Çin mitolojisi

Çin mitolojisi
John Calvin Ferguson
Mitolojiler tamamen hayal ürünü müydü, yoksa başka dünyaların hikâyeleri miydi? Birçok farklı kültürün ve coğrafyanın mitolojisini tek tek ele alacak dizimizin üçüncü kitabı, dünyaya birçok konuda ilham veren ve zengin bir içeriği olan Çin mitolojisi.

Çin mitolojisi, tarih, efsane ve mitin birleşimi olarak kabul edilir. Çin mitolojisinde yaratılış mitleri tarihi olaylarla bir araya gelir, söylenceler ve gerçekler iç içe girer. Öyle ki bazı imparatorlar mitolojik kahramanlara, bazı efsaneler de gerçeğe dönüşmüştür. Haliyle yazar Çin mitolojisini, efsanelerini, kahramanlarını, ejderhalarını ve imparatorlarını anlatırken Çin’in tarihini, inanışlarını ve kadim kültürünü de ele alıyor.

John C. Ferguson
ÇİN MİTOLOJİSİ

Önsöz
Aslında bu çalışmayı “Çin Mitolojisinin Ana Hatları” olarak isimlendirmek daha doğru olur. Kitap, tamamı için pek çok cilt gerekecek Çin mitolojisi hakkında çok kapsamlı bir çalışma olma iddiasında değil. Çin mitolojisinin temel unsurlarını bu ufak cilde sığdırmak, yabancı kökenden geldiğine dair en ufak bir şüphe uyandıran bütün mitleri dışarda tutarak ve Çin mitolojisiyle diğer ülkelerin mitolojileri arasında mukayese yapmaktan kaçınarak mümkün oldu. Yalnızca doğa güçleri, yaratılışın kaynağı ya da devlet kurumlarının gelişimi ve Çinliler arasında yaygın olan âdetlerle ilgili geleneksel hikâyeler incelendi.
Çin’in ilk yazılı kayıtları tutulmaya başlandığında, kurulu bir devlet geleneği ve düzenli bir hayat çoktandır varlığını sürdürüyordu. Ayrıca engin bir sözlü gelenekten de bahsedebiliriz. Fikirlerini yazı yoluyla aktarabilenlerin görevi devleti ve organize hayatı sözlü gelenek ışığında açıklamaktı. İlk hükümdarların, uhrevi ve dünyevi varlıkların çevresinde yoğunlaşan bütün mitolojiler bu çabanın bir sonucuydu. Her ne kadar bu mitler yazıya geçirilirken biçim olarak pek çok değişikliğe uğramış olsa da içerikleri şüphesiz tamamen korundu; yani bu çalışmanın konusu yazılı geleneklerdir.
Yazar, konuyu tedbirsiz okurların karşısına her köşede çıkabilecek tuzakları hesaba katarak ele almıştır. Çin yazınının kapsamı, sözlü farklılıklar arasındaki ince detaylar, yavaş yavaş değişmez anlatılara dönüşen hikâyelerin çeşitli versiyonları, yalnızca merkezdeki olaylarla ilgilenen yazarların hayal güçlerini alabildiğine geniş bir şekilde kullanmaları ve buna benzer pek çok durum alanda çalışanların yolunu kaygan ve tehlikeli hale getirmektedir. Yazar, konunun uzmanı Çinli arkadaşlarının yardımlarının pek çok hatayı düzeltmiş olmasını ve bu çalışmaya kadar kimsenin ele almayı cüret etmediği geniş kapsamlı bir konunun ana hatlarını sunabilmeyi umut etmektedir.

    John C. Ferguson
    Ocak 1927

Giriş
Sarı Nehir Vadisi boyunca yerleşerek Çin ulusunu oluşturan kavimlerin kökeni halen incelenmeye açık bir konu. Bu ilk yerleşimciler nereden gelmiş olursa olsun güçlü fiziki yapılarıyla şüphesiz macera düşkünü insanlardı. Onlara Yangtze Nehri boyunca, şimdiki Hankou şehri civarında ve Zhejiang tepelerinin epey doğusunda, dağılmış bir vaziyette rastlıyoruz. Ayrıca güzergâhlarına Sarı Nehir’in kuzey ve güney ağzına doğru devam ettiklerini biliyoruz. Çin’in bu büyük nehri doğuya doğru akar, dolayısıyla Çin anakarasındaki nüfusun batıdan doğuya doğru gelmiş olduğu makul bir varsayım olarak görünüyor.
Guangdong, Fujian ve Zhejiang’ın güney kısmı gibi Çin’in sahil eyaletlerine ilk olarak Malay kökenli denizci halkların yerleştiğini gösteren kanıtlar bulunuyor. Filipin adalarının ve Japonya’nın ilk yerleşimcileriyle akraba olan bu halklar, pek çok lehçe konuşmakta olup ufak gruplara ayrılıncaya kadar uzun bir süre kendi benliklerini korudular. Çin medeniyetinin ana toprağı, bu okur yazar olmayan insanlarla birlikte yavaş yavaş güneydoğuya doğru yayıldı. MS yedinci yüzyılda, Tang hanedanı zamanından itibaren bu halklar hem siyasi hem de manevi olarak Çin’in nüfuzu altına girdiler. Çin bu kavimleri yazıyla, sanatla ve devlet kurumlarıyla öyle bir donattı ki birkaç nesilde egzotik kökenlerine ait neredeyse bütün izler yok oldu. Geriye hatıra olarak yalnızca Kanton halkının kendilerine verdikleri “Tang İnsanları” ismi kaldı. Dolayısıyla bu kavimlerin Çin medeniyetinin dünyasına Tang hanedanı zamanında girdiği ve devletin denetimi altında düzenli hayatlarının başladığı unutulmamalıdır.
Çin’in ilk tarihçilerinin, uluslarının kökenini ilahi veya doğaüstü bir kaynağa dayandırmak gibi bir çabaları yoktu. Böylesi bir aşırılığa en yakın girişime, Zhou hanedanının efsanevi kurucusunun doğumu hakkındaki bir anlatıda rastlanır. Zhou hanesinden kendisine kurbanlar verilen Hou Ji, Chiang Yüan’ın oğludur. Bir süre çocuksuz olan annesi Tanrı tarafından yaratılan bir ayak parmağı izinin üzerine basıp bu şekilde hamile kalır ve Hou Ji’yi doğurur. Bu harikulade oğul, aşk dolu bir ilgiyle onu koruyan koyun ve öküzlerin desteğiyle büyütülür. Kuşlar kanatlarıyla onu koruyup destekler. Henüz küçük yaştayken fasulye ve buğday ekerek kendini besleyebilecek hale gelir. Halkına güzel darı tohumlarını verir. Tohumlar, bol miktarda mahsul verip yardıma muhtaç halkının beslenmesi için toprağa istiflenir. Bu rivayet, eski zamanlarda bir masal olarak kabul edilir ve inanılmamasına rağmen hoş görülür. Çinli yazarlar uluslarının kökeni meselesine şaşırtıcı derecede az ilgi gösterirler. Hou Ji anlatısında annesinin kökenine ilişkin hiçbir şeyin söylenmiyor olması enteresandır. Çin ulusunun çağlar boyunca en önemli özelliği olan keskin sağduyusu onları kendine özgü kökenlerini bir ilaha atfetme çılgınlığından uzak tutmuştur.


Hou Ji

Tarihçi Sima Qian, kroniklerini MÖ 2704-2595 yılları arasında hüküm sürmüş beş hükümdarın ilki Çin Şi Huang ile başlatır. Bazı yazarlar daha eskiye, mitolojik Üç İmparator Dönemi’ne kadar giderler fakat tarihi temellere sahip olabileceği düşünülen olaylar Çin Şi Huang döneminden bile sonraya aittir. Elimizdeki bilgilerle Çin’in tarihi döneminin başlangıcını Shang hanedanının çöküşü ve Zhou hanedanının yükselişinden daha eskiye, MÖ 1122’ye dayandırmak pek sağlıklı değildir. Güvenilir tarihin başlangıcı olarak, Sima Qian’ın Shiji’de esas aldığı ilk kesin tarih olan MÖ 841’i kabul etmek daha doğru olur. Bu dönemde insanların yalnızca tarımda değil yazı yazma sanatında da iyi olduğu, çoktan kurulmuş bir medeniyetle karşılaşıyoruz. Daha eski dönemlere ait kalıntılar, kemik üzerine oyulmuş ideogramlar veya bronzdan yapılma kurbanlık kapların üzerine dökülen işaretlerden oluşuyor. Bu tarz kalıntılardan elde edilen tarihi bilgiler kısıtlı olmakla beraber, medeniyetin ilk dönemlerini anlamamıza pek bir katkı sağlamıyor. Yine de kalıntılar, Çin medeniyetinin bildiğimiz kadarıyla Zhou hanedanı döneminde Çin’in gerçek sakinleri tarafından kurulan ilk medeniyetten türediğini ve bu kesintisiz gelişimin dışarıdan gelen unsurlara kapalı olduğunu doğrulaması açısından önemli. Çin, antik dönemdeki diğer uluslardan farklı, kendine has bir medeniyet geliştirmiş olup bu medeniyeti pek çok değişim ve büyük gelişimlerle günümüze kadar taşımıştır. Bu medeniyet, dünyanın şimdiye kadar tanıklık ettiği diğer ulusların hepsinden daha uzun bir sürekliliğe sahiptir.
Antik Çin medeniyetinin göze çarpan iki özelliği vardır. Bir tanesi kehanet yöntemleri ve merasim geleneklerinden oluşur. Bir diğeriyse aile ve kabile kavramıdır. Bu özellikler, bireysel ve toplumsal gelişimin birbiriyle çelişen amaçlarını temsil eder. Kişinin kendi özünde olan doğru ve yanlış anlayışı tarafından şekillenen birey algısı, devletin temelini oluşturarak kehanet yöntemleriyle ilişkilendirilir. Buradaki mantık şudur: Bireyin dolaysız eylemleri nihai olmalıdır ve bunlar önceden belirlenmiş eylemlerin sonucudur. Vesayet başlığıyla temsil edilen devlet algısı ise bireyler için neyin doğru neyin yanlış olduğunun belirleyicisi olarak merasim gelenekleriyle ilişkilendirilir. Eski düzen bireyci olarak özgürlükçüyken, sonraki düzen muhafazakârdır. Eskisi değişen şartlara uyum sağlar; yenisi bir şeyleri var olan gelenekten yola çıkarak kesin olarak tasarlar.
Ulusun felsefi kavrayışları, Çinli yazarlar arasında geleneksel olarak dokuz okula bölünmüştür. Bu okullar şunlardır: (1) Düalizm Okulu, (2) Edebiyat Okulu, (3) Eşitlik Okulu, (4) Sözcükler Okulu, (5) Hukuk Okulu, (6) Doktrin Okulu, (7) Ziraatçılar Okulu, (8) Hoşgörü Okulu ve (9) Seçmece Okul. Şimdilik bu dokuz okul arasındaki karmaşık felsefi ayrımlara girmemiz gerekmiyor. İki genel başlık altında sınıflandırmak yeterli olacaktır: Temsilcileri Lao Tzu ve Tao Chia olan liberaller ile Ju Chia ve Konfüçyüs’ün önderliğindeki muhafazakârlar. Bu iki okulun gelişimi ve eğilimleri hem antik hem de modern dönemde Çin düşüncesini tümüyle çevrelemektedir.
Bu iki okul arasındaki ayrım, bir tarafın ejderha atının sırtında bulunan işaretlerden yola çıkılarak Fu Xi tarafından geliştirilen ünlü Sekiz Diyagrama bağlı olması, diğer tarafın ise imparatorluk otoritesinin işareti olarak Konfüçyüs tarafından kabul edilen törensel Dokuzlu Sehpa’yı kabul etmesi olarak açıklanabilir. Liberal Okul kadim yetkiyi Değişimler Kitabı’nda bulurken muhafazakârlar Bahar ve Güz Kronikleri’nde bulur. İlki, insanın evrenle ilişkisini açıklamak için hayvanların ve bitkilerin alemine yayılmakta özgürdü. İkincisi ise kendisini sosyal yapılanmalarda bulunan insan etkinlikleriyle sınırlandırmıştı. Bunlar yalnızca genel ayrımlar olsa da Çin’deki düşünce eğilimlerinin başlangıçtan bu yana farklılaşmasını açıklamakta yardımcı olur.
Her ne kadar bu kişiler, çoktan kurulmuş sistemlerin yalnızca birer savunucusu olsalar da iki sistemin de dayandığı ortak nokta olarak MÖ altıncı yüzyılın düşünürleri Konfüçyüs ve Lao Tzu ile başlamak gerekir. Tao yani doğa, savunduğu sürekli değişimle imparator tarafından temsil edilen Konfüçyüsçü mutlakıyet teorisine karşı liberalizmin merkezi haline gelmiştir. Liberal Okul, devletin başındaki kişinin şahsi eylemleri için en sıradan insan kadar hesap vermesi gerektiğine inanır. Oysa Konfüçyüs’ün muhafazakâr sisteminde imparator kanunla kısıtlanamaz. Ahlaki yargıların imparatorun yönetimine yön vermesi gerektiği kabul ediliyor olsa bile, ona sıradan bir insana uygulanan hiçbir kanuni yaptırım uygulanamazdı. Liberal Okul’un sembol yorumcusu Pan Ku, MÖ on sekizinci yüzyılda yaşadığı söylenen İ Yin’i Tao ilkelerinin ilk savunucusu olarak kabul eder. İ Yin, Tang’a mevcut Xia hanedanına karşı isyan çıkarmasını tavsiye eden kişiydi ve Tang yeni Shang hanedanını kurduğunda danışman olarak onun yanında yer aldı. Pan Ku’ya göre Tao öğretisinin diğer önemli savunucuları Tai Kung ve Yü Hsiung idi. Wen Wang, Shang hanedanının son yıllarındaki acımasız yönetime karşı bir isyan planladığında yanında yer almışlardı. Qi devletinin veziri Kuan İ-wu ise bir diğer önemli Tao savunucusuydu. Vezir, Zhou hanedanının sembolik yönetimini kabul edip diğer devletler arasında üstünlük kazanarak feodal bir devlet kuran ilk kişiydi. Erken dönem Tao öğretisinin bu otoriter temsilcileri, hükümdarların eylemlerine yalnızca hükümdar oldukları için müsamaha gösteren muhafazakârların Edebiyat Okulu’yla zıt anlayışlara sahiptir. Çin hanedanının kurucusu İmparator Çin Şi Huang, liberalizmin en büyük politik destekçisiydi. Başveziri Li Si, Muhafazakâr Okul’un tutkulu bir karşıtıydı. İmparator ve başvezir, Tao’nun, ya da Doktrin Okulu’nun, ilkelerine sıkı sıkıya bağlıydı. Çin Şi Huang, hükümetinin kurulması ve idaresinde olduğu gibi kişisel kararlarında da Lao Tzu Okulu’nun öğretisine layık şekilde davranmadı. Huang acımasız bir tirandı, hırslı bir mizaca sahipti ve her türlü muhalefete karşı tahammülsüzdü. En sonunda tümüyle zorba idare gücünün boyunduruğu altına girdi. Muhafazakârların kitaplarını yaktı ve kendisinden öncekiler tarafından dayatılan sınırlamalardan kurtulup yeni bir düzen tesis etmek umuduyla merasim eşyalarını imha etti. Eylemlerinde kısmen başarılı oldu diyebiliriz. Zira genel ilkeleriyle 1911-12 Cumhuriyet Devrimi’ne kadar süren bürokratik bir hükümet biçimi tesis etti. Bu sistem ölümden sonra hem inanmış olduğu ilkelerce hem de Muhafazakâr Okul’un ilkelerince kontrol altında tutuldu. Şi Huagn’ın hanedanından sonra gelen Han hanedanının işi, Huang tarafından kurulan hükümet biçimini desteklemekten ve onu Muhafazakâr Okul’un felsefi düşüncelerinin hükmü altına sokmaktan ibaretti. Şi Huang, yüce bir kişiliğe sahip olsaydı kurucusu olduğu hanedanın ayakta kalma ihtimali daha fazla olabilirdi. Gerçekte olansa şuydu, yönetimi şeklen ayakta kaldı fakat tümüyle zıt bir görüşün kontrolü altına girdi.
Konfüçyüs’ün sözleri, onunla aynı soydan gelen Kong Anguo tarafından Han hanedanı zamanında yaklaşık olarak MÖ 150’de derlendi. Lun Yü Hsün Tz’u denilen bu derleme iki metnin karşılaştırmasına dayanıyor. Bu metinlerden biri, Pi Chung Shu, Konfüçyüs’ün evinin duvarında Kung Wang tarafından imha edilecekken bulundu. Kung Wang, babası İmparator Ching Ti’nin tarafından Lu eyaletinin (günümüzde Shantung) Kralı olarak atanmıştı. Bu metin “kurbağa larvası” denilen, k’otou wên karakterleri ile yazılmış ve “antik metin”, ku wên olarak bilinmektedir. Zhou hanedanının son zamanlarında kullanılan karakterlerle yazılan diğer metin Chi’nin komşu eyaletinden gelmiştir ve “yeni metin”, chin wên olarak biliniyor. Kong Anguo’nun derlemesi bazı düzeltmelerle nesiller boyunca Muhafazakâr Okul’un normlarını sürdürdü. Ayrıca Chun Chi’yu, başka bir deyişle “Bahar ve Güz Kronikleri”ni içerdiği için Çin’in antik medeniyet anlatısında çok eski zamanlarına kadar gider.
Öyleyse antik dönemden beri Çin düşüncesinde biri muhafazakâr diğeri liberal olmak üzere iki yolun gelişim gösterdiğini söyleyebiliriz. Aslında bu iki yol birbirini dışlayan düşünce tarzları değildir. Aynı kişinin yazılarında sık sık bir arada gördüğümüz iki farklı düşünce tarzı birbirini zenginleştirmiştir. Batının bakış açısına göre bu iki okul arasındaki ayrım yeterince belirgin değildir. Çinlilere göreyse muhafazakârlar ve liberaller arasındaki zıtlık detaylardan ziyade genel düşüncelerinde aranmalıdır.

Birinci Bölüm
Taoizm
Tao, bir diğer deyişle Doktrin Okulu, Çin tarihinin neredeyse bütün mitolojik özellikleri etrafında toplanmıştır. Bu okulun Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizmden oluşan Çin’in ulusal üç dininden birisine dönüşümünü kavramak önemlidir. Bu kitabın odaklandığı nokta Taoizmin bir din olarak kurulmasından sonraki ahlaki yaklaşım değil, mitolojik konular olacak. Bu nedenle ilerleyen sayfalarda Doktrin Okulu yani Tao teriminden daha fazla faydalanmaya gerek olmayacak. Bunun yerine Taoculuk terimi, genel anlamıyla Taoculuğun bir din olarak kabul edilmesinden hem önceki hem de sonraki her şeyi kapsayan bir kavram olarak kullanılacak.
Taoculuğun üç farklı aşaması vardır. Ahlaki olarak nitelendirilebilecek ilk aşama, Lao Tzu ve onun Tao Te Ching’i de içeren yazılarıdır. Bu dönem, yaklaşık olarak MÖ altıncı yüzyılın sonunda başlayan felsefi tartışmalara denk düşer. Büyüsel denebilecek ikinci aşama MS birinci yüzyılda başlamış olup Zhang Daoling’in benliği etrafında şekillenmiştir. Daoling, Batı Çin dağlarında inzivaya çekilerek kendisini simya çalışmalarına ve zihinsel soyutlanma yoluyla arınmaya adamıştır. Burada himayesi için kendisine günlük otuz sekiz kilo pirinç ödeyen çok sayıda müridi tarafından takip edilmiştir. Böylece öğretisi Wu Tou Mi Tao yani “Otuz Sekiz Kilo Pirinç Öğretisi” olarak bilinir hale gelmiştir. Zhang’ın müritlerinin oluşturduğu bu cemaat sonradan bir dine dönüşecek olan hareketin ilk kıpırtısıydı. Zhang kendisini “Tanrısal Öğretmen” (tien shih) olarak adlandırıyordu. Bu, Chuang Tzu’nun kullandığı isimdi ki kendisi bu ismin Sarı İmparator tarafından genç Hsiang Ch’êng’e bir unvan olarak verildiğini ifade etmişti. Su Wên’e göre bu unvan Sarı İmparator’un yardımcılarından birisi olan ve iyileştirme sanatının kurucusu olarak bilinen Chi Po’ya da verilmişti. Bu dönem büyü sanatlarının gelişme aşamasıydı. Ayrıca Lao Tzu’nun ahlaki öğretilerinden ziyade Değişim Kitabı’nın gizemlerine dayanıyordu. Üçüncü aşama veya organize bir dinin aşaması, Tang hanedanının meşhur kurucusu, hanedana ait unvanı Tai Tsung olan Li Shimin’in hükümranlığı sırasında MS yedinci yüzyılda yayılmıştır. Tai Tsung, Lao Tzu’nun soyadının Li olmasından ve lakap geleneğinden etkilenerek nüfuzunu, Taoculuğun gelişmiş Budist diniyle aynı temellere dayanan bir din olarak kurulmasında kullanmıştır. Bildiğimiz kadarıyla kurucu Tsung, Budizmin gizemlerine de temelden inanıyordu. Fên Yen Chien Wên Chi’de yazdığına göre Tai Tsung, Lao Tzu’nun Li ailesinin kendi kolunun öncüsü olduğunu iddia etmiştir.
MS yedinci yüzyılda bir din halini alan Taoculuk, dinsel öğelerini büyük oranda Budizmden aldı. Zahitlerin dini ritüelleri yerine getirmek ve öğretilerini yaymak amacıyla toplandıkları Budizme has tapınaklar Taoizm tarafından benimsedi. Erken Çin tarihi, Çin’i Budizm ile tanıştıran Hintlilerle eşleşebilecek önemli kişileri bulmak için araştırıldı. Lao Tzu, Sakyamuni’nin yerini aldı. Dört Lokopolas’ın yerini Dört Semavi Kral (Ssu Tien Wang), Kıymetli Üçlü’nün (San Pao) yerini Saf Üçlü (San Ching) aldı. Yeni Taocu din tarafında Hint Budizminin herhangi bir öğretisini çürütmek için çok az girişime rastlıyoruz. Fakat iki mezhebin öğretileri yakından incelenecek olursa, temel meselelerde pek de uyum içinde olmadıkları görülüyor. Budizm hem ruhu hem de bedeni öldürmeyi amaçlar, oysa Taoizm ölümsüzlüğe ulaşıncaya kadar bedeni ruhani hale getirmeye gayret eder. Öğretiye ait radikal farklılıkların üstü, Tang İmparatoru’nun Budizmdeki popüler inancı ulusal bir çizgiye taşıma gayretiyle örtülmüştür. Taoizm tümüyle Çin kökenlidir ve biçimsel açıdan her ne kadar Budizmden kaynaklı unsurlardan etkilendiği düşünülse de öğretinin temel yapısı yerel kaynaklara dayanır. Taoizm, Budizme karşı bir isyan hareketidir. Bunun en önemli nedeni Budizmin yabancı kökenleridir. Fakat aynı zamanda Budizmin bütün örgütlenme sistemini körü körüne taklit edilmiştir.


Konfüçyüs ile Lao Tzu’nun Buluşması

Taoizmin gelişiminde Lao Tzu’nun ahlak felsefesinin etkisi büyük ölçüde, otoritesini tesis etmek için Lao Tzu’dan daha eski bir kaynağa yönelen Zhang Daoling’in büyü sanatlarının gölgesinde kalmıştır. Zhang Daoling, Değişimler Kitabı’na kadar gitmiştir. Bu kitap hakkında Konfüçyüs Seçmeler’de (Lun Yü) şöyle demektedir: “Daha fazla ömrüm olsaydı I King’i incelemek için 50 yılımı verirdim. Böylece büyük kusurlara sahip olmayan biri olabilirdim.” Değişimler Kitabı Çin klasiklerinin en eskisidir, hatta birçok insana göre en anlaşılmaz olanıdır. Konfüçyüs’ün ve Lao Tzu’nun zamanından birkaç yüzyıl öncesinde yazıldığı tahmin ediliyor. Fakat orijinal Sekiz Diyagramı altmış dörde genişleten Wên Wang döneminden sonra (MÖ 1231-1135) bu klasikte karşımıza çıkıyor. I King gizemli bir şekilde altmış dört diyagramın ismiyle iç içe olan uğurlu ve uğursuz olayları konu alır. Eş seçme, eve dönme, bir sefere gitme gibi olaylardan iyi talih olarak bahseder. Ahlaklı olmayı iyi talihle şöyle eşleştiriyor: “Tavrı doğru olan kahraman için refah vardır.” Devletin hükümdarına büyük bir onur bahşedilir. Konfüçyüs’ün kitabın öğretisini yürekten kabul edip büyüsünü es geçmesinin sebebi muhtemelen budur. Metin, Çin’in ilk yönetimlerinde üst düzey memur olan kâhinlerin kullandığı unutulmaması gereken resmi tabirlerden oluşur. Bu klasikte felsefi bir devlet algısına değinen az sayıda pasaj, iyi ile kötü talihe ve kehanete sürekli yapılan göndermelerle bastırılmaktadır.
Olağanüstü hadiselerle dolu olan erken tarihli üç kitap daha vardır. Shan Hai Jing (Dağ ve Deniz Klasiği) isminden anlaşıldığı kadarıyla coğrafyaya odaklanmış bir kitapken Shui King (Su Klasiği) su yollarından bahsettiği tahmin edilen bir kitaptır. Klasik olarak değerlendirilen bu iki eser aslında hayvanlar alemi ve su dünyasındaki her türden ilginç hadise hakkında anlatılar içeriyordu. Shan Hai Jing, miladi sıfırın sonrasına kadar derlenmemiştir. Fakat içindeki hikâyeler, kökeni en az Zhou hanedanı dönemine kadar uzanan yaygın bilinen efsanelere dayanıyor. İmparator Ch’ien Lung’un kütüphanesinde bulunan Titiz Katalog yani Ssu Ku Chüan Shu, kitabın öğretisinin Lao Tzu öğretileri olduğunu kabul etmez. Buna karşın Taocu yazarlar genellikle bu klasiğin kendi mezheplerine ait olduğunu iddia ederler. Üçüncü klasik, Taocu çevrede yazarının mitolojik imparator Huang Ti olduğuna inanılan Yin Fu King’tir (Gizemli Ahenk). Kitap çoğunlukla ahlaki tartışmalar üzerine kurulmuştur. Etrafımızdaki gözle görünür olaylar ile görünmeyen dünya, birbiriyle uyumlu hale getirmeye çalışılmıştır. Bütün canlı varlıklarda mevcut olan gizli uyumdan ve uyumsuzluğun yalnızca yüzeyde belirdiğinden söz edilip görünen ile görünmeyen arasındaki belirgin ayrılık uzlaştırılır. Bu klasikte, Lao Tzu’nun yanı sıra itibar sahibi başka Taocuların da olduğunun altı çizilir. Bunlar arasında ahlaki meselelerle ilgilenenler olduğu kadar kendilerini büyüye ve doğaüstü sanatlara adayanlardan oluşan daimi bir silsile de vardır.
Tao Te Ching’ın ismi, Tang hanedanının yedinci imparatoru Hsüan Tsung tarafından MS sekizinci yüzyılın ilk döneminde verilmişti buna karşın Lao Tzu’nun vecizeleriyle tanınmayı daha çok hak ediyordu. Milattan önce birtakım düşünürler bu eserden alıntılar yapıp yol gösterici hakikatlerini yorumlamışlardır. Lao Tzu dönemine en yakın düşünür yüzyıldan biraz daha fazla yaşamıştır. Lao Tzu gibi bir şahsın gerçekten yaşadığından ve Tao Te Ching’de vecizelerin kaydını ortaya koyan tarihi gelenekten şüphe etmek için pek fazla sebep yok gibi gözüküyor. Fakat kitaba sonraki yazarlar tarafından birtakım eklemeler yapıldığını hesaba katmalıyız. Lao Tzu’nun öğretilerinin muğlak cümlelerle ifade edilmesi hem Çinli yorumcular hem de yabancı araştırmacılar tarafından bitmek bilmeyen yorumların yapılmasına sebep olmuştur. Bunların ilki daha sonra Taoculuğa ismini verecek olan “Tao” kelimesi hakkındaki tartışmadır. Tao her şeyin başlangıcıdır, dünyanın yaratılmasından önce var olandır. Tao bir form kazandığında Ming, “bir isim” diye adlandırılır. Bir düşünürün evrenle olması gereken ilişkisi eylemsizlik (wu wei) ve sükûnettir (ching). Bu klasik, Tao’nun genel hatlarıyla insanlara alçakgönüllülüğü, irade gücünü, sükûneti, başkalarına ve uysallığa önem vermeyi öğreterek nasıl insanlığın gerçek öğreticisi olduğunu göstermiştir. İnsanlar Tao’nun ilkelerini takip ederek çaba harcamadan veya bunu yapar gibi gözükmeden başarıya ulaşabilirler. Ayrıca, daha sonraki Taocu öğreticiler tarafından büyü uygulamalarını ve esrarengiz incelemelerini desteklemek için saptırılmış doğaüstü hükümlerin izlerine rastlıyoruz. Yine de bir bütün olarak ele alacak olursak, üst düzey ahlaki tartışmalar içerdiğini söyleyebiliriz. Bu klasiğin Tang hanedanı döneminin Taocu diniyle zorlama bir ilişkisi vardır. Bu ilişki, Tang hanedanından Tai Tsung’un (Li Shih-min) Tao Te Ching’te vecizeleri bulunan Li Erh (Lo Tzu) ile arasında bulunduğu iddia edilen zorlama ilişkiyle karşılaştırılabilir.
Kendi çalışmalarının yanı sıra Lao Tzu öğretilerine referanslarda bulunan Chuang ve Lieh isimli düşünürler daha çok ahlak meselesiyle ilgileniyorlardı. Tartışmalarının amacı, Lao Tzu öğretilerini büyücülüğe dayalı bir yapının ve yeni bir din anlayışının kurulmasına karşı korumaktı. Han hanedanlığından Zhang Daoling ve Tang hanedanlığından İmparator Tai Tsung’un ele geçirdiği bu yaklaşıma karşı koruma görevlerinde başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Bunu yapamamış olmalarının tek makul izahı, Daoling’in büyü sanatları ile Konfüçyüs tarafından temsil edilen Muhafazakâr Okul’un öğretilerini bağdaştırmanın imkânsız olmasından kaynaklanıyordu. İmparator Tai Tsung’un ulusal bir din bulmak için başvurabileceği son çare Lao Tzu idi. Lao Tzu’nun öğretilerinin muğlak terimlerle ifade edilmesi farklı yorumların yapılmasına imkân veriyordu. Muhafazakârlık kurulu düzen anlamına geliyordu, oysa yeni bir din demek değişim demekti. Tai Tsung imparator olarak yardımına koşan, geleneksel edebiyat ve sanatın korunmasını takdirle karşılayan muhafazakâr sınıfa gereken saygıyı gösterdi. Aynı zamanda Budizmin dini öğretilerine olan yürekten inancı onu Budizmin esas ilkelerini almaya zorladı. Çin için yeni bir ulusal dine dönüşmesi için bu ilkelerin üzerinde liberalizm baz alınarak değişiklikler yapılması gerekiyordu. İki okulun da Antik Çin medeniyetinde ortak kökleri olduğundan Tai Tsung, Konfüçyüsçü muhafazakârlık ile zıt düşme riskine girmedi.
Yukarıda bahsedilenler, Taoizmin Tang hanedanında ulusal bir dine dönüşmesine rağmen son derece karmaşık bir kökene sahip olduğunu kanıtlar nitelikte. Lao Tzu’yu bu dinin felsefi kurucusu olarak benimseyen Taoizm, büyü sanatı ve simyanın lehine yorumlanmaya müsait olduğu ve yeni dine dahil edilen inceliksiz unsurlara karşı kullanılabilecek hiçbir şey içermediği için Tao Te Ching’de bulunan eski vecizeleri derlemiştir. Lao Tzu’nun öğretisinin standart yorumcuları olarak kabul edilen Chuang Tzu, Lieh Tzu, Han Fei Tzu ve Huai-nan Tzu tarafından yapılan ilavelerle genişletilmiş hali, gizemli olaylara ve doğaüstü yeteneklere Tao Te Ching’in asıl vecizelerinden daha fazla yer vermektedir. Bu yorumcular Lao Tzu’nun ölümsüzlükle ilgili görüşlerini; Zhang Daoling’in büyü teknikleri, mistik tılsımlar ve kimya çalışmalarına doğru giden yolda pekâlâ taşırlar. Dao-ling döneminden Han hanedanının başlangıcındaki Tai Tsung dönemine kadar Muhafazakâr Okul’un ve Konfüçyüs klasiklerinin etkisi, bu dönemde bir sel gibi Çin’e akan Budist öğretisinin yükselen popülerliğinden dolayı yok denecek kadar azdı. Bu sıradışı altı yüzyıl boyunca düşünme biçimi, mucizevi olaylara inanmaya, putlara tapmaya ve dini arınmayı en iyi sağlayan unsur olarak münzevi hayatın takdir edilmesine doğru yönelmişti. Tai Tsung çok uzun süren bu düşünme biçimi sayesinde, Lao Tzu’nun ahlaki öğretilerinin onayıyla riyazetin ayrıcalıklı olduğu ve büyü sanatlarının icra edildiği yeni bir Taoizm dini için uygun bir zemin bulmuş oldu. Muhafazakâr Konfüçyüsçüler, riyazet ve büyünün karşısında yer aldı. Buna karşılık Lao Tzu’nun ahlaki öğretisinin Taoizm ile karışmış olması ve Taoizmin Çin’in hem tarihi hem de mitolojik karakterlerinden beslenen geriye dönük duruşu bir koruma vazifesi gördü. Bu durum muhafazakâr sınıftan gelecek herhangi bir eziyete karşı yalnızca ortaya çıktığı zaman değil, yüzyıllar boyunca korudu. Budizm ise yabancı kökenli olduğu için zulme uğradı. Yabancı rakiplerinden daha fazla batıl inanç içeren Taoizm, yapısı Çin’e özgü olmasından dolayı hoş karşılandı.
Taoizmdeki milliyetçi yapı, destekçilerinin kadim İmparator Haung Ti’yi yeni dinin gerçek kurucusu olarak kabul etmesine müsaade etti. Böylelikle dönem olarak Lao Tzu’dan daha gerilere, saygınlık açısından da çok daha yüksek makamlara ulaşıldı. Konfüçyüs tarafından savunulan ilkeler, MÖ yirmi dördüncü ve yirmi üçüncü yüzyıllarda yaşamış olan Yao’ya ve Shun’a atfediliyordu. Ne var ki Taoizm, tarihin başlangıcında hüküm sürdüğüne inanılan beş hükümdarın öncesine kadar gidiyordu. Genellikle Sarı İmparator olarak bilinen Huang Ti, Taoizmin vaat ettiği din anlayışı için ahlak filozofu Lao Tzu’dan daha uygun bir başlangıç noktası oluşturdu. Zira Huang Ti hem mucizevi bir doğuma hem de olağanüstü olaylarla dolu bir hükümranlığa sahipti. Etrafına altı büyük veziri toplamıştı. Bu vezirlerin yardımıyla altmış yıllık döngüsel bir periyot düzenleyip takvim oluşturdu. Matematiksel hesaplamalar başlatıldı. İnsanlar ahşaptan, metalden ve topraktan aletler yapmayı, tekne ve araba inşa etmeyi, para kullanmayı, Çin’e ilk defa onun döneminde getirilen bambudan müzik aletleri yapmayı ve başka pek çok harika şeyi öğrendi. Bu amaç için yapılan ilk tapınakta Yüce Hükümdar Shang Ti’ye kurbanlar keserek kurban kültürünün kurucusu haline geldi. Ayrıca sıradan insanların evlerinden ayrılacak biçimde bir saray inşa etme hakkı tanınan ilk hükümdardı. İnsan ömrünü uzatmayı amaçlayan ilaçlar yaptı. Çeşitli bitkilerin özellikleri ve doğanın zıt ilkelerinin işleyişi üzerine çalıştı. Yüz on bir yaşında dünyadan ayrılmadan önce, anka kuşu (fêng-huang) ve tek boynuzlu at (ch’i-lin) sembolleri, merhametli yönetiminin nişaneleri olarak ortaya çıkmışlardı. Sarı İmparator ile ilgili bu gelenekler, Tai Tsung’un Taoizmi bir din haline getirme düşüncesinden çok önce Çin’de sağlam bir şekilde kurulmuştu. Hiçbir şey, mucizevi ve harikulade ulusal hadiselerin başlangıç noktası olan Sarı İmparator’un, Taoizmin beslendiğini gerçek bir kaynak haline gelmesinden daha doğal olamaz. Bütün bunlar ahlaki öğretiye vurgu yapan Muhafazakâr Okul’un etkili olması için yapılmış olmasaydı, Taoizme Lao Tzu ile bağlantısından dolayı büyük bir önem verilmeyebilirdi. Nitekim bir din olarak Taoizmin herhangi bir türden ahlaki öğretiyle ilişkisi oldukça zayıftır. Taoizmin asıl önemi büyücülük ve doğaüstü uygulamalarla ilgiliydi. Dinin Çin’deki gelişimi, Tang hanedanı döneminden günümüze kadar Lao Tzu ile ilişki kurulmamış halinden çok da farklı olmazdı. Taoizmin gerçek kaynağı ahlaki bir münzeviliktense, yani Lao Tzu’dansa, mitolojik ve büyüsel Sarı İmparator ile münzevi Zhang Daoling’e atfedilir. Kuang Chêng-tzu ise Sarı İmparator ile ilişkilendirince ünlü bir karakter haline gelmiştir. Kung-tung Dağı’ndaki taş bir evde bir keşiş gibi yaşamıştır. Chuang Tzu’ya göre Sarı İmparator bir defasında Kuang Chêng-tzu’ya felsefi meselelerle ilgili sorular sormak için bu dağa gitmiştir. Kuang Chêng-tzu genellikle yüzü yukarı kalkık, kolları uzun giysi kolunu sıvayacak şekilde katlanmış ve kemerinden uzun bir madalyon sarkmış vaziyette ayakta dururken tasvir edilir. Madalyonun üzerine Sekiz Diyagram işlenmiştir. Gökyüzündeki ikametgâhı Sükutun Başkenti’dir (Yü Hsü Kung). Kötü güçleri kontrol etme ve savaşta zafer getirme gücü olduğuna inanılır.
Lao Tzu’nun Taoizmdeki mevkisi Yüan hanedanı döneminde değişmez halini almıştır. Lao Tzu, Tai Tsung tarafından “Gizemli Neslin İmparatoru” anlamına gelen Hsüan Yüan Huang Ti unvanıyla kutsanmıştır. Yüan hanedanı bu geleneksel ismin ilk iki karakterini benimseyip bunları kendi isimleriyle ilişkilendirmiştir. Tıpkı Tai Tsung’un bilinen bir soyadına sahip olmak için kendisini derin bir saygıyla Lao Tzu ile ilişkilendirilmesi gibi. Saltanat aileleri ile Lao Tzu arasındaki bu zorlama bağlantılar (Tang soyadı benzerliğiyle Yüan ise hanedan adı ile Lao Tzu’ya bahşedilen geleneksel ad arasındaki benzerlik yoluyla) Taoizmin bir din olarak insanlar arasında yayılmasında son derece etkili olmuştur. İlk Yüan İmparatoru Cengiz Han döneminde Chiu Chu-chi (Chiu Chang Chun) isimli meşhur bir münzevi, Karlı Dağ’da (Hsüeh Shan) inzivaya çekildiği köşesinde aranıp bulunmuştur. Böylece imparator ondan Taoizmin öğretilerini öğrenmiştir. Bu öğreticinin şerefine Pekin sakinleri birinci ayın on dokuzuncu günü Hsi Pien Mên’in dışındaki ünlü bir Taocu tapınak olan Po Yün Kuan’ı haccederler. Bu hac yolculuğunun ismi Yen Chiu olarak bilinir. Tapınak Yüan hanedanı döneminde Chang Chun sarayı olup İmparator Cengiz Han tarafından Chiu Chu-chi’ye hediye edilmişti. Geleneğe göre Cengiz Han kızını Chiu ile nişanlamak istemiş ancak Chiu böyle bir evliliğin muhtemel sonuçlarından korkarak ilk ayın on dokuzuncu günü hiçbir şekilde evlilik yapmamaya karar vererek münzevi olmuştu. Anlatıya göre yıllık hac ziyareti Chiu’nun bu kararının şerefine yapılıyor. Oysa bu popüler anlatının gerçekliğini sarsan bir durum sözkonusu. O gün aynı zamanda Chiu Chu-chi’nin doğduğu gün olarak biliniyor. Yüan İmparatoru Tien Li’nin MS 1329-1332 yılları arasındaki hükümdarlığı sırasında büyük devlet adamı ve âlim olan Chao Mêngfu, devasa bir taş tablet üzerine yazılar yazmıştır. Tablet, Chao Yang Mên’in dışında bulunan ve Tien Li’nin seleflerinden birisinin himayesi altında inşa edilen Tung Yo tapınağına bağışlanmıştır. Bizzat hükümdarın bağışladığı tablet tapınakta iyi şartlarda korunmuştur. Tabletin üzerindeki yazılar Taoizmin araştırmacılar tarafından ulaşılabilen hem en ilginç hem de en güvenilir açıklamalarından birisidir. Yazıtta Taoizm, yaygın ismi olan Tao Chiao yerine Hsüan Chio olarak anılır. Hsüan Chiao ifadesi hiçbir zaman popülerlik kazanmamıştır fakat Yüan hanedanı imparatorları Lao Tzu’yu yüceltmek için bir adım daha ileri gitmişlerdir. Lao Tzu’ya Tang İmparatoru Tai Tsung tarafından bahşedilen azizlik mertebesine kendi onaylarını ekleyip bu dini isimlendirirken saygın bir isim kullanmışlardır. Sung imparatorluk ailesinin bir torunu olan Chao Mêng-fu, Konfüçyüs’ün gökyüzü ve yeryüzünün dengi olduğunu onaylayarak onu en yüce idol haline getirmişti. Chao buna rağmen Taocu tapınak için yazılan yazıtta edebi kelime haznesini bir ata olan Sarı İmparator ve bir torun olan büyücü Zhang Daoling ile ilişkilendirdiği Lao Tzu’yu övmek için tüketmiştir. Dolayısıyla T’ang hanedanının Taoizmin kurucusu olduğu Yüan hanedanının ise onu sağlamlaştırdığı söylenebilir.


Kuang Ch’êng-Tzu

Taoizmin Çin’in mitolojik karakterleriyle olan bağlantısı, bütün inanılmaz eylemleri ve evren hakkındaki gizemli teorileriyle eksiksizdir. Harfler Okulu’nun (Ju Chia) yorumlarına ve kayıtlarına bel bağlamış olsaydık elimizde çok az malzeme olurdu; zira bir devletin kurulmasını ve geliştirilen medeniyetin yayılmasını sağlayan büyük isimlerle sınırlandırılmış olurduk. Budizm hakkındaki çalışmalar bizi Hindistan’ın eski mitolojisine doğru çok uzaklara yönlendirmektedir. Günümüzde Sarı İmparator’dan geldiği düşünülen Eski Çin’in mitolojik karakterlerini ve hayat hakkındaki görüşlerini bir arada Taoizmde buluyoruz.

İkinci Bölüm
Üç İmparator
Çin mitleri hakkında bir değerlendirme yapacak olursak, Sarı İmparator yani Huang Ti bir hareket noktası olarak kabul edilebilir. Üç İmparator’dan üçüncüsü olan San Huang bağımsız bir kişilik atfedilen ilk imparatordur. Fu Hsi, yani ilk imparator, Çin’e yerleşen ilk göçebe kavimlerin oluşturduğu Avcı Çağı’nın bir örneğidir. İkinci imparator Shên Nung, kalıcı yerleşimlerin kurulup tarımsal uğraşların başladığı Tarım Çağı’na örnek gösterilebilir. İnsanın bireyselliği yalnızca Sarı İmparator ve Çin medeniyetinin başlamasına sebep olan yüce eylemlerle ilişkilendirilmiştir. İsimleri unutulmuş birtakım şahsiyetlerin başarıları ve şanları Huang Ti’de toplanmış olabilir. Onda en azından Fu Hsi ve Shên Nung gibi tamamen masalsı çağlara ait soyadlarının dışında mitolojik bir karaktere rastlıyoruz.
Han Li Chih (Han Hanedanının Kronolojisi), erken Çin kronolojisini on büyük çağa ayrılmış iki milyon yıldan bile daha eskiye götürür. Bu çağlardan birincisi hem ilk yaratılan varlık hem de ilk yaratıcı olan Pan Ku ile başlamıştır. Bu çağlar Dokuz Hükümdar’ın adlarıyla (Chiu Ti) anılır. Ardından en yaşlı, ikinci, üçüncü, dördüncü ve en genç olarak isimlendirilen “Beş Ejderha” (Wu Lung) çağı gelir. Beş Ejderha’ya gamdaki beş notanın isimleri ve gezegen isimleri de verilmiştir. Üçüncü çağ elli dokuz nesilden meydana gelir. Üç neslin dördüncüsünden, altı neslin beşincisinden ve dört neslin altıncısından oluşur fakat bu dört çağda yaşamış hiçbir hükümdara bir isim verilmemiştir. Yedinci çağda yirmi iki hükümdar vardır. Bunlar o kadar erdem sahibi insanlardır ki yöntemleri dönemin insanları tarafından memnuniyetle takip edilmiştir. Sekizinci çağda on üç kişi hüküm sürmüştür. Bunlardan ikincisi günümüzde Siçuan denilen bölgenin hükümdarıydı ve burada insanlara ipek yapmayı öğretmişti. Bu çağda “Yuva İnşacıları”ndan (Yu-chao) iki nesil, “Ateş Yakıcılar”dan (Sui-jên) dört nesil ve “Başaranlar”dan (Yung-chêng) sekiz nesil vardı. Dokuzuncu çağ hayal alemi ve gerçek dünya arasındaki köprüdür. İsmini, veraseti evrenin sabit kanunlarına göre hareket eden kişiye geçiren Shan Tung’un erdeminden alır. Başlangıç çağlarının sonuncusu olan onuncu çağ Huang Ti, Sarı İmparator ile başlatılır. Sonu içinse Hsia hanedanının kurucusu Yüce Yü ya da Zhou hanedanının kurucusu Wu gibi farklı hükümdarları içeren senaryolar vardır. Çin’in ilk mitlerinin, tarihi dönemlerde yaşayan insanların çalışmalarının sonucu olduğuna inanılır. Çağların ayrımına yalnızca bu konuda başvurulur. İnsanlar efsaneleri, halk hikâyelerini, halk türkülerini ve diğer bütün ulaşılabilir bilgileri bir araya getirerek tarihi dönemin başlangıcında kurulan medeniyetin gelişimini açıklayacak bir sistem tanımlamışlardır. Çağların Sarı İmparator Huang Ti ile sona eriyor olması onun Çin mitolojisi çalışmalarının hareket noktası olarak kabul edilmesinin bir diğer sebebidir. On çağdan oluşan bu dönem, Çin yazarları tarafından güven verici tarihi bilgiler olarak kabul edilmez. Dönemden tümüyle hayal ürünü olarak bahsedilir.


Üç İmparator: Huang Ti, Fu Hsi ve Shên Nung

Sarı İmparator’un bu unvana Toprak unsuruna denk olan wu ssu gününde doğduğu için sahip olduğuna inanılıyor. Atası Shên Nung tarafından toprağın özelliklerine sahip olduğunun göstergesi olan tablet (jui) ile ödüllendirildiği söylenir. Toprak sarı renklidir, bu yüzden o da Sarı İmparator diye anılmaya başlanır. Soyadı Kung-sun, kendisine verilen adıysa Hsien-yüan’dı. Babası, günümüzdeki adı Lo-yang olan Yu-hsiung’un valisiydi. Namuslu bir insan olarak tanınırdı ve karısı Fu-pao bütün seyahatlerinde kendisine eşlik eden yetenekli bir kadındı. Anlatıya göre çift bir bahar akşamı Fu Hsi’nin ve Shên Nung’un mezarlarını ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında gökyüzünde altından bir daire ile Büyük Ayı takımyıldızının etrafını saran göz kamaştırıcı bir ışık belirir. Eve dönüş yolunda Fu-pao hamile olduğunu fark eder ve yirmi dört ay sonra dünyaya bir erkek çocuk getirmiştir. Doğum sırasında pek çok harikulade işaret gözükmüş, gökyüzü kendisini en güzel bulutlarla süslemiştir. Gençlik dönemindeyken çocuğun hem zihinsel hem fiziksel olarak sıradışı vasıflarla kutsandığı ortaya çıkar. Bu mucize çocuk, babasının ölümünden sonra Yu-hsiung eyaletinin valisi olur.
Ülke, Sarı İmparator’un Shên Nung’un imparatorluk kuvvetleriyle mağlup ettiği Chih Yu zamanında harabeye dönüşmüştü. Bu olaydan sonra prensler tarafından imparator ilan edilmiştir. Prensler arasından en şanlı olanlarını veziri yapmıştır. Eşi Hsi-ling Shih, ülkeyi ipek böceği yetiştiriciliği ve kumaş üretimiyle tanıştırmıştır. Tarihi temeli olan bu olay mitolojik bir karaktere atfedilmiştir. İmparatorun hayatındaki diğer olaylar Lieh Tzu ve Huang Ti Ping King Su Wên’in yazarı tarafından kaydedilmiştir. Sarı İmparator’un rüyalarında, havada yürüyüp boşlukta uyuyan ruhların yaşadığı uzak diyarlara yolculuk ettiğine inanılıyordu. Bu ruhlar ne suda batar ne de ateşte yanarlarmış. Acı, keder veya korku nedir bilmeden yaşadıklarına inanılırmış. İmparator üç ay süren böylesine bir rüyadan uyandıktan sonra, insanlara doğanın güçlerini ve kendi kalplerini nasıl kontrol edeceklerini öğretmiştir. Bir başka uzun uykudan sonra öğretme yetisini kazanmış. Ülkeyi yirmi yedi yıl boyunca öyle başarılı bir şekilde yönetmiş ki, insanların hava soluyup normal yiyecekler yerine çiy yudumladıkları bir periler ülkesi kadar mutlu bir yer meydana getirmiş. İnsanlar doğuştan gelen bütün ihtiraslarını kontrol altına alabiliyormuş. Dolayısıyla bu toplum, dört dörtlük erdem kurallarına göre yaşamış.
Su Wên’de Sarı İmparator ile Chi Po arasında geçen tıp ve doğa bilimleri hakkındaki bir konuşma bulunuyor. Diyaloğa göre, kadim zamanlarda iyi bir adam Gök’ü ve Yer’i avuçlarının içinde tutuyorumuş. Temiz havayı soluyup, ruhunu havanın mükemmelliğinde muhafaza edip ışık ve karanlıkla ilgili ilkeleri öğreniyormuş; bedeni ruhuna sadıkmış. Bu yüzden Gök ve Yer gibi ölümsüzlüğü elde edebilmiş. Bu iyi insan, bir münzevi olup sonsuza kadar Gök’te ve Yer’de dolaşabilmek için ruhunu özenle muhafaza etmiş. Sarı İmparator ve sohbet arkadaşı önce dört mevsimin anlamı üzerine sonra ise evrenin düzenine açıklık getirmek için sohbet etmiştir. Üç tür hava vardır: Gök’ün (t’ien-ch’i), Yer’in (ti-ch’i) ve dönüşümün havası (yün-ch’i). Bir de insanlara saldıran, bütün hastalıkların kaynağı olduğu için uzak tutulması gereken kötü bir buhar vardır. Kitapta Yer, havada asılı durup doğuya doğru hareket eden bir beden olarak tasvir edilir. Gök ise batıya doğru hareket eder. Sarı İmparator, Chi Po’dan bu durumu açıklamasını ister. Chi Po cevap olarak beş elementin (metal, ateş, hava toprak ve su) sabit devinimini tarif eder. Bu devinim güneş, ay ve gökyüzündeki diğer gezegenlerin hareketine benzer. Yukarıdaki boşluk yeryüzünde bulunan bütün canlı formların saf cevherini tutmaktadır. Chi Po, Sarı İmparator’un “Dünya aşağıda değil midir?” sorusuna şöyle cevap verdi; dünya insanların altındadır fakat uzayın ortasındadır ve etrafını saran büyük hava ile yukarıda durmaktadır. Doğa bilimsel bu soruşturmaların arasına insanı ölümsüz kılacak tıbbi tedavilerle ilgili tartışmalar da girmektedir.
Her ne kadar biz Sarı İmparator’u erken Çin mitlerinin geliştiği kaynak olarak belirlemiş olsak da onun iki selefi olan Fu Hsi ve Shên Nung da dikkat edilmesi gereken imparatorlardır. Fu Hsi’nin imparator olarak resmi adı Tai Hao idi (Her Şeye Gücü Yeten Yüce Varlık). Bir kısmı insan bir kısmı doğaüstü şekilde tasvir edilir. Kung-chang yakınlarında (günümüzde Kansu eyaleti) mucizevi bir şekilde doğmuştu. Fu Hsui’nin günümüze kadar gelen en eski temsili MS 160’ta Shantung eyaletinde Wu Liang Tz’u’nun taş tabletlerinde bulundu. Bu temsilde ona bedeninin alt kısmı yılan kuyruklarıyla sarılmış bir kadın figürü eşlik etmiştir. Bu varlık günümüze ulaşan en eski tarihi kanıt olarak değerlendirilir. Buradan Han hanedanının Fu Hsi’yi insan olarak kabul etmediğini anlıyoruz. Shên Hsien Tung Chien’e göre Fu Hsi “Sekiz Diyagram”ı (pa kua) şu şekilde bulmuştur: “Mêng Nehri sahillerindeyken suyun yüzeyinin üzerinde oynayan devasa büyüklükte bir canavar görmüştür. Bu canavarın bedeni at şeklinde olup üstü balık pulları ile kaplıdır ve pek çok ayağı vardır. Bedenin alt tarafları kıllarla kaplıdır, sırtında bir tablet taşır. Fu Hsi canavara seslenip sahile çıkmasını rica etmiştir. Canavar hemencecik bu dileği yerine getirmiş ve Fu Hsi tabletin sahibi olmuştur. Tablette figürlerin iç içe geçtiği elli beş satıra rastlanır. Tableti boş vakitlerinde üzerinde çalışabileceği Fu Shan’a götürür. Çalışmaların sonucunda Sekiz Diyagram oluşturulmuştur.” Geleneğe göre evlilik kurumunu tesis eden ve aynı soyadına sahip iki insanın evlenmesine yasak getiren de Fu Hsi’dir. Demiri keşfeden Fu Hsi, avlanma ve balıkçılık gereçleri icat etmiş, vahşi hayvanları ülkeden kovmuştur. Ülke boyunca günümüzde Shantung, Honan ve Shensi olarak bilinen yerlere doğru, doğuya seyahat etmiştir. Merkez şehri Honan eyaletindeki Kai-fêng yakınlarındaki Chên’deydi. Yazı yazmaya ilk defa kurallar getiren ve meydanda adak taşı üzerinde Gök’e ilk defa kurban veren odur. Bunlara rağmen en dikkat çekici işi, Sekiz Diyagramı bulmasıdır. Ya da Sekiz Diyagramın bulunmasının Fu Hsi mitinin icat edilmesine sebep olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.
Fu Hsi’den ayırt edilmesi için Dünyevi İmparator olarak adlandırılan Shên Nung tarımsal uğraşlar çağını temsil eder. Günümüz Hupeh eyaletinin sınırları içerisindeki Lieh Dağı’nda doğduğu varsayılır. İki buçuk metreyi aşkın boyda ve insan bedeni üzerinde bir boğa kafasıyla tasvir edilir. Doğumundan üç gün sonra konuşan, beş günlükken yürüyebilen, yedi günlükken bütün dişleri çıkmış olan imparator üç yaşındayken tarlaları sürebilmiştir. Konfüçyüs’ün doğum yeri olan Chü Fu’daki krallığı için bir başkent kurduktan sonra, at arabasını ve çeşitli zirai aletleri icat ettiği söylenir. Ülkenin bir ucundan diğer ucuna ürünlerin takas edilebileceği pazarlar tesis etmiştir. Dünyevi İmparator’un bitkiler üzerinde incelemeler yapıp onları bedensel hastalıkların tedavisinde kullandığına ve hatta yetmiş çeşit bitkisel zehir keşfettiğine inanılır. Üç yüz altmış beş adet şifalı bitkiyi sınıflandırıp haklarında bir kitap yazmıştır. Yüz altmış sekiz yıllık uzun bir ömür sürmüş ve sonrasında ölümsüzlüğe ulaşmıştır.
Üç İmparator döneminin diğer iki mitolojik hikâyesinden de söz etmek gerekir. Bunlardan biri dört gözü olduğu söylenen, yazı sanatının efsanevi mucidi Tsang Chieh hakkındaki hikâyedir. Yazıyı icat ederken kuşların kum üzerinde bıraktığı izlerden ve “kuş ayak izi yazısı” (niao chiwên) olarak bilinen beş yüz kırk adet özel eski karakter biçiminden ilham almıştır. Diğer hikâye Fu Hsi’nin kız kardeşi ve halefi olduğu söylenen Nü Kua hakkındadır. İsmini oluşturan iki karakter doğal olarak bir kadın olduğuna işaret etse de bazı eski gelenekler ismin anlamını görmezden gelerek Nü Kua’nın bir erkek olduğunu ileri sürmüştür. Wu Liang Tz’u yarım kabartmasında vücudunun Fu Hsi’nin vücuduyla iç içe geçmiş halde olması bu ikisinin abla kardeş veya karı koca olduğuna işaret eder. Kanaatimce gerçeğe en yakın gözüken üçüncü bir açıklama vardır: Nü Kua ağabeyinin hükümdarlığı sırasında ona yardımcı olmuştur. Ti Wang Shih Chi’de Nü Kua’nın bir yılan vücuduna ve bir öküz kafasına sahip olduğu ifade edilir. Nü Kua evlilik törenlerini başlatma görevini yerine getirmiş ve ağabeyi Fu Hsi tanrılara dua ederken yanında hazır bulunmuştur. Shih Chi’de geçen ifadelere göre, Nü Kua’ya ilahi bir feraset bahşedilmiş olup hükümdar olarak ağabeyi Fu Hsi’nin halefi olmuştur. Saltanatının sonuna doğru Kung Kung isimli feodal prenslerden biri ayaklanarak Nü Kua’yı tahtan indirmeye çalışmıştır. Kung Kung savaşta yenildikten sonra kafasını Pu-chou Dağı’na vura vura paramparça etmiştir. Bu olay Gök’ün sütunlarını sarmış ve yeryüzünün köşelerini yok etmiştir. Gökkubbeye verilen zararı onarmak için Nü Kua bir ritüel uygulamıştır. Beş renkten taşları eritip Yer’in dört köşesine yerleştirmek için kaplumbağanın ayaklarını kesmiştir. Büyük selleri durdurmak için kamış otlarını yakıp kül etmiştir. Böylece, daha sonraki Çin hükümdarlarının yuvası olan Chi topraklarını felaketlerden kurtarmıştır.
Bu bölümde Fu Hsi’yi Shên Nung’u ve Huang Ti’yi Üç İmparator olarak sınıflandıran yazılı kaynakları kullandım. Wu Liang Tz’u yarım kabartmalarında farklı bir sınıflandırma sözkonusudur. Fu Hsi ve Nü Kua birlikte ilk heyeti oluştururlar. Chu Jung bir sonrakini işgal eder ve üçüncüsü Shên Nung’undur. Huang Ti, daha sonra Beş Hükümdar arasında bir konuma atanır. Üç İmparator’u anlatan bu iki listedeki farklılık Han hanedanında görülür. Buna rağmen benim benimsediğim liste sonraki hanedanlarca genellikle kabul edildiğinden, bugünkü anıtların tanıklığını kitaptakilere tercih etme yöntemimi terk edip genel olarak kabul gören listeyi benimsemek daha akıllıca olur.

Üçüncü Bölüm
Tarih Öncesi Dönemdeki Diğer İmparatorlar
Nasıl ki Fu Hsi Avlanma Çağı’nı, Shên Nung Tarım Çağı’nı ve Huan Ti İcat Çağı’nı temsil ediyorsa Yüce Yao ve Shun da doğruluk üzerine kurulu muhteşem bir yönetim için efsanevi modellerdi. Eski iki hükümdar, Konfüçyüs tarafından köylülere bütün nesillerin gözlerini kamaştıracak erdemleri olan örnek yöneticiler olarak kabul ettirilmiştir. Shujing’te Yao’nun engin bilgi birikimine sahip, akıllı, yetenekli, düşünceli ve imparatorluğunun görkemiyle dolu olduğu yazmaktadır. Chu Shu (Bambu Kitapları) adlı tarihi kayıtların yorumlarında Yao’nun hükümdarlığının yetmişinci yılında, eşsiz takımyıldızlarının birinde parlak bir yıldızın belirdiği ve sarayın avlularında anka kuşlarının görüldüğü anlatılmaktadır. Yao’nun şerefine sedef otları yeşermiş ve tohumlar bereketlenmiştir. Tatlı çiyler yeri ıslatmış, berrak su kaynakları tepelerden yayılmıştır. Güneş ve ay bir çift mücevher gibi belirmiş, beş gezegen inci gibi dizilmiş. İmparatorluk mutfağında yelpaze kadar ince bir dilim et vardır. Bu et parçası sallandığında bütün yiyecekleri serin tutup bozulmalarını engelleyecek bir rüzgâr sağlıyordur. Saray merdivenlerinin her iki tarafında ayın on beşinci gününe kadar her gün bir koza veren otlar bitmiştir. Her gün olgunlaşan kozalardan bir tanesi nedense düşmez. Bu koza şanslı tohum ya da takvim tohumu olarak isimlendirilmiştir. Ayrıca bu dönemde büyük bir sel imparator tarafından durdurulur fakat imparator yaptığı işin faziletini istifasını istediği veziri Shun’a atfetmiştir. Sel yaşandıktan sonra perhize girip kendisini arındırmıştır. Uğurlu bir gün belirleyip Shun’u ve diğer takipçilerini Shou Dağı’na gönderdikten sonra Ho ve Lo nehirlerinin yakınında adak taşları inşa etmiştir. Ho adasında ise beş yaşlı adamın görüldüğü söylenir. Bu adamların beş gezegenin ruhları olduğuna inanılmıştır. Birbirleriyle sohbet edip “Ho Tu yakında ortaya çıkıp imparatoru uğurlu tarih hakkında bilgilendirecek. O, her iki gözünde de iki gözbebeği olan Huang Yao’yu görünce anlayacak,” demişler. Bunun üzerine beş yaşlı adam kayan yıldızlar gibi akarak Mao (Ülker) takımyıldızına ulaşmışlar. İkinci ayın Hsin-chou gününde öğle vakti merasimler düzenlenmiş. Güneş batarken göz kamaştırıcı bir ışık Ho Nehri’nde saklandığı yerden ortaya çıkmış, güzel buharlar bütün ufku kaplamış. Beyaz bulutlar gökyüzünde yükselmiş ve bir ejder-at ağzında pullarla kaplı, yeşil zemin üzerinde kırmızı çizgileri olan bir zırh taşırken belirmiş. Bu ejder-at adak taşına tırmanmış, t’u resminin üzerine uzanıp can vermiş. Zırh, dört metre genişliğinde bir kaplumbağa kabuğu gibiymiş. Tu, altınla kaplı, kırmızı mücevherden yapılmış kutunun içinde beyaz mücevherden bir not içeriyormuş. Yeşil bir iple bağlanmış notta, “İmparator Shun’a minnetle hediye edilmiştir,” yazıyormuş. Ayrıca Yü’nün ve Hsian’ın Gök’ten özel emirler aldığı da notta belirtilmiş. İmparator bu sözcükleri kaydettirip doğu sarayına göndermiştir. İki yıl sonra ikinci ayda vezirlerini Lo Nehri’ne göndermiştir. Lo Nehri, efsaneye göre imparatorun yuvarlak bir disk attığı nehirdir. Merasimden sonra dinlenip günün bitmesini beklemiştir. Bekleyişin sonunda kırmızı bir ışık belirmiş. Arkasında kırmızı çizgiler bulunan yazıtla sudan çıkan kaplumbağa bir süre sunakta dinlemiş. Yazıda imparatorun tahtı Shun’a devretmesi gerektiği yazıyormuş. İmparator da gereğini yapmış. Bu anlatı, “ho tu” ve “lo shu” yani resim ve güzel yazıyı kapsayan grafik sanatlarının kökeni hakkındaki versiyonlardan biridir.


Lo Tanrıçası ve Lo Shên

Shujing’te anlatılana göre Shun üstün zekâsı duyulup Yao tarafından tahtın varisi olma fikriyle sınandığında güçsüz ve sönük bir mevkidedir. Bambu Kitapları’nda Shun’un mucizevi bir şekilde doğduğu yazmaktadır. Gözlerinde Yao’nunki gibi iki gözbebeği vardır. Bu yüzden “Çifte Parıltı” olarak biliniyordu. Yüzü ejderhaya benziyordu, kocaman bir ağızla ve siyah bedenle tasvir ediliyordu. Kendi anne ve babası bile ondan hoşlanmazdı. Anlatıya göre ailesi alçıdan bir ambar yaptırır ve sonra orada onu ateşe verir fakat Shun üzerindeki kuş kıyafeti sayesinde uçarak kurtulur. Daha sonra onu kazması için bir kuyunun içine sokup üzerini taşlarla doldurmaya çalışırlar fakat bu sefer de ejderha yapımı kıyafet giydiği için kaçıp kurtulur. Bu olaydan sonra rüyasında kaşlarının saçları kadar uzun olduğunu görür.
Shun’un tahta çıktığı gün uğurlu fasulye merdivenlerin üzerinde büyümüş, anka kuşları avlulara yuva yapmıştır. Taştan yapılma müzik aletleri dokuz merasim gösterisinde çalındığında bütün hayvanlar gülüp oynamaya başlamış ve parlak bir yıldız belirmiş. Hükümranlığının on dördüncü yılında çanlar, çınlayan taşlar, orglar ve flütlerle sergilenen büyük bir gösteride tören sonlanmadan önce korkunç bir fırtına kopar. Kuvvetli bir rüzgâr evleri altüst edip ağaçları paramparça eder. Bagetler ve davullar yerlere saçılır, çanlar ve taşlar tarumar olur. Dansçılar düşer, müzik direktörü delicesine kaçar. Shun çanların ve taşların asılı olduğu çerçeveleri tutmaya devam ederken gülerek şöyle demiştir: “İmparatorluğun bir adama ait olmadığı nasıl da belli. Böyle olmadığı, şu çanlardan, orglardan ve flütlerden anlaşılıyor.” Sonra, Yü’yü Gök’e çıkarıp yalnızca bir imparatorun üstlenebileceği türden merasimler icra ettirmiştir. Sonra ahenkli dumanlar her taraftan karşılık verir, mutlu bulutlar ortaya çıkar. Dumanlara benzerler ama tam olarak duman değildirler; bulutlara benzerler ama bulut değildirler; ışıl ışıl, birbirine dolanmış, dolambaçlı ve fırıl fırıldırlar. Memurlar hep beraber mutlu bulutlar hakkında şarkı söylemişler, imparator koroya önderlik edip şöyle demiş: “Mutlu bulutlar ne kadar da parlaksınız! Ne güzel bir düzene girmişsiniz! Güneşin ve ayın parlaklığı her sabah tekrar eder.” Bütün vezirler ortaya çıkıp öne eğilerek şöyle demişler: “Parlak yıldızların sıraya girdiği gökkubbe ne kadar da nefis. Güneşin ve ayın parlaklığı imparatorumuzu yüceltiyor.” İmparator bunun üzerine tekrar şarkı söylemeye başlar: “Güneş ve ay sabittir. Yıldızlar ve diğer semavi cisimler devinimlerince hareket ederler. Dört mevsim onların kurallarına uyar. İnsanlar içten hizmet ederler. Ne zaman müziği düşünsem gökyüzüne karşılık veren beyinler, bilginlere ve saygıdeğer kişilere naklediliyor gibi gelir. Her şey onu dinler. Dalga sesi ne kadar da heyecan vericidir. Dansa nasıl da ilham verir!” Yüce parlaklık tükendiğinde bulutlar büzüşüp gözden kayboldular. Sekiz rüzgârın hepsi neşeyle esti ve mutlu bulutlar kümelendi. Ejderhalar çömelmiş vaziyette aceleyle inlerini terk etti. Iguanadonlar[1 - Yaklaşık olarak 135-125 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen otobur bir dinozor türünün adıdır (ç.n.)] ve balıklar derinlerdeki yuvalarından çıktı; tosbağalar ve kaplumbağalar deliklerinden çıkıp geldi. Böylelikle Yü’yü Hsia hanedanını kurması için desteklediler. Ardından Shun, daha önce Yao’nun yaptığı gibi Ho Nehri’nde bir adak taşı inşa etti. Güneş battığında güzel ve parlak bir ışık belirdi ve sarı bir ejderha sırtında kırmızı ve yeşil çizgilerin iç içe geçtiği bir t’u çizimi olduğu halde adak taşına geldi. T’unun üzerindeki yazı Shun’un Yü lehine karar vermesini sağladı.
İmparator Yü dokuz eyaletin sınırlarını çizdi, bir dizi tepenin planını yaptı, nehirlerini derinleştirdi. Toprağa ve hediye olarak sunulması gereken eşyalara vergi koydu. Bunlar Shujing’ten onunla ilgili elde ettiğimiz bilgiler. Bambu Kitapları’nda annesinin ismi Hsiu-chi olarak geçiyor. Hsui-chi kayan bir yıldızdı ve bir rüyada hamile kalıncaya kadar bulanık bir zihni vardı. Daha sonra bir inci yutmuş ve bir erkek çocuk dünyaya getirmişti. Oğlanın kaplan gibi bir burnu, geniş bir ağzı ve üç delikli kulakları vardı. Büyüdüğünde bir bilgenin erdemine sahip oldu ve boyu yaklaşık üç metreyi buldu. Rüyasında Ho Nehri’nde banyo yaptığını ve nehrin bütün suyunu içtiğini gördü. Ayrıca iyi talih getirdiğine inanılan dokuz kuyruklu beyaz tilkiyi de gördü. Bir gün Ho Nehri’ne bakarken beyaz suratlı ve balık vücutlu uzun bir adam gelip “Ben Ho’nun ruhuyum. Wên Ming, nehrin sularına bir düzen verir,” dedi (Wên Ming, Yü’nün kişisel ismi oluyor). Çokça konuştuktan sonra imparatora Ho’nun taşkın suları kontrol etmekle ilgili gerekli düzenlemeleri içeren planını verip ortadan kayboldu. Yü hemen işe koyuldu. İşini bitirdiğinde gökyüzü ona koyu renkli bir topuz verdi ki bununla herkese ilan edebilsin. Yü’nün temelini attığı Hsia hanedanının serveti giderek artıyordu. Bütün bitkiler gürleşmişti, yeni ejderhalar ortaya çıkmıştı ve tosbağanın kabuğunun üzerinde Lo’dan “Yüce Plan” denilen yazı geldi.
Yü ile alakalı ihmal edilmemesi gereken bir başka mit daha var. Güneye doğru yol alırken geçtiği nehrin ortasında iki sarı ejderha teknesini sırtlanır. Mahiyetindekiler korkarken Yü gülerek şöyle der: “Gökyüzünden görevimi aldım ve insanlara faydam olsun diye tüm gücümle çalıştım. Doğmak doğanın işleyişidir, ölmek ise Gök’ün emriyle olur. Ejderhaları niçin dert ediyorsunuz?” Ejderhalar bunu duyunca kuyruklarını arkalarında sürükleyerek uzaklaşırlar.
Bir diğer büyük imparator, Shang hanedanının kurucusudur. Tang veya Chênng Tang, yani “Başarılı Tang” diye anılır. Ailesinin eski bir soydan geldiği varsayılır ve mucizevi doğumundan önce, mucizenin gerçekleştiği başka bir zaman vardır. Yüzünün alt kısmının geniş, üst kısmınınsa konik uçlu olduğu söylenir. Beyaz bir yüzü ve bıyıkları vardır, vücudunun bir kısmı diğerinden daha geniştir, güçlü bir sese sahiptir. Anlatıya göre boyu yaklaşık iki metre yetmiş santimdir ve her bir kolunun dört eklemi vardır. Yao tarafından dikilen adak taşını görmek için doğuya, Lo’ya gelmiştir. Suya bir mücevher atıp belirli bir mesafeden izleyen Tang’ın etrafında sarı balıklar çiftler halinde hoplamaya başlamıştır. Onu takip ederek adak taşının üzerinde duran siyah kuş büyülü bir biçimde siyah bir mücevhere dönüşmüştür. Bir de ideogramlar oluşturan kırmızı çizgili bir kaplumbağadan bahsedilir. Bu ideogramlar üzerinde şöyle yazarmış: “Hsia İmparatoru Chieh Kuei, düşük ahlak sahibi bir adamdır ve bu nedenle Tang onun yerini almalıdır.” Bir ruh, ağzındaki kancayla beyaz bir kurdu sürükleyerek Tang’ın kurduğu Shang hanedanının avlusuna girmiştir. Tang’ın hükümranlığı sırasında tepelerden gümüş akmış ve tüm değerli metaller bollaşmış.
Shang hanedanının hükmünün yaklaşık altı yüz yıl sürdüğü düşünülüyor. Buna rağmen mitolojik hikâyelerle örülen göze çarpan bir figür bırakmamıştır. En iyi bilinen figürü zalimliğinden dolayı sonu gelen zorba Chou Hsin’dir. Acımasız eylemlerinden dolayı tarih kitaplarında kötü anılır. Keskin duyulara sahip, olağanüstü zihinsel yetenekleri olan ve fiziksel anlamda çok güçlü bir adam olarak temsil edilmektedir. Engin bilgisi vezirleri tarafından sık sık yapılan itirazları önemsememesine imkân vermiştir. Etkili konuşma yeteneğiyle korkunç eylemlerini gizleyebilmiştir. Sürekli olarak yeteneklerini övüp, yapmış olduğu fevkalade işleri ön plana çıkararak imparatorluğunun şöhretini artırmaya çalışmış. Şaraba ve çapkınlığa düşkün bir adam olarak anılır, gönlünü kaptırdığı eşi Ta-chi aklını başından almıştır. Eşinin icraatları, bir imparatorun ahlaksız bir kadının etkisi altına girmesiyle ilgili öğretici hikâyeler olarak kurgulanmıştır. Ta-chi, Shujing’de yüzsüz, şehvet düşkünü ve zalim olarak tanımlanmıştır. En ahlaksız şarkılar onun eğlenmesi için bestelenmiş ve en iğrenç danslar onun için sergilenmiştir. Chi’de onun için nadide hayvanların bulunduğu bir park hazırlanmış, genişliği yaklaşık beş yüz metre olan terasıyla meşhur bir saray yapılmıştır. Bu saray için yapılan masraflar ağır haraçları zorunlu kılmış, bu da insanları öfkelendirmiştir. Sha-chiu’da (günümüzde Chihli eyaletindeki Ping-hsiang bölgesinin olduğu yer) aşırı savurganlık ve israf hâlâ devam etmekteymiş. Bölge tasvir edilirken şarap dolu bir göletten ve ağaçlardan sarkan insan etlerinden bahsediliyor. Erkekler ve kadınlar neredeyse çırılçıplak bir şekilde birbirlerini kovalıyorlarmış. Sarayda içki alemlerinin yapıldığı, büyük partilerin gece boyunca sürdüğü bölümler varmış. Bu aşırılıklar prenslerin ayaklanmasına sebep olunca İmparatoriçe Ta-chi tahtın görkeminin korunmuyor oluşuna, cezaların hafifliğine ve idamların seyrek yapılmasına karşı çıkmış. Bu nedenle yeni işkence aletleri geliştirilmiştir. Bunlardan bir tanesi “ısıtıcı” olarak bilinir ve insanların ellerini soktukları, ateşte ısınan bir metalden oluşur. Diğeri harlı bir ateşin yandığı çukurun üstünde uzanan, yağ sürülmüş bakır bir sütundur. Suçlular bu sütunun bir ucundan diğer ucuna yürümeye zorlanır ve ayakları kaydığında ateşin içine düşerlermiş. Ta-chi “kavurma” adı verilen bu cezadan büyük keyif alırmış. Bahsedilen kötülükler ve işkenceler bütün imparatorluğun öfkeyle dolmasına yol açmış. Chou’nun zalimliğinin en kötü örneklerinden birisi Pi Kan’a yaptıklarıdır. Pi Kan zorbanın iyi huylu bir akrabasıdır. Chou’ya sarayda yaşanan aşırılıklardan dolayı karşı çıkar. Chou çok kızar ve üstün erdemlere sahip bir insanın kalbinin yedi deliği olduğunu dile getirir. Duyduğu bu bilginin doğruluğunu ve akrabası Pi Kan’nın erdemli olup olmadığını öğrenmek için Pi Kan’ın kalbinin sökülmesini emreder.
Chou Hsin’in hükümdarlığı sırasında Zhou’nun ufak beyliği önem kazanır ve Zhou Beyi Wên Wang olarak kutsanır. Shang hanedanını tahtından eden isyana öncülük eder. Zhou’nun beyliğinin yerleşim alanı günümüzde Shensi eyaletinin merkezi olan Hsi’an şehrinin yakınlarındadır. Zhou Beyi’nin genç oğlu ismini bu ufak beylikten alan yeni hanedanın ilk hükümdarı olur. Adı tarihe Wu Wang olarak geçmiştir. Bekleneceği üzere gelenek, Zhou hanedanının kurucusu etrafında çok sayıda harikulade hikâye doğurmuştur. Çinlilere göre bu hanedan medeniyetlerinin kurulmasında diğer hanedanlara göre daha fazla pay sahibidir.
Wu Wang’ın soyu, karısı tuhaf bir şekilde anne olan İmparator Kao Hsin’e dayanmaktadır. Kadın çocuğunu doğurduktan sonra ondan kurtulmaya karar vermiş ve onu dar bir geçitte terk etmiştir. Fakat kuzular ve sığırlar tarafından bulunan çocuk hayatta kalmıştır. Anne çocuğunu ormana terk etse de çocuk bir ormancı tarafından bulunur ve yaşamaya devam eder. Son çare olarak kadın çocuğu nehirde buzun üzerine yatırır fakat büyükçe bir kuş gelip bir kanadıyla onun üstünü örter. Nihayetinde kadın çocuğundan kurtulmak için uğraşmaktan vazgeçer, bilakis onu emzirip büyütür ve Chi yani “Kazazede” ismini verir. Çocuğun yüzünün alt kısmı gereğinden fazla gelişmiş ve görünüşü de oldukça sıradışıymış. Büyüdüğünde imparatorluğun tarım bakanı olmuş ve insanlara büyük hizmetler sunmuş.


Pi Kan

Wu Wang’ın harikulade soyunda bir sonraki durağımız “Kazazede”nin torunu Kung Liu’dir. Kung Liu o kadar erdemli biriymiş ki prensler onunla bir imparatorun hakkı olan merasimler aracılığıyla görüşürmüş. Kung Liu’nun on üçüncü kuşaktan torunu Chi Li’dir. Li’nin doğumunun, Huang Ti döneminde, “Kuzeybatının reisinin muayyen bir yılda kral olması gerekir; Chang krallara layık haysiyetin temellerini atmalı, Fa bunun için gerekli hükümleri yerine getirmeli ve Tan onun ilkelerini geliştirmelidir,” diye bir kehanet yapıldığında belli olduğu söylenir. Doğumu önceden bildirilen Chang Chi, Li’nin oğludur ve ilerleyen zamanlarda Wên Wang olarak bilinir; Chang’ın oğlu Fa, Zhou hanedanının kurucusu Wu Wang olmuştur ve Tan ise Zhou Kung, yani Zhou Beyi olmuştur. Bu hikâyeden anlaşıldığı üzere hanedanın bu ünlü kurucusunun soyunu açıklamak için hem kehanete hem de mucizeye başvurulmuştur.
Wu Wang’ın babası Wên Wang ejderha gibi bir yüzü ve kaplanınki gibi omuzları olan bir insan olarak tarif edilir. Üç metre boyundadır ve göğsünde dört tane meme ucu vardır. Batı’nın reisi, yani Hsi Po olmuş ve Fêng’de kendisine bir başkent yapmıştır. Fêng, Zhou beyliğinin en önemli merkeziydi ve Çin’in merkez bölgesi yüzyıllar boyunca buranın yakınları olarak kabul edildi. Burası Çin’in güvenilir tarihi kayıtlarının ortaya çıktığı dönemde Çin’in merkeziydi. Merkezin Zhou hanedanının kurucusu tarafından seçilmesiyle ilgili bu anlatı, sözlü geleneğin bir örneği veya ilk kayıtların tutulmaya başlandığı zamandan edebi bir buluş olarak kabul edilebilir.
Wu Wang’ın soyuna daha fazla değer atfetmek için Zhou Beyi olan babası Wên Wan ve annesi Tai Ssu hakkında pek çok hikâye kayda geçirilmiştir. Bir sonbahar günü kırmızı bir kuş gagasında bir yazıyla başkente gelir ve yazıyı Zhou Beyi’nin kapısına bırakır. Bey kuşu saygıyla karşılayıp yazıdan Zhou hanedanının mevcut hanedanı yok etmesi gerektiği hükmünü çıkarır. Bir av gezisine çıkmak üzereyken yardımcılarından biri, seyahatinde bir bozayının hakkından gelemeyeceğini fakat ilahi öğüt tarafından destekleneceğini söyler. Av partisi gezintilerle devam eder ve sahilde Lü Shang (Tai Wang Kung) isimli, balık tutan bir adama rastlar. Bey adama yedi yıldır kendisiyle karşılaşmayı istediğini söyler. Lü Shang bu sözcükleri duyar duymaz ismini değiştirip kendisini Wang yani “Umut” olarak takdim ederek suyun içinde, üzerinde Chang’ın, Bey’in şahsi isminin, yazılı olduğu bir mücevheri aradığını söyler. Bu, hanedanın oğlu tarafından kurulması gerektiğini gösteren bir işarettir.
Wu Wang’ın babasından bahseden bir başka hikâyede, rüyasında güneş ve ay ile giydirildiğini görmüştür. Baharın ilk ayında beş gezegen bir aradaymış. Gagalarında yazı taşıyan bir erkek bir dişi anka kuşu başkente gelmiş. Gagalarında şöyle yazıyormuş: “İmparator ilke sahibi birisi değildir. İnsanlara zulmedip imparatorlukta düzensizliğe yol açmaktadır. Gök’ün kendisine daha fazla müsamahası yoktur. Yer’in güçlü ruhları onu terk ettiler. Beş gezegenin birliği dört denizdeki her şeyi aydınlatacaktır.” Bu mitle, Wu Wang’ın soyunu anlatan hikâyedeki kehanet ve mucize ile ilgili önceki iki mite astroloji eklenmiştir.
Wu Wang’ın da olağanüstü bir görünüme sahip olduğu söylenir. Hem alt hem de üst dişlerinin her biri kemikten oluşmuştur ve bir çobanın hiç uyumayan gözlerine sahiptir. Mêng Nehri’nin üstünden geçerken beyaz bir balık nehrin ortasında teknesine atlar. Wu Wang öne doğru eğilip onu alır. Balık yaklaşık bir metre boyundadır ve gözlerinde kırmızı çizgiler vardır. Bu çizgilerde şöyle yazdığı söylenir: “Chou Hsin öldürülebilir.” Sakıncalı karakterlerin ilkinin üzerine kral, hanedan anlamına gelen bir karakter yazmış ve diğer bütün sözcükler anında silinmiş. Bu olay üzerine balığı yakarak kurban edip olayı Gök’e bildirmiş. Gök’ten derhal bir ateş inmiş fakat bu ateş yavaş yavaş boşlukta süzülmüş, gagasında bir tanecik olan kırmızı bir kuşa dönüşmüş. Bu tanecik ülkenin refahı için hayırlı bir alamet, ateş ise yeni imparatorun dualarına doğrudan bir cevap olarak kabul edilmiş. Olaydan sonra Wu Wang doğuya gidip bütün ülkeyi kolayca fethetmiş. Bunu öyle kolay başarmış ki askerlerin kılıçlarının kanla lekelemesine gerek kalmadığı söylenir. Böylece insanlar onu sevmeye başlamış, erdemli ve soylu bir hükümdar olarak tanımışlar. Mahsuller bollaşmış, ağaçlar ise bir imparatorluk sarayı inşa edilebilmesi için kereste vermiş.
Wu Wang öldüğünde varisi Chêng Wang henüz küçükmüş ve Zhou Beyi Tan yedi yıldır kral naibiymiş. Yeni hanedan için kurumlar ve müzik tesis etmiş. Ruh benzeri kuşlar ve anka kuşları ortaya çıkmış, gizemli fasulye yeniden yeşermiş. Kral naibi yeni kral ile birlikte Ho ve Lo nehirlerini ziyaret etmeye gitmiş. Suya bir mücevher atıp bütün merasimleri bitirdikten sonra kral köşesine çekilip günün bitmesini beklemiş. Sonra ihtişamın ışınları parlayıp bütün Ho’yu kaplamış ve gri bulutlar gökyüzünde süzülmüş. Yeşil ejderha ağzının içinde, üzerinde bir figür olan koyu renkli bir kabuğu adak taşına yerleştirip gitmiş. Kabuğun üzerinde naibin suretini çıkardığı ideogramlardan oluşan kırmızı çizgiler varmış. Bu yazı, imparatorluk talihinin yükselişi, Çin ve Han hanedanının çöküşü hakkında bir kehanetmiş. Kral eline bir ut alıp şarkı bestelemiş. Alçak gönüllü kralın bestelediği şarkı, gereken erdeme sahip olmadığını ve anka kuşlarının ortaya çıkışının tamamen, nüfuzu halen en aciz kullarının evlerine kadar uzanan eski kralların erdemine bağlı olduğunu anlatır.
Bambu Kitapları’ndaki ve Shujing’deki hikâyelerde bulunan farklılıklara odaklanmak gereksizdir. Bu farklılıklar daha çok kronolojik bilgiler, Shun hükümeti ve Yü’nün çabaları hakkındaki anlatılarla ilgilidir. Mitolojinin bakış açısına göre en büyük farklılık Bambu Kitapları’nda geçen doğaüstü ve hayret verici olaylar hakkındaki eksiksiz hikâyelerde mevcuttur. Konfüçyüs Shujing’ı düzenlerken metni azaltmış ya da gizeme olan güvensizliği gereğince bunları tamamen yok etmiştir. Bambu Kitapları, doğaüstü olayları vurgulamış ve eski mitlerin gelecek nesillere ulaşmasını sağlamıştır. Bu, daha sonraki zamanların inançlarını anlama konusunda çok önemlidir.
Zhou hanedanının kurucusunun babası Wên Wang’a atfedilen Değişimler Kitabı’nın içerdiği zıtlıklar ile Wên Wang’ın dördüncü oğlu Chow Kung’a atfedilen Chow Li, Çin’in eski dönemlerindeki olağanüstü fikir ayrılıklarının en iyi örnekleridir. I King okültizm hakkında bir kitaptır. Bu kitapta pa kua yani “Sekiz Diyagram” altmış dörde genişletilmiştir. Orijinal sekiz diyagramın her biri kesintisiz ya da kesik hatlardan oluşur; bu ikisinin birleşiminden oluşan diyagramlara da rastlarız. Diyagramlar kehanet ritüellerindeki alametlerin yorumlanmasında kullanılıyordu. Çin ulusunun bütün esrarengiz incelemeleri ve uygulamaları bu kitaptan çıkmıştır. Devletin kuruluşundan ve görevlerinden bahseden Chow Li’de göze çarpan zıtlıklar mevcuttur. “Tanrının Oğlu” (t’ien tzu) olarak kabul edilen imparatorun etrafı, vezirleri ve feodal beyliklerin reisleri tarafından sarılmıştır. Hükümetinin altı bölümünün (liu pu) başında vezirleri bulunur. Her bir vezirin görevi maddeler halinde özenle belirlenmiştir. İmparatorluk sarayının planları detaylıca verilmiştir. Kıyafet, yemekler, özel durumlarda kullanması gereken kelimeler ve merasimlerde sergilenmesi gereken tavırlar gibi imparatorun kişisel hayatının bütün rutini özenle belirtilmiştir. Bu kitaptaki her şey gerçek hayatla ilgilidir. Eski Çinlilerde böyle zıt sistemlerin bir arada var olabilmesi, her şeyi mantık dahilinde ele almaya alışmış Batılılara anlaşılmaz gelmiştir. Bir bireyin iki farklı görüşü eşit derecede onaylayabildiğini görmek Batılıları hâlâ şaşırtsa da Çin medeniyetinin gelişimini anlamanın püf noktası tam bu durumun altında yatmaktadır. Çin medeniyetinin ihtişamı, yüce ile sıradan olanın, değerli ile tuhaf olanın, gerçek ile bilinen yanlışların karışımında yani uyumsuzluğunda yatmaktadır. Antik dönemde bu düşünce yapısı, Chow Li’deki muhteşem merasimleri ve I King’deki basit gizemleri uyumsuzluklarına hiçbir şekilde hayret etmeden benimsemiştir. Aynı düşünce yapısı yüzyıllar boyunca etkisini göstermiştir. Çin zihniyetinin kendine özgü yapısını anlamadan, devlet merasimlerindeki gelenek ve kurumlara şiddetle karşı çıkan bir halk arasında mitlerdeki inançların kabul edilişini anlamak mümkün değildir.

Dördüncü Bölüm
İlk Dini İnançların Karışımı
Erken dönem Çin inançlarındaki iç içe geçişler, Chow Li’de Dini Merasimlerin Efendisi için belirlenmiş yeşim taşlarıyla, bu nesnelerin Dr. Berthold Laufer tarafından “Yeşim Taşı” üzerine yazdığı kitabının beşinci bölümünde yorumlandığı gibi pekâlâ gösterilmektedir. Gök’e, Yer’e ve “Pusulanın Dört Yönü”ne bağlı olan altı tane açık yeşil nesne vardır. Yeşil renkli yuvarlak tablet pi, Gök’e bağlıydı. Sarı yeşim tüpü ts’ung, Yer’e bağlıydı. Yeşil tablet kuei, doğu bölgesine bağlıydı. Kırmızı tablet chang, güney bölgesine bağlıydı. Beyaz tablet hu, batı bölgesine bağlıydı. Hilal şeklindeki siyah yeşim taşı huang, kuzeye bağlıydı. Yeşim taşları, renklerine uyumlu olan kurbanları ve ipek parçalarını bu bölgelere ait ruhlara kurban verirken kullanılıyordu.
Chow Li’nin yorumcuları, bu taşların imparatorluk hanesinden vefat edenlerin tabutlarına yerleştirilmesiyle ilgili kesin talimatlar ilave etmektedir. Merhum tabuta yerleştirilirken yeşil tablet kuei sola ve bölünmüş bir tablet baş tarafa konurdu. Beyaz tablet hu sağ tarafa ve hilal şeklinde olan huang, ayakların oraya konurdu. Yuvarlak tablet pi, sırtın altına yerleştirilir ve yeşim tüpü ts’ung, karnın üzerine konurdu. Bu şekilde kurban törenlerinde bir amblem olarak iş gören parlak bir küp fang-ming, temsili olarak meydana getirilirdi. Yuvarlak disk pi ve kare boru ts’ung, gökyüzünü ve yeryüzünü sembolize eden farklı taşlardı. Kuralları belirlenmiş merasimlerde ve ölü gömme törenlerinde kullanılan yeşim taşları arasındaki yakın ilişki kolaylıkla fark edilmektedir.
Chow Li’de bu sembolik yeşim taşlarına yapılan göndermeler dini ibadetlerde kullanılan bronz kaplar hakkında bildiklerimizle tamamen örtüşmektedir. Bu kaplar hem aile içi hem de ulusal ibadetlerde kullanılıyordu. Her iki durumda da kapların kökeni Shujing’te yazanlara göre mitolojik imparatorlar zamanına ait atalardan kalma ibadetle ilişkilendiriliyordu. Legge, Shujing’te İmparator Shun döneminde dinden sorumlu devlet görevlisine verilen unvanın “Atalara Ait Tapınağın Düzenleyicisi” olduğunu ifade etmiştir. Konfüçyüs’ün “Ebeveynleriniz öldüğünde onları münasip bir şekilde gömün,” buyruğu, Çin’in en eski zamanlarından beri nesilden nesile aktarılan uygulamayla örtüşüyor. Ölmüşlerin ruhlarının, torunlarının ne şartlar altında yaşadıkları hakkında bilgi sahibi olduğu ve onları etkileyebiliyor olduğuna inanılıyordu. Bir ailede gerçekleşen önemli olaylar, ölmüşlerin ruhlarıyla bağlantılıydı. Pek çok devlet meselesi atalara ait tabletlerin huzurunda hallediliyordu. Yao devlet işlerini Shun’a devrettiğinde merasim Yao’nun yüce haysiyete sahip olduğuna inandığı “Mükemmel Atanın Tapınağı”nda gerçekleşmişti. Yao, ömrü boyunca Shun’un ülke genelindeki idari işler için gittiği gezintilerinden başkente dönüşünde bu önemli kişinin türbesinin önünde bir öküz takdim ederdi. Aynı şekilde Shun devlet işlerinin altından kalkamayacak gibi hissedip Yü’den yardım istediğinde merasim Shun’un atalar silsilesinin en başında bulunan “Manevi Atanın Tapınağı”nda yapılıyordu. Zhou Beyi Tan erkek kardeşi Wu Wang’ın tehlikeli bir hastalıktan iyileşmesi için dua eder. Olağanüstü anlatıya göre, kardeşinin yerine ölmesi için biri babalarına, diğeri büyükbabalarına ve üçüncüsü büyük büyükbabalarına olmak üzere üç tane adak taşı inşa edip sanki Gök’ten torunlarına göz kulak olma ihtimalleri varmış gibi onlara dua eder. Kehanet yoluyla Wu Wang’ın iyileşeceğini öğrendiğinde tahtın sahiplik hakkının yönetici hanedanın sürekliliğine izin veren üç atanın faziletlerinin araya girmesiyle yenilendiğini ilan eder. MÖ 1401-1373 yılları arasında hüküm sürmüş imparator P’an Kêng, varlıklı ve güçlü feodal beylerin tedbirlerine muhalefet edip insanları kendisine karşı kışkırtmalarından dolayı öfkelenmiş ve yüce dedesi Tang’ın üzerlerine musallat edeceği felaketlerle hepsinin gözünü korkutmuştur. Vezirlerine, seleflerine sadakatle hizmet eden dedelerinin ve babalarının şu anda Gök’te ruh halindeki Tang’a, torunları üzerine sert cezalar göndermesi için yakardıklarını anlatmıştır.
Shang ve Zhou hanedanlarına ait bronz kaplar üzerindeki ibareler, Çinli âlimler tarafından hiçbir zaman tam olarak ne açıklanabilmiş ne de anlaşılabilmiş olsalar da en azından bir açıdan kesinlik içeriyor: İsimlerini oğullar olarak kaydeden insanlar, bu kapların dikkatli bir şekilde nesiller boyunca korunabilmesi için gerekli talimatları torunlarına bırakmıştır. Buradan kapların atalara ait tapınaklarda yapılan kurban merasimlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bronz kap setlerinden en iyi bilinenlerden biri, şu anda New York’taki Metropolitan Müzesi’nde bulunan Chi Hou setidir. Setin üzerindeki yazılar, kapların Chi Marki için yapıldığını ve kesinlikle bu ufak beyliğe önem kazandıran eski hükümdarların şerefine düzenlenen kurban merasimlerinde kullanıldığını gösteriyor.
Yüce Hükümdar için icra edilen tapınmalar hakkındaki en eski anlatılarda birbirinin içine geçmiş dini inançların daha fazla örneğine rastlanabilir. Hıristiyanlıkta tanrı ne ifade ediyorsa o şekilde kabul edilen Shang Ti tabiri Shujing

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/chitat-onlayn/?art=69403306?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Yaklaşık olarak 135-125 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen otobur bir dinozor türünün adıdır (ç.n.)
Çin mitolojisi John Calvin Ferguson

John Calvin Ferguson

Тип: электронная книга

Жанр: Зарубежная публицистика

Язык: на турецком языке

Издательство: Maya Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: Mitolojiler tamamen hayal ürünü müydü, yoksa başka dünyaların hikâyeleri miydi? Birçok farklı kültürün ve coğrafyanın mitolojisini tek tek ele alacak dizimizin üçüncü kitabı, dünyaya birçok konuda ilham veren ve zengin bir içeriği olan Çin mitolojisi.

  • Добавить отзыв