Cervantes′in hayatı

Cervantes'in hayatı
Henry Edward Watts
İlk modern roman sayılan ve tarihin en çok okunan kitaplarından olan Don Kişot’un yanı sıra daha birçok roman, novella, tiyatro oyunu ve şiir de yazan Cervantes’in kendi hayatı başlı başına bir romandır.

“Hoşça kalın, eksik olmayın. Hoşça kalın, nükteli sözler. Hoşça kalın, çok sevgili dostlar. Ölüyorum. Pek yakında o güleç yüzlerinizle öbür dünyada görüşmek dileğiyle…”

(Cervantes’in Persiles ile Sigismunda’nın Acıları adlı kitabından)

H. E. Watts
Cervantes’in Hayatı

Önsöz
Bundan yaklaşık bir buçuk sene önce yaptığımız yayın kurulu toplantısında hepimizi heyecanlandıran bir karar aldık. Aforizma Dizisi ile başladığımız, Bir Nefeste Dizisi ve Masal Dizisi’yle devam ettiğimiz dizilerimize bir yenisini daha ekleyecektik: Biyografi Dizisi. Birkaç yayınevinde gayet başarılı biyografiler olmasına rağmen hem günümüz okur kitlesine hitap eden hem de kişilerin hayatlarının en sıradan detaylarını bile son derece canlı bir şekilde anlatan kitaplarda bir boşluk olduğunu fark ettik. Bu alanda gördüğümüz boşluğu doldurmak için hemen kollarımızı sıvadık ve işe koyulduk.
Öncelikle biyografisini okumak istediğimiz ve hayatını ilginç bulduğumuz tarihi kişilikleri belirledik. Sonra bunların arasında yayımlanmaya değer olduğunu düşündüğümüz biyografileri seçtik. Bu bağlamda ilk etapta on önemli tarihi kişinin biyografisi ortaya çıktı. Bu on kişinin hayat hikâyesini bize aynı edebi tat ve ruhla aktaracak çevirmenler aramaya başladık. Fakat bu süreçte en çok kararsız kaldığımız şey kapak tasarımı oldu. Çünkü bir biyografi dizisine yakışır sadelikte, aynı zamanda bu önemli tarihi şahsiyetlerin hayatlarını anlatacak canlılıkta kapaklar olmasını istiyorduk. Önümüze gelen ondan fazla taslak üzerinde günlerce kafa yorduk ve ortak bir karar vermek için çabaladık. En sonunda taslakları ikiye indirdik ve hepimizin içine sinen bu kapakta karar kıldık.
Kitapları yayına hazırlama aşamasında metinle o kadar içli dışlı olduk ki bahsedilen tarihi figürlerin hayatlarına girdikçe yaptığımız işten daha çok keyif almaya başladık. Hepimizin ismen bildiği kişilerin yaşam öykülerini okudukça aslında onların da sizin bizim gibi bir insan olduklarını, bizimle aynı duyguları paylaştıklarını, hayatın onları da tıpkı bizler gibi oradan oraya savurduğunu gördük.
Uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkardığımız bu diziyi siz okurlarımızla paylaşmaktan memnuniyet duyuyoruz. Birer tarihi kayıt niteliği taşıyan bu yaşam öykülerini okurken keyif almanız tek temennimiz.

“İyi yazılmış bir hayat öyküsü, en az iyi yaşanmış bir hayat kadar nadidedir.”
    Thomas Carlyle

Giriş
Cervantes’in hayatı üzerine birçok eser yazılmıştır, bendeniz iki adet yazdım. Don Kişot çevirime (1888) önsöz olarak eklenen kapsamlı biyografi, bu esere bir giriş olarak düşünülmüştü. Zira bana göre en iyi yorum, yazarın hayatını incelemek suretiyle yapılır. Don Kişot’un dünyanın en büyük klasiklerine yaraşır bir şekilde günümüze uyarlanmış bütün ve eksiksiz bir baskısını yapmıştık. Bu kitabın baskı adedi o kadar azdı ki “yayımlanmak” kelimesini hak etmiyordu denebilir.
Cervantes’in hayatı üzerine yazılmış bu eser, çevirime önsöz yazmak için topladığım materyallerden oluşmuş tamamen yeni bir eserdir. Derlediğim bilgiler yeniden yazılmış, yeniden düzenlenmiş, eleştiriler ve edebiyat tarihiyle ilgili bazı çıkarmalar ve eklemeler yapılarak daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmesi sağlanmıştır. Cervantes’in hayatı hakkındaki bilgilere ulaşmak için İspanya ve başka yerlerdeki mevcut kaynakların tümüne başvurdum, fakat ileri sürdüğüm teoriler ve fikirlerin sorumluluğu sadece bana aittir.

    H. E. Watts

Gustave Dore Don Quixote (Don Kişot) 1863, Paris.


Birinci Bölüm
“Geçmiş dönemlerde yaşamış güçlü bir adam, Lepanto’da cesurca savaştı. Cezayir’de bir köle olarak tüm gücüyle çalıştı, kendini bu işten kurtardı. Şaşırtıcı bir neşeyle yoksulluğa, açlığa ve dünyanın nankörlüğüne katlandı. Sol kolunu kaybetmesine ve hapishanede olmasına rağmen en mutlu ve en derin modern kitabımızı yazdı, ismini de Don Kişot koydu.”
Thomas Carlyle, Miguel de Cervantes’in hayatını ve eserini kısaca böyle özetler. Kısa ve temelde doğru olsa da bu özet, daima eserinin gölgesinde kalmış bu büyük yazara dair tüm bilindik hataları içinde barındırmaktadır. Cervantes, talihsiz hayatı boyunca içine sık sık düştüğü tüm felaket dönemlerinde olduğu gibi, esaretinde de cesurca çalıştı. Ancak “kendini cesurca kurtarmak” gibi bir şey yapmadı; kendini kurtarmak uğruna kahramanca girişimlerde bulunsa da sonunda fidyeyle kurtarılmayı kabullendi. Tek kollu değildi, iki kolu vardı; fakat bir eli savaşta aldığı yaralar nedeniyle sakatlanıp işe yaramaz hale gelmişti. Büyük eserini hapishanede yazmadı; bu eseri yazma fikri aklına burada geldi. Ayrıca, Don Kişot’un modern kitaplar arasındaki “en mutlu” kitap olup olmadığı da tartışma konusudur. Yazarın kendi ifadesiyle bu kitap, “melankolik ruhlar için bir meşgale” olarak tasarlanmış olsa da, eserin ruhunu inceleyenler Don Kişot’ta mutluluktan çok keder bulmuştur. Şüphesiz ki komedi çok derinse de kaynağı gözyaşlarına dayanır; “mutlu” sıfatı, eserle ilişkilendirilen bakış açısına yapılmış bir yakıştırmadır. Hayatının sonbaharında, umutlarının ve hayallerinin bitiminde, şövalye kitapları üzerine bu parodiyle kahramanlık özlemini yazıya döken yaşlı, sakat ve fakir asker Cervantes’in mutlu bir ruh halinde olmadığına şüphe yoktur. Zaten şövalye romantizmini ondan daha çok seven biri de yoktur. Kendisi de kahramanını sarhoş eden pınardan kana kana içmiştir. Alonso Quijano’yla aynı hastalığa yakalanmış, şövalyenin görevinin dünyadaki hataları düzeltmek olduğuna dair hoş yanılgıyı paylaşmıştı. Kendisi de gezgin bir şövalyeydi, kendi özü de romantizmdi. Gençliğinde, şövalyelik düşüncesi gözlerini kamaştırmıştı. Geçmişin efsanevi görkemlerini ve Amadis’in[1 - Amadís de Gaula (Gaullü Amadis), Garci Rodríguez de Montalvo tarafından 16. yüzyılda yazılmıştır. Kitabın ana karakteri olan Amadis, Don Kişot’un idolüdür ve Cervantes, kitabında sık sık Amadis’e gönderme yapar. (e.n.)] başarılarını hatırlatan geçit törenlerinde ve savaşlarda bulundu. Hayalleri tükenmiş, istediği serveti bulamayıp hayal kırıklığına uğramış; romantizm ve şövalyelik için son derece ölümcül bir dönem olan II. Philip’in hükmü sona ermek üzere olsa da, hem sağlığını hem de umutlarını kaybetmiş bir adamın Don Kişot’u mutlu bir yürekle yazmış olduğunu düşünebilir miyiz? Aslında Don Kişot’u kitapların en neşelisi olduğu kadar en matemlisi olarak da değerlendirebiliriz. Bu eserin olağanüstü ününün ve ebedi hoşluğunun kaynağı, şövalyelik dönemine duyulan özlemle budalaca ve vahşi şövalye kitaplarına duyulan nefret ve tiksintiden doğan öfkeyi dışa vurmak için yazılmış olması değildir. Don Kişot, ölümsüzlüğünü tüm okurlarının ruh halleriyle hayallerini yansıtabilme ve insan doğasının zenginliğiyle gerçekliğini gözler önüne sermesine borçlu olamaz mı?
Kitabı ve amacını anlamak için yazarı tanımalıyız. Cervantes’in hayatı da en az kahramanınki kadar romantik, tuhaf maceralarla dolu, tehlikeler ve dertlerle çevrili, cesur bir kararlılık ve neşeli bir iyi niyetle yaşanmış bir hayat. Büyük bir İngiliz şairi, şövalyeliğin özüne uygun bu hayatın amacını çarpıtarak Cervantes’i “gülüp geçmek”le suçlamıştır. Şüphe yok ki tarihe geçmiş yazarların hiçbirinin hayatı bu kadar hareketli, bu kadar tehlikeyle çevrili, talihsizlik dalgaları açısından bu kadar zengin, bu kadar inişli çıkışlı, canlı ve macera dolu değildir. Bu hayatın hikâyesini öğrenebileceğimiz birçok kaynak var. Miguel de Cervantes, New Castile eyaletinin Alcalá de Henares isimli antik kasabasında Kardinal Ximenes tarafından 9 Ekim 1547’de vaftiz edilmiştir. İspanyol geleneğine göre doğan çocuklara doğdukları günün azizinin ismi verilir. Bu nedenle verilen isimden yola çıkarak Cervantes’in doğum tarihinin Aziz Michael ziyafet günü olduğunu tahmin edebiliriz. Miguel de Cervantes’in vaftiz edilme tarihi, Yüce Santa Maria cemaat kilisesindeki kayıtlara geçmiştir. Alcalá’nın yerlisi ve bu kasabanın asilzadelerinden biri olduğu, Haedo’nun 1612 tarihli Cezayir’in Topografyası eserinde belirtilmiştir. Cervantes’in bizzat kaleme aldığı birkaç resmi belge ve onu tanıyanlar da Alcalá’nın yerlisi olduğunu belirtmektedir. Fakat kendi hemşerileri en büyük yazarlarına karşı o kadar umursamaz ya da o kadar ilgisizlermiş ki, doğum yerini iki yüz yıl boyunca keşfedememişler. Cervantes’in kahramanının doğum yeri hakkında bilerek yarattığı “cyo nombre no quisb acordarse[2 - Don Kişot, 1. Bölüm, 1. Kısım’ın ilk sözcüklerine bakınız: (İsp.) İsmini hatırlamak istemediğim bir köyde.]” ve kitabın sonunda “Onu doğurmuş olmanın onuru için La Mancha’nın tüm kasabaları ve köyleri yarışabilir, tıpkı Homeros için yarışan Yedi Şehir gibi,” diyerek açıkladığı gizem kendisini aştı. Çünkü kendi doğum yeri de bilinmiyordu ve yedi şehir gerçekten de Miguel de Cervantes’in doğduğu yer olduklarını iddia ederek yarıştılar. Bir ya da iki tanesi ortaya çıkan tüm sağlam kanıtlara rağmen hâlâ bu yarışı sürdürmektedir. Bu yedi şehir Madrid, Sevilla, Toledo, Lucena, Esquivias, Consuegra ve Alcàzar de San Juan’dır. Sonuncusu, günümüzde bile Don Kişot’un yazarının dünyaya geldiği yer olduğunu iddia eder ve şüphe duyan ziyaretçilere gururla “Blas Cervantes Saavedra ve Catalina Lopez’in oğlu Miguel”in 9 Kasım 1558 tarihinde doğduğu yazılı olan kilise kayıtlarını gösterir. Bu kaydın karşısında, modern yazıyla şu yazmaktadır: “Este fué el autor de la historia de Don Quixote[3 - (İsp.) Don Kişot hikâyesinin yazarı.].” Tabii ki bu gerçek Miguel olamaz, tüm kanıtları (Cervantes’in kayda geçen sözleri de dahil) bir kenara bıraksak bile tarihin kendisi bunun gerçek olmadığını kanıtlamaya yeter. Cervantes, Kasım 1558 tarihinde doğmuş olsaydı Lepanto Savaşı’nda çarpıcı bir rol aldığı sırada on üç yaşında bile olamazdı. Belirsiz ve değersiz hayatı (anlaşıldığı kadarıyla bir serseriymiş) daha yaşlı ve daha ünlü olanla karışan ikinci bir Miguel de Cervantes Saavedra (büyük ihtimalle uzak bir kuzen) bulunduğuna şüphe yoktur. Bu konuda (hiç oluşmamış olması gereken) tüm şüpheleri yok eden ilk yerli bilgin III. Charles’ın kütüphanecisi Juan de Iriarte olmuştur. Kendisi kraliyet elyazmaları arasında 1580 yılında Cezayir’den alınan esirlerin olduğu bir liste bulmuştur. Listedeki isimler arasında “Miguel de Cervantes, otuz yaşında (aslında otuz üç yaşındaydı), Alcalá de Henares yerlisi,” ifadesi yer almaktadır. Bilgin Peder Sarmiento 1761 yılında yazdığı Noticia sobre la Verdadera Patria de Cervantes isimli eserinde bu soruyu kesin olarak cevaplamıştır.
Gerçek Miguel de Cervantes’in babası Alcalá yerlisi olan Rodrigo de Cervantes’ti; annesi Leonor de Cortinas ise komşu Barajas köyündendi. Annesi ve babası asilzade olsalar da zengin sayılmazlardı. 1540 yılında evlendiler ve dört çocukları oldu; iki erkek, iki kız. Miguel bu çocukların en küçüğüydü. Büyük kardeşi Rodrigo, Philip savaşlarında başarı kazanmış bir askerdi. Levant’ta, Miguel’le birlikte görev yaptı, aynı zamanda esir alındı ve bir süre Cezayir’de onunla birlikte esir kaldı. Marqués de Santa Cruz’un Azorelere karşı yaptığı seferde oldukça başarılı olduğu ve Flandre’de, Miguel’den önce, belirsiz bir tarihte öldüğü biliniyor. İki kez evlenen ablası Andrea, dul kaldıktan sonra kardeşinin yanına yerleşti ve kardeşi ölene kadar onun yanında yaşadı. Küçük kız kardeşi Luisa, 1561 yılında Karmelit rahibesi oldu. Rodrigo de Cervantes’in babasının ismi Juan idi ve Osuna şehrinde corregidor (paralı hâkim) olduğu için statüsü torunlarından daha üstün olan büyükbabanın bahsi tarihte “Philip’in sarayında sözü geçen asilzade Conde de Ureña’nın[4 - Doğubilimci olan Conde, (Don Kişot’ta bahsi geçen) Benengeli’nin Arapçada “geyik çocuğu/yavrusu” anlamına geldiğini belirten ilk kişidir.] arkadaşı ve ortağı” olarak geçmektedir. İsimlerine nüktedan bir gönderme yapmak amacıyla armalarında iki geyik kullanan Cervantes ailesinin kökeni Galiçya’ya dayanmaktadır. Erken soy izleme uzmanlarına göre (Don Kişot’un yazarını onurlandırmayı hiç düşünmemiş oldukları çok açıktır) soyları Leon’un Gotik krallarından gelmektedir. On birinci yüzyılda Toledo’da alcaide (polis memuru) olarak görev yapmış ünlü savaşçı Nuño Alfonso ile doğrudan kan bağları vardır. Alfonso’nun oğlu, babasından miras kalan kaleyle çevresindeki toprakların ismi olan Cervatos’u (geyik bölgesi) soyadı olarak almıştır. Bu oğul, soyadını telaffuzu daha güzel olan Cervantes’e çevirerek bu ismi taşıyan ilk kişi olmuştur. Eğer kâtipler ve soy izleme uzmanları yalan söylemiyorsa, II. Juan’ın hükmü sırasında Sevilla’nın veinticuatrosu (şehir ayanı) Juan de Cervantes, bu kişinin baba tarafından gelmektedir. Juan’ın Miguel de Cervantes’in atası olduğu konusunda ise hiçbir şüphe yoktur[5 - Vida de Cervantes’ten (Mendez de Silva) alınmıştır (1648).]. Genişleyen ailenin bir kolu, on beşinci yüzyılın başlarında “La Mancha”ya yerleşti; bu ailenin bazı üyeleri Santiago ve San Juan’daki askeri birliklere komuta ettiler. Miguel de Cervantes 1580 yılında Cezayir’den döndüğünde kendini aynı ismi taşıyanlardan ayırmak için (aile fertleri oldukça fazlaydı, ayrıca isim hem İspanya’da hem de Güney Amerika’da yaygındı) atalarından Saavedra soyadını da alarak ismini Cervantes (genellikle Cerbantes[6 - B ile v sesleri İspanyolcada aynı okunur ve birbirinin yerine geçebilir.]) Saavedra olarak yazmaya başladı.
Miguel de Cervantes’in çocukluğu ve gençliği hakkında bazı önsözlerinde ve ithaflarında nadiren yazdığı küçük detaylar dışında bir şey bilinmiyor. Miguel’in gençliğine dair ilk öğrendiklerimizden birinin kaynağı, Cervantes’in 1615 yılında, ölmeden birkaç ay önce bastığı Komediler’in önsözünde bulunan ilginç bir otobiyografi paragrafıdır. Cervantes bu yazıda İspanyol tiyatrosunun kurucusu “Büyük Lope de Rueda” ile ilgili hatıralarını anlatır. Lope de Rueda aylaklardan oluşan kumpanyasıyla ülkeyi dolaşır, son derece ilkel ve basit araçlarla kendi yazdığı oyunları oynardı. Genç Cervantes’in tüm reddedilmelerine ve başarısızlıklarına rağmen asla bastırmayı başaramadığı tiyatro dürtüsünün kaynağının “komediyi ilk defa bol giysilerinden kurtarıp düzgün bir kılığa ve ortama sokan” Lope de Rueda olduğuna şüphe yoktur. Cervantes ilk eğitimini Lopez de Hoyos adında şiirler ve bildirgeler yazan (o dönemde hangi eğitimli adam yazmıyordu ki?), o zamanlar centilmenliği ve bilgeliğiyle ünlü olan bir öğretmenden aldı. Lopez de Hoyos Madrid’te yeri hâlâ bilinen bir okulda ders veriyordu, bu nedenle genç Miguel’in yaklaşık otuz kilometre ötedeki Alcalá’dan buraya geldiğini düşünmekteyiz. Navarrete[7 - Martín Fernández de Navarrete: 1765-1844 yılları arasında yaşamış İspanyol tarihçi. (e.n.)] (La Tia Fingida romanını kanımca yanlış olan temelsiz bir teoriyle Cervantes’e bağlamaktan başka bir şey yapmayan kişi) öyle söylediği için Ticknor’un çok aceleci bir şekilde kabul ettiği bir teori var. Bu teoriye göre Cervantes, Salamanca Üniversitesi’nde eğitim almış. Fakat bu efsane birçok imkânsız nokta barındırdığı için kolayca çürütülebilir. Cervantes’in ebeveyni, maddi açıdan, küçük oğullarını Salamanca’ya gönderecek kadar iyi durumda değildi. Ayrıca çok yakınlarında en az onun kadar ünlü bir üniversite varken çocuklarını bu kadar uzağa göndermeleri de pek olası değil. Cervantes’in herhangi bir üniversiteye ya da kiliseye gittiğine dair hiçbir kanıt yok. Meslek öğrendiğini gösteren bir şey de yok. Eğitimi çok derin ya da kesin olmasa da o dönemde yazan ortalama insana denkti, genel kültürü ise daha üstündü. Bunu Hoyos’a ve akranlarına göre çok daha fazla okumasına borçlu olmalıdır; özellikle de kendi ülkesinin edebiyatı ve İtalyan şiiri üzerine yaptığı okumalara. Hoyos bu öğrencisi için özel bir sevgi besliyor gibi görünüyor, hatta bu gençteki cevheri ilk gören olmakla kalmayıp dehasına şekil veren ilk kişi olduğunu iddia etmiş olması oldukça muhtemeldir. II. Philip’in üçüncü eşi Valoisli Isabel’in ani ve üzücü ölümünden sonra toplumun kederi sayısız kasideye ve ağıda dönüştü. Bu eserlerin dikkate değer bir kısmı Lopez de Hoyos’un öğrencilerine atfedilmektedir, yarım düzine kadarı ise Miguel de Cervantes tarafından kaleme alınmıştır. Sürekli baştan çıkarılan bu eşsiz ilham perisinin ilk çalışmaları, Lopez de Hoyos tarafından “zevkli üslupları”, “retorik renkleri” ve “nazik düşünceleri” açısından bolca övülmüştür. Genç şair ise (artık yirmi bir yaşındadır) ustasının “değerli ve sevgili öğrencisi” olarak anılır. Cervantes’in daha erken çalışmalarına göre şanslı sayılabilecek bu şiirler günümüze ulaşmış ve Aribau’nun Cervantes’in eserlerini içeren tek ciltlik kitabı ve Hartzenbusch’un editörlüğünü yaptığı on iki ciltlik muhteşem Argamasilla kitabıyla ölümsüzleşmiştir. Bu erken övgüler Cervantes’in şairlik becerilerinden çok Hoyos’un bir eleştirmen olarak nazik davrandığını göstermektedir. Samimiyeti hiçbir zaman kendini beğenmişliğe dönüşmemiş olsa da kendisini soyuna karşı daima sorumlu hisseden Cervantes’in Parnassus’a Yolculuk’a hoş, fakat belirsiz bir gönderme yaptığı “Filena” başlıklı pastoral şiir de bu döneme eklenebilir. Cervantes’in gençlik eserleri arasında saydığı diğer soneler, baladlar[8 - Üç bentlik bir Batı şiiri türü. (e.n.)], ağıtlar ve şiirlerin hepsi yok olmuştur. Bu eserlerin kaliteleri ne olursa olsun, Cervantes’in bu erken dönemde bile bir şair olarak tanınmasını sağlamışlardır. Fakat İspanyol biyografi yazarı Navarrete, o dönemde bile çoktan “ülkenin en beğenilen şairleri” arasına girdiğini söylediğinde biraz taraflı konuşuyor olabilir.

İkinci Bölüm
1568 yılında Papa Cenapları tarafından gönderilen Kardinal Acquaviva Madrid’e geldi. Görünürdeki amacı Kral Philip’e ölen oğlu Don Carlos için başsağlığı dilemekti; fakat aslında Milanlılar üzerindeki yetki konusunda fikir ayrılıklarını görüşmek için gelmişti. Cervantes’ten bir ya da iki yaş büyük olan bu piskopos, bir virtüöz ve edebiyat âşığı olarak adını çoktan duyurmuştu. Yetenekli insanlardan hoşlanıyordu ve halk içinde onları yanında gezdirerek “politika, bilim, eğitim ve edebiyat hakkında çeşitli ilginç sorular[9 - Madrid’te kendisini gördüğünü söyleyen Gusman de Alfarache eserinin yazarı Mateo Aleman’ın aktardığına göre (Navarrete, s. 285- 286).]” hakkında tartışıyordu. Miguel de Cervantes camarero ya da kamarot olarak Kardinal’in hizmetine girdi. Bu mevki o dönemde “angarya işler” anlamına gelmiyordu, doğuştan soylu ve eğitimli centilmenlere veriliyordu. Gururlu Mendoza ailesinin oğullarından olan Hurtado de Mendoza bile bu mevkide görev yapmış, sonra yükselerek eyaletteki en güçlü adam olmuştu. Cervantes’in Kardinal’e başarıları nedeniyle önerilmiş olduğundan şüphe duymak için bir neden yok. Sorgulanmaya açık olan şey, bazı İspanyol biyografi yazarları tarafından ortaya atılan ve Cervantes’in Kardinal’in hizmetine girmesini sağlayan şeyin Kilise’ye olan büyük sevgisi olduğunu iddia eden teoridir. Cervantes 1569’un Aralık ayında Acquaviva trenine binerek Madrid’ten ayrıldı. Artık yirmi üç yaşındaydı ve Fransa’nın güneyinden geçerek Roma’ya gidiyordu. Cervantes Roma’da sadece birkaç ay kaldı. Orduların silahlarının tıngırtıları ve savaş söylentileri dört bir yana yayılıyordu. Osmanlılara karşı yeni bir Haçlı Seferi hazırlığı yapılıyordu. Papa (V. Pius), İspanya ve Venedik hükümetlerini fikir ayrılıklarını bir kenara bırakıp deniz kuvvetleri Hıristiyanlık dünyasını tehdit eden Sultan’a karşı kutsal bir birlik oluşturmaya ikna etmişti. Silahlanma çağrısı, Cervantes’in karakterindeki bir genç için karşı koyulmazdı. 1570 yılında Kardinal’in yanındaki pozisyonundan istifa edip Don Miguel de Moncada komutasındaki İspanyol kara birliklerine katıldı. Bölüğü o sırada Kral Philip’in papaya ödünç verdiği takviye kuvvetlerle Roma’daydı. Tercio de Moncada, o dönem Avrupa’nın önde gelen askeri güçlerinden olan İspanyol kara birliklerinin en seçkin bölüklerinden biriydi. İyi ailelerden gelen genç erkekler dışında kimseyi kabul etmiyorlardı, çünkü bu bölükte hizmet etmek bile başlı başına bir onurdu. 1570 yılının yazında Moncada’nın bölüğü İspanyol takviye kuvvetleriyle birlikte Napoli’ye çağırıldı. Napoli’de Osmanlılara saldırmaya hazırlanan büyük bir donanmaya katılacaklardı. Cervantes Napoli’de “sokaklarda bir yıldan fazla gezdiğini” söylüyor. Kutsal birliğin toplanması biraz zaman aldı ve toplanmayı başardığında bile Hıristiyan ülkelerin her birinin temsilcilerini barındırdığı söylenemezdi. İmparator ve Fransa Kralı katılmayı reddetmekle kalmamış, düşmana gizlice bilgi de vermişlerdi. Papanın çağrısına yalnızca İspanya ve Venedik cevap verdi ve bu iki ülke denizde müttefikten çok düşman gibi davrandı. Bir süre sonra 20 Mayıs 1571 tarihinde bir ateşkes imzalandı. Ağustos ayında müttefik donanması, amiral olarak görev yapan Avusturyalı Don Juan’ın komutası altında Messina limanında toplandı. Don Juan Napoli’den gelirken yanında İspanyolları da getirmişti. Kara birlikleri gemilere dağıtılmıştı. Miguel de Cervantes, bölüğünün bir kısmıyla birlikte Doria’nın şahsi gemilerinden İspanyol hükümetine kiralanmış Marquesa’ya atandı. Don Juan 16 Eylül günü tüm kuvvetlerini denize indirdi, donanma iki yüzden fazla kadırgadan oluşuyordu. Ayrıca yirmi dört yelkenli ve 26.000 asker vardı. Daha önce Hıristiyan bayrağı altında hiç bu kadar güçlü bir donanma toplanmamıştı.
Osmanlıların deniz kıyısındaki gücünü azaltmadığı halde denizdeki üstünlüğünü sonsuza kadar yok etmeyi başaran Lepanto Muharebesi[10 - İnebahtı Deniz Muharebesi. (e.n.)] 7 Ekim 1571’de yapıldı. Savaşa katılan bölükler ve zaferin kısa dönemdeki sonuçları göz önüne alındığında o güne kadar yapılan en büyük deniz muharebelerinden biri olduğu görülse de savaşın gidişatı üzerinde pek fark yaratamadı. Venedikliler ve İspanyolların birbirlerine karşı duydukları kıskançlığın Osmanlılara karşı öfkelerinden kuvvetli olması, komutanlar arasındaki uyuşmazlıklar, belki de bütün nadir askerlik özelliklerine rağmen bu kadar büyük ve dağınık bir donanmayı yönetemeyecek kadar genç ve deneyimsiz olan amiralin komutası, son olarak da Osmanlı denizciliğinin üstünlüğü ve amirallerinin harika stratejileri birleşerek kazananların kuru zafer şanından başka bir şey elde edememelerine yol açtı. Yine de büyük bir çarpışma, katılan herkes için oldukça şanlı bir çatışmaydı. Cervantes’in gemisi Marquesa, Hıristiyan donanmasının sol kanadını oluşturan Venedikli provedditore Agostino Barbarigo’nun komutasındaydı. Silah arkadaşlarının ifadelerine göre, 7 Ekim sabahı Cervantes Napoli’de ateşlenmesine rağmen, hasta ve güçsüz olsa da savaşa katılmasına izin verilmesi için ısrarcı oldu. Emrine verilen on iki askerle birlikte uzun kayığın (esquife) kıç güvertesine yerleştirildi. Barbarigo’nun komutasındaki sol kanat, Osmanlıların sağ kanadına karşı büyük bir zafer kazandı ve tüm kayıtlara göre Marquesa savaşta büyük bir rol oynadı. Karşı karşıya geldiği rakipler arasında İskenderiye Paşası’nın kraliyet armasını taşıyan kadırgası da vardı. Bu gemi, çıkartma yapılarak ele geçirildi. Cervantes güverteye ilk atlayanlar arasındaydı, savaş sırasında ateşlenen silahlar üç kere göğsüne, bir kere de sol eline isabet etti. Neyse ki kahramanımızın o günkü davranışları hakkında günümüze ulaşan detaylı bir belge oldu. Marquesa’nın güvertesinde onun yanında savaşan Mateo Santisteban, 1578 yılında kralın alcalde[11 - (İsp.) Yargı yetkisine de sahip bir yönetici. Türkçeye “kadı” olarak geçen Arapça “Kādi, قاضٍ” kelimesi, İspanyolcaya “alcalde” şeklinde geçmiştir. (e.n.)]’si önünde ifade verdi (Miguel’in babası Rodrigo de Cervantes’in kraldan istediği para yardımına destek için çağırılmıştı). Savaş başlarken silah arkadaşlarıyla birlikte, ateşten dolayı güçsüz olduğu için Cervantes’in kamarada kalmasını söylediklerini, fakat Cervantes’in bunu yapmanın görevini yerine getirmemek olacağını, güvende kalmak için saklanmaktansa Tanrı ve kralı adına savaşırken ölmeyi yeğleyeceğini söylediğini; Cervantes’in esquife’teki yerinde, diğer askerlerle birlikte cesurca savaşmaya devam ettiğini bizzat gördüğünü söyledi. Bu ifade Cervantes’in silah arkadaşlarından Gabriel de Castañeda tarafından da doğrulanmıştır. Cervantes, Mateo Vasquez’e yazdığı şiirsel mektupta savaşın canlı bir tasvirini sunmaktadır. Merhum arkadaşım Bay J. Y. Gibson’ın duygulu versiyonundan alıntı yapıyorum; çünkü orijinal metin de (1863 yılında keşfedilmiştir) çevirisi de hak ettiği kadar bilinmemektedir:
“Güvenilmez Kader’in kem gözlerini
Düşman donanmasına doğrulttuğu o mutlu günde,
Bize gülümseyip şans bahşettiği,
Korkuyla karışık yüce bir cesaret uyandırdığı gün içimizde,
Dehşet verici savaşın ortasında durdum,
Zırhımdan daha güçlüydü umudum.
Parçalanan geminin sel gibi eridiğini,
Yaşlı Neptün’ün göğsünde binlerce delik açıldığını
Hıristiyan ile kâfir kanıyla kırmızıya boyandığını;
Ölümün zalim hevesle esip gürlediğini
Kalabalıkları oraya buraya sürüklediğini
İşkence çektirdiğini ya da hızla huzura erdirdiğini gördüm;
Çığlıklar karışmış, silah gürültüleri korkunçtu,
Çaresizler kıvranıyordu acı içinde,
Son nefesleri su ile ateşin arasında alınıyordu;
Derin iç çekişler, yüksek, sağır edici iniltiler
Yükseliyordu her yaralı göğüsten,
Lanetliyorlardı acı, zalim kaderlerini;
Damarlarında kalan kan bıraktı akmayı,
Uzaktan ve yakından yankılanan,
Zaferimizin şarkısını söyleyen borazanlar seslerini bastırırken;
Muzaffer sesler yankılandı yüksek ve gür,
İsli havayı yarıp geçti neşeli bir sel,
Kulaktan kulağa söylendi, Hıristiyanlarındı zafer!
O tatlı anda, talihsiz ben,
Bir elim kılıcımda,
Diğeri kanlar içinde durdum;
Zalim bir darbe göğsümü yaralamıştı
Derin, kapanmaz bir yara, sol elim ise
Ezilmiş, parçalanmıştı,
Tüm doktorların düzeltebileceğinin ötesinde.”
Lepanto boş bir isim haline geldi. Tüm Avrupa’yı sarsan büyük zafer unutuldu. Papa Pius’un anlık bir hezeyanla “Tanrı’nın bize gönderdiği John isimli adam” olarak nitelediği genç fatihin olağanüstü ismi, Philip’in sıradan hükmünde bile anlık bir romantizm sayfası oldu sadece. Genç Miguel de Cervantes’in şövalyelik döneminin geri döndüğünü hayal etmesine yol açmış olması çok muhtemel bu olay, dünyanın hafızasından silinmiştir. İspanya ve İtalya’nın tüm gençlerinin ve çağın en görkemli komutanlarının yer aldığı bu ünlü savaştan geriye sadece Moncada’nın bölüğündeki onbaşının ismi kalmıştır. Savaşta yalnızca Marquesa kadırgasına olanları inceleriz. Savaşın kahramanı Miguel de Cervantes’tir; Lepanto’yu ölümsüz kılan Don Kişot’tur. Fakat hayatının en büyük onurunu (Lepanto zaferindeki rolünü) unutmak ya da ona gereken önemi vermemek bu büyük yazarın anısına saygısızlık olurdu. Hayatının sonraki dönemlerinde bu savaşta aldığı yaraları, sahip olduğu en değerli lütuflar olarak görmüştü. Art niyetli gizli saldırganı Avellaneda’ya cevabında, zaferde hiçbir rol oynamadan sağlam kalacağına yaralarını ve acılarını yüklenmeyi yeğleyeceğini söylemiştir. Sol elini “sağ eli daha şanlı olsun diye” kaybetmiştir[12 - Benim Don Kişot çevirimin ikinci bölümü, 4. Cilt, s. 6.].
Cervantes’in savaşta verdiği hizmet (her ne kadar bu hizmet sıradan bir asker seviyesine indirgenmiş olsa da), yirmi bin kişiden sadece biri olduğunu düşündüğümüzde oldukça kayda değer bir hal almaktadır.
Aylık maaşına altı altın zam yapıldı. Hasta ve yaralıların götürüldüğü ve uzun bir süre kaldığı Messina’daki hastanede bizzat Don John tarafından ziyaret edilmişti. Göğsündeki ve elindeki yaraların iki yıl boyunca ona acı çektirdiğini kendi sözlerinden biliyoruz. Tunus’ta, Don John’un komutası altında La Goleta’yı ele geçirmek için savaşırken elinden “halen kan damlıyordu”. “Bin yerden parçalanmış” bu sol elini bir daha kullanamadı, fakat sahte portreler ve yalancı heykellerin yarattığı, sol elini bir mermi ya da ameliyat sonucu tamamen kaybettiği yönündeki yaygın inanç da doğru değildir. Kendi sözleriyle “el movimiento de la mano izquierda[13 - Bkz. Viaje del Farnaso, I. Bölüm]”, yani sol elini hareket ettirme ya da kullanma kabiliyetini kaybettiğini söylemektedir, elini tamamen kaybettiğini değil. Sol elini tamamen kaybetmiş olsa dört sene boyunca orduda asker olarak görev yapması mümkün olamazdı. 29 Nisan 1572 günü Messina’daki hastaneden taburcu olabilecek kadar iyileşmişti. Daha sonra eski bölüğü Moncada kadar ünlü olan Figueroa bölüğüne katılarak Don John’un sonuçsuz kalan ikinci Levant deniz seferine katıldı. Don Kişot’un ikinci kısmındaki “Esirin Hikâyesi” bölümünde, bu seferin oldukça detaylı bir anlatımı verilmiştir. Ertesi yıl Tunus’a yapılan sefere katıldı. 1573’ün sonundan Mayıs 1574’e kadar bölüğüyle birlikte Sardunya Adası’ndaydı, daha sonra ise Don John’un emri üzerine Lombardiya’ya gönderildi. Ağustos 1575’te Napoli’de olduğunu görüyoruz. Don John, Afrika’da bir imparatorluk kurma planlarını kıskanan üvey kardeşi tarafından geri çağırılmıştı ve Haçlı ordusu dağıtılmıştı. Aktif görevde olmayan Cervantes anavatanını ziyaret etmek için izin aldı. Kendisine birçok sertifika ve referans mektubu verildi ki Cervantes’in basit bir onbaşı olduğunu, mektupların ise çağın en ünlü komutanları ve aydınları tarafından yazıldığını göz önünde bulundurunca bu başarının olağanüstü olduğunu göreceğiz. Don Carlos de Aragon, Sesa Dükü ve Sicilya Naibi, Kral’a ve konseye “soylu erdemleri ve nazik tavırlarıyla hem silah arkadaşlarının hem de komutanlarının saygısını kazanan, talihsiz olduğu kadar ödüle de layık olan bir asker[14 - Navarrete s. 314’e bakınız. Sesa Dükü daha sonra Lope de Vega’nın büyük koruyucusu haline geldi ve Lepanto’daki eski dostu ve silah arkadaşını unuttu.]” olduğunu yazdı. Komutan Don John ona bizzat krala yazmış olduğu mektupları verdi. Bu mektuplarda iyi bir bölüğe atanmasını şiddetle tavsiye ettiğini “cesur, erdemli ve birçok başarılı hizmete imza atmış bir adam” olduğunu yazdı. Beklediği avantajları yaratmak yerine başına çok büyük dertler açan mektuplarla birlikte Cervantes, El Sol isimli kadırgayla İspanya’ya yelken açtı. Yanında birkaç başarılı asker daha vardı, bunların içinde kardeşi Rodrigo ve Goletta’nın eski valisi Don Pero Diaz de Quesada[15 - “İsminin Quejada ya da Quesada olduğu söyleniyordu.” (Don Kişot çevirimde Bölüm I, Kısım I, Cilt I, s. 33.)] da vardı.
Durumu ne kadar iyi görünüyor olsa da Cervantes’in eve dönerken keyfi yerinde olamazdı. Altı yıl boyunca dinlenmeden hizmet etmesine rağmen maddi açıdan daha iyi bir duruma gelmemişti. Askeri zafer hayalleri berbat bir şekilde yıkılmış olmalıydı. Romantik kahramanların hem kişilik hem de görüntü bakımından bir temsili olan Don John’un Doğu’da komutayı eline almasıyla başlamış gibi görünen şövalyelik dönemi, aniden geri çağrılarak ardında yarım kalmış zaferler bıraktığında bitmişti. Unutulmaz bir Ekim sabahı büyük donanma düşmanla karşılaştığında genç askerin gözleri önünde oluşan şövalyelik hayali yok oldu. Osmanlılar yenilmişti, fakat ertesi sene çok daha güçlü bir şekilde geri dönmüşlerdi. Afrika’daki zaferleri hızla yenilgilere ve felakete dönüşmüştü. Hıristiyan şampiyon, diğer bir deyişle “Tanrı’nın gönderdiği adam”, Paynim[16 - Yerine göre pagan, Müslüman veya Yahudi anlamlarında kullanılan arkaik bir sözcük. (e.n.)] karşısında ne yazık ki düello daha yarıdayken sırtını düşmana dönmeye zorlanmıştı. Son derece hevesli ve zafer dolu bir şekilde başlamış olan bir sefere hiç yakışmayan bu son, Miguel de Cervantes gibi bir askerin heyecanını öldürebilir ve hatta ruhunu sonsuza dek şövalyeliğin geleceği için endişeyle doldurabilirdi.
Fakat umutlarını yok edip hayatını mahvedecek daha büyük bir dert, hayalleri yıkılmış ve yaralanmış kahramanımızı bekliyordu. Neredeyse İspanyol ufuklarında belirmek üzere olan El Sol kadırgası, dar denizlere[17 - İki kıyı arasındaki dar ve derin deniz. Kanal. (e.n.)] korku salan Arnavut haydut Arnaut (Arnavut) Mami’nin komutasındaki Cezayirli korsanlar tarafından ele geçirildi. El Sol ile korsanların en hızlı üç gemisi arasında gerçekleşen bir kovalamacadan sonra (Cervantes ve arkadaşlarının bu savaşta çok cesurca davrandıkları kayıtlara geçmiştir) İspanyollar yenildi ve teslim olmak zorunda kaldılar[18 - Bu savaşın Cervantes’in Galatea isimli eserinin üçüncü cildinde anlatıldığı düşünülmektedir.]. Tahmin edilen değerlerine (yani fidye ederlerine) göre korsanlar arasında dağıtıldılar. Cervantes aşırı zalim davranışları yüzünden haydutların arasında bile ismini duyurmayı başarmış bir Yunan haydudu olan Déli Mami’ye verildi. Don John ve diğer komutanların mektupları Cervantes’in çok önemli biri olduğuna, bu sayede de kendisinden çok yüksek miktarda bir fidye alınabileceğine inanmalarına neden olmuştu. Bu nedenle Cervantes’in cesur hizmetine karşılık ödül olarak aldığı övgüler, kaderin bir cilvesi neticesinde acısını artırmış oldu. Önemli birisi olduğu düşünüldüğü için zincirlere vurularak Cezayir’e getirildi ve korsan politikasına göre, özgürlüğünü satın almaya daha da istekli olsun diye son derece zalim şartlar altında yaşamak zorunda kaldı.

Üçüncü Bölüm
Cervantes’in hayatının hiçbir bölümü Cezayir’de esir olarak geçirdiği beş sene kadar acı dolu ve talihsiz geçmemiştir. Yazarların Felaketleri’nde çok acı verici birçok bölüm vardır; fakat hiçbir yazar, Don Kişot’un mutsuz yazarı kadar acı dolu bir hayat sürmek zorunda kalmamıştır. Camoens’in ilerleyen yaşlarda, yarı kör ve sakat bir halde Lizbon sokaklarında ekmek parası için dilenmesi oldukça acınası bir tablodur. Fakat Camoens en azından kendi halkı arasındaydı ve onurlandırıp yüceltmeye çalıştığı Portekizliler tarafından köşeye atılıp aç bırakılmıştı. Hem fiziksel hem de ahlaki açıdan Lusiads adlı şairle birçok ortak noktası olan Cervantes ise yetişkinliğinin altın çağındaydı. Askeri başarıları henüz çok yeniydi ki esir olarak alınıp ülkesinin ve soyunun ataları tarafından zincire vurularak köle yapıldı. Hem askerlik hem de şairlik becerileri bahşedilmiş Cervantes’in çok başarılı olacak gibi görünen kariyerinin başlangıcında başına gelen bu kadersizliği kavramak mümkün değildir. Küstahça en güçlü Hıristiyan devletlerin önünde yükselip içdenizlere giden yolu kapatan korsan yuvası Cezayir, o sıralarda altın çağını yaşıyordu. Hiçbir donanma onlara karşı koymaya cesaret edemiyordu. Osmanlılara karşı kullanılmış olan silahlar Cezayir’i yıkmaya yeterdi. Fakat ülkelerin politikalarını yorumlayan uzmanların açıklamakta başarısız olduğu bir nedenden ötürü Hıristiyan ülkelerin hiçbiri Hıristiyanlık dünyasının huzuru ve sağlığı için Konstantinopolis’teki padişahtan on kat daha tehlikeli olan Cezayir’e saldırma girişiminde bulunmadı. Haydutların girişimlerinden en çok zarar gören İspanya olsa da V. Charles zamanından beri hiçbir İspanyol hükümdar denizi bu haydutlardan temizlemenin emek harcamaya değer bir şey olacağını düşünmedi. Cervantes’in döneminde Cezayir, Osmanlı idaresi altında bir beylerbeyliğiydi. 1516 yılında Barbaros kardeşlerden biri tarafından Mağribilerin elinden alınmıştı. Konstantinopolis’ten atanan naip, genellikle haydutların ileri gelenlerinden seçiliyordu ve korsan komutanından pek de ileri gitmiyordu. Yetkisi, korsan kadırgalarının kontrolünde olan kıyı çizgisine kadardı ve geliri denizden ele geçirilen ganimetten ibaretti. Korsan kaptanları genellikle serserilerdi. 1575 yılında Cezayir’in naibi Sardinyalı bir haydut olan Rabadan Paşa[19 - Ramazan Paşa. (e.n.)] idi. Papaz Haedo’ya (Cezayir’le ilgili konularda en güvenilir ve en yetkin olan kişi) göre komutası altındaki kişiler 100.000’i geçmiyordu ve bunların üçte biri içlerinde Hıristiyanların bulunduğu haydutlardan oluşuyordu. Haedo’nun kayda geçtiği otuz beş korsan kaptanın yirmi dört tanesi haydut ya da haydut çocuğuydu, on tanesi Osmanlılardan, bir tanesi ise Yahudiydi. Hıristiyan esirlerin sayısının yaklaşık 25.000 olduğu tahmin ediliyordu ve bu esirler arasında oldukça nitelikli insanlar vardı, özellikle İspanyollar ve İtalyanlar arasında. Normal zamanlarda bu esirlere yumuşak sayılabilecek biçimde davranılıyordu. Daha kaba olan esirler efendileri için çalıştırılıyordu fakat fidye beklenen isimler belli lükslere sahipti. Naibin malı olan esirler angarya işler yapmıyordu. İnançlarının gereklerini serbestçe yerine getirmelerine izin veriliyordu, hatta tiyatro[20 - Cervantes’in diğer esirleri eğlendirmek için oyunlar yazdığı söylenmektedir. Fakat onun olduğu iddia edilen La Virgen de Guadelupe isimli oyun Cezayir’deki herhangi bir kölenin elinden çıkmış bile olamaz. Bu oyunda Cervantes’e ait bir iz göremiyorum.] oynamalarına ya da başka şekilde eğlenmelerine izin veriliyordu. Esirlerin işleyebileceği tek affedilmez suç kaçmaya çalışmaktı. Sahipleri bu girişimleri maddi haklarına tecavüz olarak değerlendiriyordu. Her kölenin değeri ve kalitesi yerel boyutta değerlendirilerek başına bir fiyat konuyordu. Fidye alma işi düzenli bir takas olduğundan belli prensiplere göre yapılıyordu ve iki tarafta da tanınmış temsilcileri vardı.
Cervantes’in Cezayir’e gelişinden kısa bir süre sonra Hasan Paşa naip olarak Rabadan Paşa’nın yerine geçti. Bu Venedikli paşa, o kadar zalimdi ki Cezayirliler arasında bile öne çıkan bir isimdi. Cervantes kişiliğini Don Kişot’taki Esir’in ağzından anlatmıştır: “Açlık ve çıplaklık arada sırada, hatta neredeyse sürekli bizi rahatsız etse de hiçbir şey bizi efendimizin Hıristiyanlara gösterdiği eşi benzeri görülmemiş zalimlikleri görmek ya da duymak kadar rahatsız edemezdi. Her gün birini asıyor, başka birini mızraklıyor, üçüncü birinin ise kulaklarını kesiyordu ve bunları çok ufak bahanelerle, hatta bazen hiçbir bahane olmadan yapıyordu. Osmanlılar da efendimizin yalnızca canı istediği için böyle davrandığını ve doğası gereği vahşi bir adam olduğunu düşünüyorlardı.”
Kendi eğlencesi için işkence ettiği söylenen bu tiran, Cervantes’in esir olduğu beş yıl boyunca Cezayir’in efendisiydi. Cervantes esir alındıktan çok kısa bir süre sonra, hâlâ Déli Mami’nin kölesiyken yapacağı birçok kaçma girişiminin ilkini denedi. Bazı arkadaşlarıyla birlikte (o zamanlar İspanyol yerleşkesi olan) Oran’a karadan ulaşmaya çalıştılar; fakat grup, rehber olarak kiraladıkları Mağribi tarafından terk edilince Cezayir’e geri dönmek zorunda kaldılar. İki ya da üç girişimde daha bulunuldu, Cervantes bunları Cezayir’de Hayat’ta bizzat anlatmaktadır. İnanılmaz bir kurnazlık ve planlamada olağanüstü bir beceri sergilemesine rağmen her seferinde arkadaşlarından birinin ihaneti ya da korkaklığı nedeniyle planı suya düştü. Girişim başarısız olduğunda Cervantes ilk teslim olan ve suçu üstlenen kişi oluyordu.
Esirliğinin ikinci yılında Cervantes anavatanındaki bazı arkadaşlarıyla iletişim kurup onlara kendisinin ve kardeşinin acınası durumunu anlatmayı başardı. Babası Rodrigo yardım çağrısına para toplayıp Cezayir’e göndererek cevap verdi. Déli Mami bu meblağın Miguel kadar ileri gelen biri için yeterli olmayacağını söyleyerek Miguel’i serbest bırakmayı reddetse de kardeşi özgürlüğüne kavuşmayı başardı. Büyük kardeş serbest kalınca iki kardeş Miguel ve birkaç arkadaşını kurtarmak için bir plan yaptılar. Belli bir tarihte kıyıda belirecek silahlı bir İspanyol gemisinden yardım alacaklardı. Bu plan da diğerleri gibi inanılmaz derecede soğukkanlı, cesur ve fedakâr davranan Miguel’in elinde olmayan bir hata yüzünden suya düştü. Hasan adındaki bir Yunan haydudun bahçesinde, Cezayir’den üç kilometre uzakta, deniz kıyısında bir mağara vardı. Burada, çoğunluğu eski centilmenlerden oluşan kırk ya da elli kişilik bir grup saklanıyordu. Cervantes, Juan adında Navarreli bir köleyle onlara yemek gönderiyordu. Burada İspanya’dan gelip onları götürecek geminin gelmesini beklediler. Cervantes mağarada saklanan son kişi oldu. Belirlenen gün geldi. Mallorca’dan gönderilen bir fırkateyn esirlerle iletişim kurmayı başardı. Fakat Mağribi bir balıkçı korsanları uyardığı için gemi tekrar denize açılmak zorunda kaldı. Bu sırada Cervantes’in kurtarmak için sayısız fedakârlıkta bulunduğu insanlar arasında bir hain vardı. El Dorador (Yaldızcı) adında bir haydut korkmuş ve planı Naip’e bizzat bildirmişti. Naip mağaraya silahlı adamlarından oluşmuş kalabalık bir grup göndermişti. Planının başarısız olduğunu anlamakta gecikmeyen Cervantes, askerlerin önünde tüm planı kendisinin yaptığını ve diğerlerinin hiçbir suçunun olmadığını cesurca belirtti. Naip’in huzuruna getirildiğinde de ifadesini tekrarladı ve boynuna bir ip geçirilip, işkence görerek öldürülmekle tehdit edildiğinde bile kaçış planını tek başına yaptığını söyledi.
Naip’in bu esirle karşı karşıya geldiğinde sergilediği bazı davranışlar için hiçbir açıklama yok. Gazabından kimsenin kurtulamadığı, Cezayirlileri de rahatsız eden bir hayal gücü olduğu söylenen bu zalim adam, Cervantes’in cesareti karşısında ne yapacağını bilememiş gibi görünüyor. Cervantes’in zamanında Cezayir’de köle olanların ifadelerini eserinde derleyen Papaz Haedo’nun olağanüstü ifadesine göre Paşa sık sık “kendini bu sakat İspanyol’dan koruyabilirse adamlarını, gemilerini ve şehrini güvende tutabileceğini” söylerdi. Cervantes Don Kişot’ta göz yumulabilecek bir kibirle şöyle yazmıştı: “Ona karşı koyabilen tek kişinin özgürlüğünü kazanmak için unutulmayacak şeyler yapan, fakat efendisinin bir kere bile vurmadığı, kimseye dokundurtmadığı, hatta hakkında tek kötü söz bile söylemediği bir İspanyol askeri -Saavedra adında biri (Cervantes’in kendisi)– olduğu söyleniyordu.” Cervantes’in gördüğü bu tuhaf, benzersiz muafiyeti nasıl açıklayabiliriz? Onu olduğundan daha yüksek rütbeli sandıklarına şüphe yok; fakat yüksek bir fidye ihtimali, diğer değerli kölelerin maruz kaldıkları işkenceler ve aşağılanmalardan muaf tutulmasını açıklamaya yetmez. Bazıları, cesur ve korkusuz olduğunu gördükleri için onu Müslümanlığa geçirmek niyetinde oldukları tahmininde bulundu. Fakat Cervantes’in hayatında ya da Cezayir’deki davranışlarında gördüğümüz hiçbir şey bu teoriyi desteklemiyor. Başka bir teori ise Cervantes’in güçlü bir korsan kaptanıyla arkadaş olduğudur: Maltrapillo (Slovak) takma isimli Morato (Murat). Murcialı bu haydudun Hasan Paşa’nın en sevdiği haydutlardan biri olduğu iddia ediliyor. Bu iddia Cervantes’in köleliği sırasında Naip üzerinde gösterdiği etkiyi açıklamıyor; fakat belki de bunun sonucu olarak Hıristiyan köleler üzerinde gösterdiği etkiyi açıklıyor.
Korku saçan esirini kendine daha yakın tutmak isteyen Hasan Paşa, onu efendisi Déli Mami’den 500 altın karşılığında satın aldı. Artık Naip’in esiri olan Cervantes geleneğe göre tüm angarya işlerden muaftı, fakat hâlâ zincire vurulması gerekiyordu. Köle olmasının üzerinden iki yıl geçmişti. İspanya kralının kâtibi Mateo Vasquez’e şiirsel mektubunu yazdı. Bu mektup yirmi beş yıl kadar önce Altamira ailesinin arşivlerinde keşfedildi ve Cervantes’in biyografisiyle bağlantılı en önemli belgelerden biri haline geldi. Seksen bir bentten oluşan ve Parnassus’a Yolculuk’un hece ölçüsünü kullanan bu şiir, otobiyografik bir tasvirle başlar. Şair, denizde ve karada yaptığı işleri anlatır ve Cezayir’deki Hıristiyan kölelerin ayaklanmasını, İspanyol donanmasının da onlara yardım etmesini teklif ederek bitirir. Kralın olağanüstü babası V. Charles’ın başladığı işi bitirmesi için yalvarır. İspanyol donanmasının gelip hücre kapılarını açmasını dört gözle bekleyen zavallı Hıristiyanlara acıması için ona yakarır. Şair anavatanlarının kutsal kıyısını neredeyse görebilecek kadar yakın olan fakat zincirler içinde kıvranan zavallıların durumunun soylu kalpleri acımayla dolduracağına emindir.
Düşmanın ülkesi zayıftı, şehirleri iyi savunulmuyordu, muhafızları soy ve ırk olarak farklıydı, yalnızca ortak bir inanç ve kazanç tutkusuyla bir arada duruyorlardı. Bu macera umutsuz sayılmazdı ve II. Philip şövalyelikten ya da ulusal görev duygusundan bir nebze bile etkilenmiş olsaydı Cezayir’i almakta başarılı olurdu. Haedo şu öngörüde bulunur: “Cervantes’in cesareti, çalışmaları ve projeleri, eğer kaderi kadar yüce olsaydı Cezayir günümüzde Hıristiyanlara ait olurdu.” Fakat Mateo Vasquez’e yazılan mektubun[21 - Bay J. Y. Gibson, Mateo Vasquez’e yazılan mektubu tercüme etmiştir. Tercümesi Parnassus’a Yolculuk’ta bulunabilir.] kraliyetin eline ulaştığına dair hiçbir kanıt yok. O “sevecen yürek” (Cervantes’in II. Philip’e yönelttiği ifadeler hep ironi ihtimali taşımaktadır) o sırada daha güvenli ve daha cazip bir macerayla (Portekiz’in alınması) meşguldü. Bu krallığın tahtı, ele avuca sığmayan Don Sebastian ve ordusunun Alcàzarquiver’de yaşadığı felaket nedeniyle boş kalmıştı.


Cervantes, Hasan Paşa’nın huzuruna götürülüyor.

Her adımını izliyor gibi görünen talihsizliğin cesaretini kırmasına izin vermeyen Cervantes bu dehşet verici hapishaneden kaçmak için birkaç girişimde daha bulundu. Son başarısızlığından kısa bir süre sonra Oran valisine gizli bir mesaj göndererek sınırda kendisi ve bir grup köleyle buluşması için ona yalvardı. Cervantes’in mektubunu taşıyan adam yakalanıp Naip’in huzuruna çıkarıldı; Naip birinin kazığa oturtulmasını, diğerinin ise falakaya yatırılıp iki bin sopa yemesini emretti. Cervantes bir kez daha bağışlanarak tüm Hıristiyan ve Müslümanları şaşırttı ve kurtuluş girişimlerine bir kez daha devam etti. Eylül 1578’de Abdurrahman adında bir İspanyol haydutla karşılaştı. Granada’da eğitim görmüş olan Abdurrahman ve Cezayir’de yaşayan iki Valencialı tüccarla birlikte kaçış planı yaptı. Tüccarlar kendi paralarıyla silahlı bir gemi sağlayacaktı. Bu gemi altmış önemli köleyle birlikte, Cervantes’in komutası altında yola çıkacaktı. Bu girişimdeki hain Blanco de Paz adında Argonalı Dominikan bir rahipti. Kutsal Engizisyon ajanı olduğu söylenen de Paz, bilinmeyen bir nedenden ötürü Cervantes’e karşı derin bir nefret duyuyordu. Gizemli davranışları nedeniyle Cervantes’e Cezayir’de çok sorun yaratmış olan bu adam, Naip’in huzuruna çıkarak planı anlattı ve yazara hakaret etti. Kutsal Engizisyon’un Cervantes’in hayatına müdahalesi (bu ilk veya son değildi) İspanyol biyografi yazarlarının inanç konularındaki alışılmış tutuculukları nedeniyle atlanan bir detaydır. Kutsal Engizisyon’un Cezayir’de istediği zaman Naip’in huzuruna çıkabilen bir ajanı olduğu gerçeği bile başlı başına tuhaf. Blanco de Paz’ın verdiği bilgiler üzerine Cervantes bir kez daha Hasan Paşa’nın huzuruna çağırıldı ve ona yardım eden herkesin öldürüleceği duyuruldu. Cervantes gönüllü bir şekilde geldi ve kendini Naip’e takdim ettiğinde yakalanarak elleri ve ayakları bağlandı. Daha sonra boynuna bir halat geçirildi ve ölümle tehdit edildi. Bir kez daha korkusuz davranışları ve “zeki cevapları” nedeniyle Naip’in onu affettiğini görüyoruz; fakat bu sefer onu kendi sarayında bulunan Mağribiler zindanına kapattı, üzerine fazladan zincirler vurdurdu ve muhafızların ona özellikle dikkat etmesini emretti. Cervantes’in davranışlarına şahit olan esirlerden biri olan Luis de Pedrosa, bu cezalara ve tükenmek bilmeyen talihsizliğine rağmen Cervantes’in neşeli, kararlı ve dayanıklı oluşunun Naip’in hoşuna gittiğini, Cervantes’in “Hıristiyanlar arasında büyük bir üne, övgüye ve onura kavuştuğunu” söylüyor. Cezayir’in Topografyası eserini yazarken Cezayir’de esir düşmüş yüksek rütbeli insanlarla söyleşen Haedo’nun yazıları, Cervantes’in olağanüstü enerjisi, cesur kaçma girişimleri ve diğer köleler üzerindeki eşi benzeri görülmemiş etkisi nedeniyle fazlasıyla dikkat çektiğini kanıtlıyor. Haedo (kitabı 1612 yılına kadar basılmamış olsa da kanıtlara göre Don Kişot’tan önce yazıldığı için Cervantes’in yazarlık ününden etkilenmesi mümkün değildir) Cervantes’in esaretinin “Cezayir’deki en kötü esaretlerden biri” olduğunu açıkça belirtir. Belirttiğimiz nedenlerden dolayı dikkat çekmesi, Cezayirlilerin değerini olduğundan fazla sanması ve ailesinin fidyeyi ödeyememesi gibi nedenlerle gerçekleşen bu durum, neyse ki yakında sona erecekti. 1579 yılında II. Philip’in Portekiz’i işgal etmek için yaptığı büyük hazırlıklar, amacının Cezayir’e saldırmak olduğunu düşünen Berberiler arasında büyük bir korku yarattı. Daha fakir olan kölelerin durumu, savunmalarını güçlendirmek isteyen Cezayirlilerin koşulları daha da ağırlaştırması nedeniyle kötüleşmişti. Öte yandan efendiler kölelerini paraya dönüştürmek için daha istekli hale gelerek fidyeleri düşürmeye başladılar. Cervantes’in arkadaşları, serbest bırakılması için talep edilen parayı biriktirmeye çalışmaktan asla vazgeçmediler; fakat mevcut imkânlarıyla bunu başarmaları mümkün değildi. Mart 1578’de baba Rodrigo Cervantes, kralın konseyiyle görüşerek oğlunun hizmetlerini hatırlatıp onu kölelikten kurtarmaları için yalvardı. Sesa Dükü, Cervantes’in kral için savaşmış cesur bir asker olduğunu, onu terfi için bizzat önerdiğini ve kendisinin tüm iyilikleri hak ettiğini söyleyerek babanın sözlerini destekledi. Baba Rodrigo Cervantes, 1579 yılında ölünce Miguel’i serbest bırakma görevi Miguel’in annesi ve dul kardeşi Andrea’ya kaldı. İki kadın kendi aralarında 300 duka (İngilizlerin 35 pounduna denk bir meblağ) toplamayı başardı. Başka kaynaklardan, büyük oranda borç olarak (Miguel bu yükü yıllarca taşımak zorunda kaldı) 300 duka daha toplandı ve tüm meblağ Kastilya’nın resmi vergi memuru olan Papaz Juan Gil’e teslim edildi. Cervantes duyduğu minnettarlıktan ötürü bu iyi, dindar adamı ölümsüzleştirmiştir.
Papaz Gil, Mayıs 1580’de 600 dukayla Cezayir’e geldi. Fakat Hasan Paşa, Cervantes için belirlediği 1000 dukanın altına düşmemekte kararlıydı. Kendisi köleyi eski efendisi Déli Mami’den almak için bu paranın yarısını ödemişti. Hasan, hükümeti tarafından geri çağırıldığı ve Konstantinopolis’e dönmek üzere olduğu için Cervantes’i çoktan pranga ve zincire vurulmuş halde kadırgalarından birine yerleştirmişti. Son anda, kadırgalar demir alırken Papaz Gil, yerel tüccarlar ve diğerleri arasında (bunların arasında arkadaş canlısı “Slovak”ı da sayabildiğimiz için sevinmeliyiz) gösterdiği çaba sayesinde 500 İspanyol altını daha toplamayı başardı ve Hasan bu ödemeyi kabul etti. Böylece Cervantes beş yılını köle olarak geçirdikten sonra bir kez daha özgürlüğüne kavuştu.
İspanya’ya gidemeden önce eski düşmanı Blanco de Paz’ın bitmek bilmeyen kötü niyeti, Cervantes’in Cezayir’de kalış süresini bir kez daha uzattı. Cezayir’de Cervantes’in hayatına kastetme girişimleri başarısız olan adam, İspanya’da Cervantes’in köleyken yaptıkları hakkında yalan haberler yayıyordu. Hizmetleri nedeniyle kralın kendisine iyi davranacağını düşünen ve İspanya’ya döndükten sonra sivil ya da askeri bir iş bulma umudu taşıyan Cervantes için anavatanına döndüğünde insanların hakkında iyi şeyler düşünmesini sağlamak çok önemliydi. Yargılama o sıralarda olağandışı olarak değerlendirilmiştir, fakat bugün çoğumuza gereksiz görünecektir. Yine de Papaz Juan Gil’in huzurunda toplanan bir yargı kurulu Miguel de Cervantes’in kölelik sırasındaki davranışlarını incelemeye koyuldu. İçlerinde Cezayir’de köle olmuş ya da halen köle olan yüksek rütbeli kişilerin de olduğu birkaç tanık çağırıldı ve dava Blanco de Paz’ın Cervantes’e iftira attığını düşünen yargıç Papaz Juan Gil’in kutsal ifadesiyle sonlandı. Davanın raporlarıyla tanıkların listeleri günümüze ulaşmıştır ve bu belgelerden Cervantes’in Cezayir’de geçirdiği hayat hakkında son derece detaylı, canlı ve acınası bir tablo çizmek mümkündür. Aralarında o sırada Cezayir’de olan hatırı sayılır kişilerin de bulunduğu tanıkların hep bir ağızdan hevesli ve istekli bir şekilde sevgili silah arkadaşlarını korumaları oldukça dokunaklıdır. Ondan, tüm romantizm şövalyelerini onurlandıracak şekilde bahsederler; tehlike karşısındaki cesaretini, acı karşısındaki sarsılmaz duruşunu, sıkıntıdaki sabrını, eyleme geçerken sergilediği korkusuzluğunu ve becerisini överler. Miguel de Cervantes beş yıllık esareti sırasında tiranların öfkesini dindirdiği, sinirlerini yumuşattığı kadar diğer kölelerin kalbini kazanmayı da başarmıştır[22 - Bu davanın tamamı tanık listeleriyle birlikte Navarrete s. 319-349 arasında verilmiştir. Ayrıca Don Kişot çevirimin birinci cildinin dizininde kısaltılmış bir versiyonu mevcuttur.].
Böylece dünyanın gözünde henüz sadece bir asker olan “Lepanto sakatı” geçmesi gereken çetin sınavı ardında bırakmıştır. Biyografi yazarlarının genellikle aceleyle geçtiği bu esaret kısmı detaylı bir şekilde anlatılmalıdır, çünkü asker bu sıkıntıyla boğuşurken bir yazara dönüşmüştür. Hayatını mahvedip romantizm hayallerine son veren Cezayir, Don Kişot’u yaratacak kaliteli insanlığını ortaya çıkarmıştır. Tüm hayatında ve tüm eserlerinde Cezayir’de aldığı zorlu eğitimin izlerini görmek mümkündür. Cezayir’de insan doğasını daha geniş bir açıdan görmesini sağlayan, bilgisini artırıp hoşgörüsünü yükselten deneyimlerin onu ne kadar etkilediği, tüm ırklardan ve soylardan insanların toplandığı bu ilginç küçük dünyaya, esaretine ve oradaki karakterlere yaptığı göndermelerden anlaşılmaktadır. Birçok oyununda mekân Cezayir, konu ise kendisinin ve arkadaşlarının maceralarıdır. Birçok romanında Cezayirli korsanlar ve Hıristiyan köleler görülmektedir. Don Kişot’ta esir Luis de Viedma’nın başından geçenleri anlatan bir bölüm (Cervantes’in arkadaşlarından birinin gerçek hikâyesi olduğuna şüphe yoktur) ile Morisco Ricote ve kızının dokunaklı hikâyesi vardır. Tüm eserlerinde Doğu fikirleri ve ifadelerinin tekrarlandığını görebiliyoruz. Cezayir’de yaşadıklarının en dikkat çekici sonucu ve kendi iyi niyetiyle gönül zenginliğinin en büyük kanıtı ise o insanlara karşı hoşgörü ve merhamet göstermekten asla vazgeçmemesidir. Bu, o dönem için oldukça olağandışıdır ve büyük İspanyol yazarları arasında onu eşsiz kılan bir özelliktir.

Dördüncü Bölüm
Cervantes, 1580 yılının son günlerinde İspanya’ya ayak bastı. Anavatanından tam on yıldır ayrıydı. Artık yaşı otuz üçte gelmişti. Bu bölümde, hayatının o döneminde ne tür bir adam olduğundan bahsedelim.
O dönemde, sanatının altın çağına girmekte olan İspanya’da, Don Kişot’un yazarının tek bir portresi bile olmaması çok üzücüdür. Hayatı boyunca iki kez portre yaptırdığı söylense de (birisi büyük Velasquez’in ustası ve kayınpederi Francisco Pacheco tarafından, diğeri de hatırı sayılır bir sanatçı olan Juan de Jauréguy tarafından yapılmıştır) bu resimler ya kaybolmuş ya da tanınmaz hale gelmiştir. Son yüz yıldır sergilenen ve Miguel de Cervantes’in uydurma bir suretini yansıtmakta olan tablo, fizyonomi farklılıkları ve yapı yanlışlıkları nedeniyle sahte olarak değerlendirilmelidir. İplikler ve saçaklarla süslenmiş bir takım giyen, kavgacı ve uğursuz bir yüzü (gaga gibi bir burun, büyük yuvarlak gözler ve çocuksu dudaklar) olan bu tablo, gerçekten de doğru bir tasvir değildir. Tamamen kurmacadır, hayal ürünüdür ve kahramanımızın tarih boyunca maruz kaldığı tuhaf aldatmaların sonuncusu da değildir. Hikâyeyi bütünüyle başka[23 - Don Kişot çevirimin ilk bölümünde s. 117.]bir yerde aktardım, bu yüzden yalnızca ana hatları tekrarlayacağım. 1738 yılında İngiliz Bakan Lort Carteret, Kraliçe Caroline’ı memnun etmek için Don Kişot’u bastı. Metnin hak ettiği gibi bir klasik olarak değerlendirildiği ilk ülke burasıdır. Ayrıca Tonson’ın güzel harfleriyle, var olan en güzel yazı tiplerinden biriyle hazırlandıktan sonra Carteret, kapağına yazarın resmini koymak için de çabaladı. Fakat Dr. Oldfield tarafından önsözde belirtildiği gibi Madrid’teki İngiliz elçi, Cervantes’in bir portesini ele geçirmek için var gücüyle çabalamış olsa da İspanya’da böyle bir portrenin varlığı duyulmamıştı. Bu nedenle, İngiliz sanatçı William Kent, “dahi yazarın yüce biçimini temsil edecek bir figür” üretmek üzere görevlendirildi. William Kent daha sonra Cervantes’in bir portresini “icat ve tasvir” etti. O zamandan beri elinde kalemi, yanında kâğıt ve mürekkebi, gaga gibi burnu ve saçaklı giysileriyle kütüphanesinde oturan yetmiş santimetre boyundaki bu figür, dünya tarafından Don Kişot’un dâhi yazarı olarak görülmüştür. Sol kolu sarılmış bir kesikle sonlanmaktadır. Yanında ise at sırtında, baştan ayağa zırhlı bir şövalye, Sancho ile eşeğine liderlik etmektedir. Bu resmi, İspanyolca ya da İngilizce baskılarındaki portrelerle karşılaştırmak bile hepsinin William Kent’in kurgu çiziminin kopyası olduğunu anlamaya yeter. Ne İngiliz sanatçı ne de Lort Carteret’in Don Kişot baskısını hazırlayan insanlar, resmin altındaki yazının büyük bir kafa karışıklığına sebep olduğunu fark etmiştir: Retrato de Cervantes de Saavedra por el mismo (Cervantes Saavedra’nın kendi portresi). Tabii ki burada kastedilen Cervantes’in kendi kendini tasvir etmesi üzerinden çizilmiş bir resim olduğudur. Bunu ortaya koymak için yaptığım çalışmalar sonucunda, İspanya’nın en iyi ve hatırı sayılır eleştirmenleri artık Cervantes’in portresi olduğu ileri sürülen tüm resimlerin sahte olduğunu kabul etmiştir. Yüz bazen sağa dönüktür, bazense sola. Genellikle vücudunun alt kısmı, kesik kolu, kalem, yazı masası ve diğer dekoratif aksesuarlar çıkartılmıştır. Fakat gaga burun, kıvrımlı bıyık, gittikçe yuvarlaklaşan gözler, gittikçe küçülen dudaklar ve gitgide daha da sert ve yeni görünen saçaklar her çizimde tekrarlanmıştır. 1780 yılında yabancıların Cervantes’e gösterdiği saygıdan utanan Akademi’nin emrettiği büyük İspanyol baskısı da kullandığı portrenin (bu sadece oval çerçeve içinde bir büsttü) gerçek olduğuna dair acınası bir iddiada bulundu. Alonso del Arco tarafından çizilen ve Sevillalı vatansever soylu Conde de Aguilla tarafından Madrid’teki bir tüccardan alınan bir resmin kullanıldığı söylendi. Buradaki ilk sorun, sağır ve dilsiz ressam Alonso del Arco’nun 1625 yılına (Cervantes’in ölümünden dokuz yıl sonra) kadar doğmamış olması. Bu yüzden eserin gerçek Cervantes’i resmediyor olması oldukça zor. Herkesin fark edebileceği bir diğer tuhaflık ise Akademi’nin portresindeki yüzün hatlar, görünüş ve duruş bakımından Kent’in 1738 tarihli portresiyle aynı olmasıdır. İspanyol Akademisi bunun için dâhice fakat tarafsız zihinlere oldukça çaresiz görünecek bir açıklama yaptı. Kendi portrelerinin orijinal olduğunu ve İngiliz editörlerin gerçek portreye bakarak Don Kişot’un kapağını süsleyecek bir portre yaptırdıktan sonra abartılı kibirleri, engel tanımaz sahtekârlıkları ya da sapkınlıkları nedeniyle, dünyaya orijinal portrenin sahte olduğunu söylediklerini iddia ettiler.


Cervantes’in William Kent tarafından yapılan portresi.

1780 yılında İspanyol Akademisi’nin kendi kendini elindeki portrenin Cervantes’in gerçek ve mükemmel tasviri olduğuna ikna etmesi, Don Kişot’un miğferini kabullenmesine çok benzer. Miğferi kolayca yamulttuğunu öğreniriz; fakat kendine miğferin daha fazla sınanmasına gerek olmadığını, “iyi ve mükemmel bir miğfer” olduğunu söyler. İspanyollar o zamandan beri bu sahte resmin “Nükte Prensi”nin gerçek görüntüsü olduğunu tekrarlamaktadır. Ressamlar ve heykeltıraşlar bu sahte hatları yeniden yaratmış, şairler haklarında dizeler kaleme almış, vatanseverler onu hayranlıkla incelemiştir, ta ki William Kent’in ideal Cervantes’i herkesin hayaline gerçek Miguel olarak yerleşene kadar. Geçtiğimiz yıllarda yeni Cervantistas akımı bu saçma ve çocuksu batıl inanca karşı ayaklanmıştır. Bu akımın en bilge üyeleri Kent’in portesini reddetmişlerdir. 1864 yılında Don Kişot’un yazarının gerçek görüntüsü olduğu düşünülen yeni bir portrenin bulunması üzerine, gerçek Cervantes severlerin yürekleri sevinçle doldu. Portreyi keşfeden Don José Maria Asensio idi. Sevilla doğumlu bu centilmen, Cervantes’e dair her izi bilgece bir heves ve dikkatle incelemesiyle tanınıyordu. Asensio’nun[24 - Nuevos Documentos para ilustrar la vida de Miguel de Caervantes Saavedra. Sevilla, 1864.] anlattığı hikâye özetle aşağıdaki gibidir:
Don José, 1850 yılında yazarı belli olmayan ve tarihi bilinmeyen bir elyazması buldu. Bir zamanlar Sevillalı Don Rafael Monti’ye ait olan bu elyazmasının başlığı “Relacion de cosas de Sevilla de 1590 à 1640” idi. Bu elyazmasında, Francisco Pacheco ve La Merced manastırı için yapılan altı portrenin birinde diğer gerçek yüzler arasında Miguel de Cervantes’in yüzünün olduğu yazılıydı. Don José, Pacheco’nun dönemin tebeşirle portre yapan sanatçılarını sıraladığı elyazmasına başvurarak bu ifadeyi doğruladı. Bu elyazması (eksik halde de olsa) günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Bu ipuçları onu Sevilla Müzesi’nde araştırma yapmaya yöneltti (bu müze eskiden Casa Grande de la Merced manastırıydı) ve müzenin kataloğunda altı resimlik serinin bir parçasını “San Pedro de Nolasco en uno de los pasos de su vida” (Nolalı Aziz Peter Hayatının Dönüm Noktalarından Birinde) başlığının altında buldu. Bu resimde denize açılan bir gemi vardır ve geminin içinde Aziz dahil olmak üzere yedi figür mevcuttur. Diğerlerinin yakın zamanda azat edilmiş köleler oldukları açıktır. Bay Asensio’yu tatmin eden kanıtlara dayanılarak hepsinin gerçek insanlar olduğu düşünülmektedir. İçlerinde dikkat çeken bir adam vardır. Geminin kıç tarafında elinde sırık tutan, denizci giyimli bu adamın elleri ve ayakları çıplaktır, kafasında ise geniş siperli, tepesi basık bir şapka vardır. Yüzü tamamen tabloya bakanlara dönmüştür, ressam onu özellikle göstermek istemiştir sanki. Bay Asensio’ya göre bu adam Miguel de Cervantes’tir. Bu tahmini destekleyen ve güçlendiren birçok delil vardır fakat ne yazık ki bu sadece bir tahmindir. Cervantes papazın yaptığı iyilikleri sembolize etmek için kölelerin arasına konmuş olabilir. Başına gelenler İspanya’da oldukça ses getirmişti. Ayrıca kendisinin Pacheco’nun arkadaşı olduğunu ve Pacheco’nun onun portresini yaptığını biliyoruz. Teknedeki adam yetişkinliğinin başlarında yakışıklı bir adamdır, tıpkı 1580 yılında Cervantes’in olduğu gibi. Yüz acemice modellenmiş ve kötü çizilmiş olsa bile çarpıcı bir yakışıklılığı vardır. Geniş alın, güzel gözler, baskın ve biçimli burunda hiçbir kusur yoktur. Tek kusur çenededir, bu da büyük ihtimalle kötü çizim yüzünden abartılmıştır fakat Cervantes’in kararsızlık ve amaçsızlık gibi bilinen karakter zayıflıklarına uymaktadır. Patlıcan burunlu rakibinin tersine bu portrenin gerçekten Cervantes’in portresi olduğu söylenebilir. Sevilla’daki orijinal tablo her ne kadar zamanla yıpranmış ve kötü bir ışıkla aydınlatılmış olsa da ona bakan tüm Cervantes severler samimiyetle gerçekliğinin doğrulanmasını istemiş olmalı. Maalesef bu bir ya da iki halkası oldukça güçsüz olan uzun bir tahminler zincirine bağlıdır[25 - El Barquero’nun tasvirinin renkli bir kopyasına sahibim ve bunu arkadaşım Don José Maria Asensio’nun kibarlığına borçluyum. Sör W. Stirling Maxwell’in Don John’un Hayatı ve Gibson’ın Viaje del Parnaso çevirisinin kapağındaki oymalar resmin yanına bile yaklaşamaz.]. Kesin sayılabilecek bir kanıt eksiktir. Pacheco’nun tebeşir tablolarının toplandığı ve Bay Asensio’nun gözetimi altında yakın zamanda yeniden üretilen koleksiyonda maalesef Cervantes’in çizimi bulunmamaktadır. Bu kanıtın yokluğunda yalnızca El Barquero’dan düşüncelerimizi doğrulayacak bir şeyler çıkmasını umabiliriz. Jauréguy’ın vaat edilen resmini göremediğimiz için Cervantes’in 1613’te Novelas Exemplares

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/book/henry-edward-watts/cervantes-in-hayati-69403297/chitat-onlayn/?lfrom=390579938) на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

notes

1
Amadís de Gaula (Gaullü Amadis), Garci Rodríguez de Montalvo tarafından 16. yüzyılda yazılmıştır. Kitabın ana karakteri olan Amadis, Don Kişot’un idolüdür ve Cervantes, kitabında sık sık Amadis’e gönderme yapar. (e.n.)

2
Don Kişot, 1. Bölüm, 1. Kısım’ın ilk sözcüklerine bakınız: (İsp.) İsmini hatırlamak istemediğim bir köyde.

3
(İsp.) Don Kişot hikâyesinin yazarı.

4
Doğubilimci olan Conde, (Don Kişot’ta bahsi geçen) Benengeli’nin Arapçada “geyik çocuğu/yavrusu” anlamına geldiğini belirten ilk kişidir.

5
Vida de Cervantes’ten (Mendez de Silva) alınmıştır (1648).

6
B ile v sesleri İspanyolcada aynı okunur ve birbirinin yerine geçebilir.

7
Martín Fernández de Navarrete: 1765-1844 yılları arasında yaşamış İspanyol tarihçi. (e.n.)

8
Üç bentlik bir Batı şiiri türü. (e.n.)

9
Madrid’te kendisini gördüğünü söyleyen Gusman de Alfarache eserinin yazarı Mateo Aleman’ın aktardığına göre (Navarrete, s. 285- 286).

10
İnebahtı Deniz Muharebesi. (e.n.)

11
(İsp.) Yargı yetkisine de sahip bir yönetici. Türkçeye “kadı” olarak geçen Arapça “Kādi, قاضٍ” kelimesi, İspanyolcaya “alcalde” şeklinde geçmiştir. (e.n.)

12
Benim Don Kişot çevirimin ikinci bölümü, 4. Cilt, s. 6.

13
Bkz. Viaje del Farnaso, I. Bölüm

14
Navarrete s. 314’e bakınız. Sesa Dükü daha sonra Lope de Vega’nın büyük koruyucusu haline geldi ve Lepanto’daki eski dostu ve silah arkadaşını unuttu.

15
“İsminin Quejada ya da Quesada olduğu söyleniyordu.” (Don Kişot çevirimde Bölüm I, Kısım I, Cilt I, s. 33.)

16
Yerine göre pagan, Müslüman veya Yahudi anlamlarında kullanılan arkaik bir sözcük. (e.n.)

17
İki kıyı arasındaki dar ve derin deniz. Kanal. (e.n.)

18
Bu savaşın Cervantes’in Galatea isimli eserinin üçüncü cildinde anlatıldığı düşünülmektedir.

19
Ramazan Paşa. (e.n.)

20
Cervantes’in diğer esirleri eğlendirmek için oyunlar yazdığı söylenmektedir. Fakat onun olduğu iddia edilen La Virgen de Guadelupe isimli oyun Cezayir’deki herhangi bir kölenin elinden çıkmış bile olamaz. Bu oyunda Cervantes’e ait bir iz göremiyorum.

21
Bay J. Y. Gibson, Mateo Vasquez’e yazılan mektubu tercüme etmiştir. Tercümesi Parnassus’a Yolculuk’ta bulunabilir.

22
Bu davanın tamamı tanık listeleriyle birlikte Navarrete s. 319-349 arasında verilmiştir. Ayrıca Don Kişot çevirimin birinci cildinin dizininde kısaltılmış bir versiyonu mevcuttur.

23
Don Kişot çevirimin ilk bölümünde s. 117.

24
Nuevos Documentos para ilustrar la vida de Miguel de Caervantes Saavedra. Sevilla, 1864.

25
El Barquero’nun tasvirinin renkli bir kopyasına sahibim ve bunu arkadaşım Don José Maria Asensio’nun kibarlığına borçluyum. Sör W. Stirling Maxwell’in Don John’un Hayatı ve Gibson’ın Viaje del Parnaso çevirisinin kapağındaki oymalar resmin yanına bile yaklaşamaz.
Cervantes′in hayatı Henry Edward Watts
Cervantes′in hayatı

Henry Edward Watts

Тип: электронная книга

Жанр: Зарубежная публицистика

Язык: на турецком языке

Издательство: Maya Kitap

Дата публикации: 25.04.2024

Отзывы: Пока нет Добавить отзыв

О книге: İlk modern roman sayılan ve tarihin en çok okunan kitaplarından olan Don Kişot’un yanı sıra daha birçok roman, novella, tiyatro oyunu ve şiir de yazan Cervantes’in kendi hayatı başlı başına bir romandır.

  • Добавить отзыв