanların ruhlarının, eğer maddi iseler (ki o, bu teorinin hararetli bir savunucusudur) sabit birer şekle sahip olduğunu söyler; onlar tümüyle küre şeklindedir, tıpkı Güneş ve Ay gibi, zira bu en mükemmel biçimdir: Quae nihil haber asperitatis, nihil angulis incisum, nihil anfractibus involutum, nihil eminens, sed inter corpora perfecta est perfectissimum (sert kenarları olmayan, köşesiz, kıvrımsız, çıkıntısız şekil; şekiller arasında en mükemmeli), bu yüzden tüm ruhlar cisimseldir ve gerçek biçimleri de küredir sonucuna varır. Diğer havasal cisimlere dönüşebilir, istedikleri gibi her biçime girebilirler; hareketleri çok hızlıdır, millerce mesafeyi göz açıp kapayana dek katedebilirler; başkalarının bedenlerini de istedikleri şekle sokabilir ve insanları bir yerden diğerine, takdire şayan bir dakiklikle götürebilirler (tıpkı meleklerin Habakkuk ve Daniel peygamberlere yaptığı gibi; ve Dekan[19 - Dekan: Bu bağlamda, vaiz anlamındadır. (ç.n)] Philip’in bir hadımı vaftiz ettiği gün Ruh tarafından taşınması, Pythagoras ve Apollonis’un –gösterdikleri başka pek çok mucizeden sonra– kendilerini bir yerden başka yere taşıtmaları gibi), fani insanların gözlerine havada asılı duran kaleler, saraylar, ordular, seraplar ve harikalar gösterebilir, insanların farklı kokuları ve tatları duyumsamasını sağlayabilir, her duyuyu aldatabilirler; bunu yapabildiklerine konuya eğilmiş çoğu yazar inanmaktadır. Gelecekte yaşanacaklardan haber verebilir ve pek çok acayip mucize gösterebilirler. Tanrıça Juno’nun sureti, Camillus ile konuşmuştu. Talih tanrıçası Fortuna’nın heykeli Romalı hanımlarla konuşmuştu, buna benzer pek çok vaka kaydedilmiştir. Zanchius, Bodine, Spondanus ve diğerleri, ruhların bir insanı gerçek metamorfoza uğratabileceği kanısındadır; Nebukadnezar’ın gerçekten bir hayvana çevrildiğine, Lut’un karısının sahiden bir tuz sütununa dönüştüğüne, Ulysses’in yoldaşlarının Circe’nin sihriyle domuzlara ve köpeklere dönüştüğüne ve ruhların kendilerini ve başkalarını, mesela cadıları kedilere, köpeklere, tavşanlara, kargalara dönüştürdüklerine inanırlar. Strozzius Cicogna kitabında bu tür olaylara pek çok örnek vermektedir, ama onları bir bir çürütmek için. Austin de aynı şeyi de Civitate Dei’nin 18. cildinde yapmıştır.
Psellus, ruhların istedikleri kişiye, istedikleri zaman ve istedikleri biçimde göründüklerini söyler: Tametsi nil tale viderim, nec optem videre ama kendisi onları hiç görmemiştir, görmek de istememektedir. Daha sonra değineceğimiz üzere, ruhların kadınlar ve erkeklerle cinsi münasebette de bulunduğunu söylemektedir. Pek çok insan ruhların göze görünebileceğine inanmaz, eğer bir adam onları gördüğünü söylerse, bu konuda ısrar hatta yemin dahi etse, istediği kadar güvenilir, bilge, tahsilli ve bilgili olsun onu ödlek bir aptal, hülyalara kapılmış bir bunak, aciz bir adam, bir hayalci, bir hasta veya deli sayar ve onu aşağılayıp alay konusu ederler; halbuki İmparator Marcus gibi bir insan bile Psellus’a pek çok defa ruh gördüğünü söylemiştir. Fransız Leo Suavius, Commentar Lib. I Paracelsi de Vita Longa adlı eserinin sekizinci kısmında bazı Platoncu kaynaklara dayanarak havanın, tıpkı yağan kar taneleri gibi ruhlarla dolu olduğunu söyler. Onların görülebileceğini iddia etmekte ve hangi yöntemle gözleneceklerini de yazmaktadır: Si irreverberatis oculis sole splendente versus caelum continuverint obtutus (güneşli bir günde, gökyüzüne göz kırpmaksızın sabırla bakarak) ayrıca Platoncuların salık verdiği bu yöntemi denediğini, praemissorum feci experimentum ve yöntemin işe yaradığını da yazmaktadır. Paracelsus ruhları nice defalar gördüğünü ve onlarla konuştuğunu itiraf eder, İskenderiyeli Alexander, “Önceden kuşkuluydum ama deneyim bana görülebileceklerini öğretti,” der. Ludwig Lavater, de Spectris’te “Pek çoklarının onları bizzat görmedikleri için” yadsıdıklarını yazar ve kitabının pek çok yerinde, bilhassa 19. kısmında ruhların sık sık görülüp işitildiğini ve insanlarla senli benli konuştuklarını anlatır. Lodovicus Vives her çağ ve yerden kalma sayısız kayıtla, tarihçeyle ve tanıkla, ayrıca Batı Hint adalarına ve Kuzey iklimlerine gitmiş seyyahların hatıralarıyla nihil familiarius quam in agris et urbibus spiritus videre, audire qui vetent, jubeant yani “Hiçbir şey, kentte ve kırda ruhları görmekten, onların bir şeyi emrettiğini veya yasakladığını işitmekten daha yaygın değildir,” görüşünün altını çizer. Vita Pauli’de Hieronymus, de Spirituum Apparitionibus adlı tezinde Jacobus Boissardus, de Spectris’inde Petrus Loyerus, ilk kitabında Wierus, ayrıca Basil, Nicephorus, Eusebius, Sokrates ve Sozomenus, ruhların görülmesinin sonsuz çeşitlilikte örneklerini verirler; halen şüphesi olan varsa bu eserleri okuyup ikna olabilir. Bir örneğe kısaca değineyim: Almanya’da bir asilzade İsveç Kralı’na elçi olarak gönderilmiş. (Bu kişinin adını, olayın yaşandığı zamanı ve diğer detayları öğrenmek için bu örneği veren kaynağım Boissardus’a göz atın.) İşi bittikten sonra gemiyle Livonia’ya geçmiş, niyeti insanlarla yakınlık kurup sohbet eden, insanların zor işlerini onların yerine yaptığı rivayet edilen ruhları görmekmiş. Başka birtakım bahislerden sonra ruhlardan biri, ona karısının o anda nerede, hangi odada bulunduğunu, ne kıyafet giymekte ve ne işle uğraşmakta olduğunu anlatmış ve kadının yüzüklerinden birini kocasına getirmiş. Adam geri döndüğünde, non sine omnium admiratione (bir miktar şaşkınlıkla) söylenenlerin doğru olduğunu keşfetmiş. Önceden ruhlara inanmazken bu olaydan sonra inanır olmuş. Cardan, De Subtilitate’de babası Facius Cardan’ın 1491 senesi 13 Ağustos’ta bazı ayinlerle Yunan kılığı kuşanmış yedi şeytan çağırdığını, bunların kırk yaşında insanlar gibi görünüp bazısının kızıl tenli bazısının soluk benizli olduğunu anlatır. Sorulan sorular üzerine ziyaretçiler, kendilerini havasal şeytanlar olarak tanıtmış, tıpkı insanlar gibi fâni olduklarını ama insanlardan çok daha uzun (yedi veya sekiz asır) yaşadıklarını; biz insanlar medeniyette nasıl hayvanlardan üstünsek bizden öyle üstün olduklarını, insanın yöneticileri ve bakıcıları olduklarını söylemişler. Ayrıca, Platon’un Critias’da ortaya koyduğu gibi onların arasında da bir hiyerarşi olduğunu, ut enim homo homini, sic daemon daemoni dominatur (insan insanı nasıl yönetirse şeytan da şeytanı yönetir) sadece bizi değil birbirlerini de yönettiklerini, biz nasıl aramızdaki en bayağı kişileri at terbiyecisi ve koyun yetiştiricisi, bayağının bayağısını da sığır çobanı yaparsak onların da aralarındaki en berbat kişileri insana idareci tayin ettiklerini; nihayet, bir at nasıl insanı anlamazsa insanın aklının da şeytanların işine işte öyle ermeyeceğini söylemişler. Her şeyi bilirlermiş ama bunları insana söylemeyebilirlermiş; biz atlara nasıl hükmedersek onlar da insana hükmeder ve onu yönetirlermiş; aramızdaki en iyi krallar ve en yüce gönüllü kişiler bile onların arasındaki en bayağı kişilere denk değilmiş. Bazen insanları eğitir, onlara kendi becerilerini öğretir, insanları sever ve onları ödüllendirirlermiş; bazen insanlara dehşet verip onları cezalandırır, Lysius’un Physiologia Stoicorum’da dediği gibi, nihil magis cupientes quam adorationem hominum “En çok istedikleri şey insanlarca tapınılmak olduğu için” insanları korku içinde bırakırlarmış. Aynı yazar, yani Cardan, Hyperchen isimli eserinde Stoacıların doktrinlerine dayanarak bu cinlerin bazılarının (o, onlara böyle der) insanlarla beraber olmak istediğini, tıpkı köpekler gibi insanlara karşı çok yakın ve dostane olduklarını; gene bazılarının da bizleri sevmeyip insanlardan yılandan kaçar gibi kaçındığını yazmaktadır. Aynı şekilde, Trithemius igneos et sublunares, qui nunquam demergunt ad inferiora, aut vix ullum habent in terris commercium (Ay’ın altındaki alevli göksel kürelerde gezip asla daha aşağı küreye inmediklerini, dünyamızla pek bir alakalarının bulunmadığını) yazmaktadır. “Erdemde insandan çok üstündürler, insan en iğrenç solucandan ne kadar üstünse o kadar; onların arasında da rütbesi, mesela bir prensin sarayında en serkeş askerin konumu neyse o kadar aşağı olan bireyler de vardır ve bunlar bile insan karşısında, en dejenere ve bayağı adamların hayvanlara üstün olduğu gibi üstündür.”
Onların ölümlü varlıklar oldukları, Cardan, Martianus ve benzeri yazarların yanında pek çok din âlimi ve filozofun görüşüdür; post prolixum tempus moriuntur omnes (çok uzun bir süre yaşadıktan sonra ölürler); Platoncular, bazı hahamlar, Porifios ve Plutarkhos’un da görüşleri onları destekler. Thamus’un aktardığı öykü de bu anlama gelir gibidir: “Büyük tanrı Pan öldü.” Apollo Pythius ortadan kalkmıştır. Aziz Hierome, Münzevi Paul’un hayatını naklederken bu ruhlardan birinin yaban topraklarda Aziz Anthony’ye görünmesinden bahseder, ruh Anthony’ye kendisinin de ölümlü olduğunu söylemiştir. Çağımızın yazarlarından Paracelsus, onların da fani olup diğer tüm canlılar gibi yaşayıp öldüklerini vurgular. Zozimus, ikinci kitabında dinlerin ve politikaların o varlıklarla beraber öldüğünü ve değiştiğini ekler. Musevilerin ve Hıristiyanların tanrısı dışındaki tanrılar İmparator Constantine tarafından kovulduğunda, imperii Romani majestas et fortuna interiit, et profligata est, Roma İmparatorluğu’nun zenginliği ve görkemi de çürümüş ve kaybolmuştur; Minucius’un eserinde kâfirin böbürlendiği üzere, Yahudiler Romalılarca mağlup edildiğinde Yahudilerin tanrısı da Roma’nın tanrısının tutsağı olmuştur; Rabshakeh[20 - Asurlularda kralın yaverine verilen unvan. (ç.n.)] İsrailoğullarına, hiçbir tanrının onları Asurluların elinden kurtaramayacağını söylemiştir. Ama onların gücü, cisimselliği, ölümlülüğü, biçim değiştirmeleri, varlıkları bir yerden diğerine taşımaları ve cinsi ilişkileri üzerine tüm bu paradokslar Zanch tarafından dördüncü kitabında çürütülmektedir. Ayrıca Pererius tarafından Comment’inde (Yorumlar) ve Tostatus’un Genesis (Tekvin) kitabının altıncı kısmı üzerine getirdiği sorularda; Thomas Aquinas, Aziz Austin, Wierus, Th. Erastus, ikinci kitabının ikinci cildindeki yirmi dokuzuncu incelemede Delrio, de Spiritibus’ta Sebastian Michaelis ve Dr. Rainolds tarafından da bu görüşler reddedilir. O varlıklar insanın gözünü aldatabilir ancak gerçek bir cisim yaratamaz ve gerçek bir dönüşüm gerçekleştiremezler. Cicogna, onların illusoriae et praestigiatrices transformationes, yani sadece illüzyon ve aldatmaca olduğunu ispatlamıştır; tıpkı Suidas’ın anlattığı Pasetis obolus[21 - Pasetik Para. Harcandığında uçup ilk sahibine dönen sihirli para. Adını Pases diye bir büyücüden alır. (ç.n.)] hikâyesi gibi veya Merkür’ün oğlu Parnassuslu Autolycus’un kurnazlık ve gizlilikle pek çok hazineyi ele geçirmesi gibi. Babası Merkür, ona bir servet bırakamadığı için, oğluna her istediğini elde etmesini sağlayacak numaralar öğretti. Başkalarının sığırlarını istediği yere kaçırabiliyor, peşine birisi düşerse istediği şekle bürünebiliyordu; böylece muazzam bir servete kavuşmuştu, hoc astu maximam praedam est adsecutus. Bu, ruhlar hakkında anlatılan diğer şeyler için de geçerli olmalı. Fakat Thomas, Durand ve diğerleri o varlıkların insandan daha ileri bir kavrayışa sahip olduğunu, pek çok şeyi öngörü veya tahminle önceden bilebildiklerini, çoğu hastalığa sebep veya deva olabileceklerini, algılarımızı kandırabileceklerini genellikle kabul ederler. Sanatta ve bilimde çok yeteneklidirler, en cahil şeytan bile quovis homine scientior (herhangi bir insandan daha bilgilidir) der Cicogna. Her tür otun, bitkinin, taşın ve mineralin faydasını bilirler; tüm yaratılanlar, kuşlar, hayvanlar, dört element, yıldızlar ve gezegenler hakkında bilgilidirler. Bu bilgiyi uygulayarak tüm bu sayılan unsurları kendi faydaları için kullanırlar, meteorlara neyin yol açtığını[22 - 19. yüzyıla kadar meteorların, uzaydan dünya atmosferine giren taşlar olduğu bilinmiyordu. (ç.n.)] bilirler. Austin der ki: Dant se coloribus, accomodant se figuris, adhaerent sonis, subjiciunt se odoribus, infundunt se saporibus, kendilerini farklı renklere, şekillere, seslere, kokulara ve tatlara büründürür, omnes sensus etiam ipsam intelligentiam daemones fallunt, her duyumuzu, hatta düşüncelerimizi bile kandırırlar. Havada mucizevi dönüşümler yaratabilir, insanlara harikalar gösterebilir, bir orduyu ezip onun düşmanlarına zaferi verebilir, insan girişimlerine ve tasarılarına (Tanrı izin verirse) destek verebilir veya köstek olabilirler. Büyük Charles[23 - Karolenj imparatoru, Türkiye’de yaygın bilinen adıyla Şarlman. Bu olay 793 yılında yaşanmıştır. (ç.n.)], Ren ve Tuna ırmakları arasına bir kanal açmaya niyetlendiğinde, işçilerin gündüz kazdıklarını ruhlar gece bozmuştu; nihayet ut conatu rex desisteret, pervicere (kralı bu teşebbüsünden caydırmayı başardılar). Onlar, böyle işlerin üstesinden gelebiliyorlar. Lakin Bodine, Tyrius’un ve Platoncuların görüşlerini takip ederek, onların insanın kalbindeki sırları okuyabildiğini düşünerek, aut cogitationes hominum, çok yanılmaktadır; bu görüşü desteklemek için öne sürdüğü deliller zayıftır. Zanchius onun bu iddiasını güzelce boşa çıkarmıştır, tıpkı Hierome, Antiochum Principem adlı eserindeki yirmi yedinci incelemede Athanasius ve diğer bazı yazarlar gibi.
İyi ve kötü şeytan topluluklarına gelince, bazı Platoncular bunun tamamen yanlış bir ayrım olduğunu söylerler; onlara göre boni genii ve mali genii (iyi ve kötü cin) kavimleri diye bir şey yoktur. Bu hususta putperest yazarlar kendi aralarında fikir birliğinde değillerdir; Dandinus An sint mali non conveniunt (onların arasında kötü varlıkların olup olmadığında uzlaşamazlar) diye yazar. Bazıları, ruhları toptan iyi veya kötü gibi görmenin bizim yanlışımız olduğunu söyler: Bir öküz veya at tartışabilseydi, onları öldürdüğü için kasabı düşmanları sayacak ve kendilerini beslediği için çobanı da dost bileceklerdi. Bir avcı, av hayvanlarını hem korur hem de öldürür, avları tabii ki avcıdan nefret ederler; nec piscatorem piscis amare potest (balık, balıkçıyı sevemez). Iamblichus, Psellus ve Plutarkhos, ayrıca çoğu Platoncu, kötü ruhların var olduğunu kabul ederler: Et ab eorum maleficiis cavendum (onların kötülüğünden kendimizi sakınmalıyız), zira bu varlıklar insanlığın düşmanıdır; Platon’un Mısır’da öğrendiğine göre bu ruhlar Jüpiter ile kavga etmiş ve onun gücüyle cehenneme sürgün edilmişlerdir. Apuleius, Xenophon ve Platon’un, Sokrates’in daemon’u üzerine anlattıkları çok saçmadır, Plotinus’un kendi daemon’u için anlattıkları gibi; zira o da benzer bir deum pro daemonio (yoldaş ruhu için bir tanrı) sahibiydi. Onların Sokrates’e eşlik ve arkadaşlık eden ruh için söylediği şeyi Porfiryus tüm ruhlar için söyler; eğer insanlar onlara kurban adamayı ihmal ederlerse öfkelenir, hatta daha beteri, Cardan’ın Hyperchen’de ortaya attığı iddiaya göre, insanların ruhlarıyla beslenirlermiş. Elementa sunt plantis elementum, animalibrus plantae, hominibus animalia, erunt et homines aliis, non autem diis, nimis enim remota est eorum natura a nostra, quapropter daemonibus (Mineraller bitkiler için gıdadır, bitkiler hayvanlar için, hayvanlar insan için; insan da diğer yaratıklar için gıda olacaktır, fakat tanrılar için değil çünkü onların doğası bizimkinden çok uzaktır; o yüzden insanla beslenen varlıklar şeytanlar olmalıdır); aynı şekilde, her çağda ve her ülkede sırf onlara ziyafet çekip onları eğlendirmek için nice muharebeler vermiş olduğumuzu söylerler. Daha önceki bahse dönecek olursak, eğer öfkelenirlerse bize pek çok salgın hastalık gönderdikleri ama mutlu edilirlerse pek çok iyilikte bulundukları yolundaki iddia diğerleri gibi boştur ve Austin tarafından Civitate Dei’nin dokuzuncu cildinde ve Eusebius tarafından Praepar Evangelion’da çürütülmüştür. Yine de bu konudan bahsedildiğine çok tanık oldum, akademisyenlerimiz ve ruhbanlarımız dokuz tür kötü ruhtan söz ederler, tıpkı Dionysius’un dokuz tür melek var demesi gibi. Bunlar arasında en yüksek rütbe, eskilerin sahte ilahlarıdır; bunlar birkaç ayrı tür putun şahsında kendilerine taptırır, Delphi’de ve benzer yerlerde kehanet verirlerdi, kralları ise Beelzebub’dur. İkinci sırada yalancılar ve dolambaçlı sözlerle akıl çelenler vardır, Apollo Pythius ve benzerleri gibi. Üçüncüsü, öfke taşıyıcılar ve her tür kötücül işin mucidi olanlardır, Platon’un bahsettiği Theuth gibi; Esay onlara “gazap taşıyıcıları” der ve kralları Belial’dir. Dördüncü sırada kindar intikam şeytanları vardır ve kralları Asmodaeus’tur. Beşinci sırada düzenbaz ruhlar vardır, sihirbazların ve cadıların yardımcıları bunlardır ve kralları Satan’dır. Altıncı sırada, havayı bozup salgınlar, fırtınalar ve yangınlar çıkaranlar vardır; İncil’in Apokalips bölümünde bahisleri geçer, Efeslilere olan mektubunda Paul onlara “göğün prensleri” der, kralları Meresin’dir. Yedincileri, savaşlara, sarsıntılara, alev patlamalarına ve zelzelelere yol açan bir yok edici, Apokalips’te[24 - İncil’e ek olarak dahil edilmiş, yazarı meçhul kitap; kıyamet yaklaşınca yaşanacak olayları anlatır. (ç.n.)] adı geçen Abbadon’dur. Sekizinci, suçlamalar ve iftiralarla insanları umutsuzluğa düşüren şeytandır, Yunanlar ona “Diabolos” derler. Dokuzuncusu insanları türlü türlü günahlara kışkırtan şeytanlardır ve kralları Mammon’dur. Psellus bu ruhların altı türünden söz eder, hiçbirinin ikamet ettiği küre Ay’ınkinden daha yüksekte değildir. Wierus, eski bir kitaba dayanarak yazdığı Pseudomonarchia Daemonis’te, daha pek çok gruba ve rütbeye ayırır şeytanları, her birinin adlarını, sayılarını ve vazifelerini yazar; ama Gazaeus, Lipsius’tan yaptığı bir alıntıyla bize, Ay’ın üstünde ve altında, havada ve esirde[25 - Esir (eter): Eskiden uzayı doldurduğu sanılan madde. Esir teorisi 1905’te Einstein tarafından boşa çıkarılmıştır. (ç.n.)] her yerin melekler, ruhlar ve şeytanlarla dolu olduğunu söyler. Austin, Civitate Dei’de Varro’dan alıntı yapar ve “Göksel şeytanlar yukarıda, havasal şeytanlar aşağıdadır,” der, bazısı bunu şöyle yorumlar: Tanrılar yukarıda, yarıtanrılar aşağıdadır; eğer iyi birer ömür sürmüşlerse koruyucu tanrılar, kahramanlar ve cinlerin ruhları yükselir ama hayatları boyunca bayağı arzular peşinde koşanlar, dünyevi şeylere yakınlıklarından ötürü yerde sürünürler, onlara da hortlak, hayalet, vampir denir. Stoacılar bu görüşü desteklemektedir. Bu insanlara göre hiçbir şey boş değildir, her yer ruhlar, şeytanlar ya da başka varlıklarla doludur; plenum caelum, aer, aqua, terra, et omnia sub terra (gökler doludur, hava, deniz, toprak ve toprağın altı da öyle) der Gazaeus ama Inferno adlı kitabında Anthony Rusca bu varlıkları ne üst ne de alt kürelere, orta bölgelere koyar. Başkalarına göre onlar her yerdedir, “ne gökte, yerde ve sularda, ne de yerin üstünde ve altında saç teli kadar boş yer yoktur.” Hava, yazın sineklerce istila edilmediği kadar istila edilmiştir şeytanlarca. Paracelsus bunu şiddetle savunur. Bazıları şeytanları birkaç ayrı kaosun[26 - Mitolojide, evrenin yaratılmasından önce var olan kargaşa hâlindeki boşluk. 17. yüzyılda, Güneş sisteminin dışındaki uzayın halen kaosla dolu olduğu fikri yaygındı. (ç.n.)] içine yerleştirir, bazıları sonsuz sayıda dünyadan ve her dünyanın o dünyaya mahsus ruhlar, melekler veya tanrılarca idare edilip yargılandığından bahseder.
Singula nonnulli credunt quoque sidera posse
Dici orbes, terramque appellant sidus opacum
Cui minimus divum praesit.
(Kimileri, her yıldıza bir dünya denebileceğine inanır; buna göre bu dünya, en aşağı mevkiden tanrıların yönettiği karanlık bir yıldızdır.)
Gregorius Tholosanus yedi cins eterik ruhtan veya melekten bahseder, her bir gezegen için bir adet; Cardan’ın da söz ettiği bu varlıklar Saturnine, Jovial, Martial[27 - Kelime anlamıyla Satürn’e, Jüpiter’e, Mars’a ait. Her gezegen bir karakter ve ruh haliyle özdeşleşmişti: Satürn, ketum ve sert mizaçla; Jüpiter, neşeyle ve canlılıkla; Mars, savaşçılıkla. (ç.n.)] gibi sıfatlarla anılırlar. Cardan onlara substantias primas (birincil maddeler) der ve ekler: Olympicos daemones Trithemius, qui praesunt zodiaco (Trithemius onlara burçlar kuşağını yöneten Olimpos ruhları der). Cardan ruhlardan en yüksek yerlerde yaşayanların melek, Ay’dan daha aşağıdakilerinse şeytan olduğunu düşünür; onları birkaç ad ve görev altında gruplandırır. Dionysius her bir ülke ve her bir insan için farklı melekler olduğunu, bunların, o insanların ve ülkelerin civarında yaşadığını ve bu meleklerin de yardımcı meleklerinin olduğunu söyler; sayıları tek kelimeyle sonsuzdur, gökteki yıldızlar kadar çok. Marcilius Ficinus bu fikrin ardında durur gibidir, bunu kendi sezgisine dayanarak mı yoksa Platon’dan etkilenerek mi yaptığını bilmiyorum (yüksek rütbeliler kendinden aşağı rütbedekileri yönetir, aşağı rütbedekiler daha da aşağıdakileri; dünyaya en yakın yaşayanlar bizi yönetir, biz de onları iyi ve kötü melekler diye ayırır, bize faydalı mı zararlı mı olduklarına göre onlara tanrılar veya iblisler der; buna göre onları sever veya onlardan nefret ederiz) ama muhtemelen Sokrates’in takipçisi Platon’dan etkilenmiş olmalı ki o da tümüyle, quem mori potius quam mentiri voluisse scribit (bir yalan söylemektense ölmeyi yeğleyeceğini söyleyen) Sokrates’in otoritesine dayanarak dokuz tür ruhtan bahseder; Sokrates de Pisagor’dan öğrenmiştir bunu, Pisagor’un kaynağı Trismegistus’tur, Trimegistus’unki ise Zerdüşt : 1. Tanrı 2. İdealar 3. Zekâ sahibi olanlar 4. Baş melekler 5. Melekler 6. Şeytanlar 7. Kahramanlar 8. Hükümranlar 9. Asiller[28 - Bu son iki sözcükle, insan liderler değil insanları etkisi altına alan ruhlar ve şeytanlar kastediliyor. (ç.n.)]: Bunların bazısı, tanrılar gibi, mutlak iyidir ve bazısı kötüdür; bazısı ikisi de değildir, inter deos et homines (insanlarla tanrılar arasındadır). İnsanları yöneten kahramanlar ve daemonlar olarak onlara cinler denirdi ya da Proclus ve Iamblichus gibileri, onlara insanla Tanrı arasındaki varlıklar, hükümranlar ve asiller der, bu varlıkların krallar ve onların ülkeleri üstünde, etki ve hakimiyet sahibi olduğunu söylerdi. Buna göre ruhlar belki de göksel kürelerin birkaçında yaşamaktadır ve küre ne kadar yüksekse oranın halkı da o kadar üstün olmaktadır. Galileo Galilei ve Nunco Sidereo adlı kitabında Kepler, bu yönde fikir belirtirler; Satürn’ün ve Jüpiter’in kürelerinde hayat olduğunu söylerler. Tycho Brahe de bazı mektuplarında bu yolda zayıf bir imada bulunmuştur. Fakat tüm bu iddiaları Zanchius ve P. Martyr haklı delillerle çürütürler.
Gördüğümüz gibi bu adamlara göre etersel ruhların sayısı sonsuz olmalıdır; eğer matematikçilerimizin dediği doğruysa ve bir taş, yıldızlar küresinden yani sekizinci küreden dünyamıza düşecek ve her saatte yüz mil katedecek olsa yere varması en az 65 sene sürecekse, yer ve gök birbirinden bu kadar uzaksa, bazılarının dediğine göre gök yerden 170 milyon mil mesafedeyse, göğün de ötesinde başka gökler, yapısı kristale veya suya benzeyen küreler varsa ve Maginus’un dediği gibi bu küreler de ruhlar barındırıyorsa tüm bu boşluğun kaç ruh barındırması icap eder? Üstelik Thomas, Albertus ve daha nice adamların meleklerin şeytanlardan sayıca fazla olduğunu iddia ettiğini de ekleyelim.
Sayıları ister çok olsun ister az, Quod supra nos nihil ad nos (kavrayışımızı aşan meseleler bizi ilgilendirmez). Ancak, Martianus’un budalaca varsaydığı üzere Aetherii daemones non curant res humanas, onlar bize aldırmıyor ve hareketlerimizi gözetmiyor olsalar bile bu etersel ruhların yönetecek başka dünyaları ve takip edilecek başka işleri olacaktır. Bu Ay-altı ruhlardan veya şeytanlardan kısaca bahsedeceğiz; geri kalanlar için ise din âlimlerimiz şeytanların yıldızlar ve gökler üzerine hiçbir gücünün olmadığını söylemektedir. Carminibus caelo possunt deducere lunam (sihirleri ile gökten ayı indirebilirler) gibi sözler şairlerin kurgusundan ibarettir; Horace’ın cadı Canidia’ya söylettiği sistere aquam fluviis, et vertere sidera retro (nehirleri durdurur, yatağından geriye bile çevirirler) gibi sözler tamamen yalandır. Onlar, kıyamete değin bu Ay-altı dünyaya hapsedilmişlerdir ve dört element[29 - Dört klasik element ateş, toprak, su, hava. Eski çağlarda gökcisimlerinin bozulup aşınmayan beşinci bir elementten yapıldığı sanılıyordu. 17. asırda gözden kısmen düşmüş ancak kaybolmamış bir teoriydi bu. (ç.n.)] dışında hiçbir şeye etki edemezler, o kadarını bile ancak Tanrı’nın izni dahilinde başarabilirler. Bu Ay-altı şeytanları hem yerlerine hem vazifelerine göre ayıran diğer yazarların aksine Psellus onları altıya ayırır: ateşte, havada, toprakta, suda, ve yeraltındaki şeytanlar; bunların yanında periler, su perileri, satirler vb. ayrı bir kategori oluştururlar.
Bodine’in Theatri Naturae’sine göre kayan yıldızlar, ateş ejderleri ve insanları in flumina aut preacipitia (nehirlere veya uçurumlara) çeken ignes fatui[30 - Aptallar Işığı. Bataklıklarda görülen ve peşinden gidildikçe uzaklaşan esrarengiz ışık. Ateş Ejderi sözüyle de aynı fenomen kastedilmektedir. (ç.n.)] ateş ruhlarının veya şeytanların işidir: Quos, inquit, arcere si volunt viatores, clara voce Deum appellare aut prona facie terram contingente adorare oportet, et hoc amuletum majoribus nostris acceptum ferre debemus (İnsanlar bu ışıkları uzak tutmak için net bir sesle Tanrı’nın adını telaffuz etsin veya yüzleri yere değerek secde edip ona tapınsın); benzer şekilde sahte güneşler ve aylar, sık sık da yıldızlar gösterip gemilerin direklerinde otururlar (in navigorum summitatibus visentur). Onlara, Eusebius’un Contra Philosophos’unda Zenophanes’e dayanarak Dioscuri, yani “ufak bulutlar” denmektedir; ad motum nescio quem volantes (rüzgârla beraber her yöne uçar dururlar) ama Cardan’a göre insana görünmezler, eğer görünürlerse bu mutlaka insanın başına gelecek bir yaramazlığın habercisidir. Bazen iyi bir iş yapar gibi gözüktükleri de olur, mesela bir deniz savaşında kendilerini hangi tarafa gösterirlerse zaferi o kazanır; genellikle Aziz Elmo’nun ateşi[31 - Gemi direklerinde beliren mavi bir ışıltı. Bugün, nedeninin havadaki elektrik yükü olduğunu biliyoruz. (ç.n.)] denir onlara ve fırtınadan sonra ortaya çıkarlar; Polonyalı dük Radzivilius, bu görüntülere Sancti Germani Sidus (Aziz Germanus’un Yıldızı) der ve onları, 1582’deki İskenderiye’den Rodos’a giderken, hem fırtına sonrasında hem de fırtına esnasında gördüğünü anlatır. Hikâyeler böyle doğaüstü görüntülerle doludur. Bazıları bu şeytanların İzlanda’da bir dağ olan Hecla’da, bazıları Sicilya’daki Etna Yanardağı’nda, Lipari veya Vezüv’de yaşadıklarına inanır. Bu tür şeytanlara, batıl inanışlı kişiler Pyromancy[32 - Ateş yoluyla geleceği görme. (ç.n.)] ile tapınmaktadır.
Havasal ruhlar veya şeytanlar genellikle havada gezinir ve nice fırtınalara, kasırgalara, yıldırımlara yol açarlar; meşe ağaçlarını yarıp evleri, ahırları ateşe verir, insan ve hayvanları çarpar, Livius’un zamanında yaşandığı gibi gökten taş, yün ve kurbağa yağdırırlar; gökte sahte ordular ve kılıçlar meydana getirip tuhaf sesler duyururlar; böyle bir olay Türkler gelmeden evvel Viyana’da gözlenmiştir, Roma tarihinde de pek çok örneğinden, Scheretzius de Spectris’inde, Lavater’in yine aynı isimli kitabında ve eski Romalılardan Julius Obsebquens’in doğaüstü olaylar hakkında yazdığı kitapta bahsedilmiştir. Machiavel bunun pek çok örneğini betimler; Josephus, kitabı de Bello Judaico’da Kudüs’ün yok edilmesinden önce gökte bazı emarelerin göründüğünü anlatır. Gulielmus Postellus, ilk kitabı de Obis Concordia’nın yedinci kısmında etkili bir argüman kullanarak insanları şeytanlara ve ruhlara inanmaktan vazgeçirmeyi dener. Meteorologlarımıza göre ani fırtınalar ve hortumlar doğal nedenlerle ortaya çıkmaktadır; fakat ben, Bodine’le aynı fikirdeyim: O, Theatri Naturae’de bu olayların çoğunun hava şeytanlarınca ortaya çıktığını yazmaktadır; Richard Argentine, onların fırtınalara ata biner gibi bindiğini de iddia etmektedir (tempestatious se ingerunt). Kormannus’a göre umutsuzluğa düşmüş bir adam, öylelerinin pek sık yaptığı gibi kendini asarak veya suda boğarak canına kıyarsa bu şeytanlar bir günahkârın ölümünü bayram edip dans ederek kutlarlar. Bu varlıklar havayı bozup hastalık ve salgın çıkarabilir, fırtınalara, deniz kazalarına, yangınlara ve sellere neden olabilirler. Jovianus Pontanus bunun İtalya’da Mons Draconis’te yaşanmış son derece hatırda kalıcı bir emsalini nakleder. Lapland, Litvanya ve İskandinavya’da, Saxo Grammaticus, Olaus Magnus ve Damianus a Goes’in tanıklıklarına göre, denizcilere rüzgâr satıp fırtınalar çıkaran büyücüler çok yaygındır. Venedikli Marcus Paulus, aynı tür büyücülerin Tatarlar arasında da bulunduğunu kaydeder[33 - Kırım ve Kazan Tatarlarında yağmuru yağdırmak veya durdurmak için ayin yapma töresi vardı. (ç.n.)]. Porfirios’a göre bu tür şeytanlar kendilerine adak adanmasından zevk alırlar ve eskiden dünyayı korkuyla idare etmişlerdir, Roma’da, Yunanistan’da ve Mısır’da pek çok isimle anılmış, pek çok putun şahsında kendilerine kurban kestirmişlerdir. Bugün dahi kandırdıkları çeşitli milletleri, mesela Hintlileri demir yumrukla yönetmekte, tanrı diye tapınılmaktadırlar. Eski putperestlerin tanrıları şeytanlardı, Trismegistus bunu Asclepius adlı eserinde itiraf etmekte, sihirli sözlerle şeytanları birer ikona içine davet edebildiğini söylemektedir. Aynı şeytanlar, Pictorius’un kanaatine göre bugün Katoliklerce “azizler adı altında saygı görmektedir.” Cardan’ın düşüncesine göre cadılarla cinsel ilişkiye girmeyi arzulayan varlıklar (incubuslar ve succibuslar), şekil değiştiren, büyücülere hizmet eden, dokunulduğu zaman bedenlerinin buz gibi soğuk olduğu keşfedilen ruhlardır. Çekinmeden anlattığına göre, Cardan’ın babasının, ona yirmi sekiz yıl yarenlik etmiş havasal bir şeytanı vardı. Agrippa’nın köpeğinin tasmasına bir şeytanın bağlı oluşu gibi, bazıları Paracelsus’un kılıcının kabzasında bir şeytan taşıdığını söylerler, eğer bu Erastus’un ona attığı bir iftira değilse tabii. Yine bazıları şeytanları yüzüklerinde taşır, mesela Jannes ve Jambres böylesi şeytanların yardımıyla pek çok şey başarmıştır; Simon Magus, Cinops, Apollonius Tynaeus, Iamblichis ve yakın zamanlardan bir örnek olan Trithemius gibi. Trithemius, İmparator Maximilian’a merhum karısını ölümünden sonra göstermişti, Godelman’a göre suret o kadar netti ki İmparator, kadının boynundaki siğili (et verrucam in collo ejus) bile seçebilmişti. Delrio ikinci, Cicogna üçüncü kitabında, Boissardus de Magis et Veneficis isimli kitabında, böyle şeytanların sıradışı işlerinden çeşitli örnekler verirler.
Su şeytanları Naiadeler veya su perileridir, dolayısıyla sular ve nehirlerle ilgililerdir. Paracelsus’a göre onların kaosu sudur; orada yaşarlar, bazıları onlara periler deyip kraliçelerinin Habundia olduğunu söyler; sel baskınlarına neden olup sık sık gemileri batırırlar, insanları pek çok şekilde kandırırlar. Trithemius’a göre, erkeklerin karşısına succubuslar olarak veya başka şekillerde kadın suretinde çıkarlar. Paracelsus onların ölümlü erkeklerle yaşayıp onlarla evlendiği birkaç hikâye nakleder. Bu ruhlar birkaç yıl kocalarıyla yaşarlarmış, kocalarının bir yanını beğenmedikleri zaman ise onları terk ederlermiş. Bunlardan biri, Numa’ya[34 - Roma’nın yarı efsanevi yasa koyucusu, MÖ 7. asır. Hakkındaki başlıca bilgi kaynağımız Plutark’tır. (ç.n.)] çok yakın olan Egeria’ydı. Diana ve Ceres bu varlıklardandır. Olaus Magnus, İsveç kralı Hotherus’un bir av sırasında maiyetinden ayrı düşüp su perileri ile karşılaşmasını, onların bir şölenine konuk oluşunu detaylarıyla anlatır. Hector Boethius, iki İskoç lordu Macbeth ve Banquo’nun ormanlarda gezinirken üç tuhaf kadınla rastlaşıp onlardan geleceklerini öğrendiklerini nakleder. Bu ruhlara adak adayarak bilgi edinmek isteyenlerin yaptığı şeye hidromantia, yani su ile kehanet denir.
Toprak şeytanları; koruyucu tanrılar, cinler, panlar, satirler, orman perileri, umacılar, periler, Robin Goodfellow’lar[35 - İngilizcede puck da denilen, afacan bir peri.] ve trollerdir. İnsanlarla en çok alaka kuran ruhlar bunlardır, o yüzden en büyük zarara da bunlar yol açarlar. Bazıları, eski dinsiz milletleri korkuya düşürerek onlara pek çok put ve tapınak yaptıranın sadece bu cins ruhlar olduğunu düşünür. Filistinlilerin taptığı Dagon, Babillilerin taptığı Bel, Sidonluların Astarte’si, Mısırlıların İsis ve Osiris’i bunlardandır. Bazıları, bizim peri dediklerimizi de bu sınıfa koyarlar. Perilere eski zamanlarda çok derin bir batıl inançla hürmet edilirdi, mesken tuttukları evler süpürülüp temizlenir, içine bir kova temiz su ve güzel erzaklar konur, onları buna benzer hareketlerle hoş tutup rahatsız etmeyen kişilerin pabuçlarında para bulacağı, işlerinin bereketli gideceği düşünülürdü. Çayırlarda ve yeşil yerlerde dans eden ruhlar bunlardır, Lavater ve Trithemius bu kanıdadırlar; Olaus Magnus da onlara katılır ve ekler: O perileri yaşlı kadınlar ve çocuklar görebilirler, ovalarda sık sık rast geldiğimiz yeşil çemberleri bırakanlar da onlardır; oysa bazıları bu çemberleri düşen meteorların veya Doğa’nın elinden rastlantıyla çıkmış birer biçim sayarlar. Hieronymus Pauli, İspanya’daki Barcino[36 - Barcelona’nın Latincedeki adı. (ç.n.)]

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/robert-burton-31245965/melankolinin-kisa-anatomisi-69403450/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Yazarın tek romanı Habeşistan Prensi Rasselas’ın Öyküsü, yayınevimiz tarafından yayımlanmıştır.

2
Melankoli, sözcük anlamı ile “Kara Sevda”. 19. yüzyıla dek duyguların, vücudun salgıladığı sıvıların etkisi olduğuna inanılırdı. Melankoli hem bir duygusal durumdu hem de bu sıvılardan biriydi. (ç.n.)

3
Çelişkiler.

4
Münakaşalar.

5
İstişareler.

6
Orijinal metinde Spirit. 17. yüzyılda iki tür ruha inanılıyordu. İlki Tanrı’nın Adem’e üflediği, insana bilinç veren ruhtu. İkincisi, beyinle kasların iletişimini sağladığı sanılan esrarengiz, akışkan bir maddeydi ve hayvansal ruh diye de anılırdı. Burada sözcük ikinci anlamıyla kullanılıyor. (ç.n.)

7
16. asır sonlarında eser vermiş İtalyan asıllı doktor, gerçek adı Salustio Salviani. İsimleri Latinleştirerek yazmak o çağın Avrupa’sında yaygın bir adetti.

8
Arap tıbbında karın boşluğuna verilen ad. (ç.n.)

9
Yazar, bu deyimle saldırgan akıl hastalarını kastetmektedir. (ç.n.)

10
Bugünkü adıyla Blumia. (ç.n.)

11
Daha yaygın bilinen adları ile söylersek Spartalılar. (ç.n.)

12
Sonraki ayetler şöyledir: “İğrenir olmuşlardı bütün yemeklerden, Ölümün kapısına yaklaşmışlardı. O zaman sıkıntı içinde RABbe yakardılar, RAB kurtardı onları dertlerinden. Sözünü gönderip iyileştirdi onları, Kurtardı ölüm çukurundan.” Mealler, 2001 yılında yayımlanmış yeni çeviriden alıntıdır. (ç.n.)

13
Censorlar, eski Roma’da geniş yetkilere sahip devlet memurlarıydı. (ç.n.)

14
Romalı şair Claudian’ın (ölümü MS 404) bir şiirinden alıntıdır. (ç.n.)

15
“Sen kazandın Celileli!” Son putperest imparator Julian’ın son sözleri. Celile, Hz. İsa’nın memleketidir. (ç.n.)

16
Thomistler: Thomas Aquinas’ın öğretilerini takip eden düşünce ekolü. (ç.n.)

17
Elçilerin İşleri, bölüm 23.

18
Aziz Augustine’in adı, İngiltere’de bazen Austin veya St. Austin şeklinde yazılır. (ç.n)

19
Dekan: Bu bağlamda, vaiz anlamındadır. (ç.n)

20
Asurlularda kralın yaverine verilen unvan. (ç.n.)

21
Pasetik Para. Harcandığında uçup ilk sahibine dönen sihirli para. Adını Pases diye bir büyücüden alır. (ç.n.)

22
19. yüzyıla kadar meteorların, uzaydan dünya atmosferine giren taşlar olduğu bilinmiyordu. (ç.n.)

23
Karolenj imparatoru, Türkiye’de yaygın bilinen adıyla Şarlman. Bu olay 793 yılında yaşanmıştır. (ç.n.)

24
İncil’e ek olarak dahil edilmiş, yazarı meçhul kitap; kıyamet yaklaşınca yaşanacak olayları anlatır. (ç.n.)

25
Esir (eter): Eskiden uzayı doldurduğu sanılan madde. Esir teorisi 1905’te Einstein tarafından boşa çıkarılmıştır. (ç.n.)

26
Mitolojide, evrenin yaratılmasından önce var olan kargaşa hâlindeki boşluk. 17. yüzyılda, Güneş sisteminin dışındaki uzayın halen kaosla dolu olduğu fikri yaygındı. (ç.n.)

27
Kelime anlamıyla Satürn’e, Jüpiter’e, Mars’a ait. Her gezegen bir karakter ve ruh haliyle özdeşleşmişti: Satürn, ketum ve sert mizaçla; Jüpiter, neşeyle ve canlılıkla; Mars, savaşçılıkla. (ç.n.)

28
Bu son iki sözcükle, insan liderler değil insanları etkisi altına alan ruhlar ve şeytanlar kastediliyor. (ç.n.)

29
Dört klasik element ateş, toprak, su, hava. Eski çağlarda gökcisimlerinin bozulup aşınmayan beşinci bir elementten yapıldığı sanılıyordu. 17. asırda gözden kısmen düşmüş ancak kaybolmamış bir teoriydi bu. (ç.n.)

30
Aptallar Işığı. Bataklıklarda görülen ve peşinden gidildikçe uzaklaşan esrarengiz ışık. Ateş Ejderi sözüyle de aynı fenomen kastedilmektedir. (ç.n.)

31
Gemi direklerinde beliren mavi bir ışıltı. Bugün, nedeninin havadaki elektrik yükü olduğunu biliyoruz. (ç.n.)

32
Ateş yoluyla geleceği görme. (ç.n.)

33
Kırım ve Kazan Tatarlarında yağmuru yağdırmak veya durdurmak için ayin yapma töresi vardı. (ç.n.)

34
Roma’nın yarı efsanevi yasa koyucusu, MÖ 7. asır. Hakkındaki başlıca bilgi kaynağımız Plutark’tır. (ç.n.)

35
İngilizcede puck da denilen, afacan bir peri.

36
Barcelona’nın Latincedeki adı. (ç.n.)
Melankolinin kısa anatomisi Robert Burton
Melankolinin kısa anatomisi

Robert Burton

Тип: электронная книга

Жанр: Зарубежная публицистика

Язык: на турецком языке

Издательство: Maya Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Bu kitap, sıradan bir melankoli incelemesi ya da melankolinin sebepleri, belirtileri ve tedavilerini derleyen tıbbi bir çalışma değildir. Antik dönemlerden Rönesans’a kadar insan davranışlarının nasıl yorumlandığına kapsamlı bir bakıştır, döneminin felsefi ve fizyolojik fikirlerinin bir araya getirildiği önemli bir derlemedir.

  • Добавить отзыв